rulmuştur. Mültecilere dil konusunda Sığınmacıların ülkeye girişinde zorun- Para tahsis edilir. Eğitim, iş bul- yardımcı olacak “Cultural Brokers” lu bir ilk muayeneye yapılır. Bu mua- ma gibi haklarda sağlanır. Sağlık yani kültür ve dil köprüsünü kurmaya yeneden önce tıbbi geçmiş formu dol- kontrolünde 18 yaş altındakilere yardımcı olacak çalışanlar vardır. Bu durulur. İlk muayene genel anlamda kontrolden sonra bir çizelge bel- çalışanlar mültecilerin tıbbi hizmete bulaşıcı hastalıkları tespit etmek ama- gesi verilir. Hangi kontrollerin ulaşmalarına, eczaneleri bulmalarına, cıyla yapılır. Aşılar kontrol edilir. Bu yapıldığı, hangi testlerden geçildi- ilaçları hakkında bilgi sahibi olmaları- muayenenin sonunda aşı belgesi alınır. ği yazılan bu kayıtlar sağlık sınav na ve tedavilerinin devamlılığını sağ- Eyalete göre muayeneye ek bazı testler kaydı kabul edilir. Doğumu Al- lamaya yardımcı olurlar. Ayrıca şiddet istenebilir. Sonraki ilk 15 ayda acil du- manya’da gerçekleşen sığınmacı ya da işkence durumunda da özel ku- rumlarda doktora başvurulabilir. Acil çocuklar belli sağlık kontrolün- ruluşlara ulaşılmasını sağlarlar. durumların ihtivasını ani müdahale den geçerler. İlk muayene do- İstatistiklere bakarak bir karşılaştırma gerektiren yaralanmalar (trafik kazala- ğumdan hemen sonra gerçekleş- yapılacak olursa (2013’de Tod Hamil- rı vb.),acı çekme durumu, tıbbi ve diş tirilir.6 yaşına kadar rutin sağlık ton’un bir çalışmasına göre) eğitim hastalıklarının öncelikli olanları, ha- kontrolleri devam eder.12-14 yaş seviyesi nispeten yüksek ülkelerden ge- milelik gibi rahatsızlıklar oluşturmak- arası ek muayeneler vardır. Çün- len mültecilerin sağlık koşulları, eğitim tadır. Doktor tedavisi yeterli değilse kü bu yaşlar ergenlik dönemine seviyesi düşük ülkelerden gelen mülte- hastayı hastaneye sevk edebilir. Ancak denk gelir. Büyümenin sağlıklı cilerinkinden daha iyidir. Bir çalışmaya bu durum hastane tarafından önceden olup olmadığı kontrol edilir. göre de yaşı daha büyük ve ABD’de 15 onaylanmalıdır. Bu gibi durumlarda § Bütün bu sağlık hizmetleri sağ- yıldan az kalan mülteciler, kanser ya da doktora başvurmak için ya tıbbi tedavi lık sigortasına dayanmaktadır. kronik hastalıklardan daha az etkilen- fişlerine ya da elektronik sağlık kartla- Bu hizmetler; Sosyal Hizmetler mişlerdir. Ayrıca mülteciler post-trav- rına ihtiyaç vardır. Bu tıbbi tedavi fişi Departmanı (Sozialamt), Halk matik stres bozukluğu ve derpresyon ya da elektronik sağlık kartı bulunulan Sağlığı Hizmeti(Gesundheitsamt) ile demücadele etmektedir. Bu mental yerdeki federal duruma göre verilir. kurumlarınca takip edilmekte ve hastalıklardan post travmatik stres bo- Yani hangisinin alınacağı oradaki fede- yürütülmektedir. zukluğu ve major depresyonun özel- ral yönetim tarafından belirlenir. Elekt- likle yaşlılık, yetersiz ingilizce, işsizlik, ronik sağlık kartı, tıbbi tedavi fişinin İspanya’da Göçmenlere emeklilik, çalışamayacak durumda ol- yerini alır. (Tıbbi tedavi fişiyle başlayıp Uygulanan Sağlık Politikaları mak ya da düşük gelir ile doğru orantılı belli bir sürenin tamamlanıp elektronik İspanya›da bulunan göçmenlerin sağ- olduğu fark edilmiştir. Ayrıca kadın- sağlık kartına geçildiği zamandan son- lık alanındaki hakları Kabul Koşulları ların bu rahatsızlıklardan erkeklerden raki süreç için geçerlidir.) Yönergesi doğrultusunda sağlamakta daha fazla etkilendiği ve eğer ülkelerini § Sığınmacılar hamilelik boyunca ve İspanya bu haklar doğrultuda poli- çok ani terk etmelerini gerektiyse hem tikalarını yönetmektedir. 1984 tarihli erkeklerin hem kadınların bu rahatsız- tıbbi bakım alırlar. Hamileliğin Sığınma ve Mülteci Statüsü Hakkın- lıkları daha çok yaşadığı belirtilmiştir. devamı için gereken sağlık koşul- daki Kanun›un 1994›te revize edilmesi ları sağlanır. Doktor hamile kişiye sonucu iltica başvurusunda bulunan Almanya’da Göçmenlere doğum kaydı belgesi verir. herkesin tercümanlık, hukuk müşa- Uygulanan Sağlık Politikaları § 18 yaşından küçük olanlara eğer viri, tıbbi yardım alanlarında İspanya Almanya’da bulunan mültecilere aileleri de yoksa sığınmacılara devleti tarafından bu haklara erişimi “Mülteciler Yardım Kanunu” çerçeve- özel evlerden birinde oda verilir. sağlanması kanunen sabittir. sinde yardımlar yapılmaktadır. Bu yar- Bu evin sosyal hizmet görevlileri İspanya sınırlarına gelen ve iltica baş- dımlar temel ihtiyaçları (yiyecek, barın- oradaki çocuklara yardımcı olur, vurusunda bulunanlar ilk olarak sağ- ma, giysi, harçlık, hamilelik ve doğum evin bütün ihtiyaçları karşılanır. yardımları gibi) karşılamaya yöneliktir. Sığınma talep eden kişiler sığınmacıla- Almanya’da bulunan mültecilere rın kaldıkları yurtlarda kaldıklarında “Mülteciler Yardım Kanunu” çerçevesinde ihtiyaçlarının tespit kolaylaştığı ve du- yardımlar yapılmaktadır. Bu yardımlar rumlarına uygun yardımların yapılabil- temel ihtiyaçları (yiyecek, barınma, giysi, diğini araştırmalar göstermiştir. Ancak harçlık, hamilelik ve doğum yardımları Almanya’daki eyalet sistemi sebebiyle gibi) karşılamaya yöneliktir. bu yardımların içeriği değişir. GÖÇ HAREKETLERİ 101
2012 kemer sıkma politikasına kadar politika neticesinde birincil derece Avrupa’daki en verimli ve insancıl sağlık hizmetlerine dahi ulaşımda sı- sağlık hizmetini sürdüren İspanya, iltica kıntı yaşayan göçmenler yapılan ku- başvurusu kabul edilenlere verilen sağlık rum araştırmalarının istatiksel verile- haklarını kendi vatandaşlarının sağlık rine göre daha çok acil ve ilk yardım haklarıyla eşitlemiştir. Ancak 2011’deki alanlarında hizmetten faydalandığı ekonomik kriz neticesinde göçmenler de görülmektedir. Bundan kaynaklı ola- dahil olmak üzere kendi ülke vatandaşı olan rak acil servislere olan başvuruların evsizler gibi düşkünlerinde bu alandaki yoğunluğu açıklanabilmektedir. hakları sınırlandırılmış ve kalite anlamında 2012 yılında uygulamaya giren kemer önemli bir düşüş yaşanmıştır. sıkma politikası neticesinde sağlık hiz- metinden faydalanmak isteyen göç- lık taramasından geçirilir. Bu sağlık yer alır. Eşit Muamele ve Ayrımcılık- menlerin ‘Medicos Del Mundo’ isimli taramasında aşı kontrölleri de yapılır la Mücadele Kurulu’nun kaidelerince belgeyi bulundurması zaruri hale geti- ve eksik bulunan aşıların tamamlan- gelen göçmenler arasında herhangi bir rilmiştir. Bu belgenin varlığı ile birin- ması sağlanır. Cinsel yolla bulaşan ayrım yapılmaksınızın eşit muamele- cil ve acil sağlık hizmetlerinden fayda- enfeksiyonlar, tüberküloz, depresyon lere tabi tutulduğu, bu ayrımcılık neti- lanılmakla birlikte onsekiz yaşının al- ve diğer birçok kolay tedavi edilebilir cesinde bazı kurumların kar elde etme tındaki göçmenlerin, doğum vakaları, sağlık sorunları tarama, teşhis ve teda- amaçlarının önüne geçmeyi hedeflen- acil durum gerektiren haller istisnadır. vi aşamalarıyla acil servis müdahalele- diği İspanya’nın buna bağlı olarak sağ- İspanya›nın farklı eyaletlerinde çeşitli rine ve daha ileri düzey sağlık kurum- lık alanında da bu eşitlik ilkelerine uy- uygulamalar yapılmakta farklı insiya- larına gitmeden ortadan kaldırılıyor. gun olarak faaliyetini yürütmektedir. tifler alınmaktadır. Örneğin Madrid Ayrıca sınırda iltica başvurusu kabul 2012 kemer sıkma politikasına kadar ve Valensiya›daki birkaç hastanede edilmeyen ger gönderme merkezlerin- Avrupa’daki en verimli ve insancıl hasta savunucuları bulundurulmakta deki kimselerden bu acil durumdaki sağlık hizmetini sürdüren İspanya, il- ve bu savunucular orada sağlık hiz- kimselerin tedavileri birincil sağlık tica başvurusu kabul edilenlere verilen metinden en iyi şekilde yararlanılması hizmetleri kapsamında yapılmakta sağlık haklarını kendi vatandaşlarının amacıyla yönlendirmelerle yardımcı ve bu masraflar devletin bütçesinde- sağlık haklarıyla eşitlemiştir. Ancak olmaktadır. Ayrıca sağlık alanındaki ki fnlardan karşılanmaktadır. Sevk 2011’deki ekonomik kriz neticesinde bilgilendirilmenin farklı dillere çevril- merkezlerindeki doktorlar özel olarak göçmenler de dahil olmak üzere kendi mesi, erişimin iyileştirilmesi için çeşit- eğitim görürler. Bu eğitim kapsamın- ülke vatandaşı olan evsizler gibi düş- li faaliyetler uygulanmaktadır. da göçmen kimselerin kültürü, dili, künlerinde bu alandaki hakları sınır- 2012 kemer sıkma politikalarının uy- dini gibi göçmenlere mental olarak da landırılmış ve kalite anlamında önemli gulanmasından önceki yıllarda yapıl- yardımının dokunabileceği alanlar da bir düşüş yaşanmıştır. Bu izlenen yeni mış projelerle göçmenlerin hem fiziki hem mental sağlıklarının iyileştirmeye yönelik çalışmalar yapmıştır. Bun- lardan en önemlilerinden biri 2010 yılında düzenlenen projede göçmen- lerin zihinsel ve ruhsal bozukluklarını giderme amacıyla kontrol mekaniz- maları oluşturulmuştur. Bu projenin ikinci ayağını oluşturan 2011 yılında yapılan projeye dahil olan 10 üye ül- kenin en iyi göçmen uygulamaları belirlenerek bu uygulamaların eğitim paylaşımı sağlanmıştır. Genel olarak inccelendiğinde İspanya göçmenler için sağlık entegrasyonunu sağlayabilmek için; 102 KONAK
1. Hasta savunucularının kurumsal- tir. Kaynaklara erişim noktasında lirleyip bunun sonucunda hizmet laştırılması, yardımcı olarak iyilikle bu konu- sunabilmek için projeler üretir. da yardım eden bir kuruluştur. § İspanyol Kızılhaç : Devlet bütçe- 2. Sağlık çalışanlarının göçmenlere § SAPPIR : Psikopatolojik ve psi- sinden ayrılan fonlar neticesinde sağlık hizmetlerinin verilmesi yö- kososyal bakım servisi ile 20 yıldır tıbbi yardım sağlanmaktadır. nünde eğitime teşvik edilmesi, mültecilere bu alanda sağlık des- § ACNUR : İlaç, aşı, tedavi ve ihti- teği verilmektedir. yaç duyulan sağlık malzemelerine 3. Göçmenlerin sağlık hakları hakkın- § ITSAL : İspanya’daki dört üni- erişim sağlar. Bütçesi Birleşmiş da bilgilendirilmesine yönelik iyileş- versitenin ortak yürüttüğü bu Milletler Mülteci Komiserliği ta- tirme çalışmalarının yürütülmesi, çalışma ile sağlık ihtiyaçlarını be- rafından sağlanır. 4. En uygun sağlık hizmeti nasıl veril- medir sorularına cevap aranması ve neticesinde ortaya çıkan engelleri ortadan kaldırmaya çalışılması, 5. Göçmenlere verilecek hizimetlerin daha yüksek kalitede verilmesine yönelik araştırma yapılmasına teşvik edilmesi, ödenekler oluşturulması adına çalışmalar yürütmektedir. İspanya’da Sağlık Hizmeti Veren Ku- rum ve Kuruluşlar § IFNA : Hemşirelik Teşhisi adı ve- rilen uygulama ile sağlık problem- leri ve diğer sosyal sorunlara karşı önlem ve çare olabilme imkanı tanıyan bir yardımcı hemşirelik- KAYNAKÇA 1. KEKLİK Kanuni, Türkiye’de Rakamlarla Sosyal Yardım Sistemi, Türkiye Karşılaştır- States, Laws Journal, 2014 Vol:3 Page: 50–60 Göç-Sağlık, Ankara Yıldırım Beyazıt Üni- ması Ve Türkiye’deki Uygulamalara Yönelik 13. ARIK GÜNEYLİ Nihal, Türkiye’de Sağlık versitesi Multidisipliner Göç ve Sağlık Sem- Öneriler,Ankara, 2014. pozyumu, 22.02.2018. 8. ERTEM Haşim Eren, Illegal Immıgratıon Hizmetlerinde Harcamalara Yönelik Ödeme To Eu Countrıes; New Asylum Polıcıes In Yöntemleri: Gelişmiş Ülkelerle Türkiye Kı- 2. T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Mü- Spaın And Germany,Ankara, 2007. yaslamasına Örnek Uygulama, Ankara, 2014 dürlüğü, http://goc.gov.tr, (ET:03.03.2018). 9. SOUSA Emily, BENAVİDES Fernando G., 14. Estrategia De Acción Exterior, Ministerio SCHENKER Marc, GARCI ´A Ana M., BE- de Asuntos Exteriores y de Cooperación- 3. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, http://tur- NACH Joan, DELCLOS Carlos, Immigrati- Gobierno De España, 2015 key.unfpa.org, (ET:05.03.2018). on, work and health in Spain: the influence 15. KOÇAK Orhan, GÜNDÜZ R.Demet, Av- of legal status and employment contract on rupa Birliği Göç Politikaları ve Göçmen- 4. Krankenkassen-Zentralehttp, ://www.kran- reported health indicators, Int Journal of lerin Sosyal Olarak İçerilmelerine Etkisi, kenkassenzentrale.de/wiki/incoming-tr/ Public Health, 2010, Vol.55, Page:443–451 Yalova Sosyal Bilimler Dergisi,2016, Yıl:7 iltica, (ET:22.03.2018). 10. Akademik Perspektif Enstitüsü, http://aka- Sayı:12 66-91 demikperspektif.com/2014/04/14/ispan- 16. BRIS Pablo and BENDITO Félix, Lessons 5. The Federal Ministry of Health, https:// ya-goc-problemi/,(ET:20.04.2018). Learned from the Failed Spanish Refu- www.bundesgesundheitsministerium.de / 11. Polítıca Sobre Derecho Unıversal A La gee System: For the Recovery of Sustai- topics/health-guide-for-asylum-seeker- Salud, Unidad de Incidencia Política nable Public Policies, Sustainability 2017, s/?L=1, (ET:15.03.2018). 14/08/2013 Vol.9,1446 12. MONGA Parul, KELLER Allen and VEN- 17. GONZÁLEZ DE DURANA Ana Arriba 6. MOHANTY Sarita A., WOOLHANDLER TERS Homer, Prevention and Punishment: and MORENO-FUENTES Francısco Ja- Steffie,HIMMELSTEIN David U., PATI Sus- Barriers to Accessing Health Services for vıer, Undocumented Migrants İn Spain To mita, CARRASQUİLLO Olveen and BOR Undocumented Immigrants in the United Regain Access To Healthcare?, Espn Flash David H., Health Care Expenditures of Im- Report 2016, Vol.39 migrants in the United States: A Nationally Representative Analysis , ,, American Jour- nal of Public Health, 2005, Vol 95, No. 8. 7. IŞIK Hasan, Federal Almanya’da Uygulanan GÖÇ HAREKETLERİ 103
Göç Konferansları Hayat Vakfı Ankara şubesi Göç Hareketleri Araş- tırmaları Koordinatörlüğü’nün, “yakın tarihte KIRIM TATAR SÜRGÜNÜ gerçekleşmiş olan Anadolu’ya göç hareketleri” ile ilgi- li çalışmaları doğrultusunda düzenlenen “Kırım Tatar Değerlendiren Sürgünü” konu başlıklı konferansımızda Bilkent Üni- Elif Tayyibe Polat versitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim görevlisi Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Sırrı Hakan Kırımlı’yı vakfımızda ağırladık. Tıp Fakültesi “Kırım Tatarları dediğimiz halk, aslında yüzyıllar için- de envai çeşit danışmalardan ortaya çıkmış; Kıpçak ve 1855 Kırım doğumlu bir çocuk, Oğuz karışımı olan ve Türk dili konuşan bir halktır. 1860-1861’de Dobruca’ya; Ana bünyesini teşkil eden halkların Hunlar, Hazarlar, Bulgarlar, Pençik, Kıpçak ve Anadolu’dan gelen Türkler ardından 93 Harbi sürecinde olduğunu söyleyebiliriz.” Bulgar komitelerinin tehditleriyle Bu sözlerle konuşmasına başlayan Kırımlı, ilk olarak Makedonya’ya; 1912’de yaşanan bahsettiğimiz halkın asıl adının ‘Tatar’ değil, ‘Kırım Ta- Balkan Savaşı’yla Trakya bölgesine; tarları’ olduğuna değindi. Kırım ve Tatar kelimelerinin ayrı kullanılamayacağını belirtti ve devamında Kırım buradan da Kurtuluş Savaşı’nda tarihi ile Rusların yürüttüğü politikalar hakkında şu Yunan Ordusu tehlikesi nedeniyle bilgileri verdi: başka diyarlara göç etmek zorunda “Rus İmparatorluğu, Osmanlı ile yaptığı savaşlarla İs- kalabiliyordu. Yani 4-5 kez bu tanbul’u fethetmeyi amaçlamış ve 1783’te Kırım’ı ilhak travmaya maruz kalmaktaydı. ettikten sonra bölgeyi Kırım Tatarlarından temizleme- ye çabalamıştır. Kırım’ı Rus üssü haline getirmeyi he- 104 KONAK defleyen Rusya, Kırım Hanlığı’nın yıkılmasıyla birlikte ilk olarak Temmuz 1783’te Kırım’ın güneyinde bulunan Akyar köyünde bir Karadeniz filosu kurmuştur. Kırım’ı esas halkından uzaklaştırmak için ekonomik, siyasi ve dini baskılar uygulamaya başlamıştır. Köylüler toprak- sızlaştırılmış, camiler yıkılmıştır. O tarihten sonra her yıl devamlı olarak Kırım Tatarları Osmanlı topraklarına su gibi akmıştır. Böylece Kırım Tatarları asıl halkından uzaklaşmaya başlamıştır. 1783’te başlayan bu göçlerin en yoğunu 1859-1862 seneleri arasında yaşanmış ve 1944’te yeniden başlayan baskılar sonucu yaşanan göç- ler I. Dünya Savaşı’na kadar devam etmiştir.” Sözlerine muhacirlerin göç süreci, göç esnasında ya- şanan sıkıntıları ve göçmenlerin iskanında karşılaşılan sorunlara değinen Kırımlı, konferansın devamında 1918’den günümüze kadar Kırım Tatar halkına uygula- nan baskılar, yaşadıkları zulümler ve Kırım Tatarlarının direniş hareketlerinden bahsetti. Hakan Kırımlı, konuşmasının son kısmında yaşanan göçlerin büyüklüğünü ve ehemmiyetini şu sözleriyle belirtti: “1855 Kırım doğumlu bir çocuk, 1860-1861’de Dobru- ca’ya; ardından 93 Harbi sürecinde Bulgar komiteleri- nin tehditleriyle Makedonya’ya; 1912’de yaşanan Balkan
Savaşı’yla Trakya bölgesine; buradan da ayında Kırım’ı yeniden ilhak etmesin- savaşı vereceklerini ve Kırım Tatarları- Kurtuluş Savaşı’nda Yunan Ordusu teh- den sonra Kırım Tatar halkına yapılan nın memleketleri için ellerinden geleni likesi nedeniyle başka diyarlara göç et- baskı ve şiddetin devam ettirildiğini ve yapmaya hazır olduğunu belirtti. mek zorunda kalabiliyordu. Yani 4-5 kez günümüzde yaşanan zulmün 1783 son- bu travmaya maruz kalmaktaydı.” rasında görülenden hiçbir farkı olma- Konferansımız konuşmacı Prof. Dr. Sırrı dığına değindi. Geçmişte olduğu gibi Hakan Kırımlı ve değerli katılımcılarla Günümüz Kırım-Rusya ilişkilerine de günümüzde de Ruslara karşı hürriyet gerçekleştirdiğimiz keyifli bir sohbetle değinen Kırımlı, Rusya’nın 2014 Mart son buldu. 13 Nisan 2018 Cuma Sırrı Hakan Kırımlı, doktorasını 1990 yılında ABD’nin Madison şehrindeki Wisconsin Üniversitesi Tarih Bölümünde tamamlamış olup akademik hayatına Bilkent Üniversitesi’nde Profesör Doktor öğretim üyesi olarak devam etmektedir. Rusya- Sovyet İmparator- luklarındaki Türk-Müslüman halklarının tarihi ve şimdiki durumu üzerine akademik araştırmalar yapan Kırımlı’nın, 1996 yılında “Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli Hareketler (1905-1916)” adlı yayını bulunmaktadır. GÖÇ HAREKETLERİ 105
106 KONAK
EDEBİYAT Araştırmaları Koordinatörlüğü Edebiyatın bugününü anlamak için dününü tanıma- ya çalışan; bu amaç doğrultusunda geçmişteki ve günümüzdeki şair ve yazarları araştıran; bu şair ve yazarların eserleri üzerine okumalar yapan; yaptığı okumalar ışığında onların engin ve aşkın bilgilerin- den faydalanarak kendi yüce manevi çizgisini bul- mak için çabalayan; aynı zamanda bize miras kalan değerleri yaşatmak için çalışmalar yapan bir ekiptir. Etkinlik 1. Çalışma Grubu • Berceste Edebi Dönemler ve Şairleri • Lügaz Şiir Tahlili • Yolcu Yazarlık Atölyesi • Alegori • Lügat Çalışması • Masal Anlatıcılığı 2. Söyleşi • Divan Edebiyatı • Tanzimat Edebiyatı • Fuzuli
En Ulvi Aşkın Şâiri Fuzûli’nin Hayatı LÜGAZ Özellikle Azerbaycan sahasının, bazı edebiyat otoritelerin- ÇALIŞMA GRUBU ce de tüm Türk edebiyatının en büyük şâiri Fuzûli olarak 1 Zehra Oruç * gösterilmektedir. Asıl adı Mehmed bin Süleyman’dır. Şâirin 2 Esma Sayın 888/1483 yılında Bağdat yakınlarındaki Hille bucağında veya 1 Beyza Yetgin Kerbela’da dünyaya geldiği sanılmaktadır. Âşıkane şiirin ede- 1 Merve Sema Sert biyatımızdaki en büyük temsilcisi olan Fuzûli bütün şiirlerin- de aşkı ve aşkın hallerini coşkun bir lirizmle ifade ederek; duy- 1 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi duklarını, yaşayışını, hislerini, hayal ve düşüncelerini üstün 2 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi bir bilgi ve öğrenimin sonucu olarak muhteşem bir üslupla yansıtmaktadır. Edebiyatımızda Fuzuli’nin önemi bu denliy- *İletişim: [email protected] ken yaşamı hakkındaki bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Yaşar Nabi’nin deyimiyle “ Fuzuli’nin sanatı üzerine çok, hayatı üze- 108 KONAK rine az bilgimiz vardır. Kaynakların çoğu şuara tezkerelerdir.” Bu durumun sebebi şâirin doğduğu muhitten ayrılmamasına ve İstanbul’a hiç gelmeyişine bağlanır. Fuzuli şâir ve âlim kişiliğinin yanı sıra hoşsohbet bir insan ol- makla anılmaktadır. Fakat tüm şöhretine rağmen saray çevre- sinden edinilen himayelere ve rahat bir yaşama erişememiştir. Fuad Köprülü’ye göre bu durumun sebebi şâirin mensup ol- duğu Şii mezhebinin Osmanlı siyasetince tehlikeli bulunması- dır. Akkoyunlu Türkmen ailesinden olan Fuzûli, Osmanlı’nın Bağdat’ı ele geçirmesinden sonra bile beklediği ilgiyi göreme- miştir. Hatta kendisine geçimlik bir maaş dahi bağlanmamış, bu sebeple Fuzûli Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı mektup
ile edebiyatımızdaki en önemli mek- Âşıkane şiirin edebiyatımızdaki en büyük tuplardan olan Şikâyetname adlı eseri temsilcisi olan Fuzûli bütün şiirlerinde aşkı ortaya çıkarmıştır. ve aşkın hallerini coşkun bir lirizmle ifade ederek; duyduklarını, yaşayışını, hislerini, Geniş bilgisine bakarak Fuzuli’nin di- hayal ve düşüncelerini üstün bir bilgi ve ğer pek çok bilge şâir gibi iyi bir med- öğrenimin sonucu olarak muhteşem bir rese eğitimi aldığı söylenebilir. Yalnız- üslupla yansıtmaktadır. ca Türkçe değil Arapça ve Farsça di- vanlar oluşturması da onun bu eğitimi mek gereklidir. Ancak bu Fuzûli’nin Ayrıca Fuzûli hiç yaşamdan kopmamış aldığını destekler yöndedir. Zaten şâir mutasavvıf bir şâir olduğunu göster- aksine eserlerine kendi yaşantısını hep Türkçe divanının giriş bölümünde de, mez. Çünkü Fuzûli tasavvufu bir amaç dâhil etmiştir. iyi bir şâirin bilim ve bilgiden nasiplen- değil araç olarak görmüştür. Fuzûli’nin Fuzûli birçok tekdüze sözcüğe anlam mesi gerektiğini bildirmektedir. konu seçimleri tasavvuf çizgisinin içine renkleri eklemiş ve tekdüze söyleyişleri hapsolmamıştır. Tasavvuf konusu olan aşmış bir şâirdir. Örneğin Fuzûli için Fuzûli kelime anlamı olarak boş, fay- yaratılmışlarda yaratılanı görme tema- düşmek; kadehe düşmek, dökülmek dasız anlamlarına gelmektedir. Böyle sının yanında felekten, dünyanın geçi- anlamlarında kullanılır. bir mahlas almasının sebebi ise onun ciliğinden, talihten yakınma gibi klasik sanatını geleceğe de ulaştırma kaygısı edebiyatımızda çokça işlenen konuları Mey gerçi safâ verir dimâğa içinde olmasıdır. Önceleri güzel an- da şiirlerinde görmek mümkündür. Bu Akduğı için düşer ayağa lamlı birtakım mahlaslar alan Fuzûli konudaki tutumunu şu sözlerle ifade “Gerçi şarap zihni neşelendirir, ancak görmüştür ki bu mahlasla yazan başka eder: “Ben eşyaya duygu ve akıl gözüy- akıcı bir nesne olduğu için de ayağa şâirler de vardır. Bu durum karşısında le baktım. Onlar üzerinde düşünme ve düşer.” biçiminde söylenen bu beyit- sanatının benzerleri arasında kaybol- etraflıca araştırma ayağıyla yürüdüm.” te düşmek hem yere, yani ayakların ması kaygısına düşmüş ve Fuzûli mah- bastığı yere dökülmek, hem de ayak: lasını anlamından dolayı kimsenin kul- Fuzuli derin acılarını melamet düze- eyağ, aynı zamanda kadeh demek ol- lanmayacağını düşünerek kullanmış- yinde şiirlerine yansıtmış bir şâirdir. duğundan, kadehe dökülmektir. Ayağa tır. Fuzûli bu durumu divanında şöyle Bunun sebebi ise yaşadığı coğrafyada düştüğü zaman pespayeleşen; içeni de açıklamıştır: “ Şiire başlarken günlerce İslam’ın ilk dönemlerinde başlayan pespayeleştiren şarap, kadehe dökül- bir mahlas almak yolunda düşündüm. ayrışmanın etkisinin daha da büyümüş düğü zaman, bir şenlik hazırlığı kadar Seçtiğim bir müddet sonra ortak çıktığı olmasıdır. Çünkü Fuzûli Kerbela ola- neşelidir. Böyle bir söyleyiş, anlam di- için yeni bir mahlas alıyordum. Niha- yının yaşandığı topraklarda yaşamıştır. yarına girildiğinde ne denli hazineler yet benden önce gelen şâirlerin ibareleri Bu dönem şâirimiz büyük bir aidiyet çıkacağının ve ancak onu işin ehlinin değil, mahlasları kapıştıklarını anla- çelişkisi içerisine düşmüştür. Coğ- çıkarabileceğinin kanıtıdır. dım. Karışıklığı ortadan kaldırmak için rafya, şâirin ruh dünyasının bir çeşit Fuzûli şiirlerinde içten, sade ve alçak- Fuzûli mahlasını seçtim.” yansıması gibidir. Bu kavga, suçlama gönüllü bir dil kullanmıştır. Deyimle- ve çatışma ortamının izleri şiirlerinde re, vurgulara devrik ve soru cümleleri- Fuzuli’nin ölüm tarihi de tam olarak yalnızlık, güvensizlik ve kötümserlik ne, etkileyici tekrarlar ve tezatlara yer bilinmemektedir. Ay ve gün eksik ol- olarak belirgin bir şekilde hissedilir. vermiş ve yoğun anlatımını kelimele- mak üzere yalnızca Ahdi’den aldığımız rin gücünden yararlanarak gerçekleş- bilgiler ışığında şâirin 1556’da 70 yaş- Fuzûli’nin beslendiği kaynaklardan tirmiştir. Ses, söz ve anlam dengesini larında vefat ettiğini bilmekteyiz. Ayrı- biri de Kur’an ve İslam ilmidir. Özel- şiirlerinde ustalıkla sağlamıştır. Onun ca Ahdi, şâirin Fazli mahlasıyla şiirler likle de Kelam ilminde yetkin bir ki- değişik çevrelerce tutulup sevilmesin- yazan bir oğlunun olduğunu bize ulaş- şiliktir. Bundan yola çıkarak aldığı iyi de de bu anlatım ustalıklarının payı tırmaktadır. 1956 yılında şâirin ölüm eğitim düşünsel yaratımlar oluştur- çoktur. Dönemine oranla sade olan tarihi tam olarak bilinmediğinden ölü- masına zemindir diyebiliriz. Yüksek Fuzuli’nin bu özelliği birçok beytinin münün 400. Yıl dönümünde tüm yıl duygusal yeteneğe sahip olan Fuzûli bugün dahi anlaşılabilecek yakınlıkta Fuzûli yılı olarak ilan edilmiştir. daha çok sofiliğe eğilmiştir. Ama hiç- olmasına olanak sağlamıştır. Bu sadeli- bir zaman koşulsuz kabul etmemiş ve ğe bu denli yoğun anlamlar kalabilme- Edebi Kişiliği aşırı yaklaşımlarını da Kur’an ışığında Fuzuli’nin şiirlerinde çoğunlukla birey- eleştirmekten asla geri durmamıştır. sel ve tanrısal aşk iç içe bulunmaktadır. Şiirlerine baktığımızda anlamlandır- mak için tasavvuf süzgecinden geçir- EDEBİYAT 109
My Work Miniature Painting panosundan aşkla bağlanmaları ve bu bağlanmanın Mecnun Leyla’yı okuldan alındıktan Fuzûli çizimi, Pinterest, Ferhat Akıl önüne çıkan engeller, acı ve ıstıraplar sonra bir kez daha görür. O günden iti- anlatılmaktadır baren çölü yurt edinir. Mecnun bu dün- si de onun söz söylemekteki yeteneğini yanın itibarına meyil etmez ve aşkın ona ortaya koymaktadır. Soylu bir kabileden olan Kays okulda verdiği şerefle yetinir. Dünyanın nimet- Fuzûli’nin dilinden dinlediğimiz aşk; gördüğü ve güzelliyle onu büyüleyen leri Hem Fuzûli hem de Mecnun için anlam ve biçim süzgecinden geçen Leyla’ya âşık olur. hiç de talep edilecek şeyler değildir. estetik bir olguyu ifade eder. Bu aşk Babası eve gelmeyen oğlu Mecnun’u bazen öyle şiddetli olur ki, şâir mesne- Aşk olduğu yerde mahfi olmaz aramaya çöle gider. Ancak Mecnun, vilerindeki kahramanlarla kendini kar- Aşk içre olan karâr bulmaz babasını tanımaz. şılaştırıp üstünlüğünü ilan eder. Bunu Aşk âteşine budur alâmet net olarak görebileceğimiz sözlerden Kim baş çeke şu’le-i melâmet Dedi nedür ata yohsa ane biri: Leyli gerek özgedür fesâne (Fakat bir yerde aşk bulundu mu, gizli Mende Mecnun’dan füzûn âşıklık is- kalmaz ve aşka düşenin (artık) rahatı ( (Mecnun) dedi ki: Ana baba nedir? ti’dâdı var ve huzuru kaçar. Aşk ateşinin belirti- Bana Leyla gerek gerisi hikâye!) Âşık-ı sâdık menem Mecnun’un an- si, kınama ve ayıplama alevlerinin baş Mecnun artık sadece Leyla’ya arzu- cak adı var göstermesidir.) su peşindedir. Babası Leyla’nın onu beklediğini söyler ve eve getirir, ona (Bende Mecnûn’dan daha çok âşıklık Dizilerden de anlaşıldığı üzere iki âşık nasihatler verir. Babası Mecnun’un yeteneği var. ne kadar gizlemek isteseler de aşk Leyla’dan vazgeçmeyeceğini anlayınca Sevgide, sadakat gösteren âşık benim, yapacağını yapar ve çevre buna kar- genç kızı ailesinden istemeye karar ve- Mecnûn’un ancak adı var.) beyitleridir. şı çıkar. Onları ayıplarlar ve çevrede rir. Leyla’nın babası adı Mecnun’a çık- dedikodular baş gösterir. Bu dediko- mış birine kızını vermeyeceğini söyler. Leyla İle Mecnun dular Leyla’nın ailesinde beklenen et- Reddedilen Mecnun’u babası tavsiye Birçok şâir Leyla ile Mecnun mesnevisi kiyi gösterir. Annesinin kulağına kızı üzerine Kâbe’ye götürür. Ancak Mec- kaleme almıştır. Fakat Fuzulî, o kadar hakkındaki söylemler gelince; annesi nun dertlerinin artması için duâ eder. güzel işlemiştir ki Leyla ile Mecnun de- Leyla’ya öğütler verir. Ancak zamanla nildiğinde ilk akla gelen odur. Fuzulî, söylentiler şiddetlenince annesi Ley- Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ meni bu aşk hikâyesini tasavvufi bir niteliğe la’yı okuldan alır ve adının kötüye Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ büründürmüştür. Fuzûli’nin “mef’ulü çıkmasını engellemeye çalışır. Anne- meni mefa’ilün fe’ulün” kalıbıyla yazdığı bu sinin nasihatleri doğrultusunda Ley- eser, 3098 beyitlidir. Başında bir dibace la da okulu bırakır. Günlerini hayata (Rabbim aşk belasıyla beni tanıştır. (önsöz) bulunmaktadır. küskün bir şekilde çadırda geçirmeye Bir an bile aşk belasından uzak tutma Mesnevide iki farklı kabileden olan başlar. Okuldan alındığı günden sonra beni.) Leyla ile Kays’ın birbirlerine derin bir Leyla’nın yüzü hiç gülmez. Mecnun’un cân-ı gönülden ettiği duâ kabul olur. Duâyı duyan babası ise Kays mektebe gittiğinde Leyla’yı göre- Mecnûn’un artık iflah olmayacağını meyince anlar ve Mecnun denilmesine anlar ve çaresiz o evine, Mecnun çölü- sebep olacak süreci yaşar. ne döner. Çöl Mecnun’u yoğuran, pi- şiren ve günden güne olgunlaştıran bir Söz muhtasar ol esir-i sevdâ yer olur. Çölde yaşayan Mecnun artık Bir nev’ ile oldı halka rüsvâ insanlardan tamamen kopmuştur. Kim Kays iken adı oldı Mecnûn Leyla da bu sırada gitgide yalnızlaşmış Âhvalini etdi gam diger-gûn ve kendi içine çekilmiştir. Kendisi ve Mecnun dışındaki herkesi yabancı, ( Sözün kısası: o sevda tutsağı halk için- düşman, gayrı olarak görür. Geceleri de öyle bir dillere düştü ki; adı Kays el ayak çekilince sahraya çıkar, gündüz iken Mecnun oldu ve ayrılık acısı, hâli- ise hiç görünmez. Çevrenin ayıplama- ni tamamen değiştirdi.) ları Leyla’yı rahatsız eder. Kays artık Mecnun adıyla anılmaya baş- ladıktan sonra ayıplamalara kulak asmaz. Bir süre sonra Mecnun’un adı etraflarca duyulur. “Mecnûn deme bir fesâne-i şehr” dizesi, bu şöhrete dikkat çeker. 110 KONAK
Hazerüm ta’neden ol gâyete yetmiş- Fuzûli Kerbela olayının yaşandığı dür kim topraklarda yaşamıştır. Bu dönem Yâra ağyâr olup ağyârum ile yâr olubem şâirimiz büyük bir aidiyet çelişkisi içerisine düşmüştür. Coğrafya, şâirin ruh (Kınamalardan öylesine bezdim ki; dünyasının bir çeşit yansıması gibidir. yârime yabancı olup, yabancılara yâr Bu kavga, suçlama ve çatışma ortamının olmuşum.) izleri şiirlerinde yalnızlık, güvensizlik ve kötümserlik olarak belirgin bir şekilde O devrin itibar ettiği insanlardan olan hissedilir. İbni Selam, Leyla’yı kendisine ister. Bunun üzerine ailesi İbni Selam ile Mecnun’a Leyla’nın İbni Selam ile nın kabrine giderek ağlar ve yas tutar. Leyla’yı nişanlarlar. evlendiği haberini ulaştırır. Mecnun Çünkü babası böyle yapmasını vasiyet da Leyla’yı vefasızlıkla suçlayan bir etmiştir. Mecnun bu kez babasının sö- Bu sırada devreye Nevfel girer. Nevfel mektup yazar. Kendi adını da kötüye zünü dinler ve mezara gider. Mecnun’un yazdığı şiirlerden çok et- çıkarttığını yazar. Bu durumdan mem- kilenir ve Mecnun ile tanışmak ister. nun olmadığını belirtir. Mektubunda Günler geçmekte Zeyd, Leyla ile Mec- Nevfel adamlarıyla birlikte Mecnun’un şu ifadelere yer verir: nun arasında haber götürüp getirmeye yanında yer alarak ona yardımcı ola- devam etmektedir. Mecnun’un babası- bileceğini söyler. Ama Mecnun’u ikna Ammâ men ü senden özge çohdur nın ölümünü duyan Leyla, çok üzülür. etmek kolay olmaz. Kim sözleri bizden özge yohdur Çünkü Leyla’ya göre Mecnun ile mut- Yahşi midür eylemek yaman ad luluklarını isteyen tek kişi babasıdır. Fuzûli ayb kılma yüz çevirsem ehl-i Kim kılmaya kimse hayr ile yâd Bu arada mesneviye bir olay halkası âlemden olarak İbni Selam’ın vefatı girer. Leyla, Neden kim her kime yüz dutdum an- (Ama ikimizin dışında o kadar çok in- Mecnun’a kavuşabilmek için umutla- dan yüz belâ gördüm san var ki, bizden başka bir şeyden söz nır ama kendisini sorgular. Mecnun’a etmiyorlar. Kötü ad sahibi olmak ve yakın durmayı kendisine yakıştıramaz. (Ey Fuzûli, eğer insanlardan yüz çevi- kimsenin hayırla anmadığı birisi haline rirsem ayıplama beni. gelmek hoş bir şey mi?) Leyla, İbni Selam vefat ettikten sonra Çünkü kime sokulduysam ondan yüz bir kervan eşliğinde gönderilirken yolu türlü bela gördüm.) Leyla, Mecnun’a yazdığı mektupta kafileden ayrı bir yere düşer. Orada onun sitemini haklı bulur. Bu sırada bir berduş ile karşılaşır. Bu kişi Mec- Hem Mecnun hem de şâir hayatı bo- Leyla’nın babasının Mecnun hakkında nun’dur. Ancak tanınacak halde değil- yunca yaşadığı hayal kırıklıklarını böy- aldığı ölüm kararı gündeme gelir. Mec- dir. Mecnun olduğunu şu sözlerle anlar: le dile getirir. En sonunda Nevfel’in nun’un ne zaman ne yapacağı belirsiz ısrarları galip gelir. Leyla bu kez Nevfel olduğundan ölmesinin bunları engelle- Dildar gamın mı söyleyem âh eşliğinde tekrar istenir. Anlaşma yolu yeceğini belirtir. Mecnûn’un babasına Ya pend-i muhibb ü ta’n-ı bed-hah mümkün olmayınca kılıçlar çekilir, sa- da bu ölüm fermanının haberi gelir. Ahir ki çoh oldı ta’n-ı ağyâr vaş başlar. Ancak Mecnun Leyla’nın ta- Ardından Mecnun’u bulmak üzere çöle Ayrıldı men-i şikesteden yâr rafının yenmesi için duâlar eder. Bunu koşar. Ancak oğlunun hiçbir arzusu- Fâş oldı çü âleme fesânem duyan Nevfel duâyı kesmesini ister. nun kalmamış olduğunu görür. Mec- Tedbirüme düşdi atam anem Kesmediğini görünce de Mecnûn’un nun ise babasını tanıyamaz bile. Mec- farklı bir yaratılışının olduğunu anlar. nun babasıyla konuşurken bir anda ko- (Ah sevgili gamını mı anlatayım, Sonunda Nevfel galip gelir. Leyla’nın lundan kan gelir. Mecnun bu durumu, dostların öğütlerini mi, yoksa kötü babası kızının nişanlı olduğunu söyler. ‘Leyla’dan şu anda kan geliyor.’ diye niyetlilerin ayıplamalarını mı? Ni- Nevfel ise bunlarda gözünün olmadığı- izah eder. Bu hadiseye tanık olan baba, hayet düşmanların suçlamaları ar- nı, bir hastaya şifa bulmak amacı güt- oğluna nasihati ve ayıplamayı bırakır. tınca, sevgilim ben zavallıyı terk etti. tüğünü söyler ve oradan ayrılır. Hikâyem bütün âleme yayılınca, ba- Bir süre sonra Mecnun’a babasının bam ve annem beni bu durumdan kur- Leyla İbni Selam ile evlenir. Ancak ölüm haberi ulaşır. Mecnun babası- tarmak için tedbir almaya başladılar.) Leyla kendisine bir perinin musallat olduğunu ve kendisine yaklaşmama- sını söyler. İbni Selam da bu isteğini yerine getirir. Bu arada Leyla ile Mecnun arasında Zeyd adında bir haberci vardır. Zeyd, EDEBİYAT 111
Leyla Mecnun’u tanır tanımasına ama Klasik edebiyatımızın en önemli ör- lerdir. Ayrıca kılıç gibi kesici aletler su Mecnun, uğruna onca şeyi feda etti- neklerinden biri böylece son bulur. ile birlikte anılır zira silah ustaları bu ği Leyla’sını tanıyamaz. Bu görüşme aletlerin demirini su vererek sertleşti- Leyla ile Mecnun’un son görüşmesidir. Su Kasidesi Şerhi rir. Beyitte sevgilinin kılıca benzeyen Leyla Mecnun’un yanından ayrıldığın- bakışı aşığın gönlünü parça parça eder da artık yaşamasına bir sebep kalma- Saçma ey göz eşkden gönlümdeki od- ama şâir sevgilinin nazar etmesinden dığını düşünerek baba evine kapanır. lara su hoşnuttur. Çünkü bakış bir anlamda Allah’ın canını alması için duâ eder. Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz meyildir ve meyil aşığa zevk ve heye- Son sözlerinde ise Mecnûn’u sevdiği- çâre su can verir. Fuzuli sevgilinin bakışının ni ilk kez söyler. Ardından da ahireti gönlünde açtığı yaraları suyun akarken över. Orada dünyada olduğu gibi kötü (Ey göz! Gönlümdeki ateşlere gözya- duvarda açtığı yarıklarla anlatır. niyetlilerin olmadığını belirtir: şımdan su saçma ki, bu kadar tutuşmuş ateşlere su fayda vermez.) Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykâ- Gel kâm-ı dil ile olalum yâr nun sözin Bir yerde ki yohdur anda ağyâr Gönlü aşk acısı ve hasretten yanmakta İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su olan şâir, içindeki yangını gözyaşları ile Hoş -menzil-i emne bulmışem râh söndürmek istese de ağlamanın fayda (Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi Bi-ta’ne-i dûst ü cevr-i bed-hâh etmeyeceğini de bilmektedir. gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpikle- (Gel, yabancıların bulunmadığı bir yer- Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bil- rinin sözünü korka korka söyler.) de gönlümüzce dost olalım. Dostların mezem ayıplamasından ve kötü niyetli düş- Yâ muhît olmış gözümden günbed-i Şâir sevgilinin kirpiğini gönlü üzerin- manların sataşmalarından uzak, hoş devvâra su de yarattığı tesir sebebiyle ok temre- bir menzile doğru yol bulmuşum.) nine benzeterek övmektedir. Temren (Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi çelikten olduğu için onda su vasfı da Leyla, Mecnun’un adı dilinde vefat eder. midir; yoksa gözümden akan sular, göz- mevcuttur. Bu su şâirin yaralı gönlüne Zeyd ölümünü Mecnun’a haber verir. yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kapla- zarar vereceği için onun adını anarken Mecnun da ‘Leyla’ diyerek son nefesini mıştır, bilemem.) bile korkar. onun mezarı üstünde verir. Zeyd rüya- sında her ikisini de cennette görür. Yine ağlamakta olan şâir gözyaşları- Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet nın gerisinden göğe bakar ve onu su çekmesün Mesnevinin sonunda Fuzûli olgun renginde görür. Tecahül-i arif yapa- Bir gül açılmaz yüzün tek virse min insanların dünyada kadrinin bilinme- rak “gökyüzünün rengi su rengi midir, gül-zâra su mesinden yakınır. Aynı zamanda ken- yoksa gözyaşlarım onu çepeçevre sardı disinin de kıymetinin bilinmediğini de da ondan mı su renginde görünür?” (Bahçıvan gül bahçesini sele versin ,bo- söyleyerek feleğe sitem eder. Felek ise diye sorar. şuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçe- Leyla’yı dile düşürenin Fuzûli’nin ta sine su verse de senin yüzün gibi bir gül kendisi olduğu cevabını verir. Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm açılmaz.) çâk çâk Leyli dedüğün meh-i tamâmı Kim mürûr ilen bırağur rahneler Ohşadabilmez gubârını muharrir Men perdede sahladum girâmi dîvâra su hattuna Rüsvâ-yı halâyık eyledün sen Hâme tek bahmahdan inse gözlerine Min ta’neye lâyık eyledün sen (Senin kılıca benzeyen keskin bakış- kara su larının zevkinden benim gönlüm par- (Leyla dediğin o ayın on dördünü ben ça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim (Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, göz- saygı ile perde arkasında saklamıştım; akarsu da zamanla duvarda, yarlarda lerine kara su inse de (kör olsa da) yazısı- sen ise onu elaleme rüsvâ eyleyip binler- yarıklar meydana getirir.) nı, senin yüzündeki tüylere benzetemez. ) ce kınamaya hedef yaptın.) Divan edebiyatında sevgilinin bakışı Divan edebiyatında sevgilinin yüzü oka, mızrağa, hançere ve kılıca benze- düzgünlüğü, parlaklığı ve beyazlığı do- tilir; bunlar yaralayıcı ve öldürücü alet- layısıyla yazı levhasına veya Mushaf’a; yüzdeki tüyler de burada olduğu gibi Leyla, İbni Selam vefat ettikten sonra Gubari hatta benzetilir. Hattat sevgili- bir kervan eşliğinde gönderilirken yolu nin yüzündeki tüylere benzer incelikte kafileden ayrı bir yere düşer. Orada bir yazı yazmak ister fakat kör oluncaya berduş ile karşılaşır. Bu kişi Mecnun’dur. kadar çalışsa da sevgilisinin yüzündeki Ancak tanınacak halde değildir. 112 KONAK
tüyler inceliğinde ve güzelliğinde bir Fuzûli Divanı'nın el yazması sureti, Azerbaycan Tarih Müzesi hat meydana getiremeyecektir. Men lebün müştâkıyam zühhâd kev- (Su, her zaman senin Cennet misâli Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgâ- ser tâlibi mahallenin bahçesine doğru akar. Gali- num n’ola Nitekim meste mey içmek hoş gelür ba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hûş-yâra su andıran sevgiliye âşık olmuş.) hâra su (Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başın- Kûy eski şiirde sevgilinin bulunduğu (Senin yanağının anılması sebebiyle da olana da su içmek hoş geliyorsa, ben yer, ravza da cennet anlamına gelir. kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır senin dudağını özlüyorum, sofular da Yani âşık için sevgilinin bulunduğu yer mı? Zira gül elde etmek dileği ile dike- kevser istiyorlar.) cennet gibi değerlidir. Servi ise nazikçe ne verilen su boşa gitmez.) salınışı ve uzunluğu sebebiyle sevgili- Beyitte geçmiş hayattan iki tip ile kar- nin boyunu ifade eder. Su, şâirin sevdi- Şâir bu beyitte ağlamanın boşa git- şılaşıyoruz: Rind ve Zâhid. Rind edebi- ği güzele âşık olmuştur. Suyun bahçe- meyeceğini, gül umuduyla dikene su yatta kalender, derdi ve zevki bir tutan, lere doğru akışı bu sebebe bağlanarak vermenin de boşa gitmeyeceği örneği gönül ehli, olgun, dışı kötü görünse de hüsn-i tâlil yapılmıştır. üzerinden anlatır. Zira divan edebi- içi iyi insan anlamı ile tasavvufi metin- yatında sevgilinin yüzü, rengi ve şekli lerde dünya zevklerinden elini eteğini Su yolın ol kûydan toprağ olup dut- dolayısıyla güle; kirpikler de dikene çekmiş arif kişi manasıyla kullanılır. sam gerek benzetilir. Şâirin ağlayarak gül yüz- Zâhid kelimesi ise başlangıçta muta- Çün rakîbümdür dahı ol kûya koy- lü sevgilisine nasıl kavuşacağı ise ışık savvıf, sûfi anlamlarını taşırken za- man vara su oyunlarında gizlidir. Renkli mekân manla sadece cennet için ibadet eden, üzerindeki su damlaları üzerinde bu- dinin özüne aşina olmayan, geçimsiz, (Topraktan bir set olup su yolunu o ma- lunduğu rengi yansıtacaktır. Buradan aşkı inkâr eden bir insan tipi anlamına halleden kesmeliyim, çünkü su benim hareketle ağlamaktan kızaran gözler gelmiştir. Bu beyitte zâhid tipine karşı rakibimdir, onu o yere bırakamam.) dolayısıyla gözyaşları da sevgilinin gül çıkılmış ve eleştirilmiştir. Âşık aklı ile yüzünü hatırlatan rengi verecektir. değil hisleri ile hareket eder ve divan Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar şiirinde sarhoş olarak nitelendirilir. Kûze eylen toprağum sunun anunla Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun Ama o daha ziyade aşk sarhoşudur. yâra su dirîğ Dudak ile şarap arasındaki renk ilgi- Hayrdur virmek karanu gicede bîmâ- sinden ötürü âşık şarabı özlediğini an- (Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzu- ra su latır. Aklı başında olanlar ise -ki beyte suyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı göre zâhidler- su peşindedirler çünkü testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.) (Gamlı günümde hasta gönlümden kı- onlar vuslatın zevkini bilmezler. lıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; Böylece onun eline ve dudağına öldük- zira karanlık gecede hastaya su vermek Ravza-i kûyuna her dem durmayup ten sonra da olsa değmiş olmayı um- hayırlı bir iştir.) eyler güzâr muştur. Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra İste peykânın gönül hecrinde şevkum su Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzın- sâkin it dan meger Susuzam bir kez bu sahrâda me- Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su nüm-çün ara su (Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.) Şâir, gönlünü kendinden ayrı görüp ona seslenir. Sevgiliden ayrı olduğu za- man onun kirpiklerini istemesini ve bu yolla hararetini teskin etmesini tavsiye eder. Gönlünün bu aşk çölünde şâire bir defacık su aramasını istemektedir. Temrenin çeliğindeki su ile susuzluğu- nu giderecektir. EDEBİYAT 113
Fûzuli'nin Türkçe divanının ilk iki sayfası etme isteğiyle tedbirsizce gülün kolları- Kasidede Hz. Peygamber övgüsü bu na atılır, kanı gül fidanının dibine akar beyitte başlar. Şâir Resulullah ’ı insan (Servi kumrunun yalvarmasından do- ve can verir. Efsaneye göre gül bundan soyunun efendisi sayar. Şiire göre Hz. layı dik başlılık ediyor. Onu ancak su- sonra kırmızı olur ve gülün hilesi de çi- Muhammed seçme incinin bulunduğu yun eteğini tutup ayağına düşmesi bu çeğine daha kırmızı renk verme çaba- denizdir. İnci Hz. Muhammed ’in ru- dik başlılığından kurtarabilir.) sına dayanır. Beyite göre eğer su gülün hunu, ondaki ilahi unsuru, insanda asıl mizacına girip onu sakinleştirmezse değerli olan ölmeyen varlığı; derya da Divan edebiyatında sürekli servinin et- gülü bülbülün kanını dökmekten kim- bedeni temsil ediyor olabilir. rafında olduğu için kumrunun serviye se alıkoyamayacaktır. âşık olduğu kabul edilir. Fakat servi dik Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet başlılığından ödün vermez. Asi ve hal- Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme revnakın den anlamaz serviyi yola getirmek için İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muh- Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra bir aracıya ihtiyaç vardır ki bu aracı da târ’a su su şâire göre sudur. (Su Hz. Muhammed’in (s.a.v) yoluna (Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin İçmek ister bülbülün kanın meger bir uymuş dünya halkına temiz yaratılışını parlaklığını tazelemek için (ve onun) reng ile açıkça göstermiştir.) mucizesinden dolayı su meydana çıkar- Gül budağınun mizâcına gire kurtara su mıştır.) Bu beyit kasidenin giriz beytidir, yani (Gül fidanı bir hile ile bülbülün kanını nesib bölümü bitmiş, naat bölümüne Bu beyitte Hz. Muhammed ’in taştan içmek istiyor; bunu engelleyebilmek için giriş yapılmıştır. Su temiz yaratılışı ile su çıkarma mucizelerine telmih var- suyun gül dallarının damarlarına gire- insanların temizlenmesine hizmet ede- dır. Bu taş, Hz. Peygamber ’in emri ile rek gül ağacının mizacını değiştirmesi rek Hz. Muhammed ’in (s.a.v) yoluna peygamberlik bahçesinin parlaklığını gerekir.) yani İslamiyet’e uymuş ve insanlara da tazelemek, daha canlı kılmak için su temiz yaratılışını göstermiştir. çıkarır. Bu beyitte gül – bülbül hikâyesine tel- mih vardır. Efsaneye göre, gül eskiden Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıs- Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş kırmızı değil soluk pembedir. Bülbül tıfâ âlemde kim ise güle âşıktır. Aşkından sürekli feryat Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra Yetmiş andan min min âteş-hâne-i ederek ağlamakta ve gonca hâlindeki su küffara su gülün açılması için sabahlara kadar yalvarmaktadır. Ancak gül, bülbülü (İnsanların efendisi, seçme inci denizi (Hz. Peygamberimiz ’in mucizeleri umursamayıp açılmamaktadır. Bülbül olan Hz. Muhammed’in (s.a.v) mucize- dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi bu şekilde feryat ederken günler ge- leri kötülerin ateşine su serpmiştir.) imiş ki, ondan, ateşe tapan kâfirlerin çer. Bülbül bir gün daha kuvvetli niyaz binlerce mabedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.) Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su (Mihnet günü Ensâr’a parmağından su verdiğini -bir mucize olarak parmağın- dan su akıttığını- kim işitse hayret ile parmağını ısırır.) Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su (Dostu yılan zehri içse bu ona hayat suyu olur. Aksine düşmanı da su içse o su, elbette yılan zehrine döner.) Hz. Peygamber’in dostları zehir içseler 114 KONAK
bile bundan zarar görmezler. Düşman- (Sarhoşlar içkiden sonra gelen baş ağrı- Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i ları ise sırf ona düşmanlık ettikleri için sını gidermek için nasıl su içerlerse, gü- feyz iner su bile içseler bu su onlara yılan zeh- nahkârlar da senin na’tının zikrini dil- Hâcet olsa merkadün tecdîd iden ri olacaktır. Kısacası onu sevenlerin lerinde tekrarlamayı derman bilirler.) mimâra su ölümsüzleşeceği, sevmeyenlerin ise unutulmaya mahkûm olacağı anlatılır. Hatalı Müslümanlar ilahi cezadan (Kabrini yenileyen mimara su lazım kurtulmak için Hz. Peygamber ’in şe- olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol Eylemiş her katreden min bahr-ı rah- faatine muhtaçtırlar. Bu şefaate ulaş- saf, tatlı ve güzel su iner.) met mevc-hîz mak için de Resulullah’ı öven şiirleri El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâ- ve naatları bir dua gibi okurlar. Yani Fuzuli, eğer peygamber kabrini tamir ra su günahkârlar Peygamber’in naatını sık için su gerekse herhangi bir suyun bu sık okuyarak dertlerine derman bula- tamire layık olmadığı gerekçesiyle gü- (Abdest için el uzatıp gül yanaklarına caklarına, şefaatine nail olacaklarına neş çeşmesinden temiz ve saf su inece- su vurunca her bir su damlasından inanırlar. Şâir bu durumu sarhoşla- ğini söylemiştir. binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.) rın baş ağrısını gidermek için su iç- mesine benzeterek anlatmıştır. Belki Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i İbadet lütuf ve rahmet sebebidir. Kul de sarhoşların su içerek ağrılarından sûzânuma secde anında Allah’a en yakın konum- kurtulması örneği, günahkârların sık Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol dadır. Secdeye varmanın ilk basamağı sık tekrarlayarak peygamber şefaatine nâra su da abdesttir. Bu sebeple abdest suyu ulaşacakları naatın Fuzuli’nin su redif- damlaları rahmet denizini dalgalan- li naatı olduğuna bir işaret de olabilir. (Cehennem korkusu, yanık gönlüme dırır. Hz. Peygamber’in ibadeti ise sa- gam ateşi salmış; ama o ateşe, senin ih- dece kendisine değil, âlemlere rahmet Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müş- san bulutunun su serpeceğinden ümit- vesilesi olur. takunam liyim.) Eyle kim leb-teşneler yanup diler Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür hemvâra su Beyitte mü’minin korku ve ümit ara- muttasıl sındaki ruh hali anlatılır. Cehennem Başını daşdan daşa urup gezer âvâre (Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en korkusu âşık olduğu için zaten yanık su hayırlısı! Susamışların yanıp daima su olan yüreğini daha da yakmakta, şâiri diledikleri gibi ben de seni özlüyorum.) korkutmaktadır. Fakat kıyamet günü- (Su ayağının toprağına ulaşayım diye nün şefaatçisi Hz. Muhammed’in ih- başını taştan taşa vurarak ömürler Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i san bulutu mü’minlerle beraber şâirin boyu, durmaksızın başıboş gezer.) Mi’râc’da de yanan gönülüne su serpecek, onları Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü sey- sıkıntıdan ve ateşten kurtaracaktır. Su, bir mü’min gibi, Hz. Muhammed’e yâra su Şâir bu şefaati umup teselli olanlar- âşıktır. Onun ayağının bastığı toprağa dandır. kavuşmayı arzu eder, fakat başaramaz. (Sen o kerâmet denizisin ki mi’râc gece- Bundan dolayı hiç durmaksızın, ba- sinde feyzinin nemleri sabit yıldızlara Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî şıboş olarak başını taştan taşa vurup ve gezegenlere su ulaştırmış.) sözleri gezer; üzüntüsünü çaresizliğini böyle Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü ifade eder. Burada suyun akışına yeni Hz. Peygamber miraç gecesi göğe yük- şeh-vâra su bir sebep yüklenerek hüsn-i tâlil yapıl- selmiş ve bir lütuf denizi olan Hz. Pey- mıştır. gamber’in feyzi gezegenlere ve yıldız- (Seni övmenin bereketinden dolayı lara ulaşmıştır. Gök ve gök ehli onunla Fuzûlî’nin alelâde sözleri, nisan bulu- Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala müşerref olmuştur. nûr Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre İbadet lütuf ve rahmet sebebidir. Kul pâre su secde anında Allah’a en yakın konumdadır. Secdeye varmanın ilk basamağı da (Su, onun eşiğinin toprağına zerrecik- abdesttir. Bu sebeple abdest suyu ler halinde ışık salmak ister. Parça par- damlaları rahmet denizini dalgalandırır. Hz. ça da olsa o eşikten dönmez.) Peygamber’in ibadeti ise sadece kendisine değil, âlemlere rahmet vesilesi olur. Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su EDEBİYAT 115
Aşık Çelebi Tezkîresinde yer alan Fuzûli min- kelimeleri bir sonraki mısra veya beyi- aktivite söz konusudur. yatürü te bırakmaktır. Fuzuli kıyamet günün- Fuzulî, Beng ü Bâde’de sadece Osman- de hala Peygamber hasretinden ötürü lı Devleti’nin padişahı ile Safevi Devle- tundan düşüp iri inciye dönen su (dam- hasret gözyaşları döküyor olacaktır. ti’nin şahını anlatmamış, bu kişilerin lası) gibi birer inci olmuştur.) İşte o gün Resulullah’ın güzel yüzünü timsalinde Osmanlı ve Safevi toplum görmeye susamış şâir istediğine kavu- yapısını da irdelemiştir diyebiliriz. Os- Fuzuli’nin sözleri ya da diğer bir anla- şacak ve Efendimiz’in kavuşma pınarı manlı, imparatorluk olmanın gerektir- ma göre şâirin boş ve faydasız (fuzu- Fuzuli’yi susuz bırakmayacaktır. Şâirin diği doğal bir sonuç olan heterojenlik li) sözleri Hz. Muhammed’i övmenin umudu bu yöndedir. ve çok renkliliği, kurumlarıyla otur- uğuru ile nisan yağmurundan olan iri muşluğu anlatırken; Safevi, homojen, inciler gibi olmuştur. Şâir burada do- BENG Ü BADE saf, bozulmamış ve daha millî bir yapı- laylı olarak şiirini övmekte fakat sebe- Beng ü Bâde Fuzulî’nin kaleme aldığı nın varlığını hissettirmektedir. bini Hz. Muhammed’e bağlamaktadır. alegorik bir eserdir. 444 beyitten olu- Anlatı türlerinin hemen hepsinde gö- şur. Eserin Şah İsmail ile II. Bayezid ve rülen tematik gücü olumlu kılma ile Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda adamlarını sembolize ettiği düşüncele- karşı gücü olumsuz kılma, bu eserde rûz-ı haşr ri yanında, içki ve uyuşturucu birtakım çok açık değildir. Bu da Fuzûli’nin Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su nesnelerin kişileştirilmesi ile basit bir aklı ile gönlü arasındaki bir mücadele- gülmece veya tasavvufî bir eser olduğu yi gösterir gibidir. Bu hassas dengeler (Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet tezleri de ileri sürülmüştür. üzerine kurulu terazinin zaman zaman uykusundan uyanan düşkün yahut âşık Beng (afyon)’in II. Bâyezid, bâde (Şa- bir taraftan diğer tarafa değiştiği görül- göz, sana duyduğu hasretten gözyaşı rap)’nin Şâh İsmail tarafından içilmiş mektedir. Ancak, özellikle inançsal ne- döktüğü zaman,) olmasının yanında söz konusu mad- denler başta olmak üzere, Şah İsmail’i delerin iki hükümdarı sembolize et- sembolize eden “Bâde” eserin sonunda Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mah- tiğinin kuvvetli delillerini eserde de ağır gelmiştir. rûm olmayam görmekteyiz: Bengin ihtiyar, bâdenin Fuzûli’nin bu dengeleri nasıl güttüğü- Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su genç olması; bengin sakin, bâdenin nü birkaç somut örnekle ortaya koya- hareketli; bengin sûfi, bâdenin savaşçı lım: 1. Kendi adamı tarafından ihanete (O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olması vs. gibi. uğrama iki taraf için de söz konusudur. olan bana vuslat çeşmenin su vereceği- Şah İsmail, nihai derecede haris idi ve 2. Bâdenin övgüsü yanında, bengin de ni, beni mahrum bırakmayacağını um- kazandığı muvaffakiyetlerle sarhoş ol- övüldüğü görülmektedir. 3. Eserde maktayım.) muştu. Asker, devlet, ilim ve edebiyat bengin yanında badenin de olumsuz ve adamı olarak dedesi Uzun Hasan’dan kötü tarafları ortaya konulmuştur. 4. Fuzuli’nin başka şiirlerinde olduğu gibi ve II. Bayezid’den üstün bir şahsiyetti. İki unsurun bahse tutuştuğu bölümde Su Kasidesinin son iki beyitinde de an- Sultan Bayezid kadar büyük âlim değil- beng 17 kez, bade de 18 kez söylenerek, janbman vardır. Anjanbman, şiirde bir di, onun insan cephesine de mâlik değil- badeye çok az bir üstünlük verilmiş- mısra veya beytin anlamı için gerekli di. Fakat enerjisi ve kitleleri tesiri altına tir. 5. İki tarafın savaşında önce beng almaktaki başarısı, onu daha da büyük savaşı kazanır gibi gösterilmiş; ancak muvaffakiyetlere namzet kılıyordu. sonuçta bade savaşın galibi olmuştur. Fuzûli’nin “Beng ü Bâde” mesnevisin- Eserde bâde, tematik güç olarak karşı- de, onun şiir bilgisini, anlatı kurgusu- mıza çıksa da, bütün olumlu özellikleri nu, psikolojik ve sosyolojik tespitlerini; üzerinde toplamış görünmemekte- uyuşturucu ve sarhoşluk verici madde- dir. Anlatımın merkezinde bâdenin lerin bileşimi, etkileri, sonuçları açıla- olduğunu, olayların bâde etrafında rından tıp ve kimya bilimindeki yet- geliştiğini söylemek mümkün; ancak kinliklerini gözlemlemekteyiz. Eserde bâdenin “başkahraman” olması, onun bu içki ve uyuşturucuların kişi üzerin- olumsuzluklardan arındırılmış oldu- deki etkisi, kalıcılığı devlet ve toplum ğunu da göstermemektedir. yapılarıyla örtüştürülmüş gözükmek- Liderlik özellikleri tam oturmamış tedir. Esrar içenin dingin ve uyuşmuş olmakla birlikte bâde, kendisine ola- haline karşı, şarap içende hareket ve 116 KONAK
ğanüstü bir inançla güvenmektedir. FUZÛLÎ’NİN ŞİKÂYETNAMESİ Dedim: - Vakıf malın dilediği gibi kul- Gençliğin verdiği enerji ve toylukla, Eser, Bağdat’ın fethi nedeniyle padişah lanmak vebaldir. her şeyin kaba kuvvetle çözülebileceği- ve devlet adamlarına yazdığı kasideler Dediler: - Akçamız ile satın almışız, ne inanmaktadır. sonucu şâire evkaf gelirinden bağlanan bize helaldir. dokuz akçe miktarındaki gündeliğin Dedim: - Hesaba alsalar bu tuttuğu- Bâde, ateş ve su gibi iki zıt unsuru içe- alınmasında güçlük çıkarılması sonu- nuz yolun fesadı bulunur. ren bir içecektir. Akıcı, yani su tarafı cu, durumun devrin nişancısı Celalzâ- Dediler: - Bu hesap, kıyamette soru- görünmekle birlikte, ateş onun içinde de Mustafa Çelebi’ye şikâyeti konusu- lur. gizlidir. Bâdede baskın ve aktif bir ate- na yer vermektedir. Şâir, mektubunda Dedim: - Dünyada dahi hesap olur, şin olduğu görülmektedir. Bâdedeki bu kendine bağlanan gündeliği vermekte haberin işitmişiz. iki zıt özellik, sembolize ettiği Şah İs- zorluk çıkaran evkaf memurlarını ve Dediler: - Ondan dahi korkumuz yok- mail’in hayatı ve eserleri incelendiğin- devlet dairelerinden şikâyetini dile ge- tur, katipleri razı etmişiz. de kendisini göstermektedir. Fuzulî, tirmektedir. Tasavvufun ana zemin ol- Gördüm ki sualime cevaptan başka Bâde’yi Beng’e şöyle hitap ettirir: duğu eserde, hesabın ne dünyevî ne de nesne vermezler ve bu berat ile hace- uhrevî yönü memurlar tarafından cid- tim kılmağın reva görmezler, çaresiz Men nebîre-i tâkem diye alınmamaktadır. Karşılıklı sohbet mücadeleyi terk ettim ve mey’us ü Men şafak gibi âlam şeklinde söze dökülen cümlelerde rüş- mahrum guşe-i uzletime çekildim.” Men çerâğ-ı encümenem vetin yaygın olduğu, alacaklıya alacağı- XVI. yüzyıl nesrinin özelliklerini taşı- Nevres-i cihân-sûzam nın verilmediği görülmektedir. Nişan- yan Şikâyetname, sanatlı ağır bir üslup- Eylerem seni fâni cı Celalzâde Mustafa Çelebi’ye hitaben la yazılmış, ayet, hadis ve manzum par- yazıldığı için “Nişancı Paşa Mektubu” çalarla süslenmiştir. Mektup türünün (Ben üzüm kütüğünün torunuyum, şa- ismiyle de anılır. ilk örneği sayılan bu eser divan edebi- fak rengi gibi kırmızıyım, meclislerin ay- yatının “altın çağı” olarak görülmüştür. dınlatıcı mumuyum, ben dünyayı yakan “Selam verdim, rüşvet değildir diye Mektubun, “Selâm verdüm rüşvet de- yeni yetme delikanlıyım, seni yok ederim) almadılar. Hüküm gösterdim, fay- güldür deyü almadılar, hüküm göster- dasızdır diye iltifat etmediler. Gerçi dim fâidesüzdür deyü mültefit olmadı- Tasavvuf ehli bâdeyi, Allah’a ulaşmak görünürde itaat eder gibi davrandılar için ruha gerekli olan coşkunluk, ken- ama bütün sorduklarıma hal diliyle Beng ü Bâde el yazması\" dini unutma, kendinden geçme hâlle- karşılık verdiler.” rini verecek bir araç olarak görmüş- lerdir. Bu sembolik değerin yüklendiği “Dedim: - Ey arkadaşlar, bu ne yanlış bâdenin Şah İsmail’i temsil etmesi rast- iştir, bu ne yüz asıklığıdır? lantı değildir. Beng ü Bâde’deki savaşta yenilgiye doğru giden Bâde’nin Allah’a Dediler: - Bizim âdetimiz böyledir. sığınması ve duâsının kabul olması, inanç farkının ön plana sürüldüğünün Dedim: - Benim riayetimi gerekli gör- göstergesi gibidir. müşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve pa- Sonuç olarak, Fuzulî bu eserinde inanç dişaha gönül rahatlığı ile duâ kılam. boyutu başta olmak üzere, millî duy- gularını da bâde sembolizmi ile Şah Dediler: - Ey zavallı! Sana zulüm et- İsmail’in şahsında somutlaştırmıştır. mişler ve gidip gelme sermayesi ver- Ancak bu düşünce ve duygularında mişler ki, daima faydasız mücadele ince bir üslup ayarlaması yapan Fu- edesin ve uğursuz yüzler görüp sert zulî, çatışır gibi görünen bu değerlerin sözler işitesin. daha üstünde kapsayıcı ve kucaklayıcı bir bütünlük ortaya koyar. Eserde, akıl Dedim: - Beratımın gereği niçin yeri- ile gönlün mücadelesi ve çekişmesiyle ne gelmez? karşı karşıya kalmaktayız. Duygu ön planda görünmekle birlikte, akıl hiçbir Dediler: - Zevaittir, husulü mümkün zaman ihmal edilmemektedir. Zaten olmaz. eserin sonunda da uzlaşmacı bir tavrın Dedim: - Böyle evkaf zevaitsiz olur mu? ortaya çıkmasıyla birlikte, “sulh”a yani barışa ulaşılmaktadır. Dediler: - Asitanenin masraflarından artarsa bizden kalır mı? EDEBİYAT 117
Çölde vahşi hayvanlarla tasvir edilen Mecnun minyatürü bir örnek olarak kabul edilmesini sağ- lamıştır. lar” biçiminde başlayan bölümü ün- ve Farsça sözcüklerle uyum içine girer. Kâtipler, vakıf muhasebesinin sorum- lüdür ve dil bakımından en yalın olan Kanuni gibi bir padişahın bile emrinin luluğunu üstlenmektedir. Lakin kâtip- bölümdür. Eserde uyumu sağlayan yerine getirilmediğini alaycı bir üslup- leri rüşvetle yolsuzluğa ikna etmişler- öğe genellikle, sözcükler arasında ses la dile getirilmesi eserin bir şikâyetten dir. Nitekim durumdan hiç rahatsız benzerliğinden kaynaklanır. Aruz öl- çok, bir alay ve küçümseme havasın- olmaksızın, kendilerini uyaran Fuzû- çüsüne uymayan Türkçe sözcüklerde da oluşu, divan edebiyatında mektup li’ye de içinde bulundukları durumu görülen uzatma ve kısaltmalar Arapça türünden çok, hiciv türünde yazılmış özetler şekilde şunları söylemişlerdir: “Dediler: - Ondan dahi korkumuz yoktur, kâtipleri razı etmişiz.”. Öte yandan onun getirdiği padişah hük- müne iltifat edilmemiştir. Bu da me- murların belgesiz iş, yani yolsuzluk yaptığını göstermektedir. Fuzulî beratının gereğinin neden ya- pılmadığını sormuş ve karşılığında bunun zevâid olduğunu ancak tahsil edilemeyeceğini öğrenmiştir. Görevli memurlar Asitane (İstanbul) giderle- rinden arta kalan parayı kendilerinin kullandığını, kendilerinden de artar- sa ancak o zaman zevaid oluşacağını söylemişlerdir. Kısaca Fuzûli’ye söz konusu ücretin verilmeyeceğini bildir- mişlerdir. Fuzûli, memurların görevi kötüye kul- landıklarını ve kendisine akçe ödeme- yeceklerini anlayınca onlara yaptıkları işin bir hesabının olacağını söylemiş- tir. Görevli memurlar da bu hesabın kıyamette alınacağını ifade ederek Fuzûli’nin sözlerini hafife almışlardır. KAYNAKÇA 3. KAPLAN, Mehmet, Leyla ve Mecnun, 6. Muhasebe ve Finans Tarihi Araştırma- Tıp Tahlilleri, İstanbul: Dergah Yayınları ları Dergisi, Temmuz, 2016(11) 1. ÖZCAN, Nezahat, Fuzûli’nin Leylâ ile Mecnûn Mesnevisinde Aşk-Gelenek 4. AKAR, Metin. Su Kasidesi Şerhi, TDV 7. Littera Turca Journal of Turkish Lan- Çatışması Yayınları, Ankara, 2017. guage and Literature 2 (1), 431-438, 2016 2. TANPINAR, Ahmet Hamdi, Edebi- 5. YILDIRIM, Ali; Fuzuli’nin Beng ü Bade yat Üzerine Makaleler, (İkinci Baskı), Mesnevisi ve Bade Sembolü, Elazığ Dergah Yayınları, İstanbul 118 KONAK
EDEBİYAT 119
Serveti Fünûn Dönemi Edebiyatı BERCESTE EDEBİ DÖNEMLER VE ŞAİRLERİ 1895’ten 1901 yılına kadar Servet-i Fünûn dergisinde topla- ÇALIŞMA GRUBU nan neslin vücuda getirdiği edebî harekete Servet-i Fünûn 1 Gülseren Ozan * veya Edebiyat-ı Cedîde denir. 1891’de Ali İhsan Tokgöz ta- 2 Zeynep Önder rafından çıkarılmaya başlanan Servet-i Fünûn dergisinin 2 Zehra Tan Recaizâde Mahmut Ekrem vasıtasıyla edebiyat dergisine dö- 3 Rümeysa Doğan nüştürülmesinin ardından dergi ismini bir topluluğa verir ve 1 Afife Kübra Uğurlu Servet-i Fünûn sanatkârları oluşur. Devrin sanatkârlarının 1 Hayrunisa Büke mevcut siyasi ortam sebebiyle baskı altında kaldıkları ve bun- 1 Zeynep Baş dan dolayı ferdî şiire yöneldikleri, sanatı ise ‘sanat için yap- mak’ üzere çalıştıkları gibi, dönem adına yapılan iki önemli 1 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi değerlendirme mevcuttur. 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Bu zümrenin oluşmasında; sanat ve edebiyat görüşlerinde, 3 Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi aldıkları ortak formasyonun da önemli rolü vardır. Tanzimat nesillerinin farklı çevre ve muhitlerde yetişmelerine karşılık, * İletişim: [email protected] bu nesil genellikle halk tabakasına mensuptur ve II. Abdülha- mid döneminde açılan, batılı tarzda eğitim ve öğretim yapan 120 KONAK okullardan yetişir. Onların bir araya gelmelerinin ve bir cephe oluşturmalarının sebeplerinden biri, hocaları Ekrem’in Talim-i Edebiyat adlı eseri dolayısıyla eski edebiyat taraftarlarının ağır hücumlarına uğraması sonucunda vuku bulan münakaşadır. Servet-i Fünûncular nesirde realizm ve natüralizmin yanı sıra, o yıllarda Batı’da moda olan pozitivist felsefenin tesiriyle
gelişen Parnas akımının resim gibi şiir anlayışını da benimsemişlerdir. Bunu sembolizmin müzik gibi şiir anlayışı ile birleştirmeye çalışmışlar; yine Par- nas ekolünün ana ilkelerinden olan şe- kil ve ifade mükemmelliğini ön planda tutmuşlardır. Dikkate değer bir nokta da, Servet-i Fünûncuların kendilerini ciddi olarak tenkit eden ilk nesil olmalarıdır. Servet-i Fünûn edebiyatı, II. Abdülha- mid döneminde doğmuş, gelişmiş ve sona ermiştir. TEVFİK FİKRET Asıl adı Mehmet Tevfik’tir. 1867’de İstanbul’da doğmuştur. Babası me- murluk ve mutasarrıflık yapan Hü- seyin Efendi, annesi Hatice Refia Hanım’dır. Babası sürgüne gönderil- miş ve tam 19 yıl sürgünde kalmıştır. Sürgündeyken de hayatını kaybetmiş- tir. Bu durum Tevfik Fikret’i hayatı boyunca etkilemiştir. 1888›de Mek- teb-i Sultani’yi (Galatasaray Lisesi) birincilikle bitirmiş, buradayken ilk şiirleri Tercüman-ı Hakikat’te yayım- lanmıştır. Memurluk ve öğretmenlik yapmıştır. Ticaret Mekteb-i Âlisi’nde hat ve Fransızca dersleri veren Tevfik Fikret 1891’de Mirsad dergisinin aç- tığı şiir yarışmasında birincilik kaza- nınca edebiyat çevrelerinde adını du- yurmuştur. Hüseyin Kazım Kadri ve Ali Ekrem Bolayır ile birlikte 1894’te Servet-i Fünun Dergisi İstanbul'un Fethi Özel Sayısı Ma’lumat dergisini çıkarmıştır. Bir 1896 yılında Servet-i Fünûn dergisi- rinde süren yoğun baskılar nedeniyle süre Mekteb-i Sultani’de öğretmenlik nin başına geçip aslında bir fen der- birkaç kez gözaltına alınması aynı za- yaptıktan sonra 1895’te hükümetin gisi olan bu dergiye edebi bir kimlik manda babasının da sürgünde olması memur maaşlarında kesinti yapmasını kazandırmıştır. Edebiyatta yenilik onun toplumdan uzak ve içine kapa- protesto için görevinden ayrılmıştır. meraklısı gençleri dergi etrafında top- nık bir ruh haliyle şiirler yazmasına İstifasından sonra Robert Koleji’nde lamış ve bu dönemin derginin adıyla sebep olmuştur. Daha sonra bu şiirle- öğretmenliğe başlamıştır. anılmasını sağlamıştır. Aydınlar üze- rini Rübab-ı Şikeste’de toplamıştır. Bir süre sonra dergideki görevinden ay- rılmıştır ve 1908 yılına kadar bir daha Tanzimat nesillerinin farklı çevre ve Servet-i Fünûn dergisinde şiir yayım- muhitlerde yetişmelerine karşılık, bu nesil lamamıştır. Ancak bu dönemde yaz- dığı Sis, Sabah Olursa, Tarih-i Kadim genellikle halk tabakasına mensuptur ve II. ve Bir Lahza-i Taahhur manzumeleri Abdülhamid döneminde açılan, batılı tarzda elden ele yayılmıştır. eğitim ve öğretim yapan okullardan yetişir. EDEBİYAT 121
liğe başlamasıyla hem eski hem yeni edebiyatın en önemli savunucularını tanımış ve Ekrem’in yolundan gitme- ye karar vermiştir. Bir süre Ekrem’in etkisinde kalarak edebiyat yapmış ar- dından kendi çizgisini oluşturmuştur. Böylece Servet-i Fünûn döneminin en önemli temsilcisi olmuştur. Tevfik Fikret’in edebiyat yaşamı baş- lıca iki dönemde incelenebilir. İlk dö- nemde romantizm akımının da etki- siyle ‘sanat, sanat içindir’ anlayışında şiirler yazmıştır. Aşk ve doğa temalı bu şiirlerde duyguları edebi zarafet ile işlemiştir. İkinci dönemde ise birey- sellikten kurtulup daha çok toplumsal konulu şiirler yazmıştır. Bu dönemde insanın her şeyi yapabilecek bir güç olduğunu düşünmüş ve insanın öz- gürlüğünü kısıtlayan her türlü güçten nefret etmiştir. Bu görüşle yazdığı Ta- İftara Beş Kala, Servet-i Fünun Dergisi, Ressam Diran Çırakyan rih-i Kadim’i Mehmet Akif tarafından 1905’de Robert Koleji’nin hemen ya- mıştır. Şermin hece vezni ve sade bir zangoçlukla suçlanmıştır. nında planlarını kendi çizdiği bir ev dil ile çocuklara yazdığı şiirleri topla- yaptırmıştır. Aşiyan adını verdiği bu dığı kitabıdır. Tevfik Fikret’in şiir anlayışı edebiya- evde II. Meşrutiyet’e kadar adeta in- Bu dönemde çok dikkat çeken Sis, tımızda yeni bir tarzdır. Fikret vezin, zivaya çekilmiştir. 1908’de II. Meşru- II. Abdülhamid devri İstanbul’una nazım şekilleri, tema, ifade ve dil gibi tiyet’in ateşli savunucularından biri nefretini dile getirdiği bir yandan da hususlar üzerine sistemli bir dizi ara- olmuştur. Hüseyin Kazım Kadri ve toplumun ahlaki zaaflarını eleştirdiği yışa girmiştir. Bunların arasında üze- Hüseyin Cahit Yalçın’la birlikte Tanin şiiridir. Ferda’da ise gençlere seslen- rinde en fazla durduğu husus, vezin gazetesini kurmuştur. Gazete İttihat miştir. Doksan Beşe Doğru’da hayal meselesi olmuştur. Ona göre, şiirde ve Terakki’nin yayın organı haline kırıklıklarını ele almıştır. Bir Lahza-i her şeyden önce gözetilmesi gereken getirilmek istenince karşı çıkarak Ta- Taahhur’u II. Abdülhamid’in Yıldız husus, ahenktir. Sesi en güzel aksetti- nin’den ayrılmıştır. Daha sonra İttihat Camii’nde yapılan suikasttan kurtul- ren aruz vezni, heceye nazaran şairin ve Terakki’de aradığını bulamamasıy- ması üzerine yazmıştır. tercih sırasında öncelikli olarak yer la 1911 yılında ikinci inzivasına çekil- Tevfik Fikret’in edebiyat anlayışında iki almalıdır. Tevfik Fikret’in fikir yazı- miştir. Bu dönemde de Haluk’un Def- büyük isim etkili olmuştur. Lisede iken larında, vezinden sonra üzerinde dur- teri, Rübab’ın Cevabı ve Şermin eser- önce Recaizâde Mahmut Ekrem’den duğu bir diğer husus, mevcut nazım lerini neşretmiş, 19 Ağustos 1915’te 48 aldığı dersler sayesinde Batı Edebiyatı şekillerine yenilerinin eklenmesinin yaşında yaşamını yitirmiştir. ile tanışmıştır. Ardından Muallim Na- gereğidir. Fikret, hisleri şiire daha et- kin bir biçimde aksettirebilmek için Tevfik Fikret’in eserleri edebiyatımız- ci’nin Galatasaray Lisesi’nde öğretmen- bunu gerekli görür. Ayrıca divan şiiri- da çok önemli bir yere sahiptir. Bun- lardan Rübâb-ı Şikeste (Kırık Saz) Tevfik Fikret’in şiir anlayışı edebiyatımızda hem biçim hem içerik bakımından yeni bir şiir kitabıdır. Haluk’un Defteri yeni bir tarzdır. Fikret vezin, nazım ise Tevfik Fikret’in ikinci şiir kitabıdır. şekilleri, tema, ifade ve dil gibi hususlar 1909’da eğitim için İskoçya’ya gönder- üzerine sistemli bir dizi arayışa girmiştir. Bunların arasında üzerinde en fazla diği ancak daha sonra haber alamadığı oğlu Haluk’a yazdığı şiirlerini topla- durduğu husus, vezin meselesi olmuştur. 122 KONAK
ne bir kural olarak yerleşmiş bulunan perver bir ruh hali gözlenir. Bu inişli Sultan Reşad döneminde (1909-1912) şiir cümlesini bir beyit ya da mısraya çıkışlı psikolojik görünüm hayatı bo- sarayda Mabeyn Başkâtipliği ve Ayan sığdırma çabasından da gerekirse vaz- yunca devam etmiştir. Çocukken pek Meclisi’nde üyelik yapmıştır. İzmir geçilebileceğini düşünür. Bu bağlam- çok sıkıntı yaşayan Fikret daha sonra- ‘de 1884 yılında Nevruz dergisini, bir da, serbest müstezat ve manzum hikâ- sında da dönemin siyasi baskısından sene sonra ise ilk yazılarını yayımla- yenin kullanımını yararlı görür; ayrıca etkilenmiştir. Ama ondaki huzursuz- dığı Hizmet gazetesini çıkartmıştır. sone ve terza rima gibi Batı edebiyatı luk ve karamsarlığın tek sebebi bu de- 1896’da Edebiyat-ı Cedide toplulu- kökenli nazım şekillerinden faydalan- ğildir. Mükemmeliyetçi ve idealist bir ğuna katılarak romanlarını geniş bir manın da şiirde ifadeyi güçlendireceği ahlak anlayışına sahip olması onun ge- çevreye sunma imkânı bulmuştur. kanaatini taşır. Bununla beraber, eski çimsiz ve esnek olmayan bir insan ola- Edebiyat-ı Cedide’nin dağılışından şiirin müstezat, kıta, muhammes, mü- rak tarif edilmesine yol açmıştır. Ça- sonra bir süre yazarlığı bırakmıştır. II. seddes gibi nazım şekillerinin de kul- buk darılan, alıngan bir kimse olması, Meşrutiyet’in ilanından sonra tekrar lanılabileceği görüşündedir. mizacının uzlaşmaz ve kırılgan yapısı yazmaya başladıysa da 1925 yılına ka- Fikret’e göre şiirin yararlanabileceği onda insanlardan uzaklaşma isteğine dar yazdıklarını yayımlamamıştır. iki sanat vardır: Resim ve müzik. Şiir- neden olmuştur. “İncinme kendi ken- Halid Ziya, batılı anlamda Türk ro- de göze hitap eden etkileyici tablolar dine, içlenme, ey kadın;/ Mel’un eden manının gerçek anlamda kurucusu ve yer almalı, mısralar da şiirin gerek- de biz seni tel’in eden de biz!” derken Servet-i Fünûn döneminin en önemli tirdiği musikiyi temin edebilmelidir. de mizacından yakınmaktadır. roman-hikâye yazarıdır. Roman ve Özetle, şiirin his ve tema coğrafyası hikâye türünde eserler vermiş olup genişletilmeli, divan şiirinin nispeten Kimseden ümmid-i feyz etmem, di- şiir ile ilgilenmemiştir. Halid Ziya’nın üzerinde az durduğu konular şiire dâ- lenmem perr ü bâl roman aşkı Edebiyat-ı Cedide’den çok hil edilmeli ve bu konular duygulu bir Kendi cevvim, kendi eflâkimde ken- önceye lise yıllarına dayanır. Yazarlık biçimde işlenebilmelidir. Bu itibarla, dim tâirim sevdası ile okulu son sınıfta bırakmış şiirde samimiyetin çok önemli oldu- İnhinâ tavk-i esaretten girândır boy- ve Nevruz dergisini çıkarmaya başla- ğu gerçeği asla göz ardı edilmemeli, numa; mıştır. Roman türünde toplam sekiz sanatçı bu samimiyeti temin etmeye Fikri hür, irfânı hür, vicdânı hür bir eseri ve çok sayıda hikâyesi vardır. azami gayret göstermelidir. Fikret’in şâirim Eserlerinde özellikle realizmin etkisi istediği şiir dili, hissiyatın en ince te- görülür. Dili süslü, sanatlı ve ağırdır. ferruatına tercüman olabilecek bir dil- dizelerinde ise kendini bağımsız, kim- Eserlerini Cumhuriyet’in ilanından dir. Bu bağlamda Fikret, doğal olarak, seden yardım beklemeyen biri olarak sonra kendisi sadeleştirmiştir. o yıllarda yeni yeni gündeme gelmeye görmüştür. Yazdığı ilk roman Sefile‘dir. Hazırlık başlayan dilden eski kelimelerin tas- evresini oluşturmasına rağmen daha fiyesi düşüncesine karşı çıkacaktır. HALİD ZİYA UŞAKLIGİL bu ilk eserinde yazarın diğerlerinden Bunun, uzun bir sürece yayılması ge- farklı bir tutum izlediği anlaşılır. O rektiğini, aksi takdirde uzaklaştırılan Servet-i Fünûn döneminin en ünlü ro- dönemde Türk yazarlar eserlerinde kelimelerle birlikte dilin fakirleşeceği- mancısı olan Halid Ziya, 1866 yılında bir düşünceyi halka göstermek ve hal- ni düşünür. Zira Fikret’e göre, sadeli- İstanbul’da doğmuş, 27 Mart 1945’te kı bilinçlendirmek kaygısı yaşarken ğin bir alt evresi adiliktir. O, kullanımı yine İstanbul’da yaşamını yitirmiştir. Halid Ziya eserlerinde böyle bir kaygı yaygınlaşmış Arapça ve Farsça kelime- Uşakizadeler olarak bilinen aileden yaşamamıştır. Ömer Faruk Huyugü- lerin dilde korunması gereğine inanır. Hacı Halid Efendi’nin oğludur. İstan- zel, Ahmet Mithat‘ın Henüz On Yedi Zaten, Fikret’e göre Arapça, Farsça ke- bul’da Fatih Askeri Rüştiyesi’nde bir Yaşında adlı eseriyle Halid Ziya’nın lime, terkip ve kaidelerin o güne kadar süre okumuş daha sonra İzmir Rüş- Sefile adlı eserini karşılaştırıp bu fark- gelebilmiş olmaları da bunların ana tiyesi’nde eğitimine devam etmiştir. lılığı şöyle ortaya koyar: dile kaynaşmış olduklarına başlı başı- Aynı okulda Fransızca dersler vermiş na bir delildir. ve Osmanlı Bankası’nda memurluk Tevfik Fikret, şiirinde psikolojisinin yapmıştır. 1893’te Reji Başkâtipliği en açık izlenebildiği şairlerimizden- göreviyle İstanbul’a geri gelmiştir. dir. Kimi zaman karamsar, umutsuz, nefret dolu ve ölçüsüz kimi zaman da Halid Ziya, batılı anlamda Türk romanının iyimser, içi içine sığmayan ve vatan- gerçek anlamda kurucusu ve Servet-i Fünûn döneminin en önemli roman-hikâye yazarıdır. EDEBİYAT 123
Tevfik Fikret Yazarın, Bir Ölünün Defteri adlı ro- ter’i çileden çıkarır. Bihter bir gün her manı onun olgunluk dönemine attığı şeyi itiraf edip kendini öldürür. Halid “Bu iki roman konuları bakımından ilk adımdır. Romanda olaylar hatıra Ziya en başarılı kadın karakterini bu büyük benzerlik gösterir. Her ikisinde defterinden takip edilir ve birlikte bü- romanında oluşturmuştur. de aşkı yüzünden geneleve veya kötü yüyen akraba çocuklarının duygusal Halid Ziya’nın romanlarında konular yola düşmüş genç kızların hikâyesi hayatları anlatılır. Ferdi ve Şüreka- aşk üzerinde temellenir ve üçlü ilişki- vardır. Ancak bunların olay örgüsü- sı’nda da aşk, kıskançlık ve fedakârlık ler ile oluşan çıkmazları anlatır. Her- nün düzenlenişi, kişilerin sunuluşu duygularının anlatıldığı üçlü aşk kalıbı hangi bir sosyal konu işleme çabası ve üslup bakımından önemli farklılar tekrar ortaya çıkar. Romanında alda- görülmez ve psikolojik çözümlemelere gösterirler. Ahmet Mithat’ın amacı tılmışlık hissiyle hayal kırıklığına uğ- oldukça fazla yer verilir. Türk romanı- sosyal bir hastalık olan fuhuşun aslın- rayan eşin neler yapabileceğini bütün nı bu şekilde ileriye taşıyan Ziya, ken- da bizim toplumumuzda olmadığını çıplaklığıyla ortaya seren yazar, aynı dinden sonraki yazarlara da yol gös- bunun batılılar tarafından bünyemize motifi Aşk-ı Memnu ile daha da olgun termiştir. Aynı zamanda romanların- sokulduğunu ispatlamaktır. Halid Zi- düzeye taşımıştır. Buraya kadar bahsi da çevre, zaman ve tasvirleri oldukça ya’nın ise böyle peşin bir fikri yoktur. geçen romanlar Edebiyat-ı Cedide ‘ye güçlü bir biçimde ortaya koymuştur. O saf ve masum bir kızın aşkı yüzün- kadar olan ve İzmir ‘de yazarın gençlik den nasıl kötü yola düştüğünü objektif ve hazırlık döneminde yazdığı roman- CENAB ŞAHABEDDİN bir şekilde ortaya koymak ister.” lardır. Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu ve 1871 yılında Manastır’da doğmuştur. Yazarın üçlü aşkı konu edindiği ikinci Kırık Hayatlar Edebiyat-ı Cedide dö- Gülhane Askeri Rüştiyesi’nden 1880 yı- eseri Nemide’de güçlü psikolojik tas- neminde, Nesl-i Ahir ise Meşrutiyet lında birincilikle mezun olup Saraybur- virleri göze çarpar. Halid Ziya Uşaklıgil devrinde yayımlanmıştır. nu’ndaki Askeri Tıbbiye’ye gitmiştir. 1891-92 yıllarında roman hakkındaki Mai ve Siyah, duygusal genç bir şairin 1889’da doktor yüzbaşı olarak Askeri düşüncelerini Hikâye başlıklı kitabıyla hayallerine ve bu hayallerin nasıl yı- Tıbbiye’yi bitiren Cenab, cilt ve frengi ortaya koymuştur. Bu kitapta bizdeki kıldığına dayanır. Yazar bu romanda hastalıkları alanında ihtisas yapmak eserleri batıdaki eserlerle karşılaştıra- aynı zamanda o dönemin edebiyat ca- amacıyla Paris’e gitmiştir. Yurtdışın- rak, batılı yazarların her şeyden önce miasını da anlatır. Ahmet Cemil yaz- dan dönünce bir süre karantina dok- insan psikolojisine eğildiklerini, ya- dığı yeni tarz şiirleri ile çığır açacak, torluğu yapmıştır. Birinci Dünya Savaşı şayan insanlar, gerçek hayatlar oluş- zengin olup Lamia ile evlenecektir. başladığı zamanlarda yani 1914’te ken- turduğunu anlatır. Onun için birinci Düşündüklerinin hiçbirini gerçek- di isteğiyle emekliye ayrılmıştır. derecede önemli olan olay değil insan leştiremeyen, üstelik sevdiği bütün Emekliye ayrıldıktan sonra Darül psikolojisidir. Bu sebeple Türk romanı insanları bir bir kaybeden Ahmet Fünûn Edebiyat Fakültesi Lisan Şubesi Halid Ziya ile olgunluk dönemine gi- Cemil çareyi İstanbul’u terk etmekte Fransızca Tercüme Müderrisliği’ne ta- rer. Adeta gelenekleşmiş olan topluma bulur. Roman kahramanı Ahmet Ce- yin edilmiş, daha sonra da Garp Ede- öğretici eserler verme olgusunu yıkmış mil, psikolojik olarak çok duyarlı ve biyatı Müderris Vekili olmuştur. Son gerçek yaşamlar oluşturmaya çalışarak duygucudur. Bu bakımdan dönemin yıllarında bir sözlük çalışmasına gi- insanları düşünmeye itmiştir. Servet-i Fünûn sanatçılarını temsil rişmiş lakin bitiremeden 1934 yılında eder. Aşk-ı Memnu ‘da ise kendinden ölmüştür. çokça büyük, iki çocuklu Adnan Bey Servet-i Fünûn edebiyatı, Divan edebi- ile evlenen Bihter’in hayatı konu edi- yatı ve düşünce tarzına adeta bir tepki lir. Bütün zenginliğe rağmen mutlu olarak doğmuştur. Bu dönem edebiya- olamayan Bihter, Adnan Beyin yeğeni tının kaynağı batıdır. Edebiyatçıların Behlül ile ilişki yaşamaya başlar ancak (halkın dil, din, dünya görüşlerine bir müddet sonra Nihal ile Behlül ev- uymayan dilleri nedeniyle) en mühim lenmeye karar verir ve bu durum Bih- Roman kahramanı Ahmet Cemil, psikolojik olarak çok duyarlı ve duygucudur. Bu bakımdan dönemin Servet-i Fünûn sanatçılarını temsil eder. 124 KONAK
eksiklikleri halka yabancı olmalarıdır. Cenab’ın da gerçek hayat sahnelerinden Edebiyatçılar; devrin siyasi ve sosyal çok hayali mutluluk iklimlerinden atmosferine, yetişme şartlarına, zihin hoşlanan mizacı onu şu sözleri söylemeye terbiyelerine ve mizaçlarına bağlı ola- itmiştir: “Çocukken bir ağaç resmi bence rak daima hayal âlemine dalmışlardır. bir çınardan veya bir serviden ziyade Cenab’ın da gerçek hayat sahnelerin- görülmeye şayandı.” den çok hayali mutluluk iklimlerinden hoşlanan mizacı onu şu sözleri söyle- dehası aşkında yatar. Şair, aşkını şiirin edilebilir. Bu anlamda modern ‘Der- meye itmiştir: “Çocukken bir ağaç res- rahmi saymakta ve şiiri de aşksız dü- viş’ini din dışı, ibadet ve zikirle alakası mi bence bir çınardan veya bir servi- şünememektedir. Buradaki aşk Fuzu- olmayan bir düşünceyle yazmıştır. den ziyade görülmeye şayandı.” li’nin, Şeyh Galip’in aşkı gibi bir aşk Servet-i Fünûn edebiyatçılarına yapı- değil, şairin her zaman içinde bulundu- lan eleştirilerde hedef çoğunlukla Ce- Cenab’ın şairliğe merakı on dört yaş- ğu medeni bir aşktır. Don Juan olarak nab olmuştur. Cenab en çok da yeni larında başlamıştır. Her şair gibi o da ifade edilen şair, hayatı boyunca soyut fikirlerini eski üslupla yazdığı için şiirlerini yazmaya, beğendiği şairlere ve ölümsüz bir güzellik peşinde koşmuş eleştirilir. Aruz vezni kullanmış hat- nazire yazarak ve onları taklit ederek ve bunu şiirlerine aktarmıştır. Cenab, ta hece veznini küçümsemiştir. Aynı başlamıştır. Şairin üç taklit devresi erkek ve âşık sıfatından önce şair kim- şekilde Arapça ve Farsça sözcükleri vardır: Birincisi Muallim Naci’yle baş- liğiyle öne çıkar. Cenab’ın şiirlerinde bol bol kullanmış, dilde sadeleşme- lamış ve aruz veznini ondan öğren- yeni bir tasavvuf anlayışından da söz ye karşı çıkmıştır. Ancak Sonnet’i ilk miştir. Yayımlanan ilk şiiri de Mual- lim Naci’nin bir gazeline yazdığı nazi- Ahmed Cemil dostu Hüseyin Nazmi ile Fransızca Şiir Kitabı alıyor, Mai ve Siyah, Ressam Diran redir. İkinci devrede Hamid ve Ekrem Çırakyan bulunmaktadır. Bu dönemde Cenab yeniye açık bir şiir işçiliğine başla- mış ve henüz on yedi yaşındayken ilk gençlik şiirlerini Tamat adlı kitapta toplamıştır. Fakat bu ilk kitabı eleştiri yağmuruna tutulmuştur. Son devrede ise Fransız şair ve yazarların tesiri gö- rülmüştür. Bundan sonra da Cenab’ın şiirlerinde “şekil şarklı, ruh yani konu garplıdır.” denilmiştir. 1908’e kadar şiirde yenilikler yapan Ce- nab, Meşrutiyet’in ilanından sonra ta- mamıyla düz yazı yazmıştır. Şair nazım ile nesri insan ruhundan fışkıran şiirin iki küçük huzmesi olarak görmekte- dir. Bu nedenle nesri de şiirleri gibi bir ahenk ve musiki içermektedir. Sos- yal konuları nesirde, ferdi hisleri ifade eden konuları ise şiirde işlemiştir. Cenab’a göre şiirde güzellikten başka gaye aranmamalı, edebiyattan maksat yalnızca edebiyat olmalıdır. Şiirlerinde tabiat, aşk, hayal, mevsim, gece tema- ları ön plandayken; şaire göre tema- lar, musiki, üslup, fikir; şiir miracına çıkarken gereken basamaklardır. Yani en üstün değer şiirdir. Aşk şiirle aşılan- mazsa ölmeye mahkûmdur şair için. Büyük sanatkârların zekâsı kalbinde, EDEBİYAT 125
Hüseyin Cahit Yalçın Cenab da sembolist denebilecek bir gezi yazılarını tek kitapta toplamıştır. şairdir. Cenab, sembolik şiirler hak- Şairin 1920’lerde Peyam-Sabah’ta ya- defa edebiyatımıza Cenab getirmiştir. kında şunları söylemiştir: “Sembolik yımladığı yazılar büyük tepkilere neden Cenab’ın yazdıkları ve düşünce yapısı şiir manası anlaşılamayan şiir değildir, olmuştur. Kuvay-ı Milliye aleyhtarı her daim orijinal, yaratıcı ve yeni icat sembolik şiirin manası anlaşılır fakat olarak görülmüş, savaşa da her zaman edilmiş tamlamalarla, ifadelerle dolu- şairin maksadı anlaşılamaz. Yani şair karşı olmuştur. Gençlerin cephelere ko- dur. Şair Batı’dan yeni şekillerle bir- ne demek istediğini söylemez, okuyucu mutanların bazılarının çıkarları peşin- likte yeni bir ruh nakli yapmış ve artık onu kendisi bulmaya çalışır.” Cenab’a de koşması nedeniyle gönderilmesinin modası geçtiği düşünülen romantizm- göre şiir; söz (nesir) + ahenk (musi- doğru olmadığını savunmuştur. Ona den modernizme geçiş yapmayı başa- ki) + şairin ruhudur. Şiirlerini resim göre harp tarihi, dulları ve yetimleri rabilmiştir. Aşırı duygusallıktan değil ve musikiyle birlikte sunan şair adeta ağlatan bir mersiyedir. Savaşı bu denli de objektiflikten yana olmuştur. Yani kelimelerle tablo kurmuştur. Musikiye sevmemesinin nedeni küçük yaşında şair hayata ve insanların arasına girerek verdiği önem dolayısıyla kulak için ka- babasının şehit düşmesi olarak tahmin değil, olaylara uzaktan ve duygusuzlaş- fiyeyi savunmuştur. edilmektedir. Milli Mücadele’nin kaza- mış bir doktor gibi bakmıştır. Mesle- nılması üzerine zaferi kutlayan yazılar ğinden dolayı her zaman insan hayatını Servet-i Fünûn inkılabının sembolü yazmış fakat fikrinin değiştiğine kimse- bir doktor gibi görmüş, nöbet sırasında haline gelen ve Terane-i Mehtab isimli yi inandıramamıştır. gecelere ayrı bir anlam yüklemiş, gece- şiirde geçen saat-ı semenfam (yasemin Tiyatro da yazan Cenab, Yalan adlı leri başka bir gözle görmüştür. Hasta- renkli saatler) tamlamasını gören Ah- eserinde 31 Mart Olayı’ndan söz et- nelerin havasını, kokusunu, atmosferi- met Mithat Efendi, Cenab başta olmak miş, Körebe eserinde ise görücü usulü ni gerçekçi bir biçimde yansıtabilmiş; üzere tüm Servet-i Fünûncuları deka- evlenmeyi işlemiştir. Cenab’ın Küçük koğuşlara sinen acıyı, narkoz tesirini dan olarak nitelendirmiştir. Daha sonra Beyler adlı bir tiyatrosu daha bulun- beyinde dirilten eserler yazmıştır. Cenab, Servet-i Fünûn dergisinde “De- maktadır. Cenab, tabiatı yeni bir gözle görmüş, kadizm Nedir?” adlı yazısıyla bu ithama tabiatta yeni renkler, yeni sesler keş- cevap vermiştir. Buradaki dekadan ifa- “Her cemiyet layık olduğu edebiyatı fetmiştir. Tabiatı kendine çok yakın desi yeni şekiller kullanmak, klasik ka- sever.” olarak hissettiği bir ruh olarak tanım- lıpları yıkmak anlamındadır. Daha son- lamıştır. Tabiatın ruhunu canlı çekim ra Hüseyin Cahid’in bir makalesinin de HÜSEYİN CAHİT YALÇIN yapan bir kameraman edasıyla gören etkisiyle Ahmet Mithat Efendi, Teslim-i 7 Aralık 1875’te Balıkesir’de doğmuş- şair; ona kendini, zihnini, bakış açısı- Hakikat yazısıyla Servet-i Fünûnculara tur. Servet-i Fünûn topluluğunun nı, ruhunu katmıştır. Sonuçta şiirde hak ettikleri övgüyü sunmuştur. önemli isimlerinden biridir. Ancak ga- görülen tabiat artık şairin tabiatıdır. zeteci ve siyasetçi kişiliği ile daha çok Mesleği nedeniyle Cidde, Mersin, Ro- ünlenmiştir. Dönemin birçok edebi- dos, Hicaz gibi bölgeleri gezme imkâ- yatçısı gibi memur olarak çalışmıştır. nı bulmuş ve birçok gezi yazısı kaleme Vefa ve Mercan İdadilerinde Fransız- almıştır. 1897’de bir sağlık heyetiyle ca ve Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Hicaz’a gitmiş ve Hac Yolunda adlı ilk Tevfik Fikret’ten sonra Servet-i Fünûn Avrupai tarzdaki gezi yazısı kitabını dergisinin yönetimini üstlenmiştir. çıkarmıştır. 1917 senesinde Süleyman İlk romanı Nadide’de biçim ve öz Nazif’le Şam’a gitmiş ve Suriye Mektup- bakımından Ahmet Mithat etkisi gö- ları başlıklı bir yazı yazmıştır. 1918-1919 rülmektedir. Diğer bir romanı Hayal yıllarında bir gazete adına Avrupa’ya İçinde’de ise gerçekçi bir yaklaşımla gitmiş ve en kuvvetli gezi yazıları olarak ruhsal çözümlemeler yapmıştır. Hikâ- kabul gören Avrupa Mektupları adıyla yelerinde çoğunlukla İstanbul’da yaşa- yan azınlıkları ve Batıya özenen seçkin Cenab, tabiatı yeni bir gözle görmüş, kişileri anlatmıştır. Hikâyeleri teknik tabiatta yeni renkler, yeni sesler açıdan çok başarılı olmasa da olayları keşfetmiştir. Tabiatı kendine çok anlatmada başarılıdır. Şairane ve süslü yakın olarak hissettiği bir ruh olarak bir üslup kullanmış, realizm akımının tanımlamıştır. etkisinde kalmıştır. Çeviriler yapmış; roman, fıkra, anı, eleştiri, mensur şiir 126 KONAK
gibi çeşitli türlerde eserler vermiştir. 1908’de Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım En çok eleştirileri ve gazete yazıları ile Kadri ile birlikte Tanin gazetesini tanınan yazar, bazı münakaşa ve edebi çıkarmışlardır. Yazılarındaki sert üslubu ve çalışmalarını Kavgalarım adlı eserinde eleştirileri sebebiyle Tanin gazetesi üç kez toplamıştır. Çeşitli konulardaki bilim- kapatılmıştır. sel eserlerini ise Oğlumun Kütüpha- nesi ismi ile yayımlamıştır. runlu hale getirilmesi gerektiğini dile çıkarılmasına izin verilmiştir. getirmiş, Türkçe Sarf ve Nahiv adlı dil Dili diğer Servet-i Fünûn sanatçılarına bilgisi kitabını yazmıştır. Ancak daha 1932 yılında Birinci Türk Dil Kurulta- göre daha sadedir. “Rauf’un ve benim sonraki yıllarda “Gramerin ne faydası- yı’nda dili sadeleştirme konusundaki bu sadeliğimiz, doğrusunu isterseniz na aklım erdi, ne lüzumuna!” diyerek görüşlerini anlatmış ve halkın deste- cehaletimizden ileri geliyordu. Ce- Gramersiz Türkçe başlıklı bir yazı ya- ğini kazanmıştır. Bir sürü sanatçı ona nab’ın Arapçasını, Fikret’in kamusu- yımlamıştır. “Bugün birçok kişi zanne- itirazlarda bulunmuş ancak Hüseyin nu bize verseniz, bak neler yazardık. derler ki gramer olmazsa Türkçe öğ- Cahit’i yenememişlerdir. Kurultay En cahili Rauf’la bendim. Bundan renilemez. Ama biz gramer bilmeyiz, sonrası Atatürk, “Bir kara tahta var- dolayı Türkçe yazdık.” yine söyleriz ve yazarız. Bunlar bazen dır, bilir misiniz, hoca tebeşirle üstü- kitaba uymaz belki. Fakat ölü kitap mı ne yazar, sonra siler, yine yazar. Hü- Eski-yeni tartışmalarında yeni edebi- daha haklıdır, yaşayan dil mi?” seyin Cahit hepinizi bugün işte böyle yatı savunmuş, “Sanat için sanat” an- sildi” demiştir. layışını benimsemiştir. Ona göre ede- Servet-i Fünûn dergisinin 553. sayı- biyat bir araç değil, amaçtır. sında, Edebiyat ve Hukuk başlığıyla, 1933-1940 yılları arasında Fikir Ha- Fransızcadan tercüme edilmiş bir ma- reketleri dergisini çıkarmıştır. 1935- Alfabe değişimini desteklemiş ve bir kale yayımlamıştır. Makalede edebiyat 1939 yılları arasında Çankırı mil- an önce yapılmasını istemiştir. Başlan- ve hukukun aynı aşamalardan geçti- letvekili olmuştur. 1943-1946 yılları gıçta Arap alfabesinin Türkçeye uyar- ğinden ve hukukun edebiyat eserle- arasında İstanbul milletvekili olmuş, lanmasını, daha sonra ise bundan vaz- rindeki konuyu etkilediğinden bahse- bu yıllarda Tanin gazetesini yeniden geçerek Latin alfabesinin kullanılma- dilmektedir. Bu makale farklı şekilde yayınlamıştır. Ulus gazetesinde baş- sını savunmuştur. Çeşitli yazılarında jurnal edilmiş, halkı isyana teşvik et- yazarlık yapmıştır. 18 Ekim 1957’de bu değişimin bir an önce yapılmasının tiği düşüncesiyle dergi II. Abdülhamit İstanbul’da vefat etmiştir. ülkenin ilerlemesi için çok iyi olacağı- tarafından kapatılmıştır. Daha sonra nı belirtmiştir. jurnalin asılsız olduğu anlaşılmış, sor- AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU gulanan kişilerin ceza almamasına ka- Ahmet Hikmet Müftüoğlu, 1870’te Dilde sadeleşmeyi savunmuş fakat bu rar verilmiştir, yine de Servet-i Fünûn İstanbul’da doğmuştur. Dedeleri Os- çalışmaların aşırıya kaçtığını da söyle- topluluğu dağılmaktan kurtulamamış- manlı ulemasından olup uzun süre miştir. “Kimsenin zevkini birdenbire tır. Bu olaydan sonra, edebi yazılar müftülük yaptıkları için ailesi Müf- değiştiremeyiz. Yazı yazarken yaptı- yazmayı bırakarak gazeteciliğe ağırlık tüoğlu adını taşır. İlk mektepten son- ğımız yenilikler ancak bir teklif ma- vermiştir. İlk siyasi içerikli yazısını ra Aksaray’daki Mahmûdiye Vakıf hiyetini arz eder. O teklifi istediğimiz II. Meşrutiyet’in ilanından duyduğu Rüştiyesi’ne ve Soğukçeşme Askerî kadar mantıki müdafaalarla kuvvet- mutluluğu anlatmak için yazmıştır. Rüştiyesi’ne gitmiş, hariciyeci olma is- lendirelim. Ona can verecek şey karşı- teğiyle Galatasaray Sultanisi ’ne devam mızdakilerin gösterecekleri tasvipten 1908’de Tevfik Fikret ve Hüseyin Ka- etmiştir. Edebiyata ilgisi burada başla- ibarettir.” Fikir Hareketleri dergisin- zım Kadri ile birlikte Tanin gazetesi- mış, şiirleri burada dikkat çekmiştir. de kelime listelerine yer vermiştir. Ya- ni çıkarmışlardır. Yazılarındaki sert Burada Muallim Naci ve Tevfik Fikret bancı kelimelerin Türkçe karşılıklarını üslubu ve eleştirileri sebebiyle Tanin gibi devrin önde gelen insanlarından yazmış ve dergiye gönderilen yazılarda gazetesi üç kez kapatılmıştır. Her ka- etkilenmiştir. Okul bitince Yunanistan, bu kelimelerin kullanılmasını istemiş- pandığında onun yerine Cenin, Senin Fransa, Kırım’da çeşitli görevlerde bu- tir. Ancak Türkçe kökenli olmayan ve Renin gibi isimlerle gazeteyi yeni- lunmuş ve İstanbul’a dönmüştür. Hari- bazı kelimeleri de önermiştir. Sadece den çıkarmıştır. Üç kapanışta da, kısa ciyeciliğinin yanında Galatasaray’da ve kelime alışverişi yapılıp biçim ve söz- bir süre sonra, gazetenin Tanin adıyla Darül Fünûn ’da hocalık da yapmıştır. de değişiklik yapılmadığında, yabancı etkilerin lisanın şahsiyetini bozamaya- Ahmet Hikmet’in devlet memurluğu- cağını söylemiştir. İlkokullarda Türkçe öğretilmesinin zo- EDEBİYAT 127
Ahmet Hikmet Müftüoğlu rak yazmıştır. Verdiği eserler incelen- madan, öz bilgisiyle sana diller dökmek diğinde edebi yaşamı 1894-1900 ve istiyor... Ödünç giyim almadan, kendi nun yanında büyük bir ilim ve kültür 1909-1920 olmak üzere iki evrede in- çaputlarıyla karşına çıkmak diliyor.’’ merakının olduğu da görülmektedir. I. celenmiştir. 1894-1900 yılları arasında cümleleri Hikmet’in bu tutumunu Dünya Savaşı sırasında Macaristan’da 22 hikâye yazmış ve bu hikâyelerini destekler niteliktedir. bulunan Ahmet Hikmet, burada bir- 1900 yılında Haristan ve Gülistan adlı çok faaliyette bulunmuştur. Gönül kitap ile yayımlamıştır. Yazarlığının Ahmet Hikmet’in bir diğer değerli Hanım romanında da sıkça dile ge- ilk evresinde dil ve duyarlılıkta bü- eseri Orta Asya’dan bahseden ilk ro- tirdiği Türk-Macar kardeşliği ile ilgili yük oranda Edebiyat-ı Cedide zevkine man olma özelliği taşıyan Gönül Ha- çalışmalar yapan yazar, Macaristan’da bağlı kaldığı görülür. Eserlerinde es- nım romanıdır. Bu eser 1920’de Tas- oldukça dikkat çekmiştir. Ahmet Hik- tetik kaygı ön plandadır, yazılarında vir-i Efkâr gazetesinde tefrika edilmiş- met, 19 Mayıs 1927’de hayata gözleri- Arapça ve Farsça kelimeler kullanmış- tir. Ahmet Hikmet bu tezli romanında ni kapamıştır. tır. Bu evredeki hikâyelerinin çoğunda Türklerin ana yurdunu ve Göktürk Öğrencilik yıllarında yazdığı Leyla yahut izdivaç ve aşk mevzuları üzerinde dur- Abideleri’ni tanıtmış, medeniyet ba- Bir Mecnun’un İntikamı adlı hikayesi ilk muştur. Ancak bu konular kendinden kımından yüksek seviyelere ulaşmayı telif eseridir. Bu lisedeki son zamanla- önce de tekrarlandığı için çok fazla ilgi amaçlayan fikirlerini kahramanla- rında Fransızcadan çevirdiği Patetes adlı görmemiştir. Ahmet Hikmet’in tanın- ra söyleterek paylaşmıştır. Hikmet’e eserle neşriyat hayatına başlamıştır. Fen masına sebebiyet veren asıl eserleri göre yapılacak ilk iş, büyük bir millet alanındaki çevirileriyle Servet-i Fünûn özellikle yazarlığının ikinci evresinde ve medeniyet olduğumuzun farkına sayfalarında görülmeye başlamış, Ro- yazdığı vatan hikâyeleridir. İlk evrede varmaktır. “Bütün Asya’yı, bir kısım man Fabrikası adlı makalesiyle derginin Servet-i Fünûn’da yayınlanan Nakiye Afrika’yı, Fransa sınırlarına kadar ilk yazarlarından olmuştur. Hala ve Yeğenim adlı hikâyeleri, Ser- Avrupa’yı istilâ eden bizim ırkımız Ahmet Hikmet az sayıda olan şiirlerini vet-i Fünûn ‘da Türklük cereyanının olduğu halde bu asaleti ne çabuk gön- yalın bir dille ve hece ölçüsü kullana- ilk işaretleri olmasının yanında Ahmet lümüzden çıkardık? Biz benliğimizi Hikmet’in milli meselelere olan du- tanımazsak, kimse bizi tanımaya yarlılığını da göstermiştir. tenezzül etmez.” sözleriyle bu fikrini açıklamıştır. Ahmet Hikmet’in edebi hayatının ikinci evresinde verdiği eserler, Türk- FAİK ALİ OZANSOY çülüğün doğmasında ve halk kitleleri arasında yayılmasında etkili olmuş- 1876 yılında Diyarbakır’da dünya- tur. Ahmet Hikmet hikâyelerinden on ya gelmiştir. Ailesi birkaç nesil şair sekizini Çağlayanlar adlı bir kitapla yetiştirmiş köklü bir ailedir. Babası neşretmiştir. Bu hikâyelerinde yabancı Mehmed Said Paşa, âlim ve şairliği- kelimelere yer vermekten kaçınmıştır. nin yanı sıra önemli bir devlet adamı; Çağlayanlar’daki bir yazının başında dedesi Süleyman Nazif manzum ve geçen “Ulu Tanrı! Gün batıyor; sevgi- mensur eserleri olan bir kalem efen- li korkun gönlümde doğuyor. Kumral disidir. Devlet, millet, medeniyet me- akşam bana sessizlikler içinde büyük- selelerinin konuşulduğu bir muhitte lüğünü fısıldıyor... Bu alaca karanlık- büyümüş, ilmi, edebi ve idari anlam- lar arasında bir kulun, dilmaç kullan- da ilk terbiyesini ailesinden almıştır. Diyarbakır’da ilk ve orta öğretimini Ulu Tanrı! Gün batıyor; sevgili korkun tamamlamış, idadi tahsilinin bir kıs- gönlümde doğuyor. Kumral akşam bana mını yapmıştır. Babasının ölümün- sessizlikler içinde büyüklüğünü fısıldıyor... den sonra İstanbul’a giderek Mekteb-i Bu alaca karanlıklar arasında bir kulun, Mülkiye’de eğitimine devam etmiştir. dilmaç kullanmadan, öz bilgisiyle sana diller Mezun olduktan sonra ilk memuriye- dökmek istiyor... Ödünç giyim almadan, ti Süleyman Nazif’in (ağabeyi) vilayet kendi çaputlarıyla karşına çıkmak diliyor. mektupçusu olarak görev yaptığı Bur- sa Maiyet memurluğudur. Daha sonra Sındırgı, Burhaniye, Pazarköy ve II. Meşrutiyetin ilanıyla Mudanya kaza- ları kaymakamlığında bulunmuştur. 128 KONAK
İlerleyen dönemlerde Midilli, Beyoğ- Heyhât, geçen bir dakikayı bir daha lu, Üsküdar ve Kütahya mutasarrıflık- bulamayız. Gördüğümüz bir dalga bir daha larında bulunmuş, son olarak Dahiliye meşhûdumuz olmaz. Uçup giden bir bulut Nezareti Müsteşarlığına tayin edil- artık nâbedîd olmuştur. Bir nağme bir kere miştir. Fakat Dahiliye Nazırı Ahmed duyulur. Bir şihâb yalnız bir kere sukût eder. Reşid’in yolsuzluklarda bulunması ve Bir nûrun ufûlünü yalnız bir defa görebiliriz. anlaşamamaları sebebiyle görevinden ayrılmış ve memuriyet hayatı bitmiş- lünü yalnız bir defa görebiliriz.” lamıştır. Bu şairlerin edebî anlayış ve tir. 1920 yılında görevinden ayrıldık- 1912’de yayımlanan Temasil’in birinci kalıpları içerisinde kalmaktan ziyade, tan sonra 1933 yılına kadar öğretmen- bölümü Mehasin, ikinci bölümü Ta- sentezci bir anlayış benimseyerek gü- lik yapmış, sonra onu da bırakarak biat ve Aşk’tır. İkinci bölüm tabiatın zel bulduğu bütün tarz ve yönelişleri kendini edebiyata vermiştir. 1950 yı- ağırlıklı olarak işlendiği şiirlerdir. Bu- özümsemiş ve kendi orijinal üslup ve lında hayata gözlerini yummuştur. rada hem Faik Ali’nin eğilimini hem edasını yakalamıştır. Eserlerine ba- de döneminin karakteristik özellikle- kıldığında Fani Tesellilerin Hasbihal Yaşadığı dönemde Servet-i Fünûn ve rini eserlerinde işlediği görülebilir. kısmında Hamid’in etkileri görülmek- Fecr-i Ati olmak üzere edebi hareket- Elhan-ı Vatan otuz altı şiirden oluşur tedir. Ancak ikinci eseri Temâsil ve lerin içerisinde yer alan şair, küçüklü- ve eserde Faik Ali’nin millî ve hamasî ondan sonra gelen Elhan-ı Vatan eser- ğünden itibaren şiir dolu bir atmos- duygularını terennüm eden şiirler bu- leri kendine özgü üslubunun izlerini ferde yetişmiştir. Babası ve ağabeyinin lunur. Bütün şiddetiyle devam eden taşımaktadır. tesiriyle Namık Kemal’i ve zatına hay- I. Dünya Savaşı ve bilhassa Çanak- Eserlerinde yaşadığı toplumun bütün ranlığı hayatının sonuna kadar süre- kale Savaşı, şairi derinden etkiler. Bu özellikleri görülmektedir. Şiirlerinde cek Hamid’i tanımıştır. Hamid’e duy- sebeple cephede verilen mücadeleye toplumun benimsediği aşk, kadın, aile duğu dostluk ve hayranlık sanatının kalemiyle edebiyat sahasında destek ve tabiat konularını işlemiştir. Şiirle- nüvelerini oluşturmuştur. Fani Tesel- vermek ister. Donanmaya, bayrağa, bu rinde kadın idealize edilmiş bir şekil- liler kitabında Hamid’e ithafen yaz- savaşlarda şehit olanlara ve onların ai- dedir. Şiirlerindeki kâinat unsurlarıyla dığı şiirleri ve 1922 yılında doğrudan lelerine övgü dolu şiirler yazmıştır. kâinatın şiirini yakalamaya çalışmıştır. Hamid’e yazdığı Şair-i Azam’a Mek- İstibdat dönemi nedeniyle tiyatroya Şiirlerinde genellikle romantizmin tup adlı eseri, şairin bu bağlılığını ve fazla ilgi gösteremeyen şairler, II. Meş- tesirinde kalmıştır lakin sembolist ve ilhamını gizlemeyişinin belgeleridir. rutiyet’in ilanının ardından tiyatro ile parnasyen tesirle yazdığı şiirleri de Şairin üç şiir, iki manzum tiyatro, bir ilgilenmeye başlamışlardır. Bu şairler- mevcuttur. manzum mektup ve bir de manzum den olan Faik Ali’nin Payitahtın Kapı- Eserlerinde her şeyden önce sanat biyografi olmak üzere yedi manzum sında ile Nedim ve Lale Devri adlı iki kaygısı gütmüştür. Şairin zaman za- eseri günümüze ulaşmıştır. manzum tiyatro eseri vardır. Her iki man kullandığı kelimeler ve terkip- tiyatro da konusunu tarihi olaylardan lerle dilinin bazen çok ağır olduğu Eserlerinden bahsedecek olursak; ilk almıştır. Biri, yaşadığı tarihlere çok görülmektedir. Onu, buna iten sebep eseri 1908 yılında basılan Fani Tesel- yakın olan Çanakkale Harbi günlerini sadeleşirken basitleşmekten korkma- liler’dir. Bu eser; Hasbihal, Neşait-i konu alırken, diğeri Osmanlı tarihi- sıdır. Yaşantısı, şiirlerindeki renkli ve Garam, Tabiat, Kainata Karşı, Ha- nin en ilgi çekici dönemlerinden biri zengin hayal gücü, anlatıma verdiği fayâ-yı Leyâl, Dicle, Elhân-ı Perişan, olan Lale devrini konu edinmiştir. Bu önem, aruzu ustalıkla kullanması ve Elhân-ı Fenâ başlıklı sekiz bölümden eserlerinde görüldüğü üzere halkın sı- her şeyden önce sanatı düşünmesi onu oluşmuştur. Kitabında önsöz mahi- kıntılarını dile getiren millî ve sosyal şahsına münhasır bir şair yapmıştır. yetindeki Hasbihal’de hiçbir tesellinin konulara da eğilmiştir. Faik Ali, Abdülhak Hamit ile Servet-i ölüm karşısında yeterli olmadığını, Genç yaşta şiirler yazmaya başlayan Fünûncu şairler arasında adeta bir her canlının elbet öleceğini kaderci bir Faik Ali, Servet-i Fünûn topluluğunun köprü vazifesi üstlenmiştir. Nesiller yaklaşımla dile getirir: en genç mensuplarındandır. Başlar- arasındaki bu köprü görevini Servet-i da bir arayış içinde olup kendisinden Fünûn ve Fecr-i Ati grubu arasında “Heyhât, geçen bir dakikayı bir daha önceki ustaları taklit ederek şiire baş- da sürdürmüştür. Fecr-i Âti’’nin oluş- bulamayız. Gördüğümüz bir dalga bir masında rol almış, bu topluluğun isim daha meşhûdumuz olmaz. Uçup giden bir bulut artık nâbedîd olmuştur. Bir nağme bir kere duyulur. Bir şihâb yal- nız bir kere sukût eder. Bir nûrun ufû- EDEBİYAT 129
Nazif, hayatını, yazdığı makalelerle nük tavrı benimserken, Nazif dışa kazanmaya çalışmıştır. Cihan Har- dönüktür. En yakın dostları bile onun bi’ndeki kahramanları tasvir ve Sully iğneli sözlerine ve nüktelerine muha- Prudhomme’un iki şiirinin tercümesi- tap olmuşlardır. Yine Süleyman Nazif ni ihtiva eden meşhur Batarya ile Ateş ’Bana kim söverse derhal mukabelede adlı eserini 1917’de bastırmıştır. bulunurum. Yalnız Cenab ile Akif sö- Süleyman Nazif en heyecanlı günlerini verse; bu bir belâyı asümânîdir, sabret- mütareke yıllarında, İstanbul’un ya- mekten başka çare yok, derim, sükût bancılar tarafından işgalinde yaşamış- ederim.’ de diyerek Cenap ve Mehmet tır. Fransız kumandanının mağrur bir Akif’e olan sevgisini göstermiştir. Ke- edâ ile azınlıkların çılgınca gösterileri limelerin serdarı, nesrin ustası, son arasında İstanbul sokaklarında dolaş- şarklı, nesrin heykeltıraşı ona söyle- ması şâirimizin millî duygularını ga- nen iltifatların yalnızca birkaçıdır. leyana getirmiş ve ünlü Kara Bir Gün Faik Ali Ozansoy isimli protesto makalesini kaleme al- mıştır. 3 Kasım 1918 tarihli Hâdisat ga- babası olmuş ve bir dönem bu toplulu- zetesinde intişar eden bu makale büyük ğun liderliğini üstlenmiştir. heyecan doğurmuş, millî hisleri heye- SÜLEYMAN NAZİF cana getirmiştir. Bu yazısının düşman Türk edebiyatında nesirleri ve şiirle- üzerinde bıraktığı etkiyle kurşuna dizil- riyle büyük bir yer işgal eden Süleyman mesi emredilmiş, ancak son dakikada Nazif 1889’da Diyarbakır’da doğmuş- kurtulmuştur. Süleyman Nazif 4 Ocak tur. Babası ünlü tarihçi ve edebiyatçı- 1927’de İstanbul’da vefat etmiştir. Edir- lardan Sait Paşadır. Babasının yanında nekapı’daki Mezarının taşında kardeşi özel hocalardan Arapça ve Farsça öğ- Faik Ali Ozansoy’un şu beyti vardır: renmiş, bir Ermeni papazından Fran- sızca dersi almıştır. Avrupa’ya gidince Şimşek mürekkep olmalıdır yıldırım Fransızcasını iyice ilerletmiştir. 15 ya- kalem şında Diyarbakır vilâyeti mektupçuluk kaleminde vazife almış, ilk yazılarını Tahrir ipin kitâbe-i seng-i mezarını da bu sırada kaleme almaya başla- O, eserlerinde Osmanlı Devletinin bö- mıştır. Kısa bir süre sonra Meclis-i lünüp parçalanması döneminin san- Vilâyet ikinci kâtibi ve vilâyet matbaa cılarını “feryat” larıyla dile getirmeye müdürü olmuştur. 1893’de Vilâyet çalışmıştır. Kendi kişisel duygu ve dü- gazetesi başyazarlığına tayin edilmiş- şüncelerinden çok; sosyal meseleleri tir. Bir süre Vilâyet Mektupçusu ola- ele almıştır. Ferdî şiirleri fazla değildir. rak Bursa’da kalmıştır. Serveti Fünûn Nazif nesirlerinde ciddi, kahraman, ce- dergisinde ilk şiirlerini İbrahim Cehdi sur, gözü kara ve gözünü budaktan sa- takma adıyla bu dönemde yazmaya kınmayan bir tiptir. Bu yönüyle Namık başlamıştır. 1906’da Mısırda Abdul- Kemal’in nesirlerinde görülen özellik lah Cevdet’in yayınladığı Kütübhâne-i onun nesirlerinde de hissedilir. Zaten İctibad serisinin üçüncü kitabı olarak saygı duyduğu edebi şahsiyetlerin ba- şiirlerinin toplandığı Gizli Figanlar’ı, şında Namık Kemâl, Abdülhak Hamid, beşinci kitabı olarak da Elcezire Mek- İbn-ül Emin, Mahmut Kemal İnal gelir. tupları ’nın ikinci basımını yapmıştır. Verdiği söze bağlılığı, beyefendiliği, 1915’te İstanbul’a dönen Süleyman pervasız nükte ve hicivleriyle maruf olan da bir şahsiyettir. Haksızlığa ta- hammül edemeyen ve zulme başkaldı- ran da bir eylem adamıdır. Bu nokta da Üstad Akif’le fikirleri, düşünceleri örtüşmektedir. Mehmet Akif içe dö- 130 KONAK
KAYNAKÇA 1. UÇMAN, Abdullah, Tevfik Fikret, 9. Gündüz M., Ahmed Hikmet Müftüoğlu Hamit’in Makber Mukaddime’si TDV İslam Ansiklopedisi, s.9-13. and History of Turkish Education in İle Faik Ali’nin Fani Teselliler 16th Century. İnternational Online Hasbihal’ine Mukayeseli Bir Bakış, 2. BAYRAK AKYILDIZ, Hülya, Journal of Educational Sciences. 2013; Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Tevfik Fikret’in Şiiri ve Psikolojik vol.5, pp.462-473. Enstitüsü Dergisi (DÜSBED) ISSN : Portresi Üzerine, Akademik Sosyal 1308-6219 Nisan 2016 YIL-8 S.15. Araştırmalar Dergisi, Yıl:3, Sayı:11, 10. Çakır M, Türk Edebiyatında Orta 15. KOÇ, Raşit, Faik Ali Ozansoy’un Nisan 2015, s.95-105. Asya’dan Söz Eden İlk Roman: Gönül Şiirlerinin Tematik İncelenmesi. Hanım. Çankırı Karatekin Üniversitesi 16. KERİMOĞLU, Caner, Hüseyin Cahit 3. DELİGÖNÜL, Mehmet, Tevfik Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Yalçın Dil İle İlgili Görüşleri, Çağdaş Fikret’te Şiir-Düz Yazı İlişkileri, Ekim 2014; 5(1): 247-262. Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi. 1973, C:XXIX, S:265, s.1-15. 17. TOPUZKANAMIŞ, Ersoy, Dergi 11. Tansel FA, Ahmed Hikmet Müftüoğlu- Kapatan Yazı: Edebiyat ve Hukuk, 4. KÜTÜKÇÜ, Tamer, Tevfik Fikret ve Hayatı ve Sanatı. İstanbuk Üniversitesi Hukuk Kuramı, C. 1, S. 6, Kasım- “Yeni Şiir” Anlayışı, Ağustos 2010, Türkiyat Mecmuası. 2012; 9:1-34. Aralık 2014, ss. 1-14. C:XCIX, S:704, s.139-145. 18. ÇETİN, Nurullah, Süleyman Nazif’in 12. ŞERMET, Sevim, Bir Devri Şiirleştiren Fırak-ı Irak, 2010. 5. ÖZER, Elif Emine, Halid Ziya Şair: Faik Ali Ozansoy ve Manzum 19. GÜRLEK, Dursun, Türk Nesrinin UŞAKLIGİL, Pamukkale Üniversitesi Tiyatroları Poetıze A Perıod Poet: Faık Büyük Ustası Süleyman Nazif. Eğitim Fakültesi Dergisi, 2004. Alı Ozansoy and Poetıc Theater Works, 20. KERMAN, Zeynep, Servet-İ Fünun Uluslararası Sosyal Araştırmalar Edebiyatı. 6. TÜZER, İbrahim, Roman Sanatı Dergisi The Journal of International Üzerine Düşünen Bir Yazar Halid Social Research Cilt: 9 Sayı: 43 2016. Ziya UŞAKLIGİL ve Poetik Bir Metin Olarak Hikâye. 13. ÇİTÇİ, Sinan, Bir devlet adamı olarak Faik ali Ozansoy, A. Ü. Türkiyat 7. AKAY Hasan, Cenap Şahabettin, Araştırmaları Enstitüsü dergisi İstanbul,2015. (TAED) 50. Erzurum 2013,103-124. 8. UÇMAN Abdullah, İstanbul’da Bir 14. İSLAMOĞLU, Feyza, Abdülhak Ramazan-Cenap Şahabettin, İstanbul, 2012. EDEBİYAT 131
Bir Edebi Tür Olarak Deneme YOLCU YAZARLIK ATÖLYESİ Denemenin Genel Özellikleri ÇALIŞMA GRUBU Deneme birey ya da toplum yaşamının bilimsel ya da güncel 1 Esma Nur Yalçın * bir konusu üzerine anlaşılması kolay ancak sanat ve bilgi dü- 2 Ayşe Betül Polatol zeyi bakımından derinlikli, düşünce boyutuyla olduğu kadar duygusal ve estetik yönden de doyurucu, bilinçli bir öznellikle 1 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi kaleme alınmış bir edebiyat türüdür. Deneme, kurmaca özel- 2 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi likler taşıyabildiği gibi yazarın ve konuların gerçekliğini de * İletişim: [email protected] içerir. Bu durum, deneme türünde aslî öznenin ‘insan’ olu- şundan kaynaklanır. Tabiî, kurmaca türlerde de aynı durum 132 KONAK söz konusudur; ancak denemenin öznesi artık nesnel gerçek- lik içinde yaşayan gerçek insandır. Deneme, kökeni 16. yüzyıla dayanan bir edebiyat türüdür. Rönesans ile birlikte özellikle Avrupa’da birey olarak insa- nın önem kazanması, yazarları, aydınları, insanı kurmaca bir dünyanın ve belli kalıpların içinde ele alan anlatı türlerinden farklı bir tarzın arayışına yöneltmiş, böylece ilk ve tipik örne- ğini Michel de Montaigne (1533-1592)’in Denemeler (1580) adlı eserinde veren deneme türünü doğurmuştur. Türk edebiyatında deneme ilk örneklerini 19. yüzyılda ver- miş, 1940’lı yıllara kadar pek rağbet görmemiş ancak bu yıl- larda kabul görerek yaygınlaşmaya başlamıştır. Ahmet Ha-
şim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Deneme Türünün Genel Özellikleri ması kolay bir günümüz vardı. Müslü- Rahmi, Cemal Süreya, Melih Cevdet, man’ın mesut olduğu günler, işte bu Memet Fuat, Mehmet Kaplan, Nurul- eder. Madenden sağlam kapaklar al- günlerdi; şerefli günlerin olaylarını bu lah Ataç, Orhan Burian, Salah Birsel, tında saklı tutulan eski masum saatle- saatlerle ölçtüler. Türk edebiyatında deneme türünde rin yelkovanları yorgun böcek ayakları Gerçi, astronomik hesaplara göre bu eserler veren yazarlardan bazılarıdır. tarzında, güneşin sema üzerindeki ha- “saat” iptidaî ve hatalı bir saatti, fakat Deneme türü tanımlanırken bu bağ- reketiyle az çok ilgili bir hesaba uya- bu saat hatıratın kudsî saatiydi. Güneş lamdaki değerlendirmelerin genelinde rak, minenin rakamları üzerinde yü- saatinin adetlerimiz ve işlerimizde ka- denemenin konuşur gibi yazılan, dü- rürler ve sahiplerini, zamandan aşağı bulü ve ezanî saatin geri safa düşüp ca- şünceyi belli bir sonuca bağlamayan, yukarı bir sıhhatle, haberdar ederlerdi. milere, türbelere ve muvakkithanelere iddiasız ve yargı içermeyen bir tür ol- Zaman sonsuz bahçe ve saatler orada bırakılmış battal bir “eski saat” haline duğu görüşlerinin ortak özellikler şek- açan, gâh sağa gâh sola meyleden gü- gelişi, hayata bakış tarzımızın üzerin- linde ağırlık kazandığı dikkati çeker. neşten rengârenk çiçeklerdi. Yabancı de korkunç bir tesire sahip olmamış Deneme metinleri, ortalama bir ya da saati kuşatmasından evvel bu iklimde, değildir. Giden saatler babalarımızın birkaç kitap sayfası tutarında bir oy- iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah öldüğü, annelerimizin evlendiği, bi- luma sahiptir. Bunun yanı sıra yazar olan ve sırtı, çeşitli vakitlerin kırmı- zim doğduğumuz, kervanların hareket tavrına bağlı bir sınırlandırma söz ko- zı, sarı ve lâcivert ateşleriyle yol yol ettiği ve orduların düşman şehirlerine nusudur. Kanıtlama, pekiştirme, ge- boyalı, azîm bir canavar halinde, bir girdiği saatlerdi. Bunlar, hayatı etra- nelleme, alıntılama, anlatıcı, bakış açı- gece yarısından diğer bir gece yarısına fımızda serbest bırakan geniş ilgisiz sı gibi bilim, iletişim, yazın gibi farklı kadar uzanan yirmi dört saatlik “gün” dostlardı. Gelen yabancılar ise hayatı- alanlara ait metinlerde sıklıkla uygula- tanınmazdı. Ziyada başlayıp ziyada nan birçok anlatım ögesi denemede de biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşan- görülür. Ne var ki, deneme türü, ken- dine özgü içerik evreninin etkisiyle söz Ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik, konusu ögeleri de bu özgülüğün içine kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz alır. Böylece, pek çok düzyazı türün- vardı. Müslüman’ın mesut olduğu günler, de ortak olan biçim ögeleri denemede işte bu günlerdi; şerefli günlerin olaylarını kimlik kazanır. Yukarıda anılan öge- bu saatlerle ölçtüler. ler, bu yolla, türün içeriği işlemedeki serbestliğini hatta dağınıklığını denge- leyen, toparlayan birer işleve sahiptir. Bir başka deyişle, çoğu teknik nitelikte olan bu ögeler, denemenin aslî konusu olan insanı anlatma eyleminde yazarı belli ölçüler içinde bırakır. Ahmet Haşim, Müslüman Saati İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şa- şırtan istilâların en gizlisi ve en tesir- lisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. “Saat”ten kastımız, zamanı öl- çen âlet değil, fakat bizzat zamandır. Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendi- mize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslubuna göre de “saat”lerimiz ve “gün”lerimiz vardı. Müslüman gü- nünün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin EDEBİYAT 133
Akşam Koşusu, Burhan Sami Benli li dakikasını dağıttığı gibi, yirmi dört saatte tamamlanır. Bütün mâbetler saatlik yabancı “gün”ün getirdiği ge- içinde güneşten ilk ziya alan camidir. mızı sonu meçhul bir düstura göre ye- çim şekli de bizi fecr âleminden uzak Bakır oklu minareler, güneşi en evvel niden tanzim ettiler ve ruhlarımız için bıraktı. Başka memleketlerde fecri görmek için havalarda yükselir. onu tanınmaz bir hale getirdiler. Yeni yalnız kırdan şehre sebze ve meyve ge- Şimdi heyhat, eski “saat”le beraber “ölçü” bir zelzele gibi, zaman manza- tirenlerin ahmak gözleriyle ıstırap çe- akşam da, fecir de bitti. Birçoklarımız ralarını etrafımızda darmadağın ede- kenlerin şişkin kapaklar içinden bakan için fecir, artık gecedir ve birçokla- rek, eski “gün”ün bütün setlerini ha- kırmızı ve perişan gözleri tanır. Bu za- rımızı güneş, yeni ve acayip bir uy- rap etti ve geceyi gündüze katarak sa- vallılar için fecrin parıltıları, yeniden kunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız adeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık boyuna geçirilecek olan hayat ipinin çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara renkte bir yeni “gün” vücuda getirdi. kanlı ilmeğini aydınlatan bir ziyadır. dolanmış, kıvranırken buluyor. Artık Bu Müslüman’ın eski mesut günü de- Hâlbuki fecir saati, Müslüman için geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza ğil, sarhoşları, evsizleri, hırsızları ve rüyasız bir uykunun sonu ve yıkanma, sokulan yeni ve fena günün eşiğinde katilleri çok ve yeraltında mümkün ol- ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır. çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sü- duğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek rülerinin bizi ateş saçan gözlerle bek- sayısız olan büyük medeniyetlerin acı kokuları gibi fecrin en güzel tecellile- lediğini biliyoruz. Artık fecri yalnız ve nihayetsiz günüdür. Unutulan eski rindendir. Kubbe ve minareleri o alaca kümeslerimizdeki dargın ve mağrur saatler içinde eksikliği en ziyade has- saatte görmemiş olan gözler, taşa en horozlara bıraktık. Şimdi Müslüman retle tahattur edilen saat akşamın on ilâhî anlamı veren o muhayyirü’l-ukul evindeki saat, başka bir âlemin vakitle- ikisidir. mimariyi anlamış değillerdir. Esmer rini gösterir gibi, bizim için gece olan Artık “on iki” solgun yeşil sema altın- camiler, fecirden itibaren semavî bir saatleri gündüz ve gündüz olan saatle- da, ilk yıldıza karşı müezzinin Müs- altın ve semavî bir çini ile kaplanır ve ri gece renginde gösteriyor. lümanlara hitap ettiği, sokakların İslâm ustalarının bitmemiş eserleri o Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi lâcivert bir sisle kaplandığı, ışıkların zaman içinde kaybolmuş kimseleriz. yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasa- ların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o Müslüman Saati Ahmet Haşim’in ba- müessir ve titrek saat değildir. Akşam tılılaşmayı ele aldığı tenkîdidir. Haşim telâkkisinden koparak, gâh öğlenin yazısında alaturka saatten alafranga hararetinde ve gâh gece yarılarının ka- saate geçişte yaşanan kırılmalara vur- ranlığında mevhum bir zamanı bildi- gu yapar. Değişimleri temiz Türkçe- ren bu saat, şimdi hayatımızda renksiz siyle dile getirir. İlk bakışta sade bir ve şaşkın bir noktadır. Yeni saat, Müs- eleştiriyi andırsa da derinlemesine lüman akşamının hüzünlü ve gösteriş- okunduğunda hayatımızdan uçup gi- den birçok anlam gün yüzüne çıkıyor. “Melankolik bir akşam şairi” diye tanı- tılan Ahmet Haşim’in bu hükmü hak etmediğini, batılılaşma ve yozlaşma tarihimizi derin ve güzel bir biçimde kaleme alıp toplumun sesine kulak verdiğini görüyoruz. Şimdi biz de ona kulak verelim: Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz. 134 KONAK
“İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şa- “Yeni saat, Müslüman akşamının sahipleri dışında, gelecekten yoksun şırtan istilâların en gizlisi ve en tesir- hüzünlü ve gösterişli dakikasını da- olmalarıdır. Geleceğe el atmayan, ge- lisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi ğıttığı gibi, yirmi dört saatlik yabancı lişme, iyileşme umudu olmayan bir oldu. “Saat”ten kastımız, zamanı ölçen “gün”ün getirdiği geçim şekli de bizi yaşamın ne değeri olabilir? Aşılmaz âlet değil, fakat bizzat zamandır.” Ha- fecr âleminden uzak bıraktı. (...) Hâl- bir duvarın önünde yaşamak köpek- şim istilâ diyor alafranga saatin haya- buki fecir saati, Müslüman için rüyasız çe yaşamaktır. Doğrusunu isterseniz, tımıza girişine. Değişenin görünenin bir uykunun sonu ve yıkanma, ibadet, benim kuşağımdakiler ve bugün atöl- aksine bir alet değil zaman olduğunu neşe ve ümidin başlangıcıdır. Müslü- yelere ve fakültelere girenler köpekçe savunuyor. Zaman, bizatihi hayatımı- man yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları yaşamış ve yaşamaktadırlar. zı yöneten bir kavramdır. O halde is- gibi fecrin en güzel tecellilerindendir.” İnsanların geleceğe kapalı yaşamaları tilâ demek de yerinde bir tabirdir. En Ahmet Haşim’in burada dikkat çektiği ilk kez bugün olmuyor elbet. Ama in- gizlisi ve en tesirlisi olması ise zamanı bir başka husus ise “fecr saati” mese- sanlar eskiden konuşarak bağrışarak yönetme ve yön verme iddiasını açıkça lesidir. Eskiden bize tazelik, zindelik bu duvarı aşarlardı. Kendilerine umut beyân etmemesinden dolayıdır. veren fecr saati şimdilerde uyku ve veren başka değerleri yardıma çağırır- uyuşukluktan başka bir şey vermiyor. lardı. Bugün kimse konuşmuyor (eski “ Müslüman gününün başlangıcını şa- Kendimizi karanlıkta kaybedip aydın- söylediklerini yineleyenlerden başka), fağın parıltıları ve nihayetini akşamın lığı hepten kaçırıyoruz. çünkü dünyayı sürükleyen kör ve sağır ziyaları tayin eder. (...) Ziyada başlayıp güçler, öğütleri, haber vermeleri, yal- ziyada biten, on iki saatlik, kısa, hafif, “Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatı- varıp yakarmaları dinleyeceğe benze- yaşanması kolay bir günümüz vardı.” mıza sokulan yeni ve fena günün eşi- miyor. Şu son yıllarda gördüklerimiz Haşim zamanın alaturka halini kolay ğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset bizde bir şeyi kırdı. Bu şey, insanın buluyor. O saat ki güneşin sema üze- sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle bek- güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini rindeki hareketiyle namaz vakitlerini lediğini biliyoruz.” Yirmi dört saatlik konuştuk mu bir başkasından insanca ayarlardı. Her gün güneşin batışında zaman dilimin bizi nasıl bitap düşür- karşılık göreceğimize inandırırdı bizi. saat ayarlanır, doğuşundan batışına düğüne dikkat çekiyor Haşim. Artık Gözlerimizin önünde yalan söylediler, kadar on iki saatlik kısa zaman dilimi gün hızlı akmaktadır ve herkes dakik insanı küçülttüler, öldürdüler, sürdü- böyle kullanılırdı. olmak zorundadır. ler, işkencelere soktular. Ve hiçbir kez, bunu yapanlar, yaptıklarının kötü ol- “Yeni “ölçü” bir zelzele gibi, zaman Albert Camus, Korku Çağı duğuna inandırılamadı. Çünkü kendi- manzaralarını etrafımızda darmada- lerine güveniyorlardı. Çünkü soyut bir ğın ederek, eski “gün”ün bütün setlerini XVII. yüzyıl matematik çağı, XVIII. kafa, yani bir ideolojinin adamı başka harap etti ve geceyi gündüze katarak yüzyıl fizik çağı, XX. yüzyılımız korku bir şeye inandırılamaz. İnsanlar ara- saadeti az, meşakkati çok, uzun, bula- çağıdır. Diyeceksiniz ki korku bir bi- sında sürüp gelen uzun diyalog bitti. nık renkte bir yeni “gün” vücuda getir- lim değildir. Ama bu korkuda bilimin İnandırılamayan bir adamdan elbette di.” Saatin alaturka halinin kullanıldığı payı vardır. Çünkü kuramsal alandaki korkulur. vakitlerde gün on iki saatti, güneş bat- son gelişmeleri onu kendi kendini ya- Bu korku ile hesaplaşmak için onun tığında yapılması gerekenler bırakılır dsımaya götürdü; pratik alandaki ge- ne demek istediğini, neden kaçtığını ertesi güne devredilirdi. Şimdilerde lişmeleri ise, bütün dünyayı yok edebi- bilmek gerekir. Onun demek istediği ise gündüz yapamadıklarımız geceye, lecek duruma geldi. Üstelik korku bir de, kaçtığı da aynı şeydir: Öldürme- gece yapamadıklarımız gündüze dev- bilim sayılmasa bile, onun bir teknik nin haklı görüldüğü, insan yaşamının redilir oldu. Geceyle gündüz karıştı. olduğu su götürmez. hiçe sayıldığı bir dünya. İşte, günümü- Haliyle biz de karıştık. O dönem için şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz ki Yaşadığımız dünyada en göze çarpan günün yavaş akışına alışmış bir top- şey, çoğu insanların, her çeşit inanç lumu bu derece hızlı ve karmaşık bir döngüye alıştırmak hiç de kolay olma- Saatin alaturka halinin kullanıldığı vakitlerde mıştı. Atalarımız uzun bir süre daha gün on iki saatti, güneş battığında yapılması aydınlıkla uyanıp karanlıkla gününü gerekenler bırakılır ertesi güne devredilirdi. tamamlamaya devam etti. Bizim içinse Şimdilerde ise gündüz yapamadıklarımız söylenecekler daha vahim. İşlerimizi geceye, gece yapamadıklarımız gündüze geceye bırakır, günü hızlı yaşar, uyku- devredilir oldu. yu çokça sever olduk. EDEBİYAT 135
Çağ ve Yıkım sağlamayı ve uç noktalarda zarar ver- yeni toplumsal psikolojinin bir özeti meyi mümkün kılmıştır. XX. yüzyılın gibidir. Bir umut olmaksızın, yalnızca zün başlıca siyasal sorunu budur, öte- aslen bir savaş yüzyılı olarak geçmesi yaşayabilme ihtimali için yaşıyor (hat- ki sorunlara geçmeden önce, bunun ve özellikle XIX. yüzyıldan itibaren ta yaşayamıyor) olmak insanın hap- karşısında tutumumuzu açıklamalı- büyük gelişmeler göstermiş olan geniş solduğu kısır döngüdür, her gün bir yız. Hiçbir şeyi kurmaya başlamadan çaplı hasarlar verebilecek silahların başkasının ardına sıralanır ancak gele- önce, şu iki soru üzerinde durmalıyız: üretimi ve kullanımı hemen ardından ceğe uzanmaz. Başta yaşam değeri ol- Doğrudan doğruya ya da dolayısıyla gelen yüzyılda artmış, kitle imhası ola- mak üzere değerlerin yitimi çıkış yol- öldürülmek ya da işkence görmek ister rak adlandırılabilecek boyutlara var- larını kapatır, kırılamayan döngünün misiniz, istemez misiniz? Doğrudan mıştı. Yine XX. yüzyılın içine aldığı devamlılığında karar kılar. Ertesi günü doğruya ya da dolayısıyla başkasını öl- savaşlar kapsamında büyük çaplı sivil görebilmek için, yaşayabiliyor olduğu dürmek ya da işkenceye sokmak ister ölümlerine şahit oluruz. Savaşın ge- için yaşamak, baskı altında süregelen misiniz, istemez misiniz? Bu sorulara tirdiği yıkımın bilimle desteklenmesi, yahut savaş gölgesi altında var olmaya hayır diyenlerin hepsi, ister istemez, amacı ‘gelişim’ olan bilimin bir korku devam eden hayatların bir yönü olarak davranışlarını değiştirecek bir sürü eşiği haline gelmesine sebep olmuştur. görülebilir. “Dünyayı sürükleyen kör sonuçlara sürükleneceklerdir. Ben, bu ve sağır güçler”, yine savaş ve yıkım sonuçlardan birkaçı üzerinde durmak “İnsanların geleceğe kapalı yaşamala- zamanlarının, bitmez tükenmez çekiş- istiyorum. Bu arada iyi niyetli okuyu- rı ilk kez bugün olmuyor elbet. Ama melerin izlerini taşır. cum, kendi kendine aynı şeyi sorsun insanlar eskiden konuşarak bağrışa- ve karşılığını versin. rak bu duvarı aşarlardı. Kendilerine “Şu son yıllarda gördüklerimiz bizde bir umut veren başka değerleri yardıma şeyi kırdı. Bu şey, insanın güvenidir; o Camus yaşadığı çağı, bir bilim gibi et- çağırırlardı. Bugün kimse konuşmu- güven ki, insanlığın dilini konuştuk mu kili korkuya adamayı uygun görmüş. yor (eski söylediklerini yineleyenlerden bir başkasından insanca karşılık görece- Bilim olmayışını kabullenişiyle devam başka), çünkü dünyayı sürükleyen kör ğimize inandırırdı bizi.” İnsanlığın bi- ediyor yazı: “Ama bu korkuda bilimin ve sağır güçler, öğütleri, haber verme- tim noktası, insanca karşılıkların sonu; payı var. Çünkü kuramsal alandaki leri, yalvarıp yakarmaları dinleyeceğe insanlığa olan inancının sönüşü. Belki son gelişmeleri onu kendi kendini yad- benzemiyor.” Zamanın korku çağına de Camus’nün “Yabancı”laşması, bu sımaya götürdü; pratik alandaki geliş- dönüşüyle birlikte, öncesinde hasar kırılmanın kaçınılmaz bir sonucuydu. meleri ise, bütün dünyayı yok edebile- almaya başlamış insan ilişkilerinin “…kaçtığı da aynı şeydir: Öldürmenin cek duruma geldi.” kopma noktasına gelmesinden bahse- haklı görüldüğü, insan yaşamının hiçe Bilim, birbirine kutuplarda zıt düşen diyor Camus -ki bu ayrışma günümü- sayıldığı bir dünya. İşte, günümüzün iki yönüyle geniş bir alanı kapsar. İyi ze kadar da süregelmiştir-. “Geleceğe başlıca siyasal sorunu budur…” ve kötü kutupları, uç noktalarda fayda kapalı yaşam”lar, oluşmaya başlayan Michel De Montaigne, İnsanın Durumu Benim işim gücüm kendimi incelemek: Yapacak başka işim de yok zaten. Ba- kıyorum da öyle çürük taraflarım var ki söylemeye zor varıyor dilim. Sağlam oturaklı neyim var? Her an sendeleyip düşebilirim. Gözlerim bir şöyle görü- yor, bir böyle. Açken başka adamım sanki, yemekten sonra başka. Keyfim yerindeyse, hava da güzelse kötü kişi değilim: Ama bir nasır canımı yakmaya görsün, asık suratlı, aksi, yanına yakla- şılmaz bir adam olurum. Aynı atın yü- rüyüşü bir rahat gelir bana, bir rahatsız; aynı yolu bir uzun bulurum, bir kısa; aynı biçim bir hoşuma gider, bir zıddı- ma. Bir gün her işe yatkınım, bir başka 136 KONAK
gün hiçbir şey gelmez elimden. Bugün Ama bol para verin, davanıza bir tu- temişim acaba derim; değiştiririm çok sevindiğim şeye yarın üzülebilirim. tulsun, o zaman nasıl aklı da, bilgisi de kez ve yitirdiğim ilk anlamın yerine İçimde durmadan değişen, ele avuca sizden yana olur, hem de ne coşkun- ondan değersiz bir yenisini koyduğum sığmayan bir sürü duygu. Kara kara lukla. Kafasında birdenbire doğrunun olur. Aynı yolda bir gider bir gelirim: düşünceler, derken bir öfke; ağlamak- şimşeği akmış, yepyeni istesin: Bakın Düşüncem her zaman ileri götürmüyor lı bir haldeyken, birdenbire taşkın bir bir ışıkla aydınlanmış, davanıza ger- beni; bir o yana, bir bu yana yalpalıyor, sevinç. Kitapları karıştırırken bakarım, çekten inanmış, bağlanmıştır. Öyleleri gelişigüzel. “ dün içinde türlü güzellikler bulduğum, vardır ki, dostları arasında serbestçe oldukça coştuğum bir yer bugün bir şey düşünürken kıllarını kıpırdatmayan “ Ama bol para verin, davanıza bir tu- demez olmuş bana: Eviririm, çeviririm, bir düşünce uğruna, mahkemede, tulsun, sizi kazandırmak o zaman nasıl orasını burasını okurum, nafile: O say- yargıcın sertliğine içerleyerek, inada aklı da, bilgisi de sizden yana olur, hem falar boşalmış, yabancılaşmıştır artık kapılarak, ya da şöhretlerini yitirmek de ne coşkunlukla.” Burada insanların, benim için. korkusuyla ateş alev kesilirler. çıkarcı ve işlerine geldikleri gibi dav- Kendi yazılarımda bile her zaman, ilk randıklarını ifade eder Montaigne. İn- duyduğum düşündüğüm şeyleri bu- Montaigne ruh halinin gitmeli gelme- sanların para, onu, şöhret, inat uğruna lamam. Burada ne demek istemişim li halini anlatır bu yazısında. “Benim ruh hallerini ve fikirlerini değiştirdik- acaba derim; değiştiririm çok kez ve işim gücüm kendimi incelemek: Ya- lerinden bahseder. yitirdiğim ilk anlamın yerine ondan pacak başka işim de yok zaten.” der değersiz bir yenisini koyduğum olur. ve kendine olan eğilimini dillendi- Emil Michel Cioran, Zamanın Aynı yolda bir gider bir gelirim: Dü- rir. Montaigne, Denemeler kitabının Parçalarının Birbirinden şüncem her zaman ileri götürmüyor “Okuyucuya” bölümünde “ Okuyucu, Ayrılması beni; bir o yana, bir bu yana yalpalıyor, bu kitapta yalan dolan yok. Sana baş- gelişigüzel: tan söyleyeyim ki, ben burada yakın- Anlar birbirini izler: Bir kapsamları ol- larım ve kendim dışında hiç bir amaç duğu yanılsamasına, ya da bir anlamla- “ Velut minuta magno gütmedim. (...) Kendimi herkese be- rı olduğu hayaline kapılmak için hiçbir Deprensa navis in mari vesaniente vento” ğendirmek niyetinde olsaydım, özenir, sebep yoktur; cereyan ederler; seyirleri bezenir, en gösterişli halimle ortaya bizim seyrimiz değildir; sersem bir al- “ Hafif bir tekne gibi çıkardım. Kitabımda sade, doğal ve gıya hapsolmuş bir şekilde akışını sey- Azgın fırtınanın denizde bastırdığı” her günkü halimle, özentisiz bezentisiz re dalarız onların. Zaman boşluğunun Catullus görünmek isterim, çünkü ben kendimi önünde yürek boşluğu: Karşı karşıya, Çok kez başıma gelmiştir: Oyun olsun olduğum gibi anlatıyorum. Burada ku- birbirlerine yokluklarını yansıtan iki diye kendi düşüncemin tam tersini surlarım, nasıl bir adam olduğum, ede- ayna, aynı hiçlik görüntüsü... Hayalpe- savunayım derken kafam o tarafa öy- bin, terbiyenin izin verdiği ölçüde, açık rest bir budalalığın etkisi altındaymış lesine kendini vermiş, bağlanmıştır ki, olarak görülecektir.” diyerek kitabı gibi, her şey aynı seviyeye gelir: Artık kendi düşüncemi yersiz bulmaya baş- yazma amacını ve kitapta kendini do- doruklar da yoktur, uçurumlar da... Ya- layıp bırakmışımdır. Eğildiğim yere ğal haliyle gösterdiğini açıklar yazar. lanlardaki şiir, bir muammanın dürtü- sürükleniveriyorum: Ağırlığım beni sü artık nerede keşfedilir? ondan yana düşürüyormuş gibi. Ruh halinin günler arasında değiştiği- Kendi içine bakan herkes de bunla- ni hatta bir anının diğer anını tutmadı- Sıkıntıyı hiç bilmeyen kişi, çağların rı söyleyebilir, aşağı yukarı. Kürsüde ğını söylüyor yazar. Aynı durum üze- doğuşundan önceki dünyanın ço- konuşanlar bilir: Konuşurken duy- rinde bile duygulanımının değiştiğini cukluğunda bulunmaktadır hala; ahı dukları heyecan onları inanmadıkları söylüyor. “Kendi yazılarımda bile her gitmiş vahı kalmış, kendi boyutlarına şeye inandırır. Soğukkanlı, sakin za- zaman, ilk duyduğum düşündüğüm aldırmayan o yorgun zamana, kendi manımızda hiç de bağlı olmadığımız şeyleri bulamam. Burada ne demek is- geleceğinin eşiğindeyken aniden bir ya- bir düşünceyi öfkeli anlarımızda nasıl dsıma lirizmi mertebesine çıkartılmış benimser, ne candan, ne taşkınca sa- maddeyi de beraberinde sürükleyerek vunuruz. Bir avukata davanızı anlatın çöken zamana kapalı kalır. Sıkıntı, ken- yalnızca, size ikircikli, kararsız laflar eder: Bakarsanız bu adam sizin hak- Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın kınızı da savunabilir, karşı tarafın da. içimizdeki yankısıdır... Boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen -ya da icat eden- o sayıklamanın kurumasıdır. EDEBİYAT 137
Parçaların Ayrılması ve İnsan ma içinde yaratılır ve sıkıntı içinde da- İki aynanın karşı karşıya gelişi gibi za- ğılır. Belirgin bir dertten mustarip olan man ve yürek boşluğunu karşı karşıya di kendine yarılan zamanın içimizdeki kişinin şikâyet etmeye hakkı yoktur: getiriyor ve insanı, iki sonsuza uzanan yankısıdır... Boşluğun açığa çıkmasıdır, Onun bir meşgalesi vardır. Ağır has- boşluk arasında başıboş, bir başına bı- hayatı destekleyen -ya da icat eden- o talar hiç sıkılmazlar: Hastalık içlerini rakıveriyor. Sıkıntının getirdiği, boş- sayıklamanın kurumasıdır. doldurur, tıpkı büyük suçluları vicdan lukta ve ortada kalmışlık hissi yazının Değer yaratan insan, tam anlamıyla azabının beslemesi gibi. Zira her yoğun girişinde bu şekilde karşılıyor bizi. sayıklayan varlıktır; bir şeyin var ol- acı doluluk benzeri bir durum yaratır “Belirgin bir dertten mustarip olan duğu inancından mustariptir, oysa ne- ve bilince, içinden çıkamayacağı kor- kişinin şikâyet etmeye hakkı yoktur: fesini tutması kâfidir. Her şey durur. kunç bir gerçeklik sunar; oysa sıkıntı Onun bir meşgalesi vardır. Ağır has- Heyecanlarını askıya alsa, artık hiçbir denen o zaman matemindeki madde- talar hiç sıkılmazlar: Hastalık içlerini şey titremez olur. Kaprislerini ortadan siz acı, bilincin karşısına, onu kazançlı doldurur, tıpkı büyük suçluları vicdan kaldırsa, her şey soluklaşır. Gerçeklik; bir girişime zorlayan hiçbir şey çıka- azabının beslemesi gibi.” aşırılıklarımızın, ölçüsüzlüklerimizin maz. Yeri belirlenemeyen ve hiç sarih ve dengesizliklerimizin bir eseridir. olmayan, iz bırakmadan vücudun üs- Cioran dert sahibi olmanın, sıkıntı ve Çarpıntılarımızı frenleyebildiğimizde, tüne çöken, ruha işaret vermeden sızan boşluk içinde olmaya yeğleneceğini dünyanın akışı yavaşlar. Ateşliliğimiz bir dert nasıl iyileştirilir? Bu dert, atlat- söylüyor. Hiçbir şey hissetmemek- olmasa, mekân buz tutar. Zaman bile, tığımız, fakat imkânlarımızı, dikkat tense acıyı hissetmek, hiçbir yerde birazcık zihin açıklığıyla çırılçıplak rezervlerimizi kurutan; bizi, boğucu sı- bulunamıyor olmaktansa cehennem- ortaya çıkacak o dekoratif evreni do- kıntılarımızın yok olması ve ıstırapları- de olmak, tercihidir. Nitekim yazının ğurduğu için arzularımız, akmaktadır. mızın uçup gitmesinin ardından gelen devamında “… çürüyen evren manza- Birazcık açık görüşlülük, en baştaki boşluğu doldurmaktan aciz bırakan bir rasının dışında hiçbir şeyin göze bat- durumumuza indirger bizi: Çıplaklık. hastalığa benzer. Zaman içindeki bu madığı o boş ve bitkin çöküntü halinin Azıcık istihza, kendimizi aldatmamıza yurtsuzlaşmanın yanında, bakışlarımız yanında, cehennem bile bir sığınaktır.” ve yanılsamayı hayal etmemize imkân altında çürüyen evren manzarasının diye belirttiği hal de bu haldir. Benzer veren o gülünç görünüşlü ümitlerden dışında hiçbir şeyin göze batmadığı o bir ibareyi Aylak Adam’da da bulmak arındırır: Aksi yönde her yol hayatın boş ve bitkin çöküntü halinin yanında, mümkündür:“Bu kadar rahatlık beni dışına götürür. Can sıkıntısı bu güzer- cehennem bile bir sığınaktır. Artık ha- korkutuyor. Hiç olmazsa birkaç gün gâhın başlangıcıdır sadece... Zamanın tırlamadığımız ve etkileriyle ömrümü- sürecek bir hastalığa tutulsam!” fazla uzun olduğunu hissettirir bize ze tecavüz eden bir hastalığa karşı han- - bir erek gösterme yeteneğine sahip gi tedavi yolunu kullanmalı? Varoluşa Yine aynı kısımda sıkıntı halini “yeri değildir. Her nesneden kopmuş olan, nasıl bir çare bulmalı, o sonu olmayan belirlenemeyen ve hiç sarih olmayan, dışarıdan özümleyecek hiçbir şeyi de iyileşmeyi nasıl nihayetine erdirmeli? iz bırakmadan vücudun üstüne çöken, olmayan bizler ağır ağır kendimizi Ve doğumun etkisini üzerimizden na- ruha işaret vermeden sızan bir dert” imha ederiz, çünkü gelecek bize bir sıl atmalı? Sıkıntı, o devasız nekahet... olarak tanımlıyor ve sıkıntı imajında oluş nedeni sunmaktan çıkmıştır. oluşturduğu ortada kalmışlık, tam bir Sıkıntı bize, zamanın aşımı değil de yı- Deneme zamanın karşısındaki edilgen- çaresizlik hatta nedensizlik halini pe- kımı olan bir ebediyeti ifşa eder; batıl liğimizin bahsiyle başlıyor. Cioran’in kiştiriyor. Sıkıntı; kaynağı belirsiz bir inanç noksanlığından çürümüş ruhla- sıkıntı betimlemesi ise yine bu parag- dert, dolayısıyla kaynağı bulunamadı- rın sonsuzudur o: Kendi düşüşlerinin raftan başlayarak ilerliyor:“Zaman boş- ğından bir uğraş haline gelemeyen, çö- peşinde olan şeylerin kendi etrafların- luğunun önünde yürek boşluğu: Karşı zümü olmayan, çözümlenemeyen yani da dönmelerine hiçbir şeyin engel ol- karşıya, birbirlerine yokluklarını yansı- dert tasvirinin aksi yönünde tam bir madığı düz bir mutlak. Hayat sayıkla- tan iki ayna, aynı hiçlik görüntüsü ...” uğraşsızlık, dertsizlik durumu olarak karşımıza çıkıyor. Yine bu tezadı bün- yesinde barındırmasından mütevellit “ Varoluşa nasıl bir çare bulmalı, o sonu olmayan iyileşmeyi nasıl nihayetine erdirmeli? Ve doğumun etkisini üzerimizden nasıl atmalı? Sıkıntı, o devasız nekahet... 138 KONAK
Kişiliğin tadı şiir dünyasını bir tuttu ki da: Halk deyimlerinde yerleşmiş, bir- bugün, bir şiiri bir şair yazarsa güzel oluyor birine bağlanmış kelimeler arasında da aynı şiiri bir başkası yazınca olmuyor. yeni bir yük, yeni bir bağıntı kurmak söz konusu olamaz. Nasıl olsun ki, bu Derman arardım derdime, derdim bana lektüel niteliğini taşıyacak yeti yoktur. kelimeler zaten kıpırdamaz bir şekilde derman imiş” mısrasına benzer şekilde Halk deyimlerinin havası şiirin kanat birbirlerine bağlanmışlar, alacakları Cioran de yazıyı şu şekilde bitiriyor:“Sı- çırpmasına imkân vermeyecek kadar yükleri zaten önceden almışlardır. Or- kıntı, o devasız nekahet …” Bu bitimde dar bir havadır. han Veli kuşağı şairleri yenilikten son- aynı zamanda yanlış algılarımızın varlı- Bir halk deyimi içindeki kelimeler o ra daha çok dilin görünür imkânlarını ğına karşın sıkıntıyı bir uyandırıcı ola- deyimdeki anlam dizisinde kaynaş- denediler. Bu arada Oktay Rifat, Bedri rak görmesinin etkisi vardır. mışlardır. O kelimelerden o deyim- Rahmi Eyüboğlu gibi bir kısım şairler lerdekinden ayrı işlemler, ayrı güçler de, geniş ölçüde, belki en görünür im- “Sıkıntı bize, zamanın aşımı değil de aramayın artık. Çünkü donmuşlardır. kânlar olan halk deyimlerine, folklor yıkımı olan bir ebediyeti ifşa eder; batıl Tek yönlüdürler. İşlemleri, güçleri, temlerine yöneldiler. İyi olmadı bu inanç noksanlığından çürümüş ruhla- bir bakıma uyandıracakları çağrışım- onlar için. Köşelere takılıp kaldılar. rın sonsuzudur o: Kendi düşüşlerinin lar bellidir. Ne olsa değişmeyecektir. Oktay Rifat ‘sanat endüstrisi’ pazarla- peşinde olan şeylerin kendi etrafla- Bu kelimelerin meydana getireceği rına bol sayıda çürük mal sürmek zo- rında dönmelerine hiçbir şeyin engel şiirlerle, mısralardan meydana gelen runda kaldı. Bedri Rahmi’ye gelince, o olmadığı düz bir mutlak. Hayat sayık- şiirler arasında pek büyük bir ayrılık onu da yapamadı, iki üç kalın, iki üç lama içinde yaratılır ve sıkıntı içinde göremiyorum. Çünkü ikisinde de şa- sarı kırmızı çizgi çekti, durdu. Oysa bu dağılır.” Yazının başında da belirttiği irin işi kelimelerle değil, kelime blok- şairler başka alanlara yönelmesini bil- üzere Cioran, zamanı bir yanılsama, larıyla oluyor. Oysa Braque’min resim selerdi şiire daha faydalı, daha verimli edilgenliğimizi aşamayacağımız bir üstüne söylediklerini şiire uygulamak- olacak kişilerdi. nokta olarak görmektedir. Sıkıntı ise ta bir sakınca görmeyerek diyorum ki: Folklordan kaçınmaya önemli bir se- bu yanılsamadan aranabilmemizi sağ- Şiirde asıl olan ‘hikâye etmek’ değil, bep daha var: Kişilik. Bakın dikkat layan, zamanı yıkan, parçalayan bir kelimeler arasında kurulacak ‘şiirsel ederseniz şiirde kişiliğe bugün eskisin- haldir. Saydığı diğer tüm ‘yanılsama- yük’tür; Braque’m lafıyla anekdotik den daha çok önem veriyoruz. Sanırım larımız’la beraber zaman gibi bir illüz- değil, poetik. Çıkış noktamızı buradan gelecekte bu daha da çok olacak. Çok yonu da harap edebilen bir nevi deva alırsak, dosdoğru, folklorun şiir için güzel de olsa iki şiirin yazanı şair kıl- olan sıkıntı, aynı zamanda kaynağının kaçınılması gereken bir tehlike olduğu maya yetmemesi, şairi belli olmayan bulunamayışı, çaresinin olmayışıyla sonucuna varabiliriz. İşin nedeni şura- şiirlerin estetiğe konu olamaması bu bir devasızlık oluşturuyor. Tıpkı “ca- fikrimi doğruluyor. Kişiliğin tadı şiir hillik mutluluktur” gibi, yanılsama- Folklor Şiire Düşman dünyasını bir tuttu ki bugün, bir şiiri lardan uyandıran bilginin mutsuzluk ve dertle gelişine bir kez daha şahit oluyoruz böylece. Cemal Süreya, Folklor Şiire Düşman Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı. François Villon’dan, André Breton’a, Henri Michaux’ya bir çizgi çekelim, bu işin nasıl bir evrim sonucu doğduğu- nu göreceğiz. Çağdaş şairler kelimeleri bile sarsıyorlar, yerlerinden, anlam- larından uğratıyorlar. Bu böyleyken, bizde hâlâ folklora, halk deyimlerine şiirlerinde fazlasıyla yer veren şairlerin kısır bir yolda oldukları sanısındayım. Çünkü folklorda şiirin bugünkü ente- EDEBİYAT 139
şelerin karşısında öbür kutbu meydana getiren bu durum şiirimizde bir evrim- di. Her evrim gibi haklı ve zorunlu. Seçim ve İnsan mıyorum. Hem Max Jacob’un kapris- Cemal Süreya bu yazısına “ Çağdaş şiir lerini, hem Jules Supervielle’in incelikli geldi kelimeye dayandı” diye başlar. bir şair yazarsa güzel oluyor da aynı şi- mısralarını bir arada barındıracak folk- Çağdaş şairlerin kelimenin anlamları- iri bir başkası yazınca olmuyor. Mesela lorun alnını karışlarım ben. nı değiştirebilmesini yerinde buluyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca kişilik sahibi bir Bir takım şairlerin ise şiirlerinde halk şairdir, “Kızılırmak Kıyıları”nı kendi Şiirde de azalan verimler kanunu var. deyimleri ve folklora yer vermesini havasından kendi kişiliğinden geçire- Dil bir açıdan işlendikçe o alanda elde eleştiriyor Süreya. Halk deyimleri ve rek yazmıştır. edilen verimler bir noktadan sonra folkloru kalıp kabul edip şiiri zengin- O şiirdeki açı kendi açısıdır, eşyayı ve azalmaya başlıyor. Bu, bir bunalıma yol leştiremeyeceğini söylüyor. Halk de- yaşamayı kavrayış kendi kavrayışı. açıyor. Bunalımlar da yeni şiir alanları, yimlerinin donduğunu ve yerinden “Kızılırmak Kıyıları”nın bir soyutlan- yeni açılar bulunmasıyla sona erer hep. oynatılamayacağını savunuyor. “ Bir mış güzelliği vardır, bir de asıl önem- Şiirimizde şimdi yeni bir eğilim başladı. halk deyimi içindeki kelimeler o deyim- lisi salt Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya ait Bir iki yıldır dilin daha iç, daha derin deki anlam dizisinde kaynaşmışlardır. olmasından dolayı kazandığı güzellik. imkânlarıyla baş başayız. Genç şairler O kelimelerden o deyimlerdekinden ayrı (Hatta ben yalnız ikincisi var diyorum yalnız folklor gibi kesin klişelere değil, işlemler, ayrı güçler aramayın artık. ya neyse!) İkisi birbirini tamamlıyor, daha hafif kalıplara bile sırtlarını çe- Çünkü donmuşlardır” Süreya, Kübiz- ikincisini aynı zamanda Fazıl Hüsnü virdiler. İlhan Berk’te, Turgut Uyar’da, min kurucularından Fransız ressam ve Dağlarca değil de bir başka şair yaz- Edip Cansever’de, bunun ilk güzel ör- heykeltıraş Georges Braque’ın (1882- saydı ne olurdu? Şu olurdu herhal: Şiir neklerini gördük. Kelimeler bizde de 1963) resim üstüne söylediklerini şiire güzel olmazdı, ya da hiç değilse o kadar yontuluyor artık. Kelimeler bizde de uygular. “ Şiirde asıl olan ‘hikâye etmek’ güzel olmazdı. Kendinden çok, şiir yi- yerlerinden yan yarıya koparılıyor, değil, kelimeler arasında kurulacak ‘şi- tirirdi. Diyeceğim, kişilik bugün şiirde anlamlarından ufak tefek saptırılıyor, irsel yük’tür; Braque’m lafıyla anekdo- bunca önemli bir yer tutuyor. Folklor- yeni yükler yükleniyor kelimelere. Böy- tik değil, poetik.” sözünü çıkış noktası daysa daha çok anonim kalıplar var. Bu lece bir kavramın değişik görüntü ya da kabul ederek yazısını iki başlık üzerine kalıplar kişilik kazanmaya hiç uygun izlenimleri elde edilerek yeni imajlara, şekillendirir. Bunlar “ anlamsal kalıp- değil. Karacaoğlan’a, Emrah’a, şuna kavramın değişik görüntü ya da izle- laşma” ve “ kişiliksizlik”. buna büyük şair diyenlerin kulakları nimleri elde edilerek yeni imajlara, yeni çınlasın, kişiliksiz de büyük şair oluna- mısralara varılmak isteniyor. Genç şa- Cemal Süreya anlamsal kalıplaşmayı “ cağına iman getirmişler demek. Folklor irler hep bunu istiyoruz. Folklor ve kli- Halk deyimlerinde yerleşmiş, birbirine ve halk deyimleri ancak bir şairi taşıya- bağlanmış kelimeler arasında yeni bir bilir, fazlasına dayanacak gücü yoktur. yük, yeni bir bağıntı kurmak söz konu- O şair de bugün Oktay Rifat. Ona bile su olamaz. Nasıl olsun ki, bu kelimeler halk deyimlerinin neler ettiğini biliyo- zaten kıpırdamaz bir şekilde birbirleri- ruz. Bu böyleyken beş altı güçlü şairin ne bağlanmışlar, alacakları yükleri za- hep birden folklora yanaştığını düşü- ten önceden almışlardır.” şeklinde ifade nün, bu derinsizlik, sığ alanda bizi al- eder. Kişiliksizlik meselesinde ise “ Çok lak bullak edecek derecede kişiliklerini güzel de olsa iki şiirin yazanı şair kılma- birbirinden ayırt etmek imkânlarını ya yetmemesi, şairi belli olmayan şiirle- bulabilecekler midir acaba? Hiç san- rin estetiğe konu olamaması bu fikrimi Divan edebiyatında da bol miktarda kalıplaşmış sözlere ve imgelere yer verilmesine rağmen onlar kelimeleri ustaca kullanıp kendilerine özgü bir üslûp oluşturabilmişlerdir. 140 KONAK
doğruluyor. Kişiliğin tadı şiir dünyasını Sıkıntı ve İnsan “ Şiirimizde şimdi yeni bir eğilim baş- bir tuttu ki bugün, bir şiiri bir şair yazar- ladı. Bir iki yıldır dilin daha iç, daha sa güzel oluyor da aynı şiiri bir başkası maktadır. Burada şu hususu da atlama- derin imkânlarıyla baş başayız. Genç yazınca olmuyor.” diyor. Süreya’nın bu mak gerekir, halk deyimleri ve folkloru şairler yalnız folklor gibi kesin klişelere fikrine karşın şunu söyleyebiliriz. Bir bir tutmak halk deyimlerine tümüyle değil, daha hafif kalıplara bile sırtla- şiiri biricik yapan o şairin üslûbudur ve haksızlıktır. rını çevirdiler. İlhan Berk’te, Turgut sırf tanınmıyor ve yazarı belli değil diye Uyar’da, Edip Cansever’de, bunun ilk güzel bir şiiri saf dışı bırakmak tümüy- “ Folklor ve halk deyimleri ancak bir şa- güzel örneklerini gördük. Kelimeler biz- le haksızlık olur. “Mesela Fazıl Hüsnü iri taşıyabilir, fazlasına dayanacak gücü de de yontuluyor artık. Kelimeler bizde Dağlarca kişilik sahibi bir şairdir, “Kı- yoktur. O şair de bugün Oktay Rifat. de yerlerinden yan yarıya koparılıyor, zılırmak Kıyıları”nı kendi havasından Ona bile halk deyimlerinin neler ettiği- anlamlarından ufak tefek saptırılıyor, kendi kişiliğinden geçirerek yazmıştır.” ni biliyoruz. Bu böyleyken beş altı güçlü yeni yükler yükleniyor kelimelere. Böy- Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirini örnek- şairin hep birden folklora yanaştığını lece bir kavramın değişik görüntü ya da leyerek anlatmaya çalışıyor. Süreya ‘ya düşünün, bu derinsizlik, sığ alanda bizi izlenimleri elde edilerek yeni imajlara, göre aynı şiiri bir başkası yazsaydı güzel allak bullak edecek derecede kişiliklerini kavramın değişik görüntü ya da izle- bulunmayacak, önemsenmeyecekti. birbirinden ayırt etmek imkânlarını bu- nimleri elde edilerek yeni imajlara, yeni labilecekler midir acaba? Hiç sanmıyo- mısralara varılmak isteniyor.” diyerek Süreya, “Karacaoğlan’a, Emrah’a, şuna rum.” Burada bütün şairlerin aynı alana yeni eğilimi ve genç şairleri övüyor. “ buna büyük şair diyenlerin kulakları yönelmesini derinsizlik olarak adlandı- Her evrim gibi haklı ve zorunlu.” Bu çınlasın, kişiliksiz de büyük şair oluna- rıyor Süreya. Onların kendilerine özgü değişimin doğal bir süreç içinde geliş- cağına iman getirmişler demek.” söz- eserler ortaya koyamayacağını ve tekra- tiğini ve gelişmekle de iyi olduğunu be- leriyle dile getirdiği iddialarına karşın ra düşeceklerini söylüyor, Oktay Rifat’ lirterek yazısına son vermiştir Süreyya. ileride başta “Yunus ki Sütdişleriyle tan başka şair kabul etmiyor bu alanda. Türkçenin” (Şubat 1969) başlıklı şi- Onu kabul etmiş diyebilir miyiz orası irini ve daha nice Halk şiirini ve Halk size kalmış. şairlerini örnek alıp, yücelttiği şiirler yazacaktır. Bazı kelimelerden yola çı- kıp şu şiir Emrah’ın, bu şiir Yunus’un diyebiliyorsak bu şairlere kişiliksiz de- mek haksızlık olur. Divan edebiyatında da bol miktarda kalıplaşmış sözlere ve imgelere yer verilmesine rağmen onlar kelimeleri ustaca kullanıp kendilerine özgü bir üslûp oluşturabilmişlerdir. Cemal Süreya kendi içinde de çelişkiler yaşamaktadır. Aslında tamamıyla halk deyimi ve folklora karşı çıkmamakta- dır. Tamamıyla onlara kapılıp kelime- lerin derinliklerini unutmaya karşı çık- KAYNAKÇA 1. CAMUS, Albert, Denemeler ve Bir Al- Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Türkçenin” Adlı Şiiri Üzerine Bir İn- man Dosta Mektuplar. Çev. ,Sabahat- Enstitüsü Dergisi, Cilt 14, Sayı 2, 2005, celeme, Dicle Üniversitesi Sosyal Bi- tin Eyuboğlu ve Vedat Günyol. İstan- s.353-368 limler Enstitüsü Dergisi, Nisan 2014 bul: Say Yayınları:1998 5. HAŞİM, Ahmet, Müslüman Saati, 8. MONTAİGNE, Michel De, İnsanın Dergâh Edebiyat Sanat Kültür Dergisi, Durumu, Denemeler, Çev. Sabahattin 2. CİORAN, Emil Michel, Çürümenin Cilt I, Sayı 4, Haziran 1990 Eyuboğlu, Cem Yayınları Kitabı. Çev., Haldun Bayrı. İstanbul: 6. SÜREYA, Cemal, Folklor Şiire Düş- 9. CANPOLAT, Müge, Türkiye’de Dene- Metis Yayınları:2013 man, A Dergisi, Ekim 1956 me ve Eleştirinin Gelişiminde Orhan 7. ZARİÇ, Mahfuz, Cemal Süreya’nın “ Burian’ın Yeri, Bilkent Üniversitesi 3. ATILGAN, Yusuf, Aylak Adam, İstan- Folklor Şiire Düşman” Başlıklı Dene- Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, bul, Yapı Kredi Yayınları, 2016 mesi Işığında “ Yunus ki Sütdişleriyle Ankara, Eylül 2003 4. MENGİ, Nesrin, Bir Edebi Tür Olarak Deneme ve Türk Edebiyatındaki Yeri, EDEBİYAT 141
Edebiyat Söyleşileri Lügaz çalışma grubu olarak ‘’Fuzûli’’ başlıklı söyleşi- mize Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölü- Fuzûli münden Doç. Dr. Ayşe Yıldız’ı davet ettik. “Türk dünyası başta olmak üzere Arap ve Fars dün- Değerlendiren yasında da eserleri en çok okunan ve divanları en çok Esma Sayın istinsah edilen şair olan Fuzuli’nin hayatı hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Eserlerindeki mekân Gazi Üniversitesi tasvirlerinden ve tezkirelerden yola çıkarak Bağdat Tıp Fakültesi civarında yaşadığını ve asıl adının Mehmet bin Sü- leyman olduğunu biliyoruz. Çok iyi bir eğitim aldı- Verdiği eserlerden de ğını ise Türkçe divanının mukaddimesinde yazdığı anlaşıldığı üzere dini ve ‘İlimsiz şiir temelsiz duvara benzer.’ sözüyle bir şairin pozitif ilimlere oldukça mutlaka ilim öğrenmesi gerektiğini vurgulamasından hâkim; Arap, Fars ve Türk anlamak mümkündür. Verdiği eserlerden de anla- dillerinde ve edebiyatlarında şıldığı üzere dini ve pozitif ilimlere oldukça hâkim; her üç dilde de üst düzeyde Arap, Fars ve Türk dillerinde ve edebiyatlarında her eserler verecek kadar yetkin üç dilde de üst düzeyde eserler verecek kadar yetkin bir sanatçıdır.” şeklinde Fuzuli’nin hayatı ve eğitimi bir sanatçıdır. hakkında bilgiler ile başlayan söyleşimiz Fuzuli’nin sanat anlayışı üzerine devam etti: 142 KONAK İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderdir.” sözünü din- leyicilere hatırlatan Yıldız, yaşadığı coğrafyanın şair üzerindeki etkilerini şöyle dile getirdi: “Fuzuli’nin ya- şadığı coğrafya olan Kerbela bölgesi bugün olduğu gibi o dönemde de çeşitli dini ve mezhepsel çatışmaların yaşandığı bir bölge olarak Fuzuli’nin şiirlerini oldukça etkilemiştir. Fuzuli’nin aşk ve şiir anlayışı söz konusu olduğunda daha çok gam, keder, üzüntü, ızdırap ama bütün bunlardan memnun bir ruh hali ile karşılaşılır. Nitekim coğrafyanın etkisini Fuzuli’nin kendi şiiri hakkında sarf ettiği ‘O inci veya cevher gibi değil, Ker- bela toprağı gibidir.’ sözünden anlamak mümkündür.” Yıldız, Fuzuli’nin ünlü eseri Şikâyetname’nin yazılış sebebini açıklayarak sözlerini sürdürdü: “Fuzuli her ne kadar kendi coğrafyasıyla barışık bir şair olsa da döne- min her şairi gibi hükümdarın himayesine girmek ve İstanbul’da yaşamak istemiştir. Fakat gerek Bağdat’ın merkeze uzak oluşu gerekse Fuzuli’nin Şia’ya yakın söylemleriyle bilinen Safevi Devletinin tebaasından olması gibi siyasi ve mezhepsel çatışmalar yüzünden bu isteği gerçekleşmemiştir. Bu sebepler dolayısıyla Köprülü, Fuzuli’yi devrinde değeri anlaşılamayan şair- lerden biri olarak sayar. Şikâyetname ise Fuzuli’nin Os- manlı’nın Bağdat seferi sonrasında Kanuni’ye sunduğu kasideler karşılığında hükümdar tarafından kendisine bağlanan maaşı almakta zorlanması üzerine kaleme alınmıştır ve odak noktası maaş değil hükümdarın hi- mayesinde daha iyi eserler verebilme isteğidir.” Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun kadar ünlü bir diğer ese- rinin Su Kasidesi olduğunu belirten Yıldız “Esasen bir naat yani peygamber övgüsü olan bu eser su redifi
dolayısıyla bu isimle anılır. Redif, şiirin tasını kadeh haline getirip şarap içtiği vap verdi: ‘’Klasikler dönüşebilen ve her ses ve anlam merkezi olması açısından bilinir ve bu motifler eserde doğrudan döneme söyleyeceği şeyler olan eserler- şiiri anlamakta özel bir öneme sahiptir. yer alarak eserin II. Bayezid ile Şah İs- dir. Fuzuli ise bu edebiyatın klasiğidir Zira kâinatın ve insanın varlık sebebi mail üzerine olduğu tezini zayıflatır. ve elbette bugüne dair söyleyeceği şey- olan suyun peygamberi öven bir naatta Benzer şekilde kişileştirmeye dayanan ler vardır. Bunu İslam tarihindeki ilk redif olarak kullanılması şair açısından bir başka Fuzuli eseri Sohbetü’l Es- operanın Üzeyir Hacıbeyli tarafından peygamber sevgisini gözler önüne se- mar’dır. Kerbela’yı anlatan Hadikatü’s Leyla ile Mecnun mesnevisi üzerine ya- rer.” diyerek bu esere açıklık getirdi. Süeda’nın da Türk edebiyatındaki en pıldığını söyleyerek kanıtlayabiliriz. Bir Söyleşi Fuzuli’nin diğer eserleri hak- ünlü maktel olduğunu zikretmek ge- başka örnek olarak yakın dönem edebi- kında devam etti: “Fuzuli’nin Türkçe, rekir. Fuzuli’nin ruh-beden ikilemini yatımızın en önemli şairlerinden olan Arapça, Farsça divanı ve 15 eseri var- işlediği Sıhhat-ü Maraz adlı eserinin Sezai Karakoç’un Leyla ile Mecnun şiir dır. Beng-ü Bade, beng (uyuşturucu) ilk kısmı dönemin kabul gören tıp an- kitabını verebiliriz. Leyla ile Mecnun ve bade (şarap) arasındaki münaza- layışından izler taşırken, ikinci kısım nezdinde Fuzuli sanatta ve edebiyatta raya dayalı temsili bir eserdir. Temsili Hüsn-ü Aşk’a kaynaklık etmesi açısın- yücelmiş bir aşkın ifadesi olarak sürek- bir eser olarak hakkındaki en popüler dan oldukça önemlidir.” li yer almış ve günümüzü etkileyen bir yorumlardan biri II. Bayezid ile Şah İs- “Yaklaşık 500 yüzyıl sonra Fuzuli hala şair olarak önemini korumuştur.” mail’i simgelediğine dairdir. Fakat Şah gündem maddemiz ise, bu bugünün Söyleşimiz dinleyicilerden gelen soru- İsmail’in Akkoyunlu hükümdarı ile insanına ne kazandırabilir?’’ sorusunu lar ile son buldu. olan savaşı kazanarak rakibinin kafa- dillendiren Yıldız bu konuya şöyle ce- 23 Mart 2018 Cuma Doç. Dr. Ayşe YILDIZ, 1998 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde lisans eğitimini tamamlamış, 2002 yılında Gazi Üniver- sitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalında, Eski Türk Edebiyatında Seci adlı tezi ile yüksek lisans almış- tır. Türk Edebiyatında Varka ve Gülşah üzerine doktora çalışması yapan Yıldız, 2014 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde doçent olarak görev yapmaktadır. Türk nesir geleneği, Mesnevi edebiyatı, Klasik dönem Osmanlı şiiri ile ilgilenmektedir. EDEBİYAT 143
144 KONAK
HALK SAĞLIĞI Araştırmaları Koordinatörlüğü Gün geçtikçe artan bireyselleşme, yaşam sürelerinin uzaması ve kent hayatı; kaygıların artışına, yaşam biçimi değişikliklerine ve akut-kronik birçok sağlık sorununa mahal vermektedir. Hastanelerin artan yükü ile birlikte hastaların tedavi doyumsuzluğunun önüne geçilememekte ve tedavi edici sağlık hizmet- lerinde makineleşme hızla artmaktadır. Bizler hasta- lıkları henüz olmadan engellemeye yönelik çalışma- lar yapan koruyucu hekimlik alanı olan Halk Sağlığı disiplinini daha iyi tanımaya çalışıyor, hekimliğin macerasını dünyanın mihenk taşı saydığı bildirge- leri temel alarak incelemeye çabalıyoruz. Klinisyen olsun olmasın her hekimin toplumsal halk sağlığı bakış açısını edinmesi için farklı bilimsel makale ve kitaplardan bu konuları irdeliyoruz. Halkın sağlığına olan bakışımızı, çok paydaşlı bir yaklaşımla destek- leyerek, bütüncül kavrayışı yakalamaya çalışıyoruz. Etkinlik Çalışma Grubu • Makale Okuma • Sağlık Yönetimi ve Ekonomisi • E pidemiyoloji • Çevre Sağlığı • Sağlığın Sosyal Boyutu • Aşı
Güneşin Patentini Alabilir Misiniz? Çocuk Felci Serüveni AŞI Bu soru, aslında bir cevap olarak verilmişti. Çocuk felci has- ÇALIŞMA GRUBU talığının ilk aşısının mucidi Jonas Salk tarafından, kendisine Çağrı Emin Şahin bir gazetecinin yönelttiği “Aşının patenti kime ait?” sorusuna; “Aşının sahibi tüm insanlık, patenti yok. Güneşin patentini İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Halk alabilir misiniz?” şeklinde verilen cevap tüm insanlığa bir me- Sağlığı Anabilim Dalı saj niteliğini halen kaybetmedi. İletişim: [email protected] POLİO NEDİR? 146 KONAK Çocuk felci, etkeni enterovirüsler grubundan poliovirus olan fekal-oral yol ile bulaşan bir RNA virüsü hastalığıdır. Polio- virüs(PV) en ağır formunda bağırsaklardan kan dolaşımına geçerek merkezi sinir sisteminin gri ganglion boynuzlarını hedeflemektedir. Hastalık literatürde poliomyelitis olarak isimlendirilmişken, kısaca polio olarak kullanılmaktadır. Bi- linen bir tedavisi mevcut değildir. Tüm yaşlarda görülebilir ancak en sık beş yaş altı çocukları etkilemektedir. Enfekte kişilerin %72’sinde herhangi bir semptom gelişmese de, dış- kı yoluyla virüsün yayılımında asemptomatik grup etkin rol oynamaktadır. Yine %25’i spesifik olmayan ve 2-5 gün içeri- sinde kendiliğinden iyileşen: yorgunluk, boğaz ağrısı, baş ağ- rısı, bulantı, karın ağrısı, ateş gibi grip benzeri semptomlarla kliniğini gösterir. Daha ileri klinik gösteren kişilerde menen- jit %4 gibi bir sıklığa sahipken, en ağır klinik göstergesi 200
enfekte kişide bir görülen paralizidir. Resim1: Aşının bulunuşundan önce solunum yolları tutulan polio hastalarının yaşam süresini uzat- Akut flask paralizisi hastalarının %10 mak için demir-ciğer cihazları kullanımı oldukça yaygındı.(Boston University Community Weekly kadarı da solunum kaslarını kullana- Newspaper, 20.02.2004) maz hale geldiği için, “bulbar polio” nedeniyle vefat etmektedir. Bir dönem ve öldürücülüğü had safhada hastalık- lığı kurumu tarafından asemptomatik robot fabrikasına benzer görüntüler, ların daha baskın olması gösterilebilir. kişilerin hastalığın yayılımında etkin polio hastalarının demir ciğer(iron Bebek ölüm hızlarının çok yüksek ol- rol oynadığı ilk defa ispatlanmıştır. lung) denilen solunum destek ünite- ması da çocuk felci vakalarının ortaya 1932 yılına gelindiğinde PV’nin ente- lerinin ne kadar yaygın kullanıldığının çıkmasını önleyen en önemli sebep- rik enfektif nörotopik bir virüs olduğu önemli bir göstergesidir. Paralizinin lerdendir. Ayrıca PV ile ilk aylarında ve üç alt suşu bulunduğu bilinmektey- risk faktörleri çok araştırılmış ancak enfekte olan çocukların, annelerinin di. 1950’lerde salgın sırasında sinek- neden enfekte olan kişilerin küçük bir immünoglobulinleri ile hastalığa bağı- lerden PV izole edilse de, bulaşa yöne- kısmında geliştiği cevapsız kalmıştır. şıklık kazandıkları düşünülmektedir. lik epidemiyolojik kanıtla desteklene- Yine de immün yetmezliği olanda, Özellikle 20.yy’a gelindiğinde çocuk memiş ve ileri araştırma yapma gereği gebelerde, tonsillektomili çocuklarda, felci, kentlerde bilinen ve çokça can duyulmamıştır. PV ilk kez kültürde ağır işlerde çalışanlarda daha sık ola- alan salgınlar gerçekleştirir vaziyette- 1949 yılında, Enders, Weller ve Rob- rak tespit edilmiştir. dir. 1916 yılında New York şehrinde bins’in çabalarıyla üretilmiş ve PV’nin Klinik durumu iyileşen hastaların ortaya çıkan salgında 27.000 paralizi etkilerine ömür boyu bağışıklık kaza- %28.5’inde , 15 ile 40 yıl arasında vakası raporlanmış ve 6000 ölüm ka- nılabilir olduğu ortaya koyulmuştur. “Post-polio Sendromu” denilen kas- yıtlara geçmiştir. Bu salgında halk sağ- larda ağrı, güçsüzlük ve paralizi ile seyreden tabloya geri dönmeleri söz Bu soru, aslında bir cevap olarak verilmişti. konusudur. Bu durumun da epey Çocuk felci hastalığının ilk aşısının yaygın olduğunu söylemekte fayda mucidi Jonas Salk tarafından, kendisine var. Öyle ki bu klinik durumda olan bir gazetecinin yönelttiği “Aşının patenti ve kamuoyunda hastalığın tanınma- kime ait?” sorusuna; “Aşının sahibi tüm sında da epey etki yapmış kişilere insanlık, patenti yok. Güneşin patentini 32. ABD başkanı Franklin Roosevelt, alabilir misiniz?” şeklinde verilen cevap Ünlü bilimkurgu yazarı Arthur C. tüm insanlığa bir mesaj niteliğini halen Clarke, Şarkıcı Dinah Shore ve Türki- kaybetmedi. ye’den Edip Akbayram örnek olarak verilebilir. Hastalığa ait tespit edilen en eski bul- gu, mısır mumyalarının incelenmesiy- le ortaya çıkmıştır. Antik gravürler- de de kendine yer bulan çocuk felci, 1789’da Michael Underwood tarafın- dan yazılan çocuk hastalıkları kitabın- da çocuk alt ekstremitelerinin güçsüz- lüğü olarak modern tanımını bulmuş- tur. Spinal kordun ön boynuzunun gri maddesinde atrofi ile patolojik olarak tanımlanan Poliomyelitis latince po- lios “gri” ve myelos “spinal kord” söz öbeğinden köken almaktadır. Ciddi çocuk felci salgınları 19. yüzyıla dek tespit edilmemekteydi. Bunun se- bebi olarak, genel hijyen kurallarının ve sanitasyonun kentlere yerleşmeme- si ve buna bağlı kolera gibi bulaşıcılığı HALK SAĞLIĞI 147
Resim2: Dr. Chumakov’un, Moskova’dan 1958 yılında Dr. Sabin’e gönderdiği telegraf: “Dr. Sabin, aşısı için uygulama alanı bulmasını Kuru buz içinde gönderdiğiniz polio suşlarını 25 Eylül’de teslim aldım. Kasım’da çalışmaya başlıyo- zorlaştırıyordu. Soğuk savaş yıllarında rum. Size minnettarım. En derin hürmetlerimle, Dr. Chumakov.” (https://isilarican.com/2014/01/05/ bu fırsatı değerlendiren Rusya(Sov- cocuk-felcinin-korkutucu-donusu/) yet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği), Dr. Mikhail Chumakov önderliğin- AŞILARIN TARİHÇESİ olsa da; uygulanma şeklinin enjeksi- de Sabin’in aşısını yaygın nüfusunda Jonas Salk’ın formalin ile inaktive edil- yon ile olması, 4 doz uygulanma ge- kullanmış ve etkililiğinin kanıtlanma- miş çocuk felci(IPV) aşısını 1953’te, rekliliği, aşının üretiminin maliyetli ve sında anahtar rol oynamıştır. Öyle ki; 7 yıllık hummalı bir çalışmayla bul- uzmanlık istiyor olması, aşının barsak 1959 yılına gelindiğinde yaklaşık 15 masından evvel, bu konuda dağınık immünitesini sağlamıyor olması ve milyon vatandaşına aşıyı uygulamıştı. olarak yapılmış ancak hiç biri tam aşının lojistik zorlukları gibi nedenler- Yine de A.B.D. hükümetinin bu aşıya başarıyı yakalayamamış çalışmalar den ötürü alternatif yöntem arayışları onay vermesi 1962 yılını bulacaktı. mevcuttu. Maymun böbrek hücrele- devam etmiştir. Ağızdan damla aşı, uygulaması uz- rinde geliştirdiği aşının etkinliğini test Herhangi bir virüs enfeksiyonuna manlık istemeyen ve kişilerce de daha eden Salk; bir yıl sonra Kanada, Fin- karşı ideal bağışıklık kazandırıcı ajan, kabul edilebilir bir prosedürdü. Hü- landiya ve Amerika Birleşik Devletle- risksiz bir şekilde aşılanabilmesi için moral immünitenin yanında barsak ri’nden 1.6 milyon çocukta randomize bir derece virulans sergileyen bir canlı immünitesi de sağlamasıyla, toplumda kontrollü deney ile etkililiğini ortaya maddeden oluşmalıdır fikrini savunan PV’nin yayılmasının da önüne geçme koymuştur. Bu çalışma, uluslararası Albert Sabin, 1960 yılında JAMA’da potansiyeli mevcuttu. Ayrıca insan olması ve yapılmış en geniş randomize yayınlanan “Canlı, ağızdan alınabilen hücrelerinde de çoğaltılabildiğinden, kontrollü deneylerden biri olması ne- PV aşısı” isimli makalesiyle dünyaya, üretimi için maymun çiftliklerine ge- deniyle bir mihenk taşıdır. Aşının ba- çocuk felciyle mücadelede alterna- rek kalmıyordu. Ancak vücuda zerk şarısını daha iyi gözler önüne sermek tif bir yol sunmuş oluyordu. Aslında edilen yapısı güçsüzleştirilmiş canlı için insidanslar karşılaştırıldığında, 1950 yılında Sabin kendi aşısını ken- bir aşı olduğundan, nadiren mutas- 1954’te yüz bin insanda 1.9 vaka or- disi, karısı, iki kızı üzerinde denemişti. yon geçirip kişinin immün sistemini taya çıkmışken; 1961’de yüz binde 0.8 Sonraki yıllarda yüzlerce başka gönül- yenebilmekte ve kişide hastalığa ne- vakaya gerilemiştir. Yine 1952’de yıl- lü üzerinde denenen aşı umut vaad den olurken, aşısız kişilere yayılımını lık 57.600 olan çocuk felci vaka sayısı, ediyordu. Ancak literatüre girmesi ve da sağlamaktadır. Bugüne dek yapılan 1962’de - on sene gibi kısa bir sürede- güven kazanması için tıpkı Salk’ın aşı- aratırmalarda bu değer 2.4 milyon yıllık bin vakanın altına düşmüştür. sında olduğu gibi geniş katılımlı klinik dozda 1 vaka olarak tespit edilmiştir. Aşı zaman içerisinde güçlendirilerek deneylerle desteklenmesi gerekiyordu. Yine de ağızdan polio aşısı(OPA) tüm tek dozda %90 seropozitivite, 4 dozda O yıllarda Salk’ın aşısı geniş kitlelerce dünyada yaygın olarak kullanılmış ve %100’e yakın seropozitiviteye ulaşmış destekleniyor ve bu durum Sabin’in bugün çocuk felci hastalığı eradike edilmesi en muhtemel bulaşıcı hasta- lıklar arasında yerini almıştır. 1955’te SSCB’de 17.364, diğer Avrupa ülkelerinde 27.343 ve ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’da 31.582, toplam 76000’den fazla çocuk felci va- kası bildirilmiştir. Aynı ülkelerde 1967 yılında, sadece 1013 vaka kaydedilmiş ve 12 yılda %99’luk bir azalma göster- miştir. Gerek Salk’ın gerek de Sabin’in aşıları, yakaladıkları büyük başarıyla milyonlarca insanın hayatın etkileme- yi halen sürdürmektedir. Hiç bir tıbbi müdahale risksiz olama- maktadır. Yaygın olarak kullanılan ilaçlara bile bazı hassas kişiler tarafın- 148 KONAK
dan reaksiyonlar geliştirilmekte veya diğer enterovirüslerle gen değişimi ve çocuğun aşılanmasında rol oynamış- bir kaç milyonda bir de olsa yaygın mutasyonları sonucu hastalık yapması tır. Girişimin ilk yılında 125 ülkede kullanımda yan etkiler gözlenebilmek- söz konusu olabilmektedir. 2000 - 2011 endemik olarak yıllık 350.000 çocuk tedir. Bu risk şüphesiz canlı aşılarda yılları arası yapılan 10 milyar dozun paraliziye yakalanmaktaydı.Bugün daha da artmaktadır. Yine de bağlam toplamda 580 vaka görülen 20 salgına dünya topraklarının %80’i “polio’dan çerçevesinde incelendiğinde her iki yol açtığı, buna karşın 6 milyon ço- arındırılmış” sertifikasına sahiptir. Ya- aşının da avantaj ve dezavantajlarının cuğun hastalıktan korunduğu bilgisi pılan çalışmalar neticesinde 16 milyon olduğunu söylemek mümkündür. mevcuttur. Dünya Sağlık Örgütü’nün çocuğun paralizisinin önüne geçildiği 2016 yılında, tip 2’nin trivalan aşının tahmin edilmektedir. Şu anda dün- POLIO’NUN EPİDEMİYOLOJİK içerisinden çıkartılarak bivalan OPA ya üzerinde endemik olarak vakala- DURUMU aşısının kullanıma geçilmesine karar rın sürdüğü üç ülke bulunmaktadır: Çocuk Felci hastalığı, asemptomatik, vermesinin ardından dolaşımdaki virü- Afganistan, Pakistan ve Nijerya. Bu grip benzeri ve paralitik olarak görü- se bağlı aşıdan türemiş polio vakaların- ülkelerde aşı çalışmalarının başarıya lebilir. Ayrıca hastalık, Endemik, Epi- da(cVPDV) artış görülmektedir. 2017 ulaşamamasında başlıca sebepler ise; demik ve Aşı sonrası olmak üzere üç yılının ilk altı ayında tüm dünyada; 6 asayişsiz ve zorlu coğrafya koşulları, önemli aşamada incelenmektedir. Bu vahşi polio vakası, 25 dolaşımdaki virü- zayıf sağlık sistemi ve yetersiz sanitas- üç aşama da şu anda dünyanın değişik se bağlı aşıdan türemiş polio vakası tes- yondur. Girişim kapsamında yürütü- bölgelerinde yaşanmaktadır. pit edilmiştir. 2018 yılının ilk altı ayın- len programlar geniş katılımlı, büyük Gelişmekte olan ülkelerde, hijyen da bu rakam 11 vahşi polio vakası ve 14 organizasyonlardır. Örneğin 2011’de koşullarının geliştirilmesi ve yaşam dolaşımdaki virüse bağlı aşıdan türemiş eliminasyonundan önce Hindistan’da şartlarının iyileştirilmesinin ardından polio vakasıdır. Eradikasyon hedefle- yürütülen yalnızca bir kampanyada; büyük salgınlar yapabilen PV, aşının rinde 2018 yılının hedef sene olması, 2.3 milyon uygulayıcı, 640 bin aşı ka- toplumda yaygınlaşmasıyla ancak bu alandaki çabaların son bir gayret ile bini ile çalışılmış, 200 milyon doz aşı, sporadik vakalara neden olabilmek- sürdürülmesinin önemini vurgulamak- 191 milyon ev ziyareti yapılmış, 6.3 tedir. Bazı gelişmekte olan kalabalık ta; en ufak gevşemenin vaka sayılarını milyon buz aküsü harcanmış ve 172 tropik bölgelerde sporadik de olsa -farklı mekanizmalarla da olsa- yeni- milyon çocuk aşılanmıştır. paralitik polio vakaları tespit edil- den arttıracağını göstermektedir. Tip3 Polio’dan arındırılmış bölge ilan edi- mektedir. Bu bölgelerde 4 yaş üstü ise, 2012 yılından beri hastalarda etken len ülkeler, sertifikalandırılmaktadır. çocukların tamamına yakını aşılı ve 6 olarak saptanmamaktadır. Sertifikasyon sonrası süreçte, müker- aya kadar bebeklerin de maternal pasif Eradikasyon çalışmalarına 1988 yılı rer vakaların görülmemesi için çalış- immüniteleri mevcuttur. PV’nin tek 41. Dünya Sağlık Asamblesinde karar malar farklı bir boyuta taşınmakta- konağının insan olduğu ve dış ortam verilmiştir. Küresel Polio Eradikasyon dır. Türkiye, Avrupa’nın son çocuk dayanıklılığının düşük olduğu düşü- Girişimi ismiyle, dünyadaki en büyük felci vakasını Kasım 1998’de Ağrı’da nüldüğünde; hassas grubun halen has- kamu-özel işbirliği halk sağlığı projesi yakalamıştır. Melik Minas, 1998’de talanabilmesinin sebebi olarak PV’nin olarak halen yürütülmektedir. Giri- Türkiye’de çocuk felci geçiren son ço- insanların ağız ve barsak floralarında şim sayesinde 20 milyondan fazla gö- cuk olarak kayıtlara geçmiştir. Sağlık halen yaygın olduğu ve pek çoğunun nüllü, son 20 yılda 3 milyardan fazla Bakanlığı’nın bölgedeki aşı kampan- asemptomatik sürdüğüne işaret ettiği yasına rağmen babası, “Çocuk felci düşünülmektedir. Bulgular, PV’nin endemik olarak yaygınlığını gözler Girişim kapsamında yürütülen programlar önüne sermektedir. Aşı kampanyala- geniş katılımlı, büyük organizasyonlardır. rının başarıyla tamamlandığı bir çok Örneğin 2011’de eliminasyonundan önce ülkede PV elimine edilmiştir. Hindistan’da yürütülen yalnızca bir PV’nin üç alt tipi bulunmaktadır. Tip1, kampanyada; 2.3 milyon uygulayıcı, 640 bin vahşi virüs olarak nitelendirilmekte ve aşı kabini ile çalışılmış, 200 milyon doz aşı, bugün endemik ülkelerde halen gö- 191 milyon ev ziyareti yapılmış, 6.3 milyon rülmektedir. Tip2, 1999 yılından beri buz aküsü harcanmış ve 172 milyon çocuk hastalığa sebep olmamıştır. Ancak bazı aşılanmıştır. toplulukların bağışıklığının çok düşük olmasıyla yaşam süresi artan virüsün, HALK SAĞLIĞI 149
aşısı kısırlaştırma tuzağı” düşüncesiyle aylarda ve ilkokul 1.sınıfta rapel olmak Pakistan, çocuk felci ile savaşında epey aşı yapan ekiplerden Melik’i gizlemiş- üzere 5 doz IPV aşısı uygulanmaktadır. yol katetmiştir. Tarihinin en düşük tir. Aşı olma fırsatını kaçırdığında ise Bunun yanında 6. ve 18. ayların sonun- vaka sayısını yakalamıştır. Kapı kapı çocuk felcine yakalanmıştır. Üç yıllık da oral polio aşısına devam edilmek- aşılama çalışmaları neticesinde 11 izleme sürecinin sonunda tüm Avrupa tedir. Ayrıca akut flask paralizisi aktif milyon çocuk aşılanmış olsa da; halen kıtasının polio’dan arındırıldığı serti- sürveyansı kapsamında 15 yaş altı şüp- aşısız bölgelerinin olması riski sürdür- fikalandırılmıştır. Bugüne dek her iki heli vakaların tamamından kırk sekiz mektedir. Ülkede iç göçün sık olması, aşının da rutin takvimde sürdürülme- saat içerisinde gaita örneği alınarak, PV yoğun ve kontrolsüz Afgan mülteci- sinin yanı sıra, çocuk felci aşı günleri testine tabi tutulmaktadır. Aralarında ler de hastalığın kontrolünü zorlaş- kapsamında destek aşı kampanyaları, polionun görüldüğü ülkelerden yoğun tırmaktadır. İçlerinde tren istasyonu, hedef gruplara yönelik süpürme aşı dış göç alan ülkemizde, çocuk felci va- otoban ve otogarların da bulunduğu kampanyaları, basın ve yayın çalışma- kasının halen görülmemiş olması bu 398 yol kontrol noktasında çocukları ları dönem dönem yoğunlaşarak sür- alanda çalışan kişilerin özverili emek- aşılamak üzere ekipler çalışmaktadır. müştür. Bugün Türkiye’de 2, 4, 6, 18. lerinin ürünü olarak gösterilmektedir. 18 yıl aradan sonra 2017 yılında 300 bin görevliyle kapı kapı nüfus sayımı Poliomyelitis hastalı ının, Dr. Michael 1789 Viyana’da, paraliziden ölen bir yapılmıştır. 6 bölgesel yönetim, 88 Underwood tarafından ki inin omurilik sıvısından izole alt bölgede yapılan sayımın sonuçları edilen polio’nun virüs oldu u halen açıklanmamış olmakla birlik- klinik olarak tanımlandı. te, %39’unun kentlerde olmak üzere, gösterildi. ülkede toplamda 200 milyonun biraz üzerinde kişinin yaşadığı tahmin edil- 1908 mektedir. Son 4 yılda vaka sayısının %97 azaltılmış olması(306 vakadan 3 Tarihteki ilk büyük polio salgını New 1916 Demir Ci er denilen yapay solunum vakaya), Pakistan’ın eradikasyon ça- York’da 2000den fazla, ABD’de 1929 cihazı geli tirildi. lışmalarında sıradaki ülke olması yö- nündeki umutları yeşertmektedir. 6000den fazla can aldı. Yine binlerce Nijerya, 190 milyona yakın nüfusuyla ki i paraliziye yakalandı. Afrika’nın en büyük ülkesidir. Ortala- ma yaşam ömrü erkeklerde 53, kadın- 1955 Dr. Jonas Salk inaktif polio a ısını larda 56 yıldır. Ülkede 2016 yılından halka duyurdu. beri vahşi tip ihbarı bulunmamakta, 1960 çevresel örneklerde aşı derive tip izo- Küresel Polio Eradikasyon Giri imi le edilmektedir. Çevresel örneklerin Dr. Albert Sabin’in 1988 kuruldu. tespiti sonrasında trivalan aşıların a ızdan canlı kullanımına başlanmıştır. Ülkede sür- 550 milyon çocuk (dünya veyans sisteminin zayıflığı öncelikli a ısına Amerikan nüfusunun %10’u) a ılandı. sorun olarak belirtilmektedir. Chad hükümetince onay Basin gölü çevresi en riskli bölge ola- rak gösterilmektedir. Ocak 2017’de 14 verildi. bölgede 26 milyon çocuk bivalan OPA ile aşılanmıştır. Ülkede salgın müda- Hindistan’da son vaka görüldü. 2000 hale ekiplerinin kapasite geliştirme Endemik 3 ülke(Afganistan, 2012 eğitimleri sürmektedir. Özellikle Chad Pakistan, Nijerya) kaldı. Basin gölü bölgesi Çad ve Nijer’in de sınırlarında olması hasebiyle olası Polio Zaman Tüneli salgınlarda uluslararası müdahale ko- ordinasyon planları üzerinde çalışıl- maktadır. Sınır ülkelerinden göç alan Nijerya’da gerekli güvenlik izinleriyle sınır aşımı aşılamaları, güvenlik nok- tası göçmen aşılamaları da sürmekte- 150 KONAK
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162