Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2

HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2

Published by AHMET TÜRKAN, 2022-05-17 18:34:13

Description: İlk yazımdan itibaren tarih sırasına göre sıralanmış olup her 50 yazı ayrı bir ciltte değerlendirilecektir. Böylece geri dönüp bakmak ta kolay olacaktır. Şimdi elinizdeki bu kitap 2. Cilt olarak hazırlanmıştır.

Search

Read the Text Version

ESKİ KAFA ESKİ FES, ESKİ HAMAM ESKİ TAS Eskiden ticaretin, yolculukların atlarla, eşeklerle yapıldığı dönemlerde adamın biri pazarda satmak için yüklerini eşeğine yüklemiş yola koyulmuş. Bor’a varmış bakmış ki pazar çoktan dağılmış. -Buranın pazarı bu gün değimliydi diye sormuş. Eski adamlar kafiyeli cevaplar vermeği severlermiş. Selvi gibi hayaller döndü birer iğdeye, Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye….. diye cevap vermişler. Adam anlamış ki pazara geç kalmış, bari Niğde pazarını kaçırmayayım diye tutmuş yolu. CHP de hızlı esen Kemal Kılıçdaroğlu rüzgarı yerini ilk günlerden hayal kırıklığına bıraktı gibi. Yaptığı açıklamalar daha baştan ofsayt. Açılım veya yenilik denebilecek bir söz duyamadık. Oldukça hazırlıksız ve de bir o kadar ürkek tavırlar ve açıklamalar sergiliyor. Öğle anlaşılıyor ki ikilemlerinde haklıymış. Bu iş Önder Sav’ın iteklemesiyle olmayacak gibi. Kendisini ziyarete gelenlere daha ilk günden referandumda “hayır” deyin diyor. Milleti gerdiğiniz yetmiyor mu da daha ilk günden bu tür sözler sarf ediyorsunuz. Aynı şeyleri zaten Baykal’da söylüyordu. CHP’nin vizyonu bu kadar kısamı ki elle tutulur bir şey yok. Şu taşeron olayını kim aklına soktu ise ekonomiden ve iş yapış biçimlerinden haberleri yok. Ekonomide yeni trend “out source” yani dış kaynak, yani Türkçe deyimle taşeronluktur. Firmalar giderlerini kısmak için pek çok konularda dış kaynak kullanırlar. Aynen CHP’li belediyelerin de kullandığı gibi. Çünkü bir firmanın her konuda uzman olmak gibi bir imkanı yoktur ve dış kaynak yani taşeron kullanmak durumundadır. Bu hem iş performansını hem de işin maddi boyutunu daha kolay kontrol etmenize yardımcı olur. Anlaşılan o ki Kılıçdaroğlu bu konularda yanlış bilgilendiriliyor. Başka bir polemik konusu daha vardı aslında. Şu anahtarı çözmek olayı. Kılıçdaroğlu’nun muhtemelen dili sürçtü. Çünkü problem olan anahtar değil, kilittir. Anahtar zaten kendisi çözümdür. 51

Yukarıda da değindiğimiz gibi daha işin başında. Bu kadar gaf yapması normal. Tansu Çiller’den ne gaflar işittik biz. İşin sıkıntılı tarafı, bu gafların ne kadar devam edeceği. İlerisi için çok sıkıntılı. Yani istikbal yok gibi…. Sayın Demirel, Kılıçdaroğlu havası bana da çarptı demiş. Sayın Demirel emanetçi koltuğunuz hazır. Bu gün söyleseniz Sayın Cindoruk koltuğu size ikram etmeğe hazır. Valla….! niyetiniz varsa hiç kendinizi tutmayın. Bu millet alışık. Hiç bir kriz bu milleti etkilemez. İnanın sizin tekrar dönmeniz bile etkilemez. Ahmet TÜRKAN – 28 Mayıs 2010 52

KUDURMUŞ İSRAİL İHH İnsani Yardım Derneği’nin öncülüğünde Gazze için” İnsani Yardım” taşıyan gemilere İsrail tarafından silahlı saldırıda bulunarak yardımı engellemeye çalışması bu işin arka planını ve vehametini anlatmaya yeter. Üstelik uluslararası sularda, üstelik korumasız, silahsız, sırf insani yardım malzemesi taşıyan gemilere saldırılması masum gözlerle izlenecek kadar basit bir şey değildir. İsrail’in kudurmuşluğunu, Filistin davasının ne demek olduğunu gözler önüne sermesi açısından dikkatle izlenmesi gerekmektedir. Bu İsrail tarafından birinci derecede Türkiye’ye, ikinci derecede İslam alemine ve dünyaya meydan okumadır. Uluslararası sularda, uluslararası hukuku hiçe sayarak böyle bir saldırı Filistin’deki durumun adil bir mücadele değil doğrudan doğruya Filistin halkının yok edilmesine yönelik fiili bir durumdur. Türkiye bu durumu sadece telin ederek geçiştiremez. Bu duruma ciddi yaptırımlarla müdahale edilmelidir. Yüzyıllar boyu dünya tarafından dışlanmış, İslam alemi tarafından kendilerine yurt verilmiş Yahudiler bugün katiller sürüsü olarak Filistin’de özellikle Gazze’de katliamlarını sürdürülüyordu. Bugün Filistin’e yapılan insani yardım götüren “ROTAMIZ FİLİSTİN YÜKÜMÜZ İNSANİ YARDIM” sloganı ile yola çıkan YARDIM gemilerine saldırması, rast gele ateş açarak insanların ölümüne ve yaralanmasına sebep olması kamu vicdanını çok derin bir şekilde yaralamıştır. Artık bu zulmün bitmesi, gerekirse son derece sert yaptırımlar kullanılarak İsrail katliamının durdurulması gerekmektedir. Türkiye elinden geleni yapacaktır. Buna inanıyoruz. İslam alemi gerekeni yapmalıdır. Korkak davranarak İsrail zulmünden kurtulmak, Gazze’nin selameti için yeterli değildir. Dünya bu saldırıya tarafsız kalamaz. Yazımı hazırladığım saatlerde Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından “KABULÜ MÜMKÜN DEĞİL, ŞİDDETLE KINIYORUZ” dedi. Devamında İsrail bunu sonuçlarına katlanacaktır dedi.Ümidimiz, gerçekten bunu İsrail’in yanına bırakılmamasıdır. Gerekenin en uygun şekilde yapılmasıdır. Türkiye’nin bölgede oynadığı role karşı bir saldırı bir meydan okuma olduğu unutulmamalıdır. Ümidimiz Türkiye'nin bu süreçte İslam alemi, Birleşmiş Milletler yani Dünya ile entegre olarak bu kudurmuşluğu susturmasıdır. İsrail’in pisliklerini her fırsatta destekleyen yalnız Obama’nın Başkan olduğu dönemden itibaren daha dikkatli yaklaşan ABD bu durumu nasıl değerlendirecek gelecek günler bunu gösterecektir. Ahmet TÜRKAN- 31 Mart 2010 53

ROTAMIZ FİLİSTİN İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, İsrail'in İrlanda yardım gemisinin ''teftiş edilmeden'' Gazze Limanı'na girişine izin vermeyeceklerini yineledi. İsrail devlet televizyonuna açıklamalarda bulunan Lieberman, ''İrlanda Dışişleri Bakanlığı Genel Müdürü'ne bu geminin (Rachel Corrie) önceden teftiş edilmeden Gazze'ye gidemeyeceğini az önce bildirdim'' dedi.[1] Evet gelişmeler güzel. Bu ifadeler Siyonist İsrail rejiminin yola gelmeye başladığının açık bir ifadesidir. Şımarık bakan, Bakın giremez demiyor artık. Teftiş edilmeli ve sonra girmeli diyor. Adam olun artık. İsrail bunca şımarmışlığının yanında çizdirdiği karizmasını kurtarma peşinde. Türkiye ve bu insani yardıma gönül veren diğer Ülkelerin liderleri, aynı zamanda bu ülkelerin vatandaşları ve yardım gönüllüleri geri adım atmayacaklar. Bu güne kadar söylenenler ve yaşananlar bunu göstermektedir. Dikkat edin son gemi İrlanda’dan kalktı. Osmanlı İmparatorluğu büyük bir kıtlık geçiren İrlanda'ya 1847'de yardım göndermiş ve bu yardım Avrupa devletlerine örnek olmuştu.[2] Ecdadımızın yaptığı yardımları unutmayan İrlandalılar bu gün Filistin’de yaşanan drama dur demek istiyor. Ama zalim İsrail ve yerli yandaşlar ve de uluslar arası cahiller kendilerine yaptığımız yardımları unutup nankör oldular. Tarih boyunca oldukları gibi. Kendi fıtratlarını devam ettirdiler. Zalimlerin burunları sürtmeli. Yaptıkları yanlarına kar kalmamalıdır. İsrail lehine yazılar yazan yazarlar, gazeteciler, boyalı basın ve medya mensupları. Bu olay karşısında da iyice anlaşılmıştır ki adam gibi duruş sergileyemediniz. Öncelikle senaryoyu okuyamadınız. Tahlilleriniz ve tarih bilgileriniz sıfır. Yani hükümsüz. Eğer tarih bilgilerinizi azıcık sorgulasaydınız, azıcık vicdan muhasebesi yapsaydınız bu söylemleriniz çok farklı olacaktı. Hadi cahilsiniz azıcık araştırıp sonra yazıp çizse idiniz. Medya okuryazarı olan insaflı kafalar bunları gördü. Siyonist ağızların mikrofonculuğuna soyunmayacaktınız. İsim vermek istemiyorum. Onlar kendilerini biliyorlar. Bu utanç onlara yetecektir. Daha ileri giderlerse kendileri ile de uğraşmaya başlarız fark etmez. PKK ile Hamas’ı karıştıran zalimler güruhu. 54

Filistin’de işgalci olanlar kimler. Filistin’de adalet isteyen kim? Peki Filistin’de masum çocukları öldürenler, okulları evleri yıkanlar, fosfor bombaları kullanıp masum halkı diri diri yakanlar kimler. Dünya bunca yıldır seyirci iken sızlayan vicdanlardan yükselen yardım seslerini nasıl olurda farklı manalara yorumlayıp Masum Filistin halkını ölüme mahkum edebilirsiniz. Nasıl olurda terör örgütü ile masum halkı bir tutabilirsiniz. Türkiye teröre karışmayan kaç kişiye silah sıktı ey şerefsizler güruhu. Türkiye açılım derken, yaraları saralım derken, analar ağlamasın derken ne demek istiyor zalim yalakaları. Ne kendi ülkenizin gerçeklerini ne dünya uluslarının gerçeklerini okumaktan çok uzaksınız. Emekli paşalardan Necati Özgen Arap gazetecinin Türkiye’nin Osmanlı misyonu yüklenmesi gerekir tarzı söylemleri karşısında gaflarına devam ederek Türkiye Osmanlı’nın devamı değildir diyor. Paşanın yaptığı onca gafı[3] verdiğimiz linkten topluca okuyabilirsiniz. 33 Er’in hesabını önce ver bakalım Özgen Paşa. Önce gafletinin hesabını hukuk önünde bir ver. Türkiye üzerine düşeni yapacağının kararlılığını göstermiş ve dünya ülkeleri ile terör yanlısı tutumların karşısında olduğunu teyit etmiştir. Türkiye Siyonist teröre taviz vermeyecek ve Masum Filistin halkı bu zulümden kurtulup özgür oluncaya kadar desteğini sürdürecektir. Bunun bedelinin son küsuratı Mavi Marmara gemisinde ödenmiştir. Artık bedel ödeme zamanı zalimler güruhundadır. Artık karşılığını alma zamanı gelmiştir. Ahmet TÜRKAN – 6 Haziran 2010 [1] http://www.habername.com/haber/liebermandan-turkiyeye-sok-sozler- 40532.htm (05.06.2010) [2] http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/97372-osmanli-nin-irlanda-ya-yardimi- avrupa-ya-ornek-oldu-makalesi.aspx (05.06.2010) [3] http://www.tumgazeteler.com/haberleri/necati-ozgen-pasa/ (05.06.2010) 55

ROTAMIZ FİLİSTİN’ E YAPILAN YORUMLARA CEVAPLAR Rotamız Filistin başlıklı yazıma yapılan yorumlar sonrasında bir cevap yazmak ve okuyucuların kafasını karıştıran bazı olumsuzlukları açmak niyeti ile bu yazımı hazırlamak ihtiyacı duydum. Hassaten, uzunca yorum yazan Ömür Bey nazarında diğer okuyucularım da merak ettikleri cevapları bulabilirler. Evet; Sayın Ömür Bey Rotamız Filistin yazım için yaptığınız yorumlarınıza cevap istediğiniz için aşağıdaki konularda cevaplarımı bildiriyorum. Bu yazı benim şahsi kanaatlerim ve yorumlarımdır. Benim yazdıklarımın Hükümetin uygulamaları veya uygulamamaları ile hiçbir alakası yoktur. Benim gibi düşünenlerin sesi olmak ve hem Hükümete hem de İsrail’e mesajlarımı iletmek istedim. Yorumlarınız alel- acele yazılmış izlenimi verdiği için maalesef bazı konuları anlayamadım. İsrail ile yapılan 3 tane ana başlıklı anlaşma var ve AKP hükümetinden çok önce yapılmış sözleşmelerdir. (1996 Refah-Yol Hükümeti dönemine aittir) Bu sözleşmelerde Hükümet tek başına karar almaz. Pek çok konuda olayın muhatapları devreye girer ve görüş bildirirler. Askeri anlaşmaların teknik sorumluluğu büyük ölçüde TSK’ya aittir. Çünkü Hükümet TSK’nın teknik olurunu almadan böyle bir anlaşmaya uygunluk vermez. Yapılan anlaşmalardan 2 tanesinin askeri anlaşma olduğunu biliyor olmalısınız. Tank ve F-16 ihalelerinde pek çok sivilin bilemeyeceği detaylar var. Bunu açıklamam doğru olmaz. Benim biliyor olmam açıklayacağım anlamına gelmez. Bu konular çok devleti ilgilendiren son derece stratejik konular ve sizinde bilmeniz gerekmiyor. Bu konularda TSK cevap verir mi onu bilemem. Pek çok şey yazılıp çizildi, hatta yolsuzluklardan bahsedildi fakat işin detayları Hükümeti ve TSK’yı ilgilendirdiği için girmek doğru değildir. Burada kişilerin üzerine düşen bildiklerini yetkili makamlara iletmektir. Yetkili makamlar konunun üzerine nasıl gidileceğini veya nasıl bir uygulama yapılacağının kararını kendileri verirler. OECD üyeliği konusu İsrail’in saldırısından önce gerçekleşmiş bir olaydı. Henüz sıcaklığını korurken Mavi Marmara gemisine yapılan saldırılar birbirini takip etti. İsrail’in OECD üyeliğini pek çok yazar gibi bende tasvip etmiyorum fakat bu sadece AKP hükümetinin tek taraflı kararı değil, diğer ülkelerin de oyları ile alınmış bir karardı. Maalesef İslam ülkelerinin karşı oyuna rağmen diğer ülkelerin oy çokluğu ile alınış bir karardır. Bu konuda da bilgi eksikliğiniz mevcuttur. Ticari anlaşmalarda hükümetler ticari ilişkiler ve Pazar paylarına göre hareket ederler. Yıllarca Orta Doğu ülkelerine maalesef İsrail ve Yunanistan üzerinden ihracat yapılmakta idi. Bu konu da AKP hükümetinden çok önce alınmış kararlara ve sözleşmelere veya ilişkilere dayanmaktadır. Ülkeler ile ticaret yapmak ayrıdır, askeri iş birlikleri veya stratejik iş birlikleri yapmak ayrıdır. Bu konuları karıştırmayın. Gelinen süreçten sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı muhakkaktır. İslam ülkelerinin maalesef bugüne kadar Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olamamalarının pek çok şartı var. Arap alemi ticarette maalesef Türkiye’ye çok fazla güvenmedi. Bunun sebebini biliyor musunuz bilemem ama hayali ihracatlar yapmakta üzerimize rakip yoktu. Dünyaya hayali ihracatı bizler öğrettik. 56

Araplara hep kötü mallar satmaya çalıştık. Ticaretimizi baltaladık. Yalan diyen bir adım öne çıksın. Bizim mallarımızı Arap alemine Yunanlı ve İsrailli tüccarlar sattılar. Nedense Arapları kazıklamayı marifet saydık. Araplar elbette ticareti bilen insanlar ve bunun bedelini bize pahalıya ödettiler. Uzun yıllar Arap alemine mal satamadık. Araplar petrolden kazandıklarını neden ABD ve AB ülkelerindeki bankalara yatırdılar da Türk bankalarına yatırmadılar. Buradaki kusur sadece AKP hükümetinin mi, yoksa Türkiye’nin anlayışının ürünümü bunu lütfen iyi analiz edin. Yorumunuzda çok fazla heyecan gördüm. Asabi fikirler ile doğru ya ulaşmak mümkün değildir. Bu konular hem iktisadi hem askeri hem siyasi hem de tarih bilgisi ister. Sadece siyaseten tarafgirlik ile bu konulara cevap bulmanız yetmez. Hükümetin bugüne kadar duruşunu hep birlikte izliyoruz. Burada Türkiye tek başına hareket etmek yerine BM’ e üye ülkelerin ve özellikle de Filistin’de ambargonun kalkmasını isteyen 50’ye yakın ülkenin de desteğini almak zorundadır. Hükümetin Başlangıçta dile getirdiği söylemlere aynen katılıyorum. Bir önceki yazımı okumuş iseniz bunun cevabını da bulabilirdiniz. İHH’dan çok önce diğer ülke vatandaşları ve kuruluşları bu ambargoları delmeyi denediler fakat başarılı olamadılar. Rachel Corrie bu konuda canını feda etmiştir. Fakat dünya ve başta ABD bu olaya sessiz kalmıştır ki Rachel Corrie ABD vatandaşı idi. Bu bilinç maalesef Türk Milletinde yeni yerleşmeye başladı. Artık bu zulüm bitmeli idi, yapılmak istenen de buydu. Bunları görmezden gelmek olayı anlamamak demektir. Bu hareketin başında Türkiye taraf olarak fiili bir yaptırıma kalkışması mümkün değildi. Eğer biraz siyaset biliyorsanız bunu anlamalıydınız. Ama İsrail yapmış olduğu saldırıda Türkiye’yi hedef aldığı için olayın seyri değişmiştir. Bunun hafife alınır tarafı kalmamıştır. Bunu gözden kaçırmayın. Olayın başında Türkiye ve Dünya siyasetindeki söylemlere dikkat edin. Pek çok söylem zamanla yerini farklı fikir ve söylemlere bırakmış durumdadır. Burada AKP hükümetinin söylemleri ve atacağı adımların öneminin ne kadar etkili olabileceğini zaman gösterecektir. Aslında burada maddeler halinde kısaca özetlediğim konular çok ciddi konular ve üzerinde kitap yazılacak kadar uzundur. Şimdilik kısaca açıklayıp detaylarını gelecek günlerde açıklamak isterim. Son madde cevabım Murat Bey’e olacak. Bu yardımların arkası kesilmeyecek, gerekirse zorla; ama, inşaallah bu ambargo kalkacak ve mazlum, masum insanlar ölmeyecek. Ahmet TÜRKAN –9 Haziran 2010 57

AYM KARARLARI YOK SAYILABİLİRMİ O zaman 411 el neden sustu. O zaman 367 dayatması neyin nesiydi. Milletvekilleri demokratik sistemin özünü bilmiyor mu. Meclisin hukukçu milletvekilleri neden sustular. Bu sistem kimlerin işine geliyor. Demirel 12 Mart 1971 muhtırasında şapkasını alıp gitmeseydi, parlamentoya sahip çıksaydı durum ne olurdu. Demirel 12 Eylül Darbesinde şapkasını alıp gitmeseydi, parlamentoya sahip çıksaydı ne olurdu. Yine aynı Demirel hem de Cumhurun başı olarak 28 Şubatçılara göz kırpmayıp Başbakanlık görevini usulüne uygun olarak Necmettin Erbakan’dan sonra Tansu Çiller’e verseydi, bu günkü durum nasıl olurdu. 2 lafından biri parlamento, demokrasi hukuk olan Demirel neden milli iradeye sahip çıkmadı. 6 KERE GİDİP 7 KERE GELMEK NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ………….. Darbelerden kimler, nasıl nemalanıyor. Değerli okuyucularım bunlar benim aklıma gelen sorular. Bu soruları siz de kendinize sorun ve cevap arayın. Şimdi bu gün gelinen süreçte AYM Ropörtörü Osman CAN’a kulak verelim. “Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişikliği paketini esasına girerek iptal etmesi halinde, TBMM’nin bu kararı yok sayması gerektiğini söyleyen Demokrat Yargı Derneği Başkanı ve Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, bu kez Talat Aydemir örneği verdi. Can “5 general darbe yapar, TBMM bunu kabul ederse yeni bir hukuki durum doğar, parlamento tutumunu net biçimde ortaya koymalı. O zaman Talat Aydemir sonucu ortaya çıkar” dedi.”[1] Evet pür dikkat lütfen….. Meclis AYM’nin kararını yok sayabilir. Yani Kral çıplak diyebilir. Bunu akademisyen bir hukukçu söylüyor ise doğrudur. Şimdiye kadar kanunların kara deliklerini bizlere yutturan 367 Sabih’i dinledik. Demek ki söyledikleri koskoca yalanlar imiş. Bu memleketin anlı şanlı hukukçuları bunu biliyormuydunuz. Yoksa akıl hocanız Sabih Kanadoğlu hepinizin aklını mı yedi. Neden bu kadar hukuksuzluğa durun demediniz. Diyemediniz, çünkü nutkunuz tutulmuştu. Diyemediniz sizde demek ki sistemden nemalandınız. Diyemediniz veya demediniz, hukuksuzluk belki sizin de işinize geldi. Peki neden milli iradeye ihanet ettiniz. Neden parlamentoyu ayaklar altına aldınız. 58

Neden demokrasiye sahip çıkmadınız. Neden Sabih Kanadoğlu’na gereken cevapları veremediniz veya vermediniz. Bunları bilmek istiyoruz. İşte size cevap hakkı. Ben ve benim gibi düşünenler bunların cevaplarını bekliyoruz. Bu gün gelinen süreçte AYM kararları yok sayılabilir ise……. Hem TBMM hem AYM görevini layıkı ile yapmalıdır. Yanlış anlamalara veya yorumlara meydan vermemelidir. Haydi AYM siz, Hukuk çizgisinden çıkmadan karar alın. Millet iradesini ayaklar altına almayın. Davayı tümden reddedin. Kamunun oyuna güvenin. Darbe zihniyetine dur deyin. Referandum sonucu her ne çıkar ise…. Madem demokrasiye inanıyoruz. Sonuçlarına katlanacağız. Direterek demokratik olamayız. Millet iradesini yok sayarak demokratik olamayız. Bu milletin vekilleri. Sözümün bu kısmı tamamen size……… Milletin iradesine vekaleten sahip çıkın. Millet iradesini ayaklar altına aldırtmayın. Millete rağmen karar alanlara “DUR” deyin. 411 el meselesine tekrar bir el atıverin. Hukuksuzluk bitsin. Yok sayabilirsiniz. Kanunu uygulayabilirsiniz. Ahmet TÜRKAN -14 Haziran 2010 59

TERÖR NASIL BİTİRİLECEK Türkiye terör zulmüne layık değildir. Türkiye bu işi halletmelidir. İlerlemesinin önünde en büyük takoz olan terör en kısa zamanda bitirilmelidir. PEKİ AMA NASIL Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş Hükümeti. Vatandaş olarak Hükümetimize desteğimiz sonuna kadar devam edecektir…… Ancak….. Terörü bitirmek için atılan açılımlar somut manalara büründürülmelidir. Laf kalabalığı bitmeli ve icraat başlatılmalıdır. Açılımın miladı henüz belli değilken açılımdan söz etmek yanlış idi bu düzeltilmelidir. Açılımda yapılacaklar henüz belli değilken açılımdan söz etmek erken idi bu düzeltilmelidir. Güneydoğuda patlak verip ülkenin her tarafına yayılma eğilimi gösteren terör önce doğduğu yerde bitirilmelidir. Sayın Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu bana 20.000 asker verin bitireyim diyor. Sorun bakalım; Sen o bölgede Komutan iken seni kim engelledi. Haktan yana ise tek tek açıklasın o zaman şerefsizlik yapanları. Mert ise çözümsüzlük yoluna itenleri açıklasın. Esas konu Pamukoğlu meselesi değildi elbette. Bu durumun devam etmesini kimler istiyor, çıban başları kimler bunu tespit edin ve Divanı Harp Kanunlarını uygulayın. Yani Pamukoğlunu’nun söylemek isteyip de söyleyemediği olayın üzerine gidin. Lozan’da İngilizlerin oyunu ile dayatılan Irak sınırını Merkezi Irak ve Kuzey Irak Bölgesel yönetimi ile görülerek terör bitirilinceye kadar doğal sınırlara kadar genişletin. Gerekirse bu mesele için güç kullanın ve doğal sınırlarda terörü parçalayın ve bitirin. Günü birlik sınır ötesi harekatlar kalıcı çözüm değildir. Güneydoğudaki karakolları acilen Bakanlar Kurulu kararları ile iyileştirilmesini sağlayın. Yerel yöneticilerin oluru ile bu meselenin çözülemediği ortadadır. TSK’nın mümtaz komutanları; sadece orduevlerindeki lüksü durdursanız bu işi halledersiniz. Devlet kasasından yeterince ödenek sağlanırken paramız yok diyemezsiniz. Eğer birileri bu konuda engel çıkartıyorsa bunu açıkça ifade edebilirsiniz. Millet olarak Ordumuzun arkasında olduğumuzu her vatandaş gibi bende haykırmak istiyorum. Hesabınızı doğru yapın. Müslümanlar üzerinden teröre destek olmayın. Bir zamanlar irtica PKK’dan tehlikelidir diyen aymazların sarhoşluğundan kurtulun. Neyin tehlike olduğunu ne zaman anlayacaksınız……. Değerli Hükümet Üyeleri; Açılım miladınız ile birlikte cezai müeyyideler uygulanmalı idi…….. Hala teröristlerle anlaşabileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Teröre karışmışken yakalananların cezası idam olmalı…. Bu problemi çözün. Bu işe terörist başının cezasını vererek başlayabilirsiniz. Terörist başını susturmadıkça terör de bitmez, çünkü terörün yönetimi devletin güvencesi altındadır. Bu bitirilmelidir. Son günlerdeki terörün katil İsrail rejimi ile alakasını göz ardı etmeyin. Karakollar ve elbette ki askeri kışla ve karargahlar en etkili silahlar ve gece görüş dürbünleri ile techiz edilmelidir. 60

Terör bölgesinde acemi erlerin ön cephede olmasına asla müsaade edilmemelidir. Özellikle Jandarma bölgelerinde Yönetim Uzman çavuşlara bırakılmamalıdır. İleri seviyede savaş eğitimi almış profesyoneller bu işi bitirir. Acilen; şişman ve hantal değil güçlü, çevik ve profesyonel ordu sistemine geçilmelidir. Profesyonel ordu maliyetinin bu günkü sistemden daha ekonomik ve vurucu güce sahip olduğu görülecektir. Bu konuları savaş stratejilerini bilen kurmay subaylar da düşünüyordur elbette lakin bazılarının düşünce merkezlerinde problemler vardır. Darbe planları yerine terörü önleme planları yapılmalıdır. Bu memleket darbeye ve darbecilere layık değildir. Terörü bitirmek için darbe yapmanız gerekmez. Evren Paşa’nın darbe çözümü bu konuda kesinlikle uygun olmayan bir örnektir. Hükümetlerin TSK ile birbirini ısırması değil askerlerin vazife idrak şuuru ile itaat edip meseleyi hal yoluna koymaya niyet ettiğini göstermesi gerekmektedir. Darbe zihniyetli yaklaşımlarla, hükümetleri kollamakla, e - muhtıralarla, parmak göstermekle terörün bitmediğini gördünüz. Gereksiz didişmeleri bırakıp probleme odaklanarak artık bu işi bitirin. Belirttiğim hususlar emir değil fiili duadır. Rabbim bu necip milletin yar ve yardımcısı olsun… Ahmet TÜRKAN- 24 Haziran 2010 61

BİR BARDAK SU İnsanı bazen karamsarlıklar bürür. Yürüyemez, konuşamaz, düşünemez ve hatta anlayamaz olur. Dünyanın çeşitli meşgaleleri, meseleleri iç dinamizmimizi çökertir. Kımıldayamaz hale geliriz. Kurtulmanın yolunu bulamayız bir türlü. Adeta bir girdaptır sıkıntılar. Kendine çeker. Bazen kurtulmak bile istemeyiz. Dertli olmak mesele ile hemhal olmak anlamına gelir. Halbuki hayat devam ediyor. Halbuki gelecekte pek çok güzel günler bizleri bekliyor. Bu gün yaşadığımız sıkıntılar gelecekte küçük bir nokta gibi kalacak belki. Belki de pek çoğunu hatırlayamayacağız. Ama üzüldüğümüz ile kalacağız. Ama bu gün….. Sıkıntılıyız…. Aşamadık gitti diye düşünürken moral, motivasyon dolu bir mesaj,,, Bir dostun sabah içtenlikle verdiği bir selam. Önce buruk bir tebessüm ile başlar ardından yavaş yavaş sakinlik ve mutlu yüzlere dönüşüverir. Mutluluğunuz, tebessümünüz yüzünüzden hiç eksik olmasın, gülen yüzünüz solmasın diyerek bana ulaşan bir e-postayı sizlerle paylaşmak istedim. Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu : “Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” '50gm!' .... '100gm!' .....'125gm' ..diye öğrenciler yanıtladı. “Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem,” dedi profösör, “ama, benim sorum şu ki : “Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?” ‘Hiçbir şey' …..diye yanıtladı öğrenciler. “Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?” diye sordu profesör bu kez… “Kolunuz ağrımaya başlardı efendim” diye öğrencilerden biri yanıtladı “Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?” 62

“Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!”….. tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler “Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?” diye sordu profesör. “Hayır….” diye yanıtladı herkes Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?” Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar. “Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?”diye tekrar profesör sordu. “Bardağı bırakın düşsün!” diye öğrencilerden biri yanıt verdi. “Kesinlikle!” dedi, profesör. “Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar. Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur. Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir, Fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi). Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz! Bu yüzden bugün ofisten ayrıldığınızda, Sevdiklerinize şunu hatırlatın : ‘Bardağı yere bırakın bugün!’ Hep birlikte elimize ağır gelen bardakları bırakıp kendimize zaman ayıralım. Ahmet TÜRKAN -29 Haziran 2010 63

MİNYELİ BERHAN Hekimoğlu İsmail’in “Minyeli Abdullah” romanını ve Berhan Şimşek’in “Minyeli Abdullah” karakterini canlandırdığı filmini sanırım bilmeyen, izlemeyen yoktur. Minyeli Berhan’ın filmden önce fikri ve siyasi görüşleri hakkında pek fazla bilgim yoktu. Filmin içeriği gerçekten çok dikkate değerdi. Vakur, düzene boyun eğmeyen, “Bizde müslümanız” diyen İngiliz işbirlikçilerine karşı sergilediği tavır, aynı zamanda ekmeğini kazanma yolunda iyi bir mevkide görevli olduğu halde işinden olup rızkını hamallık yaparak çıkaran son derece asil duruşlu bir karakter idi. Böyle bir karakter rolünden sonra Minyeli Berhan neden bu kadar değişti ve tamamen farklı bir siyasi çizgiye oturdu. Veya rol icabı idi diyelim ama çok yakışıyordu. Şimdi de rolmü yapıyor; izleyelim. Aslında fikri kavramları Minyeli Abdullah karakteri ile özdeşleşmesi gereken CHP zihniyeti neden halktan bu kadar koptu ve neden milli değerlerden, hak ve hürriyetlerden uzaklaştı. Evet halkı ve hakkı savunduğunu söyleyen CHP’liler hak inananlardan yana olduğunda neden zıt fikirlere sapabiliyorlar. Pek çok örnekleri var. Seçimler öncesi tam bir halk siyaseti izlenirken seçimlerin hemen sonrasında halktan uzaklaşıp mutlu azınlıklar ile aynı mekanlarda buluşmak. Halka rağmen halktan ve haktan uzak durmak. Halkın maddi ve manevi değerlerini küçümsemek. Vaatlerin arkasında durmamak. Sade vekil Baykal’ın genel başkanlığı döneminde ne yapılmış ise şimdide aynı söylemler devam ediyor. Kendini Gandi ile özdeşleştiren (veya gaza getirilen) Kılıçdaroğlu dakika bir gol bir yaklaşımı ile dedim di demedim di gibi papatya fallarına bakıyor. Başörtüsünü halledeceğiz diyor arkasından ben öyle bir şey demedim diyor. Hadi birileri uydurdu çıkarsın fikrini net olarak söylesin. Siyasi duruşunu net gösterirsin. Siyasetin dürüstlüğünden bahsedip sürekli lafı çevirmek, eveleyip gevelemek ne demek oluyor. Önce çarşaf açılımı yapıp arkasından çarşaf yırtmak neyin nesidir. Bu açılımlarınızdan şu anlaşılıyor ki siyasi politikalarınız tabandan gelmiyor. Sizi destekleyenler aslında politikalarınızı desteklemiyor ve en küçük bir fırsatta açılımlarınızı çarşafa dolayıp yırtıp atıyor. Minyeli Berhan, İstanbul İl Başkanı olduğu günden bu yana öyle sözler sarf ediyor ki anlamak mümkün değil. Anlaşılan Gandi rüzgarı ile Ankara’dan İstanbul’a uçarak geldi ve hala ayakları yere basmadı. Bence inişe geçip halkın arasına karışmak ve hakikatleri görmek zamanı çoktan gelmiştir. Yükseklerden İstanbul’un manzarası gerçekten hoştur. İnsan uçarken yerdeki küçük detayları görmez. Genel manzara ile ilgilenir. Ama siyasette genel manzara insanı yanıltır. Siyasette incelikler ve detaylar esastır. Halka rağmen halkın desteğini alamazsınız. Eski kurtlar bir şeyler kapmak için sofraya üşüşmeye çalışıyor. Çünkü gerçekten CHP’nin elinde son derece büyük bir rant var. Baykal’ın sofradan kovaladıkları Kılıçdaroğlu vasıtası ile nemalarını geri almaya çalışıyor. Kılıçdaroğlu bunu yer mi, yoksa zamana mı bırakır onu önümüzdeki yıl yapılacak olan seçimlerde göreceğiz. Baykal küskünleri şimdi ellerini ovuşturuyor. Anap’ı bitiren, Mesut Yılmaz’ın da CHP’ye katılabileceği konuşuluyor. 64

Eğer bu gerçekleşirse ki muhtemeldir. Nede olsa CHP zihniyetli bir ANAP’lı idi. Bakalım CHP’yi de sıfırlama başarısını da gösterebilecek mi. Yani müteşekkir oluruz millet adına. Aslında CHP’nin iktidar olmak gibi bir amacı asla yok. Yoksa bunca imkanlarına rağmen iktidar olmak için değil muhalefet olmak için çalışmalarını ne ile yorumlayacağız. Muhalefette risk yok. Eleştirmek serbest. Boş vaatler serbest. Yapılan her düzenleme için AYM’ye koşmak serbest. Çünkü sorumluluk yok. Boş zaman çok. Memleket meselelerini düşünmek gibi bir dertleri yok. Her türlü sosyal aktivite ve gizli faaliyetler….! için imkanlar mevcut. (aşk, meşk serbest) Para bol. Memleket yanmış yıkılmış ne gam. Hadi bakalım Minyeli Berhan tüm bunları görüp dururken İstanbul’dan ful çekeriz, Ankara’da fire vermeyiz, İzmir zaten bizim demek ne kadar gerçekçi imiş hep birlikte göreceğiz inşallah. Ahmet TÜRKAN-4 Temmuz 2010 65

YAHUDİ CASUSLARI VE OYUNLAR Dünyayı sadece kendilerine verilmiş zanneden, kendilerinden başkalarını hayvan olarak gören, mallarını, ırzlarını, şereflerini, iffetlerini çalmakta beis görmeyen hatta uydurdukları ve din kitabı olarak itikat ettikleri yalanlara göre bunları helal sayan bir güruhla karşı karşıyayız. Çok değil daha kanları kurumayan 9 masum Türk evladını şehit eden katiller sürüsü. Her gün Filistin’de, Gazze’de binlercesine çile çektiren ve her fırsatta kan döken kudurmuşlar topluluğundan bahsediyorum. Bunların iyi bilinmesi toplumumuza iyi tanıtılması lazımdır. Bunlar akrepler ve yılanlar gibidirler. İşleri sadece zehirlemektir. Bu yazımı başlıktan da okuduğunuz üzere tarihte milletimize tuzak kuran, bu yolda ırz, namus tanımayan şeytani desiselerin en dehşetlisini uygulayabilen bir Yahudi casusu Suzi Liberman hakkında Cevat Rifat Atilhan[1] tarafından yazılmış muhteşem kitabını ve kitabın özünü gözler önüne seren Avukat M.Fazlı Özkaya tarafından hazırlanmış önsözünü bu vesile ile değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Kitabın pdf formatında hazırlanmış nüshasını linkten bulabilirsiniz. Kitabı kitapçılarda bulmak mümkün müdür bilemiyorum fakat vermiş olduğum linkten okuyabilirsiniz. *** Kitap Genel Kurmay Başkanlığının tetkiki ile ordu subaylarının okumasının faydalı olacağı tespit edilerek 26 Mayıs 1935 tarh ve 43782 sayılı tamim ile 40.000 nüshası alınarak Ordu’ya dağıtılmıştır. Bundan şu anlaşılıyor ki böyle değerli bir kitap vesilesi ile Kahraman Ordu dost kim, düşman kim tanısın ve hatalara düşmesin istenmiştir. Bugün kurmuş oldukları MOSSAD ajan teşkilatı ile dünyanın pek çok yerinde fitnelerine devam etmekteler. Daha en büyük şenaati yaklaşık 1 ay önce Millet olarak gördüğümüz ve günlerce nefret çığlıkları attığımız bu güruh maalesef bazı ordu subaylarımız tarafından bu gün tanınmamakta ve kendileri ile dostane ilişkilere girilmektedir.[2] Akrabalık ilişkileri kurulmaktadır. Onların ağızları ile konuşan bir paşamız bu memlekette yaşanmaz, ezan seslerinden duramayacaksınız, Türkiye’yi terk edin diye ailesine vasiyet etmektedir. Ağza alınmayacak, bir paşaya yakışmayacak ifadeleri ile adeta Yahudi’nin sahte din kitabı Talmut’u seslendirmektedir. Tüm planları kendi çıkarlarını kurtarmak olan bu milletten uzak durulmalı ve zararları böylece bertaraf edilmelidir. Yüzlerce yıl bulundukları topraklarda kin tohumları ekip milyonlarca insanın kanını emen böylesi bir toplum İngilizlerin gafil hıyaneti ile maalesef Osmanlı’nın başına bela edilmiş ve bugün temizlenemeyen bir pislik olarak Filistin’de İslam topraklarının orta yerinde fesat yaymaktadır. Ne yazık ki TSK’nın talepleri doğrultusunda İsrail’e verilen milyon dolarlık ihaleler ve karşılığında çalışmayan tanklar, iş görmeyen uçuş sistemleri. İnsansız Hava Araçları (İHA) konusunda da maalesef aldatılmış olduğumuz henüz sağduyulu yüksek kademe subaylar tarafından itiraf edilememiş, sessiz sedasız milli İHA’na dönüş yapılmakla yetinilmiştir. 66

Hıyanetin anlaşıldığına dair hiç bir emare okunmamaktadır. Hala bir şeyler elde edilebilir mi diyerek yakınlaşma çalışmaları devam ediyor. Bu adamlardan, bu toplumdan bir fayda çıkmaz. İçimizdeki yerli casuslar da aynı teraneleri öttürmeye devam ediyor. Ellerindeki medya gücünü beslendikleri Yahudi sermayesi lehine kullanmaktan arlanmıyorlar. Utanmıyorlar. Şirretlerini açıklamakta bir beis görmüyorlar. Yalanda o kadar ileri gitmişler ki, onlar karşısında doğru sözün, mertliğin, insanlığın, erdemin, ahlaki değerlerin bir alamı yok. Bu yazdıklarımı sakın bir kitap okumuş, veryansın ediyor diyerek yorumlamayın. Bu sadece bir tanesidir. Bu konuda yazılmış sayısız kitap, makale, medya varken, önümüzde tarihi vesikalar varken, önümüzde bir Filistin dramı varken çok ötelere gitmeye gerek yoktur. Mavi Marmara’da yapılan şer henüz tazeliğini korumaktadır. Birazcık izan, birazcık araştırma her şeyin gün yüzüne çıkması için kafidir. Bu gün bir antisemitizm tutturmuşlar gidiyor. Dünya halklarını iyi ürkütmüşler. Kendilerini mazlum göstermişler fakat heyhat; ne mazlumu, ne masumu. Oyunlarını ne kadar sinsice oynuyorlar. 15. asırda kendilerine açtığımız sakin liman olan Türk sinelerini hançerlemekten geri durmayan bir toplum hakkında söylenecek o kadar çok şey varken bunların duyurulamaması ne kadar acıdır. Halkın önünde duranların gafleti ne kadar acıdır. Uyanın Türk Millet. Uyanın Dünya Milletleri. Yahudileri dost edinmeyin. Bırakın kendi cehennem çukurlarında oyalansınlar. Ahmet TÜRKAN – 12 Temmuz 2010 [1] http://www.atilhan.4t.com/ [2] http://www.sonsayfa.com/Haberler/guncel/Generallerin-Yahudi-damatlari.html 67

BİLMEDİĞİNİ OKUMADAN, BİLDİĞİNİ OKUMAK Başlıktaki söz çok hoşuma gider. Kendime hatırlatırım sık sık. Gerçekleri ikaz eden uyarıcı bir söz. Yani kafanıza göre iş yapmayın, yapmanız gerekenler hakkında bilmediklerinizi araştırın, okuyun diyor. Basit bir tarif yaptım ki detayları herkes kendine göre yorumlayabilsin. *** 61 anayasası darbe sonrası yapılmış DARBE ANAYASASI idi, 82 anayasası da darbecilerin zihniyetini pekiştiren darbe anayasası oldu. Hatta 82 anayasasının ne denli darbeci zihniyetin eseri olduğunu ispat için 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer; 57. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in kafasına öyle bir attı ki, sadece siyaseti değil ekonomiyi altüst etti. Yani kanunlardaki metinler kesmezse kitapçık ta kafanızı kırmaya yeter demek istedi. 12 Eylül darbecileri ile partisi kapatılıp siyasi yasaklı olan Ecevit demokrasi bayraktarı 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından yasaklardan arındırıldı ama darbe zihniyetinin darbesini bir kez daha yemekten kurtulamadı. İşte şimdi Türk halkının eline bir fırsat geçti. Darbe anayasasında küçük te olsa demokrasi yönünde bir atılım yapılmak niyeti ile düzenlemeler yapıldı. AYM küçük düzeltmelerle referandum yolunu açtı. 411 ve 367 hukuksuzluklarını unutamadığımız için bu bize ilaç gibi geldi. Hani demişler ki ölümü göster, sıtmaya razı et. Bu kadarına razı olduk. Sırf demokrasi adına, yanlış anlaşılmasın. Demokrasinin kuralı böyle. Darbeciler kanun koyar, halk ona uyar. Nasıl bir demokrasi olduğunu ben hala anlamadım, ama bazı maddelerinde azıcık rahatlama yapmaya çalıştığımız anayasa bize demokrasiden bahsediyor. Meclisin iradesini tanımayan, meclisten geçen kanunları iptal edebilen, işine gelmediği zaman kanunları tersine çalıştıran bir anayasamız vardı. Tabi bunları darbe zihniyetine uygun yorumlayan hukuk adamlarımız. Her şeye rağmen bir yol açıldı. Aslında aynı anayasaya devam edeceğiz. Henüz tam randımanlı hale gelmesi için epeyce referandumlar yapmamız gerekecek. Kim bilir kaç referandum sonrasında eh artık demokratik bir anayasamız var diyeceğiz. Olsun Türk Milleti sabırlıdır. Sabırla o günleri bekleyeceğiz. Başlıkta şifresini verdiğim konuyu aslında şöyle örneklendireyim. Referandumda oy tercihiniz hangi yönde olacak diye sorduğum pek çok kişi, neyi oylayacağını, aslında neye evet, neye hayır diyeceğini maalesef bilmiyor. Burada siyasi tercihler ön planda olacak. Yani Ülkücüler 12 Eylül darbecilerinden yedikleri sopaları, aldıkları bilmem kaç volt elektrikleri unutacak, Devlet Bahçeli’nin siyasi kariyeri için hayır diyecekler. Yazık çok yazık. Ecevit’in Başbakanlığında kurulan 57. hükümeti hangi şartlarda desteklediklerini, aynı destek altında Bölücü başını nasıl ipten aldığını unutup, halkın gözüne baka baka hayır diyecek. Ülkücüler unutmuş mudur çektikleri eziyetleri, erkekçe yapılması gereken siyaseti. Bahçeli’yi birileri ikna etti anlaşılan. Hani eğitimimizin göz nuru Üniversitelerde kurulan ikna odalarının bir benzerine sokulan Bahçeli kayıtsız şartsız teslim bayrağını çekmiş gibi. 68

Peki CHP bu konuda ne kadar samimi. Darbecileri yargılayalım derken samimimidir. Hayır…. Kesinlikle hayır. Bence sadece kişisel tavıdır. Yoksa CHP gerçekten darbelere ve darbecilere karşı olsaydı, değiştirilmek istenen anayasa maddelerine destek verirdi. Peki CHP’yi kim ikna etti. Evren Paşayı yargılamayı düşünen CHP bir anda nasıl teslim oldu da darbe anayasasını savunur hale geldi. Hani dedik ya, bilmediğini okumadan bildiğinin okumak diye. İşte bu gün anayasa değişiklik taslağına referandumda HAYIR diyecek olanların bilmedikleri çok konu var. Önce değişiklikler memleketimize ne getirecek. Bir bakın. Son birkaç yıldır memleketimizin gündemini işgal eden derin devlet bağlantıları ve darbe planları kime karşıdır. Hele bir bakın. Anayasayı tümden değiştirelim, yeni anayasa yapalım diyen CHP ve MHP ne kadar samimi. Bu taslağı AKP yaptı onun için hayır diyoruz diyenler… Neden tek bir öneri getirmediniz. Sizi kim ikna etti. Deniz Baykal ve ekibini hile ile veya oldu bitti ile deviren yeni yönetim. Yaptıklarınız içinize siniyor mu? Evet diyorsanız referandumda hayır diyebilirsiniz. Tekrar ediyorum tabiî ki içinize siniyorsa. Yaptığınız katakulli darbesi ile ne kadar özdeşleştiğinizin sınavını da vereceksiniz. Bunu unutmayın. Burada Baykal’ı savunmuyorum fakat yapılan oyun çok çirkindir. Türk halkı şunu asla unutmamalı. Bizimle birlikte kurulan devletler dünya ekonomisinde söz sahibi iken bizim yerimize bakın. İmkanlarımızla kıyaslayın. Ne durumlara düşürüldüğümüze dikkat edin. Darbecilerin memleketi nasıl sık boğaz ettiklerini görün. Bunca darbelere rağmen hala ayakta isek, Bunca engellemelere rağmen hala ekonomi son dönemde iyiye gidiyorsa, engelleri gören yönetimin düzenlemelerine kim, neden karşı çıkıyor. Neden yoldaki engelleri kaldırmak için EVET demeyelim ki. Engellere hayır, Referandumda EVET….. Ahmet TÜRKAN- 25 Temmuz 2010 69

REFERANDUM GÜNLÜKLERİ Başlık meşhur darbe günlüklerini çağrıştırıyor. Elbette ki özellikle seçtim. YAŞ toplantılarının yapıldığı bugün, bu saatler memleketimizin önüne ipotek koymaya çalışan zihniyetin sorgulanacağı veya sorgulanıp sorgulanamayacağını göreceğimiz zaman dilimlerini içermekte. Sivil demokrasiyi askeri vesayetle yürütmeye çalışan zihniyetin üniformaları altında yaptığı çıkışlar görmezden gelinirse yeni darbe günlüklerine, eldivenlere, sarıkızlara, balyozlara hazır olun. Bunu neden bugün yazıyorum…. Şimdiye kadar çok yazdım. Elimden geldiği kadar tarafsız olarak, kendi gördüklerimi aktarmaya çalıştım. TSK’nın yıpratılması kimin işine gelir. Özellikle Türkiye ile fiziki olarak baş edemeyen zavallı mihrakların işine gelir elbette. Daha önceki bazı yazılarımda PKK ile İsrail iş birliğine dikkati vurgulamıştım. Bugün bir Arap- Kürt çatışmasından söz ediliyor. Bu da Türkiye ile ilişkilidir. Çünkü Türkiye’nin öncü rolü Orta doğuda denge unsurudur. Bu dengenin bozulması gizli mihrakların işine gelecektir. Şimdiye kadar ısrarla vurgulamış olduğumuz TSK’nın iç tehdit algılamasının yanlış olduğu yönündeki kanaatimiz yapılacak referandumla bir nebze düzeltilme fırsatına kavuşacaktır. Daha sivil bir anayasa olması vesayeti önleyecektir. TSK’nın asli vazifesinin Yurt dışından gelebilecek tehditlere karşı caydırıcı, yıpratıcı gereğinde yıkıcı gücü en uygun seviyede kullanabileceği yapılanma içinde olmasıdır. Terör dış kaynaklı bir çatışma ortamı idi. Göz ardı edildi ve darbe zihniyeti tarafından kullanıldı. Defaten irtica PKK teröründen tehlikelidir ifadeleri ile gaflet ve dalalet sözleri edildi. Bu gün gelinen noktada önü alınması için çok ciddi yaptırımları uygulamaya konulması gereken, çok daha fazla masraflı sonuçlarla karşılaşmamıza neden olacak düzeye ulaştırıldı. Bu günkü YAŞ toplantısında bu sorgulanmalıdır. Terfi bekleyen Paşalar terfi beklentilerinden önce bunların cevaplarını vermelidirler. Önlerinde balyoz planları yerine çözüm planları olmalıdır. Terfi beklentilerini memleket meselelerine hasretmelidirler. Ülkenin Başbakanına küfreden, siyasi iradeler zikreden Paşalar sistemin dışına alınmakta tereddüt gösterilmemelidir. Ahengi bozan Paşaların terfi etmelerine müsaade edilmemeli, göz yumulmamalıdır. Bu gün stratejiyi yanlış okursanız, yarın kendi başınıza ve de memleketin başına neler gelebileceğini, başka bir deyimle neler tezgahlandığını bizzat yaşayarak anlamak ne kadar acı verecektir. Zor bir YAŞ toplantısından zor bir referandum sürecine zamanın hızlı akışı ile yol almaya devam edilmektedir. Tam bayramın son tatil gününe denk getirilen referandumda alınacak sonuç memleketimizin geleceğine ipotek koyanların mağlup olacakları bir süreç olacaktır. Ülkemizin tüm katmanları gerek ekonomik katmanlar gerek akademik katmanlar gerek iş gücü katmanları bu süreci iyi okuyun. Memleketimizi ipotekten kurtarın. Darbe zihniyeti ile idare olmaz. Demokrasi dayatma rejimi değildir. 2 günü birbirini tutmayan siyasi avarelerin söylemlerine dikkat edin. Sizi kandırmalarına, iradenizi ipotek altına almalarına müsaade etmeyin. Üniforma yağdanlıklarına aldanmayın. 70

Ne istediğinize lütfen dikkat edin. Bu referandum siyasi partilerin seçim referandumu değildir. Parti çalışması gibi sunanların oyunlarına gelmeyin. Siyasi tercihlerinizi referandum sonrasına bırakıp, yapılacak değişikliklerin neler getireceğine bakın. Demokrasi yolunda ilerlemek istiyorsak, referandumda tercihimiz “EVET“ olmalıdır. Derin zihniyetlerin oyunu ile referanduma karşı çıkmak, darbecileri, terör taraftarlarını, işbirlikçileri ve Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünü hazmedemeyen Siyonist İsrail taraftarlarını memnun edecektir. Tekrar ediyorum yeni-yeni dillendirilen Kürt Arap çatışmasını lütfen dikkatle okuyun. Bu çatışma kimleri memnun eder. Dikkatle yorumlayın. Geri dönüşü olmayan yolda iradenizi doğru kullanın. Terör kimin işine gelir, karışıklıklar kimleri memnun eder tarihin geçmiş yüzüne bir bakın lütfen. Daha sivil bir anayasa için… Haydi sandığa. Haydi demokrasiye. Evet… Ha gayret az kaldı. Ahmet TÜRKAN- 1 Ağustos 2010 71

TSK VE TERFİ STRATEJİSİ “Son YAŞ pek çok konuda bir ilk oldu” demek sanırım yanlış olmayacaktır. Bir defa teamüller bozuldu. Aradan sıyrılan birkaç kişiyi yargı sonuçlarına göre gereken yapılır diyerek onaylamışsanız pek fazla söylenecek söz kalmaz. Ama suçları sabit olma ihtimallerini bile-bile onay vermişseniz birileri aslında bu mücadelede başarılı olmuş demektir. İzleyip göreceğiz. Elbette yargı süreci tamamlanmadan hiç kimse suçlu addedilemez. İftiraya uğrama, ya da bilerek suçluların saklanıp, suçsuzların öne sürülmesi gibi tezgahlar olabilir. Yargı bunun hesabını ve doğru sonuca ulaşmak için gerekeni yapacaktır. Buna eminiz. Emin olmak zorundayız. Eğer yargıda da sıkıntılar yaşanırsa Devlet tamamı ile zaafa uğramış demektir. TSK’nın bunca zaafına rağmen YAŞ’ta siyasi otorite ile mücadeleye girişmesi, hakkında soruşturma dosyaları hazırlanan komutanların terfilerinde ısrarcı olması, zafiyetin gizlenmesi ya da görmezden gelinmesi çalışmalarına yönelik olduğu gözlemlenmektedir. Bu kadar ısrar, ortaya çıkan fiili problemlerde bu kadar sessizlik nedendir. Bunlar şüpheli konulardır. Siyasi fikirlerini açıklamaktan çekinmeyen Komutanlar nasıl oluyor da hain saldırılar hakkında Türk halkını bilgilendirecek açıklamalar yapmıyorlar. Bundan şu anlaşılıyor ki, TSK’nın görevi sadece rejimi kollamak değil, silah arkadaşlarının da istikbalini kollamak, korumaktır. Evet kol kırılır yen içinde kalır derler, ama yen kalmadı. Her şey ortaya dökülmüşken, neden temizlemek yerine pislikler halının altına süpürülüyor. Neden kapatılmak ihtiyacı var. İleride daha büyük zafiyetlere kapı aralanıyor. Biz her ne yaparsak yapalım hesap vermeyiz anlayışı hakimdir. Halbuki TSK Personel kanunu son derece açıktır. *** Madde 121- Subay ve astsubayların atanmaları: a) (Değişik bent: 29/07/1983 - 2870/10 md.) Asteğmen-albay rütbelerindeki subaylar ile astsubayların atanmaları; Kuvvet Komutanlıklarınca, b) General ve amirallerin atanmaları, Kuvvet Komutanlarının lüzum göstermesi ve Genelkurmay Başkanının teklifi üzerine Milli Savunma Bakanının inhası, Başbakanın imzalıyacağı ve Cumhurbaşkanının onaylıyacağı kararname ile, 72

c) Kuvvet Komutanları ve Genelkurmay İkinci Başkanı general ve amirallerin atanmaları, Genelkurmay Başkanının teklifi, Milli Savunma Bakanının inhası, Başbakanın imzalıyacağı ve Cumhurbaşkanının onaylıyacağı kararname ile, d) (Değişik bend: 18/06/2003 - 4902 S.K./26. md.) Askeri hakimlerin, Gülhane Askeri Tıp Akademisi öğretim üyesi olan profesör ve doçentlerin ve Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığının subay ve astsubaylarının atanmaları; özel kanunları gereğince; Yapılır. e) (Mülga bent: 29/07/1983 - 2870/19 md.) (b) ve (c) bendlerinin uygulanmasında Genelkurmay Başkanının teklifi üzerine, Milli Savunma Bakanı inha işlemini yapmadığı takdirde, Genelkurmay Başkanı, talebini yazı ile Başbakana gönderir. Başbakan kararını yazı ile Milli Savunma Bakanına ve Genelkurmay Başkanına bildirir. Başbakanın bu kararına uyulması zorunludur.[i] *** Yani Başbakan’ın uygun görmediği, Cumhurbaşkanı’nın onaylamadığı bir general veya amiral terfi edemez. Israrcı olmak ne demektir. En hafif ifade ile emre itaatsizliktir. Daha ileri gidilmesi halinde emre itaatsizlikte ısrar vardır ve karşılığı cezayı gerektirir. Türkiye’de artık teamüller değil hakikatler ve olması gerekenler konuşulacak, uygulanacak ve disiplinsizliklere göz yumulmayacaktır. Mütedeyyin personeli disiplinsiz diyerek TSK’dan ayıranlar bu gün kendileri disiplinsizlik içindedir. Disiplinsizlikte ısrar etmektedir. Mütedeyyin subay ve astsubaylar için yargı yolu kapatılırken, mahkemeler tarafından haklarında suç duyuruları ve yakalama emirleri çıkartılanlar saklanmakta ve kollanmaktadır. İşte asıl disiplinsizlik budur. Evet şu an için YAŞ kararları yargıya kapalıdır. Hiç kimse yargılanmadan TSK’dan ilişiği kesilmesin, fakat aynı zamanda suçlu olanlara da kol kanat gerilmesin. Sonra terör belasını bitiremezsiniz. Biz avuç terörist karşısında acze düşer, yaptıkları katliamları sadece izleyip sesinizi kısarsınız. Acizliğinizi saklamak gereği duyarsınız. TSK hiçbir dönemde bu kadar acze düşmemişti. Yeni kadro şekillendi. Daha önce basında birilerine yol açıldı, açılıyor, ya da planlardan bahsedildi. Yargı dururken şahısların kişiler hakkında ileri geri yorum yapması doğru olmaz, fakat gelinen noktada teamüllere ne kadar uyulup uyulmadığı, veya nelerin pazarlık konusu yapıldığı konusunda pek çok şey sır olarak kalacaktır. Bu günden itibaren yeni komuta kademesinden Türk Milleti adına isteğimiz şudur. Dirilip ayağa kalkın. 73

TSK’ni küçük düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Unutmayın dünyevi rütbeler ve makamlar kabir kapısına kadardır. Dünyevi rütbeler gözünüzü, gönlünüzü kapatmasın. Yeni bir enerji ile TSK’yı canlandırın. Terör belasını halledin. Askeri şaibelerden kurtarın. Hakikatleri cesaretle söyleyin. Siyaset yollarına sapmak askerlik şiarı değildir. Ahmet TÜRKAN – 9 Ağustos 2010 [i] http://www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/416.html (06.08.2010) 74

CEVAP HAKKI Deniz Harp Okulu Komutanı Tuğamiral Türker ERTÜRK istifa etti.[1] Epeyce de bir açıklama yaptı. Yapmış olduğu açıklamaların pek çoğu doğru, ama bir şartla. Komutan ne yazık ki içinde bulunduğu durumları fark edememiş. 18 yıl Deniz Kuvvetlerinde fiili hizmette bulunmuş olan bendenizin de söyleyecekleri var. Yapılan içi boş açıklamalar bize cevap hakkı doğurmaktadır. Söylediklerine sıra ile bakalım. “Türk silahlı kuvvetlerine karşı asimetrik psikolojik harekât icra edilmektedir.” Bu söz benim değil Genelkurmay Başkanımızın sözü ve değerlendirmesidir.” diyor. Asimetrik savaş ya da gayri nizami harp neymiş bakalım. “Fiziki, ekonomik, psikolojik, siyasi v.b. işgal ve/veya teşebbüs durumunda işgali ortaya çıkarmak, karşı tedbirleri uygulamak, ülkemize karşı GNH uygulama ve teşebbüsleri olduğunda icra edilecek karşı tedbirleri oluşturmak”[2] Konu ile ilgili ayrıntıları verdiğim kaynaktan okuyabilirsiniz. Eğer siz Türkiye’deki ekonomik çalışmalara ve liberal ekonomik uygulamalara asimetrik savaş diyorsanız gidin önce ekonomi eğitimi alın. Psikolojik harekâtın kaynağı TSK’dır. Dış tehditlere karşı halkı bilinçlendirme ve direnme çalışmalarının konusu iken konuyu saptırıp kendi siyasi ilkeleri için halkın gıyabında darbe planları düzenlemek asimetrik savaşın kendisidir. Bunu sivillerin yapabilmesi imkânsızdır. Olsa olsa sözle veya yazı ile kendini savunmaya çalışabilir. Psikolojik harekâta karşı koymanın yolu nedir o zaman sayın paşam? Hakikatleri gizlemek midir? İçinden çıkılamayan durumlarda televizyon ekranlarının karşısına geçip siyasi iktidarı ve halkı tehdit etmek midir? e-muhtıra girişimleri midir bu sorunun cevabı? Bilmem kaçıncı darbe planı mıdır? Camileri bombalamak mıdır? Siviller, askerleri nasıl tehdit edip psikolojik harekât yapabilir ki? Açıklanmasını beklediğimiz pek çok olay var ve hala yetkililerden cevap yok. Siz bir asker olarak Genelkurmay başkanını referans almanız son derece normal. Anormal olan Genelkurmay başkanlarına rağmen darbe planları yapan generallerdir. Bu durum karşısında sanırım diyebileceğiniz hiçbir şey yok. Sizinki bodoslama dalmaktır. Asimetrik de değil. 75

Yapılan planları artık akılda tutmak bile mümkün değil almanaklardan takip ediyoruz. Direklerde Kur’an var. Ama gemilerde namaz kılmak yasak. Yaptığımız her işte besmele çekeriz ama içi boş mana yok. İçerik boş. Özellikle içi boş manalara dikkat çekmeye çalışmışsınız. Peki, o zaman; ben neden fişlendim? Neden hakkımda dinci iftirası yapıldı? Direkteki Kur-an’ın manası bu mudur sizde? Gemilerin 2. komutanları kanunen İmam subay görevi yaparlar değil mi? Kıyafet kanununda da özel kıyafeti vardır. Hiç şahit oldunuz mu sayın komutan böyle bir olaya? Kendiniz muhtemelen 2. komutanlık yaptınız. Gemi personelinin önünde imam olup 2 rekât namaz kıldırdınız mı? Hiç dini bir ders yaptınız mı personelinize? Ahlak takviyesi yaptınız mı? Okulda öğrencilerinizle sahur yaptınız mı? Hiç teravih kıldırdınız mı? Hâlbuki bunlar vazifenizdi. Yoksa namaz kılanları fişlediniz mi? Batı çalışma grubunda görev aldınız mı? Peki, kaç inançlı personelin atılmasına onay verdiniz? O zaman hiç bunlar aklınızın ucundan geçmiş mi idi? Gemilerdeki süfli yaşantıdan haberiniz var mı idi? Oynanan kumardan. Yapılan sohbetlerden. Gemiler arası gruplar halinde oynanan at yarışlarından. Gammazlamalardan. Bunlara bir dokunsaydınız ya. Okulunuzdaki gayri meşru ilişkileri basın yazdı. Ben öğrencilerimi korudum diyorsunuz. Okuldan attığınız 3 öğrenci neyin nesi o zaman. Ahlaksızlıkları orta yere savurmak elbette doğru değil, fakat bir adilik varsa bunu savunamazsınız. Okula başladığımda boyum tüfek kadardı diyorsunuz. Aynen benim boyum da o kadardı. 4 yıl başarılı bir öğrenim hayatı, 18 yıl mesleki başarı ardından birileri siyasi iktidardan hırsını almak için önüne geleni fişleyip disiplinsiz yaftası ile kapı dışarı ediyor. Hem de emeklilik hakkıma 18 ay kala. Bu ne biçim bir zulümdür. Buna nasıl oluyor da gönlünüz razı olabiliyor. Elbette üst rütbelere çıktıkça rekabet kızışıyor. Rakipleriniz var. Tepe noktaya ise ancak 1 amiral çıkabilecek. Birileri elenmek zorunda. Peki, bu kadar duygusaldınız da neden daha önce çıkıp yapılan haksızlıklar karşısında tek kelime etmediniz. 76

Hani her işi besmele ile yaparız diyorsunuz. “Bismillah salvo” emrini kaç subay manen idrak ediyor. Yoksa camileri bombalamak bu anlayışın ürünü mü? Yok, sayın paşa yok. Giderayak söylediğiniz sözler hak ile bağdaşmıyor. Bunları fırsat varken söylemeli ve haksızlıklara geçit vermemeli idiniz. Emekli olduktan sonra alnınızı secdeden kaldırmasanız, tüm seneyi oruçlu geçirseniz de artık kimseye bir faydanız olmayacak. Görevde iken örnek olmalı idiniz. Fişlemelere itiraz etmeli idiniz. Teker kırıldı. Artık yol göstermenize gerek yok. Ahmet TÜRKAN – 15 Ağustos 2010 [1] http://www.habername.com/haber/yas-harp-okulu-tsk-deniz-amiral- 43804.htm (13.08.2010) [2] TARHAN Nevzat ,Asimetrik Savaş, S.308, Timaş Yayınları, Mayıs 2010 77

REFERANDUMA 3 HAFTA KALA Referanduma 3 hafta kala HSYK cephesinde YAŞ benzeri direniş devam etmektedir. HSYK krizi malum güçler tarafından tetiklenmektedir. Çünkü yargı siyasallaşmıştır. Çünkü hukuk çiğnenmektedir. 411 VE 367 KRİZLERİ SİYASAL YARGININ EN AÇIK GÖSTERGESİDİR. TSK bu siyasal çizgide yerini almış ve son YAŞ toplantısında iktidara karşı rütbe savaşları vermiştir. Rütbe savaşları aslında layık olanların terfisi değil, statükocuları sistemde tutmanın mücadelesiydi. 28 Şubat sürecinde sistem dışına itilerek saf dışı bırakılan mütedeyyin subay ve astsubaylar bu oyunları bozacağı tahmin edilen çalışkan, münevver vatanperverlerdi. Ama vesayetçi faşizan anlayış onları sistem dışına itti. Şimdi bir fırsat var. Referandumda “ EVET “ bu yapıyı bozacaktır. Doc. Dr. Osman Can “DARBE YARGISININ SONU” isimli kitabında “Türkiye ise gecikmiş bir Avrupa olarak faşizmin ve ırkçılığın yükselişe geçtiği dönemin Avrupa’sının siyasal tercihlerine göre modernleşmesini derinleştirmek ve tamamlamak zorunda kaldı” diyor. Yani Avrupa’yı geriden takip ediyoruz. 1960 ve 1980 darbeleri de bu faşizan ve ırkçı Avrupa düşünce tarzının uzantısı idi. Bu gün referandumda “ HAYIR “ oyu kullanacağını söyleyenlerin bu faşizan, ırkçı, dikta yönetimlerini desteklediklerini görüyoruz. Bu anlayış hem TSK’yı hem de Yargı’yı etkilemiş ve bu gün hem TSK hem YARGI siyasallaşmış ve siyasi söylemler arkasında darbe planlarını yapan ve destekleyenler olmuşlardır. Darbe anayasasını ısrarla savunmaları bu yüzdendir. 61 ve 82 anayasaları ile kurmuş oldukları düzenin değişmesi bu faşizan yaklaşımın sonu olacaktır. CHP ve MHP söylemleri ile bu fikrin paydaşlarıdır. PKK’nın meclisteki temsilcisi BDP ise Kürt halkı üzerinde aynı rolü üstlenmektedir. Kürt halkını baskı ile sindiren PKK’ya arka çıkarak kendi faşizan düzenlerini sürdürmek istemektedirler. Ahmet Türk gibi darbecilerin gazabına uğramış Kürt önderleri ise bu gün “EVET” demeliyiz derken aslında Kürt halkını ciddi bir şekilde uyarmaktadırlar. Kürt halkını protestoya davet eden Kürt Irkçıları da bu gün aynı şekilde kendi faşizan fikirlerini, salt kendi çıkarları için kendi toplumlarına dikte ettirmenin peşindedirler. Kürt halkı sandığa giderek ve aynı zamanda yapılacak olan anayasa değişikliklerine “EVET” diyerek bu oyunu bozmalıdırlar. Referandumda “EVET” çıkması bu oyunları bozacaktır. Güçlü bir Türkiye için bu oyun bozulmalı ve Türkiye “EVET” diyerek ayağa kalkmalıdır. Israrla siyasi iktidar üzerinden söylemler geliştirerek Türk halkı üzerindeki ipoteğin devamından yana olan CHP, MHP ve BDP bu oyunda maalesef kötü karakterleri canlandırmaktadırlar. 78

Referandum siyasi bir tercih değildir. Referandum demokratik ve özgür bir anayasanın yolunu açacak olan birinci adımdır. Elbette daha sağlam temellere oturtulmuş yeni paketlere ihtiyaç vardır. Fakat demokratikleşmenin önünde en büyük engel olan siyasal yargı bu referandumla adil sisteme geçiş sürecini yaşamak zorunda kalacaktır. Yargıdaki kast sistemi bozulacaktır. Derin devlet yerini adil sisteme bırakacaktır. Derin siyasetin izlerini taşıyan YAŞ kararları adil yargıya açılacaktır. Faşizan kararlarla sistem dışına itilen mağdurlar iade-i itibarları ile birlikte haklarını geri alacaklardır. Adalet siyasetten sıyrılmadıkça, hukuk sağlanamaz. Bu gün HSYK’nın bunca itirazı, YARSAV’vın bunca çığlıkları üstüne oturdukları siyasete bulaşmış, adaletsiz sistemin dağılmak üzere olmasındandır. Referanduma 3 hafta kala yapılacak değişikliklerin memleketimize neler getireceğine tekrar ciddi olarak bakalım. Bu güne kadar yapılan haksız dayatmacı zihniyete dur diyelim. Kendi milletini tehdit olarak gören zihniyete dur diyelim. Vesayet anlayışını silelim. Halkın yararına yapılamak istenen kanunlara dur diyen siyasal yargıya dur diyelim. EVET referanduma 3 hafta kaldı….. Ahmet TÜRKAN- 22 Ağustos 2010 79

REFERANDUMA 2 HAFTA KALA Evet… Evet… Evet… Referanduma 2 hafta kaldı ve bazı konular halkımız tarafından daha net anlaşılmaya ve sonuçları belirginleşmeye başladı. Bazı maddelerin diğer maddeler ile ilişkilendirilerek demokrasi yönünde atılması düşünülen adımlara da katkı sağlayacağı anlaşılmaya başlandı. Örneğin fişleme devri biteceğine göre, referandum öncesi TSK’dan dinci olarak fişlenenlere itiraz hakkı doğacaktır. Bu şu demektir. Referandum öncesi beni fişlediniz. Artık bu fişlemeyi iptal ediniz. Beni temiz vatandaş sınıfına alınız. Fişlenmekten dolayı kaybettiğim haklarımı iade ediniz anlamı çıkacak ve fişlenerek TSK’dan ihraç edilen subay ve astsubaylara 2. kapı açılmış olacaktır. Önce YAŞ kararlarının yargıya açılması ile hakkını arayabilecek. Fişleme dönemi bittiği için de artık fişlendiği durumdan kurtulması için paralel dava ile aynı yolu kullanarak haklarını geri alabilecektir. Birbiri ile alakalı daha başka durumlarda elbette olacaktır. Fişlenme ile ilgili süreç referandumda “EVET” çıktıktan sonra ilave düzenleme ile eskiye dönük olarak ta uygulanmalı ve insanların iftira fişlemeleri ile bozulan sicilleri düzeltilmelidir. Bu diğer insanlar için de geçerlidir. Temiz toplum ancak bu şekilde olabilir. İnsanları fişleyerek karalamak, tolum dışına itmek Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmaz. Yüz kızartıcı suçlar, elbette cezalandırılacaktır, bu konu fişleme ile zaten alakalı değildir. Fişleme suç oluşmadığı halde birilerini zor durumda bırakmak için yapılan illegal işlemlerdir. Darbe zihniyetinin eseri olan bu tutum oylarınızla bitirilmelidir. Hiç kimse ötekileştirilmemelidir. Anayasada zaten var olan fikir ve kanaat hürriyeti birilerinin keyfi uygulaması ile kısıtlanamaz. İnsanlar keyfi olarak fişlenemez. Uygar toplumlarda insanları sınıflandırmak, kategorize etmek yoktur. Bu yükü milletimiz referandumda “EVET” diyerek üzerimizden kaldırmalıdır. Bu yük ağırdır. İnsan onurunu zedeleyici tavırlar bu millete yakışmaz. Kanunlarda suç olan durumlar belirtildikten sonra suç unsuru olmayan nedenler suç gibi gösterilip fişlemek, ardından komplo teorileri üreterek ekarte etmek insanlara yapılabilecek en büyük zulümdür. Darbeye zemin hazırlamak için inançlı subay ve astsubayların TSK tarafından fişlenmesi ve disiplinsizlik yaygarası ile ilişiklerinin kesilmesi ve bunu anayasaya uygunmuş gibi gösterilmesi Türk Milletine yapılmış en büyük ihanettir. 80

Türkiye’de bu yapılmıştır. 12 Eylül 1980 ne kadar kara bir tablo ise, 12 Eylül 2010 ondan bin kere ak bir tablo ortaya çıkarmalıdır. Hayır diyeceğim diyenler bu sistemin devam etmesinden yana olan derin devlet taraftarlarıdır. Statükoculardır. Vesayet yönetiminin devamından yana olanlardır. Hayırcılar bu memleketin ayağa kalkmasını istemeyen, istibdatçılardır. Kendi faşizan fikirlerinin eseri olan darbeci zihniyetin devamından yana olanlardır. Haydi Türkiyem kendine gel. Ayağa kalk. Daha demokratik bir anayasanın birinci ayağını kurtar. Bunun arkası gelecek. Bu millet artık yaya kalmayacak. Ahmet TÜRKAN – 29 Ağustos 2010 81

EVET YA DA HAYIR… İşte bütün mesele bu… Evet … sonucu Mevcut hükümetin Türk Halkı adına yapmaya çalıştığı iyileştirmelerin karşılığıdır. Mevcut durumda var olan problemlerin çözülmesini amaçlamaktadır. Sadece Anayasadan kaynaklanan temel problemler ele alınmış birinci derecede çözüm bekleyen sorunlar için düşünülen iyileştirmeler, mevcut anayasanın elverdiği sınırlar ölçüsünde yapılmaya çalışılmıştır. Bu düzenlemeler yapılmadan diğerlerinin önünün açılması bir derece daha zordur. Demokratik süreç zordur. Mücadele vermek gerekir. Mücadele vermeden demokratik süreç tanımı vesayet zihniyetinin müsaade ettiği kadardır ki gelinen süreçte çekilen sıkıntılar işte bu zihniyetin ürünüdür. 10 yılda bir darbe. Mevcut hükümetlerin aldıkları kararlara, çıkartılan kanunlara ya askeri ya da yargısal yönden engellemeler devam ediyor. 411 milletvekilinin onayı ile kabul edilen kanun bile işlerlik kazanamıyor. Statükonun onayladığı Cumhurbaşkanları mevcut kanunla seçilebilirken, statükonun istemediği aday için mevcut kanunlar yeterli değil. Derin adamlar ortaya çıkıp bu şekilde olmaz diyor AYM tarafından gösterilen yeni hedefe göre karar almak için kanunlar çizik çizik ediliyor. HAYIR’cıların hayır demek için hiçbir gerekçeleri yok. Kılıçdaroğlu’nun KONYA mitingi esnasında sarf ettiği sözleri şöyle bir irdeleyelim. Referandumda düzeltilmek istenen maddelerin referandumdan sonra da devam edecekmiş gibi konuşuyor. Efendim telefonlar dinleniyormuş, özel hayatın gizliliği kalmamışmış,, Bumu demokrasi diye soruyor. Dinleyenler de alkışlıyorlar. Değiştirilmek istenen maddelerden bir tanesi özel hayatın korunması ile ilgili. Hükümet bu sorunu halletmek için kanun çıkartmak istiyor. CHP ve MHP bunu engelliyor. Meydanlarda utanmadan engelledikleri maddeyi halka problem devam edecekmiş gibi aktarmaya çalışıyorlar. Evet mitingde Kılıçdaroğlu bu mu demokrasi diyor. Buna evet diyecekmisiniz. CHP taraftarları hayır diye cevap veriyor. Ey Kılıçdaroğlu, dinlemelerin devamından yana olan sizsiniz. Deniz Baykal’ın gizli dünyasını ortaya döküp Genel Başkanlık koltuğuna oturan sensin. Bunu halkın gözüne soka soka inkar edip benim özel hayatımın gizliliği kalmadı demek siyaset adamına yakışmaz. Şimdi hayırcılar diyorlar ki HSYK ve AYM ile ilgili maddeleri ayırırsanız destekleriz. 82

Yalan…..! külliyen yalan. Eğer dürüst olsaydınız mecliste direk destekler ve maddelerin kanunlaşmasını sağlardınız. Karşı olduğunuz maddeler için de doğru gördüklerimize destek olduk karşı olduklarımıza da referandumda hayır diyoruz diyebilirdiniz. Ama ne yazık ki dürüst siyaset izlenmiyor. Aynı gerekçelerle MHP de hatalı siyasete devam ediyor. Konuyu saptırmak için AYM’ye başvurmayacağız dediler ama şimdi HAYIR kampanyası yürütüyorlar. Biri birine uymayan kısır siyaset anlayışı. Muhalefet bel altından çalışıyor. Halkın demokratik hayatına müdahale devam etsin isteniyor. Problemlerin çözülmesi için yapılan çalışmaların unutturulup problemleri devam edecekmiş gibi anlatıp referandumda hayır deyin demek siyasete yakışmaz. Referanduma yaklaşırken gelinen son düzlükte Türk halkının değişecek olan maddeleri incelemeleri ve ellerini vicdanlarına koymalarını istiyorum. Evet…! sonucu Türkiye’nin önünü açacaktır. Hayır derseniz çektiğiniz tüm sıkıntılar devam edecektir. Aklı seliminizi kullanın, derin adamların oyununa gelmeyin. Ahmet TÜRKAN-6 Eylül 2010 83

HEP BİRLİKTE YARINLARA Sıcak yaz, sıcak siyaset sonunda Türkiye referandumda %58’lik oy oranı ile EVET dedi. Şimdi mevsim sakin, siyaset de sakin olmalı, artık vazife zamanıdır. İtiraz edenler, kendilerine göre durumdan vazife çıkaranlar olabilir. Demokrasi işte böyle bir şey. Sonuca katlanırsınız. Ancak asıl demokrasi mücadelesi bundan sonra başlayacak. Bugüne kadar hazırlanan paketi destekledik. Çünkü bu paketin memleketimiz ve halkımız için yararlı olacağı kanaatimiz vardı. Bundan sonra ise paketin içeriğinin gerçekten yararlı olabilmesi, ümitlerimizin boşa çıkmaması için takipçisi olacağız. Referandum siyasi bir tercih değil, Türkiye’nin demokrasi sınavı demiştik. Vesayet algısı ve baskısı bitsin demiştik. Bu sonuçlar Türk halkının gerçekten demokrasiye inandığını ispat etmiştir. Türk halkının darbecileri desteklemediği anlaşılmıştır. Onca siyasi manevraya rağmen Halkımızın demokrasi anlayışının önde olduğu görülmüştür. Uydurma anket sonuçlarına, kandırmaca sloganlara itibar etmediği görülmüştür. Şimdi hükümete düşen görev üstüne aldığı vazifeyi doğru yapmak, bizlere düşen görev ise hükümetin paket ile ilgili atacağı tüm adımları ciddiyetle ve kararlılıkla takip etmektir. İçi boş maddeler elbette bir işe yaramayacaktır. Evet dediğimiz maddeler ile ilgili alt madde ve mevzuatlarının bir an önce düzenlenmesi ve hayata geçirilmesi, uygulamada eksik kalabilecek hususların çok ciddi olarak ele alınıp süratle bertaraf edilmesi en büyük arzumuzdur. Referandum sürecinde hayır diyenler şimdi başka manevralar yapacaklardır. Bahçeli gibi erken seçim yapılsın diyenler, paket işe yaramadı diyenler Kılıçdaroğlu gibi baskı altında evet dediler diyenler de olacaktır. Varsınlar desinler. Türk halkı neye evet dediğini çok iyi biliyor. Seçim asla öne alınmamalı, bu süre zarfında hükümet mevzuat düzenlemelerini en iyi hale getirecek çalışmaları en kısa zaman da yapmalıdır. Yoksa bundan sonra kimseyi ikna edemez. Referandumda türlü manevralar yapıp şimdi tebrik ederim diyenler de olacaktır. Olsun, hatadan geri dönmek de iyidir. Ülkemizi güzel günler bekliyor. Hep birlikte el ele vererek en iyiye ulaşmak için çalışmaya devam edeceğiz. İyi olanı destekleyeceğiz. Yanlış olanı eleştireceğiz ki doğruyu bulalım. Sonucun tüm Türkiye ve halkımız için hayırlı olmasını temenni ediyorum. Ahmet TÜRKAN-13 Eylül 2010 84

HAİN KİM Hristiyanlık propagandası yapan hristiyan asıllı eski başkan Türkan Saylan’ın yolundan giden Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı ve Danıştay eski Başsavcısı Tansel Çölaşan, referandumda 'evet' oyu kullanan yüzde 58'lik kesimi ihanetle suçladı.[1] Normaldir. Yolu belli. Bir zamanlar Türk halkına kuru kalabalık diyenler. Türk halkı aptal diyenlerden sonra şimdi de hain diyeler ortalıkta fink atıyor. Tansel Çölaşan Danıştay Başsavcılığı görevinde de siyasete bulaşmışlığı ile meşhur. Ergenekon terör örgütünün avukatlarından. Misyonerlik hizmetine devam ediyor. Türk halkının hakkını almak için evet demesi rahatsız ediyor. Türk halkının bunca aldatmacaya, kandırmacaya, hileli yollara itibar etmeyip doğru bildiğini yapması Misyoner Saylan yolunun takipçilerini üzüyor. Elbette üzüleceksiniz. Bütün foyanız ortada. Halkımız yaptığınız hainlikleri yemiyor. Yardım adı altında dağıttığınız misyonerlik kitaplarını deşifre ediyor. Pisliklerinizi ortaya döküyor. Eskisi gibi büyükler bilir demiyor. Büyük geçinen küçücüklerin hıyanetlerini görüyor ve sorguluyor. Siz hıyanetin tam ortasındayken, devlet görevini bile siyasete bulaştırmışken, nasıl oluyor da halka hain damgası vurabiliyorsunuz. Halk asıl hainleri biliyor. Susuyorsa bu Türk halkının asaletindendir. Halkımızı isteseniz de sokağa dökemezsiniz. Boş yere kışkırtmayın. Halkımız bu hileleri çoktan fark etti. Halkımız sığındığınız hileli inlerinizi biliyor. Evet’in ne manaya geldiğinin çok iyi biliyor. Kurduğunuz tuzakların sizi yakalayacağını anladınız umarım. Evet az kaldı. Düzenlemeler inşallah adil bir şekilde yapılır. Gerçek hainlerin yakasına o zaman yapışılır. Kanunları ters yüz etmek ne demekmiş o zaman görürsünüz. Kanunları tersten okumak neymiş o zaman anlarsınız. Tansel Çölaşan ile aynı toplantıya katılan” Eski Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ise konuşmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'nin Hrant Dink davasındaki kararının Adalet Bakanlığı'nın yüzünde patladığını 85

savundu. AİHM'nin Hrant Dink davası hakkında verdiği kararı değerlendiren Eminağaoğlu \"Acaba Adalet Bakanı Sadullah Ergin istifa etmeyi düşünüyor mu?\" diye sordu. Sayın Eminağaoğlu hukuk sisteminin başında siz varsınız. Yargı sizden sorulur. Neden suçluları adil bir şekilde yargılamadınız. Adalet Bakanı savcı mı, yargıç mı. Siz yargı mensupları neden görevinizi tam yapmadınız da başkalarını suçluyorsunuz. Neden hileli yollara baş vurmaktan geri durmuyorsunuz. Neden hukuku ters yoldan götürmeye çalışıyorsunuz. Neden siyaset yapıyorsunuz. Neden dava sürecindeki kişiler adına avukatlık yapmaya kalkıyorsunuz. Adaletin yerini bulması işinize gelmiyor mu. El ele verip kurduğunuz düzenin yıkılması, çirkinliklerin ortaya yayılması moralinizi mi bozuyor. Gerçek hain halkın ödediği vergilerden nemalanıp halka ihanet edendir. Hıyaneti halka değil kendinize sorun. Etrafınıza bir bakın bakalım; hain kim. Ahmet TÜRKAN- 20 Eylül 2010 [1] http://www.bugun.com.tr/haber-detay/118687-tansel-colasan-dan-sok-sozler- haberi.aspx 86

KILIÇDAROĞLU’NDAN SALVOLAR Referandumdan çıkan “EVET” sonucu muhalefetin öngörülerinin tersine ekonomi piyasalarında ve toplum üzerinde pozitif etki yapmış durumda. Bu durumdan rahatsız olanlar da var elbette. Suyun yönünü değiştirmek isteyenler de olacaktır. Başsavcı Yalçınkaya gibi kanunların değişmesi bize vız gelir diyen statüko kahramanları da olacaktır. 367 Sabih gibi feryat figan bağırıp çağıranlar, Çölaşan gibi halkın % 58’ini hainlikte suçlayanlar…v.s.v.s. Olsun önemli değil. Koroların güzelliği çok sesliliğinden geliyor. Demokrasi çok sesli bir yönetim rejimidir. Arada bir fark var, şefin iyi yönetmesi gerekir. Elbette yönetim mevcut hükümettedir. O zaman hükümet bu çok sesli koroyu en iyi şekilde yönetmek durumundadır. Hayırcılara göre sesler biraz arabeskmiş. Olsun varsın. Dedik ya koroyu iyi yönetirseniz arabesk müzik de çok güzeldir. Şimdi referandumda değiştirilmesi için “EVET” dediğimiz maddeler ile ilgili mevzuat düzenlemelerinin yapılması gerekiyor. Anayasa maddelerinin yalın halleri ile icraat yapılması zordur. İlgili kanunlar ile ilgili detaylı bilgilere ve düzenlemelere gereksinim vardır. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bir an önce yeni anayasa çalışmalarına başlayalım diyor. Refereandumda Türkiye’yi dolaşıp “HAYIR” deyin diyen Kılıçdaroğlu bir anda demokrasi havarisi kesildi. Buna da olsun diyorum. Olsun bakalım. Yalnız atladığı bir konu var. Öncelikler var Sayın Kılıçdaroğlu. Öncelikler var. Önce referandum paketindeki düzenlemeleri bekliyoruz ki yapılmak istenenleri bir görelim. Hele biraz sabır gösterin. O kadar itiraz ettiğiniz değişikliklerin meyvesini, semeresini bir görelim. Niyetiniz bağcıyı dövmekse bir dakika orada bir durun. Bizim niyetimiz üzüm yemek. Biz üzümleri yemeden size bağcıyı dövdürmeyiz. Bu kadar haysiyeti olsun. Azıcık sabır. Baktık üzümcü oyun oynuyor, o zaman hep beraber döveriz. Sandık yakın değil mi. Demokrasiye inanmıyor musunuz? Biz inanıyoruz. Kendi adıma. İnandığım için “EVET “ dedim. Yapılacak düzenlemeleri bekliyorum. Takipçisi olacağım. İtiraz etmemiz gereken yerler olursa itiraz edeceğiz. Adil düzenlemelerde hükümeti destekleyeceğiz. 87

Demokrasi bu değil mi Sayın Kılıçdaroğlu. Yoksa sizin oralarda tarife farklı mı? Sanmam. Bütün dünyada bu iş böyle. Hükümeti lütfen oyalamayın. Hükümetin çok işi var. Önce düzenlemeler yapılsın. 30 senedir sabrediyoruz. Acil olanlar için sandığa gidip evet dedik. Diğerleri beklesin. Çok değil en geç bir yıl. Gerçi siz o zaman da muhalefet edersiniz ama sandığı gördünüz. Çok itiraz ederseniz, biz de sandığa gideriz. İtiraz etmez hükümetle oturup birlikte memleketin menfaatine olacak kanunlar çıkartırsanız sizi de tebrik ederiz. Bu arada CHP nin peşinden gitmenin sıkıntısını çeken MHP ve Genel Başkanı’na âcizane tavsiyem: Yanlıştan dönmek ve itiraf etmek erdemliliktir. Hata yaptık deyin de daha fazla enerji kaybetmeyin. Kendiniz bu yolu çizdiniz. Yönetim sizde idi. Halisane uyarıları dikkate almadınız. Tabandan gelen seslere kulaklarınızı tıkadınız. Oylarınız kankanız CHP’ye bonus olarak yazıldı. Kimseyi suçlamayın. “Game over” olmadan “paus” a basıp biraz düşünün… Bence… Ahmet TÜRKAN- 26 Eylül 2010 88

KANUN DEVLETİNDEN HUKUK DEVLETİNE 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde Cumhuriyet’in temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesi, tüm modern demokratik rejimlerin mutlak manada uymak zorunda olduğu olmazsa olmaz bir koşuldur. Hukuk devleti en kısa tarifle, vatandaşların hukuki güvencelerinin tam manasıyla sağlandığı, Devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu bir sistemi anlatır. Bu ise devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimi altında bulunması ile mümkün olur. Daha çok devletin eylem ve işlemlerini yapan yürütme organının hukuka bağlılığını ve işlemlerinin yargı denetimi altında bulunmasını ifade eder.[1] Evet, Türkiye bir hukuk devletidir. Bu durum Anayasamızda açıkça ifade edilmektedir. Buna hiçbir Türk vatandaşının itirazı yoktur ve olamaz. Ancak...! Türkiye’nin hukuk devleti olması, adalet kavramının tam oturduğunu veya işlediğini ispat etmekte maalesef yetersizdir. Adalet herkes için olmalıdır. Bugün bana, yarın sana lazım. İşte bu temenniler ile 02.10.2010 tarihinde ASDER (Adaleti Savunanlar Derneği) anlamlı bir toplantı gerçekleştirdi. Adaletin önemi vurgulandı. Referandum sonrası gelinen durum değerlendirildi ve uyum yasalarının makul, mantıklı, adaletli olmasının gerekliliği örneklerle açıklandı. Hukukçular, akademisyenler, yüksek yargıda görev almış emekli askerler durum değerlendirmesi yaptılar. Gelecek umut vericiydi. Yeni bir adım atılmış, vesayet mantığının kırılabileceği görülmüştü. ASDER yaklaşık 10 yıl önce kuruldu. Şimdi pek çok üyesi var. Kuruluşunda ve bu günlere gelmesinde YAŞ mağduru subay ve astsubayların çok büyük katkısı var. Üyeleri her kesimden. Adalete, özgürlüklere, kişi hak ve hürriyetlerine inanmış insanlar. Sadece dünün hesaplaşması değil, bundan sonra da adaletin sağlanmasının anlamı dile getiriliyor. Adalet herkese her zaman lazım. Ülkemizde çeşitli sebeplerle mağdur edilmiş binlerle ifade edilen insanlar mevcut. Hukuk yolları kapatılmış. Haklarını aramaları engellenmiş. Hukuk var ama adalet yerini bulamamış. Birileri ötekileştirilmiş durumda. Bunca mağdur, sadece kendileri değil kendileri ile birlikte aileleri, çocukları da mağdurlar. Vefat edenlerin de aynı şekilde geride kalanları mağdur. Olanlara bir türlü anlam veremeyen diğer yakınları da bu durumdan muzdaripler. Halkın büyük kısmı kısır çekişmenin asıl manasını anlamaktan uzak. Böyle bir durumu özellikle TSK’ya yakıştıramıyorlar. Olamaz diyorlar. Ama oluyor işte. Kendi yakınlarından biliyorlar. Bir yakınlarına, bir halkın gözbebeği TSK’ya bakıyorlar. Olanlar karşısında üzülüyorlar. Zamanın siyasi algısı mağdurların sistem dışına atılmasına gerekçe oluşturmuş. Birleri iyi çocuklar diye korunurken asıl iyi çocuklar mağdur edilmiş. 89

10 yılda bir yapılan darbeler ve darbeler neticesinde oluşturulan korumacı yasalar adaleti sağlayamamış, koruma kalkanları içine sıkışıp kalmış aynı zamanda adaleti sağlayamadığı gibi birilerinin elinde güç oluşturmuş. Darbe zihniyetine karşı olanlar ve de karşıt görüşte olanlar tasfiye edilmişler. Bu tasfiyeler sonucu kısır çekişmeler bir türlü bitmemiş. Muasır medeniyetler seviyesini bir türlü yakalayamamış. Halkı bezdirmiş, siyaseti bezdirmiş, ekonomik sistemi allak bullak etmiş. Halkı 70 cent’e muhtaç etmiş ama ne gam. Yapılmak istenen düzenlemeler, sağlanmak istenen adalet birilerinin işine gelmemiş. Engeller çıkartılmış. Kanunların etrafından tur atılmış fakat adalet sağlanmak yerine statüko muhafaza edilmeye çalışılmış. Bu da bitmek bilmeyen kısır çekişmelere yol açmış Referandum, Türkiye’de demokrasi ve adaletin yerleşmesi için, Türkiye’nin gerçek bir hukuk devleti olması için çok büyük bir fırsattı ve Türk halkı bu fırsatı tepmedi. Elinin tersi ile itmedi. Sahip çıktı. İyi niyeti gördü. Yalnız, düzenlemeler adaletten yana, haktan yana olmalı. Uzun vadeli olmalı ve toplumun tüm katmanlarını kapsaması sağlanmalıdır. Vesayet mantığı artık bitmelidir. Türk insanına yıllardır dayatılan vesayet mantığının kökü kazımalıdır. Kanunlar birilerine güç verirken diğerlerini ezmemelidir. Hukukun derin girdaplarından kendilerine yollar bulup, bu yolları diğer insanlar üzerinde tahakküm kurma mekanizması haline getirenler artık bu yollara tevessül edememelidirler. Hukukun üstünlüğü bazılarına çıkar sağlamamalıdır. Hukukun üstünlüğü adalet getirmelidir. Yapılan haksızlıklara yargı yolunu kapatarak insanları çaresiz duruma düşürmemelidir. Referandumda yargıya açılan YAŞ kararları gibi, HSYK kararları gibi, kamuda yaşanan mahrumiyetler, başörtüsü mağduriyetleri, üniversitelerde yaşanan mağduriyetler. Yani idarenin tüm işlemlerine karşı yargı yolu açık olmalıdır ki adalet sağlansın. Devlet hukuk devleti olma özelliğini yitirmesin. Kanun devletinden hukuk devletine geçiş sağlanabilsin. Tüm bu olumsuzluklar, mağduriyetler, dışlamalar, fişlemeler hukuk adına yapıldı ise bunun düzeltilmesi gerekmez mi idi. Bugüne kadar bir şekilde engellendi. Şimdi zamanıdır. Haydi düzeltelim. Referandumda hayır çığlıkları atanlar, aynı mağduriyetleri kendilerinin yaşadıklarını unutup adaleti siyasete peşkeş çekmeye kalkıştılar. Halkımız sağ duyusu ile buna fırsat vermedi, lakin henüz iş bitmiş değildir. Değişikliklerin yalın hali ile uygulanamayacağı, pek çok düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu aşikardır. Millet olarak üzerimize düşen en öncelikli görev düzenlemeleri hızla, ortak akla uygun, adil bir şekilde yapmaktır. 90

Önümüzdeki seçimden sonra ise yapılan düzenlemeler gibi anayasayı tümden ele alıp artık şeffaf, aydınlık, adil, toplumun tüm katmanlarını kucaklayan yeni bir sivil anayasa yapılmalıdır. Eğer demokrasiye inanıyorsak, demokrasiyi kendi standardı ile korumalıyız. Birileri durumdan vazife çıkartıp, sinsi planlar yapmamalı, darbe yapmak için entrikalar çevirememeli. Artık aşmalıyız anlamsızlıkları. Herkes elini taşın altına koymalı, bu gün sana, yarın bana diyerek adaletten ayrılmamalıdır. Adalet herkes için. Ahmet TÜRKAN – 03 Ekim 2010 [1] HAKLARIMIZ,Mazlumder İstanbul Şubesi İktisadi İşletmesi yayınları-6 S.18 91

ZOR YILLAR Ne ABD askerlerinin Irak’ta yaptığı ne de İsrail askerlerinin her gün Filistin’de masum insanlara reva gördüğü bir zulüm bu. Bosna’da benzerlerini duyduk. İrkildik. Kanımız dondu. Daha dün komşu iken bugün her türlü zulme uğrayan Boşnak kardeşlerimizin hazin öyküsünün bir benzerini çağrıştıran hazin bir hatıra bu. Bu Türk Silahlı Kuvvetlerinin üniformasını giyen, devletten maaş alan, fakat kendi silah arkadaşına düşman olup gözü bir şey görmeyen bahtsız adamların yaptıkları zulmün acı hatırasıdır. Bu ve benzerleri açıklanmayan, ar edilip anlatılmayan pek çok hadise yaşandı bu ülkede. Okuduğunuzda üzüleceksiniz. Böyle de olamaz diyeceksiniz. Böyle bir yazı ile niyetim insanların TSK’ne düşmanlık etmesini sağlamak değildir. Halkımız YAŞ kararları ile sorgusuz sualsiz, ekmeksiz, aşsız kapı dışarı edilen, sebebi bile açıkça söylemeden TSK’dan Re’ sen emekli edilen binlerce subay ve astsubaydan bazılarının yaşadığı talihsiz bir hatıradır. Bu; kendi halkına düşman, silah arkadaşına ihanet eden darbe düzenbazlarının varlığını ortaya koyan hazin bir hikayedir. Bu yaşanan; vesayet zinciri halkasının ispatıdır. B u; darbecilerin diğerlerini nasıl tasfiye ettiğinin acı bir hikayesidir. Sorun kendinize bu tip hainlerin temizlenmesi, cezalandırılması zamanı hala gelmedi mi. Sorun kendinize masumların haklarını verip iade-i itibarlarının zamanı gelmedi mi. Sorun kendinize terörü durdurmaktan aciz, fakat silah arkadaşına düşman, insafsızca eziyet edenlerin hesabının sorulması zamanı gelmedi mi. Sayın Genel Kurmay Başkanı. Lütfen bunları araştırın. Bu zulüm belki durmuş gibi görünebilir. Ama failleri hala TSK içindedir. Bulun onları. Adalete yardım edin. Bu hikaye tarafıma elektronik posta yolu ile ulaşmıştır. Hüzünlerimle birlikte değerli okuyucularımla paylaşmak istedim. 92

Bunca sıkıntıya rağmen bugün vatan millet için cepheye koşacak kadar memleketini ve vazifesini seven gönüllerin komutanına geçmiş olsun diyorum. Bir daha böyle hadiseler yaşanmasın. *** ŞUBAT SOĞUĞUNDAN BİR HATIRA 1988 Şubat ayı ortalarıydı. 15.ci Füze Üs Komutanı emriyle hakkımda bazı iddiaların olduğunu bununla ilgili ifademin alınması için Etimesgut /Ankara Hv. İkmal Bakım Komutanlığına gitmem gerektiği emredildi. Yazılı emir verilmedi. Ne giderken ne de döndüğümde harç ve yol parası da verilmedi. Çünkü bu durum gayri nizami bir uygulama idi. Endişelenmiştim. Neden çağırıldığıma dair etrafımda bir araştırma yaptım . Daha önce giden birilerini buldum. Giden arkadaş orada irticai faaliyetlerle suçladıklarını ve istedikleri ifadeyi vermeyince de işkence yaptıklarını söyledi. Ben de bu endişe ile; dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren’e , Yüksek Askeri Şuraya, Başbakan Turgut Özal’ a ve Milli Savunma Bakanlığına bir mektup yazdım. Endişelerimi belirttim. Emir gereği Etimesgut/Ankara İkmal Bakım Komutanlığı’na gittim. Nizamiye kapısındaki nöbetçi astsubaya müracaat ettiğimde, nöbetçi astsubayı telefonda ‘’sizin kuşlardan biri daha geldi’’ dedi. Sonra bir araba geldi o arada bir astsubay daha benim gibi durumdan oraya gelmişti. İkimizi de alıp içeri götürdüler. Misafirhane bozması bir binanın önünde durduk ve binadan içeri girdik. Girer girmez bir teğmen beni karşıladı ve beni hücre odası gibi bir odaya kilitlediler. Bir süre sonra tekrar gelip ''irticai faaliyet yapmakla suçlandınız gerekli savunmanızı yapınız '' dedi. Önce sözlü konuştum iddialarınızla ilgim olmadığını neden bahsettiğinizi bilmiyorum dedim. Sonra da yazılı olaraktan yazdım. Sonra şapkamı, ayakkabı bağcıklarımı, kemerimi ve kravatımı gelen askerler aldılar ve palyaço gibi bir askere döndüm. Bunu erlere yaptırdılar. Bir hafta boyuna hücrede bekledim. Getirdikleri yemek bir tabakta toplam iki kaşığı geçmiyordu yanında da çeyrek ekmek. İki kaşıkta pilav o kadar. Askerden biraz fazla ekmek veremez misin diyorum. Olmaz yasak diyordu. Bir hafta sonra iki asker geldi gözlerimi bağladılar ve koluma girerek kapıdan dışarı çıkardılar. Sanki çok labirentli yoldan gidiyormuşum gibi, dikkat et düşeceksin, sağa döndürüyorlar, sola döndürüyorlar, biraz gittikten sonra tekrar sağa veya sola büyük bir titizlikle dönüyoruz. Sanki düşecekmişim gibi. Nihayet sorgulama odasına getiriyorlar, bir sandalyeye oturtuyorlar , tepemde bir ışık var. Karşımda gelen seslerden tahmini 6 veya 7 kişi var olduğunu hissediyorum. Kendimi tanıtmamı ve hayatımı anlatmamı istiyorlar. Anlatmaya başlıyorum, araya girip bazı isimler soruyorlar tanıyor musun diye, çoğu tanımadığım insanlar. Benim garnizonumda olanların birkaçını hatırlıyorum. İşte tamam sen bunlarla beraber organize hareket ediyorsun onun için tanıyorsun diyorlar. Ben hayır garnizonda gördüğüm için tanıyorum diyorum, kabul etmiyorlar. Sonra içlerinden biri; - ‘’Astsubayım bu sorgulama Hava Kuvvetleri ile personelinin düellosudur bunu böyle bil. Eğer şu anda Erdal İnönü Başbakan olsaydı senin gibilerini çok rahat ipe gönderirdik’’ diyorlar. 93

Sordukları kişileri tanıyamadığım için bana küfür etmeye başladılar. - ‘’Sen Mamak’ ı biliyor musun orada daha önce(12 eylül zamanını ifade ederek) suçlunun karısını getiriyorlardı ve gözü önünde tecavüz ediliyordu suçluyu konuşturmak için” dediler. Ben gerçekten çok korkuyordum ama yapacak ta bir şeyim yoktu. Çünkü sordukları kişileri bilmiyordum. Tanıyorum diye uyduramazdım ki. O gün için sorgulama bittiğinde tekrar aynı labirentli fakat farklı labirentler den geçerek odama götürdüler. Dışarıdan gelen sesleri işittiğimde öğle yemeği dağıtıyorlardı, sorgulamadaki kişilerden sesini tanıdığım bir kişi yemek benim kapımın önüne geldiğinde ‘’bu köpeğe yemek vermeyin’’ dedi. Yemek dağıtanlar kapımın önünden uzaklaştılar. Sonra yatağımı da aldılar. Zaten bir hafta boyunca da gece 03:00 da yatak veriliyor, sabah 06:00 gibi alıyorlardı. Bu sorgudan sonra buna da müsaade etmediler. Ben ayakkabımın birini altıma diğerini de ayak uçlarımın altına koyarak duvara yaslanıp o şekilde uyumaya çalışıyordum. Tuvalete gitmek istediğinde dışarıdan bir ses bekle lan diye bağırıyordu. Keyifleri geldiğinde de gözlerimi bağlayarak tuvalete götürüyorlardı. Sadece tuvaletin içinde gözlerimi açıyordum. Bir gün kulaklarım çok fena ağrımıştı. Doktor istedim. Üç gün sonra gelen doktor bir hap verdi al bunu iç geçer dedi, geçmedi ve günlerce sancısını çektim. Bundan sonraki her sorgulamada istenilen cevapları vermeyince küfür ediyorlar ve tokatlıyorlar. Daha sonra da duvar nöbeti tutturuyorlar. Bacaklar geriye doğru açık ve eller de duvara gerilmiş vaziyette parmak uçlarıyla yaslayarak saatlerce bekletiyorlar, ordudan atmakla tehdit ediyorlar, ama bilemediğim içinde istedikleri cevabı veremiyordum. Bir başka günkü sorgulamada - ''Oğlunuzun ismi neden Hüzeyfe?'' diye sordular. - Ben de babamın ismi dedim. - Karşımdaki '' hayır babanın ismi olduğundan dolayı değil sahabe ismi diye koydunuz '' diyordu. - Ben inanmıyorsanız nüfus cüzdanıma bakın dedim. Yine de ısrarla sen sahabe ismi olduğu için bu adı oğluna verdin dediler. - Yine bir sorguda ''orduevinde bir toplantı olsa gider misin ? '' dediler . Giderim dedim. Hatta şu ana kadar da çok gittim. Emekli arkadaşların veda toplantısı veya başka benzeri toplantılar olurdu gittim dedim. Peki orada ne içiyordun? Meyve suyu, cola gibi alkolsüz içecekler dedim. - Neden alkol almıyorsun? - Sevmiyorum, ayrıca spor yapıyorum, iyi bir defans oyuncusuyum, sağlığıma düşkünüm dedim. - Olmaz alkol alman lazım bütün arkadaşların alıyor senin de alman lazım, onlardan ayrı hareket edemezsin dediler. Ayrıca aileli bir toplantı olsa hanımınızı götürür müsünüz? - Şu ana kadar rast gelmedim ama olursa götürürüm dedim. - Ama eşinizin başı kapalı? 94

- Olsun, önemli olan sosyal yaşantıda arkadaşlarımızla beraber olmak, kıyafet önemli değil dedim. - Hayır olmaz başını açmanız lazım ve baskı uzayıp gitti. 28 gün boyunca aynı sorular aynı işkenceler. Sorgulamanın sonuna doğru yalan makinası dedikleri bir cihaza bağladılar kalp ritmini ölçerek, bazı sorularımıza yalan cevap verdin dediler. Yarım gün boyuna yalan makinasında sorgulama yapıldı. 28 günün sonunda beni bir arabayla otobanın kenarına bırakıp gittiler. Ben şimdi soruyorum? - Eğer suçlu isem neden beni yüksek askeri mahkemede yargılamadınız? Hakkımda bir iddia varsa mahkemede yargılardınız suçum sabit görülürse suçun karşılığı neyse o cezayı verirdiniz. Resmi üniforma ile alkol alıp sarhoş vaziyette ceketinin düğmeleri açık pejmürde bir şekilde silahlı kuvvetlerin haysiyetini ayaklar altına alan birine sadece bir hafta göz hapsi verildi. Bulunduğum garnizonda; garnizonun akaryakıtını satan bir subaya verilen ceza ordudan atılmayacak şekilde bir hapis cezası oldu. Görevde iken yılbaşı geceleri nöbetleri hep ben tutardım. Neden? Çünkü ben içki içmiyordum, fakat filoyu gezmeye çıktığımda nöbetçi amiri askerleri de başına toplamış revirde içki içiyordu. Kimse ona ceza vermedi. Diğer muvazzaflar da görüyordu bir şey demiyorlardı. Kendileri de sarhoştu çünkü. Eğer şikayet etseydim beni de harcarlardı. Bir insan sarhoş halde iken Allah göstermesin bir saldırı olsaydı nasıl savunma yapabilirdi? Sorgulamada yemekli toplantılarda alkol alman lazım deniyor. Alkol alışkanlığım olursa sarhoş bir zihniyetle nasıl vatanı koruyacağım. Memleketime izine gittiğimde komşularım ve yaşlılarımız bana ‘’evladım benim sevabıma bir gece nöbet tutar mısın? ‘’ diyorlardı. Çünkü biliyorlar ki, Allah için ağlayan göz ile vatanı için düşman gözleyen göz cehennem ateşi görmez. Beni bu duygu ile ailem ve etrafım yetiştirdi. Aile terbiyemle kıldığım namazımı bile irtica olarak nitelediler. Çocuğumun ismini bile irtica sebebi saydılar. Eşimin baş örtüsünü irtica sebebi saydılar. Ben ordudan ayrılırken de Destek Kıtaları Komutanım Yarbaya, - ’’Komutanım beni yanlışlıkla ordudan ihraç ediyorlar ama, Allah göstermesin bir savaş durumu olursa hiç kırgınlık göstermeden kanımın son damlasına kadar düşmanla savaşırım. Çünkü bu vatan sizin olduğu kadar benimdir!.. ‘’ dedim. Allah aşkına soruyorum vatanımı ve devletimi koruma terbiyesini bize hangi ahlaki yapı verecek. Ben dinimden aldığım terbiye ile vatanım için ölmeyi şehitlik, hizmet edip sağ kalmayı da gazilik olarak öğrendim. Bunun mükafatını da Allah(c.c.) ahirette vereceğini vaat ediyor. 95

Peki ben Allah’ın razı olmayacağı bir kul olursam bu mükâfatı kim verebilecek. Haramın helalin şuuruna varmazsam devletin malını çalıp çırpmaktan beni kim alıkoyacak. Vicdanımda duyduğum bu hislerimi bana ancak İslam dini verir. Buna da irtica derseniz ben hangi duyguyla vatanıma hizmet edeyim. Şahsıma ve benim gibi başkalarına yapılan bu haksızlıkların bir an evvel giderilmesi ve haklarımızın tekrar geri verilmesi için adalette ve demokraside bir çığır açan, mağdurların ümidi olan başta Sayın Cumhurbaşkanı’ma, Başbakan’ıma ve ekibine ve Yüce Meclisimizdeki vicdani duyarlılığı yüksek olan kıymetli Millet Vekillerime istirham ediyorum. Bu konunun mahkemelere bırakılmadan uyum yasalarıyla meclisten geçirilerek haklarımızın geri verilmesini ve devletin bizden helallik istemesini ben ve benimle beraber mağdur olan ailem, akrabam ve duygularımı paylaşan tüm dostlarım ümitle beklemektedir. Zübeyir TUFAN-Re’ sen Emekli Hv. Muhabere Üçvş. Ahmet TÜRKAN -8 Ekim 2010 96

MHP VE 12 EYLÜL Başlığı ve de aşağıdaki satırları referandum sonrasında yazmış fakat yayınlamamıştım. Hatta metni yarıda kesmişim. Araya başka önemli bulduğum meseleler girdiği için beklemeye almıştım. Neler demişim o günlerde. “12 Eylül 1980 MHP sağcı olduğu için darbecilerin gazabına uğradı ve taraftarları çok büyük acılar yaşadılar. 12 Eylül 2010 MHP bu sefer tam ters bir misyona soyundu. 80’de rakip olduğu sol partilerin tarafındaydı. 80’de darbeye maruz kalıp çile çektiği darbe zihniyetinin yanındaydı. Değişime karşıydı. Statükoyu savundu. Hayır cephesinde rol aldı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ekici’nin Gazete 5’e verdiği röportajı okudum. MHP’ye operasyon yapılıyor diyor. Evet MHP’ye operasyon yapılıyor, ama bu operasyon şimdi yapılmıyor. Yani referandum sonuçlarına göre çıkartılmış bir hesap değil. Sayın Ekici biraz daha samimi, fakat yapılan operasyonu doğru okumalı. Parti tabanı ile neden ters düştüğünü sorgulamalı. Ülke gerçeklerinin neresinde durduklarını sorgulamalı.” AKP’nin yapmış olduğu son kamuoyu yoklamasının özeti şöyle. “AK Parti'nin 45 ilde 69 bin kişiyle gerçekleştirdiği referandum anketinin sonuçları açıklandı.''12 Eylül Halk Oylaması Seçmen Davranışları ve etkileyen faktörler'' konulu araştırmaya göre, halk oylamasında 'Evet' oyu vermeyi en güçlü biçimde belirleyen şeyin AK Partililik kimliliği, aynı şekilde 'Hayır' oyunu en güçlü şekilde etkileyen ise CHP'lilik!(HABENAME)” Yani MHP’lilik diye bir tanım yok. MHP yanlış strateji izleyerek tabanı dağıttı. Kararsızlar hanesini artırdı. Önümüzdeki seçimlerde meclise belki de kıl payı girecek, belki de giremeyecek. Ama kalkıp MHP üzerinde oyun oynanıyor demelerinin hiçbir anlamı yok. Eğer birilerinin direktifleri ile 12 Eylülde HAYIR kampanyasına katılmışlarsa haklılar. Bunu da açıkça ifade edip tabanın gönlünü alabilirler. Tabii ki çok riskli. Demezler mi adama siz orada ne güne duruyorsunuz diye. Fakat HAYIR konusunda oldukça istekli olan MHP’nin başkalarını suçlayarak kaybettiği oy potansiyelini yakalaması zor görünüyor. Anketi yukarıda daha önce yazdıklarımla bileştirerek okuduğumda MHP’nin oldukça sıkıntılı bir seçim arefesinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. *** 97

SP’de Sayın Erbakan yeniden Genel başkan seçildi. Aile üyeleri de hak ettikleri yerlere seçilmişler. Saadetli Aile Partisi (SAP) oldular. Hayırlı olsun. İçi saman dolu kuşlara iyi uçuşlar. *** Sayın Kılıçdaroğlu 29 Ekim resepsiyonu konusunda gel- gitler yaşıyor. Normaldir. Baş örtüsü sorununu biz çözeriz. (Baş örtüsü açılımları-Çarşaf açılımları) Ardı arkası kesilmeyen Anayasa Mahkemesine başvurular. İnşaallah bundan sonra böyle talihsizlikler yaşanmaz. Baş örtüsü rahibe kıyafetidir. (Özgürlük marşı eşliğinde halka açık “Çarşaf Yırtma” gösterileri) Kamusal alanda başörtüsü olmaz. Resepsiyona katılmayacağız vs. ne kadar kararsız bir tablo. Dün söylenen ile bu gün söylenen farklı. Bir siyasi partinin çizgileri olur. Oy kaygısı ile söylenen slogan vari sözler ile, parti görüşleri doğrultusunda söylenen ve uygulananları izliyoruz. Zaman değişti bizde değiştik diyorsanız sözlerinizin arkasında durup unutmamalısınız. Kamu vicdanının not defteri tüm partilerin söylem ve eylemlerini takip ediyor. Ahmet TÜRKAN-18 Ekim 2010 98

HALEP ORADAYSA ARŞIN BURADA Palavracının biri başına topladığı üç beş cahile karşı övünüp duruyormuş: - İşte ben güçlü ve maharetli bir adamım. Evet ben Halep'te bulunduğum sıralarda altmış arşın uzağa atlamış bir kimseyim!.. Nasreddin Hoca da bu sırada oradan geçiyormuş. Palavracının yanına yaklaşıp: - Yaa demiş demek sen altmış arşın atlarsın. Haydi atla da görelim. Adam hık mık etmiş. - Ama demiş ben Halep'te atladım. Hoca kızmış: - Canım demiş, Halep oradaysa arşın burada. CHP Referandum sürecinde oylarını artırmak için sürekli başörtüsünü biz çözeriz dedi. Baş örtüsü rahibe kıyafetidir gafını saymazsak…..tabiiiii….. Haydi gelin çözelim dedi….. Şartlarım varrrrr sözlerini saymazsak…tabiiii… Başbakan Halep oradaysa arşın burada dedi. Başbakan’ın atakları karşısında Gandi Kemal’in söylediklerinden sonra geri adım atmaya mecali kalmadı. İşi hadi gelin görüşelim boyutuna kadar götürdü. CHP bir Halep’e bir arşına baktı. Az daha destek verecek iken…. Aaaaa o da ne… Yargıtay Cumhuriyet Başsavcımız Abdurrahman YALÇINKAYA açıklama yapıyor. AKP’yi tehdit ediyor, ama yanında CHP’ye sinyal veriyor. Bu Arada MHP’ye de bu işten uzak dur demeyi ihmal etmiyor. Başörtüsü için AKP’ye destek verip kendini yakma demek istiyor. CHP’ye bir de gizli mesaj var… Ben olmasam yanmıştınız ya neyse hadi gene iyisiniz. Artık görüşmeleri tıkayıp kaçabilirsiniz. - Görmüyor musunuz Başsavcı olmaz diyor canıımmmmmmm…. CHP için bulunmaz bir fırsat…. Acil çıkış yan tarafta….. Veee acil çıkışı kullandılar. Helal olsun savcımıza. Arama Kurtarma Helikopteri olsa bu kadar çabuk olmaz… Kayıpları buldu ve kurtardı. Şimdi ne olacak… 99

BU BİR TEZGAHTIR….. AKP bu tezgâhı yememelidir. “SAYIN BAŞBAKAN” “SAYIN BAKANLAR” “SAYIN AKP VE MHP MİLLETVEKİLLERİ” “Neden kanunlarda yasak olmayan başörtüsünü illa kanun çıkartarak “yasaklı” hale getirmeye çalışıyorsunuz. CHP’nin niyeti belli zaten. Başörtüsü onların umurunda değil. Neden oyunlara geliyorsunuz. Neden kamu vicdanına kulak vermiyorsunuz. Baş örtüsü örtmek isteyen örter, örtmek istemeyen örtmez. Yapmanız gereken tek şey “Kişi hak ve hürriyetlerine “yapılan baskıcı yaklaşımları bertaraf etmek. Hukukun işlemesini sağlamak. İşlemeyen hukukun işlemesi başörtüsü problemini zaten çözecektir. Baş örtüsü bireysel tercihtir ve haktır. Neden her defasında problemi büyütüyor ve çözümsüzlüğe sürüklüyorsunuz. Laiklik benim inançlarımı istediğim gibi yaşamamı sağlayamıyorsa gözden geçirilmelidir. Laiklik din ve vicdan özgürlüğü sağlamıyorsa kaldırın gitsin. Demek ki faydalı bir ilke değildir. Eğer Laiklikten taviz veremeyiz diyorsanız “hukuk adamlarınıza” Laikliği iyi anlatın. “Kanunu uygulayan kanun koyucudan üstün değildir”. Yargı Yasamaya talimat veremez. İkaz edemez. Böyle kanun çıkartırsanız dava açarım diyemez. Bunu anlamalılar. Bir de bu hususu kendilerine hatırlatıverin. Hatırlatıverin de ….. Karargah yargısından halkın yargısına geçiş yapabilsinler. Ahmet TÜRKAN-22 Ekim 2010 100


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook