Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2

HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 2

Published by AHMET TÜRKAN, 2022-05-17 18:34:13

Description: İlk yazımdan itibaren tarih sırasına göre sıralanmış olup her 50 yazı ayrı bir ciltte değerlendirilecektir. Böylece geri dönüp bakmak ta kolay olacaktır. Şimdi elinizdeki bu kitap 2. Cilt olarak hazırlanmıştır.

Search

Read the Text Version

CİLT – 2 E-KİTAP

İÇİNDEKİLER TAKDİM Keşke Yaşanmasaydılar Tasfiye Bizim Abdurrahman Dengesizliklerin Dengesi Nah Sendromu 11 Eylül Ve Balyoz Darbe Planı Abdülkadir Geylani’den Nasihatler Adı: Rachel Corrıe Key Ödemeleri Anayasa Değişikliği Anayasa Paketi Ve Talepler 411 El Açılım Yap Yaş Kararları Yargıya Nasıl Açılacak Pehlivan Tefrikaları Yargı Pistten Çıkmıştı Gündemin En’leri Bay Tokkal Öğrenilmiş Çaresizlik Eski Kafa Eski Fes, Eski Hamam Eski Tas Kudurmuş İsrail Rotamız Filistin Rotamız Filistin’ e Yapılan Yorumlara Cevaplar AYM Kararları Yok Sayılabilir mi Terör Nasıl Bitirilecek Bir Bardak Su Minyeli Berhan Yahudi Casusları Ve Oyunlar Bilmediğini Okumadan, Bildiğini Okumak Referandum Günlükleri TSK ve Terfi Stratejisi Cevap Hakkı Referanduma 3 Hafta Kala Referanduma 2 Hafta Kala Evet Ya Da Hayır… Hep Birlikte Yarınlara Hain Kim Kılıçdaroğlu’ndan Salvolar 2

Kanun Devletinden Hukuk Devletine Zor Yıllar MHP ve 12 Eylül Halep Oradaysa Arşın Burada Elma Dersem Çık Mobbing Uygulamaları! STK’lar ve ASDER Fettan Durumlara Dikkat Dünün Gençlerine Hatırlatmalar Ötekilerin Eğitimi-1 Ötekilerin Eğitimi-2 Ötekilerin Eğitimi-3 3

TAKDİM İlk yazımı Habername’de 03.10.2008 tarihinde yayımlamıştım. O zamandan bu yana geçen sürede epeyce yazmışım. Geriye dönüp bakınca ciddi bir birikim olmuş. Her 50 yazımı bir cilt olarak planlayıp e kitap haline dönüştürmek istedim ve bu İKİNCİ çalışmam. Aynı zamanda Habername’de herhangi bir veri kaybı olması durumunda yazılarımın kaybolmasına mani olmuş olurum diye düşündüm ve bu çalışma ortaya çıktı. İlk yazımdan itibaren tarih sırasına göre sıralanmış olup her 50 yazı ayrı bir ciltte değerlendirilecektir. Böylece geri dönüp bakmak ta kolay olacaktır. Şimdi elinizdeki bu kitap 2. Cilt olarak hazırlanmıştır. Elbette yazmadıklarım ya da yazamadıklarım var. Zamanı bekler belki. Geriye dönüp bakıldığında aslında tarihe not düşmüşüm diyerek ara sıra okuyup yazılarımla hasbihal ediyorum. Hayata yeniden bakıyorum. Eski nazarımı kontrol yenisine mana kazandırıyorum. Değerli okuyucularımı da aynı nazarla bakmaları ve eskilerde tarihe düşülen notlarımı bugün ile kıyaslayarak anlamı olup olmadıklarını değerlendirmelerini acizane talep ediyorum. Aşağıda hatıraları hatırlamak maksadı ile Habername ekibi ile yapılan toplantılardan bazı fotoğrafları sizler için ekledim 4

HABERNAME TOPLANTILARINDAN KARELER 5

KEŞKE YAŞANMASAYDILAR Sayın Genel Kurmay Başkanımız Başbakan’ın Eşi Emine Hanım’ın Gata’ya başörtü ile alınmamasını “keşke yaşanmasaydı” diyerek durumun üzücü boyutuna dikkat çekiyor. Sayın Genel Kurmay Başkanım hassasiyetiniz için teşekkür ederim. Bu teşekkür kendi adıma. Herhangi bir kişi ya da kurum adına değildir. Bir konuda bende üzüntülerimi aktarmak istiyorum. Sayın Komutanım bu ilk değildir. Bu keşkeler maalesef saymakla tükenmez. Keşkeeeeeeeeeee….demenin bir anlamı maalesef kalmıyor. Bu bir yaradır, fakat tedavi edilebilir. Septomları bellidir. Azıcık saygı, biraz tahammül… Aynı şeyler benim de başıma geldiği için Sayın Başbakan’ın bu konuda neden bu kadar hiddetlendiğini anlayabiliyorum. Hani Nasreddin Hoca eşekten düşmüş, konu komşusu vah vah, hocam geçmiş olsun diye teselli etmek istemişler. Hoca o zaman meşhur sözünü söylemiş - Bana eşekten düşen birini bulun. Benim derdimden ancak o anlar. Evet ben Sayın Başbakan’ın ve Eşinin ızdırabını anlayabiliyorum. 28 Şubat kararları ile Re’sen emekli edildiğimde eşimin sağlık karnesinde maalesef son 1 yaprak kalmıştı. Bir daha alamayacağımı biliyordum. Çünkü 1994 yılı Donanma Devamlı talimatında, zamanın Donanma Komutanı Oramiral İrfan TINAZ tarafından başı örtülülere sağlık fişi ve kimlik kartı verilmesi kesinlikle yasaklanmıştı. Devamlı talimatlar malumunuz personele tebliğ edilir. Kimlik kartı ve sağlık fişi olmadan garnizon içinde bulunan hastaneye gidip muayene olmamızda mümkün değildi zaten. Ziyaretçi olarak gidebilirsiniz ama tedavi olamazsınız. Yani başı örtülü asker eşleri için sıkıntılı dönem başlamıştı. Aynı dönemde ordu evlerine girişte de sıkıntılar başlamıştı. Malum 1996 yılı Ocak ayında meşhur “Kardak Kayalıkları Krizi” yaşanmıştı. Aynı dönem Ramazan ayına da denk gelmişti. Takvimlerden kontrol edebilirsiniz. Bu dönemin hemen arkasından meşhur fişleme dönemi de başlamıştı. Yani biz Kardak Krizi dolayısı ile aynı zamanda Ramazan ayının verdiği ruh hali ile maddi ve manevi anlamda coşmuş iken fitneci gruplar da fişleme operasyonlarına çoktan başlamışlardı. Kriz bitip asli birliklerimize döndükten hemen sonra birliklere “Personel Bilgi Formları” adı altında fişlemeye yönelik evraklar gönderilmiş ve personel ile birlikte eş ve kız çocuklarının da fotoğrafları isteniyordu. Bu düpedüz fişleme idi. Çünkü; zaten personel üst amirleri tarafından tanınıyordu. Münafıkça davranmak ne fayda verebilirdi ki. Hem kimi kandıracaktım. Bir tarafta imanım, bir tarafta kurumsal kimliğim. Asker yalana tevessül eder mi? Peki ben…Bana yalan yakışır mı? Dürüst davrandım ve eşimin gerçek fotoğrafını verdim. Vayyyy, sen misin başörtülü fotoğraf veren… Anında fişlendim ve 28 Şubat sürecinde postalanacaklar listesine eklendim. Şimdi diyeceksiniz ki keşke bunlar yaşanmasaydı. Ne değişecek Sayın Komutanım. Ne değişecek. Dünya milenyum çağını yaşarken bizler ilkel kavimler gibi birbirimizin inançlarını sorguluyoruz. Kimin eşinin başı örtülü, kimin orsası burası açık. Olay bu mudur yani? İnsanların kafalarında bulunanı değiştirme imkânınız var mıdır? Bu mümkün değildir. Bilerek inananları hiçbir kuvvet değiştiremez. Yolundan vazgeçiremez. Sessiz hale getirmeniz, sadece susmasını sağlar. Siz insanların demokrasiyi sahiplenmesini istiyorsanız fikirlerine saygı göstermek zorundasınız. 6

Saygı göstermeyenler saygı göremezler. Dünyadaki tüm sistemler için bu geçerlidir. Eğer İslam Peygamberi Mekke’yi fethettiği zaman eski düşmanlarını affetmeyip zulmetseydi bugün İslam olmazdı. O kimseye zulmetmedi. Hatta fethin başında bazı sahabeler tarafından müşrik olduğu için kendisinden alınan Kabe anahtarını aynı kişiye iade etti. Bu derece karşısındaki insanlara saygılı idi. Bugünün dünyasında örnek insan gösteriliyorsa insana verdiği değer, ilme verdiği değer, fikre verdiği değer, erkek ve kadına verdiği değer içindir. Milenyum çağında Ülkenin Başbakanı’nın Eşinin başörtüsüne bile tahammül edemeyen zihniyet neme nem bir zihniyettir Sayın Komutanım. Cumhurbaşkanı’nın Eşinin başörtüsünden dolayı karşılaması gerekirken mabadını dönen Komutanın yaptığı nasıl bir saygısızlıktır. Peki binlerce askerin eşlerinin örtüsü ve ibadetleri yüzünden mesleklerinden ihraç edilmeleri nasıl bir şeydir. Bilgi Edinme Kanunu çıktıktan sonra hakkımda atılan iftiraları öğrendim ve şok oldum. Bu ne vicdansızlıktır. Tarif edemiyorum. Yaşanmasaydı denebilmesi için siyasi güç gösterisi mi yapılmalı. Biz askerler bunu siyaset malzemesi yapmadık. Bizi destekleyen çeşitli siyasiler olabilir fakat bu kendi görüşleridir. Ben kendi adıma tekrar etmek istiyorum. Eşimin başörtüsü siyaset malzemesi olamaz. Siyasetten hiçbir nema almayan ben siyaset için eşime başını ört diyemem. Hiç kimseye inançlarının hilafına bir şey yaptırtamazsınız. Siyaset bir noktaya kadardır. Kaldı ki toplum olarak siyaseti ne kadar öğrendiğimiz tartışılır. İnsana saygı duymayan bir demokrasinin siyasilerinden de bir beklentim yok. Ama iman mesuliyeti kıyamete kadar devam edecektir. Bana ve eşime ahrette siyaset sorulmayacak. Dinim ve İslamın emri olan vazifelerim sorulacak.. O zaman nasıl hesap vereceğim… Tayyip Erdoğan’a mı soracaklar benim hesabımı. Yoksa Deniz Baykal’ın başörtüsü ve ardından cılkını çıkardığı çarşaf açılımı mı kurtaracak beni. Zamanında “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” diyen Bahçeli’yi sıralamaya bile almam. Yani siyasilerin işi bitince sizi unuturlar. Rabbim unutmaz. Yok Sayın Komutanım yok. Hiç birisi değil. Beni ancak Rabbimin emirleri doğrultusunda hakiki kul bilinci ile yaptığım ibadetlerim ve Rabbimin mağfireti kurtaracak. Buna inanın. Ben dinimi kimseye peşkeş çekmedim bundan sonra da çekmem. Eğer dinimi peşkeş çekecek olsaydım 1996 yılında eşimin fotoğrafını istediklerinde açık fotoğraf çektirivermesini isteyiverirdim. Siyaset için her şeyi mübah görenler için ne kadar da kolaydır değil mi. Amacım siyaset olsaydı o zaman bu işi hallederdim zaten. Amacım siyaset değildir. Rabbimden korkarım. Eşime de ancak Rabbimin emrini telkin edebilirim. Yapıp yapmamak kendine kalmıştır. Çünkü Eşim’de hesabını kendi verecektir. Siz de Sayın Komutanım hesabınızı kendiniz vereceksiniz. Keşke bunlar yaşanmasaydı dediğinizi duyar gibi oluyorum. Aradan çok zaman geçti biliyorum, bu saatten sonra gençler yapsın bu kutsal vazifeyi. 7

Yapılabilecek şeyler vardır. YAŞ Kararları yargıya açılmalı, suçlu varsa cezasını çekmeli, masumlar mağduriyetten kurtulmalıdır. Mağdurlara iade-i itibar yapılmalı ve helallik alınmalıdır. Yoksa hesap meydanında zaten sorulacaktır, ben bundan eminim. HEM DE KIDEM SIRASINA GÖRE….. Ahmet TÜRKAN – 06 Şubat 2010 8

TASFİYE Tasfiye nedir: Arıtma, ayıklama, temizleme demektir. Gündem malum, darbe planları, tasfiyeler, anayasaya rağmen alınan kararlar, anayasanın değişmesi gerekliliği, mecliste grubu bulunan partiler arasındaki uyuşmazlıklar. Partiler hakkında gündeme gelen parti kapatma davaları ve Avrupa Birliği “partileri kapatmayın” dediği halde AYM’den çıkan kapatma kararları. Yani tasfiye. İlk tasfiye; Kazım Karabekir’in başkanlığında Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın M. Kemal Paşa’nın muhalif partiye sıcak baktığı halde İsmet Paşa ve ekibinin ise bir şekilde TPCF’yi ortadan kaldırmak istediği ve sonunda da tasfiye edildiği yani kapatıldığı, daha sonra İzmir suikastına karıştığı ithamıyla tutuklanıp yargılandığı ardından uzun süre evinde göz hapsinde tutulduğu süreç izlemiştir.[1] Detayları okumak isteyenler linkten istifade edebilirler. Yani İsmet Paşa’nın deyimi ile muhalefet tasvip edilmez, tasfiye edilir. (Adnan Menderes için söylemiştir) İlerleyen zamanlarda malum her darbe sonrası yönetimi devralan cuntacılar ve parti kapatmalar. Yani benden olmayanı tasfiye ederim zihniyeti. Bu sistem nasıl çalışıyor. Önce bir şekilde kümeleniyorlar. Yani darbeciler belli fikirler etrafında birleşiyorlar. İktidar gücünü ellerine geçirmek istiyorlar ve ellerindeki siyasi, askeri, adli ve polisiye güçleri kullanarak kendilerine göre muarız zihniyete sahip kişi, kurum, kuruluş, parti her ne olursa olsun etkisiz hale getirerek saf dışı bırakmak yani tasfiye etmek birinci gaye olarak ön plana çıkıyor. Bu Osmanlı’dan günümüze kadarki süreçte “istemezük” zihniyetinin tezahürüdür. Kanuni kılıflar bulunmakta ve bir şekilde rakipler tasfiye edilmektedir. Sonuçta askeri darbeler olarak yüzünü göstermektedir. Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nde sivil darbe olamamıştır. En güçlü partiler bile bir şekilde tasfiye edilmişlerdir. Bu yolu tamamlamak için, yani hedefe ulaşmak için darbeciler kendilerini koruyacak yasal düzenlemeler yaparlar ve görevi teslim edecek güvenilir kadroları örgütlerler. 61 ve 82 Anayasaları ve 28 Şubat’ın 18 maddelik MGK bildirisi darbecilerin koruma kalkanlarıdır. Tasfiyeler ise, kadrolaşmanın olmazsa olmazıdır. 27 Mayıs 1960 sonrasında, darbeyi desteklemeyen ve darbeye taraftar olmayan 235 general ile 5000 subay tasfiye edilmiştir. Darbe istemeyenler çıkarılınca geriye darbe isteyenler kalmıştır. Kara Kuvvetlerinden 1962 devresi ve öncesindekiler darbe taraftarı ana kadrodur. Bunlar Türkiye'nin müteakip 50 yılına ipotek koymuşlardır. İçlerinden organize olan cuntalar 27 Nisan 2007 internet bildirisi dahil, bütün darbe ve müdahalelerin mimarlarıdır. Bu kuşağın son temsilcileri hala TSK içinde görev yapmaktadırlar. 9

Her darbe ve müdahale, görevi sivile teslim ederken veya aktif görevden ayrılırken, kendini garantiye alacak yeni bir cunta oluşturur ve Silahlı Kuvvetlerin tamamını kendi görüşlerine uygun personelle doldurmaya çalışır. İşte Ergenekon olarak yargı önüne gelen örgüt de 28 Şubat liderlerinin aktif görevi bırakırken örgütlediği cuntadır. Cumhuriyet tarihinin ikinci büyük tasfiyesi 28 Şubat Post Modern darbesinin önünde ve sonrasında yapılmıştır. 1637' si YAŞ kararıyla olmak üzere 10 000 civarında mütedeyyin subay ve astsubay ordudan tasfiye edilmiştir. Geriye, İslamî inancı tehdit kabul eden, seküler kavmiyetçi bir kadro kalmıştır. Benzer tasfiye, yargıda (110 civarında hakim ve savcı), Yüksek öğretimde, Milli Eğitim Bakanlığında kamu kurumlarında yapılmıştır. Bunlarda da hakim noktalarda seküler kavmiyetçi kişiler bırakılmıştır. Silahlı Kuvvetlerdeki manevi değerlere zıt bu kadrolaşma kırılmazsa (YAŞ tasfiyesi durdurulmazsa ve Anayasanın 125. maddesi değiştirilmezse ) ve dayandığı yasal mevzuat (İç Hizmet Kanunu 35. Mad., MGSB' nin iç tehdit değerlendirme bölümü, MGK' un yapısı) değiştirilmezse; Silahlı Kuvvetler iç güvenlik görevinden arındırılmazsa; Jandarmanın TSK ile göbek bağı kesilmezse; müteakip 50 yılda da, özellikle siyasi istikrarın bozulduğu ve mütedeyyin iktidarlar dönemlerinde, Ülkemiz, Askeri vesayetten kurtulamaz. Demokratik bir rejimi ülke olarak benimsediğimizi söylüyor ve vatandaşların oyları ile katılımlarını istiyorsak, veya seküler kavmiyetçi zihniyet bu görüntüyü vermek istiyorsa bırakın insanların oyları ile iş başına gelenler yine insanların oyları ile uzaklaştırılsınlar.12 Eylül darbesinden sonra Evren Paşa’nın onayı ve desteği ile kurulan Turgut Sunalp’in Paşa partisi (Milliyetçi Demokrasi Partisi) nasıl halktan oy alamadı ise, nasıl 12 Eylül zihniyetinin karşıt görüşü olarak tezahür eden ve tek başına iktidar olan ANAP yanlış yönetimler sonucu tarihe gömüldü ise, bırakın görevini yapamayanlar tarihe gömülsünler. Biraz siyasi edep gösterip başarısız olanlar koltuklarını terk etsinler. “Eğer şu kadar oy alamazsam siyaseti bırakırım” dedikten sonra bırakmak istiyorum da parti tabanı kalmamızı istiyor babından palavralara, zırvalara girmeyip adam gibi adam olsunlar. Askerler vesayet yaklaşımını bıraksınlar, adli makamlar siyasete özenmesinler. Özenen varsa, giyer sivil kıyafetini, siyaset yapar. Seçme ve seçilme özgürlüğü kadar, seçilebilme ve seçilememe riski de olmalıdır. Siyasete her giren seçilmek zorunda değildir. Buna kamu vicdanı karar verir. Silahların gölgesinde demokrasi olmaz. Kanunsuz yapılanmalarla siyaset olmaz. Ondan sonra Ergenekon’dan çıkamazsınız. Ahmet TÜRKAN- 11 Şubat 2010 [1] http://www.tarihistan.org/yazar.asp?yaziID=265 10

BİZİM ABDURRAHMAN Önemli bir toplantıda gazeteciler, Başbakan, muhalefet partileri ve hukukun ileri gelenleri, aynı zamanda partilerin önemli isimleri birliktelermiş. Gazetecileri bilirsiniz, gündem oluşturmak veya değiştirmek, durumdan vazife çıkarmak veya feraset gösterilerinde bulunmayı pek severler. Başbakan da gazetecileri etrafında görünce ince mesajlar vermeye bayılır bilirsiniz. Böyle bir anda gazetecinin biri çok hassas bir soru sormuş. - Efendim; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya AKP hakkında deliller topluyor ve araştırmalar yapıyormuş. AB her ne kadar parti kapatmalara karşı ise de biliyorsunuz DTP kapatıldı sıra AKP’ye geldi diyormuş. Hatta kendileri hisseder demiş. Başbakan bir an boş bulunmuş, hukuk adamına gösterdiği saygıdan olacak - Bizim Abdurrahman’mı diyor. O an yakınında Devlet Bahçeli ile sohbet etmekte olan Deniz Baykal bu sözü duyuyor ve bir anda irkilerek Tayyibin Abdurrahman’ı mı…Ne diyor böyle. Duydun mu Sayın Bahçeli Tayyip Bey ne diyor. - Ne diyor diye sormuş Bahçeli. Ne diyor. - Bizim Abdurrahman dedi. Nereden O’nun Abdurrahman’ı oluyormuş. Bu konuyu bir araştıralım. Dur bir dakika bunu bizim Sabih Bey’e soralım O mutlaka bir şeyler biliyordur. Bu konuşmalar bir anda uğultuya dönüşmüş sonra bir an kendini sessizliğe dönüştürüvermiş. Sanki herkes kendini suçlu gibi hissediyormuş. Herkes kendine - Şimdi ben ne dedim ki, diyesiymiş… Evet buraya kadar olan bölümü hafızanızın bir kenarına taslak olarak kaydedin. Tamamını okuyunca “save” edersiniz. Bu hafta sonu Prof. Dr. İskender Pala’nın yeni çıkan “İKİ DARBE ARASINDA” adlı kitabını okudum. Hem de bir solukta derler ya. İşte ondan. Aynı hüznü, aynı yazgıyı, aynı üniformayı ve duyguları paylaşmış olmaktan dolayı kah güldüm kah göz yaşlarıma hâkim olamadım. İnsan sevdiği veya saygı duyduğu birisine olan sevgisini göstermek için “bizim” der değil mi? Bizim. Sevmediğiniz birine bizim der misiniz? Hiç sanmam. İskender Pala’ya Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde gayrı ihtiyari o dönemin Kuzeydeniz Saha Komutanı olan Koramiral İlhami Erdil ile görüşmesi esnasında konuyu izah eden Erdil’e “Bizim İskender’mi” diyor. İstanbul’u bilenler bilirler, Beşiktaş’ta Barbaros anıtı ve türbesi vardır. Hemen yanında ise Deniz Müzesi bulunur. Ziyaret etmeyenlerin muhakkak ziyaret etmesini temenni ederim. İskender Pala henüz görevde ve Deniz Müzesi Arşiv Müdürü iken Barbaros Hayrettin Paşa’nın vasiyetnamesini buluyor. Barbaros vasiyetnamesinde türbesinin aydınlatılmasını ve bazı başka detaylar istiyor. Bunları İskender Pala henüz hakkında YAŞ kararları uygulanmadan ve ordunun şerefli bir Binbaşısı iken bir rapor hazırlıyor ve gerekli mercilere iletiyor. Fakat bazı prosedürlerin yerine getirilmesi lazım. İç aydınlatma yapılıyor, harici aydınlatma ise Büyükşehir Belediyesinin işi. Buranın aydınlatılması konusunda Erdil Paşa; İskender Pala’nın hazırladığı projeye istinaden Tayyip Erdoğan’a bahsediyor. 11

İskender Pala hem binbaşı hem de Doç. Dr. Kimliği ile zaten meşhur ve Divan Edebiyatını sevdiren adam. Bu sohbet esnasında Erdoğan; İskender Pala için “bizim İskender’mi” diye soruyor. O anda Erdil Paşa’nın beyni sanki zonklamaya başlıyor. Kafasında şimşekler çakıyor bir müddet sessiz kalıp sonra Erdoğan’a hissettirmeden yanındaki Kurmay başkanına dönerek “nereden O’nun İskender’i olduğu araştırılsın” diyor ve ordudan atılması için de düğmeye basıyor. Bu bilgiler aynı gün fotoğraf çekmekle görevli ve konuya bizzat şahit olan birisi tarafından İskender Pala’ya da geliyor. Eğer kafanızda 28 Şubat hakkında hala şüpheler var ve suçu mütedeyyin Subay ve Astsubaylarda arıyorsanız, ayrıca diğer detayları merak ediyorsanız kitabı okumanızı ve akademik kariyeri olan bir askerden bunları dinlemenizi tavsiye ederim. Ne kadar acaip değil mi. Akademik kimliği ön planda olan biri hakkına İstanbul metropolünün Belediye Başkanı övmek amaçlı “Bizim İskender” dedi diye askeri ve akademik kimliği bir anda silinip adeta yok etmek istercesine hayatına tahrip kalıpları yerleştiriliyor. Şimdi taslak kaydınızı tekrar çağırın ve hukuk ile siyaseti karıştıran, siyasi ihtiraslarına hukuku alet eden bir zihniyeti ve kişiyi benimseyebilir ve benim diyebilir misiniz? Anayasaya aykırı olmasına rağmen kanunları istediği gibi yorumlayanlara sempati gözü ile bakabilir misiniz? Evet Sayın Başbakan kendini çok zorladı ve ben bu Ülkenin Başbakanıyım. Toplumun tüm kesimlerini kucaklamalıyım dedi ve Abdurrahman Yalçınkaya’ya “bizim Abdurrahman” dedi. Varsayalım. Emin olun bu siyasi mantıkla Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’yı hiçbir kanun kurtaramaz. Hiçbir iyi niyet girişimi arayı düzeltmeye yetmez. Kendileri hile içinde olan nice vatan bekçileri siyaset mimarlığına soyunurlar ve adamı linç ederler. Zamanında devletin imkanlarını kendine sermaye yapanlar da ortalıkta dolanır dururlar. Ahmet TÜRKAN – 14 Şubat 2010 12

DENGESİZLİKLERİN DENGESİ Bir şey tartmak isterseniz terazi kullanmak zorundasınız. Ağırlığını bilecek ve bedelini ona göre ödeyeceksiniz. Manava gidip sebze, meyve alacak iseniz ağırlığına bedel ödersiniz. Bana 50 cm pırasa ver demezsiniz. Terazi bu konuda çok işe yarar. Tartmak istediğiniz malzemeleri tartarsınız. İnsanlar eskiden beri tartmak ve terazi konusunda pek çok şey söylemişlerdir. Ağırlık, otorite için, adalet için, delikanlılık için, asalet için söylenmiştir. Mesela otoriter insanlar için ağırabi derler. Taş yerinde ağırdır. Ağırlığımı koyarım gibi ifadeleri kullanırlar. Terazi ayrıca adaletin simgesidir. Yani aslında hukuk bir nevi tartı ile temsil edilir. O terazide ne tartılır bilinmez. Adalet terazi ile mi satılır. O da meçhuldür ama simge terazidir. Ne kadar adalete ihtiyacınız olduğunu ağırlığınız ölçüsünde anlarsınız. Adliyede bir ağırlığınız varsa size adalet düzgün çalışır. Hafif iseniz ya adalet bulamazsınız ya da hafifmeşrep olmakla suçlanırsınız. Terazinin gramlarını temsil eden hukuk adamları hareketsizliğin adaleti temsil ettiğine inanarak terazide meydana gelen salınımları adalete yapılan saldırı olarak algılıyor olmalı ki hukuk çiğnendi diyorlar. Halbuki bir şeyi tartmak istiyorsanız gramların karşısına o şeyden bir miktar koymalısınız ki ne kadar almanız gerektiğine karar verebilesiniz. İşte adalet terazisi maalesef bu noktada hata veriyor. Adaletin gramları bundan rahatsız oluyorlar ve dengeye gelmeği dengesizlik olarak addediyorlar. Dengesizlik içindeki denge onlara huzur veriyor. İstiyorlar ki hiçbir şey onlara rahatsızlık vermesin. Terazinin kefeleri sürekli aynı yerde dursun. Peki nasıl tartacaksınız. Sizi dengeye getirecek unsurlardan veya adalet isteyenlerden neden bu kadar korkuyorsunuz. Salınım huzurunuzu mu bozuyor. Dengesizliğin getirdiği ruh halinden çıkmak istemiyor musunuz. Peki adalet terazisi nasıl çalışır. Gramların karşısına elma koymaksızın tartmak mümkün müdür. Yoksa kendinizi elmalardan üstün mü görüyorsunuz. Elmalar bizi dengeye getiremez mi diyorsunuz. Yoksa elmaların ağılığı sizi yükseltince başınız mı dönüyor. Kefeye çürük elma koymasınlar mı diyorsunuz. Sağlamda olur çürükte. Sizin göreviniz doğru tartmaktır. Terazide ayarı bozmayın. Hep gramlar ağır gelmez ya. Bazen elmalar ağır gelebilir. O zaman birini alır diğerini koyasınız. Veya gramları eksiltir veya çoğaltırsınız. 13

Bu açıklamalar çok mu fantastik geldi. O zaman konuyu Hoca Nasrettin’den bir fıkra ile açalım. Nasrettin Hoca eşeğini satmak istemiş ve pazara götürmüş. O zamanın piyasa şartlarına göre 10 akçeye satmış. Alan adam bir müddet sonra eşeği satılığa çıkarmış ve şöyle diyormuş. -Bu eşek atı geçer. Şöyle koşar, böyle kaçar. Eşi benzeri yoktur. Nasrettin Hoca’nın keyfi kaçmış adama sormadan duramamış. -Kaça satıyorsun. -20 akçeye. -Aldım gitti. 10 akçeye sattığı eşeği pazarlamanın cazibesine dayanamayıp 20 akçeye geri almış. Akşama eve dönünce hanımı sormuş. -Hoca, hani eşeği satacaktın. -Sattım hanım. Sattım da; alan adam o kadar övdü ki bizim karakaçanı, 20 akçeye geri aldım. -Eeee sen ne yaptın, demiş Hoca. -Şeyyyy.. Ben de biraz yoğurt alayım dedim. Tartı ağır çeksin diye bileziklerimi gramların yanına koymuştum. Sonrada adam görecek diye geri alamadım. Yoğurdu aldım ama bilezikler gitti. Nasrettin Hoca çaresiz biraz mahcup bir eda ile. -Yani desene hanım; sen içerden, ben dışarıdan yıkamadık gitti şu viraneyi. Evet; adalet ağır çeksin diye kendi ellerimizle koyduğumuz bilezikleri bir türlü geri alamadık. Belki biraz yoğurt aldık ama gramlar havalara girdiler. Her tartımda kollarımızdaki bileziklere göz diker oldular. Yani adaletin, hukukun üstünlüğünü sağlamak için ellerimizle koyduğumuz bilezikler adaletsizliğin yolunu açtı. Artık altın bilezikleri oradan alıp adaletin tecelli etmesini sağlamak gerekir. Nasıl olacak peki. Bilezikleri geri alıp gramlara işini doğru yap, adalet ölçüsünde tart diyeceğiz. Eğer hukukun üstün olmasını istiyor isek gramlar elmalarla dengeye gelmeyi öğrenecekler. Gerekirse çürük elmaları da fireleri anlamak için tartacaklar. Terazinin kefelerinde ister demir tartılsın, isterse altın, gramlar itiraz etmezler, görevlerini hakkıyla yaparlar. Ey adalet terazisinin dirhemleri, sizde adaleti tartarken demir, altın ayırımı yapmayın. Hak yerini bulsun. Adalet mülkün temeli olsun. Mülk adaletin temeli olmasın. Dengesizlik denge olmasın. Ahmet TÜRKAN- 18 Şubat 2010 14

NAH SENDROMU İnsanların çaresizliklerini, içinden çıkamadıkları durumların teselli ifadesi. Nah…! Nah yapar, nah gelir, nah inceler…. Küçükken hatırlarım çocuklar birbirini dövmeye çalışırken gözdağı vermek için nah döversin, seni babama söylersem gibi sözler kullanılırdı. Sendrom Nedir; sendrom ya da belirgi, birbirleriyle ilişkisiz gibi görünen, ancak bir araya geldiklerinde tek bir olgu olarak kendilerini gösteren bulgular bütünüdür. Bu, kalıtsal olabilir ya da edinsel nedenlerle de oluşabilir. Tıp dilinde, belirgi, yalnızca, nedenleri tek tek açıklanamayan, birlikte rastlanılan bulguları tanımlamakta kullanılır. Dolayısıyla, bu bulgular, altında yatan bir hastalıkla açıklanabilirse, kuramsal olarak artık sendrom değildir. Buna karşın, eskiden belirgi olarak anılan, ve günümüzde nedenleri bilindiği için hastalık olarak bilinen bir sürü durum, geleneksel sendrom adını korumuştur. Yunanca'da birlikte koşmak anlamına gelen belirgi, mantıklı bir deyiştir, çünkü yukarıda da açıklandığı gibi, sendrom, tanımı gereği birtakım bulguların birlikte olmasından kaynaklanır. Hastalığın oluşumunun (patofizyoloji) açıklanamadığı durumlarda en çok kullanılır. Bir sürü belirgi, adını onu ilk bulan doktordan almıştır (bunlara eponim belirgiler denir). Böyle olmadığı durumlarda ise, adlarını genellikle coğrafi yer adlarından almışlardır.[1] İnceleme konumuz olan nah sendromunu bu bilgiler altında güncel bir örnek ile açıklamaya devam edelim. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’a ait olduğu belirtilen ses kaydındaki ifadelere biz göz atalım. “Şimdi değerli arkadaşlar. Adamlar hataları istismar ediyorlar. Bu önemli. Burada hata var. Hata iyi niyetli oluyor. Bilinçli oluyor. Cehaletten ileri geliyor. Hatanın çeşitli şeyleri olabilir. Ayrı bir konu ama şunu bilmemiz gerekir ki bir hata var, var... ve bu hata istismar ediliyor, kullanılıyor. Örnek, bu Ankara Seferberlik Kurulu Bölge Başkanlığındaki yaşadığımız bir olay. Evet, bunlara biz görev verdik. Ben verdim, hiç kimse de ırgalamasın, ben verdim. O görevi arkadaşlar icra ediyorlar. Uzun süredir icra ediyorlar. Yapılan ne, bu adamlar sürekle orada, yapılan ne? Nedir yapılan: Daha görev yaptığınız bölgenin karakteristiğini bir kere tam bilmeniz lazım yani. Bölge hassas bir bölge ve bir yığın adam var orada. Benim adamımın bunu görmesi lazım, sizin görmeniz lazım, görmüyor... O zaman bu bir hatadır. Uzun süre o görevi yapıyorsunuz, izleniyorsunuz yani. Kendiniz bunu hissetmeniz lazım. Anlamanız lazım. Anlayamıyorlar. Profesyonel yeteneklerde sıkıntılar var. Efendim işte bu Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığına gelecekler, arayacaklar. Yani ne yapacaksınız: Bir: aratmayacaksınız, aratmazsanız ne olacak? 15

Arayabilirler mi? Girdim. Giremezsiniz desen ne yapacaklar, girebilirler mi oraya? Nah girerler... Yok, böyle bir şey, giremezlerdi yani. İki; oraya böyle giremezsiniz, bilmem ne yapamazsınız, ne olacak o ondan sonra? Silahlı Kuvvetlerin üzerinde şey gibi kalacaktı. Ne gereği var. Kuşku doğuracak... Buyur, buyur ara efendim işte yok Özel Kuvvetlerin kozmiğine girildi. Ee tabi bunun psikolojik etkisi de vardır. Gireriz, giremeyiz, girdik bilmem ne tamam doğru. Olur mu? Neden olmasın? Bilgi sızmaları oluyor maalesef, efendiler Silahlı Kuvvetlerde hiç bilgi sızması olmaz. Olur. Yani maalesef olur. Niye? Çünkü maalesef çürükler yüzünden, maalesef. Ama işte zarar. O zaman bu şekilde olan arkadaşlar, siz iyi tespit etmeniz lazım. Tabur Komutanlığının, sizin sorumluluğunuzda. Bir albay çıkıyor 10 senedir efendim akaryakıt kaçakçılığının içinde, on senedir... Ya kardeşim bu adamın amiri memuru yok mu? Yaa... Arkadaşlar, gözünüzü açın. Bakın artık alt kademeleriniz hata yaparsa elbette hukuki tarafı ayrı bir konu tabi ki ama idari kurul da var. Bunların altındaki, adam bilmem ne yaptı denilecektir. Ortada, hakikaten sepet gibi ortada. Diğer önemli bir konu şu anda belki de en önemli konu. Bu da özellikle son bir iki yıldır, gördüğümüz Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yürütülen faaliyetler. TSK kuvvetlerine karşı yürütülen psikolojik harekâttır. Bunu herkes anlamıyor. Herkes gibi ben de doluyum, ama belki her şeyi biraz daha bilen birisi olarak dimdik olacağız, dimdik duracağız fakat her şeyin bir zamanı var. Artı biz ne yapıyoruz tabi ki asimetrik psikolojik harekât unsurları gerçekten ayrıntılı, kapsamlı olarak biliyoruz, bu basit de değil. Ha burada benim görevim ne, her defasında çıkıp ortaya şikâyet etmek, şimdilik ortaya şikâyet ediyoruz. Makamlar şikâyet makamları değil olayları uzaktan seyrediyoruz anlamına gelmez, tamam mı? Tabi ki her şeyin zamanı yordamı her şeyi herkes bilmez, tamam.” Konuşmalardan anladığımız kadarı ile bir çıkmaz yolun içinde bulunulmaktadır. Konunun tam anlaşılması için bahse konu ifadeler bütün olarak verilmiştir. Kısır döngü ve kısır savunma mekanizması. Burada ifadesini bulan “Nah girerler” sözü tipik bir Nah Sendromu örneğidir. Tedavisi: Açıklık, şeffaflık ve kanunlara uyarak hakikatlerden yana tavır koymakla başlar ve zamanla tedavi edilebilir. Kanunsuzluklar bu sendromu tetikler. TV, akredite basın gibi kısmen emir komuta içinde olan veya sistemin ağırlığının hissettirilmesine çalışılan insan grupları karşısında söylenilen sözler ile emir komuta zinciri içinde söylenen sözlerde çelişki ve anlatım bozuklukları görülüyorsa kişi nah sendromuna yakalanmıştır. Yani içeride başka, dışarıda başka terimi ile özetlenebilir. İleri derecelerde kendini, açık küfür ve darbe halüsinasyonlarına kadar sürükleme ihtimali vardır ve tedavi edilmesi gerekir. Özellikle devletin üst yönetim organlarının, örneğin TSK’nın, yargının, hükümetin, muhalefetin, iş adamlarının, devleti yönetmeğe çalışan derin 16

dernek yöneticilerinin bu hastalığa yakalanması ciddi sorun teşkil eder ve acilen tedavi edilmesi gerekir. Bu semptomlar ilk başladığında kişilere sakinleştirici çay ve hafif ilaçlar önerilebilir. Daha ileri vakalarda kişinin kendisine ve topluma zarar vermemesi için hukuki değişiklikler yapılmalı ve bu hastalığa yakalanan kişileri hava değişimine göndermelidir. Yani bir nevi istirahat iyi gelir. Zaman bu hastalığın en iyi ilacıdır. Bol bol sabır ve kanunlara uyum tavsiye etmek gerekir. Ahmet TÜRKAN – 21 Şubat 2010 [1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Sendrom 17

11 EYLÜL VE BALYOZ DARBE PLANI Bu iki plan hazırlanma gayesi açısından biri diğerine ne kadar benzediğinin ve altında yatan amacın kaos oluşturmak açısından ne kadar acımasızca tasarlandığının sebep ve sonuç ilişkileri açısından tarihe kısaca bakarak izah etmek istiyorum. Fark tasarlayanlarda, fark tasarlayan ülkelerde, fark varılmak istenen hedeflerde. 11 Eylül’de İkiz Kulelere uçak çarpması ile kulelerin yangın ve akabinde yıkılmasını hesaplayacak, hem mimari, hem statik, hem uçuş tekniklerini bilmeleri açısından son derece profesyonelce tasarlandığıdır. Balyoz Darbe Planı ise hem planlayıcıları, hem hedef tutulan kutsal mekanlar, hem maddi ve manevi değerleri hiçe sayması, hem mimari, hem statik, hem de uçuş tekniklerini kıyaslamak açısından son derece avamidir. Hazırlayan kurmay (STAF) lar arasında bariz bir fark vardır. 11 Eylül planları ne kadar teknik ise Balyoz bir o kadar basittir. Bu senaryoları tezgahlayanların Osmanlı’dan günümüze olan seyrü seferlerine kısaca bir göz atalım. Hasta Adam Osmanlı Rus Çarı 1. Nikola Osmanlı için 1873 yılında Hasta Adam diyerek Osmanlı’nın elinde bulunan Petrolün ele geçirilmesini planlamış ve bunu da Avrupalı müttefiklerine açık bir şekilde söylemiştir. Bundan sonraki süreç bu tezgah üzerine kurgulanmış ve her fırsatta Osmanlıyı yok etmek ve elindeki petrollerin paylaşılması hedefi izlenmiştir. Neticede Osmanlı Devleti 1. Dünya savaşına bir oldu bitti ile dahil edilmiş ve Çanakkale’de kazandığı zaferi masada kaybederek parçalanma sürecine sokulmuş Elimizdeki petrol kaynakları bulunan topraklar Lozan’da sonra görüşülsün denilerek soğutmaya alınmış sonraki görüşmelerde de haklarımızdan feragat ettirilmiştir. Konuyu merak edenler misakı milli veya Musul Meseleleri konularında araştırma yapabilirler. Körfez Harekâtı İran- Irak savaşı sırasında Irak’a yardım mahiyetinde verilen silahlar daha sonra Irak’a müdahale operasyonlarının sebeplerinden birini teşkil etmiş ve petrole göz diken ABD’nin elinde birinci koz olmuştur. Amaç Irak’ta silahların olması değil petrolün Irak’ta olması idi. Sovyetler Birliğinin Dağılma Sürecinin sonuçları Sovyetler Birliğinin dağılma sürecine girmesi ile ana unsur Rusya’nın kendi başının çaresine bakması ve kendi iç meseleleri ile yüzleşme sürecinde ABD meydanı bol bulmuş ve sataşacak yer aramıştır. Rusya’ya karşı desteklediği Afganistan’a girmiş, istediği menfaatlere ulaşamasa da saplandığı bataktan kurtulmanın çarelerini aramaya devam etmektedir. Burada Körfez harekâtına tekrar dönmekte yarar var. Körfez harekâtı sırasında yapılan en önemli oyun 32. Paralelin Kuzeyinin uçuşa yasak saha ilan edilmesidir. 18

Tecrit edilen bu bölgede 25 yıldır Ülkemizi uğraştıran PKK’nın rahatça konuşlanması sağlanmış ve Irak’tan neredeyse bağımsız bir Kuzey Irak Kürt Yönetimi oluşturulmuştur. Çünkü Irak’a müdahale edildiğinde kısmen bölünmüş bir Irak hazır olacaktı. 28 Şubat Dışarıda petrol savaşları yaşanırken içeride de Laiklerin iktidar savaşı vardı. Kendilerine göre iktidara iyice yanaşan ve demokratik yollardan kolay kolay bırakmak niyetinde olmayan İslamcı kesime ciddi bir darbe vurmak. Problemin en kötü tarafı Dönemin Başbakanı Erbakan’ın her fırsatta askere güvendiğini ve küfreden albayın (Osman Özbek) bile ilk şurada terfi etmesine ses çıkarmayarak darbeci zihniyete yaranacağını sanmasıdır. Maalesef ciddi bir duruş sergileyememiştir. Mahalli seçimlerde Deniz Kuvvetlerinin en önemli üssü konumunda olan Gölcük ve Hava Kuvvetlerinin en önemli üslerinden bir olan Etimesgut’ta belediye başkanlıklarını kazanınca zafer sarhoşluğuna düşülmüş ve askerin İslami kesime olan yaklaşım modeli algılanamamıştır. Sonraki süreç malum 28 Şubat post modern darbesi ile sonuçlanmış ve binlerce mütedeyyin Subay ve Astsubay günah keçisi edilmiş, mesleklerinden ve çok sevdikleri üniformalarından kopartılmışlardır. Aslında bu plan Balyozun ilk ayağıdır. Balyozcuların 28 Şubatta herhangi bir dirençle karşılaşmayınca işi azıttıkları ve camileri İslami kesimin başlarına yıkmaya varacak boyuta vardırdıkları görülmektedir. Eğer kendi elleri ile teslim ettikleri Ecevit yönetimi başarılı olsa idi böyle bir plan olmayacaktı. Fakat en güvendikleri Ecevit ve Ecevit tarafından desteklenerek Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer başarılı olamadılar ve sahneyi tekrar İslami kesime kaptırdılar. Üstelik çok kötü bir Kriz senaryosu ile bir günde 10 milyar dolar sermayeyi heba etme pahasına. 11 Eylül Planı ABD için Irak’a girme yolunda önemli bir hamle yapmak kalıyordu. Çok ustaca planlanmalı ve İslam dünyasının bırakın ittifak etmeyi itiraz edecek hali bile olmamalıydı. Hatta pişman olup kendilerini suçlamalıydılar. Giriş bölümünde kısa bir açıklama yapmıştım. Mimari, statik ve uçuş teknikleri bakımından kusursuz bir plan hazırlandı ve İkiz Kulelere peş peşe uçaklarla kamikaze dalışları yaptırıldı. İstenen plan başarılı olmuş ve İslam alemi tam bir şaşkınlık içinde El Kaide militanlarını suçluyor, böyle de olmaz. ABD ne yapsa yeridir diyordu. Çünkü körfez krizinden sonraki yaklaşık 12 yıllık süreçte sürekli Arap militanlar ve El Kaide senaryoları yapılmıştı. O dönemim Hollywood ameleleri sürekli bu politika için senaryolar geliştirmişlerdi. Sonunda plan tuttu ve ABD Irak’a girdi. Gelinen netice 1.5 milyon ölü, sayısız yaralı, iffetleri ayaklar altına alınıp tecavüz edilen binlerce kadın ve kız. Balyoz Darbe Planı 28 Şubat darbesinin alt figüranları işi post modern darbe ile değil post katliam darbe ile halletmek istiyorlardı ki bu vahşi senaryoyu hazırlamışlar. Eskiden minareyi çalan kılıf hazırlar idi. Yeni moda minareyi yıkacak adam balyozu hazırlar. Balyoz Darbe Planları Taraf Gazetesinde yayınlandığı günden beri Genel Kurmay Başkanı böyle bir şey yok, asker Allah Allah diyerek camilere saldırmaz diyordu. 19

Askeri Savcılığın görevlendirdiği bilirkişi raporunda Balyoz Darbe Planıdır dedi. Yani Asker planı kabul etti. Şimdi ne olacak. Sayın Genel Kurmay Başkanı OR’ları tekrar toplamalı. Kamu vicdanını rahatlatacak mesajları OR’lar ile birlikte vermeli. Islak imza, boru, çiçek, balyoz, sakal, çarşaf, suga gibi halkın anlayamadığı ifadelerin gerçek manalarını açıklamalıdır. Aslında yukarıda baştan beri açıklamaya çalıştığımız oyunun levelleri tükendi yani “GAME OWER” oldu. Yani “OYUN BİTTİ” Oyuncular tüm haklarını kullandılar. Şimdi puanların hesaplanma zamanıdır. Oyuncular ellerinde kalanları bir bir ortaya koysunlar bakalım. Kaç cami vurulacaktı, Kaç kişi statlarda toplanacaktı, Kaçı uçağımız vurulacaktı. Bunlardan alınacak bonuslar neydi. Birde Yargının değerlendirmesi olacak. Genel Kurmay Başkanı “sonuna kadar yargının yanındayım ve güveniyorum” demeli. Oyuncuları, taraftarlarını, oyuna para yatıran kumarbazları değerlendirecek, mağdur edilenlerin haklarını verecekler, vermelidirler. Bu yolda fişlenen masumlardan özür dilenmeli ve devlet namına, kanun namına diyerek faillerinden hesaplar sorulmalı. Neden 11 Eylül ile Balyoz Darbe planını kıyasladım. Çünkü her iki planda da hedefe gitmek için oynanan kirli oyunlar var. Her iki planda da oyunun kuralı olarak ölmesinden endişe edilmeyen insanlar, yıkılmasına seyirlik tablo gözü ile bakılan mekanlar ile birlikte yuvalar var. Hepsinden önemlisi zedelenen, hiçe sayılan insan onuru var. Haydi adalet yerini bulsun. Devlet namına, kanun namına. Ahmet TÜRKAN- 27 Şubat 2010 20

ABDÜLKADİR GEYLANİ’DEN NASİHATLER Son dönemin sıkıntılı, boğucu, nefsleri azdıran ortamından uzaklaşmak ve manevi iklimlerden bir parça alıp dünyanın elemli hallerinden uzaklaşmak istedim. Okuduklarımı, anladıklarımı sizlerle paylaşmak istedim. İstedim ki bu boğucu, geçici, elemli alemden bir nebze manen kısacık ta olsa uzaklaşıp kendi iç alemimizle başbaşa kalıp huzuru kalp ile Rabbimizin rızasını kazanmak yolunda bizlere yol gösteren manevi mürşidleri dinleyelim Kendimize pay vereceğimize bilenleri dinleyelim. Bilenerden aldığımız bilgileri henüz duymayan değerli kardeşlerimizle paylaşalım. Kim bilir belki en son ben duymuşumdur. Evet Abdülkadir Geylani ne diyor bakın. Bundan sonrasını O’ndan dinleyelim. *** Sakın yaptığın işlerde ve bulduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal kişiyi azdırır ve YARATAN’ın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Önce temeli at sonra üzerine binayı çık. Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et. *** Başkasında bulunan bir hatayı defetmek istersen nefsinle yapma, imanınla yap. Kötülükleri ancak İMAN yıkar. Bu durumda RABB’in sana işlerinde yardımcı olur. O kötülüğü yok etmek için arkadaş olur, O kötülüğü ezer ortadan kaldırır. Eğer bir kötülüğü nefsin için, halkın seni tanıması için ortadan kaldırmaya niyet edersen rezil olursun. Her işte HAKK’ın rızası aranmalıdır. *** İSLAM gömleğin yırtık, İMAN elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu. Gönlün İSLAMİYET’e açık değil. İç alemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya. Kabir kapısı açık ve ahiret sana doğru gelmekte. En kısa zamanda aklını başına topla, yalnız dünya azığı toplamaktan vazgeç de ahiret azığını toplamakta acele et... Sabırlı kulların bu dünyada çektiği cefa, Yüce Allah’ın (C.C) gözünden kaçmaz. Siz bir an olsun O’nun uğruna sabır yolunu tutun, yıllarca ecrini alırsınız. Ömrü boyunca “Kahraman” lakâbıyla gezen, onu bir anlık cesareti sonunda kazanmıştır. *** Ey evlad, önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını... Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın? *** Size gereken, Yüce Yaratanı sevmek ve O’ndan başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun rızasını gözeterek yapmak... Bunlar “Kalp” le olur, dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyormusun?... Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu?... İşte bunları yapabiliyorsan mesele yok... Kapı önünde “TEVHİD”, içeriye girince “ŞİRK”, yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkında, kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Şükrü dilinden bırakmıyorsun, ama kalbin daima itiraz halinde. *** Geliniz aşırı, uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim. Ne olur sanki biraz zahmet çeksek? O’na vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK 21

yoluna çevirelim, Rabbimizin Elçisine, Sevgilisine başvuralım, O’nun eteğini bırakmayalım. *** Bütün amacın yemek, içmek ve arzularının tatmini olmasın. Bunların hepsi amaç değil, Yüce ALLAH’a (C.C.) ulaşmak için birer araçtır. Bütün hedefin sana en çok gerekli olana ulaşmak olmalı. Sana en gerekli olan ise YARATAN’ındır. O’nu ara. Her şeyin bir bedeli olur. Dünyaya AHİRET, yaratılmışlara ise bedel YARATAN’dır. Dünyayı kalbinden atarsan yerini HAK alır. Yaşadığın günü ömrünün son günü bil, işlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter. *** “ALLAH’tan (C.C) başka ilah yoktur,” dediğinde bir “DAVA” peşine düştün demektir. Her davada şahit isterler, şahidi olmayan davasını kaybeder. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü sıkıntıya göğüs gerip, sabır göstermek de birer şahid sayılır. Bunları yaparken İHLAS’lı olmak gerekir. *** Hiçbir söz amelsiz ve ihlassız kabul edilmez. Kainatın Efendisinin (S.A.V) yolu İHLAS’tan ibarettir. *** Dünyalık toplarken dikkatli ol. Gece odun toplayan gibi olma. Elini uzattığında neyi alacağını önceden kestirmelisin. Gece odun toplayan eline geçeceğini bilemez, seni de ona benzetiyorum. Ayık ol, sonra felaket büyük olur. *** HAK’la çekişme, nefsin için O’nu kötüleme, malın azaldı diye O’nu itham etme, insanlar sana yüz vermiyor diye O’nu suçlama. Suçu kendinde ara. Her işin kendi keyfine uygun olmasını istiyorsun, en büyük hüküm senin mi yoksa O’nun mu? Sen mi fazla biliyorsun yoksa O’ mu? Merhametin O’nunkinden fazla mı? Sen ve bütün yaratıklar O’nun kuludur. Her şeyde yalnız O’nun hükmü geçer bunu sakın unutma. *** YARATAN’ın rızasına erme yolunda yapmacık hareketler fayda getirmez, bu yolda yersiz arzu ve boş temenni ile yürünmez. Hele içi başka dışı başka birinin eline hiçbir şey geçmez. Bir de yalancılık ortaya çıkarsa felaket o zaman başlar. Eğer bu hallerin azı sende varsa hemen tevbe et ve tevbeni bozma. Tevbe etmekten ziyade, tevbeyi bozmamak esas hünerdir. *** Böbürlenmeyi bırakın, Yüce ALLAH’a (C.C) karşı büyüklük satmakta neymiş? Kullara da kibirli davranmayın, haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuyu yerleştirin. Önceden ne olduğunuzu düşünün; bir damla su. Sonrası ne olacak malum...Bir hendeğe yuvarlanacak bir ağırlık. Hali böyle olana büyüklük taslamak yaraşır mı? Hırsa kapılmayın, kötü arzular sizi esir etmesin. Dünyalık adamların kapısını aşındırmayın. Ezilip büzülerek onlardan dünyalık dilenmek size yakışmaz, sabırla doğru yoldan nasibini arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa... Sevgili Peygamberimizin (S.A.V) “En büyük belâ, nasibte olmayanı aramaktır,” buyruğunu hiç duymadın mı? Nasibte olmayanı kullar hiçbir zaman veremez. Dünya oğullarının buna hiçbir zaman gücü yetmez. *** Ey ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman? Yüce ALLAH’ın (C.C) korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O’ndan korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? O’nu HAK tarafına çağırman nerede? Bunların hiçbiri sende yok. Bütün derdin kasa, masa, yemek ve eğlenmek. Aklını başına al. Dünyadaki nimetlerden sana gelecek bir kısmetin varsa gelir, üzülme içini 22

ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun, hırsın ağırlığı seni yormaz. Eğer bu şekilde davranmazsan, bütün bu uğraşmalarından sana ne kalacak dersin? Sadece bir yorgunluk ve ağır bir hesap... *** Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana bela olur. Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun sebebi sana mal versinler, iyiliğini görsünler, seni öğsünler oldu. Sana yakışır mı bu düşünceler? Farzet ki halkın sana ilgisi arttı, bunun ölüm anındaki sıkıntıya faydası olur mu acaba? Seni sevenlerle aranda uçurumlar olacak o anda. Topladığın malları başkaları paylaşacak, hesabı ve cezası da sana kalacak. *** Yazık sana! Cehennemlik işleri yaparken cenneti umuyorsun. Geçici şeylerle avunuyor onları seviyor ve senin sanıyorsun. Ama yakında elinden alacaklar. Yaratan hayatı sana emanet olarak verdi, O’nun rızası yolunda yaşamanı emretti. Sen ise kendi isteğin, heveslerinin peşinde hayatını tükettin. Sana verilen zenginlik, makam, sıhhat birer emanettir. Bütün bunları YARATICI’nın rızasına uygun yolda kullan. *** Ey evlad, ana rahminde seni kim besledi. O halde iken ne kadar acizdin, bu hale seni getiren kim? Sen ise kendi varlığına ve halka dayanmaktasın, parana, mevkine, bilgine güveniyorsun. Güvendiklerin bugün var yarın yok olabilirler. Yüce ALLAH’tan (C.C) başka her kime güveniyor veya kimden korkuyorsan o senin ilahındır. Yakında bütün güvendiklerin yok olur kullarla aran açılır, sana karşı kalpleri katılaşır, kapıları yüzüne vururlar seni kapı kapı dolaştırırlar. Çağırsan yardımına koşan olmaz. Bütün bunlara sebeb Hak’tan başkasına güvenmiş olman, O’nun nimetlerini başkalarından bilmiş olmandır. *** Yüce ALLAH’ın (C.C) dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri KUTSAL KİTABIMIZ, diğeri SÜNNET-İ RESULALLAH. Bunlar seni RABBİNE ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar. *** Ey içi bozuk, yakında öleceksin, öldükten sonra yaptıklarına çok pişman olacaksın ama çok geç...Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalb yapmalı, yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır. *** Ey ALLAH (C.C) yolcularını bulamayan; varlığını ve yaratılmışları HAK varlığına perde eden kişi; ağla, başkasına bir ağlarsan kendine bin defa ağla. Evet Allah(C.C.) binlerle rahmet etsin. Bu sözlerin üstüne başka söz söylemek fazlalıktır. Kulağımıza inşallah küpe olur. Yoksa bu başıbozuk dünyada halimiz haraptır. Ahmet TÜRKAN- 07 Mart 2010 23

ANLAMAK Anlamak, kendimizi ve karşımızdakini. Acaba anlayabiliyor muyuz? Kendimizden başlasak. Önce kendimizi anlasak. Anladığımızı sanmayıp gerçekten anlasak. Neyiz. Ne istiyoruz. Kendimiz hala bir problem miyiz, yoksa çözüme yakın mıyız? Duygularımız nelerdir. Beklentilerimiz nelerdir. Hayata bakış açımız nedir. Anlayabiliyor muyuz? Bugün güldüğümüz bir olaya yarın ağlıyor veya bugün ağladığımız bir olaya sonra gülüyorsak kendimizi anlamış mıyızdır. Duygularımızdaki kararsızlığı anlayabiliyor muyuz? Sevgilerimizdeki coşkuyu veya umursamazlığı anlayabiliyor muyuz? Ya karşımızdakileri. Eşimizi, çocuğumuzu, annemizi, babamızı, kardeşimizi, işyerinde arkadaşımızı, işveren işçisini, işçi işverenini, amir memuru, memur amiri. Sahi anlayabiliyor muyuz? Siyasiler halkı, halk siyasileri anlayabiliyor m?. Ben ne diyorum, sen ne anlıyorsun diyor muyuz? Çoğu zaman kendi söylediklerimizin manasızlığını kendimiz anlayabiliyor muyuz? Aslında ben dediğimiz zaman hangi konumdaki aslında biziz. Çıkarlarımız kendimizi anlamamıza engel midir? Aslında ağzımızdan çıkanı kulağımız duyuyor mu. Kulağımızdan gireni yüreğimiz tasdik edip dilimiz ikrar ediyor mu. Yani anlaşabiliyorlar mı? Yürek ile akıl, kulak ile dil, göz ile el anlaşabiliyor mu? Peki anlamak için dinlemek, dinlemek için ise anlamak lazım değil mi? Anlamadan dinleyemezsiniz. Dinlemeden de anlayamazsınız. Anne, baba seni dinliyorum ve anlıyorum diyebiliyor muyuz? Seni anlıyorum demekle ebeveynimizin haleti ruhiyesini, beklentilerini, ümitlerini anlayabiliyor muyuz? Ben olsaydım babama şöyle davranırdım, anneme şöyle davranırdım derken gerçekten içtenlikle söyleyebiliyor muyuz, yoksa istikbalde başımıza geleceklerin habercisi olan şeyleri mi söylüyoruz. Kendimizin bile anlamakta güçlük çektiği duygularımızın başkaları tarafından anlaşılmasını mı bekliyoruz? Evladım seni anlıyorum ve dinliyorum diyebiliyor muyuz? Evladımız buğulu gözlerle baktığında, içindekileri yüzümüze söyleyemediğinde anlamış oluyor muyuz? Eşimize seni anlıyorum çünkü seni dinliyorum diyebiliyor muyuz? Anlamak sadece dinlemek midir? Sevgi bekleyen eşinizi sadece dinlediğinizde anlamış olur musunuz? Sadakat bekleyen eş sadece dinlendiğinde, evet ya da hayır cevaplarında anlaşılmış olumu? Anlamanın dinlemeden, dinlemenin ise anlamadan geçtiğini bilmek fakat duyguları, hayalleri, bakışları anlayamamak nasıl izah edilebilir. Ülkeyi yönetenler halkı dinliyorlar mı? Halkın derdini anlamak için. Halk yönetenleri dinliyor mu yönetmenin zorluklarını anlamak için. Peki gücü elinde tutanlar vicdanlarının sesini dinliyorlar mı? hakkı anlamak için. Ben beni dinliyor muyum; vicdanımın sesini anlamak için. Seni dinliyor muyum seni anlamak için. Okuduğumuzu anlamak. Anladığımızı okumak. Ne kadar alakalıdır. İnsan anlamadığını okumaz. Okumadan anlamak mümkün değildir. Sözden anlamak, halden anlamak. 24

Anlaşılır söz söylemek, Anlaşılır haller takınmak. Anlamak için bakmak. Bugün ülkemizde ve Dünyamızda onca insan birbiri ile konuşuyor fakat maalesef anlaşamıyor. Yabacıların dillerini bilmek onları anlamak için kafi değildir. Örfleri, adetleri, gelenek ve görenekleri, inançlarını bilmek anlamak için yeterlimidir. Pek çok şeyi ortak olan Ülkemizin insanları birbirini ne derece anlayabiliyor. Yolda yürürken önünüzden çarparcasına geçen insan sizi anlamış mıdır ya da siz onu anlayabildiniz mi. Derdimi var, karnımı aç. Bir yere yetişmesi mi gerekiyor. Yavaş yürüyen hızlı yürüyenin, hızlı yürüyen de yavaş yürüyenin halinden anlar mı acaba. Tok açın halinden, zengin fakirin halinden, kuvvetli güçsüzün halinden, güzel çirkinin halinden, genç ihtiyarın halinden anlar mı acaba. Kim kimi anlar. Anlaşılmak ve anlamak dileği ile. Ahmet TÜRKAN- 14 Mart 2010 25

ADI: RACHEL CORRIE Bir vicdan sahibi. Sönmemiş vicdanların sesi. Aliene Rachel Corrie, (10 Nisan 1979- 16 Mart 2003) ABD’li barış gönüllüsü, Uluslar arası Dayanışma Hareketi (İnternational Solidarity Movement) üyesi. Gazze Şeridi’nde Filistinlilerin evlerini yıkmak üzere hareket eden bir İsrail buldozerinin önüne çıkmış ve bu buldozer tarafından ezilerek öldürülmüştür. Evet O Siyonist İsrail devletine her fırsatta destek veren, tüm yaptıklarını görmezden gelen, çıkarları için dünyayı kana bulayan ABD’de yetişmiş nadide bir çiçek. Evergreen State College’de sanat dersleri alarak eğitim gördü. 3 Yıl boyunca gönüllü olarak ruhsal bozukluğu olan hastalara haftalık ziyaretler yaptı, onlara destek oldu. Yazar ve sanatçı olmak, barış için çalışmak gibi hedefleri olan Rachel, ABD’nin Irak’ı işgali üzerine İsrail’in Gazze’de kıyıma girişeceği ve bunun ancak bölgedeki ilgiyi canlı tutmakla engellenebileceğinin öngörerek, Gazze’ye “Uluslararası Gözlemci” olarak gitmişti. Dünyayı umursamayan, Filistinlileri insan yerine koymayan, önüne ne gelirse yıkan, kim çıkarsa öldüren zalim İsrail buldozerinin önüne çıktı. Belki bir yıkımı, belki bir zulmü durdurabilirim ümidiyle. Gözü dönmüş İsrail askeri için karşısındakinin kim, veya kimler olduğunun bir önemi yoktu. Acımasızca, insafsızca bir niyeti vardı ve her ne olursa olsun önüne çıkarları yıkıp yok etmek. Gazze şeridinde Siyonist İsrail’e bir parça daha yer açmak. İşte bu noktada karşısında Rachel duruyordu. Barış adına. İnsanlık adına. Vicdan adına. Vicdanı sönmemişlerin sesi olmak adına. İsrail’e destek veren ülkesinin hilafına O zulme karşı duruyordu ve katil İsrail O’nu da öldürdü. Tıpkı bir Filistinli bir Müslüman gibi. Bu duruş Rachel için Filistinli bir intifada idi. Rachel o gün Filistinli idi. Zulme karşı duran, acımasızlığı sindiremeyen, mazlumdan taraf olan bir Filistinli. Tıpkı Filistinliler gibi acımasızca ezilerek öldürüldü. ABD o zaman bile insafa gelmedi. İsrail bir müttefik vatandaşı öldürdüğünde bile insafa gelmedi. Çünkü Rachel vicdanen bir Filistinli idi ve bir Filistinli gibi öldü. 26

Rachel Corrie için bugün dünyanın pek çok yerinde etkinlikler düzenlenmektedir. Hakkında yazılan kitaplar ve oyunlar sahnelenmektedir ve 16 Mart O’nun hatırasına “Dünya Vicdan Günü” ilan edilmiştir.[1] Vicdanlarımızın sesine kulak verelim. Filistin davasına destek olalım. Çocuk katili Siyonist İsrail’i boykot edelim. Semirmesine ve daha çok kan dökmesine fırsat vermeyelim. Ahmet TÜRKAN – 16 Mart 2010 27

KEY ÖDEMELERİ Son güncel liste” 21 Mart 2010 Tarihli ve 27528 Sayılı Resmî Gazete – Mükerrer” sayısında yayınlandı. Listeler yine eksik. Yapılan müracaatlar, verilen dilekçeler, ibraz edilen belgeler bir işe yaramadı. Malumunuz Memurlar ve işçiler ile bunların emeklilerine konut edindirme maksadıyla yardım yapılmasına ilişkin 3320 sayılı kanun 01 Ocak 1987 ile 31 Aralık 1995 tarihleri arsında uygulanmış ve müteakiben tasfiye edilmesi amaçlanmış ve yürürlükten kaldırılmıştır. Diğer taraftan 5664 Sayılı Konut Edindirme Yardımı sahiplerine ödeme yapılmasına dair kanun yürürlüğe girmiş ve pek çok hak sahibi ödemelerini aldığı halde bir kısmı da Türk Silahlı Kuvvetler Personeli olması, memuriyete dair tüm şeceresi gün be gün takip edilmesine rağmen kişinin özlük hakları ile ilgili evrakların kaybolduğu belirtilerek ödemeler yapılamamıştır. Bankaya yapılan müracaatlarda “Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine iletilen listelerde isimleri yer almadığı halde konut edindirme yardımına müstehak olduğunu ileri sürenlerin, ilanın yapıldığı tarihten itibaren üç ay içerisinde mülga 3320 sayılı Kanuna göre konut edindirme yardımı hesaplarını tahakkuk ettirmek ve ilgili bankaya devretmekle yükümlü olan kurum ve kuruluşlara başvurmaları halinde, adlarına daha önce konut edindirme yardımı yapıldığı hususunun her zaman düzenlenmesi mümkün olmayan nitelikteki belgelerle kanıtlanması veya bu durumun ilgili kurumların kayıtları ile anlaşılması kaydıyla, konut edindirme yardımı tutarları ilgili kurum ve kuruluşlarca hesaplanarak ilgililerin başvurusunu izleyen iki aylık süre içerisinde bankaya bildirilir “şeklinde bilgilendirilmişlerdi. Bu bilgilendirmeye istinaden ben de şahsım adına 22 Eylül 2008 tarihinde Konut Edindirme Yardımı tahakkukunun en son yapıldığı Dz. K. K. lığı Mayın Filosu Komutanlığı’na bağlı 2.nci Arama Tarama Filotillası Komodorluğu’na Konut Edindirme Yardımı Ödemesine ilişkin olarak görev yaptığım sürelerde tarafıma verilen 2. suretlerin ve gerekli tanıtıcı belgelerin fotokopilerini çekerek iletmiştim. Tarafıma verilen cevabi yazıdan “Söz konusu uygulamanın 20 yıl öncesine ait olması ve Komodorluğumuza ait 1998 yılından önceki tahakkuk arşivlerinin, Ülke ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı olarak büyük acılar çektiğimiz Gölcük depremi esnasında ve deprem döneminden hemen sonra Mayın Filosu Komutanlığı ve bağlısı Komodorlukların konuş yeri değişikliği yaparak Erdek’e intikali sürecinde yitirildiği değerlendirilmektedir. Dolayısı ile bahse konu yıllar arasında komodorluğumuzda çalışmış olan personelimize KEY’e ait tahakkuk bilgilerine ulaşılamamaktadır” şeklinde Ekim 2008 tarihli ve 2 Ar. Tar Flt Kmd.’Nun imzasını taşıyan cevabi evrakla ödemeleri alamayacağımı anlamış bulunmakta idim. Ancak tarafıma gönderilen yazının diğer maddesinde yapılacak yeni yasal düzenlemede ön almak ve personel mağduriyetinin giderilmesini sağlamak maksadıyla, bahse konu döneme ait lojman oturma süreleri esas alınarak KEY listelerinin oluşturulmasına yönelik bir çalışma başlatılmış olup halihazırda neticesi beklenmektedir şeklinde bir madde ilave edildiğinden gelen cevaba itiraz etmemiştim. Bu gün açıklanan yeni listeleri kontrol ettiğimde yapılan çalışmanın herhangi bir sonuca ulaşmadığını ve mağduriyetimin devam ettiğinin gördüm. Burada vurgulamak istediğim alacağım 3-5 kuruşun hesabı değildir. Mayın Filosu Komutanılığı’na bağlı bina depremde herhangi bir zarar görmemiştir. Aynı binada konuşlu Harp Filosu Komutanlığı personeli KEY ödemelerini almışlardır. Taşınma esnasında evrakların kaybolması mümkün olsa bile Gölcük bölgesinde görev yapmış olan tüm personelin maaşlarının hesap edildiği GOBİM tarafından bu bilgiler muhafaza edilmektedir. 28

Çünkü ödemeler GOBİM fişlerinde yer almaktaydı. Lojman Kartları Ana üs K.Lığı kayıtlarında mevcuttur. Aynı zamanda Lojman bilgileri maaş kartlarında da yer almaktadır. Çünkü Lojman Kira bedelleri maaşlardan kaynakta kesilmektedir. Aynı zamanda personelin eş dosyaları Dz.K.K.lığında tutulmakta ve evrakların birer nüshası birliklerce Dz.K.K.lığı’na gönderilmektedir. Bu doküman ve bilgiler kontrol edilmiş midir onu bilmem ama kaybolma ihtimali üzüntü vericidir. Kontrol edildiğinde doğru bilgi ve belgelere ulaşılacaktır. Bu bilgileri tekrar bir dilekçe göndererek bildirmek istemiştim fakat dikkate alınacağından maalesef emim olamadım. İşin hazin tarafı; imzalı nüshaların fotokopilerine “her zaman düzenlenmesi mümkün olmayan belge niteliğinde değildir” diye cevap verev Sayın Komodor’un imzasız iftira mektupları neticesinde Re’sen emekli edilen ben ve benim gibi diğer pek çok personel hakkında nasıl gerçek belge muamelesine tabi tutulduklarını araştırıp araştırmadığını sormak isterim. Bilgi edinme kanunu çerçevesinde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan talep ettiğim ve hakkımda hazırlanan sahte belgelerin üzerlerindeki iftiracı şahısların isimleri karartılarak çekilen fotokopilerini görünce içinde bulunduğumuz hazin durumun üzücü tarafını siz değerli okuyucularımla paylaşmak istedim. Ne yazık ki imzasız iftira belgeleri gerçek belge iltifatına mazhar olmuş ve muhafaza edilmiştir. Son dönemde yaşanan ıslak imza, sahte belge, kozmik oda haberlerini okudukça gerçek evrak ile sahte evrak arasındaki farkı ayıramayan bir kurumun içine düştüğü üzüntü verici durum; maalesef insanları mağdur etmeğe devam etmektedir. Sayın Baykal’ın Kozmik Odadan patates çuvalları çıktı sözü de çok manidardır. Demek ki patatesler kozmik ortamda daha iyi muhafaza edilebiliyorlar. Buz odasına gerek yok. TSK gibi ISO standartlarının da üzerinde organizasyon ve evrak kültürü olan bir kurumda evraklar kayboluyor ve asıllarına ulaşılamıyor ise küçük firmalarda çalıştığı halde eksikte olsa ödemelerini alanların hallerine şükretmesi gerekir herhalde diyorum. Ahmet TÜRKAN- 21 Mart 2010 29

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ Başbakan Erdoğan, anayasa reformunun, 'değişen Türkiye'ye ayak uydurmak için şart olduğunu vurguladı. Bir 'miladın' yaşanmakta olduğuna ve ülkenin artık dünya standartlarını talep ettiğine dikkati çeken Erdoğan, \"Bu taslak, artık kabına sığmayan Türkiye'nin taslağıdır. Bu taslak, güçlü Türkiye'nin yolunu açacaktır.\" görüşlerini dile getirdi.[1] Sayın Başbakanım siz ne söylerseniz söyleyin Sayın Baykal ve Bahçeli karşı çıkacaktır. Karşı çıkmak zorundadırlar. Karşı çıkmaz iseler kendilerine karşılar demektir. Maalesef Türkiye’de bilinen siyaset böyle bilinir, böyle anlaşılır, böyle de uygulanır. Aslolan Partilerin kazanacakları oylardır. Halkın tarafına olan söylemler ise sadece seçim öncesi popülist yaklaşımlardır. Dün dündür, bugün bugündür derler. Seçimlerde şu kadar oy alamazsam Rodos’a kadar yüzerim derler ama, seçimden sonra seçim atmosferinde böyle şeyler normaldir derler. Sebeplerini şöyle izah edeyim. Mevcut durumda bir anayasa değişiklik paketini CHP’nin veya MHP’nin hazırladığını ve sizinde valla biz de tam böyle düşünüyorduk dediğinizi varsayalım. İşte bu noktada Ham Sayın Baykal hem de Sayın Bahçeli yine kendi hazırladığı pakete “HAYIR” diyecektir. Meclisin bu günkü aritmetik yapısında demokratik bir açılım demek mevcut iktidarı en az bir dönem daha tek başına iktidar yapacak demektir ki….. BU ASLA OLAMAZ. Çünkü CHP, MHP ve Mecliste grubu bulunan veya bulunmayan partilerin ve de Bağımsız Vekillerin Anayasada değişiklikler yapılıp daha demokratik bir rejim olmasına karşı olabileceklerini sanmam. Parti tabanları da eminin çok yüksek oranda adil bir anayasaya “EVET” diyeceklerdir. Bütün problem yapılacak bir değişikliğin kimin ekmeğine yağ süreceğidir. Türkiye’nin hastalıklı halinin bir türlü düzelmemesinin tek sebebi dayatma zihniyetinin halkın refah seviyesinin yükselmesini istememesinden kaynaklanmaktadır. Refah seviyesi yükselen Halk talepkar olacaktır. Daha iyilerini isteyecektir. Bu onların işine gelmez. Sürekli eleştirenler eleştirilmeyi asla hazmedemezler. Halk sorgulamaya başlar. Yapılan haksızlıklar karşısında susmaz. Bu derin devletin işine gelmez. Orta çağın derebeylik yönetimlerinde de bu zihniyet geçerli idi. Tarihi bilenler bu tür yönetimlerin halkı nasıl ezdiğini, eğitimden ve sosyal haklardan nasıl mahrum bıraktıklarını açıkça göreceklerdir. Sayın Başbakanım lütfen Anayasa paketinde gözden kaçırdıklarınız olmasın. Daha sonra vahim sonuçlar doğmaması için lütfen azami dikkati gösterin. Bugün avantaj olabilecek pek çok şey yarın dezavantaja dönebilir. O yüzden adil olmasını hem devletin hem yargının hem askerin hem halkın mağdur olmaması için azami dikkati göstereceğinize inancımız tamdır. Bu paket seçim sonuçlarına nasıl yansır onu bugünden bilmek mümkün değildir. 30

Lütfen kazanan Türkiye olsun. Türkiye vesayetten kurtulsun. Darbe zihniyetinden kurtulsun. Güçlü ordu, güçlü adalet, güçlü millet, güçlü iktidar olmak Türkiye’de yaşayan hiç kimseye zarar vermez. Siyasi çıkarlar güdülerek Türkiye’ye zarar verebilecek maddelere yer verilmesin. Yazımı Şeyh Edebali’nin meşhur vasiyetinden bir bölümle bitirmek istiyorum. “Halkı yaşatın ki Devlet yaşasın.” Ahmet TÜRKAN – 24 Mart 2010 [1] http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=965117&title=bu-artik-kabina- sigmayan-turkiyenin-taslagidir 31

ANAYASA PAKETİ VE TALEPLER Yeni Anayasa değişiklik tasarısı, YAŞ mağdurlarında merak, ümit ve endişe duygularını birlikte yaşattı. Bu değişiklikle, hukuk dışı olarak tesis edilen re' sen emeklilik işlemlerinin iptali için dava açılabilecek mi? Dava açma imkânı olursa, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafsız karar verebilecek mi? Merak edilen tüm bu konularda ASDER Onursal Başkanı Sayın Emekli Tuğgeneral Adnan TANRIVERDİ’nin görüşlerini aldık. Siz değerli okuyucularımızla paylaşalım istedik. A. TÜRKAN: Sayın Paşam siz tecrübeli ve aynı zamanda ASDER’in onursal başkanı olarak yapılacak olan düzenlemeleri yeterli buluyor musunuz. Bu konuda eksikler var mıdır? Anayasaya ilaveler gerekmekte midir? Bu konularda gerçekten sizin gibi tecrübeli komutanlarımızın görüşlerine ihtiyaç vardır. Aynı zamanda bu olaya tarafsız bakılması hem Askeri Disiplinin sağlanmasında hem de bundan sonra bu tür olayların yaşanmaması konusunda önemlidir. A. TANRIVERDİ: Konu hakkındaki düşüncelerimi elbette bu konuda mağdur durumda olan arkadaşlara mağduriyetlerinin giderilmesi ve bu tür hukuk dışı olayların tekerrür etmemesi için görüşlerimi paylaşmak isterim. Birincisi; Anayasanın 125. maddesinden \"YAŞ Kararları yargı denetimi dışındadır\" hükmünün kaldırılması, kanaatimce geriye işletilemez, değişiklik ancak, onaylandıktan sonrası için geçerli olacaktır. İkincisi; Mağduriyetlerin giderilebilmesi için ya dava açma imkânı yaratılabilmeli ya da YAŞ mağdurlarının kaybedilmiş sosyal haklarının tazmini için sosyal içerikli yeni bir kanun çıkarılmalıdır. Dava açma imkânı yaratılabilmek için, 125. maddedeki değişikliğin yürütmesini en az 29 Temmuz 1983 (926 Sayılı Kanun’un 50 ve 94. maddelerinin değiştirildiği tarih) tarihinden başlatmak gerekmektedir. Bunun için de taslağa aşağıdakine benzer bir geçici madde eklenmelidir. \"GEÇİCİ MADDE- 29 Temmuz 1983 tarihinden kanunun yayını tarihine kadar, Yüksek Askerî Şûra Kararları ile re' sen emekli edilen subay, astsubay ve Jandarma Uzman Çavuşlar, bu kanunun yayınlandığı tarihten itibaren 60 gün içinde, haklarında tesis edilen işlemin iptali amacı ile yargıya başvurabilirler.\" Geçici maddeye ilaveten, AYİM' in kuruluşunu düzenleyen 157. maddesindeki, subay üyelerin görev süresini düzenleyen \"Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.\" hükmünü yürürlükten kaldıran bir madde taslağa ilave edilmelidir. Sayın Başbakan, 29 Mart 2010 Pazartesi’ye kadar, Parlamento içinden ve dışından, sivil toplum kuruluşlarından teklif ile ilgili görüşlere açık olduğunu belirtmiştir. Anayasa değişiklik tasarısına, en az bu iki maddenin dahil edilmesi şart olduğunu düşünüyorum. Bu değişiklikler, YAŞ mağdurlarının, sosyal haklarının almalarında önemli bir güç sağlayacaklardır. 32

A.TÜRKAN: Anayasa değişikliği bu hali ile çıkarsa durum ne olur. Bu konuda çalışmalarınız mevcut mudur? A. TANRIVERDİ: Anayasa değişikleri kabul edilirse, müteakiben, ASDER olarak bizim daha önce hazırladığımız \"Hukuki Girişim dokümanındaki”, değişiklik tekliflerimiz ve kaybedilmiş sosyal hakların tazmini ile ilgili yasa çıkartılması taleplerimizi gündeme getirilmelidir. Önemli bir konu: Bu arada, arkadaşlar dava açmak için hazırlıklarını tamamlamalıdırlar. Bilgi edinme hakkı kanununa göre re' sen emeklilik kararının gerekçesi olan bilgi ve belgeler, Kendilerine ait \"Askerî Safahat Belgesi\" ilgili Komutanlıklardan istenmeli. Müspet şahitlik yapacak kişiler bulunup, gerekirse imzalı bilgiler temin edilmelidir. A. TÜRKAN: Bu konuda hazırladığınız çalışmalardan bahsedebilir misiniz. A.TANRIVERDİ: Bu konuda hazırladığımız taslak metin ana hatları ile şöyledir. HUKUKİ GİRİŞİM DOKÜMANINDAKİ TEKLİFLERİMİZ . \"Türk Silahlı Kuvvetlerinden, bir kısım subay ve astsubayların, yargılanmadan ve yargılanma hakkı da verilmeden, Yüksek Askerî Şûra kararları ile, re’ sen emeklilik işlemine tabi tutulmalarının evrensel ve iç hukuk ilkelerine aykırı olmaları sebebiyle; ortaya çıkan mağduriyetlerin telafi edilmesi ve yeni mağduriyetlerin de önlenmesi amacıyla mevcut mevzuatta aşağıdaki değişikliklerin yapılmasının; a. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 125. maddesinde mevcut bulunan “Yüksek Askerî Şûranın kararları yargı denetimi dışındadır.” Hükmünün Anayasa’dan çıkarılmasının; Ayrıca; Anayasanın kabul tarihi olan 1982 tarihinden, değişikliğin yapılacağı tarihe kadar; YAŞ Kararı ile disiplinsizlik ve ahlaki durum gerekçe gösterilerek, aslında inançları sebebiyle re’ sen emekli edilen bütün mağdurların, bu işlemlerden dolayı yargıya baş vurmalarını sağlayacak yasal düzenlemenin de yapmasının; b. 926 sayılı TSK Personel Kanunun “disiplinsizlik ve ahlâkî durum sebebiyle ayırma” esaslarını düzenleyen, Subaylar için 50. maddesinin (c) fıkrasının; Astsubaylar için; 94. maddesinin (b) fıkrasının değiştirilerek “Disiplinsizlik veya ahlaki durumları yargı kararları ile tescil edilen ve bu sebeplerden dolayı, Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subayların/astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.” Haline getirilmesinin; 926 Sayılı Kanun’un 29.07.1983 tarih ve 2870 sayılı Kanunla değişik 50. maddesinin (d) fıkrasının son bendinin son cümlesi ile, 94. maddesinin (c) fıkrasının son bendinin son cümlesi olan “Bu gibi subaylardan/astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şûra tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şûra kararı ile yapılır.” Hükmünün metinden çıkarılmasının; 926 Sayılı Kanun’un 50.(c) ve 94 (b) fıkralarının değiştirildiği tarih olan 29.07.1983 tarihinden, değişikliğin yapılacağı tarihe kadar, YAŞ Kararı ile disiplinsizlik ve ahlaki durum gerekçe gösterilerek, aslında inançları sebebiyle re’ sen emekli edilen bütün mağdurların iade-i itibarı ve kaybedilmiş haklarının iade edilebilmesi için de yasal düzenleme yapılmasının; 33

Kanunda yapılan değişikliğe paralel olarak; “Disiplinsizlik ve ahlâki Durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak esasları” düzenleyen, Subay Sicil Yönetmeliğinin 92., Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 61. maddelerinin “a” ve “b” fıkralarının, YAŞ’ ya sevk imkanlarını ortadan kaldıracak ve “disiplinsizlik ve ahlâkî durumun” yargı kararı ile tescilini şart koşacak tarzda değiştirilmesinin; Uygun olacağı sonucuna varılmıştır.\" A.TÜRKAN: Son olarak ne söylemek istersiniz. A. TANRIVERDİ: YAŞ Mağdurları için, yarının dünden güzel olacağına inanıyorum. Bu safhadan sonra, daha çok mağdur edileceklerini düşünmemelidirler. Gayret bizden takdir Allah ( cc) 'dandır. Sevgi ve selamlarımla. A.TÜRKAN: Değerli katkılarınız ve yorumlarınızdan dolayı çok teşekkür ederiz. Ahmet TÜRKAN – 27 Mart 2010 34

411 EL 411 el kaosa kalktı. 28 Şubat medyası (Hürriyet) böyle duyurmuştu. Üniversitelere devam etmek isteyen, bir üniversite bitirip Türk toplumuna faydalı olmak, aynı zamanda inançlarının gereği başörtüsünü takmak isteyen binlerce kızımızın tek arzusu idi. MHP nin öneri ve desteği ile kanun Meclisten geçti, Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. Fakat o da ne? Seçimden önce başörtüsü açılımı, çarşaf açılımı yapan, aynı zamanda darbecileri yargılayalım diyen Deniz Baykal’ın partisi CHP, dava dosyasını kaptığı gibi soluğu Anayasa Mahkemesinde almış, AYM gecesini gündüzüne katarak, Türkiye Cumhuriyeti’nde yavaş işleyen adalete kinaye şimşek hızı ile kanunun yürütmesini iptal edivermişti. Kanun çıkmadan önce el insaf diyerek başörtüsüne müsamaha gösteren üniversitelerde de bir anda rüzgâr ters dönmüş ve yasakçı zihniyet taraftarı oluvermişti. 27 Şubat 2008 tarihli yazısında Ertuğrul Özkök bu olayı köşesine taşımış ve ilginç bir başlık atmıştı. “411 El neye kalkmış” Alaycı bir tavırla Başbakan’ın Hürriyet gazetesinin bu hezeyan dolu başlığına sinirlenmesini hafife alan bir üslupla 411 el neye kalkmış diye soruyordu. Siyasiler bu durumu içlerine sindiremeyip birbirlerini suçluyorlardı. Özellikle MHP 17. maddeyi değiştirmediği için AKP’yi suçluyordu. Bugün gelinen süreçte MHP tamamen CHP tarafında yer alarak Anayasada değişikliğe destek olmayacağını söylüyor. CHP’nin tavrı baştan belli. Akıl hocaları (367 Mucidi Sabih Kanadoğlu) ne diyorsa onlar onu söylemek zorundalar. Anayasayı değiştirelim ama bunu biz değiştirebiliriz. 61 Anayasasını nasıl hallettikse, 82 anayasasını nasıl kendi isteğimiz doğrultusunda çıkarttırdık ise bundan sonra da biz istemedikçe anayasa değişikliği olmaz. Bize rağmen anayasa değiştirmeye kalkarsanız, değil 367; 411 olsanız ne yazar. MHP ağzının payını almış olacak ki CHP’nin ağzından çıkacak ifadelere bakıyor. Adeta dudak okuyorlar. Aman yanlış yapmayalım. İpler CHP’nin elinde başımıza iş alırız diyorlar. Şimdi 367’nin ve de 411’in mucidi Sabih Kanadoğlu, AKP Anayasayı değiştiremez diyor. Bu hükümet meşru değil diyor. Ona göre bu hükümet gayrimeşrudur. Her kimin hükümeti ise anası, babası belli değildir. Cami kapısına bırakılmış, yetimhanede büyümüş ve maalesef gayrimeşru nüfus kağıdı çıkartılmıştır. Bu aritmetikle normal yollardan kabul edilme ihtimali yoktur. Velev ki gizli oylamada bazı vekiller Genel Başkanlarının iradesine rağmen kendi iradelerini kullanıp kabul oyu verdiler. Anayasa mahkemesi iptal eder. Gayri meşru ya…. Eğer yeterli oy alamayıp iktidar partisinin oyları ile kabul edilerek referanduma gidilirse, halk oylamasının bir önemi yoktur. Anayasa mahkemesi iptal eder. Çünkü gayrimeşrudur. Halkın oyları da mı? Evet. Kanadoğlu’na göre Halkın oyları da gayrimeşrudur. 35

Kısaca “GM” diyebiliriz. Maksat anlaşıldı. Kanadoğlu ve 28 Şubat zihniyetine göre hem iktidar hem de bu iktidara oy verenler “GM”dur. Hiç kendinizi yormayın. Derin devlet böyle istiyor. Derin devletin halkın yararına bir iş yaptığını gören, duyan, bilen var mı?… El cevap: Yok….. Türkan Saylan demişti, %95 oy bile alsalar, biz istemedikçe hiçbir şey olmaz. 411 oy kaos ise, bu oy oranına karşılık gelen toplum da kaostur. GM’dur(Gayri Meşru). Kabul görmez. Referandum sonucu % kaç kabul olursa olsun batıldır. Onlar söylüyor. Ama; gayret meclisin akl-ı seliminden, sonuç Allah’tandır. Belli mi olur? Ahmet TÜRKAN- 31 Mart 2010 36

AÇILIM YAP Sayın Baykal ne olur açılım yap. Senden de açılım isteriz, Darbelerden kaçalım isteriz, Hadi açılım yap. İster başörtüsü de ister çarşaf Görüyorsun ki millet saf Her lafın olsa da gaf Hadi açılım yap. Darbecileri asalım, İmralı’yı basalım, Değiştirmeyip de Anayasayı; duvara mı asalım, Hadi açılım yap. Anayasa yapmak kimin haddine Herkes gelsin kendine, Ergenekon, Balyoz hepsi hikaye, Hadi açılım yap. Hadi açılım yap geç kalma, Seçim, geçim derdine dalma, Hiç kimseyi kaale alma. Hadi açılım yap. Neymiş açılımın Ermenisi, Kürdü Bu vatan kimin yurdu, Romenler aldı yürüdü, Hadi açılım yap. Darbeye, balyoza kulak asma, Kendini de fazla kasma, Anayasaya bir maddede sen koyuver, Hadi açılım yap. Sence Ergenekon, Balyoz hayal, Türban de çarşaf de vatandaştan oy al, Savcısıyla, yargıcıyla çok konuşulur bu yıl, Hadi durma bir açılımda sen yap….. Ahmet TÜRKAN- 04 Nisan 2010 37

YAŞ KARARLARI YARGIYA NASIL AÇILACAK Mevcut Anayasanın 125. maddesini düzenleyecek olan değişiklik teklifinde yer alan YAŞ kararı ile ilgili düzenleme şöyle: \"Ancak, Yüksek Askeri Şuranın, terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle ayrıma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır. Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.\" Bu maddenin aynen kabulü halinde ne olacak. Yargı yapılan işlemlerin hukuka uygunluğunu kontrol edecek fakat içerikteki gizli detayları sorgulayamayacak, ince işlerle ilgilenmeyecek. Çevrilen dolapları sorgulayamayacak. Çevrilen dolaplardaki inceliği anlayamayacağı için sorunu çözüm odaklı sonuca bağlayamayacak. Bu durumda YAŞ kararları öncesinde kanunen eksik gedik bulunamaz ise haksızlığa uğrayan kişi için değişen bir şey olmayacak. Yani kılıf iyi hazırlandığı sürece yargı uygunluk yönünde karar verecektir. Türkiye’de yargı uydurulan kılıflar paralelinde görüş beyan etmekte içerikteki incelikleri es geçmektedir. TSK bir personeli re’sen emekli etmek istediği zaman kanuna uygun evraklar hazırladığı sürece Yargının bunu denetlemesi ve yapılanın uygunsuz olduğu yönünde karar vermesi çok zordur. Çünkü sürecin detayını bilmesi imkânsızdır. Bir şekilde sicil amirlerinin kanaatine güvenmek ve sürecin doğru çalıştığına inanmak zorundadır. Art niyetli amirin art niyetini sorgulaması ve sistemde hata olduğunu anlaması mümkün olmayacaktır. Neticede sadece evrak incelemesi yapacak ve bulunan kulplar üzerinden hareket edecektir. 367 tezgâhını iyi hatırlayın. Sabih Kanadoğlu’nun uydurduğu 367 dayatması CHP’nin AYM’ye başvurması ile daha önceki sürecin tam tersi yönde karar alarak Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini tıkamış, maalesef 11. Cumhurbaşkanı seleflerinin seçildiği vechile seçilememiştir. Türkiye’de maalesef TSK kadar Yargı da siyasallaşmıştır. 411 Milletvekilinin oyu ile kabul edilen Başörtüsü Kanunu nasıl AYM tarafından durduruldu ise YAŞ kararlarının Yargıya bu hali ile açılması da maalesef doğru ve adil netice vermeyecektir. Daha önce dile getirdiğimiz sıkıntılar çözülmemiş olarak süreç devam edecek sadece gönüller rahatlamış olacaktır. Bu durumda yargıya başvurdunuz da ne oldu gibi bir ikilem ile karşı karşıya kalınma riski vardır. Değişiklik teklifi ilk hali ile daha adildi. Son anda birileri fazla kurcalamayın tarzında bir öneri ile sistemi delmiş gibi bir izlenim uyandırmaktadır.. Kanun yapanlar süreç ile ilgili tüm detayları ve konfigürasyonları, yani birbiri ile alakadar kanunları taramadan tek bir madde ile her şeyin çözüleceğini düşünmekte ve tek maddeye yoğunlaşmaktadırlar. Aynen Baş örtüsü yasasında olduğu gibi, 367 oyununda olduğu gibi maddeye atfedilen gizli maddelere dikkat etmemektedirler. 38

Eğer bu kanunlar meclisten geçtikten sonra AYM tarafından iptal edilirse ANCAK O ZAMAN hangi gizli maddelere göre iptal edilmiş ve nasıl manevralar yapılmış görülecektir ki bu yapılan çalışmaların boşa gitmesi demektir. Bu durumda yine statüko kazanacak demektir. Sabih Kanadoğlu bu paketi AYM iptal eder diyorsa sistem içine gömülü gizli maddeler var demektir. Bu maddeleri de göz önüne almalı ve bulup paketle birlikte çıkarıp atmalısınız. Eğer atamaz ve göz göre göre sadece pakete yoğunlaşırsanız, bu kanserli maddeler tekrar nüksedecek ve sistemin hastalıklı hali devam edecektir. İlk değişiklikle hastalıklı yapının tam anlaşılamadığı maalesef ortadadır. Anayasa komisyonuna yapılan gizli ziyaretler, pakete son anda sokulan toksik maddeler maalesef sistemin kanayan yarasının durmasını engelleyecektir. Lütfen sayın komisyon üyeleri, çok uyanık olmak durumundasınız. Bu şansı iyi değerlendirmek ve hastalığın kökünü kazımak anlamında elinize geçen tarihi fırsatı iyi değerlendirmek zorundasınız. Yapılan çalışmaların akim kalmaması ve memleketimize ve milletimize faydalı olması için bunları görmelisiniz. Sisteme sokuşturulmaya çalışılan takozlara dikkat ediniz. İlk madde eksikliler vardır. YAŞ Kararları Yargıya adil karar alabilmeyi netice verecek şekilde düzenlenmelidir. Sadece kanuna uygun mu şeklinde yapılacak bir düzenleme adil sonuç vermeyecek, mütedeyyin personeli sistem dışına çıkartmak isteyen art niyetlilerin elini güçlendirecektir. İlgili yasanın bu hali ile geçmesi halinde Kanundaki boşlukların giderilmesi maksadı ile aşağıdaki hususlarında muhakkak düzenlenmesi gerekmektedir. 926 sayılı TSK Personel Kanunun “disiplinsizlik ve ahlâkî durum sebebiyle ayırma” esaslarını düzenleyen, Subaylar için 50. maddesinin (c) fıkrasının; Astsubaylar için; 94. maddesinin (b) fıkrasının değiştirilerek “Disiplinsizlik veya ahlakî durumları yargı kararları ile tescil edilen ve bu sebeplerden dolayı, Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subayların/astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır” haline getirilmesinin; 926 Sayılı Kanunun 29.07.1983 tarih ve 2870 sayılı Kanunla değişik 50. maddesinin (d) fıkrasının son bendinin son cümlesi ile, 94. maddesinin (c) fıkrasının son bendinin son cümlesi olan “Bu gibi subaylardan/astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şûra kararı ile yapılır” hükmünün metinden çıkarılmasının; 926 Sayılı Kanunun 50.(c) ve 94 (b) fıkralarının değiştirildiği tarih olan 29.07.1983 tarihinden, değişikliğin yapılacağı tarihe kadar, YAŞ Kararı ile 39

disiplinsizlik ve ahlâkî durum gerekçe gösterilerek, aslında inançları sebebiyle re’ sen emekli edilen bütün mağdurların iadei itibarı ve kaybedilmiş haklarının iade edilebilmesi için de yasal düzenleme yapılmasının; Kanunda yapılan değişikliğe paralel olarak; “Disiplinsizlik ve ahlâki Durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak esasları” düzenleyen, Subay Sicil Yönetmeliğinin 92., Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 61. maddelerinin “a” ve “b” fıkralarının, YAŞ’ ya sevk imkanlarını ortadan kaldıracak ve “disiplinsizlik ve ahlâkî durumun” yargı kararı ile tescilini şart koşacak tarzda değiştirilmesinin uygun olacağı mütalaa edilmektedir.” Bu maddenin adil yargılama ve sonuçlandırmaya yetkili olacak şekilde düzeltilerek kanunlaştırılması mağduriyetlerin önlenmesi bakımından daha isabetli olacaktır. Yapılan işlemin yerinde olup olmadığının denetlenememesi ve geri döndürülememesi sonucu değiştirmeyeceği için değişiklik maddesi maalesef bir işe yaramayacak ve mağduriyetleri önlemeyecektir. Bu madde arzu edilen hali ile çıkartılamamaktadır. Bu değişikliği her kim veya kimler önerdi ise sistemdeki boşluğun devam etmesi yönünde tasarlanmıştır. Yukarıdaki önerilerimiz dikkate alınmalıdır. Yaş Kararlarının Yargıya açılmasını düzenleyen 12. maddenin tekrar gözden geçirilmesi, tam yargıya açılması ve sınırlandırmanın değişiklik tasarısından çıkartılarak düzenlenmesi gerekmektedir. Yapılan değişikliğin bu hali ile Anayasaya girmesi doğru değildir. Mağduriyetlerin giderilmesi konusunda yeterli olmayacaktır. “YANLIŞ YAPILMAKTADIR. BİRİLERİ MAĞDURİYETLERİN DEVAMINI İSTER MAHİYETTE DÜZENLEMELER YAPTIRMAYA ÇALIŞMAKTADIR.” Ahmet TÜRKAN- 10 Nisan 2010 40

PEHLİVAN TEFRİKALARI Mesleğe ilk başladığım 12 Eylül öncesinde o zamanlar Halka ve Olaylara Tercüman gazetesinin Ana sayfasına şöyle bir göz attıktan sonra pehlivan tefrikalarını okumaktan büyük zevk alırdım. Daha sonra Kara Murat v.s gibi bölümleri ve birkaç köşe yazısını okumayı severdim. En ilginci Nazlı Ilıcak ile Uğur Mumcu kapışmaları idi. Her gün biri diğerine hakaret edecek bir mevzu bulurdu. Bu yolla gazeteler tiraj yapardı. Bir askeri gemide en az 10 çeşit fraksiyonlara ait gazete olurdu. Hemen hemen hepsini okumaya çalışırdım. Personel arasında sürekli tartışmalar yaşanırdı. İdealistler kendi fikirleri doğrultusunda kitaplar okurlardı. Fikirlerini ispat etmek için eksiğim kaldı mı acaba hesabı yaparlardı. Şimdi gençler kitap okumuyorlar. Cumhuriyet gazetesini terk edişim o döneme rastlar. Sınırları zorlayıcı zıt fikirlere sabrım kalmadığı için terk etmiştim. Ne zamanki 12 Eylül oldu, tartışmalar kesildi, Halka ve Olaylara Tercüman’ın bir anda kafası karıştı. İstikameti bozuldu. Cumhuriyet Gazetesi de o zamanki istikametinden şimdiki istikametine kayarak radikal halini muhafaza etti. O zamanlar hatırladığım kadarı ile darbelere karşı idiler, fakat şimdilerde darbe borazancısı olup çıktılar. Tercümanlar ikiye bölününce her biri kendi yolunda güncel siyasi, sıradan gazeteler durumunda kalıverdiler. Destekledikleri fikirler kalmadı. Onları izleyenler sanırım sadece isimlerinden kalan hatıralarla yetinmeye çalışıyorlar. 12 Eylül’ün en büyük darbesi fikir sahiplerine olmuştur. Artık idealist gençlerin yerini çabuk köşe dönme fikirleri almıştır. Bu yüzden devlet eli ile oynatılan kumar (10 numara, şans topu, sayısal loto, süper loto ve de Milli Piyango) oyunlarında sınırları zorlayan bir artış yaşanmıştır. At yarışları da cabası. Özellikle (Sayın Genel Kurmay Başkanı biliyor mudur bilemiyorum ama) Askeri gemilerde At yarışları kulüpleri vardı, biz henüz bu devletin şerefli komutanları iken. Şimdi daha da feci olduğu haberleri geliyor. 28 Şubat süreci ile darbe planları yapmak ta moda. İnsanlar fikirlerini açıklamaktan, savunmaktan ve ideal haline getirmekten kaçar oldular. Her ne kadar Anayasa’da fikir ve kanaat hürriyetinden bahsedilse de bunun sadece Anayasa’da bulunan fakat asla uygulanması için rağbet görmeyen bir madde olduğu kanaatine vararak kanaatlerini terk ettiler. Yani fikir ve vicdan hürriyeti Cumhuriyet bekçilerinin ayaklarının altında ezik büzük olup heder oldu. İnsanlar inançlarından dolayı memuriyet görevlerinden çıkartıldılar. Bunun en büyük uygulayıcısı Demokrasiyi kurtaracağım diyerek darbe yapan TSK oldu. Demokrasiyi getirmek uğruna fikirleri ve vicdanları öldürdüler. Siyasete bulaştılar, post modern darbeler yaptılar, bu da yetmedi Camileri bombalamayı göze alacak Balyoz planları yaptılar. İnsanların itiraz etme ve hakkını arama yollarını tıkadılar. Uydurmacıların iftira mektuplarını delil kabul edip mütedeyyin Subay ve Astsubayları ihraç edip hak arama yollarını kapattılar. Bunlar aslında demokrasi adına yapılan militarist teokrasi yaklaşımıydı. Adam kayırmanın, kendinden olmayanı ötelemenin adıydı. Şimdi YAŞ kararlarının yargıya açılması gündemde. Çirkin eller iş başında ve değişiklik teklifini tahrif ederek hak aramayı engellemeye çalışıyorlar. Umuyoruz ki Türkiye bir gün gerçek demokrasi ile tanışacak, adalet yerini bulacak. 41

ÇİRKİN SALDIRILARIN ARKASINDA KİM VAR Kanunların çözmesi gereken hususları insanlar çözmeye çalışırsa kanunsuzluklar başlamış demektir. Hangi parti temsilcisi olursa olsun birileri toplum düzenini bozmak adına saldırılar tertipliyorsa, provake ediyorsa toplumda yapılan düzeltmelere takoz koymaya çalışıyor ve hainlerin tarafından tertipleniyor demektir. Önce Ahmet TÜRK ardından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner YILDIZ’a yapılan saldırılara dikkat edilmelidir. Kamu vicdanını yaralayan bu tip saldırılar asla tasvip edilemez. Açılımları ve Anayasa değişiklik paketini hazmedemeyenler maalesef bu çirkin saldırıları tertiplemek hıyanetinde bulunmuş olma ihtimali yüksektir. Bu tip hareketler her ne kadar fevri imiş gibi görünüyor ise de arkası araştırılmalıdır. Haydi adalet yerini bulsun. Hizipçiler, toplumu karıştırmak isteyen provakatörlere gereken cezayı versin. AVUKATLIKTAN TELLALLIĞA Açılım ve Anayasa değişikliklerini sürekli engellemeye çalışan Sayın Deniz Baykal Anayasa değişikliğine dur diyecek otorite arıyor. Otoriteden ne anladığı malum. Bu güne kadar darbecileri yargılayalım diyen Baykal bu gün darbe tellallığı yapıyor. Ergenekon’un avukatlığından darbecilerin tellallığına terfi etti anlaşılan. ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YAPILMALIDIR Bu hafta değişiklik paketi mecliste görüşülmeye başlandı. BDP, DSP ve CHP mecliste görüşmelere katılamama kararı aldılar. Kimin demokrasi istediği, kimin istemediği ortaya çıkmış oluyor. Mevcut anayasadan rahatsız olduğunu dile getirip görüşmelere katılmayanlar Kamu vicdanından alacağı derslere hazır olmalıdırlar. Seçimler yaklaşıyor halk bu yaptıklarınızı elbette unutmayacak. BAŞKANLIK TÜRKİYE’NİN ÖNÜNÜ AÇAR Başbakan Başkanlık modeli üzerinde görüşlerini beyan ediyor. Katılanlar veya katılmayanlar olacaktır elbette. Türkiye demokratik olma yönünde adımlar atmaya başladıkça kendiliğinden gelişmeler bizi o yöne doğru götürecektir. Önce kanunlardaki karmaşaları çözelim, adaleti ve hukuk sistemini onaralım. Keyfiliği ortadan kaldıralım. Vesayetten kurtulalım. Göreceğiz ki layık olduğumuz sistem bize göz kırpmaya başlayacaktır. Şimdilik hayal gibi görünse de biraz sağduyu, biraz insaf bu engelleri aşmamızı sağlayacaktır. Ahmet TÜRKAN-20 Nisan 2010 42

YARGI PİSTTEN ÇIKMIŞTI Pilotlar iyi bilirler; İniş- kalkış ve pas geçme eğitimleri pilotajın en önemli aşamalarıdır. Bu eğitimlerde Kaptan pilot kadar, kule operatörüne de iş düşer. Hatalı komut uçağın pistten çıkmasına neden olur. Örnek vererek açıklamakta yarar vardır. Uçak iniş için tüm hazırlıklarını tamamladı, son yaklaşmasını yaptı, kuleden iniş müsaadesini aldı ve indi. Taksi (Uçağın pistte yol almasına taksi denir) esnasında kule ani bir karar ile pas geç diye talimat verir ve pistte kalan mesafe kalkış için yeterli değilse uçak pistten çıkar. Diğer durum kalkmak için tüm kontrollerini yapan ve pistte kalkmak için koşturmaya başlayan uçak yeterli iniş mesafesi kalmadığı halde kalkıştan vazgeçtim (abort) der ise yeterli mesafe olmadığı için de pistten dışarı çıkar. Her iki halde mümkündür ve yaşanmış tecrübeler ile sabittir. Bu misalleri neden verdim. 05.04 2010 günü Balyoz darbe planı ile ilgili geniş çaplı bir operasyon yapılacağı haberleri ortalığı kasıp kavurmuş ve nefesler tutulmuştu. Çünkü anlatılanlar çok ciddi idi. Bir önceki süreçte Balyoz sanıklarının salıverilişi, savcıların itirazları sonucunda yakalanma emirlerinin çıkartılması, sanıkların GATA’ya müracaat ederek süreçten bir şekilde yırtma girişimleri ve aynı gün yeni bir operasyon duyurusu. Ardından gün ortası haberlerde savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi ve operasyonun durdurulduğunun açıklanması. Tüm bu olanların bir izahı olmalı. Yapılan açıklamaların anlaşılabilir tarafı yoktur. Tüm kamuoyunun dikkat kesildiği bir operasyon bıçakla keser gibi durduruluyor. Savcıların görev yerleri değiştiriliyor. Üstüne üstlük bunlar normaldir, her zaman olan şeyler deniyor. Çok af edersiniz, bu savcılar vardiya usulü çalışan işçiler mi ki vardiya bitti, üretim programı değiştirildi tarzı zamansız talimatlarla gündemi sarsacak açıklamalar yapılıyor. Ciddi üretimler yapan bir fabrikada böyle bir talimat çok ciddi üretim kayıplarına sebep olabilecekken, yargıda böylesine zamansız bir görev değişikliği, hatta daha ileri gidilip operasyonun durdurulduğunun açıklanması nasıl izah edilebilir. Bu kadar kolaysa neden çözülmedi şimdiye kadar. Bu kadar basit ise neden 14 ilde operasyon kararı alındı. Neden işlemlerin tamamlanması beklenmedi. Neden insanlar töhmet altında bırakıldı. Soruşturma yapmadan insanların suçlu veya suçsuz olduğunu biliyorsanız tüm bu operasyonlar, tutuklamalar, salıvermeler neyin nesi. Kim suçlu kim mağdur. Suçsuzlarsa neden bu kadar şaşalı operasyonlar yapılıyor. Ciddi bulgular edinilmeden neden böyle bir operasyon kararı veriliyor. Operasyon kararını kim verdi ise durdurma kararı da o makama ait olması gerekmiyor mu. Neden birinin yaptığını diğer makam bozmaya çalışıyor. 43

Neden sürecin tamamlanması beklenmiyor. Neden kurumlar birbirine güvenmiyor. Tüm bu olanlar kurumlar arası güç gösterisi midir? Eğer öyle ise yargı pistten çıkmıştır. Acilen tedbir alınması gerekmektedir. Adaletin başı Adalet bakanlığı burada söz sahibi midir? Yoksa sadece onay makamı olup hiçbir yaptırımı yok mudur? Emret bakanım tarzı bir yönetimden nasıl bir performans beklenebilir. Eğer Anayasa paketine karşı bir oyun ise kuralları hiç de normal değildir. Neden el birliği ile düzeltmek varken, el birliği ile bozmak yolu tercih edilmektedir. Yasama kanun yapamıyor, Yaptığı kanunlar bir kılıf ile iptal ediliyor. Yürütme karar alamıyor, aldığı kararlar bir kılıf bulunup iptal ediliyor. Yargı, biri yakalıyor diğeri salıveriyor. Aynen köşe kapmaca gibi. Erken gelen operasyon yapıyor. Nöbetçiler nöbette uyumuyorlar çok güzel de, Yargı kararının oluşmasına fırsat vermeden hüküm veriyorlar. Eğer karar doğru ise savcılar neden salıverilenleri tekrar yakalamaya çalışıyor. Karar yanlış ise neden operasyonlar durduruluyor. Neden GATA şaibeli bir işe aracılık ediyor. Çok zor bu konular. Yargının pistten çıkmadan acil tedbirlerle düzeltilmesi gerek. Anayasa paketinin 1. turu kavgalı oturumlar sonrasında tamamlandı. Şimdi sıra 2. turda. Adalet Bakanı Sadullah Ergin gelinen süreç için “‘YARGIDA KAST SİSTEMİ VAR’ “Yaşadığımız tecrübeler acılar, bu ülkeyi şimdi daha sağlıklı değerlendirme imkânı sağlıyor diyen Bakan Ergin, HSYK, YARSAV ve yüksek yargıdan gelen eleştirileri anlamanın zor olmadığını söyledi. Ergin sözlerini şöyle sürdürdü: “Bir kast sitemini çözüyorsunuz. Ve geniş tabanlı bir yargı erki oluşturuyorsunuz. Yargıtay ve Danıştay, HSYK’yı oluşturuyor. HSYK da bu kurumları oluşturuyor. HSYK’da 4 yıl çalışan bir üye tekrar ana görevine dönüyor. Orada kendi seçtiği üyeler tarafından daire başkanlığı genel kurul başkanı, başsavcılık gibi makamlara aday oluyor. Bu devam etsin deniyor.” demektedir. Adalet sağlanmadan devasa adalet sarayları inşa etmek lüzumsuz güç gösterilerinden başka bir şey değildir. Yargı adil olmalıdır. İnsanlar yargının adaletine güvenmelidir. Herkese eşit muamele yapmalıdır. Cezalar caydırıcı olmalıdır. İnsanlar daha başta suç işlemekten korkmalıdır. 44

Yargı kararını beklemeden salıverilen hatırlı kişiler, yargılanmayı aylarca, yıllarca bekleyen masumlar. Adalet nasıl düzelecek. Adalet pistten çıkmışsa insanlar nasıl huzurlu olacak. 2.tur görüşmelerin memleketimiz ve adalet adına iyi işlemesini ve ülkemizin sadece hukuk devleti olmak değil adaleti sağlamak adına atılımlar yapmasını temenni ediyorum. Lütfen meclisi oyalamayın. Engellemeyin. Ahmet TÜRKAN- 2 Mayıs 2010 45

GÜNDEMİN EN’LERİ Yaşlı Osmanlı’nın genç varisi Türkiye’nin gündemi kendisi gibi çok aktif. Delikanlı, kanı kaynıyor. Gündem o kadar hızlı değişiyor ki takip etmek hayli zor. Son günlerin ‘EN’lerine şöyle bir göz atalım… *** Anayasa görüşmelerinin 2. turu. Kıl payı geçen maddeler, kıl payı düşen madde, Muhalefetin AYM planları. Kanadoğlu’ndan sistemi tıkayabilecek yeni formüller. Ne yapsın işi bu. Bu konuları da Sayın Doc. Dr. Osman Can’a havale ediyorum. O’nun hakkından ancak Osman Can gelir. Zamanında sır gibi sakladığı sistemin deliklerini şimdi kendince muhalif olan hükümeti yıpratmak amacı ile kullanıyor. Zamanında amanın burada da hata varmış dediği sıkıntılı konuları şimdi karşı cenah rolünde kullanmaya çalışıyor. Olsun Güzel ülkemiz bu sıkıntıları bir şekilde aşacaktır. *** Genelkurmay Başkanı’nın yaşını doldurup doldurmadığı. Aslında 367 kurnazlığına ne kadar benziyor değil mi. Hükümet art niyetli olsa idi. Genelkurmay Başkanı’nı görevden alırmıydı……. Evet bal gibi alırdı. Ama hükümetin yanında Kanadoğlu gibi sistemin deliklerini takip edenler yok. Onlar sistemin deliklerini yamamaya çalışan Ülkeye katma değer kazandırmaya çalışan akil insanlar. Onun için Sayın Genelkurmay Başkanı’nın tedirgin olup moralini bozmasına gerek yoktur. Şimdiye kadar yaşanan teamülün devam edeceğine benim kesin kanaatim vardır. Zaman ayrılık zamanı değil birlik ve beraberlik zamanıdır. Etrafımızda ve global dünyanın çeşitli yerlerinde aleyhimizde fırıldak çevirmeye çalışan onca güruh varken iç meseleleri büyütüp içinden çıkılmaz hale getirmek sadece onları sevindirir. *** Evet gündemin sıkıcı olaylarından biri de Baykal ve Baytok’a ait olduğu söylenen görüntüler. Elbette tasvip edilemez, fakat insanların zaaflarını ortaya döküp rezil etmek hoş bir şey değil. Siyasetin her şeye bir cevap bulan siyasetçisi bu işin içinden nasıl çıkacak. Zaman gösterecek. Öbür tarafta her fırsatta içimizi kanatan şehit haberleri. Burada Sayın Genelkurmay Başkanı’na birkaç şey söylemek isterim elbette. 22 yılımı verdiğim TSK hakkında bir iki söz söylemek elbette hakkımızdır. Sayın Genelkurmay başkanım. Karakollardaki zafiyetin önlenmesi için yerel yönetimlerin keyfi tavırlarını beklemenize gerek yoktur. Bu konuda basına yansıyan Malum zihniyete ait yerel yönetimler tarafından yapılan engellemeler bu meselede sizi çaresiz bırakmamalıdır. Bu milli bir meseledir. Merkezi yönetimin kararı ile bu işler halledilmelidir. Bu konuyu Genelkurmay, MSB ve Hükümet bir kararname ile halletmeli ve Karakollardaki zafiyetler giderilmelidir. Keyfi yönetimlerin keyfi kararları ile bu mesele halledilemez. Sayın Başbakan da sanıyorum sizin vereceğiniz ciddi bir rapora itiraz etmeyecek ve finans konusunda gereken desteği sağlamanız talimatını verecektir. Yaralarımızın sarılması ve terörün önlenmesi için gereken tedbirleri bir an önce alalım. Kandan nemalanmaya çalışan şerefsizlere fırsat tanımayalım. Ahmet TÜRKAN- 9 Mayıs 2010 46

BAY TOKKAL CHP’nin eski genel başkanı ve yeni genel başkan adayı Deniz Baykal gizli ilişkilerinin bir takım gizli servisler tarafından ortaya dökülmesi ile bizzarure istifa etmek zorunda kaldı. Peki Baykal’ın istifa ettim demesi ne manaya geliyor. El cevap…. Hiçbir manaya gelmez. Hemen oraya buraya çekmeyin lütfen…. Baykal Genel başkanlıktan istifa edebilir. Hiç sorun değil. Baykal’ın istifa ettim demesi eski veya yeni rakiplerine bu işi artık siz götürün demesi manasına gelmez. CHP’nin onursal başkanı olmak hasebi ile kurultaya kadar evdeyim, son günlerde ahlaksızlar tarafından yıpratıldım, biraz evde dinlenmek istiyorum demektir. Parti içindeki gizli rakiplerinden Kağıttepeli Kılıçdaroğlu sol kanattan atağa geçmeğe hazırlanıyordu ki, Baykal’ın gür sesi ile ani fren yapmak ve hatta yarıştan çekildiğini açıklamak zorunda kaldı. Diğerleri de muhtemelen rakip bile olamayacaklar. İstifa ettiği halde ne diyor… Aklımda biri yok… Birini açıklamam gerekirse onu ancak ben açıklarım…. Yani CHP’liler yanlış anlamayın. Baykal sadece evde düştüğü durumu kurtarmanın formülleri üzerinde düşünüyor. Deniz Baykal’ın mesleği avukatlıktır. Yani en olmaz durumlarda bile kendini savunabilir. Nitekim şu anda suç sabit olmasına rağmen…. Kendisi ve partneri Baytok olayı yalanlamayıp bilakis normal bir durummuş gibi ikrar etmelerine rağmen, kendi ayıplarını örtmek için başkalarını suçlamak yoluna giderek kendilerince çözümü buldular. CHP’lilerden de masum desteğini aldılar. Mesele kapandı. Kurultayda yeniden seçilip bu olanlar da unutulacak gibi görünüyor. Sayın rakipler hiç heveslenmeyin. Baykal CHP’yi bırakıp gitmez. Tekrar hatırlatalım. İstifa ettim demek artık bu işi bıraktım demek değildir. Kurultaya kadar evdeyim, geliyorum, idare edin demektir. Ne diyor Baykal ve CHP’liler…… Özel hayatı neden deşifre ederek ahlaksızlık yaptınız …………… Doğru söylüyorlar. Hayatları özel. 47

Kendileri de özel de……..peki bu millet ne der diye kendilerine sormazlar mı…. Peki, Baykal ….! istifa etme diye hüngürdeyenler……. Evinin önünde nöbet tutup masum rolü biçenler…. Muhtemelen şu anda bu durumun cevabını düşünmek bile istemiyorlar. Kurşun yarası gibi bir şey herhalde. Henüz ağrıyı hissetmediler. Genel seçimlerde tablo ortaya çıkacak nasıl olsa. Bu millet değerlendirir. Baykal usta siyasetçi. İçinde bulunduğu duruma birileri tarafından taammüden zorlanmış, hiç müdahili yok üstelik gizli çekimler de şantaj yapmak maksadı ile kurgulanmış havası veriverdiler. Tamam gizli görüntüler çekip ortaya dökmek ahlaksızlıkta….Sizin yaptıklarınız ne….. Bir önceki yazımda Baykal bu durumun içinden nasıl çıkar önümüzdeki günler gösterecek demiştim. Aynı taktik. Yani değişen bir şey yok. 72 yıllık Baykal’ın değişmesini beklemek demirden altın yapmaya benzer ki kimyasal olarak mümkün değildir. Başkalarını suçla kendini kurtar…. Suçlu psikolojisi…. Ahmet TÜRKAN- 13 Mayıs 2010 48

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK Öğrenilmiş çaresizlik, organizmanın davranışlarıyla olumsuz bir sonucu kontrol edemeyeceğini öğrenmesinden sonra, davranışlarıyla olumsuz sonucu ortadan kaldırabileceği durumlarda gereken çabayı gösterememesi olarak tanımlanır.[1] CHP’de Deniz Baykal’ın sıkıntılı bir süreç sonucu genel başkanlıktan istifa etmesi ilk anda kişilerin aklına başka biri çıkabilir mi, başka biri bu işi yürütebilir mi sorularını getirmiş ve parti içinde müthiş bir geri dön kampanyası başlatılmıştı. Kemal Kılıçdaroğlu aday mıyım değil miyim ikilemleri altında önce vazgeçip sonra ani bir hamle ile “evet adayım” demesi gidişatın seyrini bir anda değiştiriverdi. Bu güne kadar Baykal’ın yıkıcı, sindirici yaklaşımı parti içi muhalefeti öğrenilmiş çaresizlik olgusu ile baş başa bırakıyordu. Buna ilk itiraz eden, “evet değiştirebilirim” diyen Mustafa Sarıgül oldu. Fakat Baykal tarafından ortaya konan dosyalarla öyle bir sarsıldı ki yeni bir adım atacak mecali kalmadı, kendi hareketini başlatmak zorunda kaldı. Sarıgül’ün yolsuzluk dosyaları Baykal’ın elinde idi. Bu durum çok normal, son derece ahlaki bir durumdu. Çünkü Baykal CHP genel başkanı olarak aynı zamanda savcı, aynı zamanda hâkim idi ki Sarıgül’ü suçladı, yargıladı ve bir daha aday olmamak üzere mahkum etti. Bakın bunlar çok ahlaki idi. Ne zaman ki Baykal hakkında birileri de dosya tutup gizli görüntüler çektiler ve daha ileri gidip bunları yayınladılar o zaman ahlaksızlıkları ortaya çıktı. Yani Baykal'a göre bu durum ahlaksızlıktı. Olayın kahramanları hakkında yorum yoktu.... Birileri hakkında tutanaklar tutup kişileri tehdit etmek ne kadar ahlaksızlıksa, bunları yayınlamakta o kadar ahlaksızlıktır. Sayın Baykal o kadar dürüst idi ise neden Sarıgül hakkında tuttuğu gizli dosyaları mahkemeye vermedi de şantaj aracı olarak kullandı. Bu memleketin hakimleri savcıları bu olayın üzerine neden gitmedi. Sarıgül’den sonra bir daha kimse Baykal’a rakip olma cesaretini gösteremedi. Çünkü rakip olmak için “öğrenilmiş çaresizlik”lerini yenmeleri gerekiyordu. Çünkü her birinin Baykal tarafından tutulmuş dosyaları olabilirdi. Kılıçdaroğlu hakkında dosya var mıdır zaman gösterecek. Fakat Baykal kendisi öyle bir duruma düştü ki partinize sahip çıkın çırpınışları da bir işe yaramadı. Artık “kral çıplaktı”….. Hem de ne çıplak…. Kendisi de yeni fark etmiş olacak ki ilk günlerdeki haykırışları yok. Bakalım Kılıçdaroğlu yeni süreci nasıl götürecek. Önder Sav’ın bir anlık çıkışı CHP’de rüzgârı ters çeviriverdi. Baykal’ın sert tavırlarına alışan CHP’liler Baykal’a göre oldukça mülayim olan Kılıçdaroğlu rüzgârı ile nasıl sörf yapacaklar. Baykal’ın evinin önünde açlık grevi yapanlar, istifa etme diye hüngürdeyenlerde eser yok. 49

Hafta sonu kurultay var. Her kurultay sonunda sandalye masa hurdalığına dönen CHP salonları nasıl bir görüntü verecek hep birlikte göreceğiz. Açılımları eleştiren, anayasa paketine elinden geldiğince set çeken, paket onaylanır onaylanmaz ekibinin son sürat AYM’ye salan Baykal sanırım bundan sonra kendi açılımını kapatmaya çalışacaktır. Artık Angora pencerelerinden Angora sokaklarına derin derin bakarak Ankara’nın siyasetini değerlendirecektir. Belki köşe yazarlığı yapar. Belki siyaset okulunda açılım dersleri verir. Ahmet TÜRKAN- 19 Mayıs 2010 [1] http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=8207 (19.05.2010) 50


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook