Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore KISSADAN HİSSE-1

KISSADAN HİSSE-1

Published by AHMET TÜRKAN, 2022-06-18 07:44:17

Description: Akıllı insan her olaydan bir ders alır, akılsız insan her olayı şaka sanır.
Hayat böyledir dostlar. İbretlik hikayeler hayatımıza ışık tutsun. Karanlık yolumuzu aydınlatsın.

Keywords: kıssa,hikaye,hayat,eğitim,gelişim,islam

Search

Read the Text Version

Hayatımızdan Seçmeler TEMMUZ-2022 0

İÇİNDEKİLER GİRİŞ HOR GÖRME GARİBİ GÜZEL SÖZLERDEN DERLEMELER KABAĞIN SAHİBİ NUŞİREVAN’IN ADALETİ KİMSENİN AHI KİMSEDE KALMAZ HAZRETİ ADEM’İN İMTİHANI ASIL FAKİRLİK ALLAH BİZİ İNSAN EYLEYE ARKADAŞLIK BİLDİKLERİNİN UNUT DİYOR DOST MÜ’MİNİN KEDERİ KALBİNDE NEŞESİ YÜZÜNDEDİR OSMANLIDA EDEP UNUTULAN ALLAH SENİ GÖRÜYOR AĞACIN ŞAHİTLİĞİ HER KOYUN KENDİ BACAĞINDAN ASILIR SARIMSAK TARLASI YÜREĞİN YÜREĞE GÜLÜMSEMESİ MÜJDE MESELE GETİRME BU AKŞAM HİNDİSTANDA DERDİ BAL OLANIN SABRI DAĞ OLUR HAKKAL YAKIN BU BEDELİ KULLAR ÖDEYEMEZ BÜYÜKLERDEN DÜŞÜNDÜREN SÖZ VE DAVRANIŞLAR HAYATA DAİR SÖZLER YARDIM KİMDEN? 1

ALLAH YETER İNSANLIĞIN KEMALL BAHÇESİ KİMİ ARAYAYIM? SU GİBİ AZİZ OL BİR ÇOCUĞUN NAMAZ KILMA HİKAYESİ ÜZÜLME…! DER MEVLANA… GİRİŞ Hayatımızda bizi anlatan kıssadan hisseler pek çoktur. Bazen duygulu, bazen hüzünlü, bazen neşeli hikayeler okuduğumuzda işte bizi anlatan hikâye bu imiş deriz. Hatta bir sürü aklımızı, fikrimizi o hikâye ile meşgul eder başkaları ile de paylaşmak isteriz. Aslında kıssadan hisseler hayatımızdır. Yani bizdir. Biz olunca kabullenir ve içtenlikle okuruz ya da anlatandan dinleriz. Başkalarına da anlatırız ya da anlatma ihtiyacı duyarız. 2

Hazırladığımız bu e-kitap bizlere yaşamda derin anlamlar kazandıran çok farklı duygularımıza hitap eden hikayelerden derledik. Bir demet gül deseniz, harika bir ikramlık deseniz, harika bir manzara deseniz, ya da hayatımızın filmi deseniz belki yeridir. Elbette insan düşünce, akıl fikir ve sezgiler, ya da hayat tecrübeleri ile bezenmiştir. Amacımız sizlere okuduğunuzda aklınızda kalacak, sizin duygu dünyanıza hitap edeceğine inandığımız hikayelerden seçtiklerimiz sunuyoruz. Buyurun. 3

HOR GÖRME GARİBİ DELİNİN biri camiye girer, belli ki namaz kılacak. Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın... gözlerle etrafı süzer-dolanır. Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider. Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar… Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını. ... Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan. Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar... Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile... İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar… İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki: “Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?” Bunu duyan meczup melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar “Âdetiniz böyle değil mi?” “Ne âdeti?!” der Hoca… Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra… Der ki meczup bu kez: “Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil! Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der.. “Evet” der meczup, “Hepinizin sırtı yüklü!”… Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına, bıyık altından gülüşmeler başlamıştır… Meczup bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır: “Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı… Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..” Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca; “ Boş yok, boş yok hiç!... diye tekrarlar. O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar! Aynen doğrudur dedikleri çünkü; Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda, kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını, biri onaracağı kapıyı, diğeri lokantasında pişireceği yemeği… Biri açtır aklında yiyeceği tavuk, birinin sırtında sevdiği kadın, diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır. “Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca… O da der ki: “Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı! Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda... 4

“Harabat ehlini hor görme sakın, defineye malik viraneler var.” Bildiğince bildiren, yüreği olan görüyor elbet...\". 5

GÜZEL SÖZLERDEN DERLEMELER (Her belâ, affedilecek bir günah için gelir.) [Ebu Nuaym] Rasulullah (s.a.v) Efendimiz buyurdular: \"Dünya kaygısından gücünüzün yettiği kadar uzaklaşın/ kurtulun. Muhakkak, kimin en büyük kaygısı dünyası ise, Allah onun meşguliyetini çoğaltır, fakirliğini gözlerinin önüne koyar. Kimin en büyük kaygısı da ahiret ise, Allah onun işini toplayıp (düzeltir), zenginliğini kalbine yerleştirir. Kim kalbini Allah'a yöneltirse, Allah da müminlerin kalbini rahmet ve sevgiyle ona yöneltir.\" (Taberâni; Beyhâki; Deylemi; Ahmet b.Hanbel; Tirmizi; İbn Mâce;Darimi) Allah'ım! Ciddi ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim. Müslim, Zikir, 70 Açık yürekle konuşan düşman, içten pazarlıklı dosttan iyidir. Hz. Ali (R.anh) Her işte hayır bulmayı arzu edenler, insanlara hüsnü zanda bulunsunlar. İmam-ı Şafi Küçük günahları küçümseme, çünkü onlardan büyük günahlar dallanır, budaklanır. Süfyan-ı Sevri Akıllıların adeti sükut, cahilin adeti unutkanlıktır. Feridüddin Attar Sıkıntılar, sevgililinin gönderdiği misafirdir; gelir ve gider. Önemli olan gönderenin hatırına o misafire sabredebilmektir. Hz. Mevlana 6

Marifetullah ehlinin ilk makamı edeptir. Hacı Bektaş-ı Veli Hocana tazim ve hürmet et. Çünkü hoca hakkı ana-baba hakkından fazladır. Ana- baban dünyanı mamur ederken, hocan ahiretini mamur eder. Onun içindir ki, hocaya hürmet, ana-babaya hürmetten efdaldir. İmam Gazali Gafilin kalbi dünyaya bağlıdır. Zahidin kalbi ukbaya bağlıdır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Dünya nedir, bilir misin? Kadın, çocuk, mal, makam, resilik, oyun, oyuncak, lüzumsuz işlerle uğraşmak...Bütün bu sayılanlardan hangisi seni alıp Allah'tan başka şeylerle oyalayıp perdelerse, o dünyaya dahildir. İmam Rabbani İnsanlar arasındaki tahakküm ve zorlama gibi bütün taarruz ve sataşmayı men etmek için siyaset denilen şeye lüzum görülmüştür ki, siyasetin esası olan adalet herkesi kendi hukuk ve vazifesi dahilinde sınırlandırır ve bağlar. Beydaba İnsan, tarihe her istediğini söyleyebilir. Çünkü ölüler itiraz edemezler. Cenap Şahabettin Gençlik uçan kuştur; yaşlılık naçar iştir.. 7

KABAĞIN SAHİBİ KABAK DEYİP GEÇMEYİN SONU İYİ OLMAZ \"Vaktiyle bir derviş berbere gider. Berberden saçını dibinden kazımasını, sakal ve bıyığını kısaltmasını ister. Tereddütsüz bir şekilde berber koltuğuna oturan derviş: - “Vur usturayı berber efendi!” der. Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş de aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız ve bıçkın bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, Başının kazınmış kısmına okkalı tokat atarak: - “Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!” diye kükrer. Dervişlik bu! Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Ses çıkarmaz, çaresiz, mütevekkil usulca kalkar! Berber, bu gariban müşterisine karşı mahcup olmakla beraber kabadayının pervâsızlığından da korkmuştur. Ses çıkaramaz. Çekinir durur. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar. Fakat küstah kabadayı, tıraş esnasında da boş durmaz; sürekli aşağılar derviş ile alay eder: - “Kabak aşağı, kabak yukarı!..” Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, Gemden boşanmış bir at arabası, yokuştan aşağı hızla kabadayının üzerine doğru gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. İki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, Kabadayı'nın karnına batıverir. Kaşla göz arasında babayiğit kabadayı oracığa yığılır kalır, ölmüştür. Herkes bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir. Berber de şok olmuştur; bir manzaraya, Bir dervişe bakar ve dervişin beddua ettiğini düşünerek gayr-i ihtiyarî sorar: - “Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?” Derviş mahzun, düşünceli cevap verir: - “Vallâhi gücenmedim ona. 8

Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir de sâhibi var. O gücenmiş olmalı! Ne güzel Söylemiş Yunus Emre ‘’Olsun be aldırma yaradan yardır. Sanma ki zalimin ettiği kârdır. Mazlumun ahı indirir şâhı, Her şeyin bir vakti vardır.’’ 9

NUŞİREVAN’IN ADALETİ Hazreti Ömer (‫)حضرت عمر‬ve Sa'd bin Ebi Vakkas (‫)سعد بن ابی وقاص‬Hazretleri, İran'a at satmaya gitmişlerdi. İran'a vardıkları zaman şehrin girişinde cirit oynayan gençleri görüp seyre daldılar. Bir ara yabancıların kendilerini seyretmekte olduğunu fark eden gençlerden birisi yanlarına gelip \"Bedeviler\" gibi sözlerle hakaret ettikten sonra, satmak için getirdikleri ve üzerine bindikleri Arap atlarını ellerinden zorla aldılar. Hazreti Ömer ve Sa'd bin Ebi Vakkas Hazretleri ticaret için geldikleri şehre üzüntülü olarak girdiler. Yanlarında yiyecek bir şeyleri olmadığı gibi paraları da kalmamıştı. Aç susuz akşam olmasını beklediler. Akşam olunca da bir hana vardılar. Kapıdan girer girmez hancı, gelenlerin yabancı olduğunu ve üzüntülü olduklarını anladı. Neden üzüntülü olduklarını sordu. Sa'd bin Ebi Vakkas Hazretleri ise başlarından geçenleri hancıya anlattı. Hancı onları dinledikten sonra: - Siz kederlenmeyin, bizim hükümdarımız (‫ )حكمدار‬son derece adildir. Ya atlarınızı buldurur veya bedelini verir. Sizin anlattığınıza göre elinizden atları alan hükümdarın kendi oğludur. Hükümdarımız bu probleminizi çözer, diyerek teselli verdi. - Her sabah hükümdarımız pazar yerinde halkın önünden geçer ve halk ona dertlerini bildirir. Siz sabah hemen pazar yerine gidin durumunuzu anlatın dedi. Sabah, Hazreti Ömer ve arkadaşı pazar yerine gidip hükümdarı beklemeye başladılar. Biraz sonra hükümdar yanında tercümanlarıyla (‫ )ترجمان‬birlikte geldi. Herkes nesi varsa açık açık söylüyor o da gerekeni hemen orada yapıyor veya yapılmasını emrediyordu. Sıra Hazreti Ömer ve Sa'd bin Ebi Vakkas’a geldi. Onlarda başlarından geçenleri anlattılar, atlarının bulunup geri verilmesini dilediler. Hükümdar bunları dinleyince yüzü çok asıldı, üzüntülü olduğu her halinden belli idi. Bir kese altın vererek atlarının bulunacağını söyledi. Hükümdar tercüman yardımı ile konuşuyordu, tercüman ise atı alanların hükümdarın oğlu olduğunu anlamış fakat söylememişti. Hazreti Ömer ve Sa'd bin Ebi Vakkas Hazretleri yine akşam kaldıkları hana geldiler. Hemen hancının parasını verdiler, o gece orada kalıp sabah yola çıkmayı düşünüyorlardı. Hancı ne olduğunu sordu. Onlar hükümdarla görüştüklerini ve atları bulacağını söylediler. Hancı birden öfkelendi; - Demek kendi oğlu olduğu zaman iş değişiyor. Sabah oldu bu sefer hükümdarın karşısına hancı çıkıp: - Hükümdarım, suçu işleyen başkası olur ceza verilir, sizin oğlunuz olunca cezasız kalır öyle mi? Nuşirevan bunu duyunca rengi değişti ve çok sinirli olduğu besbelli idi: 10

- At sahipleri yarın şehri terk etsinler. Fakat biri şehrin kuzey, biri güney kapısından çıksın. Sabah olunca atların değerinden daha fazla para verdi. Hazreti Ömer ve Sa'd bin Ebi Vakkas Hazretleri şehri terk ediyorlardı. Bir de ne görsünler, şehrin bir kapısına atı çalan genç, diğer kapısına ise hükümdara yanlış bilgi veren tercüman asılmıştı. Aradan zaman geçti, Hazreti Ömer İslam Halifesi (‫)خلیفە‬, Sa'd bin Ebi Vakkas ise Vali oldu. Valiliği zamanında bir camiyi genişletmek ister. Caminin yanındaki bir evi, Yahudi (‫)یهودی‬olan ev sahibinin onayını almadan bedelini ödeyerek İstimlak eder. Yahudi çaresiz bir şekilde düşünürken Müslümanlardan bir zat: - Nedir senin bu halin? Diye sorar. - Bir evim vardı, Vali şimdi oraya cami yapıyor. Ben ne yapabilirim? Şimdi açıkta kaldım. Müslüman ona: - Sen Medine'ye git orada Halife Ömer’e derdini anlat. Senin derdine bir çare bulur. Yahudi daha İslamiyet’in nasıl bir din olduğunu bilmiyordu. Medine'ye vardı. Halife'yi sordu, bahçede olduğunu söylediler. Baktı ki, orada birisi çalışıyor. - Ben Halife Ömer'le görüşmek istiyorum, dedi. Ona göre hükümdarın tarlada ne işi vardı. -Derdini anlat! Dedi Halife Ömer. Yahudi derdini anlatıp, bir çare bulmasını söyleyince Hazreti Ömer, öfkeli bir şekilde, bir kâğıdın üzerine bir şeyler yazıp adamın eline verdi: -Götür bunu Vali’ye ver. Yahudi bu yazışmadan pek bir şey anlamamıştı. Bundan bir şey çıkmaz, diyordu kendi kendine... Memleketine dönünce direk Vali olan Sa'd bin Ebi Vakkas'ın yanına giderek Halifenin yazdığı kâğıdı verdi. Yazıyı okuyan Vali çok korkmuştu. Hemen evi eskisinden daha güzel bir şekilde tamir etti ve Yahudi’ye verdi. Hazreti Ömer'in gönderdiği kâğıdın üzerinde sadece şu kelimeler yazılı idi: “Ben Nuşirevan'dan daha adilim!” 11

KİMSENİN AHI KİMSEDE KALMAZ Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzâl, 7-8)  Rasûlullah (sav) buyurdular: “Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlakâ verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun- un hakkı, boynuzlu koyundan kısas yoluyla alınacaktır.” (Müslim, Birr, 60)  Beşinci Abbâsî halifesi Hârun Reşid, sarayın bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Biçimi, eşsiz kokusu ve müstesnâ rengiyle dikkatini çeken bu gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir. Bahçıvan da sultandan aldığı bu emir dolayısıyla, gülün üzerine âdeta titremeye başlar. Her seher ilk işi, o gülün bakımını eksiksiz yapmak olur. Yine bir sabah gülün bakımını yapmak için yanına gittiğinde bir de bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş. Gülün dallarında tek bir yaprak bırakmamış. Büyük bir korku içerisinde halifeye koşar. Huzûra kabul edilince: “–Sultanım!” der, “Üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, gülün üstünde tek bir yaprak bırakmamış.” Hârun Reşid, bahçıvanın söylediklerini sükûnetle dinledikten sonra, telâş göster- meksizin şu cevâbı verir: “–Üzülme bahçıvan efendi, üzülme! Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz.” Sultanın bu cevabı üzerine rahat bir nefes alan bahçıvan ise işine döner. Aradan henüz birkaç gün geçmiştir ki, bahçıvan, gülün yapraklarını düşüren bülbülü bir yılanın yakaladığını ve yutmak için otların arasında kaybolup gittiğini görür. Heyecanla yine halifeye gelir: “–Sultanım!” der, “Çok sevmiş olduğunuz gülün yapraklarını döken bülbülü bir yıl- an yakalamış, yutarken gördüm.” Sultan yine telâşsız: “–Merak etme efendi!” der, “Bülbülün âhı yılanda kalmaz. O da ettiğini bulur.” Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken, bülbülü öldüren yılanın otların arasından kendisine yaklaşmakta olduğunu görür. Hemen elindeki küreğiyle vurarak yılanı öldürür. Yine halifenin huzuruna gelip sevinç içerisinde: “–Sultanım! Bülbülü öldüren yılanı, ben de bahçede küreğimle öldürdüm.” diyerek durumu anlatır. Hârun Reşid yine sakin: “–Bekle bahçıvan efendi bekle!” der, “Yılanın âhı da sende kalmaz. Sen de yaptığının karşılığını görürsün.” Nitekim çok geçmez, bahçıvan işlediği bir hata sebebiyle halifenin huzuruna çıkarılır ve cezalandırılması istenir. Halife de onun zindana atılmasını emreder. Askerler, yaka paça zindana doğru götürürken geriye dönen bahçıvan Sultana şunları söyler: “–Sultanım! «Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz!» dediniz, onu yılan yuttu. «Bül- bülün âhı yılanda kalmaz!» dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, zira sen zindana attırıyorsun. Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor 12

da, senin ki mi kalacak?.. Demek sana da bir yapan çıkacak, öyle ise gel sen bana yapma ki, bir başkası da sana yapmasın.” Hârun Reşid bir müddet sükût ettikten sonra, bahçıvana hitâben «Doğru söyledin!» diyerek askerlere şu emri verir: “–Bırakın bahçıvanı, çiçeklerini sulamaya devam etsin.” Bunun üzerine, Sultan ile bahçıvan arasındaki konuşmaya şâhit olan bir kimse şöyle der: “–Sultanım, gereken cezâsını vermediğiniz takdirde bahçıvanın yaptığı yanına kal- mış olacak.” Hârun Reşid, bu sözler üzerine şu hakîkati ifâde eder: “–Hayır! Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. En ağır şekliyle âhirette ödemeye tehir edilir! Ama gâfil insanlar bunun farkına varamaz da, yaptığı yanına kâr kaldı sanır 13

HAZRETİ ADEM’İN İMTİHANI Âdem (a.s.), Cennet’te oturup konuşacak bir kimse ve kendisi ile sükûnet bulacağı bir zevce bulunmaksızın tek başına gezip dolaştığı sırada Yüce Allâh, ona, bir uyku verdi. Yüce Allâh, ona bir elem duyurmadan, sol eğe kemiklerinden birini alıp yerine et doldurdu. Âdem (a.s.), daha uykudan uyanmadan, Hz. Havva’yı, ondan yarattı. Âdem (a.s.), uyanınca başucunda bir kadının oturduğunu gördü. “Sen, Nesin? Sen, kimsin?” diye sordu. Hz. Havva: “Bir Kadın!” dedi. Âdem (a.s.): “Sen, ne için yaratıldın?” diye sordu. Hz. Havva: “Sen, benimle sükûnet bulasın diye yaratıldım!” dedi. Melekler, Âdem (a.s.)’ın bilgisinin nerelere kadar ulaşabildiğini anlamak, ilmini sınamak için Hz. Havva hakkında ona: “Bu, nedir?” diye sordular. Âdem (a.s.): “Bir kadın!” dedi. Melekler: “Onun ismi nedir?” diye sordular.Âdem (a.s.): “Havva’dır” dedi. Ona, ne için Havva ismi verildi?” diye sordular. Âdem (a.s.): “Kendisi, canlı bir şeyden yaratıldığı için!” dedi. Yüce Allâh; Âdem (a.s.)’la Hz.Havva’nın cennette yaşamalarına ve orada yaklaşmalarını yasakladığı bir tek ağaç dışında- Cennet nimetlerinden bol bol yararlanmalarına müsâade etti. Ayrıca; İblis’in de, kendilerine düşman olduğunu açıklayıp: “O, sakın sizi, Cennetten çıkarmasın!” buyurarak uyardı. İblis, tuzağa düşürme işine ağıtla başladı. Âdem (a.s.)’la Hz. Havva, ona: “Sen ne için ağlıyorsun?” diye sordular. İblis: “Sizin, öleceğinize ve içinde bulunduğunuz şu nimet ve ikramlardan ayrılacağınıza ağlıyorum!” dedi.Bundan sonra, İblis, onların yanına tekrar geldi. Kendilerinin iyiliklerini istediğine yemin edip onları, aldattı. Yasak ağacın meyvasından yedirerek edep yerlerinin açılmasına, Cennetten çıkarılmalarına sebep oldu. Âdem (a.s.) ile Hz.Havva’ya, Cennet’teki belli bir ağaçtan yararlanmalarının yasaklanması ise bir imtihan olup, hem kendileri, hem zürriyetleri hakkında, yerine getirilecek İlâhî hükmün bir gereği idi. (M. Asım Köksal, İslam Tarihi) 14

ASIL FAKİRLİK Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler. Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu, \"insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?\" \"Evet!\" \"Ne öğrendin peki?\" Oğlu cevap verdi, \"Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar.\" Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi, “Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!” Alıntıdır... 15

ALLAH BİZİ İNSAN EYLEYE Alvar İmamı cezbeye gelince, o ürperten sesiyle “Allah bizi insan eyleye” derdi. Bu dileğiyle merhum, herhalde insan-ı kâmil olmayı murad ediyordu. İnsan-ı kâmil olmak, insanî değerlerin bulunması, elde edilmesi sonra da onların muhafazasıyla mümkün olur. Zira insan, insanî duygular, latifeler, hisler...vs. ile bilkuvve insandır. Fakat bu potansiyel değerleri bir tohumu toprağın bağrına gömüp, neşv u nemasını sağladığı gibi, hayatını da Allah’ın değer verdiği şeylerle yeşertmesi ve sonra da bu değerleri koruması lazımdır ki “Onlar hayvan gibidir, belki hayvandan da aşağı” (A’raf, 7/179) nazım-ı celiline masadak olmasınlar. Efendimiz (sav)’in, namazdaki davranışlarımız hakkında buyurduğu şu mübarek sözler bu hakikati ne kadar güzel ifade eder: “Kollarınızı köpekler gibi yere sermeyin”, “İmamdan önce başını secdeden kaldıran biri, yüzünün eşek şekline çevrileceğinden korkmuyor mu?”, “Secdeyi tavuk ve horozların yem gagaladığı gibi yapmayın.” İşte Allah Rasûlü (sav) bu sözleriyle insanın, hususiyle de namazda, insanlığını sergilemesi gerektiğini ifade etmektedir. Zaten, insanın insan-ı kamil olmayı yakalaması da ancak, ibadet ve ubudiyetle mümkündür. Yine insanın Muhammedî Ruhu, İlâhî Ahlak’ı bulması ve o ahlâkı insanda fıtrat ve tabiat haline getirilmesi de ancak ibadet ve ubudiyet gerçekleşebilir. Evet, insan kulluğu terk ettiği ölçüde hayvanlığa yaklaşır, kendisi için hazırlanan makamdan ve takdir ölçülerinden aşağıya düşer. Hasılı, insanî tavır, insanın Allah ile olan münasebetleri içinde aranmalıdır. Efendimizin “Allah sizin cisimlerinize ve suretlerinize değil, kalplerinize ve amellerinize bakar” nur-efşan beyanı, bu hükme işaret eder. İşte Alvar İmamı da “Allah bizi insan eyleye” derken herhalde bu ma’nâyı kastediyordu. ALINTIDIR… 16

ARKADAŞLIK Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. \"Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak\" demiş. Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence \"Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar sök\" demiş. Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona \"Aferin iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak\" demiş. Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar\" demiş. ANONİM HİKAYELER 17

BİLDİKLERİNİN UNUT DİYOR DOST Gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne bilgilerini silmekle başla. ” Zanlarını, yargılarını, önyargılarını ve dahi bütün genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et. Gıybet etme sakın… bil ki dedikodu denilen şey mıknatıs gibi kötü enerji çeker. Kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın. Birini ne kadar çok aşağılar yahut dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar. Kâinatın matematiğidir. Bir koyar, bir alır insan. Bilmeden kendi hesabını dürer ” diyor DOST… ” Hiçbir konuda emin olma ” Kendini ayrıcalıklı sayma. Konumuna ya da mevkiine, ismine veya şöhretine güvenme. Şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir. Nazlı nazlı yükselir köpük, derken pat diye sönüverir. Her zaman başkalarından öğrenmeye açık ol. En iyi bildiğin konularda bile köşeli düşünme, büyük konuşma. Cümlenin sonuna nokta değil, ünlem değil, virgül yahut üç nokta koy. Açık bir kapı bırak daima. Ne kadar bilsen de hiçbir zaman yeterince bilemeyeceğini unutma. Tevazudan şaşma. Ancak o zaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden. ” diyor DOST… Şems-i Tebrizi 18

MÜ’MİNİN KEDERİ KALBİNDE NEŞESİ YÜZÜNDEDİR Efendi hani sen hastaydın! Allah dostlarından biri, yaşadığı bir hâdiseyi şöyle anlattı sevdiklerine: Bir gün hasta olmuş yatıyordum ki, kapı çalındı birden. Koşup açtığımda sevdiğim bir dostumu gördüm eşikte. O anda öyle çok sevindim ki, unuttum hastalığımı. Güleryüzle içeri alıp, gâyet neş’eli bir sohbete başladık. Sanki iyileşmiştim. Ve sanki hiç hastalığım kalmamıştı. Doyasıya sohbet ettik, güldük, söyledik. Yine neş’e ve sevinçle uğurladım kendisini. Fakat o gittikten sonra, bizim hanım bir hışımla geldi ve dikildi karşıma: Efendi sen ne biçim adamsın? Hayrola hanım ne oldu ki? Hani sen bugün hastaydın?! Evet, hem de çok hastaydım. Hastasın ama arkadaşın gelince, nasıl da birden iyileştin ve nasıl da pür neşe konuşuyordun öyle. Haklısın hanım. Ama böyle davranmaya mecburdum. Nedenmiş o? Adamcağız beni özlemiş de gelmiş. Ne hakkım vardı hastayım deyip de onu üzmeye. Onun için öyle neş’eli olmaya çalıştım. Nitekim büyükler; “Mü’minin kederi kalbinde, neş’esi yüzündedir” buyurmuşlardır 19

OSMANLIDA EDEP Eskiden \"Kapıyı kapat!\" denilmezmiş. Allah (cc) kimsenin kapısını kapatmasın diye düşünülürmüş. \"Kapıyı ört, ya da sırla\" denilirmiş. Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edebdenmiş. “Lambayı söndür” demezlermiş. Allah (cc) kimsenin ışığını söndürmesin. \"Lambayı dinlerdir\" derlermiş. Lamba yakılmaz, uyandırılırmış. Uyuyan birisi uyandırılmak için sarsılmaz veya adı ile çağırılmazmış. \"Agâh ol erenoler\" derlermiş. Nezaket, incelik, edeb her işin başı imiş de ondan... Ona eren uyanık olurmuş. İnsanların sözü kesilmez, işaret ve işmar edilmez, fısıltılar, gizli konuşmalar hoş karşılanmazmış. Hanımlar beylerine \"Efendi\" derlermiş, \"siz\" derlermiş. Hanımefendiliklerini gösterirlermiş. Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırmış. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için adı \"Karınca basmaz Efendi” ye çıkan insanlar varmış. Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edebdenmiş. Kapı eşiğindeki misafirlere ait ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirmiş. \"Git bir daha gelme!\" der gibi değil de. \"Gitsen de ayağının yönü buraya dönük olsa\" dercesine dizilirmiş. Canlı cansız her şeyin bir hatırı varmış. Eskiler hayatı o kadar nurani, o kadar temiz, o kadar manâlı yaşarmış. Üstad Necip Fazıl bu hali “Komşuya hatır soran sıra sıra terlikler, Ölçülü uzaklıkta yakın beraberlikler.\" diye tarif eder. Alıntıdır… 20

UNUTULAN BİR YOKSUL bir mescide konuklamıştı. Açtı, susuzdu. Karanlık bastıktan sonra arkasından bir tıkırtı duydu. Kendi kendine: “Kalk” dedi, “gelen galiba iyi kişi. Beni namaz kılarken görür de iyilik eder.” Başladı namaz kılmaya. Hem de sabaha kadar hiç durmadan. Hep arkadan onu seyreden kişiyi düşünüyordu. Sonra tan yeri ışıdı, mescidin içindeki karanlık gitti. Yolcu, görebilmek için yavaşça arkasına döndü, baktı. Gördü ki, mescidin açık kalan kapısından bir köpek girmiş, ortalığı şaşkın şaşkın seyrediyor. O zaman yolcu, ağlamaya başladı: “Vah bana! Ah bana! Bütün gece bir köpeğe yaranmak için ibadette bulundum, beni o görecek sandım. Halbuki beni her zaman gören Allah’ı unuttum.” (Şark klasiklerinden) 21

ALLAH SENİ GÖRÜYOR Bir gün Urfa'da bir adam gördüm. Kırbaçlandığı halde çıkmıyordu sesi. Kırbaçlandıkça susuyordu. Peşine takıldım ve niçin kırbaçlandığını sordum. Bir kadına âşık olduğundan bu hale düştüğünü söyledi. «Bu kadar acı çektiğin halde neden ses çıkarmadın?» diye sordum. «Sevgilim bana bakıyordu» dedi. Bunun üzerine kendisine: «Ya yüce Allah’ın seni hep gördüğünü bilseydin!» dediğimde haykırarak yere düştü. [Hz.Şems-i Tebrizi] 22

AĞACIN ŞAHİTLİĞİ Bir adam hacca gidiyordu. Yanındaki bin altını arkadaşına bıraktı. Hacdan döndüğünde parasını geri istedi. Öbürü inkâr edip dedi ki. Hayır sen bana para mara bırakmamıştın. Hacı mahkemeye müracaat etti bir ağacın altında parayı verdiğini söyledi başka şahidimde yok dedi. Hâkim hacıya dedi ki. Peki git bana o ağaçtan bir dal getir olur ya belki şahitlik eder Hacı gitti. Hâkim de kendi kendine bir kitap okumaya başladı. Aradan epeyce zaman geçmişti ki. Suçlu başını kaldırıp şöyle söyledi Hâkim bey o ancak gelir ağaç uzaktır. Hâkim gülerek dedi ki Gördün mü işte ağaç şahitlik etti. 23

HER KOYUN KENDİ BACAĞINDAN ASILIR Behlül Dana Hazretleri'ni halk, Harun Reşit'e şikâyet eder: Her şeyimize karışıyor, bize huzursuzluk veriyor, diye. Harun Reşit, Behlül'ü yanına çağırtır. Halkın mesajını iletir ve: \"Hiç kimseye karışma, her koyun kendi bacağından asılır.\" diye nasihat(!) eder. Behlül Hazretleri'nin hareket noktası imanıdır. Kötülükleri engellemenin yolunun, bu yanlış değer yargısını değiştirmekten geçtiğini bildiği için ne yapacağını da çok iyi bilir. Eve gider, dört tane koyun keser ve koyunları bacaklarından, mahallenin ortasında bulunan evinin avlusunun dört köşesine, birer tane asar. Herkes ilk anda umursamaz ama birkaç gün geçince yine Harun Reşit'e şikâyete giderler, kokudan duramıyoruz diye. Harun Reşit anlar anlayacağını: Sizin işlediğiniz günahların kokusunu herkes çekmek zorunda kalıyor da siz neden kendi bacağından asılan koyunların kokusundan rahatsız oluyorsunuz? Rahatsız oluyorsanız bir daha günah işlemeyin, der. Bu dünyada durum böyle. Koyunlar kendi bacaklarından asılsa da insanlar kendi bacaklarından asılamıyor. Ama ahiret için aynı şartlar geçerli değil. Orada koyunlar asılacak mı bilmiyorum ama mahşer günü insanların kendi bacaklarından asılacakları kesin. 24

SARIMSAK TARLASI DOSTLUK- Sarımsak Tarlası Genç adamın biri, Dermiş babasına her gün; 'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi' Baba, itiraz eder, Olmaz öyle çok dost, hakikisi belki bir belki iki, Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki... Devam eder durur konuşma... Aralarında başlar bir tartışma, Karar verirler bir sınava, Dostun hakikisini anlamaya... Bir akşam bir koyun keserler, Ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna, 'Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'. Çuvaldan kanlar damlamakta, Sanki öldürmüşler de bir adamı, Koymuşlar çuvala, Dıştan böyle sanılmakta. Delikanlı sırtlar çuvalı, Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı. O dost, bakar ki bir çuval, hem de kanlı, Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına, Almaz içeri arkadaşını, Böylece tek tek dolaşır delikanlı, Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını. Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. evlat geriye döner. Ama içten yıkılır... Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der. Dost yokmuş bu dünyada ne sana ne de bana. Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim. Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona. Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar. 25

Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar... Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir. O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte, Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye, Üzerine de serpiştirirler toprak. Belli olmasın diye dikerler sarımsak... Genç adam gelir babasına; 'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca, Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga, Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona, işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi. Sonra gel olanları anlat bana...' Genç adam, aynen yapar babasının dediğini, Maksadı anlamaktır dostun hakikisini, babasının dostuna istemeden basar iki tokadı! Der ki tokadı yiyen DOST; 'Git de söyle babana, biz satmayız Sarımsak tarlasını böyle iki tokada'! 26

YÜREĞİN YÜREĞE GÜLÜMSEMESİ İslâm, sevenlerin sevgi dünyasıdır. İslâm’ın ve Müslümanların imajıyla oynayanların söz sahibi oldukları bir dünyada güvendiğimiz dağlara kar yağdı. Yolumuz ne sol ve ne de sağdı. Habibullah bağlandığımız yegâne kopmaz tek bağdı. Vefasız sevgiye pusu kurdu, yarım kaldı şarkımız. Kanatları kırılmış kuşlardan yok farkımız! Sevgi, Allah’ın en kıymetli nimetlerindendir. Her nimetin bir bedeli olduğu gibi, sevginin de bir bedeli vardır. Rabbimizin bahşettiği sevgi de, bizden bedel ister. Seven sevilir, sevilen sever. Rabbimiz buyuruyor: “De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Âl-i İmran Sûresi/ 31) Seven, arayandır sevilen de bulunandır. Sevgi, inanmakla başlar, yaşamakla da devam eder. İnanmakla sevmek ikizdir. İnanan sever, seven yaşar. Sevgi; fıtrat atmosferinde yüreğin yüreğe gülümsemesidir. Sevgi, mutluluk yolunda olmazsa olmaz soluktur. Sevgiye fiyat biçilmez. Sevgiye fiyat biçenler, kendilerine fiyat biçenlerdir. Yani kendilerini maddi değerlerle satışa arz edenlerdir. Unutmayalım ki, sevgiyi satın alabilecek maddi değer yoktur. Sevmeye zaman ayıranlar, sevilmeye çare bulurlar. Çünkü sevilmenin çaresi, sevmede saklıdır. Sevmek, sevilmenin hem çaresi ve hem de çırasıdır. Sevgi olan yerde gurbetin hasreti çekilmez. Sevmeyen ve sevilmeyen, mutluluğun adresini bilmez. Seven sevilir. Kim başkasını severse kendisi de sevilecektir. Başkalarını kazandırmış olan kendisi de kazanmış olacaktır. Tüm insanlar kendileri arasında karşılıklı bir sevgi hissederlerse, güçlüler zayıfları avlayamazlar, sayıları çok olanlar daha az sayıdakileri baskıları altına alamazlar, usta olanlar da beceriksizlerle alay edemezler. Sevgide adalet, kişisel sevgide yanılmayı önler. Çünkü adaletli sevgi, kişisel sevginin de güvencesidir. Bilgi sevginin, sevgi de mutluluğun bereketidir. Sevgi, fıtrat doğrultusunda yürümektir. Sevgisizlikse yerlerde sürünmektir. Sevgi üretmek, sevgisizlikse tüketmektir. Sevgi, mutluluğun en doğru ve en kısa adresidir. Sevilmek, fıtri bir zevktir. Ancak sevilmek ile sevmek ikizdir. Bunun için diyoruz ki; sevmek kalbin özelliği, sevilmek ise ruhun güzelliğidir. Kalplerini özelliksiz, ruhlarını ise güzelliksiz bırakanların mutluluğu olmaz. Sevgi; bazen bir kelam-ı ahsen/güzel sözdür, bazen tatlı bir tebessümdür, bazen bir damla gözyaşıdır, bazen bir selamdır, bazen sevda uğruna çekilen cefadır, bazen de derde derman olan bir vefadır. Sevgi, kalbi bir eylemdir. Hatta insan kalbinin en soylu eylemi, sevgidir. Sevgi ilme dayanırsa bire sonsuz veren bir tohuma dönüşür. Sevgi cehalete 27

dayanırsa insanı tutuklayan bir tutkuya dönüşür. Başkası tarafından sevilen gönülde bulunmuştur. Önemli olan sürekli gönülde kalmayı başarmaktır. Sevgi kalp kadar hassastır. Kalbin bozulması, sekteye uğraması hayatın sonu olduğu gibi, sevginin tükenmesi de münasebetin ölmesi, yani son bulmasıdır. Gökten düşen cismin parçaları bulunur, ama gönülden düşenin parçaları bulunmaz. Ne yazık ki, günümüzde gönülden düşmeme hassasiyetini gösteren medenilerin sayıları pek az. Gönül ihram giymiş bir Gülbeyaz. Onun genç ve diri kalmasını istiyorsan ömrünün her sayfasına sevgiyi yaz! 28

MÜJDE Harun Reşid in vezirlerinden biri, Behlül Dânâ ya latife yollu takılarak: - “Müjde sana ey Behlül, Sultanımız seni, domuzlarla maymunlara çoban tayin etti” dediğinde, Behlül şu cevabı vermiş: - Öyle ise kulaklarını aç da emirlerimi yerine getirmeye hazırlan. 29

MESELE GETİRME Rusya sefiri meşhur İgnatiyef memleketine giderken veda için geldiği Yusuf Kâmil Paşa’ya: -’Efendimize Rusya’dan ne getireyim?’ demesiyle Paşa: -’Bir mesele getirme de ben hiçbir şey istemem’ dedi. 30

BU AKŞAM HİNDİSTANDA Hazreti Süleyman (a.s.)’ın sarayına bir kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayatî bir mesele için Hz. Süleyman (a.s.)’la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s.), benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar: - “Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana… ” Adam telaş içinde: - “Bu sabah karşıma Azrail (a.s.) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı. - “Peki ne yapmamı istiyorsunuz?” Adam yalvarır. - “Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman (a.s.)! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan’a iletsin. O zaman Azrail (a.s.) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!” Hz. Süleyman (a.s.), adamın haline acır. Rüzgârı çağırır ve “Bu adamı hemen al, Hindistan’a bırak” emrini verir. Rüzgâr bu… Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan’da uzak bir adaya götürür. Öğleye doğru Hz. Süleyman (a.s.) divanı toplayarak, gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır. - “Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun” der. Azrail (a.s.) cevap verir. - “Ey Dünyanın ulu sultanı. Ben, o adama öfkeyle, hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (c.c.) bana emretmişti ki: - “Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan’da al” Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi” Kimden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Bu hayalî bir şey… Kimden kapıp kurtarıyoruz?.. Allah (cc )’dan mı? Ne boş hayal!.. Dünya, Allah (cc )’den gafil olmaktır… Dünya, para pul, kadın, giyim-kuşam, ticaret değildir. Bunu bil… ” 31

DERDİ BAL OLANIN SABRI DAĞ OLUR Sen sadece bal yapmayacaksın ki, ey kovan hasretiyle yanarken bile güzellikleri gönül havanında dövüp, akıllara durgunluk verici mahsule çevirmesini bilen arı. Sen peteğine kâinatı sığdırıp, kanatlarında arşı taşımanın örneğini verecek, konduğun her çiçeğin lisanını çözmeye çalışacaksın. Çiçeklerin narin yapraklarına buseler kondururken onlara sevgi sıcaklığını kana kana tattıracak, köklerin kara topraktan emdiği suyu, havadan bir nefes, güneşten bir yudum alarak, o güzel kokuya, o muhteşem renge ve o tarifsiz tada dönüştüren nebatın özünde, Yaratan’ın gücünü bulup tefekküre dalacaksın. Tefekkürü, zerrede Allah’ı bulma, görme, tanıma ve kavrama sanatı olarak göreceksin. ‘Çözümü varsa ben çözerim, yolu varsa ben bulurum.’ diyeceksin. Ne yolunun üstündeki engelleri kaldırmakta basiretsiz gördüğün dünü suçlayacak, ne de, ‘Yeter artık gerisini de benden sonra gelen yapsın!’ kolaycılığına kaçacaksın. Çünkü sen ideal dava eri olmanın üstün vasıflarını üzerinde taşıyorsun ve yüklendiğin bu mukaddes yük, Her durduğunda sırtında şaklayan bir kamçı, Her adımında sana bu yükü yükleyenin sevgisini katre katre sunan bir kâse, Her yorgunlukta seni teselli eden efsunlu bir dokunuş olacak. Yolunun üstüne her zaman, usaresi bol çiçekler çıkmayacak tabi. Nice kuru dikenlerden bir zerre bal almak için gezecek, yüzün gözün tırmıklar içinde dönecek, ama ‘Eyyüp sabrından’ bir nebze sergilemenin heyecanını, lezzetini yaşayacak, yüzündeki her çiziği, gayretinin silinmez şahidi olarak şerefle taşıyacaksın. Üzülme, gün gelip, sana balın zerresini vermemekte direnen nebat, bahtsızlığına yanacak. İşin zor, yükün ağır, fakat bu, imkânsızı lügatinden silenler için mühim değil. Her güzel iş için kollarını sıvadığında, bir hain el, göz kapaklarına kilolarca ağırlıktaki uykuyu asacak. Üst kirpik, alt kirpikle yıllardır hasret çeken sevdalılar gibi buluşacak. Birbirinden ayrılmamak için sarılacak. Yüklendiğin misyonun büyüklüğünü düşünerek, kirpiklerini birbirinden ayırmaya, göz bebeğine, vazifenin üstünde çalışabilecek bir aralık açmaya gayret edecek ve mutlaka başaracaksın. Gecelerin ilerleyen vakitlerinin derin karanlığını aydınlığa çeviremeyen hiçbir gayret başarıya imza atamaz. Çilesinin doruğuna çıkmadığın hiçbir davadan netice bekleme, zîrâ Rabbim, ızdırabını yaşamadığın, külfetini çekmediğin nimeti nasip etmez. Korkma, yanına vardığın, üstüne konduğun ve çiçeklerine buse kondurduğun hiçbir bitki senden incinmeyecek. Sen, misafiri eli boş çevirmemek adına sana kucağını açan her bitkinin çoğalmasına, gümrahlaşmasına vesile olacaksın. Sana damla veren, senden derya kazanacak. Her ne kadar yaptığın baldan, usaresini aldığın çiçekler değil, başkaları istifade edecek ise de, sen de çiçeklerin seni tanımasına ve çoğalmalarına vesile olacaksın. 32

Ucuz kahramanlıklara asla iltifat etmeyecek, gün gelip ejderhaların üstüne yürüyecek, gün gelip yaban arılarının uzağından sıvışacaksın. Sana, misyonuna zararı olan hiçbir zevkin içinde olmayacak, tûl-ı emelle dolmayacaksın. Ve bu sabrının karşılığında, kara bir kovanın içinde, hesap makinesiz, metresiz, cetvelsiz, gönyesiz, iletkisiz, logaritmasız, türevsiz, integralsiz, hep birbirinin aynı mükemmel altıgenlerinle akıllara durgunluk veren bir eser ortaya koymanın huzuruyla ödüllendirileceksin. Sadece şekille mi?… Hayır, lezzet üretmek üzere kurulan fabrikaları kıskandıran bir tatla, kokuyla, kıvamla, besin değeri ve kalori özelliğiyle dilleri susturacak, başları döndüreceksin. Ve herkes anlayacak ki; arı sabrı olmadan bal yapılamaz… Ve yine herkes anlayacak ki; derdi bal olanın, sabrı dağ olacak 33

HAKKAL YAKIN Dört tane kelebek bir gün bir ateş görmüşler. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemişler. Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve üzerinin aydınlandığını görmüş. Arkadaşlarının yanına gelmiş ve: -Bu ateş aydınlatıcı bir şey! demiş… İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş. Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş; Demiş ki: -Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey! Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, Biraz daha biraz daha yaklaşmış. Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla geri dönmüş; Şöyle demiş: -Ve bu ateş yakıcı bir şey! Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. Biraz yaklaşmış, aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek \"poff !\" diye ortadan kayboluvermiş. Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp söyleyememiş; Çünkü o kaybolmuş ateş içinde ve bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirmiş!.. 34

BU BEDELİ KULLAR ÖDEYEMEZ Evliyalardan birisine bir gün, \"Efendim, ihlas hususunda en çok etkilendiğiniz bir olay yaşadınız mı?\" diye sorarlar. \"Evet yaşadım\" buyurur ve devam eder : - Mekke-i Mükerreme'de altın kesemi kaybetmiş, parasız kalmıştım. Basra'dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim. \"Param yok, Allah rızası için saclarımı düzeltebilir misin?\" diye sordum. Berber o anda birini tıraş ediyordu. Hemen adamın yanındaki boş koltuğu gösterip, - Otur buraya, dedi ve onu bırakıp beni tıraş etmeye başladı. Adam itiraz etti. Berber: - Kusura bakmayınız efendim, dedi. Sizi ücreti mukabilinde tıraş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi. Allah için olan işler önceliklidir ve bir bedeli yoktur yani Allah için olan isin bedelini kullar ödeyemez ve bilemez, dedi. Berber tıraştan sonra, cebime zorla birkaç altın sokuşturdu: - Acil ihtiyaçlarını karşılarsın, imkânım bu kadar kusura bakma. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm. Bana su cevabi verdi: - Asla alamam. Allah için olan isin bedelini kullar ödeyemez demedim mi ben, var git isine, Allah selamet versin. Helalleşip ondan ayrıldım ama tam kırk senedir ona dua ediyorum, ona dua etmeye doyamıyorum, gece kalkıp dua ediyorum... 35

BÜYÜKLERDEN DÜŞÜNDÜREN SÖZ VE DAVRANIŞLAR Bağdat'ın maneviyat büyüklerinden Ahmet Rufai Hazretleri bir gün ders verdiği öğrencilerine der ki: -İçinizde kim bir ayıbımı görürse hemen söylesin ki o ayıbımı vakit geçirmeden düzelteyim, tekrar etmeyeyim! Kimseden bir ses çıkmaz. Ancak bir talebesi parmağını kaldırır: - Efendim der, sizde benim gördüğüm büyük bir ayıp var. -Söyle bakayım evladım o ayıbımı da hemen düzelteyim! Gözleri yaşararak konuşan talebe, hocasının ayıbını şöyle ifade eder: - Sizin en büyük ayıbınız, bizim gibi günahkârları talebe olarak kabul etmenizdir! Bu söz üzerine derin bir sessizlik başlar. Neden sonra Rufai Hazretleri'nden şu söz duyulur: -Kendisini günahkâr bilme olgunluğuna erişen bu talebemi yerime halife tayin ediyorum. Bundan sonra ben olmadığım zamanlarda sohbeti o yapacaktır! Demek samimi şekilde kendini günahkar bilen insan, sonunda hocasının halifeliğine layık da görülebilir. Böyle bir halife tayin olayı da Hacı Bayram-ı Veli'de görülür. Kendisine sonradan intisap eden Akşemseddin'e, halifelik vermesi üzerine talebelerinden biri sorar: - Efendim der, kırk yıldır hizmetinizde bulunan talebelerinizi halifeliğe layık görmezken yeni gelen Akşemseddin'i halife tayin etmenizin hikmetini anlayamadık. Sebebi ne ola ki? Hacı Bayram Hazretleri bu tercihin hikmetini az fakat öz bir sözle şöyle ifade eder: - Bu Ak şeyh, bizden ne görür, ne işitirse tereddütsüz teslim olur; hikmetini sonra kendisi arayıp bulur. Kırk yıllık hizmetimizde bulunanlar ise tereddüt edip bekler, hikmetini bulduktan sonra teslim olurlar. Tam teslimiyetle tereddütlü teslimiyetin farkı!. Doksan yaşındaki ihtiyar tövbe için geç kalmamış mı? Basra'nın velisi Hasan-ı Basri Hazretleri'ne 90'lık bir ihtiyar gelir: -Ben tövbe ederek istikametimi düzeltmek için geldim, bana yol göster, der. Hasan Basri Hazretleri latife ile: 36

- 'Baba biraz geç kalmadın mı?' der. İhtiyarın cevabı manalı olur: - Henüz güneş batıdan doğmadı, tövbe kapısı kapanmadı diye ümidimi kesmeden geldim, yanlış mı yaptım yoksa ümidimi kesmemekle heyecanlanan Hasan-ı Basri Hazretleri: - Hayır, hayır der, ümidinizi kesmemekle yanlış yapmadınız. Gerçekten de henüz güneş batıdan doğmadı, tövbe kapısı da kapanmadı. Buyurun birlikte tövbe istiğfar edelim, belki sizin kesilmeyen ümidiniz hürmetine bizim tövbemiz de kabul olur. Birlikte oturup tövbe, istiğfar ederler. Demek ki, hangi yaşta olursa olsun tövbeden asla ümit kesilmemeli, bulunan ilk fırsatta tövbeye koşulmalıdır. Çünkü güneş henüz batıdan doğmamış, tövbe kapısı da kapanmamıştır. Somuncu Baba'yı üzen dünyalık! Bursa'nın maneviyat büyüğü Somuncu Baba, tarlası olup da tohumu olmayan talebesine bir teneke buğday vererek, \"Yarısını kendin için, yarısını da benim için ek tarlana\" der. Talebe tarlanın yarısını kendi adına yarısını da hocası adına eker. Ekinlerin yetiştiği mevsimde, hocasıyla birlikte tarlaya gelirler. Talebeye ait kısımdaki ekinler gayet iyi ve gür yetişmiş, hocasınınki ise zayıf ve cılız kalmış.. Somuncu Baba, iyi yetişen mahsulün kimin olduğunu sorar. Talebe de utancından \"sizin efendim\" der. Buna üzülen Somuncu Baba söylenir, -\"Biz ahiretimizin mamur olması için dua ediyorduk, demek ahiretimiz yerine dünyamız mamur olmaya başlamış, ücretimizi dünyada alıyoruz, üzüldüm doğrusu\" der. Bunun üzerine talebe açıklamak zorunda kalır. -Efendim der, aslında iyi olan ekin benim, zayıf olan da size aittir. Utancımdan dolayı iyi olanın size ait olduğunu söyledim. Somuncu Baba'nın yüzünde tatlı bir tebessüm dolaşır: -Şimdi oldu evlat der, ekinin gür tarafının bana ait olduğunu duyunca, \"Dünyada alacağınızı aldınız ahirette isteyecek bir şeyiniz kalmadı.\" denecek olan servet sahiplerinden mi oluyorum acaba diye endişe etmiştim, der… Ahmet Şahin 37

HAYATA DAİR SÖZLER Maymun insana ne kadar çok benzemek istese o kadar gülünç olur. Budalalar da akıllı gibi hareket ettikleri ölçüde tuhaf hale düşerler...Heinrich Heine Aptallarla olmaktansa, yalnız kalmak daha iyidir...Jean de La Fontaine Biri sizi bir defa aldatırsa suç onundur, ikinci defa aldatılırsanız bilin ki suç sizindir...Sarah Bernhardt Hayatta hiçbir şeyden korkmayın, sadece her şeyi anlamaya çalışın..Marie Curie Boş kap dolu fıçıdan daha çok ses çıkarır... John Lyly Dünyada bir çok kabiliyetli kişiler, küçük bir cesaretsizlik yüzünden kaybolurlar… Sydney Smith Çalışmak; sıkıntıyı, kötülüğü ve yoksulluğu uzaklaştırır... Andre Maurois Çocuklar donmamış beton gibidir, üzerlerine ne düşse iz bırakır...Haim Jinott Bir iyi davranış, dünyadaki bütün güzel sözlerden daha tesirlidir...Andrevv Marvell Hiçbir şey insan için “ölçüsüz tenkit” veya “aşırı metih” kadar zararlı olamaz…Goethe Başkalarını kendi dertleri karşısında soğukkanlı gördük mü överiz, ama aynı soğukkanlılığı bizim dertlerimize karşı gösterdiler mi darılır, kızarız...Montaigne Gözlerin konuştuğu dil her yerde aynıdır...George Herbert Evlilikte başarı, yalnız aradığı kişiyi bulmakta değil, aynı zamanda aranan kişi olmaktadır...Foster Wood Filozof, kendisinin karşılaşmadığı sıkıntılar hakkına başkalarına tavsiyede bulunan kimsedir..William R. Lewis Geçmişi değiştiremezsin, ama gelecek daha elinin içindedir...Hugh White Her şeye homurdanmaya alışmış kimse fırsat kapıyı çalınca gürültüden yakınır...Confidences Sadece akıllılar fikir sahibi olurlar; insanların geri kalanları fikirlerin eseridir...Colerige Söylediklerini kabul edemem, ama konuşmama hakkını sonuna kadar desteklerim...Voltaire Gençlik, hayatın sonunda olmalıydı, ondan ancak o zaman yararlanabilirdik...Sir Thomas Beecham İki şeyin elden gitmeden değerini takdir etmek zordur: Biri gençlik, öteki de sağlık...Hz. Ali 38

Gerçeği her zaman savun, anlayan olmasa bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun…Herbert George Wells Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alırsın, gerisi kalır...Mevlânâ Ufak tefek sıkıntılar sineklere benzer, biraz hareket onları dağıtır...J.Gustav White Kendi sırrımızı kendimiz saklayamazsak, başkaları bizim sırrımızı nasıl saklasın?... La Rochefoucauld El, ayağın çalışmasından hoşnut değilse, sorumlu baştır...Nizami Toplum, suçu hazırlar, suçlu onu işler...Buckle Yaşlandığında çocuklarından bekleyeceğin şey senin babana yaptığındır...Pittacus Uzun bir tartışma, her iki tarafın da haksız olduğunun belirtisidir...Voltaire Hiçbir zaman çıktığın kapıyı hızla çarpma, geri dönmek isteyebilirsin...Don Herold Dünyanın en kuvvetli insanı, en fazla yalnız kalabilendir...Henric İbsen Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır: Yaşamanın manasını kaybetmek...Burhan Toprak Yemine gerek görmeyecek kadar sözlerine sadık ol...Dale Carnegie Bir insanı tanımak için kendisiyle yol arkadaşlığı etmelidir...Şinasi Tartışmalarda öfkelendiğimiz vakit, gerçek için değil kendi hesabımıza çalışmaya başlarız...Thomas Carlyle Zorluklara karşı kızmak onu yenemeyeceğimizi anlamak demektir...Rabindranath Tagore Korkaklar ecelleri gelmeden birkaç kere ölürler, cesurlar ölümü bir kere tadarlar...Shakespeare Ölüm olmasaydı, hayatın bütün güzelliği kaybolurdu...Gogol Övülmek isterseniz, alçakgönüllülüğü yem olarak kullanabilirsiniz...Lord Chesterfield Sözleriniz yürekten gelmedikçe, hiçbir zaman iki kalbi birleştiremezseniz...Goethe İki şey insanı çileden çıkarır: Söylenecek yerde susmak, susulacak yerde söylemek...Sadi İnsanın rütbesi yükseldikçe, utancı azalır...Mahmut Kemal İnal Padişah, seni kendisine yakın bilse de boş bulunma ve sen kendi akranlarınla komşuluk et...Nasır-ı Hüsrev 39

Olmayınca hasta kadrin bilmez Âdem sıhhatin...Fıtnat Hanım Gerçeğe tek yoldan gidilir, ama ondan uzaklaştıran binlerce yol vardır...La Bruyere Dedikodu, basit ruhlu insanların eğlencesidir...Corneille Gerçeği insanların ölçüleri ile değil, insanları gerçeğin ölçüsüyle tanı...Hz. Ali Meşe gölgesinde filizlenen yosunlar, çok kere kendilerini meşe fidanı sanırlar...Cenap Şehabeddin Gülün dikensiz olmadığı doğru, ama keşke dikenler, gül solduktan sonra yaşamasalardı...Jean Paul Richer Gülmek için mutlu olmayı beklemeyiniz, belki gülmeden ölürsünüz...Victor Hugo Beraberce işlediğiniz günahın cezasını ayrı ayrı çekeceksiniz…Rudyard Kipling Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır...Hadis-i Şerif Çok güvenirseniz aldatılırsınız, ama hiç güvenmezseniz hayatınız azapla geçer...Frank Crane Haksızlık önünde eğilmeyiniz. Çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz...Hz. Ali Utanmamak kadar utanç verici bir şey yoktur...Saint Augustus Kendi kendine yardım etmesini bilmeyene, kimse yardım edemez...Pastalozzi Biz başkalarının kusurlarını görmek hususunda kartallara ve kendi hatalarımızı görmemek bakımından da köstebeklere benzeriz...François de Sales Başkalarının iyi haline bakıp üzülme, senin haline de bakıp kıskanan çok kişi vardır...Russy Rubutin Kitapları iki gruba ayırmak mümkündür: Günün kitapları, her zamanın kitapları... Ruskin Bazı kitaplar tadılmalı, bazıları yutulmalı, birkaçı da ağır ağır çiğnenmeli ve sindirilmelidir...Francis Bacon Zekasız kuvvet yıkabilir, ama yapamaz... Cenap Şehabeddin Çok bilmeli, az konuşmalı, her soruya cevap vermemelidir... Martin Luther Konuşmalarımızın en önemlisi, kendi kendimizle konuşmamızdır. Ama bunu her zaman ihmal ederiz... Oxemstiem Saygı olan yerde korku olur, ama korku olan yerde her zaman saygı olmaz...Eflatun Komşularından av kapmak aslanlara ayıptır, köpeklere değil... Mevlânâ Kötülüğü bilmeyen onun tuzağına düşer... Hz. Ömer 40

Her şey boştur. Bütün mesele insanın kendisini Allah’ın sevdiği bir kul haline getirmesidir... Mehmed Zahid Kotku Olgun insan, güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceklerini söyleyen insandır...Conficius Dünyada hiçbir yol kalple beyin arasındaki kadar uzun değildir...Lagerlöf Her insanın üç türlü karakteri vardır: Belli ettiği karakter, sahip olduğu karakter ve sahip olduğunu sandığı karakter...Alphonse Karr Mahlukların en iyisi iyi insan, en kötüsü de kötü insandır… Eflatun İster padişah ister derviş ya da komutan olsun, elindekiyle yetindikten sonra hepsi birdir...Nâsır-ı Hüsrev İnsan ortalığı kırıp geçirmeden de kahraman olabilir...Boileau İnsanın karakteri en çok nelere güldüğünden belli olur...Goethe Kelimeler, insanların kullandığı en güçlü haplardır...Rudyard Kipling Bir insanı tanımak istiyorsanız, onu büyük bir mevkie getiriniz..La Bruyere Çıplak ayaklı olmak ayaksız olmaktan iyidir...Herbert Silgi kullanmadan resim çizme sanatına hayat denilmektedir...John Christian Hayatın ne kadar kısa olduğunu anlamak için insan çok yaşamalıdır...Scehopenhauer Hata yapmaktan korkan bir insan hiçbir şey yapamaz...Lincoln En güzel hürriyet rüyası hapiste görülür...Schiller Kendisine ıstırap vermedikleri takdirde, bir insan, uzuvları olduğunu bilir mi hiç?...Unanuno İçki, aklın nöbetçiliğini kaldırır, böylece ayık iken gizlediklerimizi göstermeye bizi mecbur eder...Henry Fielding Bir aileyi idare etmekle, bir ülkeyi idare etmek arasında çok fark yoktur...Montaigne İftira, eşek arısına benzer. Onu ilk vuruşta öldüremeyecekseniz, hiç dokunmamak daha iyidir...George Bernard Shaw Deniz fırtınalarında olduğu gibi, ihtilallerde de sağlam değerler dibe giderken, dalgalar hafif şeyleri suyun yüzüne çıkarır...Balzac Kavakların dikliğine, boylarını uzunluğuna bakıp onları önemli bir şey sanmayın. Bütün kibirli, meyvesiz ve gölgesiz yaratıkların başları bulutlarda sallanır...Cemil Sena Hiçbir insana rastlamadım ki, onda öğrenilecek bir şey olmasın...Alfred de Vigny 41

Kur’an şifadır. Fakat şifa, suyun geldiği boruya tabidir. Pis borudan şifa gelmez…Abdülhakim Arvasi Kurtla yaşayan ulumasını öğrenir...Goldoni Mutluluk,her şeyden önce vücut sağlığındadır...Curtis Yeryüzünde faydalı olmak, mutlu olmanın tek yoludur...Hans Christian Andersen Adi kimselerle mücadele etme, seni üzerler. Halim adamlarla da mücadele etme, sana küserler...İbn-i Abbas Nankörlük, zayıf insanların işidir...Goethe Ele geleni yersin, Dile geleni dersin, Böyle dervişlik dursun, Sen derviş olamazsın...Yunus Emre Neş’e uykuya benzer. Eğer kendiliğinden gelmezse zorla getirilmesi yorucu olur...Montaigne Okumasını bilirsen, her insanın bir kitap olduğunu görürsün... W.E.Channing Hayatı seviyorsanız, zamanınızı boş geçirmeyin, çünkü zaman hayatın ta kendisidir...Benjamin Franklin Zamanın azaltamadığı, yumuşatamadığı üzüntü yoktur...Çiçero Hayatta en zor şey, gayesiz insanlarla birlikte yaşamak mecburiyetinde olmaktır...Cenap Şehabeddin Ne kadar bilirsen bil, aktaracağın, seni dinleyenlerin algılayacağı kadardır...Mevlânâ Pirincin içindeki siyah taşlardan değil, asıl beyaz taşlardan kork...A.Nihat Asya Iyi bir zekâya sahip olmak önemli değildir. Önemli olan onu iyi kullanmaktır...Descartes Ölümün bizi nerede beklediği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde bekleyelim...Montaigne Olabilir desinler, ama olur demesinler...Çiçero Düşünmek kolaydır, uygulamak zordur; dünyada en zor şey de düşündüğün gibi davranmaktır...Goethe On cilt felsefe kitabı yazmak, bir tek teoriyi uygulamaktan daha kolaydır...Tolstoy Başkaları senin namazını kılmadan, sen kendi namazını kıl… Ahmet TÜRKAN 42

YARDIM KİMDEN Yaşlı kadın oldukça dini bütün bir insanmış... Her sabah kapısının önüne çıkar ve bağıra bağıra dua edermiş: 'Allah'ım bize verdiklerin için sana şükürler olsun' Ve ardından her seferinde de yan komşusunun sesi duyulurmuş: 'Allah yok kadııın Allah yok!!!' Yaşlı teyze ne kadar sinirlense de yine her sabah dua edermiş, öteki komşu da inadından her seferinde ona öyle bağırırmış... Neyse, bir akşam, komşusu yaşlı teyzeye bir oyun etmeye kalkmış... Markete gidip bir sürü meyve sebze ekmek vs. alıp torbalara doldurmuş, yaşlı teyzenin kapısının önüne bırakmış. Ertesi sabah teyze kapıyı açıp da yiyecekleri görünce çok şaşırmış ve sevinçle bağırmış: 'Sana şükürler olsun Allah'ım, bu gönderdiğin yiyecekler için sana şükürler olsun!!!' Ve ağacın arkasından onu seyreden komşusu seslenmiş: 'Allah yok kadııın Allah yok!!! O yiyecekleri ben aldııııım!!!' Yaşlı teyze hiç istifini bozmamış: 'Yüce Allah'ım sana ne kadar şükretsem azdır!!! Hem bu yiyecekleri göndermişsin hem de parasını şeytana ödetmişsin!!!' 43

ALLAH YETER Makam-mevki için yanıp tutuşan bir zavallı, Sultan Zengi'ye yalakalık yapıp duruyormuş. O kadar yalakalık yapmış ki, Sultan Zengi; ya mayıştığından ya da bezdiğinden, adamı lütf-ü şahaneye boğmuş. Ona ipek elbiseler, bol miktarda altın ve mühim bir devlet görevi vermiş. Adam bayram etmiş tabii. Ne var ki göreve başlamasıyla görevi bırakması bir olmuş. Üzerindeki ipek elbiseleri çıkarıp parçalamış, altınları yoksullara dağıtmış ve makama mevkie sırtını dönüp güle oynaya çöle gitmiş. Çölde tarifi imkânsız bir neşe içinde hoplayıp zıpladığını gören bir arkadaşı, ona, “Ne oldu sana? Uğrunda defalarca etek öptüğün şeyleri niye bıraktın?” diye sormuş. Adam şöyle cevap vermiş: “Makama otururken korkuyla ürperdim. Sonra, elime tutuşturulan mühürdeki yazıyı okudum. 'Allah yeter' yazıyordu. Bu yazı göğsümü genişletti, yüreğimi coşturdu. Bütün dünyaya meydan okuyabileceğimi hissettim. Makam-mevki ve servet bana öyle küçük göründü ki, onları elimin tersiyle ittim.” 44

İNSANLIĞIN KEMAL BAHÇESİ Bir gezginin yolu günün birinde bir bahçeye varmış. O bahçede yalnız gül yetişirmiş. Birbirinden narin ve zarif güller. O güller kadar zarif ve latif bir hatunkapı önünde duruyormuş. GEZGİN hatuna hayranlık ve saygı ile yaklaşıp kendisini takdim etmiş. Ve hatundan adını bağışlamasını istemiş. HATUN: bana SEVGİ derler. GEZGİN: Sevgi hatun burada yalnız mı oturuyorsunuz? SEVGİ: hayır eşimle beraber oturuyoruz. Ona İLİM derler. Şu anda bahçede çalışıyor. Bıkmaz yorulmaz bir kişidir. GEZGİN: Bahçeyi dolaşmama izin var mı? SEVGİ: Hay hay...lütfen ayakkabılarınızı çıkarında SAYGI dediğimiz şu mestleri giyiniz. Onlar öylece konuşurken İLİM çıkagelmiş. Bahçeyi birlikte dolaşmaya başlamışlar. SEVGİ önde İLİM ve GEZGİN arkada yürüyorlarmış. Her gülün bir adı varmış. MUTLULUK, HOŞGÖRÜ, SABIR, KANAAT, ADALET, İRADE, ŞEFKAT, MERHAMET, AKIL, HİKMET, KUDRET, SAMİMİYET, TEVAZU, FAZİLET VE... bu kadar çeşitte ve bu kadar yoğunlukta güzellik bu kadar bakım ve özen, böylesine bir düzen karşısında heyecanlanan ve hayrete düşen gezgin bahçıvan ilim efendiye sormuş: GEZGİN: Siz hangi gülün hangi isimde olduğunu bazen karıştırıyormuşsunuz? 45

İLİM: Bazen şaşırdığım oluyorsa da SEVGİ hemen yardımıma koşuyor bana doğru ismi hatırlatıyor. GEZGİN: Güllerin erip eriştiği bu toprağın bir özelliği var mı? İLİM: Özelliği olup olmadığını bilmiyorum. Bu toprağı bize VEFA adında bir dostumuz getirir. VEFA dostumuzun dediğine göre, örneğin; MERHAMETLİ bir insan görünce, ondan oluşan toprağı bize getirir, bizde onu MERHAMET gülünün altına serpiveririz veya ŞEFKATLİ bir insan görünce ondan oluşan toprağı bize getirir, bizde o toprağı ŞEFKAT gülünün altına sereriz ve bu böyle devam edip gider. GEZGİN: Güller arasında aşı yapılıyor mu? İLİM: Elbette HAYAL gülüne GERÇEK i aşıladık; ÜMIT gülü oluştu. İMAN gülüne HİZMET i aşıladık; TESLİMİYET gülü oluştu. HİKMET gülüne AKIL 'ı aşıladık; İRADE gülü oluştu. Bu aşıları sürekli yapmak zorundayız. Örneğin; o muhteşem ADALET gülüne KUDRET gülünü aşılamazsak, ADALET hemen sararıp soluyor. Aciz kalıyor. KUDRET gülüne ADALET'ı aşılamazsak KUDRET gülünün toprağında ZULÜM böcekleri üreyiveriyor. GEZGİN: Bu aşıları siz mi yapıyorsunuz? İLİM: Çelikleri ben hazırlıyorum ama aşıyı koyup kovuşturan eşim SEVGİ’dir. O ilham kalemini eline alır, aşılanacak varlığın AKIL perdesini yumuşak yumuşak aralar, böylece o varlığın gönlüne ulaşir, oraya aşı çeliğini bir güzel yerleştirir. Sonra da oluşan bütün kader sicimi ile tatlı tatlı sarar. Bütün bu isleri bu aşamaları her seferinde ayni dolgun zevk ve heyecan içinde seyrederim. Sanki o anda Rabbim yanımızdaymış gibi... GEZGİN: tercih ettiğiniz güller var mı? İLİM: Aslında yok. Fakat eşim SEVGİ; HOŞGÖRÜ için 'o benim beş duyumdur.' der. SAMİMİYET için, 'o benim AHLAKIMDIR' der. TEVAZU için, 'o benim EDEBİM’dir der, ama ÜMIT'e fazlaca düşkün galiba... Zira ÜMIT için 'o benim kanımdır' der durur... Birkaç gün sonra gezginimiz bir kasabaya varmış. Bir kahvehaneye girmiş. Burası oldukça tenha imiş. Kuytu bir köşede bir kişi oturuyor ve çay içiyormuş. Gezginimiz bu zata yaklaşmış, yanına oturmuş, kendisini takdim etmiş, adını bağışlamasını dilemiş... O zat demiş ki: ÂDEM: Bana ÂDEM derler. Gezginimiz başından geçenleri; gül bahçesini, iki soylu bahçıvanı, konuşmaları anlatmış. Âdem dinlemiş. Sonunda demiş ki bahçeye İNSANLIĞIN KEMAL BAHÇESİ derler KİMİ ARAYAYIM? Horasan valisi, bir gece bütün gün çoluk çocuğunun rızkı için çalışmaktan yorularak geç vakit evine dönmekte olan bir demirciyi, şehirde asayişi bozan başıboş kimselerle beraber, suçsuz yere, sorgusuz sualsiz hapse attırır. Mazlum adam büyük bir üzüntü içinde hapishanede kıldığı namazın arkasından el açıp duasını yaparken: 46

“Rabbim der, Beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde uyutma. Sabahlara kadar evlerini başlarına salla!” O sıralarda yatağına yeni uzanmış olan vali ise daha gözlerini kapar kapamaz müthiş bir sarsıntı ile evinin sallandığını hissederek fırlar. Bakar ki deprem filan yok. Şükürler olsun, rüyaymış, diyerek tekrar uzanır. Ne var ki yine gözünü kapar kapamaz aynı sarsıntı başlar. Bu hal sabaha kadar sürer. Ancak insaflı vali, sabah olunca, bunda bir hikmet olabilir, birine bilmeyerek bir zulüm mü yaptım acaba, diyerek hapishane müdürünü çağırtıp sorar. Hapishane müdürü, kendisinin de işittiği, “Rabbim beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde uyutma, sabaha kadar evlerini başlarına salla” diye beddua eden bir mahpustan bahseder. Vali, demirciyi huzuruna getirtir ve onun suçsuz olduğunu anlayınca, özür dileyerek demirciyi serbest bırakırken tembihini de şöyle yapar: “Bundan sonra başına böyle bir haksız iş gelirse hemen beni ara!” Demircinin bu teklife cevabı valiye gözyaşları döktürecek derinlikte olur. Der ki: “Seni neden arayacağım? İşlemediğim suçtan dolayı beni zindana atan zalim sen değil misin? Ben seni değil, beni senin zulmünden kurtaranı arar, müracaatımı yine ona yaparım. Zira o, mazlumun duasını hemen kabul ederek evini sabahlara kadar başına sallamasaydı sen yine beni huzuruna çağırmayacaktın, ben de hapishane köşelerinde inlemeye devam edecektim!” İrfan Mektebi Aylık Dergisi 47

SU GİBİ AZİZ OL Hadi... Sen şimdi \"su olduğunu\" düşün ve kendini \"su gibi\" hisset... Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı... Su gibi hayat kaynağı ve su gibi bitmez-tükenmez olduğunu hatırla... Ama yine su gibi \"bir küçük bardağın içine\" sığdı ki kendini; Girebilmeyi öğren insanların damarlarına. Hayat ver... Vazgeçilmez ol !.. Mevlâna 48

BİR ÇOCUĞUN NAMAZ KILMA HİKAYESİ Türkân Hanım dindar bir ailede büyümüştü. Annesi her fırsatta ona ve kardeşlerine namaz kılmalarını söyler, hatta kızarak onları uyarırdı. Türkân Hanım namazın kılınması gerektiğine inanır, ama yine de kılmazdı, çünkü kılmak nefsine zor geliyordu. Bazen başlar, sonra terk ederdi. Evlendi ve çocukları oldu. Annesi her geldiğinde aynı şekilde namaz kılmaları için ikaz etmeyi sürdürüyor, o da ısrarla kılmamaya devam ediyordu. Çok istemesine rağmen bir türlü nefsine galip gelemiyordu. Bir gün arkadaşları ona oturmaya geldi. İçlerinden biri annesini de yanında getirmişti. Teyze çok mübarekti. Öyle tatlı konuşuyordu ki, onu dinleyen saatler geçse usanmazdı. Teyze bir ara namaz konusuna değindi. O anlatırken, Türkan Hanım annesini hatırlamış ve annesinin eski günlerdeki namaz ikazlarını düşünüyordu. Misafirler de teyzeyi zevkle dinliyordu. Türkân Hanımın küçük oğlu Zekeriya, dört yaşındaydı. Oynadığı oyunu bırakmış, teyzenin koltuğu dibinde iki elini yumruk yapıp yüzüne dayamış bir şekilde, kıpırdamadan dinliyordu. Annesi ikram için mutfakla salon arasında koşturup dururken mevzu değişmişti. O da onların yanına oturup sohbetin güzelliğine kapılarak çayını yudumlamaya başladı. \"Anne, senin yerine ben namaza başlayacağım\" Tam bu sırada mutfaktan bir gürültü geldi. Arkasından da oğlunun çığlığı duyuldu. Telâşla mutfağa koştu Türkân Hanım. Misafirler de korkuyla peşinden gittiler. Oğlu bir sandalye koyarak lavaboya çıkmıştı. Bir ayağı lavabonun içinde, diğeri ise dışarıdaydı. Sandalye devrilmiş yerde dururken, oğlu da lavabonun kenarında korkmuş bir şekilde asılı duruyordu. Koşup kucağına aldı. Su içeceğini zannederek: \"İsteseydin ben verirdim yavrum, ya düşüp bir yerine zarar verseydin\" diye çıkıştı. Türkân Hanım oğlunun verdiği cevabı, uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ unutamaz; çünkü şöyle demişti çocuğu: \"Anne, ben abdest alacaktım. Teyze dedi ya, namaz kılmayanlara Allah ceza verecekmiş diye. Ben de sen ceza almayasın diye senin yerine namaza başlayacaktım.\" O an Türkân Hanım, tepeden tırnağa titrediğini hissetti. Allah, yıllarca namaz kılmayan Türkân Hanıma oğlunun davranışıyla müthiş bir ders vermişti. Yavrusuna sarılıp dakikalarca ağladı. Bu hikâye birçok bakımdan ders verici. Aslında çocuklar büyüklere değil, anne babalar evlâtlarına namazı öğretmeli. Çünkü, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) 49


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook