12- SARIVELİLER KARACAOĞLAN VE YAYLA ŞENLİĞİ 8 Temmuz 2016/ Sarıveliler Bir davet aldık Karaman ili Sarıveliler ilçesinden. ‘Buralarda bir halk ozanı Karacaoğlan yaşamış.’ ‘Buyurun gelin Karacaoğlan gibi söyleşelim.’ Diye. Biz de bir grup araştırmacı, şair ve yazar arkadaşlarla Sarıveliler yollarına düştük. Alanya sahillerinden, sert rüzgarların peşine kapılıp; Toroslar’da ,tırmanmaya başladık, Sarıveliler yaylasına doğru. Dar patika asfalt dağ yolundan ,Sarıveliler’e yaklaştıkça “ Yayla çiçeği kokuşlu” duygulara doğru koşuyorduk. Toroslar’ın yılankavi yollarında, göğe yükseliyorduk , basamak basamak. Yükseklik arttıkça, pırıl pırıl tepelerin başında, gözlerimiz yemyeşil ,ciğerlerimiz hiç kullanılmamış oksijenle doluyordu. Bakışlarımız kayboluyordu, uçsuz bucaksız ormanlık içinde. Aşağılara baktıkça, tuhaf ürperme duyuyorduk. Koca koca meşeler, köknarlar, sedirler ve ardıçlarla selamlaşıyorduk. Bu yemyeşil ağaçlardan dokunmuş halılar üzerinde geziyorduk sanki. Yeşillikler, rüzgarla çözülen saçlarını, sağa sola serpiştirdikçe; güzelliklerine güvenip caka satıyordu gelene geçene. Ormana yayılmış makiliklerin arasından , önümüze aniden fırlayan küçük hayvanların kaçıştığında çocuklaşıyorduk. Bir zamanlar Karacaoğlan’nın da geçtiği Göksu Şelalesi başında, soluklandık. Buz gibi sudan kana kana içince, Karacaoğlan gibi yüreklerimizdeki sevda ateşini söndürdük. Karacaoğlan’ın adı geçince türküsünü okumak olmaz dedik. Başladık hep bir ağızdan türkümüzü okumaya: “Bre ağalar, bire beyler, Ölmeden bir dem sürelim, Gözümüz kara toprak, Dolmadan bir dem sürelim, Seni bana gayet güzel dediler, Göster cemalini, görmeye geldim, Şeftalini derde derman dediler, Gerçek mi sevdiğim sormaya geldim.” Bu dizelerle,sazı sırtında ozanlar eşliğinde, yankılattık Sarıveliler yaylasında. Yeşil deniz ortasına yayılmış Sarıveliler’i,elimizle tutasımız gelmişti. Tarih 8 Temmuz 2016, günlerden Cuma. Belediye önüne gelmiştik .Toroslar’ın yaşayan Karacaoğlan’ı ozan dostumuz Mustafa Ertaş’ın candan karşılamasıyla çevremizde çiçekler açmıştı. Evine konuk etti bizleri. Hoşbeşten sonra, Karacaoğlan’dan şiirler okuduk, geç vakitlere kadar. Sazımızla, sözümüzle ve de yüreklerimizle. Her birimiz Karacaoğlan kesilmişti. Yüreklerimiz çoğaldı, türküleşen deyişlerimizde. Sarıveliler’in Karacaoğlan’ı Mustafa Ertaş 151
öğretmenimiz, evinde biriktirdiği ‘Cönklerini’ gösterdi bize. Halk ozanlarının her zaman yanında taşıdığı bu deri kaplı cep defterlerine benziyordu.16.yüzyıl döneminin diliyle yazılmış şiirleri okumaya başlamıştık. Okudukça cönklerin içindeki dizelerini; Halk Edebiyatı’nın hazinesinde olduğumuzu fark ettik. Mustafa Ertaş’ın bu değerli defterlerinin edebiyat dünyasınca, gün yüzüne çıkmasına inanıyorduk. Sabah kahvaltısında “Arabaşı” çorbasını kaşıkladıkça , Barçın Yaylası’nda “Eğleştiğimizin” tadını çıkarıyorduk. Zamanı yanımıza taşımıştık meydan sergisinde. Bu güzel sergide gezinirken, Karacaoğlan’ın soluduğu yayla havasını ciğerlerimize doldurmuştuk. Meydanda duran Karacaoğlan giysili mankeni, sanki canlanıp da Karacaoğlan türküsünü söyleyecek sandık. Gelene- geçene türkülerle selam veriyordu adeta. Yörük yaşantılarının izlerini görebilmek için çadırındaki eşyaları incelemeye koyulmuştuk: Senit , dirgen, annat, övendere, kevki ,keser, çapa, düğen ve piştov…Bu yüzlerce nesnelerin yapılışları ve kullanışları hakkında bilgileri alırken hayranlığımız artıyordu. Önceden tanış olduğumuz eşyaları karşımızda görünce; anılarımız tazeleniyordu. Toroslar ‘daki hayatın yansımasında gözlerimiz zenginleşiyordu. Kınalı ellerin maharetleri, kilim tezgahlarında ilmik ilmik konuşuyordu. Bu güzel eserler, Yörüklerin hayatına tanıklık ediyordu. Barçın Yörükleri, İlkbahar olanda; Alanya’dan ,Gazipaşa’dan, Anamur’dan sökün ederlermiş, yaylalara doğru. Geceleyin , çadırlarının önünde oturan Yörük çocukları, Dünya’nın herhangi bir yerinde yaşayan arkadaşlarına, yıldızlarlardan selam göndermeyi pek severlermiş. Tüm olanların atmosferinde; Sarıveliler’de, ‘Aşk ustası Karacaoğlan ,’ dolaşıyordu aramızda. Sazıyla, sözüyle. Tüm gelenek ve görenekleriyle…Anladık ki Taşeli Yaylası’nda bir Karacaoğlan yaşamış. Bu bir gerçek. İster Sarıveliler’de, isterse de Toroslar’ın herhangi bir yerinde olsun. Hiç bir şey fark etmez. Aşık Karacaoğlan, bizimle olmuş hep. Yetmez mi? Ötesini konuşmak gerekmez. Karacaoğlan’ın saz çaldığı Taş Köprüsüne geldik. Köprünün tam ortasında durduk. Hikayesini anlatalım dedik şimdi: Karacaoğlan’ın bu köprüsünde Aşıklar sözleşirlermiş. Elleri kınalı, saçları örgülü Yörük kızları ,yavuklularını bekleşirlermiş. Her yıl yaylaya çıktıkları ilk Cuma gününde, sazlı sözlü atışma olurmuş ,köprü başında. Erkeği, kızı, her biri yavuklu seçermiş burada. Hep bir ağızdan Elif türküsü söylenirmiş ‘Taş Köprü’ üstünde. Bu türkü bitmeden ,köprüden ayrılmak olmazmış. Bu yüzden adına ‘Aşk Köprüsü’ denmiş. Bu türkülere sazlar da eşlik edince ,Elif türküsü dillenir olmuş, zamanımıza kadar. Hem de sevda kokusu hiç yitirilmeden. Köprünün ortasında, yeniden okumak olmaz Elif’in türküsünü. ELİF’İN TÜRKÜSÜ “İncecikten bir kar yağar, Tozar Elif Elif diye. Deli gönül abdal olmuş, Gezer Elif Elif diye. Xxx Elifin uğru nakışlı, Yavru balaban bakışlı, 152
Yayla çiçeği kokuşlu, Gezer Elif Elif diye. Xxx Elif kaşlarını çatar, Gamzesi sineme batar, Ak elleri kalem tutar, Gezer Elif Elif diye. Xxx Evlerinin önü çardak, Elif’in elinde bardak, Sanki yeşil başlı ördek, Yüzer Elif Elif diye. Xxx Karacaoğlan eğmelerin, Gönül sevmez değmelerin, İliklemiş düğmelerin, Çözer Elif Elif diye. “ *Mustafa Ertaş (Destelenmiş Güle Benzer,s.49) Toroslar’a ikindi serinliği yayılmıştı. 2016 Yılı 8 Temmuzunda,1. Karacaoğlan ve Yayla Şenlikleri’nin , Sarıveliler Anıt meydanında açılışı yapılmıştı. Sarıveliler’in Yörük evladı, belediye başkanı Hayri Samur, şenliğin açılış konuşmasına geçti. Karacaoğlan ve Yayla Şenliklerinin 8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde 9. Ulusal, 1. Uluslar arası programını açıkladı. Haklı övünç içerisinde ,Yörük giysisiyle dinleyicilere Toroslar’ın konuksever evladı olmanın verdiği güvenle, Karacaoğlan onuruyla, çağrıda bulundu meydana. Gür sesiyle hemşerilerini birlik ve beraberliğe çağırdı. Yaptığı kültürel faaliyetlerinin yanında, yaylalardaki kirazlardan, ceviz ağaçlarından ve de kısaca tarım ekonomisinden söz etti. Belediye başkanın yönetim kadrosu, bu kültür ve sanat şenliğine çok iyi hazırlanmıştı. Tüm konuklarla yakından ilgileniyorlardı. Belediyeye kazandırdığı araç ve gereçleri gelin gibi süsleyip sıralamışlardı alana. Anlaşılan Taşeli yaylasında yeni bir kalkınma hamlesi daha gerçekleşiyordu. Yolları asfaltlanıyor, açılan tünellerin kullanımına geçiliyordu. Göletler ve su kanalları yapılıyordu. Ayrıca dokuz yıldır, Yörüklere özgü kültür şöleni yapılıyormuş, Sarıveliler ilçesinde. Bu kültür ve sanat şölenine , Karacaoğlan’nın adı da konunca yanına, ayrı bir değer katıyordu şenliğe. Bu memleket sever ,çalışkan ,Hayri Samur belediye başkanını , kutlamaktan başka bir şey yapılmazdı. Sarıveliler halkı, meydanı doldurmuştu. Söz birliği edip gelmiştiler uzaktan, yakından misafirler. Karacaoğlan sofrasında, sevda türkülerinden nasip almaya. Yine Sarıveliler bir sevdalısı yard. Doç. Dr.Bekir Sami Özsoy, alınca sözü, Karacaoğlan şiirleriyle gönüllerimizi coşturdu. O, okudukça biz coştuk. Biz coştukta, o okudu. Alkışlar dalga dalga yayıldı, Sarıveliler’in Anıt Meydanı’ndan, dağlara ,bayırlara ,yaylaların yemyeşil tepelerine kadar. Duymayan kalmadı Taşeli’nde, Toroslar’da. Karacaoğlan sevdası, sadece dizelerde değil; gönül tellerimizde titredi ,türkü türkü … Halk ozanı Alanyalı Ozan Ali Ateş, Mustafa Ertaş’ın cönklerinden gün yüzüne çıkan 153
Karacaoğlan dizelerini seslendirdi. Sarıveliler Yaylası çınladı gökyüzünde .Yüreklere sevda yükleniyordu Taşeli’nde. Dolup dolup boşalıyordu coşkular. Karacaoğlan gibi. Alkış tufanı Torosları çınlatıyordu. Meydan meydan değil,aşk meydanıydı! Karacaoğlan’ın ruhu dolaşıyordu sanki bu meydanda! Hava kararmaya başlamış, yavaş yavaş el ayak çekilmişti kekik yüklü Toroslar’dan. Müzik ziyafeti içinde kalmıştı Karacaoğlan türkülerinin cömert insanları. Tören sona erince, herkes evlerine çekilmişti. *Ertesi gün, Sarıveliler Yaylası’ndan ayrılmadan çevrimizi gezip dolaşalım da belleğimizde yer etsin bu güzellikler diyelim dedik. Çevreyi gezmeye başladık. Önce Ulu caminin bahçesinde ,korunan Karacaoğlan’ın mezar taşında, Osmanlıca ‘Karacaoğlan’ yazısını bulduk. Taşa yazılmış “Ruhuna Fatiha” yazısındaki uyarıya uyduk, bir Fatiha gönderdik, tüm inancımızın gücüyle Karacaoğlan’ın ruhuna. Daha sonra, bir Yörük çadırına uğramak istedi gönlümüz. Üstü kıl,etrafı taşlarla örülü bir Yörük çadırına girdik. Saçları ince ince örülmüş ,mavi gözlü küçük bir kız çocuğu, saçları sıfıra kesilmiş, esmer torlak bir erkek çocuğu dolaşıyordu ortalıkta. Önce gönüllerini ,sonra da sofralarını açtılar konuklarına. Çadır önünde, beş on koyun, birkaç büyük baş hayvan, bir deve otlanıyordu dere yanında. Taşeli yaylasında yapımı süren göletleri gezdik. Koca koca makinaların yaptığı köprünün yanında, sessizce uzanan bugünkü Karacaoğlan’ın bakımsız Aşk Köprüsü’nün üstünde durduk. Köprünün üstünde geliş –gidişleri canlandırdık ‘Aşkla.’ Uğur getirsin aşklarımıza, sevdalarımıza ve de dostluklarımıza diye. Aşk türkülerinin atıştığı bu köprünün ortasında ,biz de yeniden yaşadık Karacaoğlan’ı. “Karacaoğlan’ın Aşk Köprüsü,” gün yüzüne çıkarılıp tanıtılsın istedik .Kemer yapılı köprünün taşlarının arasına gizlenmiş tertemiz, sımsıcak sevdaların cana yakınlığını görsün istedik herkes. Her yılın Temmuz ayında, âşıkların buluşma yeri olsun “Karacaoğlan’ın Aşk Köprüsü.” Buraya gelen konuklar, Yörüklere özenerek yaşasınlar, hiç olmazsa birkaç günlüğüne...Koyunları, kuzuları seyredip Toroslar’ın kucağında bir gün geçirsinler. Yıldızlarla baş başa kalıp ; huzurlu ,aşk dolu, güzel bir gün yaşasınlar. Bu gelenek olsun aşıklara ve Karacaoğlan dostlarına, Sarıveliler’de. Ayrıca kuzeydeki sit alanını gezip dolaşsınlar ,tarihin zaman tünelinden geçercesine. Bize sorarsanız, memleketimizin bir cennet köşesi daha Sarıveliler ‘de Karacaoğlan gibi sevdalarımzın közünü uyandırmıştık. Hiç unutmayacağımız bu gezimiz sonunda; Türkiyemize, milletimize bir daha sevdalandık, hem de Karacaoğlan gibi kara sevdaca …İçimize sindire sindire. Ayrılık zamanı gelmişti. Yolu koyulunca, belediyenin sunduğu tanıtım cd’si, dergi, kitap ve tadımlık yayla kirazı olan ikram azıklarımızı , çantalarımıza doldurup bağrımıza bastık. Dostlarımızın konukseverliklerine teşekkür edip Karacaoğlan ‘ın sevda yaylasından ayrıldık .Allahaısmarladık dedik. Canı gönülden, yüreklerimizle, Sarıveliler’e. 9 Temmuz 2016 154
13-COVİD 19’ DAN MESAJ VAR! 20 Nisan 2020 *Yörükzâde Hikmet Özdemir “Merhaba İnsanlık! Dolaşırken şöyle Dünyanızda, çok değişik durumlarda yaşayan insanlar gördüm. Farklı manzaralarla karşılaştım. Sanki başkalaşmışlar: 39-40 dereceye çıkmış ateşleri, kesilmeyen kuru öksürük sesleri içinde, bitkin durumda gördüm insanları. Yataklara düşmüş hallerini gördüm. Bu manzara, benim “ marifetlerime” çok benziyor deyip, geldim Dünyanıza. Girdim aranıza. Tüm virüsler, peşinizdeyken şimdi bana yakalandınız. 2020 yılının bir mesajını, vermek istedim insanlara:” “Ey Ademoğlu! Aslında, bizim virüs ailesi, sizi zaman zaman ziyaret etti .Yoklayın biraz hafızanızı: Çiçek, kızamık, verem, kolera, veba, tifo, aids… Benzer adlarla salgın hastalıklar ürettik. Hong Kong gribi, Asya gribi, kuş gribi ve domuz griplerini de tanıdınız. Ben de ortaya çıkınca şaşırdınız. Gördüm ki çabuk unutmuşsunuz bizim gibi virüsleri. ‘Biz, hiç yaşamadık, böyle bir musibeti,’ diye çırpınmaya başladınız. Bu işaretlerin arkasından, bir felaketin geleceğini algılayamadınız. Buna rağmen, ‘Suçüstü yaptı bizi Covid 19. ‘dediniz..” “Siz beni Covid 19 diye bilin.Laf aramızda; 29, 39 … 10009 gibi numaralarda çıkabilirim karşınıza. ‘Daha çoook numaralarım’ var benim. Bence, fark etmez adımın değişikliği. İnsanlara yaptığım hasar önemli. Bütün dünya tıbbı, önce beni tanıyamadı. Şaşırdılar. ‘Çin fırlattı, İsrail patlattı’ deyip birbirinizin üstüne attınız, bu salgın görünüşümü. ‘Covid 19, basit bir Pandemidir, daha önceki gripler gibi salgın bir hastalıktır.’ dediniz. Tutmadı bu dedikleriniz. Küçümsediniz Covid 19’u. Ama doktorlar, TV’lerde adeta yalvardılar: Bulaşıcıdır, tehlikelidir, can alır….!’ Dediler. Sayemde, hepiniz ‘Tıp profesörü’ oldunuz. Ne fayda!” “Sorgulayın kendinizi bir kere. Neden bu durumlara düştünüz? Nelere önem verdiniz, şimdiye kadar:Yeşile mi? Dağlara , ovalara, çiçeklere, kuşlara, kurtlara mı? Yoksa Adalete mi? Kul hakkına mı? Alın terine ,akıl terine mi ?Kardeşliğe mi? Eşitliğe mi? Dinlere mi? Yoksa binlerce peygamberlerin öğütlerine mi? Bir fiske bilim ve irfanı, içinize sindirdiniz mi? Yoksa, Arşimet’i, Sokrat’ı, Anştayn’ı, İbni Sina’yı, Biruni’yi ne kadar tanıdınız ?” “Beş on senede bir savaş çıkartıyorsunuz aranızda. İnsanlık soyunu yok eden Atom Bombası attınız ,Hiroşima’ya. Debdebeli hayatlarınız içinde, altın musluklardan suyunu içenleriniz oldu. Berrak suları da kirletip tükettiniz. Doğanın tertemiz sularına da savaş bombalarınızın 155
zehirlerini akıttınız. Fabrikaların zifir atıklarınız yetmezmiş gibi. Yıllar sonra, ‘Aylan bebeğin’ cansız bedeni, med- cezirle sahilde, gidip geldikçe; içinizin yandığını hatırlayıp da yeterli dersleri aldınız mı? ‘Hep bana, hep bana!’ diyordunuz. Bu tamah, bu hırs neden? “Her canlı ölümü tadacaktır.” Sözünün yankısına kulak tıkadınız. Binlerce sıfır kilometre son model otomobillerinizi; uçakları kalkmayan boş hava alanlarınıza dizip seyretmek zorunda kaldınız.Şimdi ne oldu? Kirlettiğiniz o Dünyanızdan utanacak haliniz kaldı mı ?Ne On Emir’in, ne İncil’in, ne de Kur’an’ın çağrılarına uydunuz. Lût kavminin insanlık dışı sapıklıkları sonunda, helâk olan milletlerin akıbetlerini unuttunuz. ‘ Azrail bile, immün bileti olanlara yaklaşmaktan çekiniyor.’ Diye, alaya aldınız.” Uygarlık adına kemirdiniz yerin altını ,üstünü. Gelelim ekonomilerinize. Biz anlamayız sizin para işlerinizden. İcat ettiğiniz paralarınızdaki resimlerin yanına ;mezarınızı hatırlatan küçücük bir kümbet resmini koymak da gelmedi aklınıza! Hiç olmazsa, paranızdaki bu kümbeti gördükçe, belki ölümü her daim hatırlarsınız da kibirle dolaşmaktan vazgeçerdiniz yeryüzünde. Tükettiniz bolca, atıklarınız oldu çokça. İnsanlara verilen nimetlerin, sonsuza kadar süreceğini zannettiniz. “Yok öyle bir Dünya artık!” Ahiret ise hiç de öyle kolay değil! “Acımasızca, milyonlarca yoksullar yarattınız. Afrika çöllerinin madenlerini, haksızca ve gasbederek taşıdınız ;görkemli masalarınıza, çatal kaşık diye. Bir damla suya hasret dudakları çatlattınız. Bir avuç pirinç için, açlık içinde kıvranan mazlumları, inim inim inlettiniz. “Şu Kudüs kubbesinin altında; tüm insanlar birlik olup oturmayı istemediniz: İsteyen ayin yapsın, isteyen haç çıkarsın, isteyen Kur’an okusun. Barış içinde, kardeşçe. Bunu bile beceremediniz yıllarca. Yazıklar olsun size!?Şimdi, koca koca Katedrallerde ayin yapamıyorsunuz. Rengarenk kubbeli camilerde, cuma namazları kılamadınız. Neden ? İncili yaprak yaprak değiştirdiniz. Şişirdiğiniz balonların içine, sözde Kur’an’dan dualar okuyup; balonları değil, İslâm’ı satmaya kalkanlarınız çıkmadı mı?! ‘Bu virüs salgını, doğanın, insanların başına musallat ettiği bir olay’ dediniz. İster ‘Tanrı’ deyin, ister ‘İlah,’ ister ‘Yaratan,’ isterseniz, ‘Doğa’ deyin; Siz de rahat edin, biz de bilelim Covid olarak yolunuzu ! İnanmayanlara da bir sözümüz yoktur. Bütün bu salgın karşında: ‘Allah’ın insanoğluna bir uyarısıdır.’ demek, bir keresinde bile dilinizden dökülmedi.” “İnsanlığa layık gördüğünüz bu hırs tutkusu, çocuklarınızın boyu kadar yapılan hamburgerlerden başladı. Obezite vücutlarınızın kat kat kıvrımları karşısında; açlıktan inleyen çocuklara, merhamet etmek gelmedi içinizden. Dünyanızdaki obezite insan sayısının; açlıktan ölen Afrikalıların sayısına eşit olması, herhalde tesadüf değil. Eğer siz insanlar, bu ‘israf etme salgınından’ kurtulmazsanız; başınıza, daha nice Kovidli- Kovidsiz salgınlar gelir. Bakın şimdi, buzullar çözülüp kutuplardan, üstünüze doğru yola çıktı, geliyor! Eriyince buzullar, cayır cayır yanacak Dünyanız. Tüm bunların bir cevabı, aranmayacak mı sanıyorsunuz ey insanlık! Bu büyük felaketleri ve salgın hastalıkları yaşadıkça ,pek ders almışa benzemiyorsunuz.” “ Alnınıza tutulan fenerle, ‘merhametsizlik ateşinizin’ bir gün ölçülebileceğini düşünemediniz mi? Damarlarınızda dolaşan Koronavirüs seslerinin; Dünyanızdaki açlıktan ölenlerin çığırışlarından geleceğini anlayamadınız mı? 156
Köşe bucak uzaklaştınız birbirinizden. Daha önce bir selamı, bir gülümsemeyi esirgediğiniz insanlara, yaklaşamaz oldunuz. Refah saltanatınızın çekleri, geri döndü artık!” “Kovidimin ateşleri içinde , cayır cayır yanan o hastalara, sorun bakalım: Yumunca gözlerini, nelerden vazgeçebileceklerini anlatsınlar sizlere. Şimdiye kadar ders almayanlara karşı, yapacağım hasarlarım acımasız olacaktır. Hakkettiniz bu cezaları çünkü. Benim gücümü merak ediyorsanız; Dünyanızdaki ani nüfus eksilmesinden anlarsınız.” “İnsanoğlunun, bazı faydalı hizmetler yaptığına şahit olmuştuk. Söz açılmışken haksızlık etmek istemem sizin yaptıklarınıza. Tekerleğin bulunuşu, yazının icadı ile başlayan yeniliklerle, uygarlığın yolunu açtınız: Mezopotamya uygarlığı, İslam uygarlığı, Batı uygarlığı yarattınız. Ama hepsinde de insanlığı ikinci sıraya koyanlarınız oldu. Varsa yoksa; Babil Kuleniz, Çin Seddiniz, Piramitleriniz, saraylarınız, şatolarınız, cep telefonlarınız…Amerika’nın keşfi, yer çekimi yasası gibi önemli buluşlarınız unutulmaz. Kömürlüden, buharlı lokomotife geçmeniz yetmedi. Doğal Gazı buldunuz en temiz enerji diye. Elektriğe ,bilgisayarlara ve cep telefonlarına kadar yaptığınız buluşlar, tabii ki önemli. Uzaya tırmanmak için uydular fırlattınız. Arkasından Drone’ler , robotlar da icat ettiniz. Kendi rahatınız için bunlara karşı çıkılamaz. Ama öyle yanlışa yönelenleriniz oldu ki ;bu hız içinde, kendinizden geçip yarattığınız ruhsuz, demirden iskeletli ve kablo topağı robotlara benzemeye başladınız. Temiz kanı , kirli kandan ayırmayı bilen yumruğunuz kadar kalbinizden bile, örnek alamadınız. Bu ilahi kimya laboratuarın değerini bildiniz mi? Yaratılış gayenizden uzaklaştınız .İnsanlığınızı yitirdiniz. Evreni, Dünyayı bitirdiniz!”‘Akıleden kalplerle’ vicdanlarınızı birlikte çalıştıramadınız. Günde, en az üç öğün yemek yediniz. Ama ruhunuz aç! Maneviyatınız zayıf, moral değerleriniz sıfır oldu. İçiniz bomboş! Madde ile mana arasındaki hassas dengeyi koruyamadınız. Varsa yoksa, “Hazlarınız , zevkleriniz! ” “Ey insanoğlu! yaptığınız tüm bu yanlışlıkların, mili mikron, Corona 19 varlığım vasıtasıyla sizlere,bir gün hesap sorulacağını aklınıza getiremediniz! “Yüzünüzün maskesi düştü artık, ‘Ey yaratılmışların en şereflisi’ payesini alan insanlar! Ama şimdi korunma maskeleri takın da hiç olmazsa ;sahte yüzlerinizi, maskeleriniz kapatsın. Yeni ürettiğiniz maskelerin yapımında bile, hileye teşebbüs edenleriniz oldu. Bu tür insanların suçunu, iyilikseverler mi kapatacak her zaman. Hâlâ tedbirlerinizi almaz da kurallara uymazsanız, sonunuz ‘ toplu ölümler’ olur. Örnekleri gözünüzün önünde. Sonunda, patır patır dökülürsünüz, güzelim asfalt yollarınıza. Bu durumda, biz virüsler ; tekrar tekrar geliriz aranıza! Hem de tebdil-i kıyafet içinde.” “Dönün şimdi kendinize. Psikolojiniz bozuldu değil mi? Alt üst oldu iç dünyanız. Bir sokak ötedeki torunlarınızı, bağrınıza basamadınız. Anneniz, babanız, kızınız, oğlunuz, burnunuzda tüttü değil mi? Cafe’lerde sohbetleri özlediniz. Özgürlüğünüz elinizden alındı. Sosyal düzeniniz altüst oldu. Yakınlarınızın cenazelerine katılamadınız. ‘Aman bana da bulaşır.’ Diye, gözyaşları içinde, uzaktan seyirci kaldınız. Bu çağın en büyük trajik olayı, insanlık tarihine ;“bu insanlığın soykırım salgını “olarak , not düşecektir. Bunu böyle bilesiniz. “ “Ey Ademoğlu! Bundan böyle; tarıma, ticarete, bilime, emeğe, eğitime, sanata eğilin artık .Yaşlıya, gence, kadına ,erkeğe, çocuğa, fakire ,zengine, inanana, inanmayana, insanlara, tüm 157
canlılara; Adaletli olun! Tüm hayvanların da bir canı olduğunu unutmayın.A ğaçlar, bitkiler, börtü böcekler ,sonra sizden alacaklı çıkmasınlar. Şimdi tersine işlesin zaman: İyiliklere erişmek için biraz aksın kum saati.! Umarım, bir ders olur sizlere, bu Covidli günler. ‘İnsanca yaşayın insanca ölün.’ derim ben size, sözün özü.” “ Öyle tahmin ediyorum ki bu saldırılarımızın da bir çaresini bulacaksınız. Yaratılışınız buna müsait. Maddi, manevi yaralarınızı saracaksınız. Artık krizlere karşı daha hazırlıklı olursunuz umarım.Öyle sanıyorum ki; istediğiniz ilaçları, aşıları bulacaksınız, sonunda esenliğe ulaşacaksınız. “Yaşam biçiminizi değiştirmedikçe, tekrar tekrar gelirim, ben aranıza.Benden uyarması. ‘Bundan böyle, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bu kainatta .‘Yeni normal hayat,’ dediğinize alışın artık. İhtiyacınız olan bir dilekle bitirmek istiyorum mesajımı; ey İnsanlık! Sağlıcakla kalın ,sağlıkla kalın .” 12 Nisan 2020 COVİD 19 *24 Eylül Bolvadin gazetesinin 1 Haziran 2020 tarihinde yayınlandı *İlesam’a gönderildi. İmbik dergisinin 2. Sayısında (Ekim-Kasım sayısı 2020) yayınlandı 158
14-HAVUZ BAŞINDA 23 Mayıs 2020 Cumartesi İlkbaharın serinliklerine sessiz kalan gökyüzü mavilikleri, gönlümüze gülümsüyordu. Yaz mevsimine uzanan esintilerin sıcaklığını hissediyordum, başkent Ankara’da. Kızılay Meydanı Güvenpark Anıtı önündeki havuz başındaydım. Havuz un çevresine, sabitlenmiş mermer koltuklar, dolup dolup boşalıyordu. Kurumuş güvercin dışkılarını , temizlemeye çalışanlara seslenmek istedim. “Boşuna uğraşmayın, çıkmaz. Oturmaya bakın. Sağa sola bakınırsanız, sonunda ayakta kalırsınız. Başkaları tetikte bekliyor, o kirli sandığınız ‘şah koltuğa’ oturmak için.” Ben de içimdeki bu sese uyup, boş bulduğum ,temiz bir mermer koltuğa oturdum. Arkadaki bodur ağacın gölgesinden yayılan ikindi güneşinin , sırtımı okşadığını duydum. Başımı kaldırınca, havuzun ortasında, renk renk fışkıran fiskıyelerin ahengine takibe başladım. Çevredeki görüntülere fazla takılmadım. Üzerimize doğru, koşturup gelen kalabalığa karşı koyamadığım gibi. Kızılay meydanı Güvenpark’ta, en görkemli manzarada yerimi almış, seyri alem ediyordum canlı hayatı. Gökyüzünü bakınca, Dalgacı Mahmut’a maviye boyatan Şair Orhan Veli oluverirsiniz. Oturduğunuz yerden, Ankara’nın semasını, maviliklere sarıp sarmalarsınız . Kendinizi bırakın, bembeyaz bulutlar altındaki, insan selinin arasına. Seyre dalın, gördüklerinizin peşine düşen gözlerinizle. Çocukları, kadınları, erkekleri…Yerlisi, yabancısı…Başınızın üstünde ,kanat çırparak uçuşan güvercinlerin, bir darı peşine düşmüş yarışlarını… Gelene -geçene göz kırpan trafik lambalarını, otomobillerin arasında koşuşturan insanların heyecanlarını...Kendinizden geçercesine bakakalırsınız bu olan bitenlere… Sakın ayağa kalkıp da kaptırmayın “mermer tahtınızı.” Tekrar dönün manzaraya. Yoğun trafiğin yaşandığı meydan yarışında, koşuşturan kalabalıktaki, renkli ayakkabıların hızına yönelen gözleriniz, yorgun düşer. Topuklusu, sporu, makoseni ,çiçeklisi, botu ve minicik zıplayan “Pappaları.” Karışır birbirine hepsi. Daldınız mı bir kere ayakkabı çeşitlerine; aklınıza gelmez giyenlerin kime ait oldukları. Adımlarından anlarsınız, önde giden eteklerin altından çıkan topuklu ayakkabı seslerini. Terlikler, ayakkabılarla karışır hızlandıkça kaldırımda. Erkeklerin pabuçlarını ayırt etmek kolay. En kibarında bile, bir kocaman bir duvarı gibi çıkar karşınıza, görüş alanınızı kaplayıverir. Küçümence pabuçlu çocukların, güvercin yakalama koşuşturmalarını izlersiniz. Çocuklara yaklaşıp -uzaklaşan “Kandırıkçı” güvercinlerin; kanat çırparak kaçışmalarını seyretmek hoşunuza gider. Bu manzarayı izleyen havuz başındakilerin sessiz kahkahalarına katılabilirsiniz. Keyfini çıkarmaya bakın, bu manzaranın. Unutun kendinizi. Gamı kasveti atın!Bugün Ramazan bayramı olduğunu anlayabildiniz mi? Evet ! Hem de en keyiflisinden. 159
Büyük şehirlerde, bayramlar, kim demiş coşkulu geçmiyor diye. Buyursun gelsin otursun şu havuz başına. Seyreylesin geleni geçeni, Bayram mı seyran mı anlarsınız şu güzelim şenlikten. Ufkun misafirliği , tükenmeye başlıyor, Kızılay meydanında. Yaklaşan akşamın kızıllıklara sarmalanıp kaçmak için .Yolun başında ve sonundaki simitçileri saymazsanız; sabit mekan tutanların hikayesi, her sabah aynısı yaşanacaktır. Bakanlıklara sunulacak rula kağıtların yerine, cep telefonlarındaki Google sayfalarını karıştıranlara tanık olabilirsiniz. Süslü bayanların gözlüklerinden sallanan, boncuklu iplerini düzelten parmaklardaki taşlı yüzüklere de gözünüz takılabilir. Bankın üstünde, “ oturma esi” yapmış ince, uzun bacaklara yan yan bakmayın. Bu rahatlamayı seçen işsiz erkeklerin ellerindeki tesbih şakırtısına, kulak kesilebilirsiniz. Bazı banklarda, erkenden yerlerini almış, emeklilerin halini görebilme şansınız de var. İkide bir çay dağıtan seyyar çaycının, çarçabuk yıkayıp ‘temizlediği ‘bardaklara, demli çay doldurduğunu, hayranlıkla seyredersiniz. Yırtık kot pantolonlu üniversiteli gençlerin, önlerinde sallanan gömlek düğmelerine takılmasın gözleriniz. Metroya yetişmek için tekerlekler üzerinde kaydırılan yolcu valizlerinin resmi geçidi , bir süre görüş mesafenizi daraltabilir. Kimsenin ilgisini çekmese de. Dar geçitli kaldırımdan başınızı kaldırınca, karşınızdaki kocaman binalara; emlak levhalarını okumaya başlarsınız. “Devren kiralık,” “Devren satılık.” “Acil satılık!” “Sahibinden Kiralık” “Kiralık!” yazılarını, heceleye heceleye okursunuz. Eskiden doluydu da şimdi mi kapandı bu dükkanlar? Yoksa bu ilanlar sürekli vardı da biz mi görmüyorduk ? Diyebilirsiniz. Bunun faturasını da Koronavirüs’e mi çıkaracaklar. Yel değirmenlerle savaşan Don Kişot misali, savaşılacak kimse yok mu ortalıkta? Soldan sağa, sağından soluna dönün, üçü beşi geçmez, maske takanların sayısı, bu Kovid salgınında. Simitlerin susamlarına talip güvercinler, çoğalmıştı havuzun etrafında. Birden siren sesi duyuldu Kızılay Meydanı’nda. Kalabalık birden dağıldı. Polisler sardı etrafımızı. Kimse kıpırdayamadı oturduğu yerden. Kalkamadan tedirginlik yaşanmaya başlandı havuz başından ve de dar geçitli yaya yoldan. Bir söylenti dolaştı ortalıkta. “Bankta oturan adamın testi pozitifmiş, Koronalıymış bu adam!” diye kıpırdatmadan beklemeye başladı herkes ambulansı. Polislerle birlikte, havuz başı boşalmıştı. Mermer koltuktan oturan bey kardeşimiz, çalınca telefonu, ayağa kalktı. Başladı, yüksek sesle konuşmaya. Kulaklarına dayamış telefonu, habire bağırıyordu daha iyi duymak için. “Oğlum, bağırsana, duyamıyorum seni, burası çok kalabalık, çok gürültü var. Covid, telefondan bulaşmaz korkma! bağırsana biraz!” 160
SON 161
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161