Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Bilim ve Teknik Dergisi 521. Sayı - Nisan

Bilim ve Teknik Dergisi 521. Sayı - Nisan

Published by sedatileri, 2019-10-22 23:53:10

Description: Bilim ve Teknik Dergisi 521. Sayı - Nisan

Search

Read the Text Version

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 Güzel Nazuğum ( Euphydryas orientalis) kırmızı liste kategorisi: EN (tehlikede), Fotoğraf: Onat Başbay Ülkemizde 380 kelebek türü var. Bunlardan 45’i ende- Mezopotamya Çokgözlüsü (Polyommatus dama), “Türkiye Kelebeklerinin Kırmızı Kitabı” adlı eseri, bu çalışma- mik, yani yalnızca ülkemizde yaşıyor. Ancak her 10 Kırmızı liste kategorisi:EN (tehlikede), nın neden ve nasıl yapıldığını birlikte inceleyelim. türden birinin soyu tehlike altında ya da tehlike sını- Fotoğraf: Süleyman Ekşioğlu rına çok yakın. Ülkemizde çok yakın zamana kadar kelebeklerle Kırmızı listeler için ilk olarak ülkemizdeki kelebeklerle ilgili ilgili araştırmalar yok denecek kadar azdı. Yapılan çalışmalar da literatür toplanmış ve Türkiye kelebeklerinin genel durumu or- daha çok taksonomik düzeyde idi ve türlerin nerelerde bulundu- taya konmuş. Kırmızı liste oluşturulurken taksonomi, ekoloji ve ğu ve yeni türlerin keşfedilmesiyle ilgiliydi. Ne kelebeklerin po- tehditler, popülasyon ve koruma durumunu içeren yeni bir ve- pülasyonu ne de soylarının tehlike altında olup olmadığı bilini- ritabanı hazırlanmış. Böylece kelebek verilerinde sanal ortam- yordu. Ancak geçtiğimiz günlerde uzun ve detaylı bir araştırma da güncellemeler, yeni girişler yapılabilmesi ve tüm verilerin bir yapılarak Türkiye’deki soyu tehlike altında olan kelebek türleri arada toplanması sağlanmış. IUCN kriterlerinin doğru bir şekil- ile ilgili genel bilgiler, tehlike altında olma nedenleri ve koruma de uygulanabilirliğinin sağlanması sebebiyle bu kurumdan ge- önerileri içeren kırmızı liste yayımlandı. Kırmızı listeler, soyu len uzmanlar yönetiminde eğitim çalışmaları düzenlenmiş ve tehlike altında olan türlerin korunmasına yönelik envanterler- tür değerlendirilmeleri yapılmaya başlanmış. İlk inceleme so- dir. Kırmızı listeler, Uluslararası Doğa Koru- nucunda, 380 türden sık gözlemlenen ve yaygın dağılım göste- ma Birliği (IUCN) tarafından koordine edili- yor. Listelerin oluşturulmasındaki amaç, tür- ren ve sayılarında azalmaya dair kanıt gösterme- lerin küresel, bölgesel ve ulusal ölçekte tüken- yen türler, düşük riskli (LC) olarak sınıflandırılmış. me hızlarının azaltılması, korunması gereken Türkiye’deki dağılımı dağınık ya da dar olanlar, du- türlerin belirlenerek kayıt altına alınması ve rumu kritik olanlar ve nadir türler ise ilk değerlen- biyolojik çeşitliliğin değişimine ilişkin bir in- dirme listesine alınmış. Ardından bu türlerin yayı- deks oluşturmak. Türkiye’deki kelebeklerin lış alanları ve yaşam alanı büyüklükleri eldeki veri- kırmızı listesiyse 40’a yakın bilim insanı, uzman ve kelebek göz- ler kullanılarak “km2” olarak hesaplanmış. Hesap- lemcisinin aktif desteği ile Erciyes Üniversitesi’nden Yrd. Doç. lamalar yapılırken türün yaşam alanının ulaşılabi- Dr. Evrim Karaçetin ve Doğa Koruma Merkezi’nde doğa ko- lirliği, uygun yaşam alanlarının varlığı, türün fark edilebilirliği, ruma uzmanı olarak çalışan Hilary Welch tarafından hazırlan- türün tanımlanmasındaki zorluk, uçuş zamanı (erken uçan ke- dı ve kitap olarak yayımlandı. İnternet üzerinden de erişilebilen lebekler diğerlerine göre daha az kaydedilir) gibi faktörler de ek- lenerek türlerin yaşam alanı tahmini olarak hesaplanmış. Bun- lardan sonra türlerin değerlendirilmesi aşamasına geçilmiş. De- 51

Türkiye Kelebekleri İçin Kırmızı Liste <<< dedilmiş olan tehditler, hidroelektrik santral plan- ları, madencilik çalışmaları ve türlerin bulunduğu alanların araştırılarak kaydedilebilen tüm insan fa- aliyetlerinin göz önüne alınması. Merhaba Çokgözlü (Polyommatus merhaba), kırmızı liste kategorisi: EN (tehlikede), Fotoğraf: Evrim Karaçetin Değerlendirilen 95 Tür İçin Bir Örnek: Hatay Mavisi Hatay Mavisi (Polyommatus bollandi) türü, kır- mızı listeye ilk olarak “yetersiz verili (DD)” olarak alınmış. Bunun nedeni türün tanımlandığı ve tür hakkındaki tek kaynak olan 1998 tarihli makalede, türün ilk bulunduğu yerin (tip lokalitesinin) belir- siz olması. Bu belirsizlik nedeni ile türün Hatay’ın neresinde olduğu kesin olarak belirlenememiş. Bu nedenle araştırmacılar Hatay’da bulunan deneyim- li kelebek gözlemcisi Ali Atahan ile iletişime geç- miş, ondan da türü aramasına rağmen bulamadığı- nı öğrenmişler. Ali Atahan türün orijinal yaşam ala- nı tanımını, kendisindeki yerel bilgileri ve Google Earth programını kullanarak türün olabileceği yer- lerin koordinatlarını vermiş. Bu koordinatlar Goog- le Earth üzerinde çizildiğinde sözü edilen alan civa- ğerlendirme, tehlike altındaki 95 tür için araştır- rında bir açık maden işletmesi, bir yaban hayatı ge- ma yapma ve tür değerlendirmelerini detaylı şekil- liştirme sahası ve bir radar istasyonu olduğu görül- de yazma biçiminde gerçekleşmiş. Her tür için bilgi- müş. Bu bilgi ile “Önemli Doğa Alanları” kitabın- ler elde edilirken şu basamakların tümü gerçekleşti- daki tehditler birleştirilmiş ve türün tehlike altında rilmiş: Türlerin yaşam alanı, popülasyon büyüklük- olabileceği öngörülmüş. Daha sonra, potansiyel bir lerinin IUCN kriterlerini sağlayıp tehdit olan madenciliğin araştırıl- sağlamadığı, türlerin karşı karşı- ması amacıyla, maden mühendi- “Türkiye Kelebeklerin ya olduğu tehditler ve bu tehdit- Ekosistemler için çok hassas si ve deneyimli bir kelebek göz- Kırmızı Kitabı”na lerin türleri, türleri ne düzeyde et- bir tür olan kelebekleri lemcisi olan Onat Başbay ile ile- İnternet üzerinden erişilebiliyor kilediği, türlerin Türkiye’ye kom- korumak, biyolojik izleme tişime geçilmiş. Başbay, bölgede- şu ülkelerdeki durumları (bu ül- ki madencilik çalışmaları ve kele- http://www.dkm.org.tr/tr/ keden uzmanların yardımlarıyla), yapmak ekosistemlerdeki en beğin yaşam alanı üzerindeki olası kirmizi_liste_tr.html tüm bu faktörler göz önüne alına- küçük değişiklikleri izlemek etkileri konusunda öngörüde bu- rak son değerlendirmelerin yapı- açısından da önemlidir. lunmuş. Bu aşamada, türü tanım- lıp yazılması, uzmanlara gönderi- layan ve şu ana kadar gözlemle- lerek düzeltilmesi. Tehditler belirlenirkense şu yön- miş tek kişi olan Dominique Dumont (Belçika) ile temler kullanılmış: uzmanlar tarafından ya da tü- bağlantıya geçilerek, hem tam kayıt noktası hem rün bulunduğu alanlarda başkaları tarafından kay- de hangi tehditlerin türü etkilediği ortaya çıkmış. Tüm bu çalışmaların sonucunda Dünya’da sadece Hatay’da kaydedilmiş olan Hatay Mavisi’nin kritik Kafkasya Azameti (Colias caucasica), kırmızı liste kategorisi: düzeyde tehlike altında olduğu ortaya çıkmış. Ha- EN (tehlikede), Fotoğraf: Ahmet Baytaş tay Mavisi’nin değerlendirilmesi gibi diğer 94 tür de benzer biçimde değerlendirildi. Burada araştırmacı- lar dışında uzmanlar ve gözlemcilerin de süreçte rol alması önemlidir. KKDaaoryğanaçaeKktoinr,uEm.,aWMeelcrhk,eHzi,.,ŞTuübraktiy2e0’d1e1k.i Kelebeklerin Kırmızı Kitabı, 52

Latif Kurt Küresel Isınma ve İklim Değişikliğinin Türkiye’nin Bitki Çeşitliliği Üzerine Etkileri Fosil yakıtların kullanımındaki artış, sera gazlarının salınımı gibi etkenler sonucu iklim tiplerinde değişiklik, deniz seviyesinde yükselme, buzulların erimesi gibi küresel ölçekli çevre sorunları ortaya çıkmış ve Dünya’da yaşamı tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Atmosferin Dünya yüzeyine yakın kısımlarında, ortalama Dünya sıcaklığının doğal olarak ya da insan etkisiyle artması yani küresel ısınma ve buna bağlı olarak ortaya çıkan iklim değişikliği küresel bir yok oluş süreci olarak değerlendirilebilir. Küresel ısınma ve iklim değişikliği süreci ve bu sürecin Türkiye’nin biyolojik çeşitliliği üzerine etkilerini gözden geçirdiğimizde karşımıza çıkan sonuç Türkiye’nin bu süreçten en çok etkilenen ülkelerin başında yer aldığını gösteriyor. 54

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 F arklı araştırma grupları tarafın- buharlaşmayı tetikleyeceği ve böylece ku- dan gerçekleştirilen ve önümüz- zeydoğu bölgesi hariç tüm Türkiye’de ku- deki 70 ila 100 yıllık dönemi ön- raklığın artacağı öngörülüyor. Yine bu ik- gören Türkiye iklim öngörü modellerine lim modellerine göre, gelecekteki bitki göre, Akdeniz’in kıyı kesimleri, iç kesim- örtüsü ile şimdiki durum karşılaştırıldı- ler ve aşağı Fırat havzasında yağışın şim- ğında, kuzeydeki kıyı alanlarında yaprak dikinden % 29,6 daha az olacağı öngörü- döken geniş yapraklı ormanlardan her lüyor. Bunun aksine, Karadeniz kıyısında dem yeşil iğne yapraklı ormanlara doğ- yağışta % 22’ye ulaşan oranda artış öngö- ru bir dönüşüm yaşanacağı öngörülü- rülüyor. Yurdumuzun farklı bölgelerin- yor. Karışık orman örtüsü, gelecekte Do- de, 2,8-5,5°C’lik sıcaklık artışı olabilece- ğu Anadolu’nun iç kısımlarına ve yurdun ği tahmin ediliyor. Sıcaklıktaki bu artışın kuzeybatısına yayılabilecek. 55

Küresel Isınma ve İklim Değişikliğinin Türkiye’nin Biyolojik Çeşitliliği Üzerine Etkileri Yaşamın vazgeçilmez unsurlarından biri olan su çıkan “su baskısı” ulusal ve bölgesel düzeyde artacak- kaynakları da küresel ısınmadan olumsuz etkileni- tır. Bunun en önemli göstergelerinden ilki Seyfe gö- yor. Su, Türkiye’nin de içinde bulunduğu kuşakta ya- lü, Akşehir gölü gibi sulak alanların yok olmaya yüz şamı sınırlayan ve gelecekte uğruna savaşların ya- tutmuş olması, ikincisi Konya kapalı havzasında ye- şanabileceği stratejik bir meta haline geliyor. Küre- raltı su seviyesinin ikinci ürün ve yanlış sulama (yağ- sel yıllık yağış ortalaması 1000 mm/m2 iken, bu oran murlama ve vahşi sulama) nedeniyle düşmesidir. yurdumuzda 643 mm/m2. Bununla birlikte bu yağı- şın alansal dağılımı da homojen değil. Gerek sıcaklık artışı sonucu terlemenin ve buharlaşmanın (evapot- ranspirasyonun) artması, gerekse yağışlardaki azal- ma ve yağış rejimindeki değişiklikler iç ve güney ke- simlerde kuraklık riskini artırıyor. Kuraklığın doğal ekosistemler üzerindeki olumsuz etkilerinin sosyal ve ekonomik yansımaları olması kaçınılmaz. Ulusal büyümede yavaşlama, finansal kaynak bulmada zor- luk, kredi riskinin artması, yeni ve ek su kaynakları- nın pahalılaşması, üretimdeki düşüşe bağlı işsizliğin artması ve vergi gelirinde kayıplar otaya çıkacaktır. Bu durum sonucunda kıtlık, yoksulluk, yaşam kali- tesinin düşmesi, iç göç ve sosyal huzursuzluk meyda- na gelmesi olasıdır. Beklenen bir başka etki karla kaplı alanların azal- masıdır. Kaçkar, Süphan, Nemrut gibi yüksek dağ zirvelerindeki daimi kar örtüsü tamamen ortadan kalkacaktır. Bu kar örtüsü, suyun depolanmış olarak durması olarak düşünülürse durumun önemi daha iyi anlaşılır. Mevcut su kaynaklarının gereksinim du- yulan su miktarını karşılayamaması nedeniyle ortaya 56

<<< Bilim ve Teknik Nisan 2011 Ormansızlaşma, küresel ısınmaya yol açan sera erozyonu yüzünden büyük bir göç yaşanmıştır. Yö- Prof. Dr. Latif Kurt gazı emisyonunun yaklaşık % 20’sinden sorumlu tu- redeki kum fırtınaları ve hareketli kumullar çölleş- 1966 Ankara, Kalecik tuluyor. Tarım alanlarının korunması pek çok ülke- meye karşı hassasiyetin bir göstergesidir. Nitekim doğumludur. İlk, orta ve de, ulusal güvenlik kaygılarından biri haline gelmiş- Türkiye’de küresel ısınmanın yanı sıra şehirleşme, lise öğrenimini Ankara’da tir. Tarım alanlarının kötü kullanımı, su yönetim ek- yanlış arazi kullanımı ve doğal ekosistemler üzerin- tamamladı. Ankara siklerine bağlı su baskınları, tuzlanma, çoraklaşma, deki baskılar son 20 yıl içinde ülkemizde 13 bitki tü- Üniversitesi Fen Fakültesi aşırı pestisit ve gübre kullanımına bağlı kirlenme rünün yok olmasına neden olmuştur. Biyoloji Bölümü’nden bunların başında geliyor. Suyun tarımdaki vazgeçil- 1988’de mezun oldu. mez önemi nedeniyle, temiz su sıkıntısı pek çok böl- Küresel ısınmanın ve ekosistemler üzerinde- Bitki sistematiği ve bitki gede tarımsal üretimin karşısındaki en büyük kay- ki diğer baskıların devam etmesi durumunda önü- ekolojisi konularında nak kısıtlaması haline gelmiştir. Gerçekten de ülke- müzdeki 10-20 yıl içerisinde 1500’e yakın bitki tü- yüksek lisans ve doktora mizin bazı önemli hububat üretim merkezlerinde, rünün yok olacağını söylemek kehanette bulunmak çalışmaları yaptı. ürün kayıplarının % 40- 50 oranına ulaştığı biliniyor. sayılmaz. Bitki yapısının değişmesi hayvanları da Yurtdışı ve yurtiçinde etkileyecektir. Özellikle otçul türler besin bulabil- yayımlanmış 50 Küresel ısınmayla birlikte Dünya’daki yaşam ku- mek için kuzeye doğru göç edip uygun habitat ara- civarındaki eseri arasında şaklarının (biyom) kuzeye kayacak olması (150-500 yışı içine girecektir. Kuşlar göçlerini yeniden düzen- 6 adet de kitabı var. Halen km) yurdumuzun küresel ısınma sürecinde en risk- lemek zorunda kalacaktır. Bitkiler vejetasyon döne- Ankara Üniversitesi Fen li bölgelerden biri olduğu anlamına geliyor. Bilindi- mine erken gireceğinden kuşlar da göçlerini ona gö- Fakültesi Biyoloji Bölümü ği gibi yurdumuzun güneyinde bir çöl kuşağı yer alı- re ayarlamak zorunda kalacaktır. Ekoloji ve Çevre Biyolojisi yor. Önümüzdeki 50 yıl içerisinde bu kuşağın ku- Ana Bilim Dalı’nda görev zeye ilerlemesiyle başta Orta, Güney ve Güneydo- yapmaktadır. ğu Anadolu olmak üzere çölleşme büyük bir tehli- ke olarak görünüyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu Fotoğraflar: Prof. Dr. Latif Kurt coğrafi konum, iklim, topografya ve toprak şartları, ülkemizin çölleşme ve kuraklığa karşı hassasiyetini BKualyloncakk,lMar. A., Grinspoon, D.H., “The Recent Türkeş, M., Küresel İklim Değişikliği: Başlıca artırıyor. Bu hassasiyetin en önemli göstergesi 50 yıl Evolution of Climate on wVeanrmusi”n, IgcaHraursm,15fu0l:1to9-h3e7a,l2th0?0”0, . Nedenleri, Gözlenen ve Öngörülen Değişiklikler ve önce Konya Karapınar’da yaşanan çölleşmedir. Kon- Epstein, P. R., “Is Global Etkileri Global Climate Change: Principal Causes, ya Karapınar’da bitki örtüsünün aşırı otlatmaya bağ- SKciiteonht,ifAic.,AFmuteurriceaCn,lism. 5a0te-5P7r.o, Ajecğtuiostnoss,a2ro0u00n.d Turkey Observed and Predicted Changes and Their Impacts). lı olarak tahrip olması sonucu ortaya çıkan rüzgâr by Global Climate Models, TÜBİTAK, ICCAP Pub. Çağrılı Bildiri (Invited Paper), İçinde: Uluslararası No 10 (ISBN 4-902325-09-8), Kyoto, Japonya, s. 39- Katılımlı 1. Meteoroloji Sempozyumu Bildiri Kitabı, 42, 2004. 27-28 Mayıs 2010, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Yatagai, A., Development of a daily grid precipitation Müdürlüğü, 9-38, Ankara, 2010. data in the East Mediterranean, TÜBİTAK, ICCAP Türkeş, M., Trends and fluctuations in annual and Pub.No 10 (ISBN 4-902325-09-8), Kyoto, Japonya, s. seasonal rainfall data in Turkey. In Climate Variability 33-38, 2007. and Climate Change Vulnerability and Adaptation, Proceedings of the Regional Workshop, Prag, 11-15 Eylül 1995, s. 114-126, 1996. 57

Okan Ürker* Semra Yalçın* *Doğa Koruma Biyoloğu, Doğa Koruma Merkezi. Sığla OrmanıKöyceğiz’deBiterseDünya’dadaBiter Dünya’da sadece Köyceğiz Gölü çevresinde orman oluşturabilen Anadolu sığla ağacı toplulukları tarım ve turizm faaliyetlerinin baskısı ile yıllardır parçalanıyor. Elimizde kalan son parçalar da yok olduğunda Anadolu’nun bu eşsiz mirasını sonsuza dek kaybetmiş olacağız. Doğa Koruma Merkezi, sığla ormanlarının devamlılığı için koruma biyolojisi ilkeleri ve peyzaj ekolojisi temel yaklaşımı ile bir koruma stratejisi öneriyor: Köyceğiz halkının ve idarecilerinin katılımı ile uygulamalar yapıyor, sığla ormanlarının Köyceğiz’in temel değerlerinden biri olması ve korunması için çalışıyor. Sığla ağacı Anadolu’nun en eski yerleşik- Sığla ağacından çıkarılan “sığla yağı” yıllar boyun- leri arasında sayılıyor. Üçüncü Tersiyer ca yöre insanının gelir kaynağı olmuş. Kimya sanayi- Dönem’den beri, yani 65 milyon yıldır Ana- sinde sabitleyici olarak kullanılan sığla yağının kay- dolu sığla ağacı (Liquidambar orientalis Miller) nağı olan ağaç ekonomik açıdan yüksek değeri oldu- topraklarımızda boy veriyor. Doğu Akdeniz kö- ğu için işleyenlerce özenle korunmuş. Ağacın balsamı kenli bir tür olan bu ağaç, Türkiye’nin güneyba- alınmış kabukları bugün yörede hâlâ “buhur” adıy- tı bölümünde yayılış gösteriyor ve dünyada başka la tütsü olarak yakılıyor. Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın hiçbir yerde bulunmuyor. “aşk iksiri” ve parfüm olarak kullandığı sığla yağı, Hippokrates döneminden beri de şifalı sayılıyor. Es- Sığlalar bugün Çine Çayı, Datça, Köyceğiz, Fet- ki Mısırlıların sığla yağını mumyalama işlemi sırasın- hiye arasındaki alanda dağılım gösteriyor. Dere da kullandıkları da biliniyor. Fenike gemi batıkların- boylarında ve taban suyu yüksek alanlarda grup da yapılan kazılarda bulunan, içi sığla yağı dolu amfo- halinde veya tek tek görülen bu ağaç türünün or- ralar bir zamanlar bu değerli ürünün Akdeniz ticare- man olabildiği tek yer Köyceğiz Gölü çevresi. tinde ne kadar önemli yer tuttuğunu kanıtlıyor. 58 Uğur Zeydanlı

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 Habitat parçalanmasının şematik gösterimi Uğur Zeydanlı Bir zamanlar yılda 20 tona yakın sığla yağı üre- İşte bütün bu nedenlerle, “günlük ormanları” Koridor Metodu ile tilen ülkemizde sığla ormanlarının ne yazık ki hız- olarak da bilinen sığla ormanlarının dağılım ala- Ağaçlardan Yamalar: la tahrip olması nedeniyle bu rakam yılda 1 tona nı 1940’larda 7000 hektar iken 1980 yılında yapı- Orman ekosistemlerinin kadar düştü. Yağa yönelik yurt içinden ve dışından lan Orman Envanteri’ne göre 1332 hektara kadar parçalanması doğal gelen yoğun talep artık karşılanamıyor. Öte yandan gerilemiştir. Günümüzde ise ancak yaklaşık 700- kaynakların yok olmasını 2000’li yıllardan itibaren parfümeri sanayisi sabit- 800 hektarlık bir alan kalmıştır. Sığla ormanları, si- hızlandıran en önemli leyici ihtiyacını sentetik maddelerden karşılamaya zin bu yazıyı okuduğunuz anda bile yok olmaya de- nedenlerden biridir. başladığı için sığla üretimi daha da azaldı. vam ediyor! Ormanların küçük parçalara ayrılması ormanların Sığla ormanları taban suyu yüksek, verimli top- iç alanlarının ve habitat raklarda boy attığı için her dönem tarımsal üreti- kalitesinin azalmasına, min baskısı altında kalmış. 1900’lü yılların başla- kenar habitatların rında pamuk, susam ve mısır üretiminin, 1970’le- artmasına neden olur. rin sonlarından itibaren de narenciye bahçelerinin Bunun ekosistem üstünde genişlemesi sığla ormanlarını tahrip etmiş. Gü- pek çok olumsuz etkisi vardır. nümüzde bu yok oluş halen sürüyor ve elde kalan En önemli iki nokta şudur: alanlar da kontrolsüz sığla yağı üretiminin tahriba- İç alanlar küçüldüğü için tı altında ayakta kalmaya çalışıyor. burada yaşayan türler ve popülasyonları azalır, Son kırk yıldır sığla ormanlarının parça parça bu nedenle hayatta kalma tarımsal alanlara dönüşmesinin yanı sıra orman başarıları düşer. alanları yakınlarındaki yerleşimler ve turistik işlet- Daha fazla kenarı olan meler de yeni tehditler olarak beliriyor. Drenaj, ku- orman yangın, raklık ve su rejiminin bozulması gibi nedenler sığ- böcek istilası benzeri la yetişme bölgelerinde tuzlanmaya, taban suyu se- dış etkilere daha açık olur. viyesinin düşmesine ve ormanların yok olmasına yol açıyor. SığlalarınTürkiye dağılımını gösteren harita. Sığla alanlarının kolay okunabilmesi için alanların sınırları belirginleştirilmiştir. 59

Köyceğiz’de Biterse Dünyada da Biter: Sığla Ormanı Köyceğiz-Dalyan Özel Çevre Ormanlarda yaşanan parçalanma, karasal biyo- Bu doğrultuda, sığla ağacının Köyceğiz-Dal- Koruma Bölgesi sınırlarında çeşitliliğin azalmasında birincil sebep olarak kabul yan Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde oluşturdu- sığla ormanının potansiyel edilmektedir. Arazi açımı gibi insan kullanımıyla ğu orman parçaları ile ilgili peyzaj analizi ve ko- dağılımı ile mevcut ya da orman dışı bitki türlerin istilası gibi doğal se- ridor oluşturulabilecek alanlar ile ilgili değerlen- dağılımının karşılaştırılması beplerle, orman alanları küçük parçalara ayrılır. dirme çalışması yapıldı. Çalışmada Özel Çevre Ko- Bu haritanın üretilebilmesi için ruma Kurumu Başkanlığı’ndan temin edilen CBS bir yayılış modellemesi çalışması Parçalanmış ve bağlantısı kopmuş sığla ormanı katmanları kullanıldı. Köyceğiz-Dalyan Özel Çev- yapıldı: parçaları kısa sürede yok olmaktadır. Ayrıca ada bi- re Koruma Bölgesi’nde bulunan ve toplamda yak- Sığla ormanlarının potansiyel yocoğrafyası ve peyzaj ekolojisi ilkelerine göre her- laşık 770 hektar alanı kaplayan sığla orman parça- yayılışı, tür dağılım modellemesi ve hangi bir tehdit olmasa bile, bağlantısı kopmuş par- ları birbirine yakınlığına göre 18 bölgeye ayrıldı. coğrafi bilgi sistemleri çaların ekolojik ve genetik yapısı da hızla bozulmak- analizleri kullanılarak hazırlandı. tadır ve uzun vadede yok olmaları kaçınılmazdır. Peyzaj analizinde kullanılan alansal veriler GU- Tür dağılım modellemesi, IDOS-Versiyon 1.3 (Graphical User Interface for türün gerçek yayılışında Orman koridorları, orman parçaları arasında bü- the Description of Image Objects and their Sha- gözlenen çevresel değişkenleri tünlüğü sağlayan ve orman dokusundaki ağaçlardan pes) programı kullanılarak üretildi. ve bu değişkenler arasındaki oluşan bağlantılardır. Biyolojik koridorlar orman ilişkileri referans alarak, belli bir parçaları arasındaki yapıyı tekrar güçlendirir. Kori- Sığlaların koruma stratejisi, bu peyzaj analizi algoritmayla belli bir alanda dorlar ile birleştirilen orman parçaları arasında ge- üzerine kuruldu. Projede geliştirilen stratejiye gö- türün yayılışıyla ilgili olasılık netik çeşitlilik korunmuş, bu yolla türlerin yaşama re ana orman parçaları arasındaki koridorların ko- fonksiyonu oluşturur. kapasiteleri ve sürdürülebilirlikleri artırılmış olur. runması ve güçlendirilmesi, kaybolmuş koridorla- Kullanılan çevresel değişkenler Orman, koridorlar boyunca yeniden gelişme fırsa- türün yaşamasını kısıtlayıcı tı bulur. Morfolojik Uzamsal Motif Analizi/ ya da etkileyici faktörlerdir. GUIDOS (MUZMA); Sığla ormanları yayılış modelinde maksimum entropi model Matematiksel morfoloji kavramlarına dayanan, yaklaşımı (MaxEnt) kullanılmıştır. arazi sınıfları arasındaki mekânsal ilişkileri Bu modelde sığlalar için önemli oluşturarak merkezleri ve bağlantıları bir tek olan iki çevresel değişken, arazi örtüsü haritasında tanımlar. MUZMA yeryüzeyinin su bulundurma ve merkez (çekirdek alan) ve bağlantıları (koridor) alüvyon biriktirme kapasitesi tanımlamak için bir dizi görüntü işleme kullanılmıştır. Model sonucunda programı kullanır. Programa verilen girdi elde edilen olasılık yüzeyi, verisi ile mekânsal ilişkiler sınıflandırılır. yine model sonucuna bağlı olarak Girdi verisinde bulunan her orman alan pikseli, bulunan belli bir eşik değerinden sadece bir geometrik sınıfla temsil edilmiştir. kesilmiş ve potansiyel yayılış MUZMA 7 sınıf (geometrik motif ) tanımlar. elde edilmiştir. Sığla ormanlarının potansiyel yayılışı, eğer sığlalar Bunlar: üzerinde insan baskısı olmasa 1. Yok alma tehdidi yüksek olan alanlar: ne kadar alanın sığlalar için İç ve dış kenara, koridora ve iç koridora elverişli olduğunu göstermektedir. tek taraflı bağlantısı olan orman bölgeleri 2. Çekirdek alan: İç-ana orman alanları Sığlalar İçin Yeni Umut Doğuyor 3. Koridor: Birden fazla çekirdek alanı birleştiren orman alanları Doğa Koruma Merkezi’nin 2009’dan bu yana Or- 4. İç koridor: Aynı çekirdek alanı man Genel Müdürlüğü Özel Çevre Koruma Kuru- birleştiren orman alanları mu Başkanlığı ve Köyceğiz Belediyesi ortaklığında 5. Dış kenar: Ormanların dış kenarlar uzunluğu sürdürdüğü “Sığlalar Geri Dönüyor Projesi” bu na- 6. İç kenar: Orman iç kenar uzunluğu dir ve yok olan ormanlar için bir umut ışığı yakıyor. 7. Adacık: Çekirdek alan olamayacak kadar küçük, diğer sınıflara bağlantısı Projenin ilk yılında, Köyceğiz Özel Çevre Koru- olmayan ormanlar ma Bölgesi sınırlarında yayılan sığla orman parça- ları arasındaki bağlantıları güçlendirmek ve kop- muş parçalar arasında koridorlar oluşturmak he- deflendi. 60

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 Sığla dikim şenliğinden bir görünüm Uğur Zeydanlı Uğur Zeydanlı rın tekrar kurulması, hem yok oluş sürecini durdu- “Hayata Artı” Gençlik Programı kapsamında racak hem de geri kazanım için yeni bir süreç baş- Doğa Koruma Merkezi tarafından yürütülen “Sığla latacaktır. Ormanları Geri Dönüyor” projesinin ikinci yılında yöre halkının da katılımını sağlayan bir uygulama Proje çalışmaları sonucunda sığla ormanlarının çalışması yapılıyor. Geçmişte yöre halkının temel korunması için bütüncül bir yaklaşım ortaya ko- geçim kaynaklarından biri olan fakat günümüzde nurken diğer yandan da koruma biyolojisi bilimi- bu özelliğini kaybeden sığla ormanının tekrar top- nin temel unsurlarından biri olan peyzaj ekolojisi- lumsal bir değer haline getirilmesi amacıyla yapıla- nin uygulanması ile ilgili bir örnek çalışma yapıldı. cak olan katılım etkinlikleriyle, yöre halkına proje- Bu yaklaşımın diğer ağaçlandırma çalışmalarında nin tanıtılması ve sığla ormanları hakkında halkın da kullanılması mümkün. Doğa Koruma Merkezi ve Orman Genel Müdürlüğü bu doğrultuda Türki- Birol Üzmez Sığla yağı üretimi için ağacın ye ormanlarının parçalılık analizini yapmak üzere gövdesini düzenli aralıklarla yeni bir çalışmaya da başladı. ve belli bir teknikle yaralamak gerekiyor. (Yanda) Köyceğizliler Sığla Ormanlarına Sığla yağı üretiminde Yeniden Sahip Çıkıyor kullanılan ve su gücüyle çalışan geleneksel pres.Yöre Doğa koruma çalışmalarında, bölgedeki doğal halkının deyişiyle günlük kaynakları kullanan yöre halkı ile bu kaynakları düveni. (Alt solda) yöneten, yönlendiren tüm ilgi gruplarının sürece Yöre halkının“kaşık”dediği aktif katılımıyla tecrübelerini ve taleplerini aktar- bu demir kepçe sığla ağacı maları büyük önem taşıyor. kabuğunun çizilmesinde ve toplanmasında kullanılıyor. Sığla ağacına yönelik bölgede bugüne kadar ya- (Alt sağda) pılan çalışmalar daha çok Özel Çevre Koruma Ku- rumu Başkanlığı tarafından finanse ve koordine Birol Üzmez edilen altyapı ve eğitim projeleri. Bunun yanı sı- ra bölgede uzun yıllardır Köyceğiz Orman İşlet- me Müdürlüğü tarafından düzenli olarak yapılan sığla fidanı üretim, dikim ve kontrol çalışmaları da büyük önem taşıyor. Sığla (günlük) ormanlarının korunmasında yöre halkının katılımını sağlayabil- mek için sığlanın yörenin sembolü olarak görülüp benimsenmesi gerekiyor. 61

Köyceğiz’de Biterse Dünyada da Biter: Sığla Ormanı Sığla ağacı Anadolu’nun en eski yerleşikleri arasında sayılıyor. Üçüncü Tersiyer Dönem’den beri, yani 65 milyon yıldır Anadolu sığla ağacı (Liquidambar orientalis Miller) topraklarımızda boy veriyor. Doğu Akdeniz kökenli bir tür olan bu ağaç, Türkiye’nin güneybatı bölümünde yayılış gösteriyor ve dünyada başka hiçbir yerde bulunmuyor. Sığla yaprağı ve meyvesi (Üstte) Uygun su seviyesi ve verimli tarım toprağı içerdiği için sığla ormanları tarım arazilerine dönüştürülüyor. (Altta) Sığla ormanı içerisinden bir görünüm (Sağda) Fotoğraflar: Uğur Zeydanlı 62

<<< Bilim ve Teknik Nisan 2011 Drenaj kanalı açmak suretiyle taban suyu seviyesi düşürülen sığla ormanları zaman içinde yok oluyor. Uğur Zeydanlı görüş ve yaklaşımlarının anlaşılması hedefleniyor. dan Türkiye’ye gelen gençler, sığla (günlük) ağaç- Bu etkinliklerle yöre halkının projenin bir parça- larını yerinde incelemek ve sığlayı tüm dünya- sı haline gelmesine, korumaya yönelik ilgi ve istek- ya tanıtmak üzere Doğa Koruma Merkezi tarafın- lerinin artırılmasına ve sığla ağacının Köyceğiz’in dan Köyceğiz’de bir araya getirildi. Köyceğiz ilçe- sembolü haline getirilmesine çalışılıyor. sine ana girişi sağlayan kavşakta, 29 Kasım-5 Ara- lık 2010 tarihlerinde “Köyceğiz ve Sığla Ağacı” te- Proje kapsamında ilk olarak 6 Nisan 2010’da malı duvar boyama çalışması yöre gençleriyle bir- yöre halkı ile birlikte Sığla Fidanı Dikim Şenli- likte tamamlandı. ği yapıldı. 6-8 Ağustos 2010’da 5. Dünya Gençlik Kongresi kapsamında dünyanın farklı noktaların- Son olarak yakın zamanda “21 Mart Dünya Or- mancılık Haftası” kapsamında 21-22 Mart 2011 tarihlerinde Köyceğiz’de bulunan okulların bah- “5. Dünya Gençlik Kongresi” çesinde “Çocuklara da Sığla Bahçesi” isimli sığla kapsamında sığla ormanı temizliği. ağaçlandırma etkinliği öğrencilerle birlikte gerçek- (Sol üstte) leştirildi. Yöre gençleriyle birlikte yapılmış olan “Köyceğiz’de sığla ormanı”temalı Projenin hedeflerinden biri de sığla ormanının kavşak boyama çalışması. doğa turizmi potansiyelini değerlendirerek Köyce- (Sol altta) ğiz ve çevresinde doğa turizmini canlandırmak. Bu Alp Giray hedef doğrultusunda Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı ile birlikte Sığla Eko-Turizm Planı hazır- lanıyor ve sığla ormanı içinde doğaya uyumlu yürü- yüş yolları oluşturmak üzere çalışmalar yürütülüyor. Bu çalışmaları yaygınlaştırmak üzere proje kapsa- mında gerçekleştirilecek etkinliklerden biri de, sığla ormanının önemini ve eko-turizm potansiyelini ulu- sal düzeyde tanıtmayı sağlayacak Sığla Festivali. Fes- tival Eylül’de Köyceğiz’de düzenlenecek. KFoarymnaank,laRr. T. T. ve Collinge, S. K., “The spatial solution Guidos: http://forest.jrc.ec.europa.eu/download/ to conserving biodiversity in landscapes and regions”, ÖBMsoizofaktgcwaeAohargrrtraeham/upgrhau,nyRid,,.PİoH.r,si“.nAvcneeatWodnoillsUuonsnıi,ğvElear.saOiğt.ya, cTPıhryeeosTks,ho1el9ou6ryy7o.or”f,Island CEdo.nRse.rMva.tDioneGorfaFaafuvneaRl D. Ii.vMerislilteyr,inChFoapremsteadnL&anHdaslcl,apes, Bilim ve Teknik, Cilt 17, Sayı 194, s. 16-19, 1984. Okan Ürker s. 537-568, 1995. Forman, R. T. T. ve Godron, M., Landscape Ecology, John Wiley, 1986. 63

Handan Yavuz Adil Denizli BKiaynokLiimfleyrainsıin Kırmızı kan hücreleri fibrin Örümcek ipeği çok sert, bir o kadar hafif, olağanüstü bir malzeme. ipliklerinden oluşan Ayrıca esneklikte de üstüne yok gibi. Ama esneklik anlamında ona rakip olacak hatta onu bir ağa yakalanmış böylece geride bırakacak bir başka malzeme daha var. İnsanda kan pıhtısını oluşturan lifler. kan kaybı oluşmamış. Bu liflerin örümcek ağından daha esnek olduğunun saptanması, pıhtının yaraları nasıl sıkıca sardığını ve kan damarlarındaki basınca nasıl dayandığını anlamamızı sağladı. Bu bilgi aynı zamanda kişinin kalbinden ya da beyninden, kan akışını engelleyerek kalp krizi ya da felce neden olan pıhtının uzaklaştırılmasında doktorların neden zorlandığını da anlamamızı sağlıyor. Eliniz kanadığında yaranın üzerine uyguladığınız ufak bir baskılamayla durdurduğunuzu sandığınız kanınıza bu frenlemeyi sağlayanlar ve sonrasında bu pıhtıyı yok eden şey aslında pek çok faktörü içeren bir dizi biyokimyasal süreç. Bu faktörler ve süreçlerden biri işlev görmezse, sıradan bir sıyrıkla oluşan kanamayı durduracak lifler oluşamayacağından kan kaybından yaşama veda etmemiz, pıhtılaşmayı ortadan kaldırıp kandaki dengeyi sağlayan sistemde bir sorun olduğunda da damar tıkanıklığıyla yaşamımızın riske girmesi an meselesi olabilir. 64

Doğal olarak oluşan bütün lifler arasında kan >>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 pıhtısı lifleri kopmadan en çok uzayabilen Bu iki faktörle birlikte kan plazmasındaki pıhtı- lif. Aslında bu çok anlamlı bir bulgu, çün- laşma tepkimelerinde 15 kadar pıhtılaşma faktörü Bulgularını Science dergisinde kü daha önce kan pıhtısı liflerinin esneyebildiği ancak rol alıyor. Bu faktörlerin tümü protein: Bazıları pro- yayımlayan Wake Forest kolaylıkla koptuğu düşünülmekteydi. Oysa vücuttan zim yani aktif olmayan haldeki önenzim olarak, ba- Üniversitesi araştırmacılarına kan kaybını durdurmak gibi önemli bir işlevi yerine zıları kofaktör (enzimin protein olmayan inorganik göre kan pıhtısının yapısında getirebilmek için pıhtının yapısı hem güçlü hem de iyon kısmı) olarak bulunuyor. Faktörler normalde yer alan bu küçük fiberler esnek olmalı. Nitekim öyle de: Çapı yaklaşık 100 na- kanda aktif olmayan öncülleri halinde dolaşır. Her olağanüstü esneklik nometre yani insan saç telinden yaklaşık 1000 kat da- bir öncül, bir önceki aktivasyon tepkimesinin aktif- göstermekte. Eski haline ha ince, ama çok da güçlü. Önceleri bilim insanları leşmiş faktörüyle aktif formuna dönüştürüldükten dönme yeteneklerini çok küçük oldukları için kan pıhtısını oluşturan lifle- sonra bir sonraki pıhtılaşma dizisinin proenzimi- kaybetmeksizin uzunluklarının rin mekanik özellikleri üzerinde çalışamıyordu. Ama ni aktifleştirir ve böylece pıhtılaşma sistemi hareke- ortalama olarak üç katına kadar lifleri sadece görüntülemekle kalmayıp aynı zamanda te geçer. Bu sistem de “intrinsik ve ekstrinsik” olarak ve kopmadan önce de dört esnetme işlemini de yapan iki mikroskobu birleştire- iki şekilde aktive olur. katından fazla esneyebiliyorlar. rek yeni bir cihaz oluşturduktan sonra elde edilen so- nuçlar, bu protein liflerinin kopmadan uzunlukları- Eliniz kesildi ve parmağınız kanamaya başladı. nın ortalama 4,3 katı kadar esneyebildiğini gösterdi. Herhangi bir sağlık sorununuz yoksa kesilen yer bir- Ayrıca, bu lifler kalıcı bir hasar olmaksızın 2.8 kattan takım kan faktörlerinin etkisiyle pıhtılaşır, bu kanın daha fazla esneyebiliyor. Araştırmacılar bu sonuçla- ekstrinsik yolla pıhtılaşması demektir. rın insan sağlığı üzerine anlamlı etkileri olacağını be- lirtiyor. Kan pıhtısını oluşturan liflerin parçalanması Bir de kanımız birtakım yüzeylerin (örneğin cam) için ne kadar kuvvet uygulanması gerektiğini belirle- etkisiyle damar içinde pıhtılaşır. Bu durumda da pıh- mek üzere ultrasonik araçlar kullanılarak yapılan ça- tı damarları tıkayabileceğinden daha farklı sağlık so- lışmalar sürdürülüyor. runları oluşabilir. Bu da kanın intrinsik yolla pıhtı- laşması demektir. Bu liflerin oluşumunu sağlayan mekanizmaya pıhtılaşma süreci diyebiliriz. Kanamanın kendiliğin- Kan pıhtısı, fibrin ipliklerinden ve fibrini çap- den durması yani pıhtılaşma “hemostaz işlemi” ola- raz bağlarla kararlı hale getiren faktör XIIIa adlı rak adlandırılır. Organizmanın bir yaralanma duru- bir başka proteinin oluşturduğu bir ağdan ve bu- munda kendisini kan kaybından korumasını sağlar. na tutunan kan pulcuklarından ve kan hücrelerin- Kanamanın durdurulmasına hizmet eden üç bileşen den oluşur. Kanın damardan dışarı akışını engelle- vardır: Kan damarları, kan pulcukları (platelet ya da yebilmesi için pıhtının mekanik gerilime dayanık- trombosit) ve kandaki pıhtılaşma sistemi (15 faktör). lı ve elastik olması gerekir. Bu üç bileşenin de görevlerini doğru yapması gere- kir. Yaralanmayı takip eden pıhtılaşma işlemi görev- lilerin azimli çalışmalarıyla çeşitli aşamalardan geçer, kan lifleri oluşur ve pıhtılaşma gerçekleşir. Pıhtılaşma mekanizmasında görev alan ipliksi bir protein olan fibrin (Faktör Ia olarak da bilinir), kan damarlarının hasar görmesi sonucu oluşan kan pıh- tısının temel bileşenlerinden biri olan sağlam ve su- da çözünmeyen bir protein. Sinyal iletimi, kan pıh- tılaşması, kan pulcuklarının aktivasyonu ve prote- in polimerizasyonu gibi önemli biyolojik süreçlerde de görev alıyor. Kanın damar içinde normal akışı sı- rasında, fibrin aktif olmayan formu olan fibrinojen şeklinde bulunuyor. Fibrinin öncülü olan fibrinojen (Faktör I olarak da bilinir), karaciğerde sentezlenen, glikoprotein yapı- sında suda çözünebilen bir protein ve kan plazması- nın yaklaşık % 5’ini oluşturuyor. Fibrinojen yine bir protein olan trombinin etkisiyle ve kalsiyum iyonları varlığında fibrine dönüşerek pıhtıyı oluşturuyor. 65

Kan Liflerinin Biyokimyası Pıhtılaşmanın ekstrinsik aktivasyonu doku ha- Fibrinojen sadece kan plazmasında değil, aynı sarıyla tahrip olan hücrelerden salınan maddeler- zamanda çeşitli vücut sıvılarında da (lenf sıvısı, ilti- le uyarılır. Bu maddelerin en önemlisi, pıhtılaşma habi sıvı birikintileri vb.) bulunur. Çeşitli karaciğer faktörü VII’yi aktive eden doku tromboplastinidir. rahatsızlıklarında fibrinojen üretiminin bozulmasıy- la kandaki fibrinojen miktarı azalır. Gebelik, eklem İntrinsik yol, temasla aktivasyon yolu olarak da bi- romatizması ve iltihabi durumlarda kanda fibrino- linir ve normal fizyolojik koşullarda ekstrinsik yo- jen miktarı artar. Doğum sonrası veya bazı rahatsız- la göre kanamanın durdurulmasında daha az önem- lıklarda fibrinojen görev yapamayabilir. Bu gibi du- li. Ancak kan yağlarının yüksek olduğu (hiperlipide- rumlarda insan plazmasında yoğunlaştırılmış fibro- mik) durumlarda, bakteriyel sızıntılar gibi anormal nojenin hastaya verilmesi, eksiklik belirtilerini orta- fizyolojik koşullarda intrinsik yol üzerinden aktivas- dan kaldırır. yon gerçekleşebilir. İntrinsik yolda Faktör VIII, IX, X, XI ve XII gereklidir. Pıhtılaşmanın aktivasyonunda Kanda yaklaşık 1,0-4,0 g/L olan normal değeri- başlatıcı olay kanın yüzeylerle temasıdır. Bu yüzeyler nin üstünde gözlenmesi kalp-damar hastalığı ya da cam, kaolin, asbest, ürik asit kristalleri, uzun zincirli sistemik yangılı hastalıklar ile ilişkilendiriliyor. Son yağ asitleri, fosfolipidler, dolaşımdaki çok düşük yo- araştırmalar fibrinin iltihaplı bir otoimmün hastalık ğunluklu lipoproteinler ve şilomikronlar gibi lipop- olan romatoid artritte iltihap oluşumu ve hastalığın rotein parçacıkları ve benzeri maddeler olabilir. Bu ilerlemesinde kilit rol oynadığını gösteriyor. da hiperlipidemi sonucu damar tıkanıklığı ile damar sertliği (atherosklerozis) gelişimine temeldir. Ancak mi sürekli olarak devam eder ve sürekli fibrin biri- aktivasyon ne şekilde başlatılırsa başlatılsın, bir nok- kimi gerçekleşir. Fibrinolitik sistem, bu fibrin biri- tadan sonra her iki yol birleşerek fibrinojenin fibrine kintilerini çözerek pıhtılaşma sistemini sürekli ola- dönüşümü gerçekleşir. İnsan saç telinden 1000 kat in- rak dengelemekle görevlidir. Yani kan pıhtılaşma ve ce kan lifleri bir araya gelip kanı pıhtılaştırır. fibrinolizis sistemleri dinamik denge durumunda- dır ve damarlarda kanın akıcılığını korur. Oluşan pıhtının yok olması “fibrinolitik sistem” denilen mekanizmayla gerçekleşir. Sağlıklı fizyo- lojik koşullarda damar sisteminde pıhtılaşma işle- Çizim: Emel Sungur Özen 66

<<< Bilim ve Teknik Nisan 2011 İntrinsik Sistem Ekstrinsik Sistem Fibrinolizisin inhibisyonu Prof. Dr. Adil Denizli 1985 yılında Temasla aktivasyon Doku hasarı PAI-1 Hacettepe Üniversitesi Kimya Faktör Faktör Mühendisliği Bölümü’nden mezun XII XIIa (doku faktörü salımı) oldu. Yüksek lisans ve doktora Faktör Faktör eğitimini aynı bölümde tamamladı. XI XIa Faktör Faktör 1994’te Kimyasal Teknolojiler XII XIIa Doçenti oldu. Uluslararası hakemli Faktör Faktör dergilerde yayımlanan 300’ün IX Ca2+ IXa üzerinde araştırma makalesi 5000’in üzerinde atıf alan Prof. Faktör VIII Dr. Denizli, 1998’de TÜBİTAK Fosfolipidler teşvik ödülü, 2006 yılında da TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü kazandı. Faktör Faktör Xa Plasminojen Plasminojen Türkiye Bilimler Akademisi üyesi X Ca2+ Faktör Va ( brin yüzeyi) (sıvı faz) olan Denizli, halen Hacettepe Ca2+ Üniversitesi, Kimya Bölümü, Fosfolipidler Biyokimya Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak Protrombinaz t-PA u-PA görev yapıyor. kompleksi Faktör II Faktör IIa Plasmin Antiplasma Plasmin (protrombin) Ca2+ (trombin) ( brin yüzeyi) (sıvı faz) Faktör Faktör XIII XIIIa Fibrinojen Fibrin (çözünür) Fibrin (çözünmez) Fibrin parçalanma ürünleri Fibrinopeptid A veya B FİBRİNOLİZİS PIHTILAŞMA Bazı kan pıhtılaşma faktörleri: Bu faktörlerden rinojen miktarı olması gerekenin % 17’si çıktı. Bu Doç. Dr. Handan Yavuz 1997’de bazıları pıhtılaşmada bazıları da pıhtıyı çözen sis- durumda eliniz kesildiğinde kanınızın pıhtılaşma- Hacettepe Üniversitesi Kimya temde (fibrinolizis) önemli. Bir örnek vermek ge- sı sorun olabilir yani kanamayı durduramayabilir- Bölümü’nden mezun oldu. 1999’da rekirse: Kan tahlili yaptırdınız ve kanınızdaki fib- siniz, ki bu tehlikedesiniz demektir. Ya da milyon- yüksek lisans, 2003 yılında da da bir olasılıkla rastlanan bir durum olan faktör doktora eğitimini aynı bölümde Faktör Kandaki miktarı Pıhtılaşma için XII eksikliğiniz var. Bu genetik bir sorun. Bu du- tamamladı. 2007’de Biyokimya (µg/mL) yeterli miktar rumda pıhtılaşmada bir sorun ortaya çıkmaz, an- Doçenti oldu. Uluslararası hakemli (% normal derişim) cak pıhtıyı çözen sistem çalışmayacağından damar dergilerde yayımlanan Fibrinojen 3000 içerisinde biriken pıhtıdan dolayı damar tıkanıklı- 45 araştırma makalesi 600’ün Protrombin 100 30 ğı riski vardır. üzerinde atıf alan Yavuz, 2007’de Faktör V 10 40 Hacettepe Üniversitesi ve Popüler Faktör VII 0,5 10-15 Fibrin fiberlerinin doğadaki bilinen en esnek fi- Bilim Dergisi’nin Temel Bilimler Faktör VIII 0,1 5-10 berler olduğunu gösteren bu keşif, tıp araştırmacı- alanında verdiği teşvik ödülünü Faktör IX 5 10-40 larının daha kesin kan pıhtılaşma modelleri oluş- aldı. Halen Hacettepe Üniversitesi, Faktör X 10 10-40 turabilmesinin, yaraların iyileşme süreçlerinin da- Kimya Bölümü, Biyokimya Faktör XI 5 10-15 ha iyi anlaşılmasının, kalp atımını ve kalp krizleri Anabilim Dalında öğretim üyesi Faktör XIII 30 20-30 hakkında daha geniş bilgilere ulaşılmasının önü- olarak görev yapmaktadır. Faktör XII 30 1-5 nü açıyor. Prekallikrein 40 0 Yüksek molekül ağırlıklı kininojen 100 0 KLiauy,nWa.k, lJaawr erth, L. M., Sparks, E. A., Flavo, M. R., http:// 0 Hantgan, R. R., Superfine, R., Lord, S. T., Guthold, M., themedicalbiochemistrypage.org/ “Fibrin fibers have extraordinary extensibility blood-coagulation.html and elasticity”, Science, Cilt 313, s. 634, Ağustos 2006. http://www.setma.com/article.cfm?ID=330 67

Erinç Bahçegül Tarımsal Atıkların Çevre Dostu Plastiklere Dönüşümü Son dönemin en popüler konularından biri olan doğada yok olabilen çevre dostu plastikler, gıda maddelerinden ve çoğunlukla da mısırdan üretildikleri için pek de insanın dostu gibi görünmüyor. Tarımsal atıklardan elde edilen çevre dostu plastikler ise umut vaat eden bir alternatif olarak karşımıza çıkıyor. 68

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 vetli kimyasal bağlarla bağlanmış monomer ismi ve- Sentetik plastikler, insan ve doğa rilen küçük moleküllerden meydana gelir. Polimerin yapıtaşları olan monomerlerden oluşan bu yapıya po- Sentetik plastikler ya da bir diğer deyişle petrol te- limer zinciri adı verilir. Bir polimer zinciri yüz bin- melli plastikler ucuz ve dayanıklı olmaları, pek çok lerce monomerin yan yana dizilmesiyle oluşabilece- farklı uygulama alanında kullanılabilmeleri ve pek ği gibi çok daha az sayıda monomerden de oluşabil- çok değişik şekle sokulabilmeleri gibi özellikleri ne- mektedir. Pek çok monomerin bir araya gelmesinden deniyle yaşantımızın her alanında yer alıyor. Aslın- oluştuğu için polimer molekülleri genellikle hayli bü- da, bazen farkında olmasak bile, yaşantımızda plasti- yük moleküllerdir. Plastik, üç boyutlu düzlemde bir ğin olmadığı bir an bulmak hayli zor. Bazı plastikler- arada bulunan ve birbiriyle etkileşim içinde olan pek le uzun süreli ilişkimiz olur, örneğin cep telefonumu- çok polimer zincirinin bir araya gelmesiyle oluşur. zun dış yüzeyini oluşturan plastik kılıfla. Bazı plas- tiklerle ise ilişkimiz hayli kısa sürelidir. Marketten Biyobozunmanın gerçekleşebilmesi için bozun- alışveriş yaptığımızda evimize getirdiğimiz ve sonra maya uğrayacak maddenin mikroorganizma için belki de çöp torbası olarak kullanıp kapının önüne işe yarar olması, bir diğer deyişle mikroorganizma- koyduğumuz plastiklerle olduğu gibi. Her ne kadar nın bu maddenin parçalanmasından bir kazancı ol- bizler bu ilişkinin süresini belirleyebilecek durum- ması gerekiyor. Çoğu zaman bu kazanç mikroorga- da olsak da, doğanın plastiklerle ilişkisinde durum nizmanın biyobozunmaya uğraması istenilen mad- farklı. Doğanın sentetik plastiklerle olan ilişkisi her deyi parçalayınca enerji ya da işine yarayacak çeşitli zaman uzun süreli ve bu durum doğa açısından da- yapıtaşları elde edecek olmasıdır. Biyobozunma için vetsiz bir misafirin yıllarca evinizde kalmasına ben- gereken bir diğer önkoşul ise mikroorganizmanın, ziyor, zira insanın tersine doğanın bu plastiklerden özellikle polimerler gibi uzun ve büyük molekü- hiç bir kazanımı yok. ler yapılar söz konusu olduğunda, bu yapıları mey- dana getiren yapıtaşları arasındaki kuvvetli kimya- Doğaya verdikleri zarar dışında sentetik plastik- sal bağları parçalayabilecek enzimlere sahip olma- lerle ilgili bir diğer önemli sorun ise, bu plastiklerin sıdır. Bu duruma kendi sindirim sistemimizle ilgi- petrol temelli olması. Alışveriş torbalarının yapımın- li bir örnek verebiliriz. Bilindiği üzere pamuk insan da kullanılan polietilen gibi plastiklerin temel ham için bir besin maddesi değildir. Selülozdan oluşan maddesi, petrol rafinerilerinde yan ürün olarak el- pamuk, sindirim sistemimizde parçalanmaya uğra- de edilen maddelerdir (etilen). Petrolün yenilenebi- maz ve bu nedenle bize enerji kazandıramaz. An- lir bir kaynak olmaması ve bir gün tükenecek olması, cak aynı durum nişasta için geçerli değildir. Nişasta petrole bağımlı sentetik plastikler bağlamında düşü- içeren bir besin, örneğin patates tükettiğimizde ni- nülmesi gereken önemli bir diğer sorundur. şasta sindirim sistemimizde önce yapıtaşlarına ayrı- lır, daha sonra vücudumuz bu yapıtaşlarından ener- Plastiklerin yaşantımızın her alanına girmesin- ji elde eder. Aslında hem selüloz hem de nişasta ya- de dayanıklı olmalarının rolü hayli büyük, fakat pek pıtaşları glikoz olan doğal polimerlerdir. Araların- çok durumda bu dayanıklılık aslında gerekenden daki temel fark, yapıtaşlarının birbirlerine farklı şe- fazla. Hemen yemek üzere satın aldığımız bir sand- kilde bağlanmasıdır. Vücudumuzda nişastayı oluş- viçin içinde verildiği ince plastik kutuları düşünelim. turan glikoz molekülleri arasındaki bağları parçala- Bu tür bir plastiği kullanma süremiz, sandviçi yeme yacak enzimler bulunurken, selülozu oluşturan aynı hızımıza bağlı olarak en fazla 15-20 dakikadır, an- glikoz moleküllerinin arasındaki farklı türde bağla- cak aynı plastiğin doğada kaybolma süresi yüzyıllar rı parçalayacak enzimler bulunmaz. Bu nedenle vü- ile ifade edilir. Sentetik plastiklerin doğada bu kadar cudumuz nişastayı parçalayarak glikoz elde edebilir uzun bir süre varlıklarını sürdürebilmesinin başlıca ve glikozun da parçalanmasıyla enerji elde edebili- nedenlerinden biri biyobozunur olmamalarıdır. riz ancak nişastayla aynı yapıtaşından oluşan selüloz için bu durum geçerli değildir. Benzer şekilde, sen- Biyobozunma nedir? tetik plastiklerin büyük kısmı doğada da bolca bulu- nan karbon ve hidrojen gibi elementlerin oluşturdu- Biyobozunma doğaya bırakılan bir maddenin za- ğu moleküllerden meydana gelmesine rağmen pek manla çeşitli mikroorganizmalar tarafından yapı- çok mikroorganizma bu molekülleri birbirlerine taşlarına ayrılması ve tüketilmesidir. Biyobozunma- bağlayan bağları kırabilecek enzimlere sahip olma- yı anlamak için ilk olarak plastiğin yapısını anlamak dığından, polimer yapılarından herhangi bir enerji faydalı olur. Plastik olarak nitelendirdiğimiz malze- ya da yapıtaşı elde edemezler. meler polimerlerden, yani kimyasal yapılardan olu- şur. Polimerler yan yana dizilmiş ve birbirlerine kuv- 69

Tarımsal Atıkların Çevre Dostu Plastiklere Dönüşümü Biyobozunur plastikler Bir polimerin biyobozunmaya uğrayabilmesi için Biyobozunmayla ilgili olarak sentetik polimer- uzun polimer zincirinin daha küçük parçalara ayrıl- ler açısından geçerli olan bu durum, doğada haliha- ması şarttır, çünkü polimer molekülleri mikroorga- zırda bulunan polimerler için geçerli değildir. Doğa nizmaların hücre zarından geçemeyecek kadar bü- bu polimerleri kendisi üretir ve yine doğada bulunan yüktür. Yeteri kadar küçültülmüş moleküller mikro- mikroorganizmalar bu polimerlerin yapıtaşları ara- organizmaların hücre zarından geçerek hücre için- sındaki bağları parçalayabilecek enzimler üretebilir. de daha ileri düzeyde parçalanabilir ve mikroorga- Bu nedenle nişasta ve selüloz gibi doğal polimerlerin nizmanın çeşitli işlevleri için kullanılabilir duruma biyobozunmaları doğada sentetik plastiklere kıyasla gelir. Sentetik polimerler ise insan eliyle sentezlen- çok daha hızlı gerçekleşir. miş ve doğada bulunmayan kimyasal yapılardır. Bu nedenle doğada bulunan mikroorganizmaların pek Sentetik plastiklerle kıyaslandığında henüz hayli çoğunda bu polimerlerin yapıtaşları arasındaki bağ- düşük bir pazar payına sahip olan biyobozunur plas- ları parçalayabilecek ve polimer zincirini kısaltacak tiklerin kullanımı günümüzde hızla artıyor. Şu an- enzimler yoktur. Polimer zincirinin parçalanma- da çeşitli alanlarda kullanılan biyobozunur plastik- sı, enzimlerin etkisi dışında güneş ışınları, sıcaklık, ler içinde en yaygın olanlar nişasta temelli biyobo- nem ve oksijenin etkisi gibi başka çevresel etkenler- zunur plastikler. Nişasta temelli bu plastiklerin kul- le de meydana gelebilir. Bu şekilde yeteri kadar kü- lanımı, kısa süreli ancak yoğun olarak kullanıldıkları çültülmüş sentetik polimerler, daha sonra mikroor- alanlarda -alışveriş poşetleri gibi- her geçen gün da- ganizmalar tarafından bozunmaya uğratılabilir fa- ha da yaygınlaşıyor. Nişastanın kullanımı, hem doğal kat doğal koşullar altında sentetik polimer zincirle- ve yenilenebilir bir kaynak olması hem de nişastadan rinin parçalanması çok uzun sürer. Bir diğer değişle elde edilen plastiklerin mukavemetinin bu alanda aslında sentetik polimerler doğada yüzyıllar boyun- kullanılan en yaygın polimer olan polietilene yakın ca hiç bozulmadan kalmazlar, polimer zincirleri za- olması nedeniyle hayli cazip. Doğal bir polimer olan manla parçalanır ancak bu süreç son derece yavaştır. nişastanın çeşitli kimyasal işlemlerle değiştirilip sen- tetik plastiklerin üretildiği ekipmanlarla üretilebilir hale getirilmesi de özellikle konunun ekonomik açı- dan önemli diğer bir noktası. Nişasta temelli plastik- ler kadar yaygın olmasa da biyobozunur polimerler arasında önemli yer tutan bir diğer polimer de po- lilaktik asit. Bu polimerden elde edilen plastikler de hayli iyi mukavemete ve ayrıca saydamlık gibi çeşit- li plastik uygulamalarında istenilen optik özelliklere de sahip. Fakat polilaktik asitin üretimi de günümüz- de çoğunlukla nişastadan elde edilen glikoza dayanı- yor. Ancak çoğunlukla mısırdan elde edilen nişasta- dan üretilen bu tür plastiklerin kullanımı arttıkça, bu plastikler en temel besin maddelerinden biri olan ni- şastanın gıdasal işlevi ile rekabete girecektir. Bu du- rum ise, dünyamızda gıda sıkıntısının ciddi bir so- run olduğu düşünüldüğünde, nişasta temelli bu tür plastiklerin yaygın olarak kullanılmasının önündeki en önemli soru işaretidir. Tarımsal atıklardan elde edilen biyobozunur plastikler Nişasta temelli plastiklerle ilgili sorunlar, biyobo- zunur plastiklerin gıdasal işleve sahip olmayan doğal kaynaklardan elde edilmesini gündeme getiriyor. Ta- rımsal atıklar, hem ekonomik değerlerinin son dere- ce düşük olması hem de gıdasal herhangi bir işlevle- 70

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 rinin olmaması nedeniyle, biyobozunur plastik üre- le elde edilir. Bu şekilde elde edilen hemiselüloz gıda timine ham madde teşkil etmek açısından hayli uy- paketlemesi, alışveriş poşeti gibi uygulamalarda kul- gun kaynaklardır. Ayrıca tarımsal atıkların sınırlı lanılabilecek kadar ince plastik filmlerin yapımında kullanım alanına sahip olması ve bertaraf edilmele- kullanılabilir. Çeşitli hububatların sapları ve kepek- rinin sıkıntı yaratması bu atıkların değerlendirilme- leri, mısır koçanı, saman ve talaş gibi tarımsal atıklar sini önemli hale getirmektedir. Biyobozunur plas- kullanılarak üretilen plastik filmlere bilimsel yayın- tik üretimi için tarımsal atıkların değişik kısımları- larda rastlanmaktadır. nın (gövdelerive sapları gibi) kullanılması mümkün- dür. Tarımsal atıklardan biyobozunur plastik üreti- Hemiselüloz temelli plastik filmlerin biyobozu- minde bitki hücrelerinin duvarı temel alınır. Bitkile- nur olmak dışında en önemli özelliklerinden biri, rin hücre duvarları iç içe geçmiş farklı üç polimerden çok düşük oksijen geçirgenliğine sahip olmaları ya- oluşur. Bu polimerler selüloz, hemiselüloz ve lignin- ni bir diğer deyişle oksijene karşı çok iyi bir bariyer dir. Bu üç polimerin oluşturduğu yapıya lignoselülo- oluşturmalarıdır. Oksijen geçirgenliği özellikle gıda zik yapı adı verilir. paketlemesi alanında en önemli konulardan biridir, çünkü oksijen mikroorganizmaların çoğalmasını da Hemiselüloz, doğada selülozdan sonra en çok bu- teşvik eden bir faktör olduğundan varlığı gıdanın raf lunan ikinci polimer olmasına rağmen kullanım ala- ömrünün kısalmasına neden olur. Günümüzde gı- nı hayli kısıtlıdır. Hemiselüloz biyobozunur bir po- da paketlemesi uygulamalarında oksijen geçirgenli- limer olduğundan çevre dostu plastiklerin üretimi için uygun bir aday olarak görülüyor. Tarımsal atık- lardan hemiselüloz temelli biyobozunur plastik üre- timindeki en önemli aşama, bitkinin hücre duvarın- da bulunan lignoselülozik yapıdan hemiselülozun ayrıştırılmasıdır. Bu işlem sırasında ilk olarak çeşit- li kimyasal işlemlerle üçlü polimer yapısını bir ara- da tutan bağlar kırılır, ardından da serbest hale ge- len hemiselülozun uygun sıvı ortama geçmesi sağla- nır. Sıvı ortamda çözünmüş halde bulunan hemise- lüloz, sıvının buharlaştırılması ya da sıvıya hemise- lülozun çökmesini sağlayan maddelerin eklenmesiy- 71

Tarımsal Atıkların Çevre Dostu Plastiklere Dönüşümü uzun vadede zor görünüyor. Bu nedenle pek çok ül- ke mısıra alternatif oluşturacak ham madde arayı- ğini düşürmek ve gıdaların tazeliğini daha uzun sü- şı içinde; bu alternatifler içinde öne çıkanlardan bi- re muhafaza etmek amacıyla etilen vinil alkol ya da ri de lignoselülozik tarımsal atıklar. Lignoselülozik alüminyum folyo gibi yüksek oksijen bariyeri özel- atıklardan etanol üretimi için ilk olarak lignoselülo- liği bulunan malzemeler kullanılıyor. Hemiselüloz zik yapının parçalanması ve bu yapı içinde yer alan temelli plastik filmlerin oksijen bariyeri özelliği ise selülozun ayrıştırılması gerekiyor. Bu işlem sırasın- bu malzemelere biyobozunur ve doğal bir alterna- da biyobozunur plastiklerin üretilebileceği hemise- tif olduğundan, hemiselüloz temelli filmlerin ticari- lüloz bir yan ürün olarak açığa çıkıyor. Lignoselü- leşmesinde önemli rol oynuyor. Örneğin günümüz- lozik atıklardan etanol üretiminin önündeki en bü- de hemiselüloz temelli plastik filmlerin ticarileşmiş yük engellerden biri, bu işlemin maliyetinin nişas- tek uygulama alanı, filmlerin bariyer özelliklerinin ta temelli üretim sistemine kıyasla daha fazla olma- diğer sentetik plastikler ya da karton temelli amba- sıdır. Yan ürün olarak ortaya çıkan hemiselülozun lajlarla birlikte kullanılması sonucu karşımıza çıkı- biyobozunur plastik üretiminde kullanılabilir olma- yor. Literatürde bu uygulama dışında çeşitli örnek- sı ise fazladan bir katma değer yaratarak, lignoselü- ler olmasına karşın, bu plastiklerin başka malzeme- lozik tarımsal atıklardan etanol üretimini daha re- lerle desteklenmeden tek başlarına kullanıldığı tica- kabetçi hale getiriyor. Bir diğer deyişle hemiselüloz ri bir uygulama henüz yok. Ancak lignoselülozik ta- temelli biyobozunur plastiklerin tarımsal atıklardan rımsal atıklara olan ilginin hızla arttığını düşünür- etanol üretim sürecine uyumlu olması, bu tür plas- sek, yakın zamanda bu tarz ticari uygulama alanla- tiklerin potansiyel avantajlarından biridir. rının da ortaya çıkacağını öngörmek yanlış olmaz. Hem bilimsel yayınlar hem de ticari uygulama- Lignoselülozik tarımsal atıklardan biyobozu- lar göz önüne alındığında, tarımsal atıklardan hemi- nur plastikler üretmenin bir diğer avantajını anla- selüloz temelli biyobozunur plastiklerin üretilmesi, mamız için daha geniş ölçekli düşünmemizde fayda nişasta temelli biyobozunur plastiklere göre daha var. Petrolün gün geçtikçe tükenmesi ve petrol fiyat- yeni bir konu. Bu durum da hemen hemen her ye- larındaki artışların da etkisiyle, çevreci bir yakıt olan ni teknolojide olduğu gibi beraberinde henüz tam etanolün üretimi son yıllarda büyük önem kazandı olarak çözülememiş bir takım sorunlar getiriyor. Bu ve her geçen gün bu yakıtın kullanımı ve buna pa- sorunlar arasında bu tür plastiklerin suya karşı di- ralel olarak da üretim kapasitesi artıyor. Ancak tıp- rençlerinin düşüklüğü önemli yer tutuyor. Hemi- kı biyobozunur plastiklerin üretiminde olduğu gibi, selüloz temelli biyobozunur plastikler suya maruz etanolün üretildiği temel kaynak da mısır nişastası. kaldıklarında ya da yüksek nemli ortamlarda bıra- Bu durum mısır fiyatlarında artışa, hatta ABD gi- kıldıklarında çok kısa süre içinde mukavemetleri- bi mısır üreticisi büyük ülkelerin bile zaman zaman ni kaybediyorlar. Ayrıca bu plastiklerin önemli bir mısır ithalatını düşünmesine neden oluyor. Her ne özelliği olan oksijen bariyeri özelliği de bu koşullar kadar yenilenebilir bir kaynak olsa da, mısırın dün- altında ortadan kalkıyor. Konuyla ilgili son yıllarda- yanın her geçen gün artan etanol talebine cevap ver- mesi, besin olarak da tüketildiği düşünüldüğünde 72

ki bilimsel yayınlar göz önüne alındığında, bu soru- <<< Bilim ve Teknik Nisan 2011 nu çözmek için değişik yaklaşımlar olduğu gözlen- 6 ila 8 ay içinde kütlelerinin önemli bir kısmını kay- se de henüz üzerinde fikir birliği bulunan bir yakla- bediyor. Bu sonuç, pamuk sapı ve ayçiçeği sapı gibi 1982’de İstanbul’da şım yok. Hemiselüloz temelli plastiklerin bir diğer tarımsal atıklardan üretilen hemiselüloz temelli bi- doğdu. Lisans öğrenimini sorunu ise bu tür plastiklerin özellikle sentetik plas- yobozunur plastiklerin, sentetik plastiklerin yüzyıl- ODTÜ Kimya Mühendisliği tiklerle kıyaslandıklarında, istenilen mukavemete lar süren bozunma süreçleri göz önüne alındığında, Bölümü’nde tamamladı. sahip olmaması. Bu konuyla ilgili olarak da çeşitli toprak altında hayli hızlı bir şekilde biyobozunmaya 2009’da tarımsal çalışmalar bulunmasına karşın henüz bu plastikler maruz kaldığını ortaya koyuyor. Örneğin ülkemizde atıklardan biyoplastiklerin mukavemetleri açısından istenilen düzeye getirile- yüksek miktarda üretilen pamuğun hasat sonrasın- üretimini konu alan bilmiş değil. da tarlada bırakılan ve anız olarak adlandırılan sap teziyle ODTÜ Biyoteknoloji kısımları yakılıyor. Bu durum çevreye karbon mo- Bölümü’nden yüksek Ülkemiz tarımsal üretim ve bunun sonucu ola- noksit gibi zararlı gazların yayılımına neden olduğu lisans derecesi aldı. Halen rak da tarımsal atıklar açısından dünyanın sayılı ül- gibi, zaman zaman bitişik alanlara da sıçrayarak or- ODTÜ Biyoteknoloji keleri arasında yer alıyor. Ülkemizde pamuk, ayçi- man yangınlarına neden olabiliyor. Bu nedenle, bu Bölümü’nde doktora çeği, mısır, buğday ve şeker pancarı gibi tarımsal tür atıklardan faydalanılması ayrıca önem taşıyor. öğrencisi olarak tarımsal ürünlerden yıllık 40-50 milyon ton civarında ta- atıkların katma değerli rımsal atık ortaya çıkıyor. Ancak bu tarımsal atıklar Sonuç olarak sentetik plastiklerin doğada, kulla- ürünlere dönüştürülmesi çoğunlukla hayvan yemi gibi düşük katma değerli nım sürelerine oranla çok daha uzun süre varlıkları- ile ilgili çalışmalar yapıyor. ürünler olarak değerlendirilirken bir kısmı da hiç nı sürdürmesi yüzünden çevresel kirliliğe neden ol- değerlendirilmiyor. Tarımsal atıklardan hemiselü- maları, petrole bağımlı olmaları, doğada mikroor- loz temelli biyobozunur plastik filmlerin üretilmesi ganizmalar aracılığıyla yok olan biyobozunur plas- ile ilgili olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kim- tiklere olan ilgiyi ve ihtiyacı her geçen gün artırıyor. ya Mühendisliği Bölümü Endüstriyel Biyoteknoloji Ancak günümüzde biyobozunur plastiklerin önemli Laboratuvarı’nda Prof. Dr. Ufuk BakırBölükbaşı’nın bir kısmının aslen bir gıda maddesi olan nişastadan liderliğindeki araştırma grubunun yapmakta oldu- üretilmekte olduğu gerçeği ve hâlihazırda önem- ğu çeşitli araştırmalar var. TÜBİTAK tarafından da li bir sorun olan dünyadaki gıda sıkıntısı göz önü- desteklenen bu araştırmalarda özellikle ülkemizde ne alındığında, bu tür nişasta temelli plastiklerin yüksek miktarda üretilen pamuk ve ayçiçeğinin ta- yüksek miktarlarda üretilmesi sonucunda daha cid- rımsal atıkları olan pamuk sapı ve ayçiçeği sapı gibi di problemlerin ortaya çıkacağı öngörülüyor. Bu ne- lignoselülozik yapılardan biyobozunur plastik film- denle gıdasal işlevi bulunmayan, ucuz, yüksek mik- ler üretiliyor ve bunların çeşitli özelliklerinin iyileş- tarlarda üretilen ve sınırlı kullanım alanı olan lig- tirilmesi üzerine çalışmalar yapılıyor. Pamuk ve ay- noselülozik tarımsal atıklardan üretilen biyobozu- çiçeği sapından üretilen plastik filmlerin biyobozu- nur plastikler, nişasta temelli biyobozunur plastikle- nurluk testlerinden elde edilen sonuçlara göre, bu re önemli bir alternatif oluşturuyor. Yüksek miktar- plastikler çevreden alınan toprak altında herhangi da tarımsal atığın üretildiği bir ülke olarak Türkiye, bir özel mikroorganizma türüne ihtiyaç duymadan bu tür ürünlerin geniş ölçekte üretilmesi için özel- likle elverişli bir konumda. Tarımsal atıklara işe ya- ramayan ve bertarafı sıkıntı yaratan maddeler ola- rak bakmak yerine, onları doğal zenginliğimiz ola- rak görmemiz ve onlardan çeşitli teknolojiler yar- dımıyla yüksek katma değerli ürünler elde etmeye odaklanmamız gerekiyor. HKaaynnseank,laNr. M. L., Plackett, D., “Sustainable Films http://www.xylophane.com and Coatings from Hemicelluloses: A Review”, http://www.ers.usda.gov/amberwaves/april06/ BGiöokmsauc,rEo.mI.o, lKecauralems,aCnillıto9ğ,luSa, yMı 6.,,Bsa.1k4ı9r,3U-1.,5Y0ı5lm, 2a0z0,8. fEeradtaulrlıe,sY/.e,tUhzaunno,l.Dht.,m“Türkiye’deki tarım L., Yılmazer, Ü., “Production and Characterization of atıklarının ve tatlı sorgumun enerji eldesi amacıyla FAs.i1glm0ri6cs8uf5lrt-ou1mr0a6lC9a1on,tdt2oF0no0o7Sd.taClkhXemyliasntr”,yJ,oCuirlnt a5l5o, fSayı 26, değerlendirilmesi” Kayserilioğlu, B. Ş., Bakır, U., Yılmaz, L., Akkaş, N., http://www.mmo.org.tr/resimler/ekler/ “Use of xylan, an agricultural by-product, in wheat a029f04d76d32e7_ek.pdf?dergi=177 gluten based biodegradable films: mechanical, solubility and water vapor transfer rate properties”, Bioresource Technology, Cilt 87, Sayı 3, s.239-246, 2003. 73

Esin Günay * X-IşınlarıMaddenin “İç Evrenini” Tanımlamak: Yusuf Öztürk ** Meryem Sarıgüzel ** *Dr., Başuzman Araştırmacı, **Araştırmacı, TÜBİTAK MAM, Malzeme Enstitüsü Wilhelm Conrad Röntgen X-ışını yansıması, son yıllarda hızlı gelişim Her madde atomlardan oluşur. Atomlar ise mad- (1845-1923) göstermiş analiz yöntemlerinden biridir. Ka- denin içerisinde belirli dizilimlere sahiptir. Aynı yön- tı maddelerin tanımlanması ve içeriklerinin de dizilen atomlar düzlemi oluşturur. Birbirlerine pa- 74 belirlenmesi için maddeler X-ışınına tabi tutularak ralel iki düzlem arasındaki mesafeye düzlemler arası “parmak izi” denilen ve her malzeme için özel olan mesafe denir. Analiz edilecek madde, X-Işını Kırınım veriler elde edilir. Bu verilerin yorumlanması sonucu Ölçer (XRD) olarak adlandırılan cihazın içine konu- maddenin iç yapısı çözümlenmiş olur. larak, üzerine istenilen açılarda X-ışını gelmesi sağla- nır. Maddeye çarpan X-ışınları, sadece o maddenin X-ışınları 1895’te Alman fizikçi Wilhelm Con- içeriğine bağlı olarak, belirli düzlemlerden farklı şid- rad Röntgen tarafından bulundu ve Röntgen 1901 detlerde yansır. Yansıyan X-ışınları, dedektör (algıla- yılında bu buluşuyla Nobel Ödülü kazandı. Zaman yıcı) tarafından algılanır ve bilgisayar ortamında gra- içerisinde “Röntgen ışınları” olarak anılmaya başla- fiğe çevrilir. Bu grafiklerin, 70.000 fazdan fazla refe- nan X-ışınlarının, farklı kalınlıktaki malzemelerden rans grafiğe sahip uluslararası veritabanı (ICDD) ile farklı şiddette geçtiğini gözlemleyen Röntgen, 28 bilgisayar ortamında veya Hanawalt kitabından kı- Aralık 1895’te tarihteki ilk tıbbi X-ışını radyografisi- yaslanmasıyla malzemenin içeriği belirlenir. ni (Röntgen filmi) resmen duyurdu. X-ışınları, mor- ötesi ışınlardan daha düşük, gama ışınlarından daha Tipik bir X-ışını tüpü içindeki mekanizmanın şeması yüksek dalga boyuna sahip düşük enerjili bir ışıma- dır ve geleneksel ışıktan farklı olarak gözle görülmez. X-Işını Kırınım Ölçer Cihazları (XRD) X-ışınlarının, maddenin içine işleme kabiliyeti XRD sistemi çoğunlukla ağır elementlerden oluşan, fazladır, çeşitli organik maddeler tarafından büyük katı inorganik ve kristal maddelerin araştırılmasına uy- ölçüde emildiğinden tıpta çok önemli uygulamala- gun bir aletsel yöntemdir. Bu yöntem süper iletkenler, rı vardır. Radyoskopi, radyografi, tomografi ve rad- seramikler, metaller, alaşımlar, katı çözeltiler, hetero- yoterapi bu uygulamalar arasında yer alır. X-ışını jen katı karışımlar, çelik, kaplama malzemeleri, maden, yansıması yöntemi ile malzemelerin içerdiği bile- toprak, safsızlık katılmış yarı iletkenler, böbrek ve mesa- şikler ve miktarları, kristallerin yapısı, amorf (cam- ne taşları, bazı boyar maddeler, pigmentler, çimentolar, sı) madde miktarı, kristalleşme yüzdesi, kristallerin doğal ve yapay mineraller ile polimerler gibi herhan- boyutları ve yönlenmeleri belirlenebilir. X-ışınları gi bir malzemenin içerdiği bileşiklerin belirlenmesin- ile yapılan malzeme analizleri tahribata yol açma- de, faz diyagramlarının ve faz dönüşümlerinin araştırıl- dığı ve hızlı olduğundan birçok endüstri kolunda, özellikle seramik, mineral ve organik malzeme ana- lizlerinde X-ışınları kullanılır. X-Işını Yansıması Nedir? X-ışını yansıması, tozda ve katı maddelerde bulu- nan ve faz olarak bilinen çeşitli kristal formların (bi- leşiklerin) tanımlanmasını ve nicel olarak miktarları- nın belirlenmesini sağlayan çok yönlü, tahribata yol açmayan bir analiz yöntemidir.

>< Bilim ve Teknik Nisan 2011 masında yaygın kullanım alanına sahiptir. Yaygın olma- Aynı maddenin makla birlikte bazı katı organik bileşiklerin, katı orga- farklı bölgelerinden yapılmış nik polimerlerin, plastiklerin, organik boyar maddele- noktasal faz analizleri rin analizinde de kullanılmaktadır. sonucunda elde edilen grafikler X-Işını Yansımasıyla Bileşik Analizi Yansıyan ışın şiddetiNitel analiz, bir maddenin içindeki bileşik mikta- Farklı Atmosferik Koşullarda Difraksiyon rını değil bileşiğin ne olduğunu tanımlamaya yöne- lik bir analizdir. Atmosferik koşulların değiştirilmesiyle maddele- rin içerdiği bileşikler değişim gösterebilir. Cihaz içeri- Analiz yöntemi maddelere farklı açılarda X-ışını sinde sıcaklık ve basınç değerleri değiştirilerek, mad- gönderilmesi ve ışınların belirli şartları sağlayan düz- denin yapısında meydana gelen farklılaşma eş za- lemlerden yansıması ilkesine dayanır. Gelen ışın ve manlı olarak belirlenebilir. yansıyan ışın arasındaki açı (kırınım açısı-2θ) ile yansı- yan X-ışını şiddeti arasında karşılaştırmalı bir grafik çi- Kalıntı Gerilmesi Analizi (Stres) zilir. Bu grafik, X-ışını difraktogram grafiği olarak ad- landırılır. Bu grafiklerdeki yansımaların 2θ değerleri, Gerilme (N/m2 - Newton/metrekare), maddeler- de birim alana düşen kuvvettir. Tüm maddelerin içe- nλ=2dsinθ (Bragg kanunu) risinde belirli gerilmeler olabilir. Bu gerilmeler gözle formülünde yerine koyularak yapılan hesaplamalar fark edilemez. Fakat gerilmelerin belli seviyenin üze- sonucu, o yansımaya ait “d” (düzlemler arası mesafe) rine çıkması, kullanım esnasında zamanla maddede değeri bulunur. Formüldeki n bir tamsayı, λ değeri ise bir takım deformasyonların oluşmasına neden olabi- X-ışınının dalga boyunu tanımlar. lir. Dolayısıyla bu gerilmelerin bilinmesi önemlidir. X-ışınları yansıması yöntemi kullanılarak maddede- En şiddetli tepelerin elde edildiği düzlemlerden ki, gözle görülmeyen seviyelerdeki gerilme değerleri yola çıkılarak maddenin içeriği belirlenir. İçerik iste- ölçülebilir. Bazı uygulamalarda (örneğin makine par- çaları), kullanım alanına göre, üretim sırasında mad- Difraksiyon açısı-2θ dede özellikle kalıntı gerilmesi oluşturulabilir. Kalıntı gerilmesi ölçümleri malzemelerde kullanım sonrası Böbrek taşının görüntüsü (Solda) ve böbrek taşına ait XRD grafiği (Sağda) hasarların nedenlerini anlamakta faydalı olabileceği gibi, bilerek oluşturulmuş gerilmelerde bu gerilme- nirse miktar olarak da belirlenebilir. Maddenin geç- nin kullanım sırasında malzemede yaratacağı prob- mişi ve içeriği hakkında bilgi veren bu analiz, tıbbi lemler önceden izlenerek olası problemler için çö- araştırmalarda da destek amaçlı olarak kullanılabi- züm önerileri de geliştirilebilir. lir. Örneğin böbrek taşlarında, böbrek taşından elde edilen difraktogram grafiğinin yorumlanması sonu- Gerilmesiz malzeme Gerilmeli malzeme cu elde edilen bileşiğe bağlı olarak, doktorlar hastala- rına özel diyet programı uygulayabilir veya taşın olu- şumuna sebep olan faktörleri (genetik, ilaç kullanı- mı, beslenme gibi) irdeleyebilirler. Noktasal Faz Analizi / Mikrodifraksiyon Sonuç olarak, maddelerin iç yapılarını tanımla- Gerilmeli ve gerilmesiz mak, bir maddenin geçmişini öğrenebilmek ve gele- malzemelerin Maddenin farklı bölgeleri değişik özellikler gös- cekte kullanılabileceği alanlar hakkında bilgi sahibi içyapısının şeması terebilir. Daha küçük alanlardan veri toplayabilmek olabilmek için kullanılabilecek en hızlı yöntemlerden amacıyla, noktasal odaklanmış X-ışını demeti kulla- biri olan X-ışını kırınımı, malzeme bilimi başta olmak nılır. Noktasal faz analizi yöntemi ile cihazdaki kame- üzere başka pek çok bilim dalında araştırmalara ve ta- ra yardımıyla istenen bölgeye ışın demeti gönderile- nımlamalara öncülük eden, tahribata yol açmayan bir rek, minimum 500 μm’lik (mikrometre) alandan faz inceleme yöntemidir. analizi yapılabilmektedir. Böylece maddenin tamamı hakkında değil, sadece belli bir bölgesi hakkında bilgi Kwawywn.ankhlna.rou.edu PANalytical Training Notes X’PERT PRO User’s Guide elde edilebilmektedir. www.taek.gov.tr D.10.3.C.118.M224 PANalytical X-Işını Difraktometre cihazı kullanım kılavuzu 75

Abdurrahman Coşkun MitokondriHücrenin Enerji Santrali Gezegenimizde yaşam var olduğundan bu yana, kullanılabilir enerji kaynaklarına sahip olmak tüm canlıların öncelikli sorunu olmuştur. En küçük hücreden en büyük devletlere kadar tüm organize yapılar kullanılabilir enerjiye sahip olmak için çalışıyor. Günümüzde büyük savaşların temelinde de bu yöndeki planlar ve çıkar çatışmaları yatıyor. Kullanılabilir enerji olmadan ne biyomoleküller, ne hücreler, ne organizmalar ne de devletler var olabilir. Doğal olarak canlı organizmaların en temel organizasyon birimi olan hücre içinde de yaşamsal işlevler için enerji sağlamak üzere özelleşmiş bir organel bulunuyor. Vücudumuzda üretilen enerjinin % 95’inden mitokondri adı verilen organeller sorumlu. Enerji yaşam demek, var olmak demek. İn- lı olmanın belki de en temel unsuru. Bu nedenle san enerji açısından ne yazık ki dışa ba- hücreler kendilerine gönderilen besin maddeleri- ğımlı ve enerjiyi doğrudan değil besin ni kullanarak ATP sentezlemek zorunda. maddeleri içinde depolanmış olarak alıyor. Alı- nan besin ne olursa olsun tüm hücreler işlevleri Peki nasıl? için ATP (adenozin trifosfat) adı verilen bir bile- Hücreler ATP’yi üç metabolik yoldan sentezli- şiğe gereksinim duyuyor. ATP tüm hücrelerin or- yor (metabolik yol yani belli bir amaca yönelik ve tak enerji paketi olduğundan ATP’siz bir yaşam işbirliği içinde aktivite gösteren tepkimeler toplu- mümkün değildir. Kendi ATP’sini üretmek can- luğu): Glikoliz, Krebs döngüsü (sitrik asit döngüsü de denir) ve elektron transport zinciri. 76

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 Glikoliz, yani glikozun parçalanması. ğımsızlığı için yeterli değil ve mitokond- ATP Sentezi Bu süreç tümüyle sitoplazmada gerçek- ri dışarıdan destek almak zorunda. Bu leşiyor ve mitokondrileri olan hücrelerde desteği de kuşkusuz kendisine hizmet ATP üretmek için kullanılan yağlar (li- pirüvat adlı bileşik bu sürecin son ürü- ettiği hücre sağlıyor. Mitokondride gö- pidler) ve şekerler (karbonhidratlar) vücu- nü. Ancak açığa çıkan enerjiyle çok az rev alan çok sayıda biyomolekül, hücre dumuzda depolanabildiği halde ATP’nin sayıda ATP sentezlenebiliyor, her bir gli- tarafından sentezleniyor ve mitokondri- kendisi depolanamıyor. ATP gerek varsa koz molekülü başına sadece iki ATP. Bu ye gönderiliyor. sentezleniyor, yoksa sentezlenmiyor. An- sayı kırmızı kan hücreleri (eritrositler, cak yetişkin bir insanın günlük ATP gerek- alyuvarlar) gibi bazı hücreler için yeter- Mitokondriler diğer organellerden sinimi miligram, gram seviyesinin çok üs- li olabilir, ancak diğer hücreler için son farklı olarak iki zarla çevrelenirler: İç ve tünde.. İnanılması güç olsa da her birimiz derece yetersiz. Bu nedenle hücreler gli- dış zarlar. Bu zarların yapı ve işlevleri bir- günlük olarak kendi ağırlığımız kadar, hat- kolize ek olarak iki yola daha başvurmak birlerinden çok farklıdır. Dış zarın aksine zorunda. Bu iki süreçte pirüvatla birlikte iç zar oldukça kıvrımlı bir yapıya sa- ta daha fazla ATP tüketiyoruz. Bu du- proteinlerin ve yağların yıkım ürünleri hiptir ve çok sayıda protein ba- rumda kullanılan ATP’nin sürek- olan maddeler de kullanıldığından hüc- rındırır. Canlı organizmalar- li yenilenmesi gerekiyor. Gli- re kaynak sıkıntısı çekmiyor. Ancak bir da en çok protein içeren zar- kolizle ve Krebs döngüsüy- sorun var: Sitoplazmada Krebs döngü- lardan biridir. Kıvrımlı ya- le elde edilen ATP miktarı- sü ve elektron transport zinciri için ge- pısından dolayı iç zarın yü- nın bu gereksinimi karşıla- rekli donanım yok. Hücre başka bir ya- zey alanı dış zara göre çok maya yetmediğini daha ön- pıya gereksinim duyuyor. Bunlar hücre- daha geniştir. Bu kıvrımların ce belirtmiştik. Çünkü bu iki nin enerji santralleri olarak nitelenebile- her birine krista denir ve sayı- metabolik yolla 1 glikozun yıkı- cek, enerji konusunda uzmanlaşmış bi- ları hücrenin işlevlerine göre deği- rimler olan mitokondriler. Enerjisini gli- şir. Hücrenin iş yükü fazla ise daha çok mı sonucunda toplam olarak ancak 4 kolizden sağlayan hücreler (örneğin erit- ATP’ye gereksinim duyulacağından mi- ATP sentezlenebiliyor: 2 ATP glikolizden, rositler) dışındaki hücrelerde ATP’nin tokondrilerdeki krista sayısı da daha faz- 2 ATP de Krebs döngüsünden (Krebs dön- yaklaşık % 95’i mitokondrilerde sentez- la olur. güsünde GTP (Guanozin trifosfat) sentez- leniyor. Bu yeteneği mitokondriyi hücre lenir ve bu bileşik daha sonra ATP’ye dö- için vazgeçilmez bir organel konumuna İç zar aynı zamanda mitokondriyi iki nüşür). Bu çıkmazın üstesinden gelmek getiriyor. Mitokondri, hücrenin gelişme- işlevsel bölüme ayırır. İç zarın çevreledi- için özel olarak enerji üreten yapılara ge- si, büyümesi, çoğalması gibi tüm işlevle- ği bölgeye mitokondri matriksi, iç zarla reksinim var. Bereket ki mitokondriler im- ri için gerekli enerjiyi sağlıyor. dış zar arasındaki bölgeye de zarlararası dadımıza yetişmiş. Tüm ATP’lerimizi ken- bölge denir. Bu iki bölümün işlevleri çok dimiz üretiyoruz ve dışardan almak zo- Yapısı farklıdır. runda da değiliz, tabii ki mitokondriler sa- yesinde. Mitokondriler toplam ATP üreti- Mitokondriler ışık mikroskobuyla gö- İşlevleri minin % 95’inden sorumlu, yani neredey- rülebilecek büyüklüktedir. Tüketilen ener- se tüm üretimi üstlenmiş durumdalar. Pe- ji miktarına göre hücredeki sayıları de- Mitokondrinin çok sayıdaki işlevin- ki, nasıl oluyor da mitokondriler bu ka- ğişebilir. Örneğin karaciğer hücrelerin- den en belli başlısı tüm organizmanın or- dar ATP’yi kısa zamanda üretebiliyor? Bu de yaklaşık 1000 kadar mitokondri var- tak enerji paketi olan ATP sentezlemek. sorunun yanıtı İngiliz biyokimyacı Peter dır. Öyle ki mitokondriler hücrenin top- ATP uzmanı olan mitokondri, sentez için Dennis Mitchell’in ortaya attığı ve kendi- lam hacminin yaklaşık % 20 gibi büyük eşsiz mekanizmalara sahip. Bu işlevinin sine 1978 yılında Nobel Kimya Ödülü’nü bir kısmını kaplar. yanı sıra hücrenin pek çok yaşamsal iş- kazandıran kemiozmotik kuramda. levlerinde yine mitokondri başrol oynu- Mitokondri pek çok yönü ile diğer yor. Yağ asitlerinin yıkımı ve Krebs dön- Kemiozmotik Kuram hücre içi organellerden farklılık gösterir. güsü mitokondride gerçekleşen olaylar. Öncelikle bazı açılardan başlı başına bir Sadece yıkımda değil sentezde ve atıkların Bu kurama göre, mitokondri matrik- hücre gibi davranır. Ancak bu kendi ken- uzaklaştırılmasında da mitokondriye çok sinde bulunan hidrojen iyonları zarlara- dine tamamen yeterli olmayan bir hücre iş düşüyor. Mitokondri sitoplazma ve di- rası bölgeye pompalanıyor. Böylece mito- veya hücreciktir. Mitokondrinin kendine ğer organellerle sıkı bir işbirliği içinde. Bu kondri iç zarının iki yüzü arasında potan- ait genetik materyali yani DNA’sı vardır. işbirliği sonucunda, yağ asitlerinin ve gli- siyel bir fark meydana geliyor. Protonla- Sahip olduğu DNA’yı kullanabilir ve pro- kozun sentezinin yanı sıra hücreye zarar- rı düşük derişimli matriksten yüksek deri- tein sentezi için gerekli donanıma da sa- lı bileşiklerin, örneğin amonyağın, başka şimli zarlar arası bölgeye pompalamak için, hiptir. Ancak bunlar mitokondrinin ba- ürünlere dönüştürülerek atılması gibi çok elektronların oksijene akışı sırasında açığa sayıda olay gerçekleşiyor. çıkan enerji kullanılıyor. Pompalanan pro- 77

Hücrenin Enerji Santrali Mitokondri bunu takiben F0’a bağlı F1 biriminin dön- kotinamid adenin dinükleotid) ve FADH2 mesiyle ATP sentezleniyor. (flavin adenin dinükleotid) bileşiklerinden tonların matrikse tekrar geri dönebilmesi oksijene doğru olur. Bu iki bileşik elektron için özel bir kanaldan geçmesi gerekiyor ve Nasıl bir hidroelektrik santralde çok sa- vermeye, oksijen ise elektron almaya me- geçiş sırasında ATP sentezleniyor. Kemi- yıda türbin ve jeneratör varsa mitokondri- yillidir. Elektron veren NADH ve FADH2 ozmotik kuram özetle böyle diyor. Bu işle- de da çok sayıda kompleks V var. bileşikleri de sırasıyla NAD+’ya ve FAD’ye yişi biraz daha somutlaştırabilmek için bir dönüşür. Ancak NADH ve FADH2’den hidroelektrik santrali düşünelim. Hidroe- Barajlarda su biriktirmek için genellikle oksijene elektron taşınması doğrudan ger- lektrik santralleri elektrik enerjisi üretirken akarsular kullanılır. Deniz ve göllerdeki su çekleşmez, arada başka moleküller de var- mitokondriler kimyasal enerji (ATP) üreti- buharlaşarak yüksek bölgelere sürüklenir dır. Böylece bir zincir oluşmuştur ve bu sis- yor, ancak çalışma prensipleri çok benzer. ve yağmur veya kar olarak tekrar yeryü- teme elektron taşıma zinciri denir. Elekt- züne geri dönerek akarsuların kaynağını ronlar zincir üzerinde kademeli olarak ok- Bir hidroelektrik santralini Baraj ve oluşturur. Bu doğa olayının ana enerji kay- sijene doğru ilerler. Bu işlem mitokond- elektrik santrali olmak üzere iki temel üni- nağı kuşkusuz Güneş. Bu döngü sonucu ri iç zarında gerçekleşir. Elektron akışı sı- teye ayırabiliriz. Barajda biriken su, boru- barajlarda su biriktirebiliyoruz. Enerji üre- rasında enerji açığa çıkar. Bu enerji ile mi- larla daha aşağıda bulunan elektrik santra- tebilmek için mitokondrinin de zarlararası tokondri iç zarındaki proton pompala- line akıtılır ve akan suyun gücüyle elekt- bölgede matrikse göre çok daha fazla pro- rı çalıştırılır. Oksijeni atmosferden almak rik enerjisi üretilir. Elektrik santrali; Tür- ton biriktirmesi gerekiyor. Çünkü ATP, de- kolaydır. Ancak elektron akışının deva- bin ve ona bağlı jeneratör olmak üzere iki rişim farkı sayesinde yüksek derişimdeki mı için NAD+’nın ve FAD’nin yeniden temel birimden oluşur. Elektrik enerjisini protonların kompeks V’e bağlı kanallardan NADH ve FADH2’ye dönüşmesi şarttır. üreten kısım jeneratördür, üretim için je- geçmesi ve bu esnada da kompleks V’i ça- Yani bu iki bileşiğe yeniden elektron yük- neratörün içinde bulunan ve rotor (dönen lıştırması sonucu sentezlenebiliyor. Zarla- lenmesi gerekir. Ama nasıl? İşte bu amaç- kısım) adı verilen bir birimin dönmesi ge- rarası bölgede enerji harcanmadan yüksek la glikolizin son yıkım ürünü olan pirüvat- rekir. Rotor bir şaft (demir mil) ile türbine derişimde proton biriktirmek ise mümkün la birlikte diğer pek çok besinin yıkımı so- bağlıdır. Eğer türbini döndürebilirseniz ro- değil. İşte bu amaçla mitokondri iç zarında nucu açığa çıkan ürünler, mitokondri mat- toru da döndürmüş olursunuz. Bu amaç- bulunan proton pompaları kullanılıyor. Bu riksinde bulunan Krebs döngüsünde daha la yüksek bir noktadan gönderilen su tür- pompalar, protonları düşük derişimli mat- ileri yıkıma uğrar ve sonuçta bol miktarda binin kanatlarına çarparak dönmesini sağ- riksten yüksek derişimli zarlararası bölge- NADH ve FADH2 elde edilir. Bu döngüye lar. Sonuçta türbinin dönmesiyle ona bağ- ye pompalıyor. Pompaları çalıştırmak için ek olarak yine mitokondride yağ asitleri- lı rotor da döner ve elektrik enerjisi üretilir. elektron taşınması sırasında açığa çıkan nin yıkımı sonucunda da NADH ve FAD2 enerji kullanılıyor. O zaman akla şu soru açığa çıkar. Kısacası yıkım tepkimeleri so- Tekrar mitokondriye dönersek, mito- gelir. Elektron taşınması denen olay nedir, nucunda NAD+ ve FAD bileşikleri yeni- kondride de iki zar arasındaki bölge tıpkı nerede ve nasıl gerçekleşir? den NADH ve FADH2’ye dönüşür. hidroelektrik santralin barajı gibi işlev gö- rür. Hidroelektrik santralin barajında su Elektron taşınması mitokondri iç za- Zarlar arası boşluk biriktirilirken, mitokondrinin zarlararası rında gerçekleşen bir olaydır, NADH (ni- bölgesinde hidrojen iyonları yani proton- Elektrik lar biriktirilir. Fumarat potansiyeli Suksi (içerisi negatif) Mitokondrilerde hidroelektrik santral- de elektrik enerjisi üreten sisteme işlev- Matriks sel açıdan benzeyen yapılar da var, bun- lara ATP sentaz ya da kompleks V deni- Kimyasal Proton hareketinin yor. Kompleks V de iki birimden oluşuyor: potansiyel gücüyle ATP F0 (türbine eşdeğer) ve F1 (jeneratöre eş- (içerisi bazik) sentezlenmesi değer) birimleri. Türbinde ve jeneratörde olduğu gibi bu iki birim de birbirine bağ- lı. Tıpkı jeneratörün rotoru gibi ATP sen- tezlemek için de F1 birimini döndürmek gerekiyor. Eğer F0 birimini döndürebilir- sek ona bağlı olan F1 birimi de dönüyor ve ATP sentezleniyor. Barajdaki suyu türbine taşıyan borular gibi, mitokondrinin zarla- rarası bölgesinde yüksek derişimde bulu- nan protonlar, matrikse ancak F0 ünitele- rine bağlı kanallarla geçebiliyor. Protonla- rın geçişi sırasında F0 birimi dönüyor ve 78

<<< Bilim ve Teknik Nisan 2011 şı sırasında açığa çıkan enerji ATP sentezi yerine ısı Özetleyecek olursak elektron akışı sırasında açığa enerjisi olarak salınıyor ve vücut sıcaklığı belli bir dü- çıkan enerji ile mitokondri matriksinden zarlarara- zeyde tutulmaya çalışılıyor. sı bölgeye proton pompalanır ve bu bölgede biriken protonlar tekrar matrikse geri dönerken kompleks 3H+ 3H+ Proton Kanalı V’i çalıştırarak ATP sentezler. Sentezlenen ATP’ler 3H+ 3H+ 3H+ kullanılmak üzere mitokondri dışına gönderilir ve yerine ATP sentezinde kullanılan ADP (adenozin difosfat) ve Pi (inorganik fosfat) alınır. Hidroelektrik santralde ve mitokondride benzer işlevler gören birimler ve işlevleri Hidroelektrik Santral Mitokondri ETC Baraj Zarlararası bölge Barajda su biriktirilir. Zarlararası bölgede proton biriktirilir. Elektrik enerjisi üretmek için ATP (kimyasal enerji) üretmek için kompleks V NADH türbin ve jeneratör kullanılır. kullanılır. Kompleks V’de F0 (türbin eşdeğeri) ve F1 FADH2 (jeneratör eşdeğeri) birimleri bulunur. Su Türbini döndürmek için barajda F0 birimini döndürmek için zarlararası bölgede biriktirilen su kullanılır. biriktirilen protonlar kullanılır. Su yüksekte bulunduğu için Protonlar zarlararası bölgede yüksek derişimde kendiliğinden akar, akarken bulunduğu için düşük derişimde bulunduğu matrikse türbini döndürür. kendiliğinden geçer, geçerken kompleks V’i çalıştırır. Barajda su biriktirmek için Zarlararası bölgede proton biriktirmek için elektron Çizim: Emel Sungur Özen ATP nehirlerin suyu kullanılır. akışı sırasında açığa çıkan enerji kullanılıyor. Elektrik enerjisi üretir. Kimyasal enerji üretir (ATP sentezler). 3H+ Siz bu satırları okurken vücudunuzda trilyonlar- Yaşam süreleri ca türbin benzeri yapı dönüyor ve yaşamanız için ge- rekli ATP’yi sentezliyor. Mitokondriler bölünerek çoğalır ve hücrelerde Doç. Dr. Abdurrahman çok sayıda mitokondri bulunur. Bunlar hücre bölün- Coşkun, 1994 yılında Kuşkusuz vücuda alınan tüm enerji kaynakları sa- mesi sırasında yavru hücreler arasında yaklaşık ola- Erciyes Üniversitesi Tıp dece ATP sentezi için kullanılmıyor. Yaşamın devamı rak eşit biçimde paylaşılır. Diğer organeller gibi mi- Fakültesi’nden mezun için vücut sıcaklığının belirli bir derecede tutulması tokondriler de yenilenir. Her mitokondrinin belirli oldu. 2000 yılında da çok önemli. Bu amaçla sürekli ısı enerjisi üretilme- bir yaşam süresi var. Örneğin karaciğer hücrelerin- biyokimya ve klinik si gerekiyor. Vücudumuzda ısı üretimine katkıda bu- deki mitokondrilerin ortalama yaşam süresi 10 gün. biyokimya uzmanı, lunan pek çok tepkimeyle (özellikle ATP’nin yıkıldığı Bu sürenin sonunda mitokondriler ortadan kaldırılı- 2003 yılında yardımcı tepkimeler) birlikte mitokondride de ATP üretiminin yor. Yıpranan mitokondriler işaretleniyor ve üzerleri doçent ve 2009’da yanı sıra az da olsa ısı enerjisi de üretiliyor. Çok daha bir zarla kaplanarak lizozomlarla kaynaşmaları sağ- doçent oldu. Uluslararası önemli bir nokta ise mitokondride üretilen ısı ener- lanıyor. Lizozomlar içerdikleri parçalayıcı enzimler- hakemli dergilerde jisinin organizmanın ihtiyacına göre bazen artırılıp le mitokondriyi parçalıyor. Açığa çıkan temel yapı- yayımlanmış 32 azaltılabilmesidir. Örneğin kış uykusuna yatan can- taşları, örneğin amino asitler, yağ asitleri ve şeker bi- makalesi var. Özel olarak lılar ve yeni doğan bebekler ATP’den çok ısı enerjisi- rimleri, lizozom zarında bulunan özel pompalarla si- laboratuvarda kalite ne gereksinim duyar. Bu durumda mitokondrilerde toplazmaya verilerek yeniden kullanıma sunuluyor. kontrol, standardizasyon ATP üretiminin azaltılıp ısı enerjisinin üretimini ar- ve protein biyokimyası tıracak bir değişime gidilmesi gerekir. Kış uykusuna Mitokondri için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. konularında araştırmalar yatan canlıların ve yeni doğan bebeklerin kahve ren- “Kendisi küçük hem de küçücük, ancak yaptığı iş- yapıyor. Halen Acıbadem gi yağ dokusu (çok sayıda mitokondri içerdiğinden ler çok büyük”. Mitokondri hakkında pek çok şey bi- Labmed Klinik kahve renkli bir görünümü var) mitokondrileri böy- liyoruz, ancak bir o kadar da bilinmeyen var. Mito- Laboratuvarları’nda klinik le bir değişikliğe izin verecek esnekliğe sahiptir. Peki kondrideki işlev bozukluklarının neden olduğu çok biyokimya uzmanı ve bu düzenleme nasıl gerçekleşiyor? Bunun olabilme- sayıda hastalık var. Özellikle yaşlanma sürecini da- Acıbadem Üniversitesi si için mitokondride adeta bir kısa devre uygulama- ha iyi anlamak için mitokondride olup bitenleri bil- Tıp Fakültesi Biyokimya sı yapılıyor. Bu amaçla mitokondri iç zarına yerleşen mek zorundayız. Anabilim Dalı’nda öğretim ve termogenin adı verilen bir kanal proteini kullanı- üyesi olarak çalışıyor. lıyor. Termogeninin iç mitokondri zarında açtığı ka- nal, zarlararası bölgede bulunan protonların matrikse KAalbyenrat,kBla.,rJohnson, A., Lewis, J., Raff, M., Roberts, Yoshida, M., Muneyuki, E., Hisabori, T., ATP sentezleyen kompleks V’den değil de bu kanal- K., Walter, P., Molecular Biology of the Cell, 5. Basım, “ATP synthase-a marvellous rotary engine of the cell”, dan geçmesine neden oluyor. Böylece elektron akı- Garland Science, Taylor and Francis Group, 2008. Nature Reviews Molecular Cell Biology, Junge, W., Lill, H., Engelbrecht, S., “ATP synthase: Sayı 2, s. 669-677. 2001. an electrochemical ransducer with rotatory mechanics”, Trends in Biochemical Sciences, Sayı 22, s. 420-423, 1997. 79

Başar Titiz AmatörTeleskopYapımı-6 Teleskobun Diğer Parçalarının Yapımı Salıncak kutusu Fotoğraf 1: Teleskobun optik yüzeyleri dışında gözmercek- Ayna kutusunun üzerinde hareket edeceği ve 10 inç bir teleskobun lerini ve bunların odak düzlemine yaklaşıp uzaklaş- teleskobun başucu (azimuth) ekseninde 360 de- kontrplak parçaları. masını sağlayan odaklayıcıyı satın alacağımızı kabul rece serbestçe hareket edebileceği parçadır. Salın- ederek, bu aşamada aşağıdaki parça gruplarını bir cak kutusu (rocker box) teleskobun diğer bileşen- 80 araya getirmemiz gerekecek: lerine göre daha az sayıda parçadan oluşur. Yük- sekliğinin olabildiğince az olması, hafif olması ve yükseklik çemberlerinin düzgün hareketi için ha- zırlanmış uygun bir yataklama sistemine sahip ol- ması önemidir. Ayrıca Dobson türündeki teleskop- larda zaman zaman sorunlu olabilen, başucu ekse- ninde düzgün ve yumuşak hareket edebilme özel- liğine de sahip olmalıdır. Ufak bir kuvvetle eylem- sizliğini yenerek hareketine başlayabilmeli, fakat hafif rüzgâr etkisi ya da dengesizlik nedeniyle ken- diliğinden hareket etmeyecek kadar da sürtünme- ye sahip olmalıdır. Başucu ekseninde yumuşak bir hareket sağlamak için fotoğrafta görülen büte rul- man sistemi ya da Teflon üzerinde kayan laminat malzeme seçilebilir. Yükseklik eksenindeki hare- ketin de sağlanabilmesi için yükseklik çemberleri- nin salıncak kutusuna temas ettiği noktalarda Tef- lon yüzeyler bulunur. Ayna kutusu İkincil kafes Ayna kutusu üzerinde teleskobun yükseklik (alti- Teleskobun optik yüzeylerinden diğeri olan ikin- tude) ekseninde hareket etmesini sağlayan yükseklik cil ayna, ikincil ayna tutucu, odaklayıcı, örümcek, çemberlerini, birincil aynayı ve optik hizalama siste- bulucu dürbünler ve göz mercekleri ikincil kafes mi ile ayna hücresini barındıran, en ağır ve en büyük üzerinde bulunur. İkincil kafes esnemeyecek kadar parçadır. Boyutlandırılması sırasında dikkat edilme- katı ve olabildiğince hafif olmalıdır. Çünkü telesko- si gereken ilk şey, ışık yolunu kapatmaması için ola- bu yükseklik çemberleri etrafında döndürecek mo- bildiğince ufak yapılmasıdır. Ayna kutusu büyüdük- mentin büyüklüğü ikincil kafesin ağırlığı ile orantı- çe teleskop ağırlaşacak, taşınması güçleşecek, daha da lıdır. Her 1 kg’lık ikincil kafes ağırlık artışını denge- önemlisi göz merceğinin yerden yüksekliği artacaktır. lemek için, ayna kutusunda ortalama olarak ayna- Ayna kutusu, salıncak kutusu üzerinde ufak bir kuv- nın odak oranındaki f değeri (odak oranı) ile çarpı- vet ile hareket edebilmeli ama kuvvet uygulanması bı- larak elde edilen karşı ağırlığın bulunması gerekir. rakıldığında çok kısa bir sürede hareketsiz kalmalıdır. Örneğin 3 kg ağırlığındaki bir ikincil kafesin kulla-

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 nu da çözebilir. Taşıma sırasında teleskop parçaları- nıldığı f/6 teleskobun ayna kutusu, 18 kg ağırlığın- na ayrılır ve montaj sonrasında hem üçgen çatkı ele- da olmalıdır. Aksi halde teleskobun dengesi sağlana- manları hem de bu örtü yerlerine yerleştirilir. maz, teleskop ikincil kafes yönünde eğilmeye çalışır ve dengelemek için karşı tarafa safra konulması ge- Diğer parçalar rekebilir. Bu da teleskopun toplam ağırlığını artırır. İkincil kafes üzerine monte edilen odaklayıcı ve bu- Yukarıdaki grupları oluşturan parçalardan baş- lucu için, kafesin birbirlerine paralel şekilde duran ka su jeti, torna/freze ve benzeri araçlarla üretile- iki halkasını birleştiren iki adet dörtgen parça bu- cek ikincil ayna tutucu, örümcek komplesi, çeşit- lunur. Dışarıdan gelen çiğ ışığı engellemek için ka- li bağlantı elemanları, lazer ile kesilebilecek teflon fesin kenarları PVC türü bir malzeme ile kaplanabi- yüzeyler gibi az sayıda parçanın da üretilmesi gere- lir. Toplam ağırlığı olabildiğince azaltmak için tüm kecektir. Kalan parçaların tamamı ise satın alınabi- parçalar 15 yerine 6 mm kontrplak kullanılarak üre- lecek parçalardır. İkincil ayna, odaklayıcı, göz mer- tilmiştir. Ağırlığı daha da azaltmak için kullanılan cekleri, bulucu dürbünler vb. bir diğer yöntem de örümceği ve odaklayıcıyı tek bir halka üzerine monte etmektir. Bu şekilde ağırlığın Tasarım dosyaları bir kısmından kurtulmak ve teleskobun taşınabilir- liğini artırmak mümkündür. Ayna kutusu, salıncak kutusu ve ikincil kafe- si oluşturan parçaların tamamına yakını, suya da- Üçgen çatkı elemanları yanıklı (marin sınıfı) kontrplaktan, CNC router ya da biraz daha zor olmakla birlikte basit elektrikli İkincil kafes ile ayna kutusunu birbirlerine ka- aletler yardımıyla (şerit testere, dekopaj, el freze- tı bir şekilde bağlayan elemanlardır. Sayıları 6 ya si, vb) kesilebilir. Kesim sırasında elde edilmesi ge- da 8 adet olan bu çubuklar “truss” olarak adlandırı- reken hassasiyete ulaşmak için profesyonel yardım lır. Uçları ikişer ikişer aynı noktada birleştirilen çu- almak (eğer benzeri işleri daha önce yapmadıysa- buklar yandan bakıldığında üçgen alanlar oluşturur. nız) gerekebilir. Çubuklardan bir bölümü çekme diğer bölümü de basma yönündeki kuvvetleri karşıladığından, eğil- Fotoğraf 2: me ile şekil değiştirmeye karşı büyük direnç göste- Üçgen çatkı çubukları. rirler. Ayrıca tek parça boru şeklinde bir tüp kullanı- Ayna kutusu ile ikincil larak yapılan tasarımlara göre, bu sistem taşınabilir- kafes arasında bağlantı liği artırmak açısından da çok büyük avantaj sağlar. sağlayan 8 adet çubuk Çubukları birbirine bağlayan mekanizmalar açıldı- eleman. ğında teleskop çok ufak bir hacim işgal edecek şe- kilde parçalarına ayrılabilir. Farklı tasarımlarla oluş- Başar Titiz turulabilen üçgen çatkı elemanlarında boru çapla- rı, odak uzaklığının 80 değerine bölünmesi ile bu- Fotoğraf 3: lunur. Örneğin 8” f/6 bir teleskop için kullanılma- Bilgisayar destekli tasarım sı önerilen üçgen çatkı elemanlarının çapları D={(6 programında çizilen x 203)/80}=15 mm kadar olmalıdır. Piyasadan bu parçaların bir kısmı. değere yakın çapta, et kalınlığı 1 mm civarında alü- minyum borular satın alınarak bu amaçla kullanıla- Başar Titiz bilir. Kapalı tüpe göre avantajlarını saydığımız üçgen çatkı yönteminin sakıncalarından ve bunları azaltı- cı çeşitli çözümlerden de söz etmeliyiz. Akla gelebi- lecek sakıncalardan ilki, gözlem yapılacak bölgede- ki çiğ ışık (straw light) kaynaklarından (örn. aydın- latma ışıkları) gelen ışığın birincil ve ikincil aynalara düşmesidir. Aynı şekilde çevredeki tozlar da kapa- lı tüpe kıyasla üçgen çatkılı teleskopta aynayı daha kolay kirletebilir. Kefen (shroud) olarak adlandırı- lan ve ışık geçirmeyen siyah renkli kumaştan dikilen bir örtü, üçgen çatkı profillerini örterek her iki soru- 81

Teleskobun Diğer Parçalarının Yapımı Optik hizalama sistemi, 3 adet vidanın sıkılıp gevşetilmesi prensibi ile aynanın merkezinden çı- Tüm parçalar CNC’de ya da ölçü ve biçimle- kan sanal bir ışının optik eksenle çakıştırılması- ri kullanarak doğrudan kesilecek plakalar üzerine nı sağlayacak yön değişikliklerini yapmaya olanak çizilerek kesilebilir. CNC freze kesiminde kullanı- sağlar. Optik hizalama yapılmaksızın, ayna top- labilecek dosyayı http://getir.net/682 sayfasından layabileceği ışığın ancak çok ufak bir kısmını göz indirebilirsiniz. CNC kesim hizmetini satın alabi- merceğine ulaştırabilir. Bu yüzden Newton türü te- leceğiniz yerlerin okuyabileceği bu dosyayı,, üze- leskopların birincil aynalarının hassas şekilde hiza- rinde değişiklik yaparak da kullanabilirsiniz. lanması gerekir ve bu hizalama için tasarladığımız sistem de buna kolayca olanak vermelidir. Teleskobun kritik parçaları İkincil aynayı, optik merkezin tam ortasında Hizalama sistemi, ayna hücresi, ikincil ayna tu- boşlukta asılı tutan parçaya örümcek (spider) adı tucu ve örümcek, kundağın diğer parçalarına göre verilir. Örümcek, farklı malzemeler kullanılarak tasarımı ve üretimi biraz daha karmaşık, dikkat ge- farklı biçimlerde yapılabilir. Tel örümcekler, ince rektiren parçalardır. Aslında parçalar arasında çok çelik bir telin ikincil ayna tutucuyu merkezde tu- büyük farklar olmamasına karşın, teleskobun iş- tacak şekilde gerilmesiyle yapılır. Eğrisel ya da üç levselliğini etkileme bakımından bu saydıklarımı- kollu örümcekler ince metal levhaların kesilerek zın önemi biraz daha fazladır. çember şeklinde bükülmesiyle yapılır. Titreşimle- ri çabuk sönümleme ve optik hizalamayı koruya- Ayna hücresinden başlayacak olursak, aynayı bilme özellikleri dışında, olabildiğince küçük mer- yapmak için kullandığımız cam diski düz bir yü- kezi örtme miktarına yol açmaları da tasarımların- zey üzerine koyduğumuzda, ayna bu yüzeye en faz- da önemli bir kriterdir. Örümcek kolları 2 mm ka- la 3 noktada temas edecektir. Bunun nedeni gerek lınlığında paslanmaz çelikten lazer ile kesildikten aynanın gerekse düz yüzeyin, optik ölçeklerde düz sonra silindir tezgâhında gereken yarıçapta bükü- olmamasıdır. Bu temas noktaları, rastlantısal ola- lerek şekillendirilir. rak bizim isteğimiz dışında dağılacağından, ayna- yı optik ölçekte isteğimizin dışında bir şekilde de- İkincil ayna tutucu, çoğunlukla Delrin türü bir forme edecektir. plastikten ya da alüminyum malzemeden torna tezgâhında üretilir. Çapının, ikincil aynanın elipsi- Bunu engellemek için, aynayı eşit alanlara ayı- nin küçük odağına eşit ya da ondan biraz ufak ol- ran temas noktalarından destekleyerek “yüzdür- masına dikkat edilmelidir. Bu parçaya örümcek meliyiz”. Tıpkı belirli bir esnekliği olan cisimleri ta- kolları monte edileceğinden, montaj için gereken şırken yaptığımız gibi. Destek noktaları 3, 9, 18 ya vida delikleri düzgün şekilde hizalanarak açılmalı- da 27 adet olabilir. Bunların merkezden uzaklıkla- dır. İkincil aynanın yapıştırılacağı parça bu parçaya rı, ayna yarıçapının belirli katsayılar ile çarpılma- monte edileceğinden boyutlandırılması da kritiktir. sı ile bulunabilir. Örneğin 3 noktalı ayna hücresin- de bu noktalar merkezden yarıçapın % 40,1’i kadar Başucu ve yükseklik uzaktadır. Dokuz noktalı ayna hücresi tasarımında eksenlerinde yataklama ise, destek noktalarının 6 tanesi merkezden yarıça- pın % 78’i, diğer üçü ise % 33’ü kadar uzaktır. Ay- Dobson türü alt-azimut bir teleskopta her iki nayı taşıyan üçgen elemanların hizalanması ise ya- eksenin de yumuşak hareket sağlayacak şekilde ya- rıçapın % 50’sinden geçen sanal bir çemberin üze- taklanması gerekir. Başucu ekseninde salıncak ku- rinde bulunan ayar vidaları ile yapılmaktadır. Tüm tusunun altına halka şeklinde bir laminat parça ke- bu çabaların nedeni, aynayı en az deforme ola- silerek, bu yüzeyin ayak üzerine konulacak teflon cak şekilde destekleyebilmektir. Ayrıca ayna hüc- yüzeylere sürtünmesi sağlanabilir. Ya da fotoğrafta re içine sıkıştırılmadan durmalıdır. İdeal koşullar- görüldüğü gibi büte rulman türünde bir yataklama da, yan taraflardan aynaya dokunacak destek ele- elemanı da kullanılabilir. Bu rulman ile başucu ek- manları ve aynanın hücre içinden çıkarak baş aşa- seni son derece kolay hareket edebilir. ğıya düşmesine engel olacak tırnaklar aynaya do- kunmamalıdır. Bunların tümü de optik ölçekte gö- Teleskop Montaj rüntüde çeşitli bozulmalara neden olur. Ayna hüc- resi ve kutusu, aynanın hava alarak dış ortam sı- Bu işe kontrplak parçaların zımpara ile temiz- caklığına olabildiğince çabuk ulaşmasını sağlarken lenmesi ve sonrasında ağaç vidaları ile birleşti- onu toz ve çiğ başta olmak üzere dış etkilerden de koruyabilecek şekilde tasarlanmalıdır. 82

rilmesi ile başlayabiliriz. İlk birleştirmemiz gere- <<< Bilim ve Teknik Nisan 2011 ken parça ayna hücresidir. Aynanın hücre üzerin- rak eşit boyda kesebiliriz. Boruların uçlarına sıkı de merkezlendiğinden, düşmesini engelleyecek ta- geçme ile ekleyeceğimiz küresel bağlantı parçaları- Fotoğraf 4: kozların aynayı sıkıştırmadığından ve hizalama vi- nı yerlerine yapıştırmadan önce, boruların gereken Parçaların montaj sonrasındaki dalarını yerlerine (aralarına konulan yaylarla so- boylarda olup olmadığını kontrol etmeliyiz. Bunun görünüşleri. nuna kadar sıkarak) doğru şekilde taktığımızdan için, optik hizalamasını yaptıktan sonra teleskobu emin olmalıyız. Hizalama sırasında bu yayları ser- yeterince uzaktaki (> 5 km) bir hedefe yönlendire- best bırakacak kelebekleri elle biraz gevşetiriz. Da- rek odaklayıcının orta noktasına yakın bir bölgede, ha sonra ayna kutusunu da yaparak, hücreyi bu tüm göz merceklerimizle netlik sağlayabildiğimiz- parçanın içine hizalama vidalarıyla bağlarız. Yük- den emin olmalıyız. Daha sonra boruların uçların- seklik çemberlerinin ve bunların dairesel yüzeyle- daki plastik parçaları yapıştırıp montajı tamamla- ri üzerindeki laminat parçaların yapıştırılmasıyla yabiliriz. Kendi yaptığımız bu 10”lik teleskobu za- montaj büyük ölçüde tamamlanır. man içinde çeşitli ilave özelliklerle geliştirebiliriz. Örneğin yükseklik ve başucu eksenlerine ekleyece- Sonraki aşamada salıncak kutusunu monte ede- ğimiz sayısal ayar çemberleri devresi ile yönlenmiş biliriz. Yan duvarları vidalamadan önce, yüksek- olduğu gökcismini bir ekranda görebilir ya da bir lik çemberlerinin dış kenarlarının, salıncak kutusu Poncet platformu üzerine yerleştirerek gökcisimle- yatakları içerisinde çok fazla sürtünme ya da çok rini takip edebilmesini sağlayabiliriz. fazla boşluk olmaksızın hareket edip edemediğini kontrol etmeliyiz. Teflon parçaları yerine vidalar- ken, vida deliklerini havşa matkabı ile açmalıyız ki vidanın baş tarafı yükseklik yaparak laminat yüze- ye dokunmasın. Salıncak kutusunun alındaki üç- gen ayak parçasını altındaki büte rulmanına vida- layıp, lastik takozdan ayakları da vidaladıktan son- ra bu kısım neredeyse tamamlanmış olacaktır. Son olarak yükseklik çemberlerinin kenarlarındaki sı- nırlayıcı parçaları vidalayıp bu kompleler ile ilgili montaj işlerini tamamlarız. Ayna kutusu ve salıncak kutusu montajlarını ta- kiben, ikincil kafesin montajına başlayabiliriz. Üst ve alt halkaları birleştiren dikmeleri yerlerine vi- daladıktan sonra, odaklayıcı ve bulucu tahtalarını yerlerine yerleştirip odaklayıcıyı ve bulucu gövde- sini bunlara vidalamamız gerekiyor. Örümcek kol- larını orta parçaya vidaladıktan sonra bu kompleyi de üst halkaya birleştirmemiz gerekiyor. Örümcek kollarını üst kafesin iç kenarındaki yerlerine vida- ladıktan sonra alt halkanın alt dairesel yüzeyine üçgen çatkı çubuklarını karşılayacak olan bağlan- tı parçalarını vidalayıp daha sonra da üst ve alt hal- kaların oluşturduğu silindirin yan yüzeyin örtecek olan PVC kaplamayı yerine yapıştırabiliriz. Bu iş- lemler sonrasında ikincil aynayı 45 derece kesilmiş yüzeye silikon kullanarak yapıştırabiliriz. 24 saat kurumasını bekledikten sonra ikincil aynayı da ye- rine takabilir ve odaklayıcıya göre konumunun ve yönünün doğru olup olmadığını kontrol edebiliriz. Ayna kutusu ile ikincil kafes arasındaki üçgen çatkı borularının boylarını aynamızın odak uzak- lığına göre kabaca da olsa tahmin ettikten sonra, bu uzaklığa makul bir emniyet payını da ekleyerek boruları bu iş için yapılmış bir boru kesici kullana- 83

Hüseyin Gazi Topdemir Kemâlüddîn El-Fârisî ve Doğuda Bilim Geleneğinin Yeniden İnşası Kemâlüddîn el-Fârisî’nin Kısa Yaşam Öyküsü: (965-1039) Kitâb el-Menâzır (Optik Kitabı) adlı kitabı Tam adı Kemâlüddîn el-Hasan İbn Ali İbn el-Hasan üzerine yazdığı şerh Tenkih el-Menâzır’dır (Optik’in Dü- el-Fârisî’dir (1267-1318). Yaşamı hakkında ayrıntılı bilgi zeltilmesi). yoktur. İslam dünyasında yetişen seçkin bilim insanla- rından birisi olmasına karşın, 12. yüzyılda Batı dillerine Kemâlüddîn el-Fârisî’nin bilimsel çalışmaları yete- yapılan yoğun çeviri etkinliğinin dışında kaldığı için yüz rince araştırılmamıştır. En çok tanınan çalışması Tenkih yıl öncesine kadar tanınmamıştır. Tebriz’de doğmuş, el-Menâzır’dır. Bunun dışında matematik konusunda matematik ve fizik eğitimi almıştır. Biri sayılar kuramı, Tezkirâ el-Ahbâb fî Beyân el-Tehhâb (Dost Sayılar Hakkın- diğeri de ışığın kırılması ve gökkuşağının oluşumunun da) adlı bir kitap yazmıştır. Ayrıca İbn el-Haddâm’ın arit- açıklanması olmak üzere, bilime önemli iki katkısı var- metik, geometri, alan ve hacim hesapları ile miras huku- dır. Kemâlüddîn el-Fârisî, 12. yüzyılın önemli astronom- ku üzerine yazdığı Kitâb el-Fevâid el-Bahaiye fi el-Kavâid larından Kutbeddîn el-Şîrâzî’nin (1236-1311) öğrencisi- el-Hisabiye (Hesap Kuralları Üzerine) adlı eseri üzerine dir. İranlı olmasına karşın matematik, fizik ve astrono- Esâs el-Kavâid fî Usûl el-Fevâid (Fevaid’de Yeralan İlkeler mi konularında kaleme aldığı kitaplarını o dönemde bi- Hakkında Temel Kurallar) adlı şerhini yazmıştır. Bunun lim dilinin Arapça olması dolayısıyla Farsça değil Arap- dışında, Tenkih el-Menâzır’ın özeti şeklinde hazırlanmış ça yazmıştır. Kendisini ünlü kılan eser, İbn el-Heysem’in Kitâb el-Basair fî İlm el-Menâzır fî el-Hikme (Optik Bilimin- de Görme) adlı ikinci bir optik kitabı daha vardır. Optiğin Düzeltilmesi Kitap, İbn el-Heysem’in Kitâb el-Menâzır’da tartıştığı (Tenkih el-Menâzır) temel problemleri yeni bir bakış açısıyla değerlendirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Yedi makale halinde düzen- İslam dünyasında bilimsel etkinliklerin azalmaya ve iv- lenmiştir. İlk üç makale doğrudan görme, 4., 5. ve 6. ma- me kaybetmeye başladığı bir dönemde yazılmış olan Ten- kaleler yansıma, 7. makale de kırılma konusuna ayrılmış- kih el-Menâzır lî Zuyî el-Ebsar ve el-Basair (Göz ve Görmeyi İn- tır. Ancak Kemâlüddîn el-Fârisî aynı zamanda bütün optik celeyen Optik’in Düzeltilmesi) içeriğinin zenginliği, getirdiği konularında kendi zamanına kadar yapılmış açıklamaları çözüm önerileri ve yenilikler açısından bir başyapıttır. Kitap- düzenlemeyi, yeniden gözden geçirmeyi, eksik yönlerini ta edinilen bilgilerden Kemâlüddîn el-Fârisî’nin bu çalışma- tamamlamayı ve yanlış bilgilerden arındırmayı amaçladı- yı hocası Kutbeddîn el-Şîrâzî’nin denetimi ve desteğiyle ha- ğından, kitabına sadece Kitâb el-Menâzır’da incelenen ko- zırladığı anlaşılmaktadır. Kitap diyalog biçiminde yazılmıştır nuları değil onda yer almayanları da almıştır. Kemâlüddîn ve açıklamaların başlarında“dedi”,“diyorum”ve“diyoruz”gi- el-Fârisî’nin Tenkih el-Menâzır’da ele aldığı diğer optik ko- bi üç ayrı ifade yer almaktadır. Yaptığımız incelemeler sonu- nuları şunlardır: Gökkuşağı ve halenin oluşumu, karanlık cunda kitapta alıntıların, yorumların ve eklemelerin bulun- oda, ışığın niteliği, gölgelerin özellikleri, ışığın küresel yü- duğunu belirledik. Kemâlüddîn el-Fârisî, optik bilgilerinin zeyli ortamlarda uğradığı değişimler. Tenkih el-Menâzır önemli bir kısmını İbn el-Heysem’ın Kitâb el-Menâzır’ından 1928 yılında Haydarabad’da iki cilt olarak basılmıştır. Top- doğrudan veya dolaylı olarak almıştır. Bu alıntıları ayırt et- lam 1022 sayfadır. mek için “dedi”sözcüğünü, bütünüyle kendi yorumlarını ve düşüncelerini belirtmek için“diyorum”sözcüğünü, hocasıy- la ortak olarak yaptıkları değerlendirmeleri ifade etmek için de“diyoruz”sözcüğünü kullanmıştır. 84

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 Optik ni riyaziyeye) dayanan bilimlerle uğraşan kişiyi b. Işığın Doğası ve Yayılımı belirtmektedir. Talimî bilimler altında şu bilim- Her dönemde en çok çalışılan bilimsel ler yer alır: Sayı bilimi, geometri bilimi, optik bi- Kemâlüddîn el-Fârisî ışık konusunda- disiplinlerden biri olan optik, ışığın limi, yıldızlar bilimi, musîkî bilimi, ağırlıklar bili- ki temel savlarını “Işık Üzerine” adlı ma- yayılımı, yansıması, kırılması ve mi, tedbirler (hiyel) bilimi. Tabiat ve matematik kalesinde serimlemiştir. Bu çalışmasının görme gibi ışık olaylarını sistematik bilimleri arasındaki ayrım ise şöyle yapılıyordu: giriş bölümünde şunları yazmaktadır: bir biçimde inceleyen bilim dalıdır. Tabiat bilimleri değişmekte olan varlıkları in- Başlangıçta nesnelerin görünüşündeki celerken, matematik bilimleri varlıklardan tec- “Işığın mahiyeti (öz niteliği) hakkın- değişimleri inceleyen ve “...den rit edilmiş halde miktarları inceler. Çalışmaları daki açıklamalar doğa bilimleri, yayılı- bakmak” anlamına gelen “perspektif” esas alındığında, Kemâlüddîn el-Fârisî’nin ağır- mının niteliğiyle ilgili açıklamalar ise, sözcüğüyle adlandırılmıştır. Antik Grek lıklı olarak matematiksel bilimler alanında ça- ışıkların kaynaklarından çizgiler bo- dünyasında ilk kez kuralları, konuları lıştığı anlaşılmaktadır. yunca uzaması dolayısıyla, matematik ve inceleme yöntemi tanımlanan bilimleri bilmeyi gerektirir. Benzer şe- perspektif, İslam dünyasında da a. Matematik ve Sayılar Kuramı kilde ışığın mahiyetiyle ilgili tartışma “bakma yeri” anlamına gelen Kemâlüddîn el-Fârisî’nin matematik çalış- doğa bilimlerine, ışığın yayılım şekliy- “menâzır” sözcüğüyle adlandırılmıştır. maları geleneksel anlamda geometri konula- le ilgili tartışma ise matematik bilimle- Bugün başlı başına birer inceleme rıyla, İslam kültüründe önemli bir yer tutan mi- rine ilişkindir. Aynı durum ışığın içeri- alanı olarak ışığın parlak yüzeylerde ras hesaplamalarıyla ilgilidir. Bununla birlikte sine nüfuz ettiği saydam için de geçer- uğradığı değişimleri inceleyen sayılar konusunda da çalışmış ve sayı kuramına lidir. Işığın saydam içerisindeki duru- yansıma başlangıçta “yansıma önemli birkaç katkı yapmıştır. Bu başarıların- muyla ilgili araştırma hem doğa hem aracılığıyla görme”, ışığın yoğunluğu dan biri x4 + y4 = z4 denkleminin tam bir çözü- de matematik bilimlerini gerektirir.” farklı ortamlarda hareket ederken münün verilmesinin olanaksız olduğuna dik- uğradığı değişimleri inceleyen kırılma kat çekmesidir. Fakat n > 2 olması durumunda, Işığın Yayılımı ise “kırılma aracılığıyla görme” olarak xn + yn = zn denkleminin pozitif tam sayı çözü- adlandırılıyordu. Dolayısıyla optik bir münün olmayacağını dile getiren Fermat’nın Kemâlüddîn el-Fârisî, nesneleri ışık kaynağı (mudî) olanlar bütün olarak görmenin bilimiydi. Son Teoremi’nin bu tipinin kanıtlamasına giriş- ve ışıklandırılmış (munîr) olanlar olmak üzere ikiye ayırmaktadır. memiştir. Aslında bu ayrım İslam dünyasında ışık konusuna getirilen Tenkih el-Menâzır’da, İslam dünyasında Kemâlüddîn el-Fârisî’nin sayı kuramı ko- pek çok yenilikten biridir. İbn Sînâ (973-1037) konuyu incelerken başlatılan yeni optik gelenek şu ilkelere dayan- nusundaki en önemli katkısı ise dost sayılar- kendinden ışıklı nesneler için mudî ve bir ışık kaynağı tarafından dırılmıştır: la ilgilidir. Modern gösterimde S (n), n’in ka- aydınlatılmış olanlar için de mustanîr terimlerini kullanmıştır. lansız veya tam bölenlerinin toplamını belirtir. Bunlara karşılık olmak üzere de mudînin yaydığı ışık için i. Optik problemleri tam anlamıyla birer ge- Eğer S (n) = m ve S (m) = n ise m ve n dost sa- dav (diya), bunun nesnelerde yarattığı ışık için de nûr kelimelerini ometri problemine dönüştürmek yılardır. Yani iki sayıdan birinin kalansız bölen- kullanmıştır. Bu ayrım çeviri yoluyla Batıya da geçmiş ve lerinin toplamı diğerini, diğerinin tam bölen- 13. yüzyıldan itibaren, bu ayrıma karşılık olmak üzere getirilen ii. Optik problemleri ustalıkla hazırlanmış lerinin toplamı da diğer sayıyı veriyorsa, bu iki lux ve lumen sözcükleri yaygın olarak kullanılmaya deney düzenekleriyle ayrıntılı olarak incele- sayı dost sayıdır. En küçük iki dost sayı 220 ve başlanmış, bu iki sözcük arasındaki ayrım 17. yüzyıla kadar mek 284’tür. Yani 220’nin kalansız bölenlerinin top- devam etmiştir. lamı 284’ü, 284’ün kalansız bölenlerinin topla- Kemâlüddîn el-Fârisî’nin mı da 220’yi verir. Kemâlüddîn el-Fârisî Tezkirâ Bilimsel Çalışmaları el-Ahbâb fî Beyân el-Tehhâb adlı kitabında Sa- bit İbn Kurrâ’nın (836-901) dost sayılar üzeri- Kitaplarının adlarından da anlaşıldığı gi- ne oluşturduğu teoremin yeni bir kanıtlama- bi, Kemâlüddîn el-Fârisî çalışmalarını iki alan- sını verir. Eğer n > 1 olursa, pn = 3,2n - 1 ve qn da yoğunlaştırmıştır. Bunlardan biri matema- = 9,22n-1 -1 olur. Eğer pn-1, pn, ve qn asal sayılar tik, diğeri de optiktir. Burada öncelikle o dö- ise o zaman a = 2npn-1pn ve b = 2nqn dost sayı- nemin bilim anlayışı açısından bilimlerin do- lar olur. Çalışmasının sonunda Kemâlüddîn el- ğa bilimleri (Tabiiyyûn) ve matematik bilimler Fârisî, Sabit İbn Kurrâ’nın geliştirdiği yönteme (Talimiyyûn) olmak üzere iki gruba ayrıldığını dayalı olarak, sırasıyla n = 2 ve n = 4 olması du- hatırlamakta yarar var. “Talimci” sözcüğü de, o rumunda, 220, 284 ve 17296, 18416 dost sayı dönemin anlayışı içerisinde matematiğe (ya- çiftlerini vermiştir. Ayrıca Kemâlüddîn el-Fârisî, Sabit İbn Kurra’nın n = 4 olması koşuluyla ver- diği dost sayıların doğruluğunu p3, p4, ve q4’ün asal sayılar olduğunu kanıtlayarak göstermiştir. 85

Kemâlüddîn El-Fârisî ve Doğuda Bilim Geleneğinin Yeniden İnşası Yukarıda ayrıntısı verilen bilim ayrımı- bilinenin tekrarından başka bir şey değil- rının da Güneş ve ateş ışınlarına benzer nın Ortaçağ İslam düşüncesindeki etkisi- dir. Ancak bu konuda gerekli ayrıntı bilgi- bir ışın olduğunu ileri sürdüğünü belir- ni ortaya koyan bu tümcelerin asıl dikkat si verilmediğinden rahatça bir yargıda bu- tir. Aslında ışığın gözden çıktığı görüşü çeken yönü, fiziksel bir olgu olarak ışığın lunabilmek olanaklı gözükmemektedir. hem Antik Çağ’da hem de İslam dünya- yayılımının araştırılmasının matematik- sında taraftar bulmuş bir görüştür. Bu gö- le yapılması gerektiğinin vurgulanmış ol- Kemâlüddîn el-Fârisî ışık kaynağının rüşü açık bir şekilde çürüten, ışık kaynağı- masıdır. yaydığı ışık ile aydınlanmanın yeğinliği nın göz değil nesne olduğunu kanıtlayan arasındaki ilişkiyi yani fotometri konusu- İbn el-Heysem olmuştur. Kemâlüddîn el- Kemâlüddîn el-Fârisî incelemesinin nu da ele almıştır. Ona göre, kendinden Fârisî de ışığın nesneden geldiği görüşünü devamında cisimleri kendinden ışıklı ve ışıklı cismin her parçasından ışık yayılır. benimsemiştir. Ona göre göz, kendinden ışıklandırılmış olmak üzere ikiye ayır- Ancak cismin bütününden çıkan yayılım, ışıklı ya da ışıklandırılmış nesneden ışık makta, kendinden ışıklı cisimlerdeki bu tek bir parçasından çıkan yayılımdan da- gelmediği sürece hiçbir şeyi algılayamaz. özelliğin tözsel, ışıklandırılmış cisimler- ha kuvvetli olur. Burada fotometrinin te- den açığa çıkan ışığın ise ilineksel bir özel- mel yasasına yaklaşmasına karşın, bu ya- Kemâlüddîn el-Fârisî görmenin koşul- lik olduğunu belirtmektedir. Daha sonra sa tam olarak ifade edilememiştir. Sadece larını ise özetle şöyle açıklamaktadır. saydam ve saydam olmayan cisimler ko- ışık kaynağının yeğinliği, dikkate alınmış, nusuna geçen Kemâlüddîn el-Fârisî ışık- aydınlanmayla uzaklık arasındaki ilişkiye 1. Göz ile nesne arasında belirli bir me- ların saydam olanlara nüfuz ettiğini, ol- değinilmemiştir. safe olmazsa algı olmaz. mayanlara ise edemediğini belirterek, say- dam cisimlerin iki kısma ayrıldığını ileri Tenkih el-Menâzır’da yer alan göz çizimi 2. Nesneler ışıklı olmadıkça ya da ışık- sürer. Birinci grup saydamların ışığın bü- Tenkih el-Menâzır’ın birinci makalesinin altıncı bölümünden landırılmadıkça algılanamaz. tünüyle nüfuz edebildiği hava, su, cam, alınan ve gözün yapısının anlatıldığı metinde mavi çerçeve billur ve benzerlerinden, ikinci grup say- içerisinde“İbn el-Heysem dedi”ibaresi yer almaktadır. 3. Nesnelerin algılanmasının diğer bir damların ise ışığın ancak kısmen nüfuz koşulu da miktarlarının olmasıdır. Mikta- edebildiği ince kumaş ve ona benzer opak c. Işık ve Görme rı olmayan şey algılanamaz. Miktarın algı- nesnelerden oluştuğunu belirtir. lanması da algılayan gözün algı kuvvetine Saydam cisimlere doğrusal çizgiler- bağlı olarak değişir. Bu açıklamalarından sonra ışığın ya- de nüfuz eden ışığa “ışın” adını veren yılımı konusunu ele alan Kemâlüddîn el- Kemâlüddîn el-Fârisî, geçmişte bazı bi- 4. Opak nesneler görülür, salt saydam Fârisî, ortamın saydam olması koşuluyla, lim adamlarının ışınların göz, Güneş ve olanlar görülemez. ışığın ışıklı bir cisimdeki her bir noktadan ateş ışınlarından oluştuğunu, göz ışınla- düz çizgiler boyunca ancak küresel olarak 5. Parlak renkli nesneler diğerlerine gö- yayıldığını belirtir. Küresel yayılma fikri- re daha kolay ve çabuk görülür. ni aslında İbn el-Heysem ortaya atmış- tır. Ancak ne onda ne de Kemâlüddîn el- d. Yansıma Fârisî de bu küresel yayılımın tam bir açı- lımını bulmak olanaklıdır. Oysaki bu kav- Kemâlüddîn el-Fârisî ışığın parlak (ay- ram ışığın mahiyetinin ne olduğu konu- na) nesnelerde uğradığı değişimlerin in- sunda karar vermemizi sağlayacak ölçüt- celendiği bilim dalı olan yansıma (catopt- lerden biridir. Çünkü eğer küresel yayı- rics) konusunu da ele almıştır. Şunları be- lımdan kast edilen, ışığın tıpkı durgun bir lirtmektedir: göle bırakılan bir taşın yarattığı iç içe geç- miş halkalar biçiminde yayılımıysa, o za- “Gözün aynada algıladığı nesnenin man ışığın mahiyetinin dalga olduğunun ikincil suretleri, doğrudan görmede al- kabul edildiği açığa çıkar ki, bu 17. yüzyıl- gıladığı suretler gibi değildir. Çünkü da Huygens’in (1629-1695) ileri sürdüğü göz doğrudan görmede, nesneyle karşı küresel yayılım fikrinin öncellenmesi an- karşıya bulunduğu her konumda nesne- lamına gelir. Eğer küresel yayılımdan kasıt yi doğrudan algılarken, yansıma da ise sadece ışığın, ışık kaynağının her nokta- belirli konumlarda algılar. (.....) Doğru- sından karşısındaki bütün yönlere doğru, dan görmede göz nesneyi o nesneden doğrusal olarak yayılmasıysa, o zaman ge- kendisine gelen ışıkla algılar. Aynı şey leneksel anlamda Antik Çağ düşünürleri- yansımayla oluşan görme için de geçer- nin ışık üzerine ileri sürdükleri felsefi sav- lidir. Eğer nesnenin sureti yansımayla ların bir tekrarı anlamına gelir ki, bu da göze gelirse, göz onu algılar.” Kemâlüddîn el-Fârisî, yansımaya bağlı olarak oluşan algının nitelikleri üzerinde durur. Burada savunduğu temel fikir şu- dur: “Bilindiği gibi, ışıklı nesnelerin her bir noktasından, karşısında bulunan bü- tün yönlere doğru ışık yayıldığı açıklan- 86

>>> Bilim ve Teknik Nisan 2011 Kemâlüddîn el-Fârisî’nin sinde bulunan nesneleri gözün algılama- yoğun cisim (yani ortam) ışığı az yoğun düzlem aynada yansıma kanununu kanıtlaması sıyla oluşan görme konusuna ayırmış ve cisimden daha çok engeller. Kemâlüddîn ışığın saydam ortamda kırılmaya uğrama- el-Fârisî böylece ışığın hızının sonsuz de- DCE→yansıma kesiti (ayna); B→göz; HC→Normal; A→Nesne; sını incelemiştir. Işığın nüfuz ettiği say- ğil yalnızca algılanamayacak kadar hızlı R→A’nın görüntüsü; CH⊥ DCE, AE ⊥ E, RE ⊥ E, AE ⊥ RE’dir. dam ortamlar hava, su ve camdır. Işığın olduğunu belirtmektedir. ∠BCH = ∠ACH girdiği ortam az yoğunsa ışık normalden ∠BCD = ∠ACE CH // AE öteye, çok yoğunsa normale doğru kırılır. Kemâlüddîn el-Fârisî, ışık ışınlarının Kemâlüddîn el-Fârisî’ye göre A’dan C’ye yani yansıma noktasına Kırılma açısı, ışığın düştüğü ortamın nite- nüfuz ettikleri ortamların yüzeyinin ya gelen ışın (AC), oradan geldiği açıya eşit bir açıyla yansır (CB). liğine göre, geliş açısından ya büyük ya da düz ya da küresel olacağını belirtmekte A’nın görüntüsü de R’de ortaya çıkar. Çünkü düzlem aynada küçük olur. Yani ışık az yoğun ortama gi- ve bu ortamlar içerisinde ışınların uğra- görüntü, yansıyan ışın çizgisinin aynanın içine doğru riyorsa kırılma açısı daha büyük, tersi du- dığı değişimleri irdelemektedir. Bu ikinci uzatılmasıyla ve onun gözden gelen çizgiyle kesişmesiyle rumdaysa daha küçük olur. tip kırılma incelemelerinin tarihsel öne- (kesişme noktasında) ortaya çıkar; düzdür ve aslına eşittir. mi çok büyüktür. Optik tarihine yakan Böylece ışığın ortam farklıklarında uğ- küreler olarak geçen bu konuyu hakkıy- mıştı. Eğer bu yayılan ışıklar parlak bir radığı değişimleri ana çizgileriyle tanım- la inceleyen kişi Kemâlüddîn el-Fârisî’dir. yüzeye ulaşırlarsa, yansımaya özgü çiz- layan Kemâlüddîn el-Fârisî, bundan son- Kemâlüddîn el-Fârisî yakan küreler konu- gilerle yansırlar ve bu durumda tepesi o ra oluşturduğu bir araçla çeşitli ortamlar sunda yaptığı deneylerden edindiği veri- nesnede (ışıklı nesnede), tabanı da ay- için deneyler yapmıştır. Deneyini küresel leri gökkuşağı oluşumunun doğru olarak na yüzeyinde olan bir koni oluşur. Daha ve düzlem yüzeyli ortamlarda da yaparak açıklanmasında kullanmış ve başarılı ol- sonra bu yüzeyden çıkan ışık da çevre- ayrıntılandırmıştır. Ayrıca Kemâlüddîn muştur. sindeki diğer nesnelere ulaşır. Eğer düş- tüğü yerde opak bir nesne varsa, o nes- Kırılma geometrisi f. Karanlık Oda neyi de aydınlatmış olur ve onun yüze- oŞberetklaiirlmtdmedeaθkk1tige(cedaliirmş. va)1çhıısşızıınğıdıı,nırθ.b’1iryinacnisoımrtaamaçdısaıkniı,(hθa2vkaı)rıhlmızıa, açısını yine düşen bu ışık da yansır. Ancak bu v2 ikinci Bir duvarında küçük bir delik olan yansıyan ışık opak nesnenin rengini de ve bu delik aracılığıyla dış bir nesne- taşır. (.....) Yansımaya bağlı olarak orta- el-Fârisî’ye göre eğer ışık algılanamayacak nin görüntüsünü karanlık bir odada- ya çıkan görme de, yansıyan bu ışınlar- kadar çok hızlı bir hareketle saydam cis- ki perdeye aktarmakta kullanılan came- la göze gelen suretlerle oluşur. (.....) Işık- me nüfuz ederse, ortamın yoğunluğu ha- ra obscura’nın (karanlık oda) tarihi An- lı nesneden çıkan ışığın koni oluşturma- reketi engelleyecektir. Az yoğun ortamda- tik Çağ’a kadar gider. Aristoteles’in (MÖ sı gibi, yansıyan ışık da koni oluşturur.” ki hareket de çok yoğun ortamdaki hare- 384-322) konuya ilişkin bazı doğru belir- ketten daha kolaydır. Başka bir deyişle çok lemeleri olduğu bilinmektedir. Duvarında Bu alıntıda dikkat çeken en önemli perde bulunan karanlık bir odaya, küçük yön, Kemâlüddîn el-Fârisî’nin yansımay- bir delik aracılığıyla güneş ışığı aktarıldı- la ortaya çıkan görmenin geometrikleşti- ğında, perdede dairesel bir görüntü oluş- rilerek gösterilebileceğini ve ışığın ard ar- tuğu görülür. Bunun nedeni deliğin biçi- da defalarca yansımaya uğratılabileceğini minin yuvarlak olması değil Güneş’in şek- savlamasıdır. Kemâlüddîn el-Fârisî daha linin küresel olmasıdır. Dolayısıyla karan- sonra yansımayı düz, çukur, tümsek, çu- lık odada ortaya çıkan görüntülerde deli- kur silindirik, tümsek silindirik, çukur ko- ğin biçiminin önemi yoktur. Bu olgunun nik ve tümsek konik aynalarda uygulama- doğru açıklamasının ilk kez 1521’de Fran- lı olarak ele almış ve görüntü oluşumları- cesco Maurolico (1494-1575) tarafından nı, her ayna için ayrı ayrı, çizimle göster- yapıldığı kabul edilmektedir. Ancak bilim miştir. tarihi çalışmaları, konuya ilişkin ilk de- neysel incelemenin İbn el-Heysem (965- e. Kırılma Kemâlüddîn el-Fârisî, Tenkih el- Menâzır’ın yedinci makalesini kırılmaya (dioptrics) yani saydam ortamların geri- 87

Kemâlüddîn El-Fârisî ve Doğuda Bilim Geleneğinin Yeniden İnşası 1038) tarafından yapıldığını, daha son- miş olur. Perdedeki görüntü yalnızca hi- Çoklu Kırılma ra çeviri yoluyla Batı’ya aktarılan bilgile- lal olarak değil de, karanlık kısmını da içe- rin Vitello (öl. 1290), Roger Bacon (1220- recek şekilde bir daire olarak hesaba katıl- sonra, Kemâlüddîn el-Fârisî bir ışık kay- 1292), Maurolico ve daha birçok bilim ve dığında, hilalin dış yayı ve iç yayının oluş- nağından çıkan ışık ışınlarının “saydam düşün insanı tarafından ele alındığını gös- turduğu daireler eşit olur. Ayrıca perdede- küre”de izlediği yolları belirlemeye çalış- termektedir. Bu çeviri etkinliğinin dışında ki görüntü karanlık oda kuralı gereği ters mıştır. Bu belirlemeye göre ışınlar küre- kalmış olması dolayısıyla Kemâlüddîn el- olacaktır. Bu durumda perdedeki hilallerin ye belirli açılarla gelmektedir, küre ek- Fârisî’nin karanlık oda çalışmaları ve bu dışbükeyliği Güneş’in hilal kısmındaki dış- senine uzak olan ışınlar ekseni yakın bir konuya katkıları gündeme gelmemiştir. bükeyliğin tersi yönde ortaya çıkar. noktada, yakın olanlar da uzak bir nokta- Oysa süreçte dikkat edilmesi gereken bir da kesmektedir ve kesişme tamamen kü- bilim insanı da odur. Kemâlüddîn el-Fârisî karanlık odada re dışında olmaktadır. Küreye sağ taraftan Güneş’in görüntüsünün hilal ve tam ol- nüfuz eden ışınlar sol tarafa, sol taraftan Kemâlüddîn el-Fârisî, Tenkih el- ma durumlarının koşullarını matematik- nüfuz edenler de sağ tarafa sapmaktadır. Menâzır’da konuyu beş madde halinde in- sel olarak göstermiştir. Eğer, Ay’ın ışığının Kemâlüddîn el-Fârisî, deneysel olarak el- celemiştir. İncelemesinin başında şu belir- nüfuz ettiği deliğin çapı Güneş ışığının de ettiği bu bilgilerin yardımıyla, küreye lemede bulunur: nüfuz ettiği deliğin çapının 1/18’i kadar giren her bir ışının kaç yansımaya ve kaç ise Ay için söz konusu edilen deliğin yü- kırılmaya uğradığını belirlemiştir. Buna “(.....) Tutulma durumunda, güneş zeyi Güneş için söz konusu edilen deliğin göre, ışınlar sırasıyla yalnızca iki kırılma- ışığı dar bir delikten geçip de karşı ta- yüzeyinin 1/324’ü kadar olur. Bu durum- ya, iki kırılma ve bir yansımaya, iki kırıl- raftaki yüzeye düştüğünde hilal şeklinde da delik ancak hissedilebilecek büyüklük- ma ve iki yansımaya uğramaktadır. görünür. Eğer Güneş’in geriye kalan kıs- te bir noktadır ve buradan nüfuz eden ışı- mı da hilal şeklinde olursa, Güneş’in ta- ğın zayıf olması dolayısıyla ortaya çıkan Kemâlüddîn el-Fârisî’nin bütünüy- mamı tutulmamış demektir. (…..) Kar- hilal görüntü algılanamaz. Eğer deliğin le doğru olan bu betimlemelerini, verdiği şı yüzey üzerinde bulunan Güneş’in hi- çapı hilali oluşturan deliğin çapının 10 ka- şekil üzerinde yapacağımız yalınlaştırma- lal kısmının ışığı, eğer delik çok dar ise tı kadar ise ortaya çıkan ışık yuvarlak olur. larla daha açık hale getirdiğimizde, ilk kez ve genişliğinin sınırındaysa, hilal şeklin- gökkuşağı oluşumunu doğru olarak belir- de olur. Eğer genişlik değişirse hilal ol- g. Gökkuşağının Oluşumu lediği görülebilir. ma durumu da kaybolur ve yuvarlak bir hal alır.” Kemâlüddîn el-Fârisî, Tenkih el- Kemâlüddîn el-Fârisî’nin verdiği çi- Menâzır’da “yakan küreler” üzerine yap- zimden çıkan sonuç şudur: Şekilde be- İbn el-Heysem’in açıklamalarını da tığı incelemesinin başlangıcında, “Par- timlenen birinci anlatım, birinci gökkuşa- dikkate alan Kemâlüddîn el Fârisî’ye göre, lak saydam küre aracılığıyla suretlerin el- ğının oluşumunun açıklamasıdır. Çünkü eğer delik yuvarlaksa ve üzerinde bulun- de edilmesinin dört şekli vardır” diyerek, birinci gökkuşağı güneş ışınlarının yağ- duğu düzlem de perdenin tam karşısın- ışık ışınlarının cam kürelerde uğradığı de- mur damlalarında iki kırılma ve bir yansı- daysa, Güneş ile deliğin merkezlerini bağ- ğişimleri başarılı bir şekilde belirlemiş- maya uğraması sonucu meydana gelmek- layan çizgi de bu iki düzleme (perde ve de- tir. Ona göre, Güneş’ten çıkan ışık ışınla- tedir. Şekilde betimlenen iki kırılma ve iki lik) dikse, Güneş’in hilal kısmındaki bü- rı bir yansıma ya da kırılma yüzeyiyle kar- yansıma ise ikinci gökkuşağının oluşumu- tün noktalar ile delik dairesindeki noktalar şılaştıklarında, yansıyarak ya da kırılarak nun açıklamasıdır. Böylece Kemâlüddîn arasında bir ışın konisi oluşur. Bu ışın ko- bir başka noktaya ulaşırlar. Eğer bu nok- nisi delikten geçerek perdeye ulaşır, bu du- tada da bir yansıma ya da kırılma yüzeyi rumda delik ve perde arasında da, bu kez var ise, o zaman ışınlar tekrar yansıyacak ilkinin tersi olan, bir koni ortaya çıkar ve ya da kırılacaktır. Bu süreç pek çok kez bu perdeye ulaşan bu koni orada birbirine eş, şekilde yinelenebilir ve ışığın niteliği de- iç içe geçmiş ışıklı hilaller oluşturur. ğişmez. Delikteki bir noktadan Işıklı hilallerin Ayrıntısının gözlem ve deney aracılı- her birine uzayan her koni, biri içbükey di- ğıyla elde edildiği anlaşılan ışığın doğa- ğeri de dışbükey olan iki yüzeyle çevrelen- sına yönelik bu önemli belirlemesinden Çoklu Yansıma 88

<<< Bilim ve Teknik Nisan 2011 Işık ışınlarının cam kürede izlediği yollar Değerlendirme Hüseyin Gazi Topdemir, LD ışını D noktasından saydam küreye nüfuz edecek, kürenin ışının geldiği Dil ve Tarih-Coğrafya ortamdan daha yoğun olması nedeniyle de kırılmaya uğrayacaktır. Tenkih el-Menâzır yapısı itibariyle İslam dünya- Fakültesi (DTCF), Felsefe Küre içerisinde DE yolunu izleyecek olan ışın E noktasında küreyi terk edecektir. sında gerçekleştirilen yüksek düzeyli yapıtlar içe- Bölümü, Sistematik Yeni ortam küreden daha az yoğun olduğu için tekrar kırılmaya uğrayacaktır. risinde en önemlilerinden biri olmakla birlikte, İs- Felsefe ve Mantık E noktasına gelen ışının tümü aslında küreyi terk etmez. Çünkü bir tür lam uygarlığının parlak döneminin bitimine denk Anabilim Dalı’nı bitirdikten çukur ayna görevi gören kürenin, yani yağmur damlasının iç kısmı ışının bir gelme şanssızlığı sonucu gereken etkiyi uzun yıllar (1985) sonra, 1988 ‘de miktarını yansıtacaktır. Bu durumda E noktasında ışının bir kısmı küreyi gösterememiş ve ancak yüzyılımızın başlarında ün- “Kemâlüddîn el-Fârâsî’nin terk ederek kırılmaya uğrarken, bir kısmı da küre içerisinde EM yolu boyunca lü Alman çevirmen ve araştırmacılar Eilhard Wiede- İbn el-Heysem’in Kitâb el- yansımaya uğrayarak M noktasına gelir ve aynı nedenlerden dolayı küreyi mann ve Joseph Würschmidt’in çevirileriyle tanın- Menâzır Adlı Optik Kitabına terk ederek kırılmaya uğrar. Kürenin yoğunluğu her tarafında aynı olduğu için, maya başlamıştır. Ancak özü itibariyle bir şerh kitabı Yazdığı Açıklamanın Yakan M’ye gelen ışın da iki tür değişime uğrayacak, kürenin saydamlığından olması dolayısıyla bilimsel düşüncenin hız kaybetti- Kürelerdeki Kırılmaya dolayı yansıyacak, yoğunluğundan dolayı da kırılmaya uğrayacaktır. ği ve durakladığı dönemlerde okutulduğunu düşün- Ait Bölümü’nün Çevirisi Bu kez küre içerisinde MV yolu boyunca yansıyacak ve M noktasında küreyi mek yanlış olmaz. Çünkü bütün İslam dünyasında ve Kritiği” başlıklı tezle terk ederken kırılmaya uğrayacaktır. Aslında M noktasına gelen ışın şerhlerin sıklıkla okunduğu bilinmektedir. yüksek lisans ve 1994’te de tekrar kırılmaya ve yansımaya uğrayacaktır. Ancak ortaya çıkan pek çok yansıma “Işığın Niteliği ve Görme ve kırılma sonucu iyice zayıflayacağı için, bu üçüncü yansıma ve kırılmayı Bunun dışında, konuyla ilgili kendisinden sonra- Kuramı Adlı Bir Optik belirlemek olanaklı olmaz. ki çalışmalarda da etkili olduğu anlaşılmıştır. Bu et- Eseri Üzerine Araştırma” kinin en belirgin olarak görüldüğü kişi ünlü Türk başlıklı teziyle de doktora el-Fârisî’nin gökkuşağı oluşumunu bütünüyle doğru astronom Takîyüddîn İbn Marûf ’tur (1521-1585). programını tamamladı. bir biçimde ve bugünkü anlamda açıklayabildiği an- Takîyüddîn, Kitâb Nûr-i Hadaka el-Ebsâr ve Nûr-i Bilimsel çalışma alanları, laşılmaktadır. Hadîka el-Enzâr (Göz ve Bakış Bahçesinin Işığı Üze- bilim tarihi ve bilim rine) adlı optik kitabının giriş bölümünde Tenkih el- felsefesi olan yazarın Ortaçağ optik biliminin olağanüstü başarıların- Menâzır’ı temel bir kaynak olarak kullandığını açık- bu konularda birçok dan biri olan ve Müslüman doğa filozoflarının ma- lamaktadır. çalışması bulunmaktadır. tematiksel optik incelemelerinin doruğunu oluştu- Halen DTCF, Felsefe ran bu çalışmanın diğer bir şaşırtıcı yönü de yuka- Bölümü, Bilim Tarihi rıda söz konusu edilen üçüncü yansıma ve kırılmay- Anabilim Dalı’nda profesör la ilgilidir. Bu belirleme üçüncü bir gökkuşağının ay- olarak çalışmalarını nı anda oluşup oluşmayacağı ve ikincil gökkuşağının sürdürmektedir. renklerinin neden daha solgun olduğunun yanıtıy- la ilgilidir. Kemâlüddîn el-Fârisî, bu durumun ışık Birincil ve ikincil gökkuşağı oluşumunun geometrik gösterimi ışınlarının uğradığı kırılma ve yansıma sayısıyla il- gili olduğunu doğru bir biçimde belirlemiştir. Ayrıca BPKroaiyynencrea,tkCoçn.aB, N., TewheJRerasienyb,o1w98, f7r.om Myth to Mathematics, Topdemir, H. G., “Kamal al Din al Fârîsî’s Explanation üçüncü bir gökkuşağının oluşmasının olanaklı olabi- of the RKaitianpb,o1w99”,2B.ilim ve Felsefe Metinleri, Cilt 1, Sayı 2, leceğini, ancak ışık ışınları çoklu yansıma ve kırılma Kemâlüddîn el-Fârisî, Tenkih el-Menâzır, 2 cilt, Öncü sonucu zayıfladığı için bunun görünmeyeceğini be- Haydarabad, 1928. Topdemir, H. G., “İbn el-Heysem’in Işık Üzerine Adlı lirtmektedir ki, açıklamalarının tümü doğrudur. Rashed, R., “Le Modéle de la Sphere Transparente et TMoapkdaelmesii”r,,BHe.llGet.e,n“,KCeimlt â6l1ü,dSdaîynı 230, T.T.K., 1997. léxplication de l’arc -en- ciel: ibn al-Haytham, al-Fârîsî”, el-Fârisî’nin Gökkuşağı RSaeyvıu2e3d,’1h9is7t0oi.re des Sciences et de leurs applications, Açıklaması”, ADnilkvaeraTaÜrnihivCeorsğirtaesfyi,a1F9a9k0ü. ltesi Dergisi, Cilt 33, Sayı 1-2, STSîaonypaıdlıDe, mAoğ.i,ur“,mİHbun.nGSu.în,n“aBİ’dbinaniüInş’cılkiH,YGeılyıösAremrmme’ianvğeOaGnpıöt,ikTkk.Tu.Kşa.ğ, ı1”,9İ8b4n. Topdemir, H. G., “Kemâlüddîn el-Fârisî’nin Gökkuşağı Açıklaması”, A19ra9ş2t.ırma Dergisi, Cilt 14, Sayı 14, Ankara Üniversitesi, ÖArnacşütırKmitaalpa,r1ı”9, B92il.im ve Felsefe Metinleri, Cilt I, Sayı 1, Topdemir, Hüseyin Gazi, T19a9kî9y.üddîn’in Optik Kitabı, Kültür Bakanlığı, Ankara 89

Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu Flora Ballıbabagiller Ballıbaba Lamium cinsini oluşturan bitkilere denir. Ballıbabalara ülkemizde tatlıbaba, ballık otu adı da verilir. Eflatun çiçekli bu türün adı Lamium amplexicaule’dir. Fotoğraf İzmir’de, Mart 2010’da çekilmiştir. 90

Bilim ve Teknik Nisan 2011 [email protected] Günümüzde doğal ürünlere olan ilgi, doğal olarak yetişen Ballıbabalar hem geleneksel olarak hem de modern çalış- tıbbi ve aromatik bitkilere de yansımış durumda. Dünya- malarda bitkisel drog (hayvanlardan ve bitkilerden kuru- daki 300 bin çiçekli bitki türünden 20 bininin tıbbi amaç- tularak ya da özel yöntemlerle toplanarak elde edilen, ec- lar için potansiyel taşıdığı ve bunlardan 4 bininin yoğun zacılıkta ve kısmen sanayide kullanılan ham veya yarı ham olarak kullanıldığı biliniyor. Ülkemizde de yaklaşık 12 bin madde) olarak kullanılan, araştırılan bir aile. Bitkisel drog bitki türünün 500 kadarının tıbbi ve aromatik değeri var. olarak kullanılmasının yanı sıra baharat, gıda ve gıda kat- Ballıbabagiller (Lamiaceae) ailesi de bunlardan biri. Ballı- kısı, kozmetik, boya ve içecek endüstrisinde yaygın olarak babagiller (ballıbaba, nane, kekik, lavanta, dağ çayı vb. ) kullanılıyor. Bu kullanım için bitkiler doğadan doğrudan hoş kokulu, bir ya da çok yıllık otsu bitkilerdir. Birkaç türü kontrolsüz biçimde toplanıyor. Sonra ham ya da yarı iş- çalımsı ya da ağacımsı formdadır. Yapraklarında kokulu lenmiş olarak pazara sunuluyor. Bu sistem bitkilerin doğal yağ salgılayan küçük salgı bezleri vardır. Çiçekleri mor, be- popülasyonlarına zarar verdiği gibi elde edilen gelirin de yaz ve kırmızı olur. çok düşük olmasına neden oluyor. Bunun için dünya pa- zarında yeri olan türlerin belirlenmesi, bu türlerin toplan- mak yerine tarım yapılarak işlenmesi ve son ürün olarak pazara sunulması önemlidir. Bu anlamda tıbbi ve aroma- tik bitki tarımının ülkemizde gelişmesi geleneksel tarıma da iyi bir alternatiftir. Fotoğraf: Doç. Dr. Kazım Çapacı KKaaryandaokğan, T., Göller Yöresinde Lamiaceae Familyasına dahil Bitki Türlerinin Tespiti ve Tıbbi ve Aromatik Değerlerinin Belirlenmesi, TÜBİTAK Proje no: TOGTAG-2599., 2003 91

Türkiye Doğası Fauna Yılan Görünümlü Kertenkele Oluklu Kertenkele Çoğu insan içgüdüsel olarak yılandan korkar. Bütün yılanların lerle beslendikleri için de bunların çoğalmasını önlerler. Eğer yılan- insana saldırdığı ve hepsinin zehirli olduğu sanılır ve bu yüzden ların ekosistemdeki rolleri, davranışları daha iyi bilinseydi herhalde de bir yılan görüldüğünde öldürülmesi gerektiği düşünülür. Ancak hemen öldürülmezlerdi. Aslında bir kertenkele türü olan ancak gö- hiçbir yılan durduk yerde insana saldırmaz. Yılanlar çok fazla tahrik rünüşleri yılana çok benzeyen oluklu kertenkelelerin başına da yı- edildiklerinde kendilerini tehlikede hisseder ve korunma amacıyla lanların başına gelen şeyler gelir. Tamamen zararsız olan bu canlının saldırabilirler. Yılanların çoğu zehirsizdir. Kemiricilerle, örneğin fare- soyu bu nedenle tehlikededir. 92

Bilim ve Teknik Nisan 2011 Oluklu kertenkeleler adlarını vücutlarının benekler kaybolur, gri bölgeler de sarıya ya da her iki yanında bulunan oluk şeklindeki girintili kahverengine döner. Erginleşince vücutları ba- yapılardan alır. Boyun bölgesinde başlayıp kuy- kır kırmızısı olur. Oluklu kertenkeleler yumuşak ruğa kadar devam eden bu yapılarda kemik pla- vücutlu böcekler, salyangozlar ve çekirgelerle ka yoktur, bu nedenle oluklu kertenkeleler kıv- beslenir. Çok hızlı hareket edebilen oluklu ker- rılarak rahatça hareket edebilir. Gençler ve er- tenkelelerin boyları 150 cm kadar olabilir. Bitkisi ginler birbirlerinden renkleri ile ayırt edilir. Genç çok olan taşlık yerler, çalılıklar, bahçelik yerler dönemde sırt bölgesi açık gri ve bu rengin ton- başlıca yaşam alanlarıdır. Taş altları ve kemirici larındayken karın bölgesi beyazımsı gridir. Sırt yuvalarına da girerler. Yüksekliği 2000 metreye bölgesinde kahverengi ya da siyah renkli be- kadar olan yerlerde de bulunabilirler. Ülkemizin nekler vardır. Oluklu kertenkele büyüdükçe bu hemen hemen her yerinde bulunurlar. Bacakları olmayan oluklu kertenkeleler göz kapaklarının ve kulak deliklerinin olmamasıyla yılanlardan kolayca ayırt edilebilirler. Bunların yanı sıra küçük mahmuzlara benzeyen arka bacak kalıntıları vardır. Fotoğraflar: Prof. Dr. Bayram Göçmen BKuadyanka,kAla.,rGöçmen, B., Herpetoloji, Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Kitaplar Serisi, No. 194, 2005. 93

Türkiye Doğası Jeomorfoloji Kırgıbayır 94

Bilim ve Teknik Nisan 2011 Üzerinde yaşadığımız yerkabuğu, jeolojik ve iklim- Kırgıbayırlar, kurak ya da yarı kurak geçen iklimler- sel olayların etkileriyle farklı aşamalardan geçerek gü- de, yağışın şiddetli, sağanak halinde olduğu, bitki örtü- nümüzdeki şeklini aldı. Bu aşamalar iç ve dış kuvvetler sünün az olduğu arazilerde oluşur. Kırgıbayırlar, yumu- olarak ayrılır. İç kuvvetleri kırılma, kıvrılma, çanaklaşma, şak ve geçirimsiz tüflerin, millerin, killerin ve marnların kubbeleşme, volkanizma oluşturur. Dış kuvvetleriy- bulunduğu dik yamaçlarda, şiddetli yağışın etkisiyle se su, rüzgâr, buz oluşturur. Dış kuvvetler aşındırma, oluşan sellerin ve sel yarıntılarının genişlemesi sonucu parçalama işlemi yapar. Aşındırmanın etkileri uzun meydana gelir. Görünüşleri ve renkleri bulundukları zaman süreci içinde daha iyi görülür. Örneğin, kaba kaya yapısına bağlı olduğundan çeşitlilik gösterir. Kır- bir hesapla, 4000 metre yüksekliğindeki bir dağ, yılda gıbayırlar İç ve Güneydoğu Anadolu’da yaygın olarak 0,5 mm aşınırsa, 8 milyon yıl sonra deniz seviyesine görülür. Erozyon sonucu oluşan bu doğal yapı turizm kadar alçalabilir. Aşındırmada akarsular çok etkilidir. değeri de taşır. ABD’deki Badlands (kırgıbayır) Milli Par- Akarsular yeryüzünde hareket ederken yerkabuğunu kı bu yapının dünyadaki bir başka örneğidir. Ülkemizde aşındırarak değişik şekillerin de oluşmasına yol açar. Bu de kırgıbayırların bulunduğu bölgeler milli park haline şekiller vadi, menderes, dev kazanı, peribacaları, plato, getirilerek değerlendirilebilir. Peneplen (yontukdüz) ve kırgıbayır olarak adlandırılır ve sınıflandırılır. Fotoğraf: Turgut Tarhan KEhtratiypnn:ç/a/,kwSl.aw,rJweo.gmoropr.fcoolomji/, Der Yayınları 284, 2002. 95

( Türkiye Doğası Doğa Tarihi SıgınBir Zamanlar Anadolu’da Büyük memeli türlerinin soyları tüm dünyada hızla tükeniyor. Türler kendilerine yeterli barınma, beslenme ve yaşam alanı bulamıyor. Aşırı avcılık, yaşam alanlarının daralması en büyük etkenler. Büyük memelilerin uzun hamilelik dönemleri, doğan yavrunun büyümesinin uzun zaman alması ve doğal düşmanlarına karşı savunmasız olmaları da yok oluşu hızlandıran diğer etkenler. Sığın da soyu tehlike de olan türlerden biri. SSıAuğpynırodenyicpİeryelvarvülaseraeekaalr,lşnaekymgFtİ’rdsoiırüidryslaraenıiioeulnts3üyymnttm,i6asimrnIvie5şarmşaüasavcparızmeekiğ.oldvy,tıİTıpaeıensnİnüürrsıçsıadrnırlaandaakiadlsledsiiı’odlyeyşova,ıyceoelayÜ.ea’uydnmonrsİelrterda.aseyaüryBımtanğtnehuş’iıdan,arnanamimLymludaüadeeneırtbnoynşıldn.nağetıaarüçşınlaıknnb,leııdinşraamkniiş.

Bilim ve Teknik Nisan 2011 Sığınların yaşadığı ekosistemler ormanlık yerler, Boyunlarından kuyruklarına kadar uzanan siyah bir bozkırlar, çalılık arazilerdir. Yalnızca erkek bireylerde sırt çizgileri vardır. Sığınlar (Dama mesopotomica) boynuz vardır. Bu boynuzlar oldukça kalın ve ülkemizde koruma altında yaşayan alageyiğe geniş olabilir. Sığınların sırt kısmı kırmızımsı (Dama dama) çok benzer. Ancak alageyiklerden kahverengi arasında bir renktir. Sırt kısımlarında biraz daha büyüktürler. Sığınlar İran alageyiği beyaz benekler de bulunur. Vücudun alt tarafına ve Mezopotamya alageyiği olarak da bilinir. doğru beneklerin birleşmesiyle oluşan beyaz bir bant vardır. Çizim : Ayşe İnan Alican KHaayrrnisaoknla, Dr . L. ve Bates, P. J. J., The Mammals of Arabia. Second Edition, Harrison Zoological Museum Pub. s. 205-207, 1991. Demirsoy, A., Türkiye Omurgalıları, Memeliler, Çevre Bakanlığı, 1996. http://www.iucnredlist.org/apps/redlist/details/6232/0 undulata/#text=Facts 97

Sağlık Doç. Dr. Ferda Şenel Alerji Vücudun temas ettiği yabancı maddelere karşı bağışıklık sisteminin lerin burun sıvılarında yüksek miktarda, P maddesi olarak anılan bir mole- gösterdiği aşırı tepki sonucunda çeşitli alerjik hastalıklar ortaya çıkar. kül tespit edilmiştir. P maddesi, burundaki kılcal damarların geçirgenliği- Doğada sıklıkla karşılaştığımız polenler, tüy, çim, toz gibi yabancı mad- ni artırarak nezleyi tetiklemektedir. Eozinofil hücrelerinin burunda biriki- deler alerjiye yol açabileceği gibi çeşitli ilaçlar, kimyasal maddeler ve gı- mine bağlı olarak da bu hücrelerde hasar ve dökülme olur. Bütün bu tep- da maddeleri de alerjiye sebep olabilir. Saydığımız bu maddeler birçok kimelerin sonucunda burun tıkanıklığı, hapşırık ve burun akıntısıyla ken- kişide hiçbir alerjik tepkiye yol açmazken bazı kişilerde alerjik hastalıkla- dini gösteren alerjik nezle ortaya çıkar. Polen ve toz gibi yabancı madde- ra sebep olur. Halk arasında saman nezlesi olarak bilinen alerjik rinit (nez- lerin buruna girmesinden sonraki 15-30 dakika içinde alerjik tepki baş- le), astım, ilaç ve gıda alerjileri en sık görülen alerjik hastalıklardır. Bun- lar. Alerjik tepki 6-12 saat içerisinde doruk noktaya çıkar ve şikâyetler ar- lar arasında en iyi bilineni astımdır. ABD’de 15 milyon kişinin bu hastalık- tar. Yabancı maddeyle temas halinde kalındığı sürece bu şikâyetler de- tan etkilendiği bildirilmiştir. Alerjik nezle ilk olarak 19. yüzyılda nadir gö- vam eder. Havada bol miktarda polenin uçuştuğu bahar aylarında dışa- rülen bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Ancak günümüzde saman nezle- rıya çok fazla çıkmamak, kapı ve pencereleri kapalı tutmak, tozlu ortam- si toplumun % 10-20’sinde görülmekte ve sadece ABD’de 35 milyon in- lardan kaçınmak, kuş tüyü yastık yerine pamuklu yastık kullanmak, bitki sanı etkilemektedir. Alerjik hastalıklar, kişinin hayat kalitesini düşürmekle ve hayvan tüylerinden uzak durmak alerjik nezleden korunmak için alına- kalmayıp hayatı tehdit eden durumlara da yol açabilir. Anaflaksi denilen cak önlemler arasındadır. ve vücudun yabancı maddeye karşı gösterdiği ani şiddetli alerjik tepkime ölümle bile sonuçlanabilmektedir. Bağışıklık sisteminin ve alerjinin mo- Astım hastalığının oluşumundaki temel etken, toz ve tüy gibi çevresel leküler mekanizmalarının aydınlatılması, alerjik hastalıkların tedavisinde kökenli yabancı maddelerin, yabancı (antijen) olarak algılandıktan sonra, önemli ilerlemelere yol açmıştır. T hücrelerini harekete geçirmesidir. Uyarılan T hücrelerinden salgılanan interlökinler bağışıklık sisteminin diğer hücreleri olan B hücrelerini, eozi- Toplumda sık görülen alerjik nezleye veya diğer adıyla saman nezle- nofilleri, nötrofilleri harekete geçirir. Bunların sonucunda, alerjik nezlede sine yol açan en önemli etken bahar aylarında havada uçuşan polenler- olduğu gibi, IgE antikorları salgılanarak mast hücrelerine bağlanır. IgE an- dir. Hava yoluyla vücuda giren polenler veya toz parçacıkları, vücutta ya- tikorları mast hücrelerine bağlandığında histamin, proteaz, prostaglan- bancı madde olarak algılanır. Alerjik nezle sadece mevsime bağlı değildir, din D2 ve lökotrienler salgılanır. Mast hücrelerinden salgılanan bu mole- toza, hayvan tüyüne, halıdaki yüne veya başka kimyasal maddelere karşı küller hava yollarındaki kasların ani kasılmasına, buna bağlı olarak da ha- tepki olarak da ortaya çıkabilir. Antijen denilen ve vücudun yabancı ola- va yollarının tıkanmasına yol açar. Astım ataklarında akciğerlere hücum rak algıladığı parçacıkların alerjiyi başlatması için bağışıklık sistemine su- eden eozinofil hücreleri, salgıladıkları maddelerle hava yollarının kasıl- nulması yani vücudun algılayabileceği şekle dönüştürülmesi gerekir. Bu- masına katkıda bulunurken, hücrelere de hasar verir. Yapılan araştırmalar nun için vücuda giren antijen ilk olarak, antijen sunucu hücrelerin içeri- astım hastalığının şiddetiyle, akciğerlerdeki eozinofil hücrelerinin miktarı sine alınarak parçalara ayrılır. Antijen parçacıkları, antijen sunucu hücre- arasında bağlantı olduğunu göstermiştir. Alerji sırasında akciğerlere ge- lerin dış zarına yerleştirilir. Antijen parçacıkları, hücre dış zarında HLA de- len öldürücü hücreler (NK cells yani doğal öldürücü hücreler) çeşitli mad- nilen moleküllere bağlanır. HLA, organ nakillerinde doku uygunluğu açı- deler (örneğin sitokin) salgılar ve hava yolları aşırı hassas hale gelir. sından da bakılan ve insan hücrelerinin bir tür kimliği olarak kabul edi- len bir grup moleküldür. Daha sonra HLA moleküllerine bağlanan anti- Rinovirüs veya RSV gibi virüslere bağlı üst solunum yolu enfeksiyon- jen parçaları, T hücrelerine sunulur. HLA’ya bağlanmış olan antijen par- ları, astım ataklarını tetikleyebilir. Hava kirliliği, aşırı toz ve vücuttaki ya- çalarını algılayan özel T hücreleri değişerek saldırgan bir hal alır (sitotok- rarlı bakterilerin azalması da hastalığı tetikleyen diğer unsurlardır. Has- sik T hücreleri) ve interlökin molekülleri (örneğin IL-4 ve IL-13) salgılama- talığın tedavisindeki temel hedef, astıma yol açan çevresel etkenin tespit ya başlar. İnterlökinler aracılığıyla burun hücreleri üzerinde VCAM-1 mo- edilip ortadan kaldırılmasıdır. Bazen evdeki bir halının değiştirilmesi ve- lekülleri belirir. VCAM-1 molekülleri sayesinde, bağışıklık sistemi hücre- ya tozların düzenli alınması dahi astım ataklarını azaltabilir. Astım atakla- leri kolaylıkla burun hücrelerine yapışır. Ek olarak, interlökin molekülle- rı sırasında, hava yollarını açıcı (bronkodilatör) ilaçların kullanılması gere- ri, B hücreleri üzerine etki ederek değişime uğramalarına yol açar. Nor- kir. Nefes yoluyla alınan bu tür ilaçları, her astım hastasının yanında bu- mal koşullarda sessiz duran B hücreleri değişerek, protein yapısında IgE lundurması zorunludur. denilen özel bir molekül salgılamaya başlar. Bir tür antikor olan IgE, hava yollarındaki mast hücrelerine veya kandaki bazofil hücrelerine bağlanır. IgE ile bağlanan bu hücreler, başta histamin olmak üzere damarlar, sinir- ler ve salgı bezleri üzerinde etkili, bir dizi molekül salgılayarak alerjik be- lirtileri başlatır. Histamin alerjik nezlenin en sık görülen belirtileri olan burun kaşıntı- sı ve burun tıkanıklığına yol açar. Mast hücrelerinden salgılanan prostag- landin ve lökotrienler de burun tıkanıklığına yol açan diğer moleküller- dir. Kolinerjik sinir uçlarının uyarılması, burun hücrelerinin salgısını artırır ve burun akıntısını başlatır. Yapılan çalışmalarda, alerjik nezlesi olan kişi- 98

Bilim ve Teknik Nisan 2011 [email protected] İlaç Alerjisi Gıda Alerjisi İlaç alerjisi sık görülen bir durumdur ve bazen ölümle Gıda alerjileri, bağışıklık sisteminin bazı gıdalara karşı dahi neticelenebilir. İlaçların molekül ağırlıkları, tek başla- oluşturduğu olumsuz bir tepki sonucunda gelişir. Bazı kişi- rına alerjik tepkime başlatamayacak kadar küçüktür. Aler- ler belirli gıdaları yediklerinde buna karşı özel IgE antikorla- jiyi başlatabilmek için ilaçların önce proteinlere bağlan- rı oluşturur. Normal koşullarda miktarı çok az olan ve bizi pa- ması gerekir. Protein-ilaç kompleksi, antijen sunucu hüc- razitlere karşı koruyan bu antikorların düzeyi alerjik kişilerde reler tarafınca alınarak bağışıklık sisteminin diğer hücrele- aşırı derecede yüksektir. IgE antikorları, mast hücrelerinden rine götürülür. Bağışıklık sisteminin temel yapı taşlarından ve bazofillerden histamin ve benzeri moleküllerin salgılan- olan T-hücreleri çoğalarak çeşitli moleküller üretmeye baş- masına yol açarak alerjik belirtileri başlatır. Gıda alerjisinde lar. Bu moleküller, B-hücreleri ve diğer T-hücrelerini hareke- çoğunlukla sindirim sistemine veya cilde ait belirtiler görü- te geçirir. En şiddetli ilaç alerjisine sebep olan mekanizma, lür. Deride döküntü, kaşıntı, kızarıklık, karın ağrısı, kusma, is- Tip 1 denilen alerjik tepkimedir. IgE antikorlarına bağlanan hal, öksürük, hapşırma, nezle ve burunda kaşınma gıda aler- ilaç molekülleri mast hücrelerini alarm durumuna geçirir- jisi belirtileri arasındadır. Nefes tıkanıklığı ve kan basıncında ler. Histamin, lökotrien, prostalandin ve sitokinler damarları düşmeye yol açan ve anaflaksi denilen bir şok tablosu dahi genişletir (vazodilatasyon), sıvılara karşı geçirgenliği artıra- ortaya çıkabilir. rak ödem oluşturur, hava yollarındaki kasların kasılarak da- ralmasına (bronkokonstriksiyon) yol açar. Bağışıklık siste- ABD’de tüm nüfusun yaklaşık % 4’ünde gıda alerjisi oldu- minin, anaflaksi denilen abartılı tepkisine bağlı olarak kan ğu tahmin edilmektedir. Gıda alerjenlerinin neredeyse tama- basıncında ani düşüş, şok ve ölüm dahi görülebilir. Bu tür mı protein yapısındaki maddelere karşı olur. Çocuklarda en tepkilere yol açan ilaçların başında penisilin ve sefalospo- fazla alerjiye yol açan gıdalar inek sütü, yumurta, fındık, fıs- rin grubu antibiyotiklerle, genel anestezi sırasında kullanı- tık, çikolata, soya fasulyesi ve buğdaydır. Erişkinlerdeyse ka- lan bazı ilaçlar gelir. İlaçlara karşı alerji, IgE dışında farklı me- rides, ıstakoz, yengeç, balık, yumurta ve fıstık en sık alerji ya- kanizmalarla da gelişebilir. pan gıdalardır. İnek sütündeki kazein, laktoglobulin, laktal- bumin, yumurtadaki ovalbumin, ovomucoid, fıstıktaki vici- Daha nadir görülen Tip 2 alerjik tepkimeler IgG antikor- lin, conglutin ve glycinin, balıktaki parvalbumin ve diğer de- ları aracılığıyla olur. İlaçlar IgG antikorlarıyla birleşince, kır- niz ürünlerindeki tropomyosin adlı maddeler gıda alerjisine mızı ve beyaz kan hücrelerini harekete geçirerek alerjik tep- yol açar. Bu tür gıdalara alerjisi olan kişilerin, ömür boyu bu kimeleri başlatır. Bu şekilde alerjiye yol açan ilaçlardan biri gıdaları veya onları içeren diğer ürünleri yememesi gerekir. olan ve Parkinson hastalığında kullanılan metildopa, kırmı- zı kan hücrelerini parçalayarak kansızlığa (anemi) yol açar. 1 Alerjik tepkime oluşumu histamin ve Ağrı kesici ve ateş düşürücü olan aminopirin beyaz kan Alerjenle Alerjik tepkime diğer kimyasallar hücrelerinin, kanı sulandırmaya yarayan heparin de trom- ilk temas bositlerin parçalanmasına sebep olur. Alerjen B hücresi İlaç alerjisine yol açan bir diğer mekanizma da ilaç- ların antikorlarla bağlanmasıyla oluşan “antijen-antikor” 2 Alerjen 5 ikilisidir. Tip 3 denilen bu alerjik tepkimede, ilaç ve anti- korların oluşturduğu immün kompleks denilen molekül- plazma hücresi ler, damarlara veya organlara yapışır. Daha sonra, antijen- antikor ikilisinin üzerine komplemen denilen bir madde salınan IgE antikorları bağlanır. Böylece antijen-antikor- komplemen kompleksi oluşur. Bu kompleks, bölgeye makrofajların ve diğer be- granül yaz hücrelerin gelmesini sağlayarak burada doku hasarı- nı başlatır. Beta laktam yapısındaki antibiyotikler, tetrasik- IgE algılayıcısı lin yapısında bir antibiyotik olan minosiklin ve kalp ritmi- ni düzenleyen kinidin bu tür bir mekanizmayla alerji oluş- 4 turur. İlaç alerjisine nadiren yol açan bir mekanizma da T-hücrelerinin geliştirdiği hafızaya bağlı olan Tip 4 alerjik 3 Alerjenle sonraki temas tepkimedir. Karşılaştıkları ilaçları yabancı madde (antijen) olarak algılayan ve yapılarını hafızalarına atan bu hücre- mast hücresi ler, daha sonra aynı ilaçla karşılaştıklarında derhal savaş başlatırlar. Hafızaları güçlenen T-hücreleri, benzer yapıda- KGaeynntialek,lDar. A., Skoner, D. P., Allergic Rhinitis. Wenzel, S., Wilbraham, D., Fuller, R. ve Ark., ki ilaçlara karşı da tepki gösterebilir. Bu nedenle, daha ön- Pediatric Allergy-Principles and Practice, “Effect of an interleukin-4 variant on late phase ce hiç kullanmadığımız bir ilacı ilk aldığımızda dahi aler- s. 291-300, 2. Basım, 2010. asthmatic response to allergen challenge in asthmatic jik tepki gelişebilir. Velioğlu, S. D., “Gıda Alerjisi”, Türkiye 10. Gıda patients: results of two phase 2a studies”, Kongresi, 21-23 Erzurum Mayıs, 2008. Lancet, Sayı 370, s. 1422–1431, 2007. Schnyder, B., Pichler, W. J., “Mechanisms of Broide, D. H., Finkelman, F., Bochner, B. S., Drug-Induced Allergy”, Mayo Clinic Proceedings 84, Rothenberg, M. E., “Advances in mechanisms of s. 268-272, 2009. asthma, allergy, and immunology”, Braunstahl, G. J., “The unified immune system: Journal of Allergy and Clinical Immunology. respiratory tract-nasobronchial interaction Cilt 201, Sayı 127, s. 689-695, 2010. mechanisms in allergic airway disease”, Journal of Allergy and Clinical Immunology, Cilt 15, Sayı 142, 2005. 99

Gökyüzü Alp Akoğlu Satürn Gezegeni sabah Güneş doğmadan önce Satürn’ün geçen yılki karşı konumunda (üstte) ve Zamanı görmek için batı-güneybatı ufku üzerine bak- bu yılki karşıkonumunda (altta) halkalarının durumu. mak gerekiyor. Satürn batmak üzereyken Spi- İlkbaharın gelmesiyle birlikte gezegenlerin ka bu sefer onun solunda, ufukta hemen he- bir dürbünle bile fazla zorlanmadan görmek en güzeli de en iyi konumuna geldi. Satürn men onunla aynı yükseklikte bulunuyor. mümkün. Gezegenin diğer büyük uyduların- 4 Nisan’da karşıkonumda olacak. Yani gezege- dan Tethys, Dione ve Rhea bir dürbünle ko- nimiz Satürn ve Güneş’in arasına girecek. Böy- Satürn’ün parlaklığı ve konumunda Ni- lay kolay seçilemese de küçük bir teleskopla lece onu tüm gece boyunca gökyüzünde gö- san ayı süresince çok belirgin bir değişim ol- görülebilir. rebileceğiz. Ayrıca bu sırada bize en yakın ko- mayacak. Gezegeni Mayıs’ta ve yaz aylarında numda ve en yüksek parlaklıkta olacak. giderek kısalan sürelerle görebileceğiz. Gün- ler ilerledikçe giderek daha erken doğacağın- Satürn, Güneş battıktan kısa bir süre son- dan hava karardığında her geçen gün daha ra doğu-güneydoğu ufku üzerinde, Başak’ın yüksek konumda olacak. Ağustos’tan sonra parlak yıldızı Spika’nın üzerinde yer alacak. Sa- gezegen akşam gökyüzünden çekilecek ve türn, Spika’dan biraz daha parlak. Ancak bu Ekim’de sabah gökyüzüne geçecek. parlaklık farkı fazla değil. Ayın sonlarına doğru bu fark biraz kapanacak ve ikisi de aynı parlak- Satürn’ün karşıkonuma gelişi özellikle te- lıkta görünecek. Yalnız Spika mavi beyaz renk- leskoplu gözlemciler için önemli bir fırsat. te, Satürn’se sarı renkte parlıyor. Bu renk far- Hem yakın hem de parlak oluşu bir yana, hal- kı çok belirgin olduğu için gezegeni ve yıldı- kalarının durumu da onu ilgi çekici bir hedef zı ayırt etmek kolay. Işık kirliliği altında ya da yapıyor. Halkalara tam yandan baktığımızda aylı bir gecede gözlem yapıyorsanız Satürn’ü halkaların inceliği nedeniyle onları göreme- ve Spika’yı yine kolayca görebilirsiniz. yiz. Halkaları iyi görebilmemiz için bize göre olabildiğince açılı olmaları gerekir. 2007’den Gecenin ilerleyen saatlerinde gezegen gi- bu yana, ekseninin bakış doğrultumuza dike derek yükselecek ve saat 01.00 civarı güney yakın bir durumda olması nedeniyle halka- yönünde ufuktan yaklaşık 47° yüksekte (ufuk- lar çok ince görünüyordu. Şimdiyse artık kü- la tam tepe noktasının yaklaşık ortası) olacak. çük bir teleskopla bile görebileceğimiz şekil- Bu, gezegeni teleskopla izlemek isteyen göz- de açılı duruyorlar. İşte bu özellikler bir araya lemciler için en iyi zaman. Çünkü gezegen bu geldiğinde yani Satürn karşıkonumdayken ve sırada gökyüzündeki en yüksek konumuna halkaları iyice açılmışken onu görmek için kü- ulaşmış olacak ve görüntüsü atmosferin bo- çük bir teleskop bile yeterli olur. zucu etkilerinden görece az etkilenecek. Satürn’e bir teleskopla bakarsanız büyük uydularını da görebilirsiniz. En büyük uydusu olan Titan, Güneş Sistemi’nin de ikinci büyük uydusudur. Titan’ı temiz bir gökyüzü altında Satürn’ün 2009’da çekilen fotoğrafında en büyük uydusu Titan gezegenin önünden geçerken görülüyor. Titan’ın gölgesi Satürn’ün üzerine düşmüş durumda. 100

Bilim ve Teknik Nisan 2011 [email protected] 04 Nisan Satürn karşıkonumda (tüm gece gökyüzünde) 17 Nisan Satürn ile Ay yakın görünümde (akşam) 19 Nisan Merkür ile Mars çok yakın görünümde (sabah) 22 Nisan Lir göktaşı yağmuru 30 Nisan Venüs ile Ay yakın görünümde (sabah) 1 Nisan 23.00 15 Nisan 22.00 30 Nisan 21.00 Nisan’da Gezegenler ve Ay Merkür, ayın ilk haftası günbatımında 17 Nisan akşamı batı ufku 30 Nisan sabahı doğu ufku batıda olmasına karşın ufka çok yakın konumda olduğundan görülemeyecek. 11 Satürn bu ay gözlem için çok uygun Güneş doğmadan yaklaşık bir saat Nisan’da sabah gökyüzüne geçen gezegeni durumda. Gezegen ayın ilk haftası önce batıyor. ayın son günleri görmek mümkün olacak. günbatımıyla birlikte doğu ufkunda beliriyor Ne var ki, yine ufuktan fazla yükselemeyecek ve tüm gece gökyüzünde kalıyor. 17 Nisan’da Ay 3 Nisan’da yeniay, 11 Nisan’da olan gezegenin görülebilmesi için temiz bir Ay’la yakınlaşan gezegen ayın sonuna doğru ilkdördün, 18 Nisan’da dolunay, 25 Nisan’da gökyüzü ve doğu ufku açık bir gözlem yeri sondördün hallerinden geçecek. gerekiyor. Gözlenebileceği süre iyice kısalan Venüs, ayın başında hilal halindeki Ay’la birlikte gün doğmadan önce doğu ufkunda yer alıyor. Venüs, ay boyunca ufkun üzerindeki konumunu koruyacak ve sabahları Güneş doğmadan önce yaklaşık bir saat süreyle gözlenebilecek. Venüs Temmuz başlarına kadar bu durumunu koruyacak ve Ağustos’ta akşam gökyüzüne geçecek. Mars ve Jüpiter Güneş’e çok yakın görünür konumda oldukları için bu ay gözlenemeyecekler. 101


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook