ALMAN KAPANIT SÜLEYMAN KOCABAŞ e 9 3355 rih
ALMAN KAPANI Süleyman Kocabaş
Derin Tarih Kültür Yayınları — 35 Derin Tarih dergisinin 48. sayısının hediyesidir. Mart 2016 İletişim Maltepe Mah. Fetih Cad. No: 6 34010 Zeytinburnu, İstanbul 0212 467 65 05 www.derintarih.com [email protected] Baskı Strateji Matbaası
ALMAN KAPANI Ortadoğu’daki Büyük Tuzağın Kısa Tarihi Süleyman Kocabaş
İÇİNDEKİLER Önsöz 5 Giriş 6 Bismark’ın İlk Türkiye Politikası Aleyhimize İdi 7 Almanya’nın Koloniyalizm Politikasına Başlaması 10 Türkiye’nin Almanya’nın “Hayat Alanı” Haline Gelmesi 13 “Weltpolitik” ve “Güneşte Bir Yer” Edinmek 17 Pancermenistler’in “Türkiye Mirası’ndan Pay” İstemeye Başlamaları 20 Dünya’yı I. Dünya Harbi’ne ve Osmanlı Devleti’ni Sonunun Başlangıcına Götüren Yol: Bağdat Demiryolu 26 II. Wilhelm’in Türkiye’de İmtiyaz ve İttifak İçin Lider ve İktidar Arayışı 33 I. Dünya Harbi veya Türkiye’nin Almanya’nın “Eyaleti” Olma Süreci 41 Yeni Padişah Enver Paşa veya İmparatorluğun Sonu 45 Almanlar Hesabına Harbe Girişimiz ve Açılan Cepheler 48 Almanya’dan Borç Para Karşılığı Harbe Giriyoruz 52 Harp’ten Sonra Almanya’nın Sömürgesi Olacaktık 60 Almanlar Gitmek İçin Gelmemişlerdi 68 Tarihin Tekerrür Etmemesi İçin Neler Yapılmalıdır? 72 Kaynakça 75
Süleyman Kocabaş ÖNSÖZ Osmanlı Devleti’nin bir zamanlar (1453-1774) zaman dilimin- de) dünyanın süper gücü iken, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’n- dan sonra birinciliği İngiltere’ye kaptırması ve ardından giderek çöküş sürecine girmesinin sebep ve sonuçları, maalesef günümüz Türkiyesi’nde bile tam olarak incelenip ortaya konulamamıştır. Osmanlı’nın çöküş sürecini başlatan, “Osmanlı-Avrupa Kuv- vet Dengesi” nin giderek Avrupa lehine bozulmuş olması, Avru- pa’da Coğrafi Keşifler, Reform ve Rönesans’la başlayan yenilik ve atılımlar takip edilememiş, “statükocu düzeni”ni korumaya devam eden Osmanlı, Avrupa karşısında gerilemeye başlayınca, bu sefer, “Avrupai örneklerle devlet ve ülkeyi düzlüğe çıkarmak” gündeme gelmiş, Avrupa’nın büyük bir devletine istinat ile Türkiye’nin yeni- lenmesi ve kalkındırılması cihetine gidilmiştir. Bu süreçte, ilkin Fransa’ya istinat edilmiş, 1755-1833 zaman di- limi tarihimize “Fransız Asrı” olarak geçmiştir. Ardından, XIX. as- rın başlarında dünyanın süper gücü haline gelen İngiltere’ye istinat ile 1833-1883 zaman dilimi, “İngiliz Asrı” olarak nitelendirilmiştir. Dünya siyasi konjonktüründeki değişmelere bağlı olarak, İngilte- re ve Fransa’ya istinat imkansız hale gelince, yeni bir güç olarak ortaya çıkan Büyük Almanya’ya istinat sonucu 1883-1918 zaman dilimine “Alman Asrı” damgasını vurmuştur. Osmanlı Devleti, gerilik, zayıflık ve kalkınmamışlığının paha- sını çok ağır ödemiş, XIX. asır ve XX. asrın başlarında İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, İtalya gibi büyük devletler arasında sö- mürgecilik ve yayılmacılık politikalarının şahlandığı sırada, istinat edilen her büyük devlet, bu politikaları gereği Türkiye’yi, sömür- geleştirmek ve giderek eyaletleri haline getirmek yolunu tutması sonucu, büyük devletlere istinat faydadan çok zarar getirmiştir. Türkiye’de tarih hep, kendisinden ders alınmadığı için teker- rür etmiştir. Osmanlı’da yaşananlar böyle olduğu gibi, günümüz Türkiyesi’nde de yaşananlar bunlardan farklı değildir. Ekonomik, zirai, sanayi, mali ve askeri kalkınmamışlığın getirdiği tabloda gü- nümüz Türkiyesi’ne ise “Amerikan Asrı” hakimdir. 1945’de başla- yan bu asrın nerede biteceği belli değildir. “Türkiye’yi süper güç yapacağız”, “XXI. asır Türk asrı olacaktır” gibi hamasi nutuklar, 5
Alman Kapanı ekonomik gücümüz olmadığı sürece havada kalmaya devam et- mektedir. Tarihimizde, Büyük Devletler’in adıyla ortaya çıkan “uğursuz asırları”nın son bulması, ekonomik yönden güçlü olmakla müm- kündür. Bağımsızlığımızı ve varlığımızı korumanın yolu buradan geçer. Bu incelememiz, tarihimizde yaşanmış “Alman Asrı” deneyi- minden dersler alarak, geleceğin Türkiyesi’ni nasıl ve neler üzerine kuracağımız üzerinde bize tarih dersleri ve tecrübeleri verecektir. Süleyman Kocabaş 6
Süleyman Kocabaş GİRİŞ Osmanlı İmparatorluğu’nun sömürgeleştirilmesi, parçalanma- sı ve topraklarının işgali dendi mi akla hemen büyük devletlerden İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve İtalya gelir. Almanya hiç konu edilmez. Bunun temelinde, genelde “Almanya ile dostluk iliş- kileri” yatar. Özellikle, I. Dünya Harbi’nde Almanya’yla olan “silah arkadaşlığımız” sebebiyle, sanki adı geçen devletin Türkiye’nin “hayırhahı” (iyiliğine çalışan) izlenimi zihinlere yerleşmiştir. İşin esasına bakılırsa, durumun hiç de böyle olmadığı Türk-Alman ilişkilerinin perde arkasında Pancermenist II. Wilhelm Almanya- sı’nın ülkemizi sömürgeleştirmek, giderek “Büyük-Almanya Avus- turya İmparatorluğu”nun bir parçası haline getirmek emelinin yattığı görülür. Almanya, en büyük krallığı Prusya olduğu halde, XIX. yüzyı- lın üçüncü çeyreğinin başlarına kadar irili ufaklı 39 devletçikten (düklerin idaresinde) meydana gelen parçalı bir yapıya sahipti. Al- man devletçiklerini, Prusya’nın liderliğinde birleştirerek “Büyük Almanya” haline getiren Başbakan Otto von Bismarck’ın (kısaca Bismark) gayretleri oldu. Bismark’ın Alman Birliği’ni kurması ko- lay olmamış, Danimarka, Avusturya ve Fransa ile savaşılarak ve bunlar mağlup edilerek hedefe ulaşılmıştı. Bu savaşlar, aynı zamanda Büyük Almanya’dan kaynaklanan I. Dünya Harbi’nin de sebeplerini doğurdu. Bismark’ın Avusturya’yı yenmesi, Cermen ırkından olan bu devlet halkını “tatmin” uğrun- da onları Balkanlar’a doğru yayılmaya tahrik etmesi, Güney Slav- ları ile Cermenler arasında gerginliğin başlamasına yol açarak, I. Dünya Harbi’nin sebeplerinden birisini teşkil edecek, hatta harbin “ilk kıvılcım”ı Cermen-Slav çatışmasının merkezi Bosna’da çaka- caktır. Fransa’nın 1870’de Almanya’ya mağlup olması sonucu Al- sas-Loren eyaletini bu devlete kaptırması, Fransa’yı “intikam ve geri alma” politikası takibine sevk etmiş, I. Dünya Harbi’nin bir diğer sebebini de bu meydana getirmiştir. 7
Alman Kapanı BİSMARK’IN İLK TÜRKİYE POLİTİKASI ALEYHİMİZE İDİ Görülüyor ki, 1870’li yılların başında “Büyük Almanya” doğu- yordu ama, etrafında birçok devletle problemli hale geliyordu. Bis- mark’ın büyük politik ve diplomatik dehası sonucu kurulan Büyük Almanya, yine bu sebepten “güçlü devlet” halini alacaktı. Bismark, 1890’lı yılların başına kadar görevde kaldığı sürece, Büyük Alman- ya’yı kuruluş aşamasında “içe dönük ve barışçı” politikası ile sağ- lamlaştırmaya çalıştı. Bu politikanın esasını, komşuları ve Büyük Devletler’le iyi geçinmek, özellikle İngiltere’yi darıltmamak teşkil ediyordu. Büyük Almanya’nın kuruluşunun ilk yıllarında Osmanlı Dev- leti’ne yönelim ilgisi yok gibi idi. Hatta Bismark, Avrupa’da serbest kalarak Büyük Almanya’yı daha rahatlıkla kurabilmek için İstan- bul’un Ruslar tarafından işgaline bile taraftardı. Hatıralarında, “Öyle zannediyorum ki, Ruslar’ın fiili veya diplomatik şekilde İstanbul’a yerleşip bu şehri savunmak mecburiyetinde kalmaları Almanya için faydalı olur” şeklinde yazar.1 Rusya, İstanbul’a yer- leşirse, diğer Büyük Devletler, buna savaşa kadar varan tedbirlerle karşı koyacakları için Almanya Avrupa’da birliğini kurmak uğrun- da serbest kalacaktı. Hesap bu idi. Almanya’nın birliğini kurduğu ilk yıllarda bile, Osmanlı Dev- leti Bismark için “değersiz”di. Bosna-Hersek İsyanı’nın büyüme- si üzerine, Avusturya Hariciye Nazırı Anderşi’nin 31.1.1876’da Bâbıâli’ye bir ıslahat nota vermesi üzerine, Türkiye Avrupa’da yeniden aktüel hale gelmiş, Bismark bu sırada Alman parlamen- tosunda yaptığı konuşmada “meşhur” denilen şu sözlerini sarf et- mişti: “Şark (Osmanlı Devleti ve Balkan meselelerini kast ile), Po- meraian’lı (Prusya’da bir eyalet) bir askerin kemiklerinden daha değersizdir. Onunla ilgimiz, bir aktüel realite özelliği göstermesi sonucu tarihi bir merak olabilir.”2 1 Otto von Bismark, Düşünceler ve Hatıraları, Çev: N. Akipek, C: II, M.E.B. Yayınevi, İstanbul, 1968, s. 374 2 W. N. Meddlicott W. N. (Editör), From Metternich to Hitler. Routledge and Kegal Paul, London, 1963, s.174 8
Süleyman Kocabaş Başbakan Bismark’ın Şark’a ilgisi, 1877-78 Türk-Rus Harbi’n- de Osmanlı Devleti’nin yenilmesi sonucu imzalanan Ayastefanos Antlaşması sonucu ortaya çıktı. Osmanlı Devleti’nin büyük toprak kayıplarına sebep olan adı geçen antlaşmaya, İngiltere ve Avustur- ya aleyhlerine bulup itiraz edince, Avrupa’da denge ve sulhün bo- zulacağı ve bundan “Genç Almanya”nın zarar göreceğinden kor- kan Bismark, devreye girerek duruma bir hal çaresi için Berlin’de kongre toplanmasını istemiş, bu isteği kabul edilmişti. Ayastefanos Antlaşması’nı tadil edecek olan Berlin Kongre- si başkanlığını getirilen Bismark, kendisini “namuslu, dürüst bir komisyoncu” 3 olarak göstermesine rağmen Osmanlı Devleti’nin aleyhine hareket etmiştir. Daha kongrenin başında Osmanlı de- legelerine şunları söylemişti: “Şimdiki durumu sizden saklamak istemem. Kongre’nin Osmanlı Devleti için toplandığı zannında bulunarak kendinizi aldatmayınız. Eğer Ayastefanos Antlaşması Avrupa devletlerinin menfaatlerine dokunur bazı maddeler ihtiva etmeseydi olduğu gibi bırakılırdı.”4 Bismark, Berlin Kongresi’nde Osmanlı delegelerini “yok” saydı. Osmanlı topraklarını, Büyük Devletler arasında sanki “Alman- ya’nın geleceğini garantiye almak” için ölçtü, biçti, dağıttı. Bos- na-Hersek’in yönetiminin “kadim ve tabii dostu” Avusturya’ya geçmesini o sağladı. Kongre’nin gizli kulislerinde, İtalya’yı yanına çekmek için Trablusgarp’ı ona vaat etti. Yendiği Fransa’nın gönlü- nü almak ve onu Avrupa dışında yayılmacı alanlara tahrik uğrun- da Tunus’u da ona teklif etti. İngiltere ve Avusturya’nın isteğine uyarak, Arnavutluk’tan Karadeniz’e, Tuna’dan Ege Denizi’ne ka- dar uzanan “Büyük Bulgaristan” ı küçülterek ona, Balkan Dağları ile Tuna arasında sınır çizdi. Bismark, kendi aklınca Büyük Devletler’i Alman menfaatlerini korumak uğrunda tatmin etmişti ama, bu arada Rusya’nın düş- manlığını kazanmıştı. Rusya, Berlin Kongresi’nin başında dost- luk ilişkileri devam eden Bismark’ın kendi lehine hareket edece- ğini umuyordu. Aksi olunca ona darıldı. Bunun sonucu Bismark, Güney Slavları (Sırbistan) ve Rusya’dan gelecek tehditlere karşı 3 Erich Eych, Bismarck and the Germany Empire, George Allen and Uwın Ltd., London, 1951, s. 248 4 Ali Fuat Türkgeldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiye, C: II, Türk Tarih Kurumu Yy., Ankara, 1955, s. 65 9
Alman Kapanı 1879’da Avusturya ile ittifak antlaşması imzaladı. Ardından buna 1881’de İtalya da dahil olunca, I. Dünya Harbi’nde karşılıklı olarak savaşacak ittifaklardan biri “Üçlü İttifak Bloğu” ortaya çıktı. 10
Süleyman Kocabaş ALMANYA’NIN KOLONİYALİZM POLİTİKASINA BAŞLAMASI Almanya’nın birliğini geç kurması, o günlerin dünya konjonk- türüne hakim Büyük Devletler arasında sömürgeler elde etme mü- cadelesine geç atılmasına sebep olmuş, sömürü alanları Büyük Devletler tarafından paylaşıldığı için Almanya’nın hissesine fazla ve kârlı bir alan kalmamıştı. Büyük Almanya’nın hızla kalkınarak mamullerine pazar, fabrikalarına ham madde aramaya başlama- sı, ister istemez “dışa açılma”yı gündeme getirmiş, “koloniyalizm” politikası bu sırada ortaya çıkmıştı. Bismark’ın Büyük Almanya’yı kurmasına “I. İmparatorluk Dönemi” deniliyordu. Sömürgecilik politikasının başlaması ise, “II. imparatorluk tesisi” olarak değer- lendiriliyor, “Almanya müstemleke imparatorluğu” olacak denili- yordu.5 Büyük Almanya için “II. İmparatorluk Dönemi” 1880’li yılların başında ortaya çıkıyor, Bismark, sömürgecilik veya koloniyalizm politikasına “istemeyerek” atılıyordu. “Menfaatimiz barışın ko- runmasından geçiyor” diyor, Büyük Devletler’i darıltıp, onların düşmanlıklarını üzerine çekmek istemiyordu.6 Ama, ok yaydan çıkmıştı. İpler artık Bismark’ın elinde değildi. Yeni Alman işa- damları ve Pancermenistler, gelişen Alman endüstrisi için “yeni hayat alanlar” peşine düşmüşler, “Weltpolitik” (Almanya’nın dün- ya politikası) bunun sonucu ortaya çıkmış, Başbakan Bismark da buna adapte olmasına rağmen 1890’da görevinden alınana kadar “barışçı” politikasını devam ettirmeye çalışmıştı. Bu doğrultunun korunması için Bismark. sömürgecilikte ilgi alanını “az problemli” denilen Afrika ve Pasifik üzerine teksif etmiştir.7 Bismark, Afri- ka ağırlıklı politikasını formüle etmek için “Rusya orada, Fransa 5 Herman Pinnow, Almanya Tarihi, Çev: F. Baldaş, C: II, Kanaat Kitabevi, İstanbul, 1940, s. 440 6 Bismark, C: II, s. 378 7 Frank P. Chambers, Conflıct the Western World 1914 to the Present, Harcourt, Brace and World İnc., New York. 1962, s. 9 11
Alman Kapanı buradadır. Biz ise ortadayız. Benim haritam Afrika’dır” diyordu.8 Bismark’ın, “bâkir alanlar”dan Afrika’da koloniyalizm po- litikasına başlaması, en başta İngiltere’yi ürkütmüştü. İngiltere ile takışmak istemeyen Bismark, onunla “uzlaşma” yolunu tuttu. Afrika, âdeta iki devlet arasında paylaşıldı. İngiltere’nin 1882’de Mısır’ı işgali, ardından hemen Sudan’ı koloniyalizmine alması, Almanya ve İngiltere’yi birbirlerine yaklaştırdı. Almanya’nın adı geçen iki alanda İngiliz çıkarlarını tanıması, Afrika’da sömürgeler elde etmesini kolaylaştırdı. Nisan 1883’de Alman Güney Afrikası, Temmuz 1884’de Togo ve Kamerun, Şubat 1885’de Alman Doğu Afrikası (Tanyonyıka) Alman kolonisi yapıldı. Buraları korumak için Alman deniz gücü yoktu. Bu sebepten, Afrika’daki Alman sö- mürgeleri, dünyanın birinci deniz gücü İngiltere’nin inisiyatifine bırakılmıştı. Sonra Bismark, İngiltere’yi ürkütmemek için kuvvetli bir donanma kurmak istemiyordu.9 Fransa da, 1881’de Tunus’a yer- leşmesini Almanya’nın tanıması karşılığı, onun Afrika’dan sömür- geler elde etmesine karşı çıkmamıştı. Almanya’nın Uzakdoğu (Pasifik’deki) sömürgeleri ise, “Bis- mark Takımadaları” denilen, Marshall, Marian, Palaos ve Samoa adaları olmuştu. Bütün Alman sömürge alanları 2.5 milyon km. toprağa ve 12 milyon nüfusa sahipti.10 Almanya’nın Afrika ve Pasifik’deki sömürgeleri değersiz alan- lar olduğu için, zengin ve verimli alanların düşünülmesini baş- lanmış, bu çerçevede, “bâkir alanlar” denilen Rusya, Çin, İran ve Osmanlı İmparatorluğu’na yönelinmişti. Bismark’ın Rusya ile ik- tisadi ve ticari antlaşmalar imzalamasına rağmen, adı geçen devlet 1860’dan sonra sanayi hamlesi yaptığından Almanya’nın “iyi bir müşterisi” olmaktan çabuk çıkmıştı. Üstelik Rusya’nın 1880’ler- de çıkardığı yeni gümrük yasaları ile sanayiini korumaya alınca, 1887’de Almanya’nın Rusya’ya yaptığı ithalat % 46’dan % 29’a düş- müş, Rusya’dan ümit kesilmişti. Çin, 1890’larda Almanya’dan askeri uzmanlar çağırmış, 8 William Carr, A History of Germany 1815-1945, Edward Arnold, London, 1977, s. 177 9 Hajo Holborn, A History of Modern Germany 1840-1945, Eyre and Spottıswoode, London, 1969, s. 245-249 10 Hubert Deschamps, Sömürgeciliğin Sonu,Çev: J. ve F. Orsan, Remzi K.evi, İstanbul, 1968, s. 19-20 12
Süleyman Kocabaş 1895’de ondan ilk borcu almıştı. Ama, Çin coğrafi yönden uzaklı- ğı, üstelik İngiltere ve Fransa’nın Uzakdoğu’ya çok erkenden yer- leşmesi, Almanya’nın buradaki rekabetini zayıflattığından Çin’den de vazgeçilmişti. Diğer bir “bâkir alan” İran’a yönelmek de Almanya’ya şans ta- nımadı. İran Şahı Nasırüddin Han’ın Osmanlı Devleti’ne benzer şekilde, İngiltere ve Rusya’dan korkusu sebebiyle 1895’de Alman- ya’ya yanaşarak İmparator II. Wilhelm’den müşavirler istemesi, Almanlar’a demiryolu imtiyazları vermesi, bölgede çıkarları olan İngiltere ve Rusya’yı korkuttu. İngiltere’nin korkusu, “hayat alan- ları” Hindistan ve Basra Körfezi civarından uzaklaştırılma endi- şesinden kaynaklanıyordu. Rusya ise, “Sıcak Denizler’e inmek politikası”da, Basra Körfezi cihetinden yolunun kesilmesinden çekiniyordu. Bu korkular sebebiyle iki devlet aralarında anlaşarak İran’ın “Kuzey” ve “Güney” diye iki nüfuz bölgesine ayırmışlar, Kuzey’de Rusya’nın Güney’de İngiltere’nin nüfuzu kurulmuş, bu- nun sonucu Almanya İran’dan kovulmuştu. Artık bundan böyle Almanya için “sızma” ve “hayat alanı” olarak Osmanlı İmparator- luğu kalmıştı.11 11 İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Kaynak Yy., İstanbul, 1983, s. 15-17 13
Alman Kapanı TÜRKİYE’NİN ALMANYA’NIN “HAYAT ALANI” HALİNE GELMESİ Büyük Almanya’nın “Yeni Türkiye Politikası”, “Koloniyalizm” ve “İttifak” üzerine kurulmuştu. Osmanlı İmparatorluğu’nu kolo- nize etmek safhasına nasıl gelindiğini yukarıda gördük. İttifak po- litikasından ise, Almanya, çıkması çok muhtemel bir genel harp- te (Dünya Harbi) Avrupa’da çembere alınmamak için Osmanlı Devleti ile askeri ve siyasi ittifak kurmayı pek gerekli görüyordu. Bu politika, aynı zamanda Türkiye’nin Alman sömürgesi haline gelmesini de kolaylaştıracaktı. Almanya 1880’li yılların başından itibaren Osmanlı Devleti’ne bu sebeplerden yaklaşmaya başlamıştı. Sultan II. Abdülhamid’i Almanya’ya yaklaştıran sebepler: Os- manlı Devleti’ni de Almanya’ya yaklaştıran birçok sebep bulunu- yordu. Sultan II. Abdülhamid, daha şehzadelik yıllarından beri İngiltere ve Fransa’dan memnun değildi. Bu iki devlet, XIX. yüzyı- lın üçüncü çeyreğinin başlarına gelindiğinde, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikalarını terk ile, onun üzerinde göz diktikleri topraklara işgal yoluyla yerleşmeye başlamışlardı. 1877-78 Türk-Rus Harbi’nde Türkiye’nin Rusya’dan yediği “tokat” zaten ortada duruyor, Sultan, yeni bir tokat yememek için Rusya’ya karşı sürekli “teyakkuz” halinde bulunuyordu. Büyükler’in küçü- ğü Avusturya ve İtalya “önemsiz”di. Üstelik, bunların Türkiye’den toprak işgali emellerinin varlığı biliniyordu. Bütün bunlar, Türki- ye’nin “tek istinat edilecek devlet” olarak Almanya’ya yaklaşacağı- nı gösteriyordu. Osmanlı Devleti, zayıflığı sebebiyle, bir Batılı gelişmiş Büyük Devlet’e istinat ile Türkiye’nin ekonomik ve askeri yönden kalkın- masını gelenek haline getirmişti. Bu devlet bir zamanlar Fransa (1755-1833 zaman dilimi), bir zamanlar da (1833-1883 zaman dili- minde) İngiltere olmuş, bu devletlerden görülen düşmanlık sebe- biyle 1880’li yıllara gelindiğinde, istinat edilecek devlet olarak Al- manya görünmeye başlanmıştı. Hele, Fransa’nın 1881’de Tunus’u, İngiltere’nin 1882’de Mısır’ı işgalleri, Sultan II. Abdülhamid’i bu iki devletten iyice soğutmuş, Almanya’ya yaklaşmayı hızlandır- mıştı. Bu cümleden olarak Sultan hatıralarında şunları yazar: “İn- 14
Süleyman Kocabaş giltere ve Rusya, evimizi harap eden iki fareye benziyorlar. Eskiden Fransa, bu iki iğrenç kemiriciye karşı istediğimiz vakit çıkarabi- leceğimiz emin bir müdafiimiz idi. Fakat Fransa, her gün biraz daha fazla bizden ayrılmaktadır.12 Allah’a şükür, bunu telafi için Almanya ile dostluk kurmuş bulunuyoruz. Bu namuslu müttefiki- miz, herkesi hizada tutmasını bilecektir.”13 II. Abdülhamid’in Almanya’ya ağırlıklı politika takip etmesi- nin başka sebepleri de vardı. Daha şehzadeliği zamanında amcası Sultan Abdülaziz’in refakatinde Avrupa’yı gezerken Prusya’nın as- keri kudretine hayran kalmış, 1870’de Almanya’nın Fransa’yı yen- mesi bunu takviye etmişti. Almanya’nın Türkiye ile sınırı yoktu. Tarihte iki devlet arasında savaş olmamıştı. Almanya’nın sömürge- lerinde Müslüman halk bulunmuyordu. İki ülkenin rejimleri ara- sında benzerlik vardı. Almanya’da parlamento olmasına rağmen, yönetim mutlakıyete yakındı. Sonra, iki milletin karakterleri bir- birine benziyordu vs. Alman Askeri Heyeti’nin gelişi: Sultan II. Abdülhamid, Alman- ya ile işbirliğine ilkin 1880’de askeri ıslah heyeti istemekle başladı. Buna ilkin, aleyhte ve lehte cevap verilmedi. Başbakan Bismark, “eve dönük”, “barışçı” politikası gereği, İngiltere, Fransa ve Rus- ya’nın düşmanlığını üzerine çekmek istemiyordu. Üç yıllık bir “tereddüt” döneminden sonra, Osmanlı askerini ıslah için Alman subayları gönderilmesine karar çıktı. Buna sebep ne idi? Başba- kan Bismark, bunu açıklarken Veliaht Friedrich Wilhelm’e yazdı- ğı mektupta şunlardan bahseder: “ Rusya’daki milliyetperverler, Panslavistler ve Alman aleyhtarları bize hücum edince, Osmanlı Devleti’nin devamı ve değerli askeri varlığına ilgisiz kalamayız. Türkler bizim için hiçbir zaman tehlikeli olamaz, fakat bazı ah- 12 Fransa’nın, 1870’de Almanya’ya yenilmesi sonunda Alsas-Loren eyaletini adı geçen devlete kaptırması ve ardından burasını geri alma politikası takibe başlaması ve bunun İngiltere ve Rusya’ya istinat ile başarılabileceği sebebiyle sürekli İngiltere ve Rusya yanlısı politikalara destek vermeye başlaması, giderek onu Osmanlı Devleti yanlısı politikalardan koparmış, üstelik Tunus’u işgalden sonra Suriye-Lübnan- Filistin’i de kendi koloniyalizm alanı içinde görmesi II. Abdülhamid’i ondan büsbütün soğutmuştu. 13 Sultan II. Abdülhamid, Siyasi Hatıratım, Hareket Yy., İstanbul, 1974, s. 145 15
Alman Kapanı val durumlardır ki, onların düşmanları bizim de düşmanlarımız olabilirler.”14 Türkiye’den bu stratejik ve siyasi faydalanmanın ya- nında, Alman Askeri Heyeti’nin gelmesiyle Türkiye Alman silah sanayi için iyi bir pazar olabilirdi.15 Wallach ayrıca, “Almanlar, güçlendirilmiş bir Türkiye’yi Ruslar’a karşı kullanabileceklerini düşünüyorlardı” şeklinde yazar.16 Rusya’nın ise, Türkiye üzerinde yayılmacılık emelleri bulu- nuyor, özellikle, “Sıcak Denizler’e İnmek” şeklinde adlandırılan “Megalo İdeası” (Büyük Emel) sebebiyle, İstanbul ve Boğazlar’a mutlaka yerleşmek istiyor, Almanya tarafından kuvvetlendirilmiş Türkiye’yi, bu emelinin gerçekleşmesine engel olarak görüyor, de- vamlı zayıf bir Türkiye tablosu arzuluyordu.17 Almanya ve Rusya’nın yukarıdaki tavırları, Türkiye’de tarihin 50 yıl sonra ( 1833-1883) tekerrür ettiğini gösteriyordu. Aynı za- man dilimini Türkiye’de “İngiliz asrı” olmuş, İngiltere, kendisini en kârlı sömürgesi Hindistan’a götüren Hindistan Yolu’nu (Doğu Akdeniz-Suriye-Irak ve Basra Körfezi veya Doğu Akdeniz-Süveyş Kanalı-Kızıldeniz) Rus yayılmacılığından korumak için Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı güçlendirme politikası takip etmiş, bu sebepten, 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları İngiltere’nin eseri olmuş, Türkiye’deki büyük nüfuzu sebebiyle İngiliz Büyü- kelçisi Stratford Cannıng’e “Taçsız Sultan” denilmişti. Şimdi ise, (1883-1918 zaman diliminde) “Alman asrı” başlıyor, Canning’in yerini Baron Wangenheim (Alman Büyükelçisi) alıyordu. Tarih- ten ders alınmadığı için Türkiye, sanki olup bitenlerin farkında değildi. Bir “tehlike”den kurtulayım derken bir başka “tehlike”ye yakalanılıyordu. İngiltere’den sonra Almanya, “yeni bir tehlikeli sığınak” olacak, İmparatorluk, Almanya’nın elinde batacaktır. Bütün bu olup bitenlerin temelinde, devletin mali, ticari, zi- 14 Mahmut Muhtar Paşa, Maziye Bir Nazar, Berlin Muahedesi’nden Harbi Umumi’ye Kadar Avrupa ve Türkiye-Almanya Münasebeti, A. İhsan Mat., İstanbul, 1341, s. 39 15 Jehuda L. Wallach, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Türkiye’de Prusya- Almanya Askeri Heyetleri 1835-1919, Çev.: F. Çeliker, Gnkur. Askeri Tarih ve Str. Arş. Ens. Yy., Ankara, 1985, s. 24 16 A.g.e., s. 24 17 J. R. Wolf, The Dıplomatıc Hıstory of Bağdat Railroad, Ostagon Books, New York, 1973, s. 25-27 16
Süleyman Kocabaş rai, sınai ve askeri yönden zayıflığı yatıyordu. Varolmak, bağım- sız olmak ve büyümek, ancak bu alanlarda zenginleşerek “süper güç” olmakla mümkündür. Türkiye, günümüzde bile bu trendi yakalayamadığı için tarih üzerimizde bir defa daha tekerrür et- miş, bağımsızlığımız ve varlığımız tehlikeye girmiştir. Zaten bu yazımızın amacı, genç nesillere tarihten derler alarak, daha güçlü Türkiye’yi kurmalarına yardımcı olmaktır. Bismark, Alman subaylarını Türkiye’ye, onunla “ittifak” he- sapları uğrunda gönderiyordu. Almanlar’ın Türkiye’ye yönelik bir hesapları daha vardı ki, o da “Koloniyalizm” (Sömürgecilik) idi. Bu çerçevede, Osmanlı İmparatorluğu sömürgeleştirilmek, giderek “Büyük Almanya”nın bir “eyaleti” haline getirilmek isteniyordu. Alman subaylarının gelişi de bunu takviye edecekti. 17
Alman Kapanı “WELTPOLİTİK” VE “GÜNEŞTE BİR YER” EDİNMEK Büyük Almanya’nın “II. İmparatorluk Dönemi” ideolojisi “Weltpolitik” (Dünya Politikası) ideali 1880’li yılların başında ko- loniyalizm düşüncesinin ortaya çıkmasıyla birlikte kendisini gös- terdi. Bunun da başlatıcısı Bismark olmuş, fakat “barışı korumak” adını “Bismark Weltpolitiği” sınırlı kalmıştı. Bismark, özellikle İngiltere ile çatışmak istemeyecek, çatışma, kendisi görevden ay- rıldıktan sonra gündeme gelecektir. Weltpolitik idealinin en ateşli taraftarı, Haziran 1888’de İm- parator III. Friedrich’in ölmesi üzerine Alman tahtına çıkan II. Wilhelm olmuştu. Bu ideali, Bismark’ın “sınırlı ideali” olmaktan çıkarmak için “Güneş’te bir yer” edinmek şeklinde formüle etmiş- ti. Başbakan Bismark’ı, 1890’da sırf bu sebepten azlederek yerine, kendi politikasını destekleyen Leo von Caprivi’yi başbakanlığa getirmişti. Weltpolitik’in önündeki ikinci engel, büyük bir deniz gücü olmamak kalmıştı. II. Wilhelm, ekonomik kuvvetle birleşe- cek güçlü bir donanmanın koloniyal bölüşümde Almanya’ya altın fırsatlar sağlayacağını düşünüyordu.18 Donanma Komutanı Amiral Alfred von Tırpitz. II. Wilhelm’in suyuna girmiş, “Deniz kuvveti olmayan Almanya’nın dünyadaki pozisyonu, kabuksuz bir Molluse’ı (yumuşakçalardan bir hayvan) andırır” demişti.19 “Güneş’te bir yer” i çoktan edinmiş ve XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde “Üzerinde Güneş batmayan İmparatorluk” adını al- mış İngiltere, Almanya’nın büyük deniz gücü olma girişiminden korktu. Çünkü, kendisinin dünyaya hakimiyeti, devletler arasında birinci deniz gücü olmasına dayanıyordu. Hakimiyetini korumak için, ikinci bir devlet, İngiltere seviyesinde deniz gücü olmama- lı idi. İngiltere bu korkusu sonucu, Büyük Almanya’yı I. Dünya 18 Frıtz Fıscher, German’s Aıms ın the Fırst World War., W. Norton and Co., New York, 1964, s. 7-8 19 Wıllıam L. Langer, Dıplomacy of Imperıalısm 1890-1902, Alfred A. Knoff, Nw York, 1956, s. 431 18
Süleyman Kocabaş Harbi’nde yerle bir edecek,20 yıllar sonra Weltpolitik ve Pancer- menizm’in ideologları bile, bu durumun önüne geçmeye çalışan “Bismark Politikası”nın haklı olduğunu yazacaklardır. Bunlardan Paul Rohrbach’ın görüşleri şöyledir: “Eğer Almanya’nın İngiltere 20 Osmanlı İmparatorluğu’nu da yerle bir eden, onun Almanya ile ittifak kurup, İngiltere ve müttefiklerine savaş ilanı olacaktır. Başbakan Bismark ile çağdaş, Sultan II. Abdülhamid’in dış politikası da, gelecekte ortaya çıkacak tehlikeleri sezdiği için daima “barış” temeli üzerine kurulmuş, Bismark gibi özellikle İngiltere ile çatışmamayı esas almıştı. Sultan, “İngiltere’nin dahil olduğu bir harbin kaybedileceğini hiç zannetmiyorum” diyor (Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Pınar Yy., İstanbul, 1964, s. 74) I. Dünya Harbi’ne girip girmememiz hususunda “Selametimiz tarafsız kalmaktaydı” şeklinde düşüncesini ortaya koyuyordu. (Ayşe Osmanoğlu, Babam Abdülhamid, Güven Basımevi, İstanbul, 1960, s. 213). II. Abdülhamid’in Başkatiplerinden Tahsin Paşa da onun dış politikasını şöyle formüle etmişti: “ Sultan Hamid’in dış politikada mesleği şu idi: Rusya’yı idare etmek, İngiltere ile asla mesele çıkarmamak (Bismark da adı geçen devletlere karşı aynı politikayı takip etmişti), Almanya’ya istinat etmek, Avusturya’nın gözünün Makedonya’da olduğunu unutmamak (Almanya için, Fransa’nın gözü de Alsas-Loren’de idi) diğer devletlerle olabildiğince hoş geçinmek (Bismark’ın barışçı politikası gibi) Balkanlar’ı birbirine karıştırıp (Bismark da komşuları ve Büyük Devletler’e karşı aynı politikayı takip ediyordu) Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar arasında nifak ve ihtilaf yaratmaktı” (Tahsin Paşa, Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları, M. Ahmet Halit Kitaphanesi, İstanbul, 1933, s. 62) Görülüyor ki, Başbakan Bismark’ın Almanya’yı yaşatma politikası ile Sultan II. Abdülhamid’in Osmanlı Devleti’ni yaşatma politikası tıpa tıp aynı prensipleri ihtiva ediyordu. Zaten, dünya dengesini ve barışı koruyan Avrupa’da Bismark, Asya’da II. Abdülhamid’in politikaları idi. Bunların ikisi de işbaşından uzaklaştırılınca, Dünya kendisini tarihinde ilk defa en büyük harbin (I. Dünya Harbi) içinde bulacaktır Bismark’ın yerini Almanya’da “akılsız ve tecrübesiz” II. Wilhelm, Türkiye’de ise yine aynı özelliklere sahip Enver Paşa aldı. “Ateşli bir Alman taraftarı ve II. Wilhelm’in kopyası” olarak tanınan Enver Paşa, aslında “Alman Weltpolitiği” nin Türkiye’deki uzantısı idi. Adı geçen weltpolitiğe yamanarak bir “Türk Weltpolitiği” (Partürkizm ve Panislâmizm idealleri ile formüle edilen) sevdasına kapılmıştı. Tabii ki, II. Wilhelm gibi karşısında İngiltere’yi buldu. Denilebilir ki, “Osmanlı İmparatorluğu’nu Aman ihtirasları yıktı, mutlak İngiliz hakimiyeti de boğazına çöküp öldürdü.” 19
Alman Kapanı ile ilişkileri, Prens Bismark zamanında sahip olduğu şekli ve rengi (barışçı politika, sınırlı Welpolitik ve büyük donanma kurmama) korumuş olsa idi, bu Almanya için pek iyi olurdu.”21 II. Wilhelm’in 1890’lı yılların başına gelindiğinde kuvvetli bir donanma kurmaya kalkışması ve Pancermenist cemiyetlerin (der- nek ve kuruluşlar) Almanya’nın dünya hakimiyeti idealini açık açık dile getirmeye başlamaları, İngiltere’yi “muhteşem inziva- sı”ndan çıkardı. İngiltere artık şu karara varmıştı: Büyüyen eko- nomik gücü, kuvvetli donanması ve koloniyalizm ideali ile İngilte- re’nin “en büyük rakibi” haline gelen Büyük Almanya ezilmelidir. Durum bu noktaya gelince, bu sefer de İngiltere, “Anavatan Ada” (Britanya) ülkesinde ve hayati sömürgelerinde Almanya ve müttefikleri tarafından çembere alınmamak için müttefikler ara- yışına çıktı. Bunları bulmakta zorluk çekmedi: Rusya ve Fransa. Adı geçen iki devlet, kendilerine yönelik “Alman tehlikesi”ni daha erkenden görerek, bu tehlikenin bertaraf edilmesi için aralarında 1892’de ittifak antlaşması imzalamışlardı. II. Wilhelm’in 1896’da Afrika’da Transvall / Borler’in kralı Paul Kruger’in İngiltere’ye karşı başlattığı kurtuluş savaşındaki başarılarından dolayı çektiği bir telgrafla onu tebrik etmesi22, hele “Fransız İmparatoru I. Na- polyon’un gittiği yoldan giderek İngiltere’yi Hindistan’da mağlup edecek yol” olarak nitelendirilen Bağdat Demiryolu İmtiyazı’nın 1903’de Almanya’ya verilmesi, İngiltere’yi büsbütün korkutmuş, 1904’de Fransa-Rusya İttifakı’na dahil olarak “Üçlü İtilaf Blo- ğu”nun doğmasına yol açmıştı. “Üçlü İttifak Bloğu” daha 1881’de kurulmuştu. I. Dünya Harbi, bu iki blok arasında cereyan edecek, İtilaf Bloğu galip gelecektir. 21 Paul Rohrbach, Hattı Saltanat, Bağdat Demiryolu, İfham Mat., İstanbul, 1331, s. 22 22 AnaBrıtannica Ansiklopedisi, Almanya Maddesi, C: I, s. 457 20
Süleyman Kocabaş PANCERMENİSTLER’İN “TÜRKİYE MİRASI’NDAN PAY” İSTEMEYE BAŞLAMALARI Almanya’da Weltpolitik ortaya çıkınca, bunun fikriyatını işle- yen birçok dernek kurulmaya başlandı. 1890’da General German Leaque (Genel Alman Cemiyeti) kuruldu. 1894’de Pan-German Leaque (Pancermenizm Cemiyeti) olarak yeniden organize edildi. Üyelerini öğretmenler, profesörler, işadamları, subaylar ve memur- lar meydana getiriyordu. Cemiyet’in amacı, Alman politikasını, Avrupa ve denizaşırı alanlarda enerjik bir şekilde geliştirerek Al- man koloniyalizmini kurmaktı. Sonra, Hollanda, Belçika ve İsviç- re’yi de içine alacak şekilde “Büyük Almanya İmparatorluğu”nun kurulması hayal ediliyordu.23 Koloni Cemiyeti, 1890’da koloniyalist Carl Peters, Donanma Cemiyeti, 1891’de Alfred Hugenberg tarafından kurulmuştu. Üye sayısı 20-30 bini bulan bu iki dernek de Sosyal Darvinist ve ırkçı Parcermenizm Cemiyeti’nin ideallerini savunuyordu.24 Bütün Pancermenist ve Koloniyalist cemiyetler, Alman karak- teri ve hakimiyeti dahilinde “Mukaddes Roma İmparatorluğu”- nu canlandırmak peşine düşmüşlerdi.25 II. Wilhelm de “Almanya Roma İmparatorluğu’nun azametine sahip olmalıdır” demişti.26 Weltpolitik, sonuç olarak şunları doğurmuştu: Afrika ve Uzak- doğu’da sömürgecilik mücadelesinin başlaması, kuvvetli bir kara ordusu ve deniz gücünün kurulması, Türkiye’nin himayeye alın- ması.27 Asıl konumuz “Türkiye’nin himayeye alınması” veya “Türkiye üzerinde Alman hegemonyasının kurulması” na gelince, Pancer- menistler, Türkiye’yi “en kârlı koloniyalizm alanı”, giderek kurul- ması hayâl edilen “Büyük Habsburg İmparatorluğu”nun bir “eya- leti” olarak görüyorlardı. 23 Langer, s. 417 24 Holborn, s. 310 25 Georges Bourdon, The German Enıgma, J. M. Dent end Ltd., London, 1914, s. 143 26 Pınnow, s. 473 27 Encyclopedia Amerıca, Germany Maddesi, Vol.: XII, s. 683, Carr, s. 219 21
Alman Kapanı “Türkiye’nin mirasından pay” almak emeli, Almanya’nın daha “Prusya Dönemi” nda ortaya çıkmıştı. Sultan II. Mahmud’un 1835’de Prusya’dan reformcu subaylar getirtmeye başlamış, bu su- baylar heyetinin başkanı Moltke, Rumeli ve Anadolu’yu gezmiş, Almanya’ya dönüşünde Filistin’de bir “Alman Prensliği” tesisi ile, Almanlar’ın Anadolu’ya göçünü Kral’a tavsiye etmişti.28 1848’de ekonomi profesörü Wilhelm Roscher, Anadolu hakkında, “Yaşa- yan Türkiye’nin gelecekteki Almanya payı” olarak bahsediyordu. 1853’de ise, ünlü pancermenist Paul Anton de Lagarde, Anadolu’da koloniyalizmin Almanya için önemli olduğu üzerinde duruyordu.29 Ünlü Alman tarihçi Ranke de “Almanya’nın ekonomik yönden geleceği İstanbul’un mukadderatına bağlıdır” şeklinde yazmıştı.30 Alman Weltpolitiği’nin resmiyet ve şahlanış kazandığı 1890’lı yıllarda ise, Pancermenistler, Türkiye üzerindeki sömürgecilik ve yayılmacılık emellerini daha sık ve açık dile getirmeye başlamış- lardı. “Almanya, sömürgelerin taksiminde önemli bir hisse alabil- mek için mücadele meydanına çok geç atılmıştı. Afrika’da ganimet kavgası yapılırken İngiltere ve Fransa, aslan paylarının üzerine atılmışlardı. Rusya’nın ihtirası Uzakdoğu yolunu kapatıyordu. Bu durumda (Drang Nacy Osten-Şark’a Doğru Genişleme) politikası için Osmanlı ülkelerinden başka bir yol bulmak mümkün değildi. Osmanlı İmparatorluğu fakirlikten değil, bolluktan ve zenginlik- ten ölüyordu. Çünkü Osmanlı Padişahı, dünyanın en verimli ve fakat işletilmeyen topraklarına sahipti. Bu topraklar kıymetlendi- rildiği takdirde, Padişah için olduğu kadar müttefiki Almanya için de tükenmez bir servet kaynağı olabilirdi.”31 Almanya’nın Türkiye’ye yönelik “hayat sahası”, Anadolu-Me- zopotamya olmuştu. Ona göre, Rumeli zaten “Türkler’in değil” di. Osmanlı Devleti, tasını tarağını toplayarak Balkanlar’dan Anado- lu’ya çekilmeli idi. Hatta, Türkler’in İstanbul’dan bile çıkarılması- 28 Edwın Pears, Lıfe of Abdul Hamıd, Constable and Co., Ltd., London, 1917, s. 154 29 Ewans Lewin, The German Road to the East, Wıllıam Heıneman, London, 1966, s. 27 30 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C: VIII, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983, s. 171 31 Joan Haslip, Bilinmeyen Taraflarıyla Abdülhamid, Çev: N. Kuruoğlu, Toker Mat., İstanbul, 1964, s. 216 22
Süleyman Kocabaş na taraftardılar. Türkiye’deki Alman Askeri Heyeti Başkanı Goltz, İttihatçılar’a, başkentin İstanbul’dan Konya, Kayseri veya Halep’e taşınmasını tavsiye etmiş, Türkiye’nin gerçek sınırları olarak Ana- dolu ve Mezopotamya’yı göstermişti.32 Osmanlı Devleti’ne Anadolu-Mezopotamya sınırını çizen Al- manlar, bu alandaki Türkiye üzerinde hakimiyetlerini kurarak onu sömürgeleştirmek istiyorlardı. Şarkiyatçı ve Pancermenist Dr. Aloys Sprenger, 1884’de yayınladığı “Koloni Planı” isimli kitabın- da, Mezopotamya’dan “Babil” diye bahsediyor, şunları yazıyordu: “Babil İmparatorluğu, geçmiş zamanın en zengin kara parçası, günümüzde ise, en cazibeli ve kârlı bir sömürge alanıdır”33 Spren- ger, aynı kitabında Anadolu hakkında da şunlardan bahsetmişti: “Anadolu, dünyada henüz hiçbir büyük devlet tarafından ele ge- çirilmemiş yegane yerdir. Halbuki en iyi müstemleke (sömürge) yapılacak bir ülkedir. Kazaklar (Ruslar) o taraflara el uzatmadan önce Almanya onu zaptetmek (işgal etmek) fırsatını kaçırmazsa, dünyayı paylaşmak işinde en iyi payı almış olacaktır.”34 1890’da kurulan Pancermenizm Cemiyeti Başkanı Prof. E. Hasse, 1896’da yayınladığı “Almanya’nın Türk Mirası Üzerindeki Hakları” isimli kitabında şu görüşlere yer vermişti: “Gerek Anado- lu halkının ve gerekse Mezopotamya ile Suriye’nin pek kalabalık olmayan Arap sakinlerinin bir Alman egemenliğine karşı güçlük çıkarması çok zordur...Ülkenin iklim ve toprak koşulları, Alman göçmenlerine kesinlikle zengin ve verimli bir çalışma alanı sağ- layacaktır. Alman çalışkanlığı ve Alman bilimi, güçlü bir Alman hükümetinin yönetimi altında, bir zamanlar eski dünyanın en ba- yındır ülkeleri sayılan bu toprakları, Reich’in (Alman’ın) mülkü haline getirecektir. Tıpkı Büyük Britanya’nın Hindistan’da35 yap- 32 Karal, C: VIII, s. 179, Ortaylı, s. 47 33 Zeki Saleh, Brıtaın and Mesopotoma Iraq to 1914, Al-Maaraf Press, Bağdat, 1966, s. 5-6, Lewın, s. 30 34 Jean Pichon, Cihan Harbi’nin Şark’a Ait Kaynakları, Çev: H. Cahit Yalçın, Kanaat Kitabevi, İstanbul, 1939, s. 108) 35 “İngiliz Hindistanı” tabiri, Batı sömürgeciliğinin şahlandığı XIX. yüzyılda, İngiltere’nin Hindistan’a yerleşme biçimini ifade ediyordu. Yönetim, İngilizler’in eline geçmişti. Hatta bu yönetim sebebiyle, “Hindistan, İngiliz İmparatorluğu’nun bir parçasıdır” deniliyordu. Parcermenistler’in de Osmanlı Devleti’ne biçtikleri statü, “İngiliz 23
Alman Kapanı tığı gibi.”36 Pancermenist Becker’in yazdıkları: “Coğrafi konumumuz ve endüstrimizin pazar ihtiyaçları dolayısıyla Türkiye’ye yöneliyoruz. Her Avrupa ülkesinin geri kalmış Şark’da kendine ait hayat alanı vardır. İngiltere Mısır’da, Fransa Tunus’ta, İtalya Trablusgarp’da, Avusturya Bosna’da, Rusya Karadağ ve dolaylı olarak Balkan- lar’da hak sahibidir. Şimdi bizim de hayat alanımız Türkiye’dir.”37 Pancermenist Paul Rohrbach: “Almanya Türkiye’yi takviye ediyor ise, bunu ancak kendi hayat ve mevcudiyetini temin için yapıyor. Türkiye’nin kuvveti ne kadar artar ise, İngiltere’nin bize hücum etmesi halinde maruz kalacağı güçlükler ve zorluklar o ka- dar büyüyecektir. Zira İngiltere, Türkiye’nin bizim ile birlikte ha- reket etmesi ihtimalini daima hesaba katmaya mecbur olacaktır... Almanya, İngiltere tarafından emin olmak ve kendisini tehdit eden harp tehlikesini ortadan kaldırmak istediği içindir ki, Türkiye’ye yardımcı oluyor.”38 Rohrbach, Anadolu-Mezopotamya’yı bir “Alman Türkiyesi” haline getirmek için, Almanya’nın büyük devletlerle harbi bile göze alacağından bahseder. Bu cümleden olarak 1914’de yayınla- nan “Savaş ve Almanya Politikası” isimli kitabında şunları yazar: “ Her yandan haris (ihtiraslı, açgözlü) düşmanlarla çevrili olan Türkiye’nin kendine dayanak olarak, Doğu’dan toprak çıkarları olmayan bir devleti araması eşyanın tabiatı gereğidir. Bu ülke Al- manya’dır. Bize gelince, Türkiye’nin ortadan kalkmasından büyük zarar göreceğiz. Eğer Türkiye’nin baş mirasçıları İngiltere ve Rus- ya olursa, bu yolla her iki devletin gücünün önemli ölçüde geniş- lemesi kaçınılmazdır. Eğer Türkiye, bize önemli bir parça düşecek biçimde paylaşılırsa bile, bu bizim açımızdan güçlüklerin sona ermesi anlamına gelmeyecektir. Çünkü Rusya, İngiltere ve bir an- lamda Fransa ile İtalya bugünkü Türk topraklarına komşudurlar. Karadan ya da denizden veya her ki yoldan birden kendi paylarına Hindistanı” statüsü olmuş, Almanlar Türkiye’yi Hindistan misali sömürgeleştirmekten de öte eyaletleri haline getirmeyi planlamışlardı. Zaten Hindistan, İngiltere’nin bir eyaleti statüsünde bulunuyordu. 36 Lothar Rathmann, Alman Emperyalizmi’nin Türkiye’ye Girişi, Çev: R. Zaralı, Gözlem Yy., İstanbul, 1976, s. 61-62, Lewın, s. 32 37 Ortaylı, s. 46-47 38 Rohrbach, s. 26 24
Süleyman Kocabaş düşen toprakları işgal edebilir ve savunabilirler. Buna karşılık biz, Doğu ile doğrudan her türlü ilişkinin yoksunuyuz. Bir Alman Ana- dolusu’nun ya da bir Alman Mezopotamyası’nın gerçekleşmesi, ancak en azından Rusya, dolayısıyla Fransa bugünkü siyasi amaç ve düşüncelerinden vazgeçerse mümkün olacaktır. Yani bu, dün- ya savaşının sonucu Alman çıkarlarına uygun biçimde belirlenirse gerçekleşebilecektir.”39 Yine Rohrbach’a göre, bir savaşta İngiltere’yi “Ada Anavatan” da mağlup etmek mümkün değildi. O ancak Mısır’da vurulabilirdi. Savaşta, Alman politikasına “I. Napolyon’un İngiltere’yi Mısır ve Hindistan’da çökertme” yolunu gösteren Rohrbach şunları yazar: “İngiltere’yi, Kuzey Denizi yolu ile doğrudan doğruya vuramayız. İngiltere’yi istila fikri bütünüyle saçmadır. Onun için, onu zayıf yanlarından vurabileceğimiz yolları aramamız gerekmektedir. İn- giltere’yi karadan vurmanın ve ölüm derecesinde yaralamanın bir tek yolu vardır, o da Mısır’dır. Mısır’ın kaybı, İngiltere’yi yalnız Süveyş Kanalı ve Hindistan yolları üzerindeki egemenliğinden yoksun bırakmamakla kalmayacak, aynı zamanda Doğu ve Orta Afrika’da sömürgelerinin kaybına da yol açacaktır... Türkiye ne kadar güçlenirse, İngiltere için o kadar tehlikeli olacaktır.”40 Pancermenist Davis Terich: “Türkiye’nin kuvvetlenmesi, Al- manya, Avusturya-Macaristan’ın kuvvetlenmesi demektir...Al- manya ve Avusturya’nın kudret ve nüfuzu o derece artacaktır ki, başka devletlerin hiç biri ona yan bakmaya cesaret edemeyecek- lerdir. Pek uygun olan bu siyaset sayesinde Almanya ve Avustur- ya, hem Avrupa’da hem Türkiye’de ve dolayısıyla muhtelif İslâm ülkelerinde yüksek bir mevkii kazanacaktır...Almanya’yı Türkiye ve İslâm dünyasına bağlayacak bağlar ne kadar çok olursa, Al- manya’nın karşılaşacağı güçlükler o derece azalacaktır. Bir Al- man-Türk ittifakı, bize en müthiş ordulardan ve donanmalardan fazla menfaat temin edecektir. Devletimizin parlak bir istikbale kavuşması, onun İslâm dünyası ile ittifak etmesiyle mümkündür.”41 Pancermenist Dr. F. Vıctor Wiehtestein: “İmhor Paşa’nın 1913 Ekimi’nda Berlin’de verdiği konferanslara bakılırsa, Anadolu’da 39 Rathmann, s. 151-152 40 Edward Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, Çev: K. Yargıcı, Milliyet Yy., İstanbul, 1972, s. 140 41 Davis Terich, Almanya ve İslâm, İfham Mat., İstanbul, 1331, s. 21 25
Alman Kapanı 60-70 milyon nüfus iskan olunabilir. Halbuki bu gün orada ancak 15 milyon nüfus vardır. Arazinin ancak % 3’ünden faydalanılmak- tadır. 1.320.000 kilometre kare yerde 14 milyon nüfus oturuyor. Evvela Türkler, bir memleketi imar etmesini bilmeyen bir mil- lettir. Nüfuslarının artması cihetiyle dahi sahip oldukları yeri imar edebilecekleri kuvvete ancak maliktirler. O halde tam kolonize edilecek bir yerdir... Koloni siyasetinde uzman olan Jeunıstıun, 1913’de bir söz söy- lemişti ki, bizim büyük bir heyecanla sarılmamız lazımdır: ‘Eğer bir Alman olsaydım, İstanbul için yegane hayalim bir büyük Al- man-Avusturya-Türk hükümetini düşünmek olurdu. Bu büyük imparatorluğun en büyük limanları Hamburg ve İstanbul olurdu. Kuzey Denizi’nde, Adalar Denizi’nde (Ege) ve Adriyatik’de liman- lar yapardım. Hakimiyet alanı, Batı Anadolu ve Mezopotamya’dan Bağdat’a kadar varır idi. Elbe Nehri’nin ağzından Fırat ve Dicle’nin mansıplarına (ağızlarına) kadar uzanacak olan bu imparatorluğu kurmak öyle şanlı bir hedeftir ki, ona milletlerin en büyüğü layık- tır.’ Hakikaten Alman politikası için bu sözler rehber olmalıdır. Ve lakin Almanya uykuda idi ki, İngiltere Balkan Harbi’ni (1912-13) patlatıp bu projeyi daha başında bozdu. İngilizler, Almanlar’ın aklı bir gün başına gelirse bunu yaparlar diye korktu.”42 İngiltere, adı geçen harpte Osmanlı Devleti’nin mağlup olmasına çalışarak, Balkanlar’ın (Avrupa Türkiyesi) elimizden çıkmasına sebep ol- muş, bununla Almanya’nın Darg Nacy Osten Poltikası’nın yolunu Balkanlar cihetinden kesmişti. İmparator II. Wilhelm’in Weltpolitik’inde Türkiye, “ekonomik bir nüfuz alanı” olmaktan öte, giderek “politik bir nüfuz alanı” ha- line gelmişti.43 Weltpolitik’in mimarlarından Prens von Bülow da “Almanya için, Fırat ve Dicle sahilleri boyu, İran Körfezi-Akdeniz arası yatı- rım ve nüfuz bölgesi olmalıdır” şeklinde görüş belirtmişti.44 42 Dr. F. Vıctor Wıehtesteın, Avrupa-i Vusta Siyasetinde Yeni Hedefler, Berlin-Bağdat, Matbaa-i Hayriye, İstanbul, 1330, s. 83-84 43 Ulrıch Trumpener, Germany and the Ottoman Empire 1914-1918, Prınceton Unıversıty Press, Prınceton, 1968, s. 366-367 44 Lewın, s. 30 26
Süleyman Kocabaş DÜNYA’YI I. DÜNYA HARBİ’NE VE OSMANLI DEVLETİ’Nİ SONUNUN BAŞLANGICINA GÖTÜREN YOL: BAĞDAT DEMİRYOLU 1903’de Bağdat Demiryolu İmtiyazı’nın bir antlaşma ile Alman- lar’a verileceği günlerde, Almanya’da Türkiye’ye biçilecek statü ile ilgili olarak üç farklı görüş çarpışıyordu: Birinci görüş sahipleri, “kuvvetli bir Türkiye”nin önemine inanıyorlar, onun Anadolu ve Mezopotamya’da Almanya’nın himayesinde güçlenmesini istiyor- lardı. İkinci görüşte olanlar, Türkiye’nin Kayzer II. Wilhelm’in himayesine alınmasını, dolaylı değil, Kuzey Denizi’nden Basra Körfezi’ne kadar uzanan bir alanda konfederatif devlet kurulması fikrini savunuyorlardı. Üçüncü görüş sahipleri ise, “Mezopotam- ya Macerası”ndan vazgeçilerek, İngiltere’nin, Anavatan Britanya adasında deniz üstünlüğünün kırılmasını istiyorlardı.45 Bunlardan ilk iki görüş galip gelecek, Almanya “Mezopotamya Macerası”na atılacaktır. Drang Nacy Osten politikasının kendisi olan buna, “3 B Projesi” (Berlin-Bosfor-Bağdat) de deniliyordu.46 XIX. yüzyıl kara ulaşımına, buharın sanayi ve kuvvet maki- nelerinde kullanılması sonucu trenraylı sistem (demiryolu) ha- kimdi. Sahip olunan demiryolu uzunluğu, bir ülkenin kalkınmışlık derecesinde kriter kabul ediliyordu. Osmanlı Devleti de kalkınmak ve güvenliğine katkıda bulunmak için demiryolu yapımına başla- mış, bunu kendi mali gücüyle başaramayacağı için inşası, imtiyaz antlaşmalarıyla küçük projeler halinde Batı Anadolu ve Filistin’de büyük devletlere verilmişti. Yabancı sermayenin desteğinde Rumeli Demiryolları tamam- landıktan sonra, Türkiye için en gerekli demiryolu olarak, İstan- bul / Haydarpaşa’dan başlayıp, Anadolu içlerinden geçtikten son- ra, Mezopotamya üzerinden Basra limanına ulaşacak demiryolu görülüyordu. Adına kısaca “Bağdat Demiryolu” denilen bu yolu, daha XIX. yüzyılın ortalarından itibaren İngiltere ve Fransa mü- teşebbisleri gündeme getirmişler, İngiltere, 1882’de Süveyş Ka- 45 A.g.e.,s. 45 46 Fahri Belen, XX.. Yüzyıl’da Osmanlı Devleti, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1973 s. 189 27
Alman Kapanı nalı’na yerleştiği için projeye talip olmaktan vazgeçmiş47, 1880’li yılların başında Almanya’da Weltpolitik ortaya çıkıp, Pancerme- nistler tarafından Türkiye’nin Alman sömürgesi, hatta eyaleti ha- line getirilmesi, sömürgecilikte rakip İngiltere’nin Hindistan’da çökertilmesi söz konusu olmaya başlayınca, işe dört elle sarılanlar Almanlar olmuşlardı. Asya’nın zenginliklerini Avrupa’ya akıtan kısa yol Mezopo- tamya üzerinden geçiyor, burasının zenginlikleri de dikkate alına- rak, “Mezopotamya’ya hakim olan güç, dünya ekonomisine hakim olur” deniliyordu. Bu sebepten tarihte büyük devletler kurmuş, Asurlular, Babilliler, Farslar, Yunanlılar, Romalılar, Araplar ve Türkler’in hep Mezopotamya üzerinden geçtikleri, burası üzerin- de hakimiyet kurdukları üzerinde duruluyor, (2002 yılının sonun- da da, dünyanın süper gücü Amerika Birleşik Devletleri’nin ha- kimiyet ideali göze çarpıyor. Amerika, “Saddam’ı devirmek” adı altında bölgeye yerleşerek, Ortadoğu petrolleri üzerinde hakimiyet kurmak istiyor) “tarihte Türkler’den sonra” denilerek XX. yüzyı- lın başlarında da büyük devletlerden Almanya’nın buraya hakim olmak isteği söz konusu ediliyordu. Lewin’e göre, “II. Wilhelm’in teşebbüsü, I. Napolyon’un denediği bu başarısız yolu48 denemekten 47 Zira, Hindistan’a kısa yoldan ulaşmak uğrunda Süveyş su yolu ile Bağdat Demiryolu birbirlerine alternatif yollar olmuşlardı. Süveyş’e yerleşen İngiltere için ikinci yola gerek kalmamış, üstelik, “İngiliz menfaatini tehdit eden alternatif ” olacağı için de Bağdat Demiryolu’nun inşasına sürekli muhalefette bulunmuştu. Sonra, bu yolu kendisi yapsa veya devletlerarası ortaklıkla gerçekleştirse bile, yol üzerindeki hakimiyetin bir başka devletin eline geçebileceği endişesi de İngiltere’nin bu muhalefetini takviye etmişti. 48 Fransız İmparatoru I. Napolyon, II. Wilhelm gibi, hem Anadolu- Mezopotamya’nın zenginliklerine sahip olmak, hem de sömürgecilik ve yayılmacılıkta rakibi İngiltere’yi anavatanda mağlup edemeyeceği için, onu Hindistan’da çökertmek uğrunda 1798’de “Doğu” veya “Hindistan Seferi” ne çıkmış, Temmuz 1789’da Mısır’ı işgal etmiş, ardından Suriye üzerine yürüyerek Akka limanına kadar gelmiş, burada Cezzar Ahmet Paşa’ya mağlup olunca Anadolu ve Hindistan’a hakim olmak ideali suya düşmüştü. I. Napolyon, Suriye’ye yerleşebilse idi, Irak üzerinden Hindistan’a yürüyecekti. Onun bu ilerleyişini İngiltere ve Rusya menfaatlerine aykırı buldukları için Osmanlı Devleti ile ittifak yaparak Fransız İmparatoru’nu Mısır ve Suriye’den çıkarmışlardı. II. 28
Süleyman Kocabaş başka bir şey değildi.”49 “Almanya, başka devletler kadar, hatta onlardan ziyade müs- temlekelere muhtaçtı. Afrika paylaşılırken, Almanya geç kalmıştı. Onun için gözlerini Asya’ya çeviriyordu. Orada kendisine bir im- paratorluk arazisi, bir çeşit “Alman Hindistan”ı vücuda getirmek istiyordu. Kilikya (Adana Ovası ve havalisi) ve Mezopotamya Al- man toprakları olacaktı. Buralar, muhacir (göçmen) iskanına mah- sus gayet nefis müstemlekeler olabilirdi. Buralarda Alman kültürü yayılabilirdi. Aynı zamanda sanayi için de büyük öneme sahip yer- lerdi. Alman sanayi, Anadolu’yu geçerek Basra Körfezi’ne varacak ve oradan Akdeniz’e, Kafkasya ve İran’a doğru kollar uzatarak mu- azzam bir demiryolunun inşası için tonlarla ray ve malzeme yap- mak istiyordu... Ancak iş işlendikten, yani Alman müstemleke hareketi Me- zopotamya bozkırlarına yayıldıktan, demiryolu Basra Körfezi’ne vardıktan sonradır ki, Kayzer, Osmanlı İmparatorluğu’nun haki- ki ‘suzerain’i (hakimi) kendisi olduğunu açıklayacak ve Orta Asya üzerindeki hukukunu ilan edecekti.”50 Weltpolitik’de Almanya’nın hayali, Kuzey Denizi’nden Basra Körfezi’ne kadar uzanan demiryolunu gerçekleştirmekti.51 Buna “karadan yayılma” deniliyordu. Almanya, esası deniz yollarına da- yalı sömürgecilikte geç kalmış, denizlere diğer büyük devletler ha- kim olmuşlardı. Sonra, kuvvetli bir donanması yoktu. Geriye “ka- radan yayılma” kalıyordu. Balkanlar, Anadolu üzerinden Asya’ya ulaşmak, Alman sömürgecilik ve yayılmacılığının “vazgeçilmez” emeli olmuştu.52 Böylece Almanya, İngiltere, Fransa ve Rusya’ya nazaran “Büyük Deniz İmparatorlukları’nın kenarı olmak” istiyor- Wilhelm’in Napolyonvari teşebbüsü, 90 yıl (1789-1888) sonra tarihin tekerrüründen başka bir şey değildi. İmparator, tarihten ders almadığı için “talihsiz tarih” bu sefer de Almanya üzerinde tekerrür edecekti. Onun tarih bilgisi kıttı. Bismark ise, her gün tarih okur, ondan dersler alarak politikasını sıhhatli temeller üzerine kurardı. Görev başında iken “I. Napolyon Macerası”ndan ders aldığı için onun bir tekrarına başvurmaktan kaçınmıştı. 49 Lewın, s. 39 50 Pichon, s. 111 51 Carr, s. 228 52 Earle, s. 66 29
Alman Kapanı du.53 İngiltere’nin “deniz gücü”ne dayalı “Deniz İmparatorluğu”- na karşılık, Almanya, kara ordusuna dayalı “Kara İmparatorluğu” olmayı planlamıştı.54 Büyük Roma İmparatorluğu da zaten böyle doğmuştu. Şimdi Almanya bu yolun üzerinde idi.55 “Almanya, dün- yada gemileri ve demiryolu gibi iki muharebe (savaş) usulüyle aynı amansız isteği takip ediyordu: Türkiye’nin ekonomik ve politik kö- leliği.”56 Pancermenistler de Bağdat Demiryolu’ndan Almanya’nın amaçlarının ne olduğunu açıklamışlardı. Bunlardan birkaç örnek verelim: Victor Wiehtestein: “Yeni ziraat arazisi, yeni ve büyük ekono- mi, Almanya ve Avusturya’nın kurtuluşu, Büyük Cermen İttihadı, Güney ve Güney Kuzey yolunun açılması, eski yola (Büyük İsken- der ve Roma İmpratorluğu’nun Doğu Yolu) tekrar sahip olmak, bir- çok milletleri Panslavizm’den kurtarmak, Berlin-Bağdat Hüküme- ti’ni kurmak...Bütün bu şeyler yeniden dünyaya gelmek demektir. Bu mesele aksine hal olunursa, dünya çekiç, biz örs olacağız. Nevi ve cinsimizin bekası Bağdat Yolu’ndadır. Lehimize hal etmez isek, dünyada bizim için her kapı kapalı demektir.”57 Paul Rohrbach, Bağdat Demiryolu’nun Almanya’ya biri “ikti- sadi”, diğeri “siyasi” olmak üzere iki faydası olacağından bahisle, iktisadi faydalarını şöyle dile getirir: “Almanlar, pek ziyade muhtaç olduğu buğday, arpa, pamuk gibi mahsulleri Anadolu ve Irak’dan temin etmek imkanı doğacağını elbette akıllarına getirmişlerdir... Bağdat Hattı’nın tamamlanmasından sonra Türkiye’den sağ- layacağımız menfaatin oraya Alman göçmenlerini yerleştirmekle elde edeceğimiz menfaatimizden hiç aşağı kalmayacağına emin olmak gerekir. Bunu başarmak için Ruslar’ın Türkistan hakkında takip ettikleri siyasi iktisadı Irak ve Elcezire (Yukarı Mezopotam- ya) hakkında da tatbik etmek kafidir... (Ruslar’ın Türkistan’ı işgal edince pamuk ziraatını geliştirme- leri sonucu) huzur ve refahları kademe kademe artan Türkistanlı- 53 W. Stears, s. 356 54 Lewın, s. 53 55 A.g.e.,s. 50 56 Frank W. Weber, Eagles on the Crescent, Cornel Unıversıty Press, Ithaca and London, 1971, s. 5 57 Wiehtesteın, s. 87-88 30
Süleyman Kocabaş lar, Ruslar’a yardıma git gide rağbet eder hale gelmişlerdir...Bağdat Hattı’nın geçeceği yerlerin, çok geçmeden Türkistan gibi ve hatta ondan daha ileride kalkınmış hale gelmesi büyük bir ihtimaldir.”58 Buraya kadar, Büyük Almanya’nın Türkiye’yi “Hindistanlaş- tırması” üzerinde durmuştuk. Rohrbach’ın fikir ve tavsiyelerinden hareketle “Türkistanlaştırmak” istediği de ortaya çıkmaktadır. Türkistan, 1864’de Rus işgaline uğradıktan sonra, “Rusya Hindis- tanı” haline gelmişti. Rohrbach, Bağdat Demiryolu’nun Almanya’ya sağlayacağı si- yasi faydalar üzerinde dururken de şunları yazar: “Bağdat Hattı, Almanya ile İngiltere arasında sulhun devamına çok yardımcı ola- caktır. Zira İngiltere, imparatorluğunun en hassas noktalarından birine hücum etmeye hazır ve muktedir bir Türkiye’nin her hal ve şartta Almanya’ya bağlı ve sadık olduğunu görerek, mahalli sulh ve savaşa cesaret edemeyecektir. Diğer taraftan Türkiye’nin Bağdat Hattı ile Irak ve çevresine gerekli askeri göndereceğinden İngilte- re, Irak’ı işgal arzusundan vazgeçecektir. Almanya, Avusturya ve Türk hükümetleri tarafından İngiltere’yi tehdit ve sıkıştırma için Mısır’a karşı müşterek bir askeri harekat düzenlenmesi düşünüldü- ğü gün, Suriye sınırından büyük ölçüde faydalanılacaktır. İngiltere Kralı Edward tarafından takip olunan siyaset, Almanya’yı harbe mecbur etmek değil, belki de onu müthiş bir ittifak karşısında bu- lundurup, saldırıdan vazgeçirmek olacaktır. Biz yalnız, İngilte- re’nin bize karşı girişeceği bir saldırıyı Türkiye ile birlikte Mısır’a askeri harekat düzenlemek suretiyle akim (başarısız, sonuçsuz) bırakmak istiyoruz.... İngiltere, Mısır’ı kaybetmekle Hindistan ve Asya’yla da bağlarını kesecektir. Tahminen, İngiltere’nin Merkezi ve Doğu Afrika’yla da ilişkisi bitecektir. Mısır’ın Türkler’in eline geçmesi sonucu Hindistan’daki 60 milyon Müslüman da İngiltere için bir tehdit unsuru olacaktır. Aynı zamanda Afganistan ve İran da...Almanya’nın Türkiye’de demiryolu yapımına bu kadar önem vermesinin sebeplerinden biri budur.”59 İşte bu sebeplerden İngiltere, Bağdat Demiryolu’na karşı çık- tı. İngiliz General J. M. Morbely şunları yazar: “Bağdat Demir- yolu’nun inşaatı ilerledikçe, Irak ve Elcezire’nin kıymet ve önemi arttı. Aynı zamanda Türkler’le Almanlar bu bölgeye büyük ilgi 58 Rohrbach, s. 74-75 59 A.g.e., s. 15, 74-75, 33-38 31
Alman Kapanı duyuyorlardı. Halbuki buralarda, İngiliz nüfuzu senelerden beri üstündü. Saldırgan kuvvetler tarafından bu bölgelere müdahale edilmesi, Şark’daki sömürgelerimizin emniyetine büyük zarar ve- recektir.”60 Almanya, başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya gibi büyük devletlerin müdahale ve karşı çıkmalarından çekindiği, en azından onları da tatmin etmeyi düşündüğü için, Bağdat Demiryo- lu’nun devletler arasında eşit şartlarla ortaklık dahilinde yapılma- sını teklif etmişti. İngiltere, ortaklık esasına göre yapılacak yolun bir zamanlar gelip Almanya’nın hakimiyetine gireceğinden çekin- diği için bu teklife olumlu cevap vermemişti.61 Bağdat Demiryolu’dan, Güney’e doğru yayılmacılığına set çekeceği ve Güney vilayetlerini Alman tehlikesi ile karşı karşıya getireceği için Rusya da korkmuş, ona karşı çıkmıştı. Gerçi, II. Abdülhamid Çar’a bir mektup yazarak, kendisinin “dostu” olduğu, “korkulacak bir durum” bulunmadığını bildirmişse de Çar tatmin olmamıştı.62 Hatta, Rusya’yı tatmin için ona da “Alman nüfuzunu dengelemek, tehlikesini azaltmak” hesaplarıyla Doğu Anadolu’da demiryolu yapmak imtiyazı verilmişti. Rusya bu yolu inşa etmedi. Sultan II. Abdülhamid’in kendisi de Bağdat Demiryolu’nun Türkiye’yi ekonomik yönden kalkındıracağı ve güvenliğinin sağlanmasına yardımcı olacağından önemine iyice inanmıştı. Almanlara meyilli politika takip ettiğinden demiryolu imtiyazı- nın onlara verilmesi taraftarıydı. İngilizler’e verirse, Mısır-Suri- ye-Irak-Hindistan Hattı’nı tamamen onlara kaptıracağı endişesini taşıyordu. Fransızlar’ın gözünün Lübnan ve Suriye’de olduğu göre- rek, onlardan şüphe duyuyordu. Üstelik Fransızlar, demiryolunun Suriye-Basra arasında yapılmasını istiyorlardı. Almanlar ise, Ana- dolu’yu düşündüklerinden onları tercih etmişti.63 Bağdat Demiryolu’nun yapımı, Deutsche Bank’ın (Alman Mer- kez Bankası) finansörlüğünde çoktan başmış, hat 1895’de Ankara üzerinden Konya’ya kadar gelmiş, Almanlar’la kesin imtiyaz ant- 60 J.M. Moberly, Resmi Vesaike Müstenid Irak Seferi 1914-1918, Çev: Cemal, C: I, Askeri Matbaa, İstanbul, 1928, s. 36-37 61 Babıâli Hariciye Nezareti, Bağdat Meselesi, Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1334, s. 4 62 Pears, s. 159 63 Ortaylı, s. 93 32
Süleyman Kocabaş laşması 5 Mart 1903’de imzalanmıştı. Bu imzalar, aynı zamanda “I. Dünya Harbi’ne giden yol” un da başlangıcı olmuşlardı. “Bağdat Demiryolu Projesi, ‘Hasta Adam’ı kuvvetlendirici bir unsur olarak görüldü. Ortadoğu’ya Alman emperyalizmini tesis edecek olan bu proje, İngiliz ve Fransız koloniyalizmi için de bir tehdit olarak değerlendiriliyordu. Bu tehdit, 1904’den sonra Fransa, İngiltere ve Rusya’yı bir araya getirdi. Almanya’nın Drang Nacy Osten (Şark’a Doğru) yolu kesilmek isteniliyordu. Bağdat Demiryolu Projesi, Avrupa’da I. Dünya Harbi’nin en önemli sebeplerinden biri oldu.”64 İngiltere, adı geçen imtiyaz antlaşması sebebiyle, Türkiye ve Almanya’ya olan düşmanlığını net olarak göstermeye başlamış- tı. İngiliz Hariciye Nazırı Lord Lansdowne, meşhur sözü “Basra Körfezi’nde bir Avrupa tersanesi görmektense, Ruslar’ı İstanbul’da görmeyi tercih ederim”i bu yıllarda sarf etmişti.65 64 Sydney Wettleton Fısher, The Mıddle East A Hıstory, New York, 1958, s. 336 65 Hans Rohte, Asya İçin Mücadele, Şark Meselesi, Çev.: Bnb. Nihat, Askeri Mat., İstanbul, 1932, s. 30 33
Alman Kapanı II. WİLHELM’İN TÜRKİYE’DE İMTİYAZ VE İTTİFAK İÇİN LİDER VE İKTİDAR ARAYIŞI Balkanlar, Anadolu ve Mezopotamya üzerinden Alman sö- mürgeciliği ve yayılmacılığının “bel kemiği” veya “omurgası”nı oluşturacak olan Bağdat Demiryolu Projesi, Weltpolitik’in “ana hedefleri” nden biri olarak ortaya çıkınca, İmparator II. Wilhelm, adı geçen proje imtiyazının Almanlar’a verilmesi için yollara düş- tü. Konun önemine bakınız ki, Osmanlı ve Avrupa tarihinde ilk defa büyük bir devletin imparatoru İstanbul’a, Osmanlı Sultanı’nın ayağına kadar geliyordu. II. Wilhelm, ziyaretinin önemeni vurgu- lamak için “Doğu bir adam bekliyor” sözünü sarf etmişti. O da kendisi idi.66 “Doğu”ya hareket eden II. Wilhelm, Lewın’e göre “I. Napolyon’un başarısız yolunu izliyordu.”67 Almanlar’a göre ise, İmparator’un Osmanlı Sultanı’nın ayağına kadar gelmesine sebep, “fütuhat-ı muhlisane” (barışçı fetih) mesleğini takip etmekten baş- ka bir şey değildi.68 II. Wilhelm, ilkin, I. Napolyon’un “silahlı mü- cadelesi” yerine bunu tercih etmişti. II. Wilhelm İstanbul’u ilk ziyaretini 1889’de yaptı. Sultan II. Abdülhamid’le görüşmesi sırasında Bağdat Demiryolu İmtiya- zı’nın Almanlar’a verilmesini gündeme getirdi. Görgü tanığı Tah- sin Paşa’nın hatıralarından okuyalım: “İmparator bu hattın (Bağdat Demiryolu) inşaatının Almanlar’a verilmesinin büyük bir memnu- niyet doğuracağını ve iki devlet arasındaki ilişkileri sarsılmaz bir hale getireceğini ve bu suretle Almanlar’ın Türkiye’nin siyasi ge- leceği ile ilgili olarak Türk ordusunun yeniden düzenlenmesi ve takviyesinin Almanya için çok gerekli bir durum teşkil edeceğini söyledi.”69 İngiltere, Fransa ve Rusya’nın da Bağdat Demiryolu Projesi ve imtiyazı ile ilgilenmeleri sebebiyle durum karışıktı. Sultan, imtiya- 66 J.A.R. Marrıot, The Eastern Question, At the Clarendon Press, Oxford, 1947, s. 387 67 Lewın, s. 103 68 Almanya Şark Münasebet-ı Düveliyesinin Safahat-ı Mâziye ve Hazırasıyla İnkişafat-ı Müstakbelesi, Alman Hükümeti Matbaası, Berlin, 1917, s. 21 69 Tahsin Paşa, s. 53 34
Süleyman Kocabaş zın Almanlar’a verilmesi konusunda yazılı bir taahhütte bulunma- dı ama, yolun inşası 1888’de Haydarpaşa’dan başlamıştı. Sultan’ın bu “jest”i karşısında imtiyaz için ümide kapılan İmparator, gelecek yıllarda işin yazılı antlaşmaya döküleceğini umuyordu. Şimdi sıra, belki de “asıl konu”, “ittifak” işine gelmişti. Zira II. Wilhelm, çıkması çok muhtemel bir genel harpte Almanya’nın çembere alınmaması için Osmanlı Devleti ile siyasi ve askeri itti- fakı pek gerekli görüyordu. İmparator, Sultan’la görüşmesi sırasın- da erkenden “nabız yoklamak” kabilinden, ona kendisiyle ittifak kurmayı “ima” eden sözler sarf etmişti. Michael de Grece, olup bitenleri II. Abdülhamid’in dilinden şöyle anlatır: “Haşmet-meab, ben size yalnızca siyasi ittifakımızı değil, ama ihtiyacınız olacak her türlü askeri ve iktisadi yardımı da sunmaya geldim. Silahlar, gereçler, teknisyenler emrinize hazırdır. İmparatorluğumuzun tü- kenmez kaynaklarından sınırsız olarak alabileceksiniz.’ Tepkiyi anında göstermek alışkanlıklarım arasında değildi. Bir yandan sigaramı içerken bir yandan da genç imparatoru ölçtüm, tarttım uzun süre. Zeki olduğu kesindi; ama deneyimsizdi. Bizim konumumuzda olabileceği kadar içten görünüyordu. Peki bu cömertliğin karşılığı ne olacak Haşmetmeap? diye yu- muşakça bir sesle sordum: ‘Yalnızca dostluğunuz’ dedi. Kralların dostları olmadığını o da benim kadar iyi bilmeliydi. Verdiği cevapla yetindim bununla birlikte. Kuşku yok ki, günün birinde işin gerçeğini keşfedecektim (1898’de ikinci ziyareti sıra- sında keşfedecektir). Almanya, bu arada soluğumuzu ağır ağır ke- sen mengeneyi gevşetiyordu. Gazi Osman Paşa, Almanya karşısında bağımlı olacağımdan kaygılanıyordu. Onu yatıştırdım. Almanya’yı tercih etmeme rağmen politikada her zaman için bâkirim; bir başka deyişle herkesin dostuyum ama, hiç kimsenin âşığı değilim.”70 II. Wilhelm, ilk İstanbul ziyaretinde imtiyaz ve ittifak konu- sunda II. Abdülhamid’den “net cevap” alamadan dönüyordu. Ama, önemli kârı, 1890’da Türk-Alman Ticaret Antlaşması’nın imzalan- masına zemin hazırlamak olmuştu. Bu antlaşma, 1838’de imzala- 70 Michael de Grece, Abdülhamid Yıldız Sürgün, Çev.: D. Bayaldı, Milliyet Yy., İstanbul, 1995, s. 199 35
Alman Kapanı nan Türk-İngiliz Ticaret Antlaşması’na benziyor, bu sebepten de Türkiye’de tarih 52 yıl (1838-1890) sonra tekerrür ediyordu. İngi- lizler’le olan altlaşma için “Osmanlı sanayi ve ticaretini çökertti” denilmişti. Almaya ile yapılan antlaşma da aynı özellikleri ihtiva ediyordu. Osmanlı Devleti, adı geçen antlaşma ile Almanya’yı “En çok müsaadeye mazhar (izne sahip) devlet” olarak kabul ediyor, Osmanlı Hükümeti, gümrükleri indirme vaadinde bulunduğu, hat- ta indirip-yükseltmeyi Almanlara sormayı taahhüt ettiği halde, Al- manya, Osmanlı ihraç ürünleri için herhangi bir gümrük indirimi taahhüdünde bulunmuyordu.71 II. Wilhelm’in imtiyaz ve ittifaka verdiği öneme bakınız ki, II. Abdülhamid’in ayağına 1898’de ikinci defa geldi. Bu gelişin- de daha uzun süre kalıp,“Alman sömürge alanları” olarak düşünen bölgeleri gezerek gördü. Filistin ve Suriye’ye kadar gitti. Kudüs’te yaptığı konuşmada Osmanlı Hristiyanları’nın hamisi olduğunu ima edecek sözler sarf etti. Burada bir Protestan kilisesinin açıl- masını sağladı. Gezi, Filistin’de “Alman koloniyalizmi” kurulması düşüncesini pekiştirdi.72 Şam’a gelince, “meşhur mesajı” denilen mesajını verdi. Burada Selahattin Eyyubi’nin kabrini ziyaret ettikten sonra, onun yüksek ahlakını övüyor, II. Abdülhamid’in misafirperverliğine teşekkür ediyor, konuşmasının sonunda şunlardan bahsediyordu: “Sultan ve dünyada dağınık olarak bulunan ve ona karşı hilafet duygularıyla saygı besleyen 300 milyon Müslüman emin olmalıdır ki, Alman İmparatoru her an onların dostu olacaktır.”73 Almanya’nın rakibi Büyük Devletler, II. Wilhelm’in Filistin ve Suriye ziyaretinden zaten tedirgindiler. Üstelik Osmanlı Hristiyan- ları, özellikle de dünya Müslümanları’nı himaye edeceğine yöne- lik “meşhur mesajı” bu devletleri büsbütün ürkütmüştü. Bu mesaj, “Rusya, Fransa ve özellikle İngiltere’ye direkt bir meydan okuma idi.” Alman muhalifi devletleri birbirlerine daha çok yaklaştırarak, 71 Rifat Önsoy, Türk-Alman İktisadi Münasebetleri 1871-1914, Ünal Mat., İstanbul, 1982, s. 37 72 Prof. Gabriel Baer, Ottoman Empire Economic Tıes, Germany and the Middle East 1835-1839, Internatıonal Symposıon, April 1975, Tel Aviv Unıversıty Press, s. 60 73 Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C: I, K. I, Türk Tarih Kurumu Yy., Ankara, 1952, s. 106, Lewın, s. 106 36
Süleyman Kocabaş Üçlü İtlaf Bloğu’nu takviye etti.74 II. Wilhelm, bu ziyareti sırasında da Sultan II. Abdülhamid’le görüşürken, Bağdat Demiryolu İmtiyazı’nın Almanlar’a verilmesi konusunu yeniden açtı. Yol’un Konya’ya gelmiş kısmının Basra li- manına kadar75 uzatılması kabul edildi.76 1903’de yapılacak imtiyaz antlaşmasıyla da bu resmiyet kazanacak, imza altına alınacaktır. İmtiyaz işi tamamdı. İttifak işi ne olacaktı? Kayzer şimdi bunun için 1888’deki gibi imalı konuşma yapmadan Sultan’dan “net” ce- vap isteyen bir tavır içine girmişti. II. Abdülhamid’in kızı Ayşe’nin yazdıklarına göre, babası olup bitenleri kendisine şöyle anlatmıştı: “Alman İmparatoru bir akşam hususi görüşmemiz esnasında iki elimi birden tuttu. ‘Avrupa’da bir harp zuhur (ortaya çıkma) ettiği takdirde bizim tarafımıza geçersiniz değil mi Majesteleri?’ dedi. Cevaben, ‘ Aziz dostumuzsunuz, fakat size şimdiden söz vermek hakkına haiz değilim’ dedim. Devletimizin menfaatlerini düşün- meden hiçbir devletin arzusuna hedef olamazdı. Avrupa’da siyasi vaziyet her an gerilemekte idi. Ne zaman olsa umumi bir harp çı- kacaktı. Fakat bizim bir tarafa temayül (meyil) göstermemiz yavaş yanmakta olan bir ateşi alevlendirebilirdi. Buna sebep olarak biz gösterilirdik. Adımlarımızı saymaya, hesapsız hareket etmemeye mecburduk. Herkes, ‘ben diplomatım’ demekle diplomat olmaz. Bismark hakiki bir diplomattı. Avrupa’nın ruhunu bilirdi. Ken- disiyle hususi (özel) muhaberatım (haberleşme) vardır. Aramızda karşılıklı birçok mektuplar gönderilmiştir. Almanlar askerlikte ve çalışkanlıkta birinci derecede bir milletti. Ama Ruslar’ın nü- fus kuvvetine, İngilizler’in sinsi politikasına karşı gelebilir miydi? Burası kestirilemez. Ben hiçbir devlete söz verip bağlanmadım. İngiltere ve Fransa’nın gözü daima Şark’ta idi. Bilhassa Müslü- manlar’la aramızda nifak çıkarmak emelleri idi. Kuvvetimizi bu suretle kırmak istiyorlardı. Halifelik politikasıyla bunu önlemek istiyordum.”77 II. Wilhelm, Sultan’ın kendisine verdiği cevap karşısında, onun Almanya ile askeri ve siyasi ittifaka girmemek taraftarı olduğunu 74 Lewın, s. 103-107 75 İngilizler’in itirazı üzerine, daha sonra Basra’ya kadar uzatılmaktan vazgeçilecek, yolun Bağdat’ta son bulması kararlaştırılacaktır. 76 Önsoy, s. 43 77 Osmanoğlu, s. 49-50 37
Alman Kapanı sezmişti. II. Abdülhamid de, Bismark gibi “barışçı politika” takip ediyor, İngiltere ile çatışmak istemiyordu. Kayzer, Bismark’ı za- ten bu sebepten iktidardan uzaklaştırmıştı. Sultan’ı da “emellerini hizmet etmeyecek bir kişi” olarak görmeye başladığı için onu da iktidardan uzaklaştıran yine kendisi olacaktı. Durum bu noktaya gelince, II. Wilhelm, Almanlar’a hizmet edecek ve kendisinin sözünden çıkmayacak liderler ve iktidar- lar arayışına çıktı. Lider hazırdı: Enver Bey (sonra paşa). 1883’de İstanbul’a gelen Alman Askeri Heyeti’nin “en büyük kazançla- rı”ndan biri bu olmuş, II. Wilhelm’in kafasına göre aradığı lideri Alman subayları, eğittikle Türk subayları içinden bulmuşlar, onu “istikbal” için yetiştirmişlerdi. Askeri Heyet Başkanı Goltz, kendi yetiştirmesi Enver Bey hakkında İmparator’a şunları rapor etmişti: “ Heyet-i umumiyesi itibariyle Enver, burada hakim olan hal ve vaziyete göre, mevcutlar içinde en iyi bir Harbiye Nazırı ve aynı zamanda kendisine güvenilir bir Alman dostudur...O, şimdi en sa- mimi Alman dostudur. Bu onun karakterine uygundur.”78 II. Wilhelm’in, daha erkenden Enver’in Osmanlı İmparatorlu- ğu’nun başına geçeceğinin müjdesini vermesi bir kehanet mi idi? Enver, Berlin’de askeri ateşe iken Kayzer, kabullerde onu hep yanı başında oturtuyor, düşük rütbeli Enver’i kıskanan diğer devletlerin yüksek rütbeli ateşelerine şunları söylüyordu: “ Sizin rütbeniz En- ver’in rütbesinden daha büyük, fakat yakında büyük bir imparator- luğun başına geçeceği için Enver’e baş yeri verdim.”79 Kendilerine yönelik ağırlıklı politika takip etmesine, “Alman dostu” olarak tanınmasına rağmen Almanlar, II. Abdülhamid’i “istedikleri gibi kullanamayacakları” için gözden çıkarmışlardı. Sultan’a muhalif yalnız Almanlar değildi. Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki sömürgeci ve yayılmacı emellerini önlemeye çalıştığı için Büyük Devletler (İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya vs.) ve vatanı bölücü faaliyetlerin içinde bulunan Ayrılıkçı Unsurlar’ın (Erme- niler, Siyonistler, Araplar, Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar) faali- yetlerini akim bıraktığı için bunlar da ona cephe almışlardı. Meş- 78 Golç (Goltz) Paşa’nın Hatıratı, Çev.: M. Mayakuşu, Askeri Matbaa, İstanbul, 1932, s. 14 79 Şevket Süreyya Aydemir. Enver Paşa, C: II, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1971, s. 535 38
Süleyman Kocabaş rutiyet’i yeniden ilan uğrunda80 1890’lı yılların başından itibaren Jön Türkler’in II. Abdülhamid’le mücadeleye girmeleri, Sultan’ın aleyhtarı yukarıdaki unsurların onu etkisiz hale getirmek uğrunda Jön Türkler’e destek vermesine sebep olmuş, içte ve dışta Sultan’a karşı oluşan “Birleşik Muhalefet Cephesi” Temmuz 1908 Jön Türk Rejim İhtilali ile Sultan’ın rejimini, Mart 1909 Hal’ İhtilali’yle de Sultan’ı tahtından indirerek onu etkisiz hale getirmişti. II. Wilhelm, Temmuz 1908 Jön Türk İhtilali ile ilgili olarak gö- rüşlerini şöyle açıklamıştı: “İhtilal, Paris ya da Londra’da yaşayan Jön Türkler tarafından değil (Bunlar, Jön Türkler’in sivil kanadı olup, genelde İngiliz taraftarı idiler) ordu tarafından ve de ‘Alman Subayları’ olarak bilinen Almanya’da eğitim görmüş Türk subay- ları tarafından yapılmıştır. Tümüyle askeri ihtilaldir. Her şeyi de- netim altına almış olan bu subaylar, kesinlikle Alman dostudur.”81 İmparator, “korkulacak bir durum yoktur” demek istiyor, ifadele- rinden ihtilalden hoşnut olduğu bile seziliyordu. İhtilali yapan “Al- man dostu subaylar” kimlerdi? Bunların başında Enver Bey geli- yordu. Eyüp Sabri, Niyazi Bey gibi subaylarla dağa çıkarak Sultan II. Abdülhamid rejimine isyan edenler arasında o da vardı. İhtilali, ordu yapmıştı. Orduya da “Alman dostu subaylar” hakim olduğuna göre adı geçen ihtilale “Made in Gemany” yakıştırılmıştı. Jön Türkler’den Mevlanzade Rifat’ın yazdıklarına göre, Tem- muz 1908 Jön Türk Rejim İhtilali ile birlikte II. Abdülhamid’in tahtından indirilmesi de düşünülmüş, fakat İstanbul’daki askeri şartlar Sultan’ı düşürmeye uygun olmadığı için hal’i işi “uygun bir zaman” a bırakılmıştı.82 “Uygun zaman” Mart 1909 olmuştu. Bu zamana kadar İstan- bul’a, Sultan’ı tahtından indirmede kullanılacak olan ve “İttihatçı- lar’ın askerleri” denilen Avcı Taburları Taşkışla’ya yerleştirilmiş, 80 II. Abdülhamid, tahta geçince Yeni Osmanlılar’ın baskısı sonucu Meşrutiyet’i 1876’da ilan etmiş, 1878’de ise “Ülkenin bu şartlarında Meşrutiyet uygulanmaz” diyerek Meclis-i Mebusanı kapatmış, Kanun-u Esasi uygulamasına askıya almıştı 81 E. E. Ramsaur, Jön Türkler ve 1908 İhtilali, Çev: N. Ülken, Sander Yy., İstanbul, 1972, s. 166, Dr. Ernest Jackh, Balkan Harbi’nden Sonra Şark’ta Almanya, İfham Mat., İstanbul, 1331, s. 119 82 Mevlanzade Rifat, Hakk-ı Vatan Yahut Tarik-i Mücadelede Hakikat Ketm Edilemez, Serbesti Mat., İstanbul, 1328, s. 5 39
Alman Kapanı İttihat ve Terakki Partisi’nin (kısaca İttihatçılar) gizli kararı üzeri- ne, İttihatçı subayların bir tertip ve senaryo eseri olarak, hem mu- halifleri İngiliz taraftarı Hürriyet ve İtilaf Partisi (kısaca İtilafçılar) taraftarlarını harcamak hem de Sultan’ı işbaşından uzaklaştırmak için Avcı Taburları’nı “Şeriat isteriz” sloganı etrafında kışkırta- rak ve adına “Meşrutiyet aleyhtarı isyan” kulpu takılan tertip is- yan başlatılmıştı. Ardından, yine “İttihatçılar’ın askerleri” denilen “Hareket Ordusu”, “İsyanı bastırmak, Meşrutiyet’i geri getirmek” hedefi etrafında yola çıkarılarak İstanbul’a gelmiş, isyanda hiç rolü olmadığı halde “İstibdadı getirmek için isyanı Abdülhamid çıkar- dı” denilerek Sultan tahtından indirilmişti. Zaten, Sultan’ın bütün muhaliflerinin istediği bu idi. Alman emellerine de hizmet ettiği için 31 Mart 1909 İhtilali, 1908 Jön Türk İhtilali gibi Almanlar nezdinde kabul görmüştü. “Almanlar tarafından saklanamayacak şekilde sevinçle karşılan- mıştı.”83 “İsyanı bastırmak ve Meşrutiyet’i geri getirmek84 için” Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu’nu “Almanlar’ın hazırlayıp, finanse ettiği” şayiaları ortalıkta dolanıyordu. Alman Askeri He- yeti Başkanı Goltz, adı geçen ordunun Alman taraftarı komutanı Mahmut Şevket Paşa’ya “yıldırım harekatı” yapması tavsiyesinde bulunmuştu.85 Sonra, İstanbul’a hakim olup, Sultan’ın tahtından indirilmesine sebep olan Mahmut Şevket Paşa, bu “başarısı”ndan dolayı Almanya’ya davet edilmiş, II. Wilhelm tarafından kutlan- mıştı.86 31 Mart İhtilali, Kayzer’in hoşuna gitmeyen II. Abdülha- mid’i harcamakla kalmamış, İttihatçılar’ın İhtilal’i çıkarmakla suç- ladıkları İngiliz taraftarı İtilafçılar da büyük ölçüde ezilmişlerdi. Bunların ezilmesi demek, İstanbul’da İngiliz nüfuzunun ezilmesi, yolun İttihatçılar’a iyice açılması demekti. Görülüyor ki Almanlar, 83 Doğan Avcıoğlu, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1969, s. 31 (Le Sort de I’Empire Ottoman isimli kitabın 59 sayfasından nakil) 84 Halbuki Sultan Meşrutiyet’in ortadan kaldırılmasına çalışmamış, Avcı Taburları’nın isyanı çıkar çıkmaz yayınladığı bildiri ile “Meşrutiyet’in yürürlükte” olduğunu açıklamıştı. (F. Knıght, The Awakenıng of Turkey. John Mılne, London, 1910, s .342) 85 Sina Akşin, 31 Mart Olayı, Sinan Yayınları, İstanbul, 1932, s. 362 86 Mehmet Kadri Nasuh, Sarayih, Librairie Geuther, Paris, 1912, s. 263- 264 40
Süleyman Kocabaş lehlerine olarak 31 Mart İhtilali sebebiyle bir taşla iki kuş vurmuş- lar, II. Abdülhamid’den ve İtilafçılar’dan kurtulmaya çalışmışlardı. “Bir numaralı Almacı” denilen Enver Bey de Hareket Ordu- su’da görev almıştı. Sultan II. Abdülhamid ailesi,, “31 Mart Tertip Olayı” ile tahttan indirilmeyi Almanlar’dan biliyordu. Sultan’ın kızı Ayşe bu cümleden olarak şunları yazar: “Ne çare ki, İngiltere ve Rusya ile işbirliği yapması ihtimal dahilinde görünen babamı, Almanlar’ın dediklerine kayıtsız şartsız itaat gösteren İttihat ve Terakki Komitesi vasıtasıyla tahtını terke mecbur etmişler ve onu Selanik’te87 İttihat ve Terakki’nin kampında tam bir esaret rejimine tabi kılmışlardı.”88 II. Abdülhamid devrildikten sonra Osmanlı tahtına, “silik şah- siyeti” ile tanınması sonucu varlığı ve yokluğu belli olmayan, ipleri tamamen İttihatçılar’ın eline kaptırmış Sultan Reşat çıkmıştı. Yö- netimdeki etkinliği ve dirayete sebebiyle esasında “Son Padişah” II. Abdülhamid olmuştu. Kendisinde sonra gelen Sultan Reşat ve Sultan Vahdettin bir varlık gösterememişler, Sadrazamlar ve Har- biye Nazırları’nın esiri olmuşlar, karar mekanizmaları ve devlet yönetimi bunarın eline geçmiştir. 87 İttihatçılar ve Almanlar’ın II. Abdülhamid’den çekinme derecelerine bakınız ki, “Harekete geçip tekrar tahta çıkabilir” endişesiyle onu İstanbul’da bırakmamışlar, Selanik’te “zorunlu ikamet” e tabi tutmuşlar, buna bazen de “sürgün” denmişti. 88 Osmanoğlu, s. 104 41
Alman Kapanı I. DÜNYA HARBİ VEYA TÜRKİYE’NİN ALMANYA’NIN “EYALETİ” OLMA SÜRECİ 1908 ve 1909 İhtilalleri’ndn sonra Türkiye’de her şey sanki En- ver Bey’e “yol”u açmak şeklinde cereyan ediyordu. Adı geçen ihti- lalleri müteakip, Büyük Devletler’in kendi taraftarları Jön Türkler’i iktidar yapma ve iktidarda tutma mücadeleleri kızışmış, İngilizci İtilafçılar’la, Almancı İttihatçılar kıyasıya kavgaya tutuşmuşlardı. Biri diğerini alt etmek için darbe yapıyor, ardından bir diğeri “inti- kam” almak için “karşı darbe”ye başvuruyordu. Temmuz 1912’de, Alman taraftarı İttihatçı subayların 1908 İhtilali’ndeki dağ çıkarak yönetime isyan eden hareketlerini tak- lit ederek dağa çıkan ve kendilerine “Halâskâran Zâbitan Grubu” (Kurtarıcı Subaylar Grubu) denilen İngiliz taraftarı İtilafçı subay- lar, üzerinde İttihatçılar’ın ağırlığı bulunan Sadrazam Said Paşa Hükümeti’nin yıkılmasına sebep olarak, yerine Ahmet Muhtar Paşa’nın (Paşa “tarafsızlığı” ile tanınıyordu) getirilmesine yol aç- mışlardı. Balkan Harbi yenilgisinden sorumlu tutulması sonucu, onun istifası üzerine İngiliz ve İtilafçı taraftarı olarak bilinen Kâ- mil Paşa sadarete getirilmiş, Paşa, aldığı tedbirlerle İttihatçılar’ın hakimiyetini kırmaya çalışmıştı. Bu hengamede, darbe yapma sırası İttihatçılar’a gelmişti. Adı- na “Babıâli Baskını” denilen ve başında Enver Bey’in bulunduğu “Hükümet Darbesi,” 23 Ocak 1913’de gerçekleştirilmişti. Darbe gerekçesi olarak, Balkan Harbi yenilgisi ve Edirne’nin Londra Ant- laşması’yla Bulgarlar’a verilmesinden Sadrazam Kâmil Paşa’nın so- rumlu oluşu gösterilmişti. Bahsedilen tarihte etrafına topladığı 100 kişi cıvarındaki sivil-asker gönüllü ile hükümet merkezi Babıâli’yi basan Enver Bey, doğruca kabine toplantısındaki salonda Sadra- zam’ın yanına giderek, başına silahını dayayıp, istifasını yazdır- mış, ardından sadarete “Alman ve İttihatçı taraftarı” olarak bilinen Mahmut Şevket Paşa getirilmişti. Bu sefer de “darbe” ve “intikam” sırası İngilizler ve İtilafçılar’a gelmişti. Bunlar, sivil-asker ekipleriyle üç aşamalı darbe planla- mışlardı. Birinci aşamada, Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa öldürülerek etkisiz hale getirilecek, ikinci aşamada, 42
Süleyman Kocabaş İttihatçılar toplanarak hapsedilecek, son aşamada ise, İngiliz taraf- tarı ve İtilafçı Prens Sabahattin sadrazam yapılacaktı. İtilafçı darbe 3 Haziran 1913’de ortaya çıktı. Mahmut Şevket Paşa, Bayezıt’da bulunan Seraskeriye’den (Genelkurmay Başkan- lığı), kabine toplantısı için Divan Yolu ile Babıâli’ye gelirken, sahte bir cenaze alayı ile yolu kesilmiş, tam bu sırada duran arabasına kurşun yağdırılarak öldürülmüştü. İtilafçılar, darbenin birinci aşamasını uygulamışlar, son iki aşamasını uygulayamadan İttihat- çılar tarafından tevkif edilmeleri ve çoğunun yurt dışına kaçması sonucu etkisiz hale getirilmişlerdi. Darbenin son iki aşaması niçin gerçekleştirilememişti? İttihat- çılar’ın ileri gelenleri, özellikle İttihatçı İstanbul Muhafızı Cemal Bey (sonra paşa) İtilafçıları’ın darbe girişimini istihbaratıyla önce- den haber almıştı. “İsteseydi, Mahmut Şevket Paşa Suikastı’nı ön- lerdi” deniliyordu. Neden, niçin önlememişti? Bunun temelinde, İmparator II. Wilhelm’in yıllar önce yaptığı plan doğrultusunda Enver Bey’e “yolu açmak” yatıyordu. “Hareket Ordusu Kumanda- nı’nın şöhretinden kurtulmak ve Enver Bey’e Harbiye Nazırlığı yo- lunu açmak için Mahmut Şevket Paşa’yı kurşunlayıp öldürdüler.”89 “Mahmut Şevket Paşa, birçok genç İttihatçılar’ın ikbal mevki- inden yükselmelerine, devleti istedikleri gibi yönetmelerine engel olan bir adamdı. Bunlar (İttihatçılar), biran evvel iktidar mevkiine geçmek, kısa bir zamanda idareyi ele almak arzusu ve ihtirası ile yaşıyorlar, kendilerinde de böyle bir hak görüyorlardı.”90 Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Almanlar ve İttihatçılar’a ta- raftar olarak bilinmesine rağmen, bunların her istediklerini yerine getirecek yapıda birisi değildi. Bir defasında huzuruna bir heyetle gelerek, “Gerçek iktidar sahipleri biziz; isteklerimizi yerine getir- meye mecbursunuz” dercesine tavır koyan İttihatcılar’ın ileri ge- lenlerinden Talat Bey’e (sonra Paşa), hatıralarında yer aldığı üzere şunları söylemişti: “ ‘Fikriniz mahduttur (sınırlı)’ dedim. ‘Bu mah- dudiyet içinde vaziyeti (durumu) tayinden acizsiniz. İhatalı (daya- naklı) bir fikriniz yoktur. Yarım alimlerdensiniz. Bu memleket en 89 Samih Nafiz Tansu, Madalyonun Tersi ( Avlonyalı Cemalettin Paşa’nın Hatıraları), Gün Kitabevi, İstanbul, 1970, s. 116 90 Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki, Hürriyet Yy., İstanbul, 1975, s. 58 43
Alman Kapanı çok bu gibilerden zarar görmüştür.”91 Mahmut Şevket Paşa, bir defasında da İtilafçılar’ı da içine ala- cak şekilde bütün Jön Türkler’in “bilgisiz” ve “beyinsiz” olduk- ları üzerinde durarak şunları yazmıştı: “İttihatçılar böyle mecnun adamlardı. Ya muhalifleri (İtilafçılar) onlardan iyi mi idi? Asla ! Muhalifler, üstelik rezil ve ahlaksızdı. Bu memleketin istikbali bil- mem ne olacak?”92 Görülüyor ki, Mahmut Şevket Paşa, ne İttihatçılar-İtilafçılar ne de Almanlar-İngilizler’in adamı olmak istemiyor, “kendinin ve milletin adamı” olmak istiyordu. Paşa, Almanya’ya ağırlıkla poli- tika takip etmesine rağmen, II. Wilhelm’in “Benimle ittifak yapar mısın?” sorusuna olumlu cevap vermemesi düşünülen biri idi. I. Dünya Harbi’nde Türkiye’yi “tarafsız” tutacağı veya “Denizlere hakim İngiltere harbi kazanır” düşüncesinden hareketle İngiltere safında harbe gireceği tahmin ediliyordu. Mahmut Şevket Paşa’nın bu politikası, Sultan II. Abdülha- mid’in politikasına benziyordu. II. Abdülhamid, “Beni tahtından indiren adam” diyerek ondan hoşnut olmadığını belirtmesine rağ- men, öldürülmesi olayından rahatsızlık duymuş, düşüncelerini şöyle dile getirmişti: “Benim için fena olan bir adam, memleket için iyi olabilir. Ben Allah için söylüyorum, böyle bir zamanda on- dan başka işleri başa çıkaracak adam göremiyorum. Yazık, hem de çok yazık oldu.”93 “Mehmet Şevket Paşa olsaydı, ne yapar yapar, o da Almanya’ya muhip (dost, taraftar) olmakla beraber memleketin menfaatini daha iyi takdir eder ve ona göre bir hareket hattı çizmek azmini gösterirdi zannolunabilir.”94 “Ah ! Mahmut Şevket Paşa şehit olmasaydı, belki de bu büyük felaketlere (I. Dünya Harbi ve sonrasında yaşanan felaketler) bu memleket maruz kalmayacaktı.”95 91 Mahmut Şevket Paşa Günlüğü, Arba Yy., İstanbul, 1989, s. 18 92 A.g.e., s. 54 93 Ziya Şâkir (Soko), Abdülhmid’in Son Günleri ( Muhafızı Rasim Bey’e Anlattıkları), Anadolu Türk Kitabevi, İstanbul, 1943, s. 170 94 Halit Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1965, s. 389 95 Tahsin Uzer, Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Türk Tarih Kurumu Yy., Ankara, 1979, s. 306 44
Süleyman Kocabaş Anlaşılan, Almanlar ve İttihatçılar, kendilerine taraftar olarak gördükleri dirayetli asker ve devlet adamı Mahmut Şevket Paşa’yı kullanabilecekleri yere kadar kullanmışlar, daha sonra onu da Sultan II. Abdülhamid gibi harcamışlardır. Bu sebepten Paşa’nın öldürülmesi, İttihatçılar’ın üzülmelerine değil, gizliden gizliye se- vinmelerine sebep olmuştu. Suikast haberini Cemal Paşa’dan ala- rak onun makamına gelen Talat Bey (Paşa) şunları söylemişti: “ Eee “ Ne yapalım? Su testisi su yolunda kırılır derler. İhtimal ki hepimi- zin akibeti böyle olacaktır.”96 Talat Paşa, I. Dünya Harbi’nden sonra Berlin’de bir Ermeninin kurşunlarına hedef olarak öldürülecektir. 96 Ziya Şâkir, Mahmut Şevket Paşa, Anadolu Türk Kitabevi, İstanbul, 1943, s. 215 45
Alman Kapanı YENİ PADİŞAH ENVER PAŞA VEYA İMPARATORLUĞUN SONU Haziran 1913’de Hükümet Darbesi ile Sadrazam Kâmil Pa- şa’nın istifasına sebep olan İttihatçılar, sadarete, geçmişte İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne maddi ve manevi yardımları ile tanınan Mı- sırlı Prens Sait Halim Paşa’nın getirilmesini sağlamışlardı. Bunun üzerine, “İttihatçılar’ın mutlak iktidar dönemi başlıyor” deniliyor- du. Çünkü, kabine üyelerinin çoğu İttihatçı idi. Ağır toplandan Talat Bey Dahiliye, Cemal Bey Bahriye Nazırlığı’na getirilmişlerdi. Harbiye Nazırı kim olacaktı? İşte durum bu safhaya gelince, “II Wilhelm’in Enver Planı” devreye girdi. Kayzer, onun “Büyük bir imparatorluğun başına geçeceği”ni müjdelemişti. O an işte bu andı. Yarbay Enver Bey, can havliyle Sait Halim Paşa’nın makamına koş- tu. Kapısın çalıp, sert bir selam verdikten sonra, “Paşam, Harbiye Nazırı olmak istiyorum” dedi. Sadrazam şaşırmıştı. Bu nasıl olurdu? Enver’in rütbesi ve yaşı küçüktü. Harbiye Nazırlığı’na atanmak için general olmak gereki- yordu. Ama, artık ok yaydan çıkmıştı. İttihatçılar da Sadrazam’ı, Enver Bey’in Harbiye Nazırlığı’na getirilmesi için sıkıştırmaya baş- lamışlardı. “Terfi ve Tayin Yönetmeliği” askıya alınarak ve “hileli” yollara başvurularak Enver Bey’in rütbesi yükseltilip general yapıl- dı. “Yarbay Enver, Trablusgarp Seferi’nde kıdemine üç yıl zam edi- lerek albaylığa yükseltilmiş, sonra Albay Enver, Edirne’nin kurta- rılmasında kıdemine üç yıl zam ile generalliğe çıkarılarak Harbiye Nazırı yapılmıştır.”97 Enver Paşa, Harbiye Nazırı olduğu gün 32 yaşında idi. Düzen- li bir birliğe komuta etmeyen, askeri hayatı “komitacılık” tan ile- ri gitmeyen Enver Paşa’nın, denemeler ve tecrübeler zincirinden geçmeksizin birdenbire üst askeri makamlara çıkarılması, üstelik Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olması, Osmanlı Devleti için büyük bir talihsizlikti. “Bu yetişmezlik yüzünden de emir ve- rirken, verdiği emirlerin yapılabilip, yapılmayacağını bilmezdi.”98 97 Fahrettin Altay, On Yıl Şavaş 1912-1922 ve Sonrası, İnsel Yy., Ankara, 1970, s. 75 98 A.g.e., s. 72 46
Süleyman Kocabaş Enver Paşa, idealist, vatansever, dürüst biri idi. Bu inkar edi- lemez. Ama, orduyu ve ülkeyi idare edecek tecrübe ve kabiliyet- ten yoksundu. “Enver Paşa, iyi bir erkân-ı harpti (kurmay subay). Fakat uzun boylu hesaplara yanaşmazdı. Onun tabiatı komitacı- lık zihniyeti ile ve şansa istinat eden baskın ve atak hareketleriyle, sürprizlerle daha çok ünsiyet peyda (alışkanlık edinme) etmişti.”99 Eksi kırk derecede, bir metre karın üstünde, orduya Sarıkamış’ta hiçbir sebep yokken saldırı için emir vermesi, Sina Çölü’nün aşıla- rak (tarihte buna pek az komutan cüret etmiştir) Süveyş Kanalı’na Sefer düzenlenmesi, 13. Kolordu’yu Hindistan Seferi’ne sevk etme- si, Anadolu’yu savunmasız bırakmak pahasına 100 bin mehmetciği Avrupa’ya göndermesi vs. Enver Paşa’nın kabiliyetine ve komutan- lık ruhuna uygun hareketlerdi. İşin ilginç tarafı, Almanlar nezdinde de Enver Paşa ehliyet- siz ve liyakatsiz bir subaydı. General Ludendorf’a göre, “Enver’in askerlik esaslarına ve tatbikatına ait bilgisi yoktu. Askeri kültürü yoktu. Onun büyük istidatları (kabiliyetleri) gelişememişti. Galiç- ya’ya ve Romenler’e karşı Türk birliklerini göndermesi onun ger- çek askerlik duygularına uyuyordu.”100 Enver Paşa’nın harbin en buhranlı bir zamanında kendisinden “akıl almak” için Beylerbeyi Sarayı’nda ikamet eden II. Abdülha- mid’i ziyarete gittiğinde, Abdülhamid, onu enine boyuna değerlen- dirmiş, onun orta halli bir kumandan olabileceği, ancak bir livayı (tugay) idare edebileceği kanaatine varmıştı.101 Enver Paşa’nın askerlik ve devlet adamlığı konusunda kabili- yetsizlik ve ehliyetsizliği bilindiği halde niçin onun üzerinde ısrar edilmişti? Bunun en başta gelen sebebi “sadakat” ti. Kime sada- kat? II. Wilhelm’e, Almanlar’a. Almanlar “ehil” olmaktan ziya- de “istedikleri gibi kullanabilecekleri adamlar” aramışlar, Enver’i bulmuşlardı. Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olması ve ordu üzerin- de kontrol kurması, “Kayzer’in için bir zafer olmuştu” şeklinde değerlendirilmişti.102 II. Wilhelm’in, Enver Paşa’nın Harbiye Na- 99 Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, C: I, Güneş Mat., Ankara, 1951, s. 63 100 Bayur, C: I, K: I, s. 299 101 Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Haz: İ. Bozdağ, Kervan Yy., İstanbul, 1975, s. 172 102 W.W. Gottrıeb, Studıes ın Secret Dıplomacy durıng the Fırst World War, London, 1970, s. 22 47
Alman Kapanı zırı olması sebebiyle, devletlerarası diplomatik teamüllere aykırı olarak103 telgraf çekip onu kutlaması, olup bitenlerin içyüzünü iyi- ce ortaya koyuyordu. Artık, Türkiye’nin tek hakimi, Kayzer’in ‘Bir imparatorluğun başına geçecektir” esprisinden hareketle “Padişah”ı Enver Paşa olmuştu. Hatta bu statüde ona, “İmparatorluğun son padişahı” ün- vanı bile yakıştırılabilirdi. Almanlar, adamları Enver’in “sonuna kadar işbaşında kalması”na özen gösteriyorlardı. Alman Genel- kurmay Başkanı Mareşal von Hindenburg, Alman Başbakanı’na şunlardı söylemişti: “ Enver tarafından temsil edilen hükümetin104 işbaşında kalmasına büyük önem vermek zorunda olduğumuzu bildiririm.”105 Enver Paşa, “Padişah” olunca, ülkenin adı da değişmişti: “En- verland” (Enver’in memleketi) Türkiye’ye gönderilen Alman cep- hane sandıkları üzerinde “Enverland” yazıyordu. Sanki, Osmanlı Devleti ve İmparatorluğu I. Dünya Harbi’nden önce ve bu harp yıl- larında yıkılmış, “Enverland” kurulmuştu. “Saltanat” ı da “gayri resmi” olarak Enver Paşa kaldırmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın kal- dırması ise, yalnızca “resmen tescil” ettirmekten ibaret olup, adını koydurmaktan ibaretti. 103 Devlet başkanları yalnızca, devlet başkanı değişikliklerinde, bunları kutlamak için mesaj yayınlarlar, telgraf çekerlerdi. 104 Sadrazam (başbakan) varken “hükümeti temsil” eden olarak Enver Paşa’nın gösterilmesi ilginçtir. Harp yıllarında Sadrazam Sait Halim Paşa istifa edince yerine “tam İttihatçı” denilen Talat Paşa getirilmiş, ülkede yönetime topyekün İttihatçılar hakim olmuşlardı. Hükümete de Harbiye Nazırı Enver Paşa hakimdi. Meclis-i Mebusan, Kanun-u Esasi uygulamaları etkisiz hale getirilmiş, bakanlar, her şey Enver’in emrine girmiş, bu sebepten ona “Son Padişah” denilmişti. 105 Aydemir, Enver Paşa C: III, s. 66 48
Süleyman Kocabaş ALMANLAR HESABINA HARBE GİRİŞİMİZ VE AÇILAN CEPHELER Büyük Devletler arasındaki ekonomik ve emperyalist rekabet sebebiyle, I. Dünya Harbi günleri gelip çatmıştı. Harp, Cermen-Slav çekişmesi sonucu bir Sırplı lise öğrencisinin Avrupa Veliahtı Arşü- dük Francois Ferdinand’ı 28 Haziran 1914’d Saraybosna’da suikas sonucu öldürmesi üzerine, “intikam” almak için Avusturya’nın 28 Temmuz’da Sırbistan’a harp ilanı ile başlamış, ardından Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf devletlerine mensup devletler, “müttefikimiz harbe girdi, bizim de girmemiz lazım” diyerek kısa zamanda harbe dahil olmuşlar, 10 Ağustos’a gelindiğinde savaşa girmeyen devlet kalmamış, bütün cephelerde çarpışmalar başlamıştı. Bu sırada Osmanlı Devleti’nin hangi ittifak bloğu içinde yer alacağı belli değildi. Daha doğrusu, hiçbir büyük devlet, İttihat ve Terakki Partisi Hükümeti’nin ittifak tekliflerine olumlu cevap ver- memişti. Üçlü İtilaf Devletleri’nin (İngiltere, Rusya ve Fransa) Tür- kiye ile ittifak yapmaları zaten beklenemezdi. Çünkü, adı geçen it- tifakın doğuşunun ana sebeplerinde biri, “Almanya’yı çökertmek” ise, diğeri de “Türkiye’yi parçalamak ve hisselere düşen alanlara yerleşmek” ti. Almanlar’a gelince: İşin ilginç tarafı şudur ki, daha 1880’li yıl- lardan beri Türkiye üzerinde “imtiyaz” ve “ittifak” hesapları içinde bulunan bu devlet de İttihatçılar’ın Eylül 1913’de yaptıkları ittifak teklifine106 olumlu-olumsuz cevap vermemişlerdi. Kayzer, “Red- detmeyin, açık kalsın” demişti.107 “İmtiyazlar”ı elde eden II. Wil- helm rakiplerini, Türkiye’nin yardımını almadan mağlup etmenin yollarını arıyor, belki yeneceğine inanıyor, Türkiye ile “ittifak” ı en son çare olarak düşündüğünden “uygun bir zamana bırakmak” hesapları içine giriyordu. Sonra, İttihatçılar teklifi yaptıklarında, ufukta harp tehlikesi henüz görülmüyordu. Türkiye’nin “zamansız 106 İttihatçılar, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’nın gelişmiş ve kalkınmış büyük bir devletine istinat ile ülkeyi kalkındırmak geleneğine bağlı olarak Almanlar’a meyletmişler, dünya siyasi konjonktürü de onları buna “mecbur” bırakmıştı. Tıpkı Sultan II. Abdülhamid politikası gibi 107 Sabahattin Selek, İnönü’nün Hatıraları, Burçak Yy., Ankara, 1968, s. 219 49
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233