HALİL SOLAK [email protected] TÜRKÇENINISTIKBÂLI B üyük bir sahaf dükkânı: pıcı şekilde özetliyordu: Lûgat365: Bazı Kelimeler Çok Güzel Binlerce kitap, dergi, bro- Bir memur yazacağı resmî yazı- isminde bir kitap yayınlandı yakın- şür, kaset, CD ve mütefer- larda. Adından da anlaşılacağı üze- rik evrak intizamsız bir nın müsveddesini önce normal bir re 365 kelime var bu kitapta. Keli- şekilde sağa sola istif edilmiş. İnsan şekilde yazıyor. Ardından bu yazıyı melerin anlamları ve hangi dilden nereden başlayacağını, hangi biriyle masasının üzerindeki “sözlük”e gö- Türkçeye geçtikleri bilgisine ilave- ilgileneceğini şaşırıyor doğrusu. “Ya re yeniden düzenliyor. Yani yaşadı- ten bazı kelimeler için örnek cüm- nasip” deyip başlıyorum bir uçtan ğı dille değil de yabancı bir dilden leler de verilmiş. Hazırlayanlar ya- eşelenmeye. tercüme edercesine bir başka lüga- zar, çevirmen ya da filolog değil, te ihtiyaç duyuyor. Bu lügat nasıl bir kelimelere sevdalı, Banu ve Onur Onlarca siyah ciltli, kalın kitap şey mi? Ertuğrul çifti. arasından birini çekip alıyorum: Türk Dili Karşısında Türk Münevveri, “Ana kucağından bu yana vata- Hikâyeleri de ilginç. Bir gün, his- yazarı Prof. Dr. Ömer Faruk Akün. nında bir defâ işitmediği, hâfızası- sikablelvuku kelimesinin efsununa Türkçeyle alakalı pek çok araştır- nın tanımadığı, zihninin, zevkinin kapılırlar: “Tek kelimelik bir şarkı mada karşılaştığım 1988 tarihli iki sindirmediği, her bakımdan kendi- gibi nağmesiyle akıyor ve hülyâlara formalık incecik bu kitabı hafıza- sine yabancı bir sözler yığını… istif gark ediyor insanı. İnsan bu kelime- mın “arananlar” listesine kaydet- istif yabancılıklar… buruk, takır ta- yi bir kere duyunca, hep duymak miştim. Birdenbire karşımda gö- kır, kekrek kekrek “sözcük”ler…” istiyor.” Ertuğrullar, bu kelimeden rünce nasıl sevindiğimi -şayet her aldıkları lezzeti başkalarına da ya- ay bu köşeyi düzenli olarak takip Öztürkçe kaleme alınmış bir şatmak için “Lûgat365” adında bir ediyorsanız- tahmin edebilirsiniz. metni okursanız “buruk, takır ta- proje geliştirirler. Başlarlar kitaplar- kır, kekrek” sıfatlarıyla neyin kas- dan, sözlüklerden ‘güzel kelimeler’ Hacim itibariyle küçük, muhte- tedildiğini tam olarak anlayacak- devşirmeye… 1 Ocak 2015’ten itiba- va açısından büyük, ya da eskile- sınız. Derin Tarih’in 30. sayısındaki ren de Twitter, Instagram ve Face- rin tabiriyle söylersek “muhtasar ve “Uçmakta Türk dili”nden birkaç ka- book’tan her gün bir kelime, anla- müfid” eserin yazarı, Allah sıhhat- şık almak yetecek bu tatsız tuzsuz mı, kökeni ve kullanımlarıyla ilgili li bir ömür versin, bu ay 90 yaşına yemek hakkında bir kanaat sahibi paylaşımlar yaparlar. Günümüzde giriyor. Tanpınar’ın asistanlığını ya- olmak için. yine sosyal medyanın ve bazı ileti- pan, derin bir vukûfiyetin, titiz bir şim araçlarının etkisiyle anlamsız araştırmanın mahsûlü makale ve Ağzınızın tadı bozuldu biliyo- kısaltmalara, yanlış telaffuz ve kul- ansiklopedi maddeleri kaleme alan, rum. Müsaade edin, kendimi affet- lanımlara maruz kalan kelimelere İ.Ü. Edebiyat Fakültesi’nde binlerce tirmeye çalışayım. can suyu verme teşebbüsü olarak da öğrenci yetiştiren Akün hoca, yaz- anlaşılabilir bu çaba. Kısa zamanda dıkları ve “yaz(a)madıkları” ile bir LÛGAT365: BAZI KELIMELER ÇOK GÜZEL ciddi bir takipçi sayısına ulaşırlar ve efsanedir. Banu - Onur Ertuğrul gördükleri ilgi karşısında 365 gün süresince paylaştıkları kelimeleri Kitabı buldum ya gözüm bir şey CanYay., 2015, 297 sayfa bir kitapta toplamaya karar verirler. görmüyordu artık. Hemen kendimi Böylece yalnızca içerik olarak değil, bir kafeye atıp sayfaları çevirmeye cildi ve tasarımıyla da okuyana haz başladım. 14. yüzyıldan 20. yüzyı- veren bir kitap “yapılmış”. la Türk dilinin sergüzeştini anlatır- ken mevzu Öztürkçe hamlesine gel- Lûgat365’ten bir sayfayı açıyo- diğinde Hoca’nın anlattığı bir bahis rum: Deryâdil. “Anlayışlı, her şeyi dilde tasfiyenin geldiği noktayı çar-
Refik Halid hoş karşılayan” manasına gelen bu ‘Anadolu Türkçesinin Tarık Buğra kelimeyi söyledikçe insanın yüreği ustalıklı buluşlarına ferahlıyor hakikaten. şaşmaktan kendimi Soruyorlar: Arapça bir türlü alamıyorum.’ “hakikat”ın yerine Yazının başından beri bir tat, tuz Türkçe “gerçek” kul- muhabbeti gidiyor diyenler için de silinmesine çalışılmış olan kelime- lanılsa ne kaybederiz. bir kelime seçelim: Şikemperver, ya- ler bunlardır.” Ah kurnaz bebek, ne ni yemek yemeyi seven, boğazına mi kaybederiz? Haki- düşkün. Bin yıllık bir medeniyet mirası- nın kelimeleri değildir sadece unut- Sıradaki kelime için derin bir ne- fes alın ve öyle telaffuz edin: Râyi- turulmaya çalışılan. O kelimeler- kat’ı hakikat’ı! ha… “Hoş koku” manasındaki bu le birlikte tevarüs ettiğimiz maddi kelimeyi söyler söylemez sanki bir gül bahçesine dönüşüyor etrafımız. ve manevi bütün unsurlar da hedef Türkçe kimin umrunda? tahtasına oturtulmuştur. Bu tablo- Bu arada kitap hakkında yapı- nun günümüzde de pek parlak ol- lan yorumlara bir göz attım. Çok- ça Arapça-Farsça kelimeye yer ve- duğu söylenemez. Peki hal böyley- rildiği, içinde neredeyse hemen hiç Türkçe kelime olmadığı çevresin- ken Türkçe kimin umrunda? de yoğunlaşıyordu tenkidler. Kitap- ta şapparig gibi Ermenice, vardakosta Yazımızın başında zikrettiğimiz gibi İtalyanca, kıtıpiyoz gibi Yunanca ve melankoli gibi Fransızca kelimeler kitabın adını tekrar hatırlayalım de olmasına rağmen, nedense onlar hüsnükabul görüyor da, Arapça Far- öyleyse: Türk Dili Karşısında Türk Mü- sça olanlar “işgalci” muamelesine uğruyor. Bu garip değil aslında, geç- nevveri. Bu gün Türkçe için endişe- mişi çok eskilere gidiyor. Yine Akün Hoca’ya kulak veriyoruz: lenen, bu dilin istikbalinden kaygı Peyami Safa duyan kaç münevver var? “Bütün bu yabancı kelime mev- cudu içinde seçilmiş sâdece iki he- İstikbal dedim de aklıma geldi: ‘En büyük hatalarımız- def vardır: Arapça ve Farsça asıllı Yusuf Ziya Ortaç, Bâbıâli hatırala- dan biri dil davasını dü- kelimeler… Yâni bin yıllık bir me- rını anlattığı Bizim Yokuş’ta arkadaş- şünce davasından ayrı deniyet mîrâsının kelimeleri… Bu larıyla buluştuğu Necm-i İstikbal çerçevedeki kelimeler suçlanmakta ve boy hedefi alınmaktadır. Başın- matbaasından bahsederken “Genç bir mesele gibi ele almak dan beri kendilerine en fazla düş- okurlarımın kulaklarına fısılda- olmuştur.’ manlık gösterilmiş, varlıklarına sa- yayım” diyerek şu bilgiyi aktarır: vaş açılmış, dilimizden atılmasına, “Necm, Arapça yıldız demektir. İs- tikbal’in gelecek olduğunu, gelecek kuşağı bilmem ama, bugünkü ku- şak da bilir şüphesiz…” Hemen kitabın ilk sayfasını açıp baskı tarihine baktım: 1966 yazı- yordu. Tam yarım asır geçmiş Yusuf Ziya’nın bu satırlarının üzerinden. Sonra İstikbal kelimesinin mana- sından bîhaber olanların Türkçenin istikbalini düşünecek Yahya Kemal halleri mi var? dedim kendi kendime. ‘Bu dil ağzımda an- nemin sütüdür.’
Egitimde Bir Gelenek Yükseliyor
VİTRİNDEKİLER ENGEL TANIMAYAN BİR KAHRAMAN Andre Gide hatırat yazmanın ölümün elinden bir şeyler kaleminden çıkıyorsa tadına doyum olmaz. etmesi istenir. O sırada hastalanır. Kendisine kurtarmak olduğunu söyler. Tıpkı Halil (Kut) Paşa’nın hatıraları gibi… apandisit teşhisi konulur. Fakat ameliyat Hele bu hatırat, Osmanlı Devleti Erhan Çiftci’nin yayına hazırladığı kitabın olabileceği ne hastane vardır, ne doktor, yıkılış halindeyken cepheden cepheye Kûtu’l-Amâre zaferinin 100. yılına rastlaması ne de buna ayıracak zamanı… Her an koşmuş, zaferler kazanmış bir komutanın da çok anlamlı. Paşa’nın çocukluğundan ölebileceği halde umursamaz ve yoluna İstanbul’da geçen son demlerine kadar uza- devam eder. TPKiAmUŞTaAÜş’NY’LaI-NyA.,HM2A0AT1RI5RE, A2K5LA2AHRsR.,IA1H7Ma.5Az0N.:¨IEHrAhLaİnL KUT nan hatırat, yakın tarihimizin anlaşılmasına önemli katkılar sağlıyor. Zar zor Musul’a ulaşır. Yaklaşık 20 bin Çiftci kişiden oluşan ordusuyla savaş bölgesine 1882’de İstanbul’da doğan Paşa’nın intikal etmek zorundadır. Halil Paşa askerle- en büyük hayali asker olmakmış. Nihayet rini yürütmek istemez. Çünkü yorulacak ve gittiklerinde savaşamayacaklardır. Kendisi çok sevdiği mesleğine Makedonya’da de sedyede taşınmaktadır. Cepheye hem başlar. Kişiliği ve siyasî görüşleri Balkan askerleri yormadan, hem de kısa sürede topraklarında şekillenir. Kuruluş ulaşmanın bir yolunu bulmalıdır. Ama nasıl? aşamasında İttihat ve Terakki’ye katılır. Hatta Enver Bey cemiyetle onun vası- İşte burada Halil Paşa’nın dehası devreye tasıyla tanışır. II. Meşrutiyet devriminde girer. Asuriler gibi hayvan postların ve de ön saflardadır. tulumlardan kelekler (bir sal türü) yaptırır ve nehir üzerinden Bağdat’a giderler. Selman-ı Sayfalarda vazifesi gereği cephe- Pak’ta Nureddin Paşa’nın imdadına yetişir- den cepheye koşturan Halil Paşa’yı ler. Ardında da Kûtu’l-Amâre’de büyük bir takip etmek oldukça heyecan verici. zafer kazanırlar. Tarih kitapları zikretmese de Makedonya’dan sonra sırasıyla Tunus, Halil Paşa’nın askerlerini cepheye götürme Trablusgarp, İran, Kafkasya, Irak, Dağıs- yöntemi ve hızı, en az Kût zaferi kadar tan, Türkistan, Gürcistan ve Rusya’da önemlidir. devam eder görevine. Meraklılarına müjdeleyelim! Hatıratın Neredeyse 40 yılı böyle geçer. devamında da aksiyon hız kesmeden Trablusgarb savaşında bölgeden çöller devam ediyor. Ancak şu soru heyula gibi ve zindanlar ülkesi olarak bahseder karşımıza dikiliyor: Rahat içinde yetişen ve ekler:“Trablus’ta dövüşen Türklerle bizler Halil Paşa’yı, fedakâr gazi ve şehitleri- Trablus Arapları başka türlü insanlar- mizi ne kadar anlayabiliriz? Çünkü Tanpınar, dır. Ve Trablus harbinde bu insanlar “İnsan kalbi başkalarının duygularına ancak mucizeler yarattılar.”Ne yazık ki, onlar kendi tecrübeleri nispetinde açıktır”diyor. Afrika’nın son Osmanlılarıdır. Umulur ki, hatırat buna vesile olsun. Sonra onu Balkanlar’da görürüz. Munise Şimşek 1. Dünya Savaşı başlayınca İran’a gönderilir. Yolda Irak cephesini takviye dumanı ORTAÇAĞ OSMANLI’DA İLİM VE FİKİR üstünde DÜNYASI Ed: Umberto Eco, Alfa SELÇUKLU DEVLETİ’NİN Yay., 2015, 912 s., 75 ¨ Ed: Ömer Mahir Alper- KURULUŞU Mustakim Arıcı, Klasik Yay., 2015, 344 s., 28 ¨ A.C.S Peacock, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 272s. 2016, 24 ¨
H E R Ş E Y O K U Y A N N E S İ L L E R İ Ç İ N ...
VİTRİNDEKİLER ERMENİ AYDININDAN MESELENİN ASLI OSMANLI’NIN YURT DIŞI Türk-Ermeni ihtilafının sebebinin EĞİTİM SERENCAMI Taşnaklar ve onların sapkın yurtse- verliği olduğu fikrine yabancı değiliz. Ama bu görüş bir Ermeni aydından geliyorsa ve kitap soykırım tartışmala- Batılı devletlerin sözümona modernleş- bütün bilgilerin memleketimize taşıyıcıları rının kızışmasının öncesinde, 1934’te me başarısı karşısında Osmanlı’nın giriştiği oldukları; ikincisi ise Paris’teki eğlence asrileşme politikalarından biri yurt dışı hayatına aldanıp bilim yerine memleketi- yazılmışsa iş değişir. Üstelik eğitim açılımıydı. Devlet, bütün yabancı ne ahlaksızlık taşıdıkları yönünde. Kitabın tabiatına rağmen moderniteyi kendi başında, 492 sayfa sonra bu iki kanaatin hiçbir dilde basılamamış sosyal desenlerine işlemiş, yurt dışı eğitim değişeceğinin garantisini veriyor yazar. politikasını da bu gergeften dışarı taşır- bugüne kadar; çünkü Er- mayacak şekilde geliştirmiştir. Osmanlı’da Yurt dışı eğitim uygulaması temel modernleşmenin yurt dışı eğitim pencere- alınarak modernleşme zihniyetinin meniler bütün nüshalarını sini aralayan bir kitap var karşınızda. üç tipolojisinden bahsedilmiş: Avrupa modernliğinin transfer edilebilecek bir ortadan kaldırmışlar. Erme- Öncelikle belirtelim, bu bir doktora ça- olgu olarak gündeme girdiği Tanzimat lışması. Yani konuyla ilgili aklınıza gelen he- dönemi, dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla ni meselesine“içeriden”bir men her başlık akademik süzgeç ve tetkike imparatorluğun kendi bünyesinde eğitim tabi kılınarak yerleşmiş sayfaya. Osmanlı kurumlarını yaygınlaştırdığı II. Abdülhamid ses arayanlar modernleşmesinin Tanzimat’tan Cumhu- dönemi ve Batı’nın bir bütün olarak model riyet’e kadarki devresinde baş gösteren iki alınması gerektiği kanaatinin hâkim olduğu için doğru SAPKIN YURTSEVERLİK, önyargıya mercek tutuyor. Birincisi, yurt II. Meşrutiyet dönemi. adres! dışına gönderilen öğrencilerin edindikleri K. S. Papazian, Tarih-Kuram Yurt dışına gönderilecek öğrencilerin Yayıncılık, 112 s., 8.50 ¨ BMOüSOyMüDyEAeRNnNLALIy’EDYŞAaMyY.E,U,2RA0T1y6Dn,Iu4Ş9Ir2EEĞsr.İ,dT3oİ5M¨ğVaEn seçilmesi, Avrupa okullarına kayıtları, karşılaştıkları asayiş sorunları, başarıları, KUT’TA BİR HİNT ESİR Tanzimat edebiyatında yurt dışı eğitimliler, hukuk ve sosyal bilim tahsili, Avrupa’da İlk baskısı 1920’de yapılan kitap 66. Pencap Alayı’nda görevli Hint subayı öğrenci dernekleri, Avrupa’ya tarafından kaleme alınmış bir hatırat. eğitime giden Osmanlı kızları öne Türklere esir düşüp Kastamonu’ya ge- çıkan birkaç başlık. Sanat, bilim ve tirilen subay, Karadeniz yoluyla kaçma edebiyat alanlarından yurt dışına girişimlerini anlatıyor. Satır aralarından eğitim almak üzere gönderilen bazı itiraflar gözden kaçmıyor. Bir başka tanınmış simaların hikâyelerini Hint esire ait şu sözlere dikkat: de atlamayın deriz. Mesela Cemil (Topuzlu) Paşa, Abdülhak Şinasi “Anlaşılan biz Hintliler esaretten kur- (Hisar), Yahya Kemal (Beyatlı), tulmak niyetinde değildik, Osman Hamdi, Tunalı Hilmi ve Salih çünkü dostlarımız Türklere Zeki… karşı savaşmıştık.” Tanzimat, II. Abdülhamid ve A KUT PRISONER Meşrutiyet döneminde öğrencilerin H. C. W. Bishop gönderildikleri ülkeler, yıllara göre dağılımı, tahsil durumunu gösteren Naval & Military Press, 2011. tablolar kestirme yolları işaret eden bir kılavuz oluyor okuruna. Bu arada OSMANLI’DA içindekiler kısmında belirtilen bazı DEVLET-TARİKAT bölümlerin sayfa sayısıyla, içerideki uyuşmuyor; nazarlık diyelim. Osmanlı toplumunda devlet-tarikat Kapaktakine benzer görselleri ilişkileri nasıl bir düzlemde ilerlemiş ve haiz bir albüm de fena olmazdı nasıl bir etki oluşturmuş, pek incelenmiş doğrusu. Kitaba başucunuzda bir saha değil. Tarikatları devletleştirme gönül rahatlığıyla yer açabilir- politikaları, şeyhlikten şahlığa geçişte siniz. kullanılan tarikat ıstılahları, tasfiye dö- neminde devlet-tarikat ilişkileri, merkezî tekke uygulaması, tarikatların ideolojik ve ontolojik dünyasına yönelik tasfiye politikaları gibi pek çok başlığı haiz kitap merak- lısına tavsiyemizdir. ŞEYHLER VE ŞAHLAR Zekeriya Işık Çizgi Kitapevi, 2015, 405 s., 28¨ 156 DERİN TARİH / 2016 NİSAN
Hediyeli Bulmaca [email protected] SOLDAN SAĞA: na teslim olan İngiliz komutan ce kısaltma) - Sırbistan internet - Bir element. 12- Rütbesiz asker - 1- Resimdeki Türk subayın bir - İlkel bir su taşıtı. 5- Bir çoğul kodu - Sol karşıtı. 11- Tarihte İran Sahip, iye. 13- Genişlik - Dişi deve. unvanı. 2- Keman yapımıyla ünlü, eki - Lirik Japon dramı - Türk mi- hükümdarlarına verilen bir un- 14- Yurdumuzda bir akarsu - Ult- 17. ve 18. yüzyıllarda İtalya’nın tolojisine göre ya efsanevi bir dişi van - Eski Mısır’da güneş tanrısı ra Viyole (kısaltma). 15- Şaşkınlık Cremona kentinde yaşamış aile - kurdun doğurduğu 10 erkek ço- - Molibdenin simgesi - Resimdeki belirtir - Kırım giraylarına verilen ‘... Kalesi’ (1228’de Selçuklular ta- cuktan biri, ya da Ergenekon çıkı- subayın önerisiyle NATO’ya üye bir unvan - Vardiya. 16- Baba soyu rafından fethedilmiş, daha sonra şında yol gösteren bu dişi kurdun olduğumuz 1952 yılına kadar - ‘Beş’in ünsüzleri. 17- Sanat - Ru- geçirdiği tamiratlar nedeniyle Ma- bizzat kendisi - Hektar (kısaltma). silahlı kuvvetlerde her yıl 29 Ni- tubet - Medine’nin diğer bir adı. mure Kalesi olarak anılmış Mer- 6- Güney Kore internet kodu - Kü- san’da kutlanmış bayram. 12- Bir 18-‘Ahmet ... Saygun’ (1907-91 sin’deki kale) - Radyumun simgesi çük mağara - Faiz, ürem - Adale. renk - Resimdeki subayın anıları- yılları arasında yaşamış, ilk Türk - Bir sınav türü. 3- Lityumun sim- 7- Ceza - Neodimin simgesi. 8- Bir nın toplandığı bir kitap - Ayak. operasının bestecisi - Bir kıta. 19- gesi - Arka, geri - Fiilden isim ya- tahıl ölçeği - Yarı memnunluk Cet - Baştan savma. 20- Bir soru pan bir ek - Sümerlerde su tanrısı anlatır. 9- Matematikte sabit bir YUKARIDAN AŞAĞIYA: sözü - Aritmetik. 21- 18 Şubat - Bir haber ajansı (kısaltma) - Laos sayı - Kûtu’l-Amâre’deki savaş 1- Resimdeki Türk subayı - 2- Bir 1856’da yayınlanan ferman - Ra- internet kodu. 4-Kûtu’l-Amâre’de için kullanılan bir tanımlama. soru eki - Güç, kudret - Kendisine mayana destanının kahramanı. 13 bin askeriyle resimdeki subay 10- Gelenek - Osmanlı’da kuman- inanılan kimse. 3- Kiloamper (kı- 22- 751’de Abbasiler ve müttefiki komutasındaki Osmanlı ordusu- dan - Avrupa Uzay Ajansı (İngiliz- saltma) - Kromun simgesi - Akıl - Karluklar ile Çinliler arasındaki Bir ilenme sözü. 4- ABD’de bir eya- savaş - Bingöl’ün bir ilçesi. Mart ayının çözümü. let - Avrupa Birliği (kısaltma) - Bir sayı. 5- Eski Yunan’da siyasi gücü Bulmacanın çözümünü kimlik, kötüye kullanan kimse - Genellik- adres ve telefon bilgileriyle 20 le. 6- Kalkanbezi - Bir binek hay- Mart’a kadar dergimize ulaştıran vanı. 7- Lantanın simgesi - Çölden 5 okurumuza Barika Yavuz Sultan esen rüzgar. 8-Kamuoyu yoklama- Selim’in Farsça Seçme Şiirleri sı - 1601’de 73 gün süren destansı (Büyüyen Ay Yay.) kitabını hediye savunmaya mekan olmuş kale. ediyoruz. 9- Su - Lorentiyumun simgesi. 10- Dik durma - Karadağ internet Adres: Derin Tarih Dergisi kodu. 11- Dürülmüş kağıt tomar Maltepe Mah. Fetih Cad. No:6, 34010 Zeytinburnu - İstanbul [email protected] 158 DERİN TARİH / 2016 NİSAN
Çizgisel Tarih HASAN AYCIN [email protected] 160 DERİN TARİH / 2016 NİSAN
Eşref Edib Mehmed Akif'in Yakın Dostu T KARA KİTAP 9e NNaaMssıuıllkAMSalaiddlldladeetıtrtsiıdalaıtlıran?ra? m 36 rih
Eşref Edib KARA KİTAP Milleti Nasıl Aldattılar? Mukaddesatına Nasıl Saldırdılar?
Derin Tarih Kültür Yayınları — 36 Derin Tarih dergisinin 49. sayısının hediyesidir. Nisan 2016 Kara Kitap İletişim Maltepe Mah. Fetih Cad. No: 6 34010 Zeytinburnu, İstanbul 0212 467 65 05 www.derintarih.com [email protected] Baskı Strateji Matbaası
ÖNSÖZ Osmanlısızlaştırma ve İslamsızlaştırma. Bir süredir bu iki terimde somutlaştırmaya çalıştığım yakın tarihimizdeki oyunların özü en iyi hangi kitapta ortaya konulmuştur derseniz tereddütsüz bir şekilde rahmetli Eşref Edib’in elinizde tuttuğunuz Kara Kitap’ını gösterirdim. Kara Kitap kadar polemik üslubuyla yazılmasına rağmen en basit bir kültür seviyesine sahip insanın dahi anlayabileceği bir netlikte yakın tarihimizdeki asıl meseleyi ortaya koyma başarısını çok az eser gösterebilmiştir. Onun için bu ülkenin hakiki evladları olduğuna inananların dikkatle, dönüp dönüp okuması gereken bir kitaptır ve zaten bu sebeple dergimizin hediyesi olarak takdim edilmiştir. Osmanlısızlaştırma ve İslamsızlaştırma kavram çiftiyle ifade ettiğim bu topraklarda Osmanlı’yı önce hukuken, sonra da kültürel olarak bitirme ve İslamiyetin bu topraklara vurduğu silinmez mührü kazıyarak ortadan kaldırma çabalarına direniş bize Mehmed Akif’ten Necip Fazıl’a, Bediüzzaman Said Nursi’den Osman Yüksel Serdengeçti’ye, Sezai Karakoç’tan Eşref Edib’e, uzanan ışıltılı bir çizgideki aydınlarımızın mirasıdır ve fikir istihkâmlarımızı besleyecek bu güçlü damarı açık tutmadığımız sürece ışığımızın azalmasına ve körleşmeye mahkûm bulunduğumuzu bilmemiz gerekir. Bir İngiliz yeni dünya düzenine girerken safra olarak attığımız manevî değerlerin mahiyetini ve bize birer ‘başarı’ olarak yutturulan sözde ‘inkılaplar’ın kimliğimizin hangi onsuz olmaz parçalarını öğütmek için devreye sokulduğunu görmezsek ecdadımızın
asırlarca harikalar vücuda getirdiği bu mübarek topraklar üzerinde uyurgezerler gibi dolaşmaya mahkum olacağımızı bilmemizde fayda var. Pusulamızı kaybetmemek için de Kara Kitap gibi direnç noktalarımızı net olarak ortaya koyan altın ikazlara ihtiyacımız olduğunu kesin. Unutmayalım ki, yukarıda sözünü ettiğimiz öz aydınların eserleri hakikat denizlerinde yolumuzu kaybettiğimizde bizi en azından dermansız kalıp boğulmaktan kurtaracak şamandıralardır ve onlara tutunmaya ihtiyacımız olduğunda yanı başımızda olacaklardır. Eğer onları nerede bulacağımızın bilgisiyle mücehhez değilsek tam lazım olduklarında çaresiz kalmamız kaçınılmazdır. İşte Kara Kitap’ı özellikle gençlerimizin önüne ışık tutacak bir fener olarak takdim ediyoruz. Yakın tarihimizde oynanan oyunları bütün çıplaklığıyla okuyacağınız kitabı rahmetli Eşref Edip şöyle anlatmıştı: “Milletin en derin ızdırabını, en derin bir derdini teşhir ediyorum. (…) Bizim vazifemiz, hak ve hakikati tebliğden ibarettir. (…) Biz yaşadığımız devri, olduğu gibi tarihe tevdi etmekle mükellefiz. Vazifemizi yapıyoruz. Her halükârda Tevfik ve hidayet yalnız Allah’tandır.” Sizleri Mehmed Akif’in bu kadim dostu ile baş başa bırakırken onu “can gözüyle” okuyup “can kulağı” ile dinlemenizi rica ediyoruz. Mustafa Armağan
TAKDİM Yazı hayatına 1908’de Sırât-ı Müstakîm mecmuasını çıkarmakla başlayan ve 60 yıldan beri fâsılasız olarak din ve milletimize kale- miyle hizmet eden üstâd Eşref Edib’in Meşrutiyetten bugüne kadar Türkiye’de cereyan eden içtimaî, dinî ve siyasî cereyan, hâdise ve hareketleri yakından takip eden bu yazı serisi 60 senedir dinî hayatı- mıza yapılan suikastlerin bir tarihçesidir. Hâdiseler vesikalara istinad ettirilmiş; partiler üstü tarafsız bir görüşle tetkik ve tahlil olunmuştur. Türk basınında böyle bir yazı se- risi ilk defa çıkmaktadır. Hiç şüphe yok ki, bütün milletçe, merakla, heyecan ve ibretle okunacaktır. Filhakika üstâdın Yeni İstiklâl gazetesinde çıkan yazıları, mem- leket çapında büyük akisler husule getirmiştir. Bilhassa Nur Risâ- lelerinin muarızlarından Senatör Ahmed Yıldız’a verdiği cevaplar, bütün memlekette çok büyük bir alâka uyandırmış, elden ele gezmiş, topluluklarda alenen okunmuş, gazetemizden kesilerek birçok va- tandaşlara okutulmuş, bu suretle belki yüz binden fazla Müslüman kardeşlerimiz bu cevapları okumuş, hakikati öğrenmiştir. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi nâmına ortaya sürülen ve Temyiz Mahkemesinin malûm kararının mesnedleri arasına soku- lan muharriri meçhul düzmece broşürün sahteliğini meydana çıkar- mış, İslâm ümmetine karşı iftira ve tezviratı ile mâruf Doçent Çe- tin Özek’in bu sahte vesikayı kalb akçe gibi nasıl ortaya sürdüğünü bütün delilleri ile, vesikaları ile ortaya koymuş, bütün Risâle-i Nur muarızlarının çanlarına ot tıkamış, dillerini kurutmuştur. Eşref Edib Bey Üstâdımızın yazı üslûbu çok akıcı, söz ve kelâmı, delil ve vesikalara müstenid, öz ve hakikat olduğu için okuyucula- rımız onun yazılarına çok meftundur. Hiç şüphe etmiyoruz ki, çok mühim bir mevzua temas eden bu Kara Kitap da diğer yazıları gibi heyecanla tâkib olunacak, elden ele gezecek, umumî ve hususî toplu- luklarda alenen okunacak, gazetemiz kapışılacak, her okuyucumuz tarafından birkaç nüsha alınarak Müslüman kardeşlerimize dağıtı- lacaktır. Tâ ki, millet yakın tarihimizde cereyan eden bütün hiyânet ve cinâyetleri olanca çıplaklığıyla anlasın ve öğrensin. • Bu Kara Kitap, yakın tarihimizin kara ve kızıl sahifelerinin hikâyesidir. • Bu Kara Kitap, milletin öz varlığına, mâneviyat ve
Kara Kitap mukaddesatına karşı bozguncu zihniyetin, sapık ideolojinin irtikâb ettiği cinâyetleri, şenaatleri anlatır. • Bu Kara Kitap, yürekleri yakan, vicdanları tutuşturan fâciala- rın hikâyesidir. • Bu Kara Kitap kırk bin din talebesini sokağa döken, bütün din müesseselerinin kapılarına zincir vuran, bütün mekteplerden din derslerini kaldıran, Kur’an-ı Kerim surelerini ihtiva ettiği için din kitaplarını kamyonlarla toplayıp mezbeleliklerde yakanların hıyanet ve şenaatlerini tasvir eder. • Bu Kara Kitap, dinî neşriyata karşı katliam emri veren, Kur’an diliyle ezan okuyanları zindanlara dolduran, Müslüman çocuklara namaz sûreleri okutanları cürm-i meşhud (suçüstü) mahkemelerine sürükleyenlerin şenaatlerini ortaya koyar. • Bu Kara Kitap, Köy Enstitüleri diye açılan ahlâk ve namus mez- bahalarında verilen içkili ziyafetlerde milletin masum evlâtlarına yapılan tecavüzleri, rezaletleri hikâye eder. • Bu Kara Kitap, düzme tarih kitaplarında Müslüman Türk mil- letinin mukaddesâtını tahkir ve tezyif edici fikirleri Müslüman yav- rularına aşılayanların suikastlerinden bahseder. • Bu Kara Kitap, çok mühim hadiselerden bahseder. Tarihimizin kara sahifelerini tetkik ve tahlil eder. • Bu Kara Kitap, İslâm’dan, milli hüviyetten uzaklaşma zihniyeti yıkılmadıkça Müslüman ve Türk milletinin din hürriyetine asla ka- vuşamayacağını söyler. • Bu Kara Kitap, devirlerin geçtiğinden, fakat bu bâtıl zihniyetin hiç değişmediğinden bahseder. • Bu Kara Kitap, Müslüman Türk milletinin zimamdarlarının (başında bulunanların) daima hakikatleri bâtıla çevirdiklerinden bahseder. “Tanzimat dediler, memleketin temel binasını, temel nizamını tahrip ettiler. Islâhat dediler: baştan aşağı bütün millî düzeni ifsad ettiler. Meşrutiyet dediler; istibdad, şekâvet çetesi kurdular. Lâiklik dediler; din ve vicdan hürriyetini en ağır zincirle bağladılar. Demok- rasi dediler; en koyu diktatörlük idaresi tatbik ettiler. Medeniyet de- diler; vahşet ve rezalet getirdiler.” Hep böyle Müslüman milletini aldattılar. Bu Kara Kitap, bir asırdan fazla zamandan beri milletle dine reva görülen hakaret ve tecâvüzün hak ve kanuna, anayasaya, kanunlara aykırı olduğunu söyler. 6
Eşref Edib • Bu Kara Kitap, bir asırdan fazla zamandan beri milletle lider- lerin arasında devam eden anlaşmazlığın, ayrılığın esaslarını ortaya koyar. • Bu Kara Kitap, partiden partiye intikal edegelen sapık ve boz- guncu zihniyet bertaraf edilmedikçe arada samimî vahdetin, kalbî muhabbet ve rabıtanın aslâ teessüs edemeyeceğini (kurulamayaca- ğını) söyler. • Bu Kara Kitap, din hürriyetini zincire vurma yolundaki zihni- yetin devirden devire, partiden partiye intikal ettikçe nasıl şiddet- lenmiş olduğunu gösterir. • Bu Kara Kitap, din hürriyetine en ağır darbeyi indiren 163. maddenin tesisinde Başvekil Şemseddin Günaltay ile Demokrat Par- ti Başkanı Celâl Bayar’ın nasıl anlaştıklarını ifşa eder. • Bu Kara Kitap bu korkunç maddenin tesisindeki siyasi saikleri gösterir. • Bu Kara Kitap Kur’an’ı eline alarak parlamento kürsüsünde: “Bu kitap yeryüzünde kaldıkça dünyada sulh ve selâmet olmaz” di- yen meşhur din düşmanı Gladston gibi, Bayar’ın da Bursa’da onbin- lerce vatandaş huzurunda mendebur bir kürsüye çıkarak: “Artık bu memlekette şeriat yaşamayacaktır!” diye Şeriat-ı Ahmediye’ye nasıl dil uzattığını izah eder. • Bu Kara Kitap, ilericilik devrimcilik safsataları ile, Bursa nutku icatları, cinâyetlerini meşrûlaştırmak yolunu tutanlardan bahseder. • Bu Kara Kitap, dil bezirgânlarından, mektep kaçkını kiralık âlimlerden istenilen fetvayı vermek için el pençe duran, Türk dilini jandarma süngüsü ile katletmeye kalkışan lisan cellâtlarından bah- seder. • Bu Kara Kitap, Kur’an-ı Azîmüşşan’ın asıl metnini kaldırmak isteyenlerin câniyâne, kâfirâne plânlarından bahseder. • Bu Kara Kitap, Hakka karşı gelenlerin zelîl âkıbetlerinden, hüs- ranlarından bahseder. • Bu Kara Kitap, ıslahatçılık nağmeleri ile işe başlayıp işbaşına geçtikten sonra milleti nasıl kazıkladıklarından bahseder. Maddî, manevî, umumî, hususi... Bu samimi teveccüh ve müza- heretleridir ki imtihanı çok müşkül olan bu dâvamızda başarı ka- zanmış olacağımız hususunda bize büyük bir kuvvet kaynağı olmuş ve olmaktadır. Tevfik Allah’tandır. Mehmed Şevket Eygi 7
Eşref Edib Sapık Zihniyet, Bâtıl İdeoloji Yıkılmadıkça Müslüman Türk Milleti Din Hürriyetine Aslâ Kavuşamaz Bir zamanlar dünyaya meydan okuyan Müslüman Türk milletini çökerten, asırlarca üç kıt’ada hükümran olan Müs- lüman Türk İmparatorluğunu yıkan, parçalayan sapık ve bozguncu zihniyet yıkılmadıkça Müslüman Türk Milletinin din hürriyetine kavuşmasına, halâsına asla imkân yoktur. Her şeyden evvel bu zihniyetin yıkılması lâzımdır. Bu, te- mel dâvadır. Nasıl ki Müslümanlık herşeyden evvel şirkin, puta tap- manın kaldırılmasına ehemmiyet vermiştir. İşin başında bu vazife Peygambere tevdi olunmuştur. Oruç, haç, zekât gibi ana esaslar farz kılınmazdan evvel bütün ehemmiyet şirkin, Allah’a ortak yapmanın, Allah’tan gayriye tapmanın kaldırılmasına, yok edilmesine hasredilmişti. Mekke’de 13 sene gibi geniş bir zaman hep şirkle mücadele edildi. Bu yolda birçok âyetler nâzil oldu. Bu suretle Müslümanlık her- şeyden evvel şirki iptâl etti, tevhidi tesis etti. Bugün de Müslümanlığın, herşeyden evvel, ana dâvâsı, bu sapık zihniyeti yok etmek, din hürriyetini sağlamaktır. Büyük Peygamberimizin yolu budur. Bütün hayatta O, bize bir örnektir. Örnek olmak için Peygamber beşerden olmuş- 9
Kara Kitap tur. O’nun yaptığı işler insanların yapabileceği işlerdir. İn- sanların yapamayacağı işler O’na ve bize yükletilmemiştir. Cemiyet-i beşeriye (insanlık), bugün, İslâmdan evvelki dalâlet (sapıklık) devrini andırır bir vaziyette bulunuyor. Bu meyanda Müslüman Türk milleti de yolunu şaşırmıştır. İmânı çökmüştür. İlhad (dinsizlik) zihniyeti, mânevî varlı- ğını büyük tehlikeye mâruz bir hâle getirmiştir. Bu, nasıl oldu? Millet bu hale nasıl geldi? Nasıl getirildi? Bu güzel memlekete, bu İslâm diyârına ilhad zihniyeti na- sıl sokuldu? Bu sapık, bu bozguncu zihniyet nasıl kökleşti? Memleketin içtimaî âhengini nasıl yıktı? Milletin dinî şeâi- ri (ilkeleri), millî hüviyeti, millî secâyası (karakterleri) na- sıl kemirildi? Millî mümeyyizâtı nasıl aşındırıldı? Mânevî varlığı nasıl soyuldu? Dinden, imandan nasıl uzaklaştırıldı? Bunu ortaya koymak, yapılan işleri göz önüne almak, haki- kati bilmek, öğrenmek ona göre çare aramak lâzımdır. Bu sapık zihniyeti... Allah yolunu bırakarak şeytan yolu- nu tutanların can ü gönülden benimsedikleri, kendilerine mâl ederek dört elle sarıldıkları bu solak, bu yıkıcı, bu sa- pık zihniyet, bu mason zihniyet, bu müfsid, bu bozguncu Marksist ideoloji yıkılmadıkça milletin din hürriyetine ka- vuşmasına aslâ imkân yoktur. Onun için herşeyden evvel bu ana dâvâsının öne alınması lâzımdır. Milleti Nasıl Aldattılar? Memleketi Nasıl Yıktılar? Milletin Mukaddesatını Nasıl Çiğnediler? Tanzimat dediler; memleketin temel bünyesini, temel nizamını tahrip ettiler. Islâhat dediler; baştan aşağı bütün millî düzeni ifsâd ettiler. Meşrutiyet dediler; istibdat çetesi kurdular. Lâiklik dediler; din ve vicdan hürriyetini en ağır zincirlerle bağladılar. Demokrasi dediler; en koyu diktatör- lük idaresi tatbik ettiler. Medeniyet dediler; vahşet ve rezâ- let getirdiler. 10
Eşref Edib Bütün bu bozguncu hareketin neticesi ne oldu? O me- yanda Tanzimatçıların frenkleştirme hareketi, Müslüman Türk milletinin hükümranlığını sarstı; içtimaî hayatını bozdu; Müslüman Türk heyet-i içtimaiyesini (toplumunu) Hıristiyan heyet-i içtimaiyesinin tesir ve nüfuzu altına sok- tu, devlet iflâsa sürükledi, zayıf düşürdü, nihayet Moskof orduları İstanbul kapılarına dayandı. İttihatçılar aynı zihniyeti tâkib ederek memleketi far- mason localarından idareye kalkıştılar. On seneye varmadı; koskoca imparatorluğu inkırâza sürüklediler, devletin te- mellerini yıktılar. Kıt’alar elden gitti, memleket parçalandı, perişan oldu. Kalan bir karış toprakta Halkçılar, İttihatçılardan devral- dıkları sapık, bozguncu zihniyeti bütün hıziyle yürüttüler. Bütün gayz ve kinleriyle milletin mâneviyâtına saldırdılar. Mukaddesatına hücum ettiler. Din müesseselerini kapattı- lar, mekteplerden din derslerini kaldırdılar. Allah, Peygam- ber tanımayan derbeder bir nesil yetiştirdiler. İşte bu yazı serisi, bu hazin mâcerânın hikâyesidir; dört tarihî devrenin fecâyiini anlatır. Birinci, ikinci devirler, yani Tanzimat ve Meşrutiyetin yıkıntıları uzun sürdüğü için onların tahlilini sonraya bırakıyorum. Şimdi yalnız üçüncü ve dördüncü devirleri alıyorum... Bu devirlerde mil- letin öz varlığına, mâneviyat ve mukaddesatına karşı bu bozguncu zihniyetin irtikâp ettiği (gerçekleştirdiği) faciâla- rı hülâseten izah edeceğim. Dinî Neşriyatlara Karşı Katliâm Emirleri • “Gazetelerimizin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bâhis (söz eden) bazı yazı, mütalâa îmâ ve temsillere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihî, gerek temsilî ve gerek mütalâa kabilinden olan her türlü makale ve fıkra ve tefrikaların neşrinden tevakki edil- mesi (kaçınılması) ve başlanmış bu gibi tefrikaların en son on gün zarfında nihayetlendirilmesi.” (T.C. Başvekâlet, Mat- 11
Kara Kitap buat Umum Müdürlüğü, İç Matbuat Dairesi, 1945). • “Biz her ne şekil ve surette olursa memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak dinî bir atmosfer yaratılmasına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine taraftar değiliz.” (T.C. Dahiliye Vekâleti, Matbuat Umum Müdürlüğü, sayı 658 ve 17 Mayıs 1942). Evvelâ şurasını kaydedelim ki, evvel, âhır, benim hiçbir partiyle alâkam, hiçbir siyasî teşekkülle en küçük bir ilgim yoktur; ne geçmişte, ne hâl-i hazırda, 60 senelik neşriyat ha- yatım bunu ispat eder. Siyasete intisap etmiş olmamak iti- bariyle herhangi bir partinin idarecileriyle dostluk ve düş- manlık gibi şahsî bir münasebetim mevzubahis değildir. Hattâ bir muârefem (tanışıklığım) bile yoktur. Kimseden birşey beklediğim de yoktur. Biz tamamiyle partiler üstü olarak, millî ve İslâmî nokta-i nazardan, partilerin, mem- leketi idare edenlerin yalnız ef’âl ve icraatı ile, zihniyet ve ideolojileriyle meşgulüz. Bu itibarla yazımızı herhangi siyasî bir maksada yahud şahsî bir gareze atf etmeye mahal yoktur. Maksadımız, dinimize karşı takib edilen düşmanca ha- reketin, revâ görülen hakaret ve tecavüzün hak ve kanuna, anayasaya, lâikliğe, insan haklarına, demokrasiye aykırı olduğunu ibret nazarları önüne sermek; bir asırdan fazla zamandan beri devam eden milletle idâreciler arasındaki anlaşmazlığın, ayrılığın esas sebebini ortaya koymak; fırka- dan fırkaya, partiden partiye intikâl edegelen sapık ve boz- guncu zihniyet bertaraf edilmedikçe, hakikî surette lâiklik tatbik edilmedikçe, hakikî surette din hürriyeti sağlanma- dıkça, millet sahip olduğu hakkına kavuşmadıkça, millî emâneti üzerine alanlar milletin arzu ve irâdesine sadakat ve itaat göstermedikçe arada samimi vahdetin, kalbî mu- habbet ve râbıtanın aslâ teessüs edemeyeceğini anlatmak- tan ibârettir. 12
Eşref Edib Bâtıl Zihniyet Misyonerlerinin, Terakkiye İslâmiyetin Mani Olduğu Hakkındaki Davâları İflâs Etmiştir Bu bâtıl zihniyetin misyonerleri, Türk milletinin geri kalmasının sebebini İslâm dinine atf ediyorlardı. “Din, me- denî hayata mâni bir zehir” olarak telâkki etmişlerdi. Türk milleti, dininden tecrit edilecek olursa yükseleceği iddiasın- da idiler. Bütün programlarını buna göre tanzim etmişler- di. İcraat ve tatbikatları da bu yolda idi. Hani, milleti yükseltme yolunda ne yaptılar? İslâma kar- şı bu hasmâne tezleri üzerinden çok uzun zamanlar geçti- ği halde ne hünerler gösterdiler? Kalkınma şöyle dursun, cehâlet ve sefâletin daha umumîleşmesinden başka ne ne- tice hâsıl oldu? Müterakki (ileri) milletlerin kalkınma hamleleri umumi- yetle 25-30 sene arasında tamamlanmıştır. Bizde ise evvelce bir asır, sonrada yarım asra yakın bir zaman geçtiği halde ilim sahasındaki geriliğimizde hiçbir ilerleme olmamıştır. Türkiye’nin bundan yarım asır evvelki dünya ilim sevi- yesine nazaran durumu ile bugünkü dünya ilim seviyesine nazaran durumu karşılaştırılırsa umumî dünya terakkisi karşısında bizim ilerici misyonerlerin hiçbir terakki göster- medikleri apaçık anlaşılır. Terakkiye mâni diye İslâmiyete arka çevirdiler ve beynelmilel sahada kaç tane âlim yetiştir- diler? Ne gibi bir keşifte bulundular? Nobel mükâfatını mı aldılar? Bugün müterakki bir milletin seviyesi, yetiştirdiği âlimlerin miktarına göre ölçülür. İşte İslâmiyeti terakkiye mâni addeden bâtıl zihniyet misyonerlerinin, câhil ve liyâkatsiz halkçıların ve o yolda gidenlerin tezlerinin ne kadar boş olduğu, İslâmiyete karşı yaptıkları iftirânın ne kadar hasmâne olduğu bugün tama- miyle anlaşılmıştır. Çünkü bütün akâmete uğramış dâvâla- rı gibi cemiyetleri de haybet ve hüsrâna mahkûm olmuştur. Demek istiyoruz ki, evvelce bir asra, sonra da yarım asra yakın bir zaman tecrübesi yapılan ve sonunda iflâs etmiş olan Halkçıların bu bâtıl zihniyetlerinin devamına ve bu 13
Kara Kitap tecrübenin tekrarına artık milletin tahammülü, güveni yoktur. Bu bâtıl zihniyetin kökü mutlaka kazınmalıdır. Bu yapılmadıkça Müslüman Türk milleti için halâs imkânı yoktur. Yazılarımı muhterem okuyucularımın dikkatle takip edeceklerini, ehemmiyetle nazar-ı itibâre alacaklarını ümid ederim. Çünkü bu mesele, Müslüman Türk milletinin ana dâvâsıdır. Bu mason, bu sapık ve bozguncu zihniyetle dinimiz arasındaki mücâdele, hayat-memat (ölüm-dirim) mücadelesidir. Muhterem okuyucularım! Maksadımız, milletin en derin bir derdini teşhirdir. Muhterem okuyucularımın ciddî alâkalarını beklerim. Boş sayfaları doldurmak için bu yazıları yazmıyorum. Boş vakitlerinizde size bir meşgâle olmak için bu zahmete katlanmıyorum. Milletin en derin bir ızdırabını, en derin bir derdini teşhir ediyorum. Sözlerimi can gözüyle okuma- nızı, can kulağı ile dinlemenizi isterim. Şöyle bir göz gezdi- rip de bu varakpâreyi manavdan alacağınız zerzavata sargı kâğıdı yaparsanız, çok üzülürüm, hakkımı helâl etmem. Kendiniz candan okuyacağınız gibi, mü’min kardeşlerini- ze de candan okutursanız, bu sinn ü sâlde Hak yolunda bu kadar zahmette bulunduğuma canım yanmaz. Bizim vazi- femiz, hak ve hakikati tebliğden ibârettir. Zulüm ve sefâlet yüzünden batan milletlerin âkıbetlerini gösteren Kur’an’ın ikazları insanlar için büyük bir ibret levhalarıdır. Biz yaşa- dığımız devri, olduğu gibi tarihe tevdi etmekle mükellefiz. Vazifemizi yapıyoruz. Her hal ü kârda tevfik ve hidâyet yal- nız Allah’tandır. Zararlı Bir Komite Lâikliği din aleyhtarlığı mânâsına anlayan ve o yolda tat- bik eden halkçıların günâhı çok büyüktür. Çünkü onların 14
Eşref Edib devrinde Müslüman Türk milletinin imânı, millî secâya- sı, millî hüviyeti, dinî şeâiri çok sarsılmış, asırların yapa- mayacağı tahribata maruz kalmıştır. Bu devirde CHP’nin bozguncu, sapık zihniyeti, büzün azgınlığı, bütün şiddet ve ceberrûtiyle tatbik olunmuştur. Bunun neticesidir ki, bugün dinden, imândan mahrum, millî değerlere düşman, komünizme âşık, haymatloz, derbeder, serseri bir nesil ye- tişmiştir. Bütün icrâatı ile sabit olmuştur ki, Halk Partisi denilen bu teşekkül, bu komite, alelâde bir parti değildir. Başka bir karakteri, kendisine has bir ideolojisi vardır ki, bunu bir din gibi telâkki eder; halkın kafasına yerleştirmek ister. Bu itibarla alelâde bir siyasî teşekkülden ziyâde ideolojik bir ko- mite, bir topluluktur. Eline fırsat geçtikçe, ideolojisini, bâtıl akidesini zorla tatbike çalışır. Mâlûm bâzı memleketlerde olduğu gibi... Karşısında iki muhtelif kuvvet vardır: Biri siyasî parti- ler, biri de dindir, İslâm dinidir. Siyasî partilerle olan mü- cadelesi, sandalya kavgasıdır. Fakat din ile, Müslümanlıkla mücadelesi ideoloji meselesidir. Kırk senelik hayatı bunu şâhididir, tuzağına düşürür, iktidarı eline alır. Fakat Müs- lümanlıkla mücadelesi başka bir mâhiyet arz eder. Bozuk, yıkıcı, devirici ideolojisini, bâtıl akidesini kafalara, kalblere yerleştirmek için evvelâ zemini müsâid hâle getirmek yo- lunu tutar: Bütün din müesseselerini kapatır, bütün mek- teplerden din tedrisatını kaldırır, zâlimane kanunlarla dinî sımsıkı bağlar, demir çember içine alır. En ufak dinî bir faaliyeti, İslâmî bir inkişafı amansız bir surette boğmaya çalışır. Dinî neşriyâta karşı şiddetli bir vaziyet alır. Engizisyon- vârî emirler ve kanunlarla dinî neşriyatın kökünü kurutur. Dinî yazı yazanları mahkemelerde süründürür. Bin türlü müşkilât çıkarır. Müesseselerini târûmâr eder. Kendi bâtıl zihniyeti ve ideolojisine taraftar olanlara hazinenin kapıla- rını açar, onları zenginleştirir, emrinde kullanır. Bu suretle dine karşı matbuatta bir cephe hazırlar. 15
Kara Kitap Din ehline karşı bütün geçim kapılarını kapar, onları sı- kıntı içinde kasıp kavurur, dilenecek hâle getirir. Elindeki vasıtalarla, emrindeki gazetelere tahrik ettirir. Onları kü- çük düşürecek hiçbir fırsatı kaçırmaz. Mekteplere kol atar, çocukların kafalarından, kalble- rinden Allah fikrini yıkmak için tıyneti bozuk, sapık öğ- retmenleri kışkırtır. Onlara türlü maskaralıktan yaptırır. Tertipli (düzmece) hikâyelerle, kötü telkinlerle mâsum yav- ruları zehirler. Din talebelerini sokağa döker, komünist yuvalarını açar, adına Köy Enstitüleri der. Plânlı telkinatla çocukları din- den, ahlâktan uzaklaştırır, köylerin millî ve dinî âhengini bozacak ihtilâlci unsurlar yetiştirir. Dinsiz, imansız, komü- nist ruhlu öğretmenleri himâye ve teşvik eder. Rusya’daki dinsiz kulüplerden ilham alarak “Halk evle- ri” açar. Orada halkın dinî hislerini aşındıracak türlü mef- sedetlere tevessül eder. Onlara din kitaplarının ve dergileri- nin girmesini şiddetle yasaklar. Câmileri, mescitleri kapatıp oraları kızıl mâbed haline koymayı tasarlar. Pespâye muharrirler bulur, onlara İslâm diniyle istihzâ, tahkir, Müslüman halkın âdetleri ve mukaddesatı ile alay eden piyesler yazdırır; mekteplerde, tiyatro sahnelerinde oynatır. Bu suretle halkın mukaddes hislerini çiğnetir. Düzme tarih kitapları hazırlar. Yalanlarla, iftirâ ve is- natlarla düzenbazlıklar yapar. Hakikatleri değiştirir. İslâm tarihini tahrif eder. Dinî cemiyet teşkilini meneder. Müslümanlığın inkişâfı- na meydan vermemek, kendi bâtıl akidesini yürütmek için hakâyik-ı îmâniyeye (iman hakikatlerine) hasım kesilir. Mu- hayyel suçlar, cepheler ihdâs eder. Gelecek yazılarımızda madde madde göstereceğimiz bu icraat lâikliğin böyle dine aleyhtar tatbikatı, komünist diyâ- rından başka dünyanın hiçbir medenî ve lâik memleketin- de yoktur. 16
Eşref Edib İşte Halkçılar iktidarda oldukları uzun zamanlar bü- tün icraat ve tatbikatlarını hep böyle lâikliğe aykırı olarak yaptılar. Onlara bu hareketlerinin hesabını soran olmadı. Çünkü onların yerlerine gelecekler, o kökten idi. Yaktılar, yıktılar, bu asîl, bu faziletli milletin mânevî varlığını soydu- lar, soğana çevirdiler. Din harâb, imân türâb oldu. Emaneti ehline vermeyen gafil Müslümanlar, işledikleri büyük bir suçtan dolayı tövbe ve istiğfar etsin, Allah’tan af dilesinler... Din Müesseselerini Kapattılar, Ahlâk Mezbahalarını Açtılar. Cümlece mâlûmdur ki, Halkçılar, evvelâ memlekette din müesseselerini kapatmakla dine karşı, İslâm dinine karşı taarruza başladılar. Din müesseselerinde kırk bin din talebesi, yatakları omuzlarında, sokaklarda perişan bir hâl- de, göz yaşları dökerken onlar iyş ü işret sofralarında ra- kılar, viskiler, şampanyalarla, zevk ve kahkahalarla, sabah- lara kadar icrâ-yı şâdumanî eylediler. Maarif Vekillerinin, şampanya kadehini kaldırarak: - Bugün kırk bin yobazın yuvalarını târumâr ettim, diye attığı nâralar, hâlâ milletin kulağında çınlamakta, kalbini tutuşturmaktadır.1* Din müesseselerinin kapıları üzerine vurulan kara ve kızıl kilitler, uzun yıllar, bir çeyrek asırdan fazla zaman kaldı. Bu zâlimâne.. bu mülhidâne hareket karşısında din adamı yetişmesine imkân kalır mıydı? Bu suretle mâbedleri imamsız, minareleri müezzinsiz, köyleri hocasız bıraktılar. Ölüleri gasledecek, defnedecek imam kalmadı. Cenazeler ortada tefessüh edecek (kokuşacak) hâle geldi. Hâlbuki bu din müesseseleri, Şeyhülİslâm Hayri Efendi zamanında Dârü’l-Hilâfe Medreseleri nâmıyla yepyeni bir tarzda teşkilâtlanmış, modern bir hâle gelmişti. Bilhassa 1* Bu cür’etkâr vekilin bilâhare bağırsağı patlayarak kazurası (pisliği) ağzından geldi. O hâlde cehennemi boyladı. 17
Kara Kitap ahlâk ve terbiyeye ehemmiyet verilmiş olmak itibariyle millet nazarında fevkalade teveccüh ve rağbete mazhar ol- muş, çok büyük bir mevki kazanmıştı. O derece ki, birçok vatandaşlar, hattâ hayli meb’uslar, çocuklarını liselerden alarak Dârü’l-Hilâfe Medreselerine vermeye başlamışlardı. Maddî, mânevî böyle mütekâmil bir şekilde meydana çıkan ve ilerlemekte olan bu din müesseseleri Halkçıların bozuk ideolojisi için büyük bir tehlike teşkil ediyordu. Din müesseselerinin bu inkişafından, devlet ve millet menfaa- tına memnun olmak icab ederken, kırk bin din talebesini bir anda sokağa döktüler, memleketteki bütün müessesele- rinin kapılarını zincirlediler. Tarih, böyle bir şenaati kayd etmemiştir. Ancak, dinsiz, imânsız Bolşeviklerin diyarında böyle cinâyetler işlenmişti. Apâşikâr görülüyor ki, bu cinâyet, ancak dinin, Din-i Mü- bin-i İslâm’ın kökünü kurutmak maksadıyla irtikâp olun- muştur. Nitekim öyle oldu. Bu tecâvüz ve taarruzlar İslâmın varlığının temellerini sarstı. Pekâlâ anlaşılıyor ki, din müesseselerinin ve din ule- masının İstiklâl Harbi zamanında Müslüman halkı müca- deleye teşvik ve bilfiil harbe iştirâk hususundaki büyük hizmetlerini gören Halkçılar, bu mânevi kuvvetin, ilerde- ki mutasavver tatbikatlarına, plânlarına engel olabileceği endişesiyle din ehlinin kudret ve nüfuzlarını kırmak için zaferden sonra din müesseselerini kapatmayı, din ehlini kudretsiz hâle getirmeyi, ilkeleri, ideolojileri için bir zaru- ret telâkki etmişlerdi. Nitekim yaptıkları bütün işlerle bu hakikat tezahür etmiştir. * Şayan-ı dikkattir ki, Halkçılar, İslâm dininin tâlim ve tedris müesseselerini böyle büyük bir gayz ve şiddetle yıkar- ken, Hıristiyan ve Yahudilerin ve diğer bütün gayri müslim- lerin din müesseselerine karşı en ufak bir müdahalede bile bulunmadılar. Ezcümle, Heybeliada’daki Papaz Mektebi fe- rih fahur kemâl-i emniyet ve serbestî ile Hıristiyan din ada- 18
Eşref Edib mı yetiştirmekte devam etti. Dahildeki Hıristiyan mâbed- lerinden ve mekteplerinden başka harice de din adamları gönderecek derecede faaliyette bulunurlar. Diğer taraftan, misyonerlerin bütün din müesseseleri de kemâl-i serbestî ile faaliyetlerinde devam ettiler. Halkçılar onların kıllarına bile dokunmadılar. Demek, Halkçıların yegâne hasmı, ye- gâne taarruz hedefi, Müslüman müesseseleri idi. Halkçıların bu şenaati, Müslüman Türk milletinin kal- binde çok derin yaralar açtı ki, asırlar bu yarayı iyi edemez. Bu acı bu yürekler yakan hıyanetler hâtıralardan silinemez. Bu şenaatları irtikâp edenleri millet nasıl ister, ona nasıl itimat eder? Nasıl güvenir? * Din müesseselerinin kapılarını zincirleyen, kırk bin din talebesini sokağa döken, bütün mekteplerden din derslerini kaldıran Halkçılar, açtıkları Köy Enstitülerinde komünist öğretmenler yetiştiriyor, bunları Rusya’ya gönderiyor, ora- da tahsilini ikmâl ettiriyor, sonra onları mâsum Türk yav- rularının başına geçiriyordu. O Köy Enstitüleri ki, orada kız ve erkek çocuklar bir ara- da bulunduruluyor, her türlü rezaletler oluyor, sık sık idare- cilere içkili, danslı ziyafetler veriliyor, mumlar söndürülü- yor, diploma yerine kucaklarında bir p.çle evlerine dönenler oluyordu. O Köy Enstitüleri ki, orada Marks’ın beyannâmesi, ko- münist eserleri öğretiliyor, Müslüman Türk milletinin dinî örf ve âdetleri tahkir, mukaddesatı tezyif ediliyordu. En re- zil hikâyeler okutuluyor, en bî-edebâne (edepsizce) piyesler oynatılıyordu. Bu komünist batakhânelerine oluk oluk dev- let parası akıtılıyordu. Mekteplerden Din Derslerini Kaldırmak Şenaatında Bulundular Halkçıların, Müslüman Türk Milletinin mânevi varlığı- 19
Kara Kitap na karşı taarruzlarının en şeni’lerinden biri de bütün Müs- lüman Türk mekteplerinden din derslerini kaldırmalarıdır. Bu yüzden Müslüman halkın, Halkçılara karşı buğzu, nef- reti, gayz ve kini çok derindir. Asırlar geçse millet, onların bu şenaatini unutmaz. Halkçıların bu hareketi vatan evlâdı için öyle bir cinâyet, öyle bir felâket olmuştu ki, gençliğin bütün istikbâlini dalâlet içinde bırakmış, kalbini karart- mış, ruhunu çöktürmüştür. Vicdanı boş, dinden, imandan mahrum bir neslin yetişmesine imkân vermiştir. İslâm tarihinin dört asırlık hayatında çok zâlimler, çok din düşmanları gelmiştir. Fakat hiçbiri İslâm’ın temellerine bu kadar şenî bir hıyânette bulunmamıştır. Bulunmak ak- lına da gelmemiştir. Beşeriyet, medeniyet tarihinde de böyle körpe, böyle mâ- sum dimağları dalâlette bırakacak câniyâne suikast vâki değildir. Hiçbir millet evlâdı böyle zâlimâne bir şenâat kar- şısında kalmamıştır. Böyle bir cinâyeti akıllar, havsalalar almaz. Salâbet ve şehâmet-i diniyesiyle mümtaz Müslüman Türk milletinin Peygamber adını; kalblerinden iman nûru- nu hâin tırnakları, evlâtlarının ellerinden Kur’an cüzleri- ni; lisanlarından Allah kelimesini söken, parçalayan yırtıcı mahlûkların canavarlığı Müslümanlık tarihinde, insanlık tarihinde, medeniyet tarihinde, kapkara, kıpkızıl bir sahife olarak tescil edilmiştir. Nasıl da kıydılar? Cehennem zebânisi gibi, nasıl kudur- muşcasına saldırdılar? Nasıl bu mel’anet ve şenâati irtikâp ettiler? Bu öyle şeytânî, öyle Ebûcehilvârî bir hareket idi ki, İslâmı tâ temelinden zir ü zeber etmek, İslâm fideliğini ku- rutmak, harabezâra çevirmek için düşünülmüş, danışılmış kasd-ı mahsusla yapılmıştı... Müslüman Türk milletinin bu temel fideliği böyle ku- rutulduktan, harâbezâra çevrildikten sonra bir İslâm cemi- yeti, bir İslâm milleti nasıl yetişebilir, nasıl neşv ü nemâ bulabilirdi? Temelleri bombalanmış olan bu koca mebnâ-yi îman nasıl ayakta kalabilirdi? Bu sûikasda kurban olan ne- 20
Eşref Edib sil, Allah’a, Peygamber’e îman şöyle dursun, bu mefhumla- ra düşman olmaz mıydı? Nitekim olmadı mı? Bu azgın ve kızgın sûikasd devri, aylar, yıllar değil, çey- rek asırdan fazla zaman devam etti. Bütün memleket mek- teplerinde Allah’ın, Peygamberlerin adı anılmadı. Anılmak şöyle dursun, tahkir ve tezyif edildi. Mâsum yavrucuklar böyle dinsiz, imansız yetiştirildi. Müslüman Türk milletinin yavruları böyle dinsiz, iman- sız yetiştirilirken, öte taraftan Hıristiyanların, Yahudilerin, Müslümanlardan başka bütün milletlerin çocukları mek- teplerinde cayır cayır din dersleri alıyor, kendi dinlerine göre dinli, imanlı yetişiyorlardı. Halkçılar, Müslüman Türk milletinin yavrularının İslâm dininin ilmihâlini öğrenmemeleri için o kadar zâlimâne hareket ediyorlardı ki hususî surette çocuklarına din dersi, Kur’ân-ı Kerîm dersi vermek isteyen Müslümanların evleri basılıyor, mâbetleri basılıyor, Kur’ân okutan, din dersi ve- ren hocaları polisler yakalıyor, cürm-i meşhud mahkeme- lerine sevk ediyorlardı. Hattâ, hattâ... O derece ki –halkın anlattığına göre- Bursa’da polisler kapıları dinliyor, içerden Kur’ân sesi gelen ev sahipleri dinî tedrisatta bulunmak suçu ile sorguya çekiliyorlardı. * Müslüman Türk milleti işte uzun zaman böyle yaşadı. Dinî, îmanı, mukaddesatı, bütün mânevî varlığı böyle re- zil edildi, böyle tahkir ve tezyif olundu. Müslüman Türk milleti bu azgın küfür ve dalâlet devrini unuttu mu? Unut- masına imkân var mı? Bu zulümleri, bu şenâatleri irtikâp edenleri sevebilir mi? Sevmesine, istemesine imkân var mı? Dünyada zerre kadar îman, zerre kadar insanlık haysiyet ve şerefi olan hiçbir insan, hiçbir Müslüman, hiçbir cemiyet, hiçbir millet, hiçbir kavim yoktur ki, bu zulümleri irtikâp edenleri sevsin, istesin... 21
Kara Kitap Din Kitaplarını Kamyonlarla Toplayıp Mezbelelerde Yaktılar Bir aralık Halkçılar, zulüm ve şenâatlerini o derece ileri götürdüler ki, Kur’ân dili ile yazılı namaz sûrelerini ihtiva ettiği için, çocuklara mahsus olmak üzere neşredilen din kitaplarını bütün memleketten kamyonlarla toplattılar. Polis karakollarında ayaklar altında süründürdüler, sonra da mezbelelere attılar, büyük takdirlerle bu şenâati cihâna ilân ettiler. Bu cinâyeti irtikâp eden, kara ve kızıl kalpli bir münâfık idi. Kendisine bizzat: - Bu yaptığınız hareket lâikliğe, din ve vicdan hürriyeti- ne sığar mı, dediğimiz zaman gülmüş: - Artık, Türk çocukları Arab’ın dilinden hoşlanmaz, bir şey anlamaz... demişti... Bu kadar küstahlaşan bu adam, bu derece şenî (kötü) bir harekette bulunurken, Çankaya’da karargâh kuran Halkçı- ların şefi İnönü’nün en büyük iltifat ve ikramlarına mazhar oluyordu. 1942’de “Kur’an’dan İktibaslar” adıyla neşrettiğimiz bir eser de bütün memleket kütüphanelerinden toplattırıldı. Baştan başa âyet-i kerimeden ibaret olan bu mübârek eser, karakollarda ayaklar altında süründürüldü. Zamanın, Mat- buat Müdürü, Halkçıların gözdesi, ideolojinin baş mümessi- li, meşhur müseccel (tescilli) solcu Vedat Nedim Tör “Dahili- ye Vekâleti Matbuat Umum Müdürlüğü, 653 ve 17 Mayıs 1942 tarihli” bize gönderdiği tezkerede şöyle diyordu: “Biz her ne şekilde ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dinî neşriyat yapılarak, dinî bir atmosfer yaratıl- masına ve gençlik için dinî bir zihniyet fideliği vücuda geti- rilmesine taraftar değiliz.” Vedat Nedim ki, komünist partisi kurmak ve Rusya he- sabına Türkiye’ye ihanet etmek suçuyla muhakeme edildiği sırada şöyle itirafta bulunmuştur: “1925 tevkifatı (tutuklamaları) üzerine kaçan Şefik Hüs- 22
Eşref Edib nü’nün Moskova’dan gönderdiği tâlimatı aldıktan sonra, merkez hey’etinden olup tevkif edilmeyen Mahmut, Salih ve Faik ile faaliyete geçtik. Mevkuf (tutuklu) arkadaşlara Moskova’dan Kızıl Yardım Teşkilâtı tarafından gönderilen paraları dağıttık. Moskova ve haricî büromuz bizden daha fazla faaliyet ve tahrikler istedi; gazetelere aksedecek faa- liyetler göremeyince de muntazam gönderilen bin dolarlık tahsisat kesildi.” (Senatör Doktor Fethi Tevetoğlu: Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyeti) İşte bu millet, böyle çeyrek asırdan fazla zaman bu zâlimlerin boyunduruğu altında inledi durdu. Bütün bu şenâatlere, bütün bu hakaret ve zilletlere tahammül etti. Ne de sağlam canı varmış. Ne de tahammül kabiliyetinde imiş. Zulüm ve tazyik, korku ve tedhiş ne kadar da onun şerefini, izzet-i nefsini korumadan uzaklaştırmış!.. Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashab-ı kiramın toplu bulundukları bir sırada elini şakağına koyarak düşünceye dalmış ve demiş ki: -Bir gün gelecek, insanlar sofrada buyurun buyurun diye yemeğe dâvet olunduğu gibi, yabancılar Müslüman memle- ketlerini birbirine böyle peşkeş çekecekler! Ashab-ı kiram çok müteessir olmuşlar: - Aman yâ Resûlallah, demişler; o zaman İslâm ümmeti pek az mı kalacak? - Bilâkis, pek çok olacak. Fakat, sellerin kenara attığı sa- man çöpleri gibi olacaklar; kalblerine vehn ârız olacak!.. - Vehn nedir? Yâ Resûlallah! - Vehn, hayatı sevmek, ölümden korkmak!.. Müslüman Türk Milleti bir zaman için böyle hisleri don- durulmuş, dalâlete sürüklenmiş, saman çöpü hâline geti- rilmişse de, fıtratındaki asâlet ve şehâmet dolayısıyle çok geçmeden bu bâdireyi atlatmış, Allah’ın tevfik ve hidâye- tine mazhar boyunduruğu parçalamış, zâlimleri başından 23
Kara Kitap atmış, hürriyet ve şerefine izzet-i nafi ve haysiyetine kavuş- muştur. Kiliselerde Çanlar Çalınırken, Minarelerde Allahu Ekber Diyenler Zindanlara Atılıyor- du Halkçıların müthiş şenâatı da, Kur’an lisanı ile Peygam- berimizin dili ile olan Ezan-ı Muhammedî’yi yasak etmiş olmaları idi. Nice zamanlar câmilerde, mescidlerde, mina- relerde Allahu ekber diyenleri zindanlara doldurdular. Pey- gamberimizin dili ile olan Ezan-ı Muhammedî, İslâm vah- detinin muazzam ve muhteşem bir şiarı, bir sembolüdür. Dünyanın neresine gitseniz, minarelerinde Ezan-ı Muham- medî’yi dinlersiniz. “Allahu Ekber” lâfza-i celâlini işitirsi- niz. Bunu bozmak, İslâm vahdetini parçalamaktır. “Allahu Ekber” lâfza-i celâlini câmilerde, minarelerde, bütün İslâm mâbedlerinde yasak etmek, Müslümanların kalblerine han- çer sokmaktan, dinin en yüksek bir şiârını yıkmaktan İs- lâm’ın temeline bomba koymaktan başka bir şey değildir. Dünyada nice zâlimler, nice deccallar gelmiştir fakat hiçbirisi böyle bir şenâatı irtikâp etmemiştir, etmek hatırı- na da gelmemiştir. Bu, dine, din-i mübin-i İslâm’a karşı ta- arruz ve tecavüzün en şenii’dir (fenası); din düşmanlığının, İslâm düşmanlığının en bâriz delilidir. Halkçılar, bu şenâatı irtikâp etmekle Müslüman Türk Milletinin kalbini hançerlemiş, yüzlerce milyonluk bütün İslâm dünyasının vicdanını tutuşturmuşlardır. Bu öyle kâ- firâne, öyle zâlimâne bir taarruzdur ki, bunu yapanları İs- lâm dinine, İslâm imanına karşı içlerindeki husumetini ne derece şedid, ne derece kızgın, ne derece kapkara ve kıpkı- zıl olduğunu göstermeye kâfidir. • Bu şenâatın irtikâp olunduğu sıralarda idi, bir millet- vekili Büyük Millet Meclisi kürsüsünde, Müslüman halkın ızdırabını şöyle dile getirmiştir: 24
Eşref Edib “Seçim günlerinde köylüler bize ne dedi, bilir misiniz? Biz açız, sefaletteyiz, çoluğumuz çocuğumuz gıdasızlıktan bitkin bir hâldeyiz. Fakat bunlardan ziyâde bizim gücümü- ze giden, bizi müteessir (üzen) eden şey, câmilerimizden, minarelerimizden, mübarek ezanımızı, “Allahu Ekber” dememizi yasak etmeleridir. Bizi Kur’an dilimizle, Peygam- berimizin dili ile ibâdetten menetmeye Allahu Ekber dedi diye, Kur’an dili ile kelime-i şahadet getirdi diye imamla- rımızı, müezzinlerimizi zindanlara atmaya ne hakları var- dır? Lâiklik bu mudur? Hangi köye gittiysek hangi şehirli ile görüştü isek bunu söylediler.” * • Müslüman Türk Milletinin câmilerinde, minarelerin- de Allahu Ekber demeleri yasak edilirken, hıristiyanların kiliselerindeki çanlar, ferih (ferahlı), fahur (övünen), mem- leketimizin her tarafında âfâkı (gökleri) inletiyordu. Bu şirk ve küfür çanlarına hiç ilişmeyip de, Tevhidi cihana yayan Müslüman Türk Milletinin mâbedlerinde okunan Ezan-ı Muhammedî’ye karşı taarruzları, küfre karşı muhabbetin, imana karşı husumetin en açık alâmeti, en açık delili değil midir? Böyle İslâm’ın mukaddesatına düşman bir komiteyi Müs- lüman Türk Milleti nasıl sevebilir? Sevmesine, istemesine imkân ve ihtimal var mı? Câmilerdeki Lâfza-İ Celâl Levhaları İndiriliyor, Bizans Putları Meydana Çıkarılıyordu. Fâcialar Yangın Gibi Her Tarafı Sarmıştı. • Halkçıların azgın devirlerinde Kur’an Diline karşı hu- sumet o kadar ilerlemişti ki, câmilerde gizli gizli Müslüman çocuklarına namaz sûrelerini okutan hocalar polisler tara- fından yakalanıp cürm-i meşhud (suçüstü) mahkemelerine sevk olunurdu. Harf Kânunu’na aykırı hareket suçu ile gün- lerce, aylarca mahkemelerde süründürülürdü. 25
Kara Kitap • Diğer taraftan Halkçıların zabıtası, çarşı pazarlarda Kur’an cüzlerini satanları takip ediyor, eline geçirdiklerini mahkemelere sevk ediyordu. • Çocuklara Kur’an okutan hâfızları karşıdan dinlemeyi bile menetmişlerdi. Çocuklar Kur’an sesini işitmeyecekler- di. • Senirkentte “Halkevleri” kütüphanesi te’sisi bahâne- siyle Müslüman halktan toplanan dinî kitaplar, kıymetli yazma Kur’anlar, tefsirler yok edildi. Bu eserlerin bir tane- si bile meydanda kalmadı. Müslümanlar, evlerinde bulu- nan Kur’an’ları, tefsirleri, dinî eserleri, hakayık-ı Kur’aniye (Kur’an hakikatleri) ve îmaniyeden bahseden risaleleri, po- lisin eline geçmemek için zahîre anbarlarında, odun depo- larında, samanlıklarda saklıyorlardı. • Câmilerde mihrabların etrafındaki mum şamdanları- nın üstünde yazılı “Maşaallah” yazılarını kazımışlardı. Abi- deler, çeşmeler üzerindeki âyât-ı kerîme yazılı mermerler parçalanmıştı. • Harbiye Nezareti’nin (şimdiki Üniversite’nin) kapısın- daki Fetih âyet-i kerîmesi yazılı cihan-değer kıymeti hâiz nefis levha üzerine siyah ve kızıl bir taş perde çekilmişti. • Câmilerde Hulefa-yi Râşidin isimlerini hâvi levhalar indirilmiş, şuraya buraya atılmıştı. Sanki müthiş bir yan- gın ortalığı kaplamış, sanki bir işgal ordusu memleketi is- tilâ etmiş gibi Kur’an lisanı ile yazılı ne varsa, hep kırılıyor, parçalanıyordu. Âsâr-ı atika (eski eserler) diye bile bırakıl- mıyordu. • Ayasofya Câmii’ndeki muazzam ve muhteşem lâfza-i Celâl, Hazreti Muhammed ve Hulefâ-yi Raşidîn levhaları yerlerinden sökülmüş, indirilmiş. Bizans putları meydana çıkarılmış ve bu putlara çeki düzen verilmişti. Muhteşem levhaları yok etmek, parçalamak için meçhul semtlere götürmek istemişlerse de, kapılardan çıkarmak mümkün olmadığı için bu cinâyeti irtikâba yol bulamamışlar, ci- 26
Eşref Edib han-değer kıymette olan o nâdide eserleri, toz toprak içinde mahvolmak için bir kenara atmışlardı. • Ayasofya’nın minareleri de yıktırılıyordu. Fakat mâbed binasına zarar getireceği için bu şenâati irtikâba yol bula- madılar. • Birçok câmiler câmilikten çıkarılmış, hangâr hâline getirilmiş, ahır olmuş, Yahudilere, Ermenilere satılarak şa- rap deposu yapılmıştı. • Afyon’da şimdiki Zafer Parkı’nın bulunduğu yerde “Kışla Câmii” vardı. Afyon’un en büyük tarihî câmii idi. Bir gece içinde yıktırıldı. • Böylece memleketin her tarafında yüzlerce, binlerce câmi yıktırıldı, satıldı, depo ve ahır yapıldı. • Merhum Risale-i Nûr müellifi Barla’ya sürüldüğü za- man, orada bir mescidi tâmir ettirmişti; orada namaz kı- lıyordu. Halkçılar bu mâbedi de hâk ile yeksan (yerle bir) ettiler. Dinî Neşriyata Karşı Resmen Katliâm Emirleri Verdiler, Mâbedlere, İbâdetlere Taarruza Kalkıştılar. • Bir ara Halkçıların azgınlıkları, dinî neşriyata karşı engizisyonvâri şiddetli taarruz ve tecâvüzleri, katliâmları o dereceyi buldu ki, 1945’de Matbuat Umum Müdür Muavi- ni İzzettin Nişbay imzası ile İstanbul gazetelerine şöyle bir tebliğde bulundular: “Gazetelerinizin son günlerdeki neşriyatı arasında din- den bâis yazı, mütalâa, îmâ ve temsillere rastlanmakta- dır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihî, ge- rek temsilî ve gerek mütalâa kabilinden tevakkî edilmesi (sakınılması) ve başlanmış bu gibi tefrikaların en çok on gün zarfında nihayetlendirilmesi...” (Başvekâlet, Matbuat Umum Müdürlüğü İç Matbuat Dairesi.) • Kendi zulümlerini, bozguncularını örtmek için “geri 27
Kara Kitap kalma”nın bütün suçunu İslâm dinine yüklettiler. Kırk sene bu zulümlere, bu mülhid (dinsiz), bu bozguncu hareketle- re iştirak eden, bu mefsedet (fesatçılık) bataklığında neşv ü nemâ (ortaya çıkan) bulan, fakat sandalya kavgası yüzün- den ayrılan bâzı elebaşıları şimdi “CHP’nin dine karşı geldi- ğini, memleketin huzurunu bozan bir zihniyet taşıdığını”2* açıkça söylüyorlar. Buna intâk-ı hak (hakkı dile getirmek) derler. A beyefendiler! Dine karşı gelen, memleketin huzu- runu bozucu bir zihniyet taşıyan bu bataklık içinde kırk sene nasıl yaşadınız? Yoksa tefessüh eden (çürüyen), yere se- rilen, can çekişen bu ...yi başka bir ad ile hortlatarak milleti yine o cehenneme sürüklemek mi istiyorsunuz? • Kendi akidelerini, kendi sapık zihniyeti ve ideolojileri- ni yaşatmak için İslâma cephe aldılar. Kendi cephelerinin elemanlarını yetiştirmeye koyuldular. Tezek edebiyatçıları- nı himaye ettiler, yükselttiler, zenginleştirdiler, matbuatın onların eline geçmesini temin ettiler. • Birçok öğretmenleri kendi bozguncu orduları hâline getirdiler. Onları her surette techiz ettiler (donattılar). Ma- sum vatan evlâtlarını zehirleyecek şekilde yetiştirdiler. • Husumet tevcih etmek (yöneltmek) suretiyle ideolojile- rini besleme yoluna giderek “Mürteci, gerici, nurcu, inkilâp aleyhtarı, rejim düşmanı...” gibi muhayyel (hayâl mahsulü) düşmanlar icat ettiler. Uzun seneler İslâma hücum etme- lerinin sebebi budur. Eğer hücum etmezlerse ideolojilerini inkâr etmiş olurlardı. • Azgınlıkları o dereceye kadar varmıştı ki, bir yıldö- nümünde sokaklarda dolaşan şuursuz sürüler: “Karabaş tecvidini yırttık, parçaladık”3* diye omuzlarında taşıdıkları kocaman levhalarda Müslüman Türk Milletinin mukaddes kitabını tahkir (hakaret) ve tezyif ettiler (alaya aldılar). • Câmi duvarlarında, asılı olan Kâbetullaha, Beytullaha 2* Turhan Feyzioğlu’nun ve Emin Paksüt’ün beyanatları 24/5/1967 günkü gazeteler. 3* Karabaş Tecvidi: Kur’ân’ın Kıraat usûlünü öğreten kitap. 28
Eşref Edib aid tablolar toplattırılıyor, parçalanıyor, yahud bilinmeyen yerlere götürülüyordu. Bugün bu nefis tabloların hiçbirinin nam ve nişânı kalmamıştır. • Halkevlerine dinî kitapların, Kur’an cüzlerinin girmesi yasak edilmişti. Yapacakları cinayetin programı şöyle idi: Câmiler câmilikten çıkartılacak, halkevlerine benzetile- cekti. Halkevleri câmilerin yerine geçecekti. Yâni câmiler halkevi, halkevleri puthâne olacaktı. Diyânet teşkilâtı lâğ- vedilecekti (ortadan kaldırılacaktı). İbâdet usul ve zamanla- rı değiştirilecekti. Kur’an’ın mübârek metn-i aslîsi kaldırıla- cak, yasak edilecekti. • “Ben Cumhuriyet neslindenim. Bizim kazada, değil fes, bere ve benzeri şapkalardan başka şeyler giymek, saka- lı olanların başları açık olarak gezmeleri bile suçtu... Ağır cezaları müstelzim (gerektiren) bir suç!” (İsmail Oğuz, Mu- harrir.) Câmileri, Halkevleri Şekline Koymayı Tasarladılar • Halkçıların büyük kurultayının 15 Mayıs 1944 olağa- nüstü toplantısında mevzuubahis olan rapor aynen şöyledir: “1 – Dünya işlerini din işlerinden tamamiyle ayırmış olan bu rejimde Diyânet İşleri Reisliği gibi teşkilâtın yer al- maması. 2 – Kur’an ve din tatbikatının öztürkçe olarak tanzim ve tertibi (düzenlenmesi). 3 – İbâdet yerlerinin Türk geleneğine uygun bir tarza ko- nularak halkevlerinin ibâdet yeri ibâdet yerlerinin de hal- kevlerine benzer bir şekle ifrağı (hâle sokulması). 4 – Ruhbanlığın icâbı olan herşeyin silinmesi, ezcümle sarık, cübbe ve din tatbikatında kullanılan her nevi kıya- fetin ilgası. 5 – İbâdet usûl ve zamanlarının tanzimi. 29
Kara Kitap 6 – Diyânet İşleri Reisliği yerine, Dil Kurumuna benzer bir teşkilâtının devlet bünyesinden çıkarılarak millete mâl edilmesi.” • Rusya’da din müesseseleriyle çarpışmak için “Allahsız- lık kulüpleri” kurulmuştu. Halkçılar da burada “Halkevleri” kurdular. • Dinsizlik ve ahlâksızlık merkezleri olan Köy Enstitüle- ri, devlet parasiyle çıkarılan “Köy Enstitüleri Dergisi” komü- nist fikirlerle, dinsizlik propagandalarıyle dolu idi. Askerlik hizmeti bile kötüleniyordu. Komünist olmayanlar câhil ola- rak gösteriliyordu. • “Bizim Köy” isimli; köyü, muhtarı, imamı tezyif eden bir piyes defalarca temsil ediliyordu. • Ahenkli Türk Köyünde zoraki bir sınıf mücadelesi do- ğurmaya uğraştılar. Sağlam Türk köylüsünün millî, dinî ve ahlâkî nizamını bozmak suretiyle yetiştirdikleri dev- rimbazlarla, tasarladıkları meş’um (uğursuz) gâyelere ula- şamayacaklarını düşünerek, tezek edebiyatçılarının türlü şaklabanlıklara alkışladıkları Köy Enstitüleri denen fesat yuvalarını açmak suretiyle bütün Türk halkını millî hüvi- yetinden, milli secâyasından, dinî şeâirinden (şiarlar, işaret- ler) uzaklaştırmak yolunu tuttular. • “Bizim Köy” dergisindeki komünistliği metheden ya- zıları öğretmenler hazırlıyor, öğrenciler yazıyormuş gibi gösteriliyordu. Yalancılık, sahtekârlık Köy Enstitülerine ka- rargâh kurmuştu. • Edepsiz, ahlâksız hikâyeler, dergisinin başlıca serma- yesi idi. Ezcümle karısını, kardeşini kolları arasında zinâ hâlinde seyreden kocanın hikâyesi, “Kaymak Tabağı” isimli rezil, iğrenç ve âdi bir hikâyenin el yazılı nüshası öğrenciler tarafından elden ele dolaştırılır idare de bunu hoş görürdü, bir münacaatta (yakarmada) bulunmazdı. • Meşhur komünist Sabahattin Ali’nin iğrenç hikâyeleri çocuklara okutuluyordu. Bu hikâyelerden birinde bir fâhi- 30
Eşref Edib şe ile geçirilen bir gecenin rezâleti ve lâğım kokusu havası anlatılıyordu. • Gizli Komünist Partisinin teşkilâtına mensup olanların “Hasan Oğlan Köy Enstitüsünde” geniş bir surette faaliyet ve rezâletlerde bulunduğu emniyetçe resmen tesbit edilmişti. • Öğretmenler öğrencilere tecâvüz ederlerdi. Adliyenin müdâhalesiyle bâzıları evlenmek zorunda kaldılar. • İnkilâpçılar edebiyatı yaparak, karşısındakini inkilâp düşmanı durumuna sokup sindirmek metodunu takip et- tiler. • Bâtıl dâvâlarını yürütmek için hep Atatürk’ü siper ola- rak kullandılar. • Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Yardımseverler gibi cemiyetlerin başlarına hep farmasonları koydular. Bâtıl fi- kirleriyle mâsum yavruları zehirlediler; millî ve dinî an’a- nelerinden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapmak- tan geri durmadılar. Köy Enstitüleri Diye Komünist Batakhaneleri Açtılar • Okullardan din derslerini kaldıran, din müesseselerini kapatıp 40 bin talebesini sokağa döken halkçılar, müslüman halkın mukaddesâtını, ahlâk ve âdâbını yıkıp kendi akîde- lerini kendi sapık zihniyet ve ideolojilerini yerleştirmek için Köy Enstitülerini açtılar, devlet hazinesinden oluk oluk milyonları bu ahlâk ve iffet mezbahası olan batakhanelere döktüler. • Kız, oğlan karışık olduğu için sevişmeler, fuhuş ve rezâletler tabiî hâle gelmişti. Çok kızların diploma yerine bir piç ile evlerine döndükleri tesbit edilmiştir. • Kendileriyle münasebet kurmayan kız öğrenciler teh- dit ediliyor dövülüyor, hattâ bıçaklanıyordu. • İlkokullar Umum Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, bu 31
Kara Kitap Enstitülere sık sık gider, okulda içkili, danslı ziyâfetler veri- lir, kız öğrenciler sâkilik ederlerdi. Düğün, nişan toplantı- ları yapılır, oldu bittiler örtbas edilirdi. • “Hasan Oğlan Köy Enstitüsü” bilhassa komünist yatağı merkezi idi. Burada yetişen komünistler diğer köy enstitü- lerine yardımcı olarak gönderilirdi. Bu suretle komünizm sahası genişletiliyordu. • Türk Tarihi, barbarlık hikâyesi olarak gösteriliyor. Türklerin dinî akîdeleriyle, örf ve âdetleriyle alay ediliyor- du. Bu suretle millî ruh öldürülüyordu. • Halkçıların maarif vekili bütün bu rezâletleri biliyor, bile bile bu işleri işletiyorlardı. Oluk oluk milyonları, bu batakhanelere, bu komünist yuvalarına döküyorlardı. Mil- liyetçi öğretmenlere karşı daima komünist öğretmenler ter- cih ve himâye ediliyordu. Bu suretle Müslüman Türk mille- tinin mâsum evlâtları zehirleniyor dinden imandan, ahlâk ve iffetten mahrum olarak yetiştiriliyordu. • Mekteplerden din derslerini kaldıran, bütün din mües- seselerini kapatan halkçıların, açtıkları köy enstitülerinde kız ve erkek çocuklarda komünistlik sevgisi, Rus muhab- beti o dereceye gelmişti ki, 1943 – 1945 senelerinde İkinci Dünya Harbi sıralarında Rus ordularının Türkiye’yi işgal edeceklerini intizara (beklemeye) başlamışlardı. Köy Enstitülerinin Rezaletleri Ayyuka Çıkmıştı • Köy Enstitüsü öğretmenlerinden bir kadın, bazı öğren- cilerle birlikte köyü ziyârete gittiklerinde; “Allah ile Devlet olmazsa bütün insanlık saâdete kavuşacak” diye bağırmış- tı. Devlet olarak dünyada yalnız Rusya’nın kalmasını istedi- ği anlaşılıyordu. • Kız çocuklarla erkek çocukların cinsî münasebetleri hakkında İsmail Hakkı Tonguç: “Köy Enstitüleri öğrencile- rini bu yoldan ayıramayız!” demişti. 32
Eşref Edib • Bir erkek öğretmenle bir erkek öğrencinin aynı kızla münasebette bulunmaları yüzünden çıkan kavgalara idâre karışmaz seyirci kalırdı. • Gönen Köy Enstitüsünde öğretmen Romanyalı hıristi- yan Yorgi Kramus, komünistlikten 8 aya mahkûm olduğu hâlde köy enstitüsünde öğretmen olarak bulunması idâre- cilerin maksadını apaçık göstermektedir. • 1946 da emniyet teşkilâtı, Hasan Oğlan Yüksek Köy Ens- titüsünün komünist yatağı olduğunu tesbit etmiş, rapor ver- miş, fakat maarif vekâleti hiç aldırmamış, örtbas etmişti. • Halkçıların gözdesi Hakkı Tonguç, 1946’da “Gölköy” enstitüsüne kalabalık mâiyetle gitmiş, okulda şerefine ve- rilen içkili ve danslı ziyâfette bir aralık mumlar söndürül- müş, karanlıkta dans edilmiş, mel’un (lânetli) vatan hâini Nâzım Hikmet’in “Mehmetçik biti yedi, bit Mehmetçiği yedi” adlı manzumesi okunmuş, mumlar yanında çiftler kimlerle sarmaştıklarını görmüşlerdi. • Öğrencilerden bazı kızlar Rusya’ya gönderiliyor, orada iyice komünistliği öğrendikten sonra geliyor, Millî Eğitim Bakanlığı bu kızı (!) mümtaz öğretmen olarak köy enstitüle- rine tâyin ediyordu. • Hakkı Tonguç, 1946’da Mersin’in Düziçi Köy Enstitüsü- ne gitmiş, dikiş atölyesinde şerefine verilen içki ziyâfetinde dâvetliler şarap içmiş. Tonguç da bir kilo rakı çakıştırmış, sonra ziyâfette sâkîlik eden kız öğrencilerin kolları, göğüs- leri açtırılmış, sıkıştırılmış, bir iddiaya göre “dar yerlerden” geçirilmiştir. Bu enstitüde 14 yaşında bir kızın bikrinin izâ- le (bekâretinin gittiği) edildiği haberi ayyuka çıkmıştı. Kasd-I Mahsusla (Özel Olarak) İslâm Dini Tezyif Olunuyordu • Bütün köy enstitülerine komünist muallimler dol- durulmuştu. Komünistliği memlekete sokmak isteyenler “Büyük vatansever” (!) diye karşılanıyor, yüksek sofralarda 33
Kara Kitap halkçıların büyükleri tarafından çok samimi i’zaz (hürmet) ve ikram görüyorlardı. • Köy Enstitülerinde Marks ve Engels’in komünist beyan- nâmesi okutuluyordu. Düziçi Köy enstitüsünde, Türk bayra- ğındaki ay-yıldız yerine orak-çekiş konulmuştu. • Mekteplere, Maarif İdaresine komünist muallimler dolduran Hasan Ali Yücel, mekteplerde okutulmak üzere (Türkçe metinler) adiyle bir eser yazdırmıştı. Bu eserde din ve kitapları tehzil ediliyor (alaya alınıyor), ahlâk kaidele- ri yıkılıyor, milletin tarihî şerefi inkâr ediliyor, komünist prensiplerine göre kahramanlık bir vahşet şeklinde gösteri- liyor. Hülâsa sistemli bir surette ahlâka ve dine taarruz ve tecavüz ediliyor. Birkaç misâl: Eserin bir parçasında dünyanın öküz, öküzün bir kaya kayanın bir balık üzerine durduğu hakkında uydurma bir yazı kaydedildikten sonra çocuğa aynen şu sual sorulmak- tadır: - Yukarıki metine göre, dünya neler üstünde durmakta- dır? En alttan en üste doğru bunları sırayla yazınız. Sonra Kur’anda beyân edilen Yusuf – Zeliha kıssası, mak- sad-ı mahsusla, çirkin bir tarzda tasvir ediliyor, tahrif olu- nuyor. Hüseyin Rahmi’nin Kadınlar Vâizi romanından müsteh- cen (açık-seçik) fıkralar naklediliyor. Osmanlı Devri’ni baştan başa bir katil, idam, yağma ve işkence devri olarak gösteriyor. Tevfik Fikret’in Arşa Hırlayan meşhur ilhad manzume- sinden münkirâne (inkâr edici) ve müşrikâne (şirk içeren) parçalar alınıyor. • Halkçıların Maarif Vekâleti, mekteplerdeki çocuklara böyle terbiye veriyordu. 34
Eşref Edib “Senin Karın, Benim Karım Diye Tabiat Bir Şey Ayırt Etmez” Diyecek Kadar Rezil Müesseseler Açtılar Şefleri İnönü’nün ve Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali’nin Müslüman Türk Milletine yadigâr-ı mefsedeti (fesatçılık ya- digârı) olan Köy Enstitüleri, ahlâk ve nâmus mezbahası hâ- line gelmişti. Maarif Vekili Tevfik İleri’nin Köy Enstitüleri hakkında 26.12.1954 günü Büyük Milleti Meclisi’nde verdi- ği izahatı 22.nci içtimadan (toplantıdan) hülâsaten (özetle) naklediyoruz: “1 – Tanınmış bir komünistin aynı illetle mâlûl (hasta- lıklı) karısı, bu müesseselerin birine öğretmen olarak atan- mış, öğrenciler bu yolda zehirlenmiştir. 2 – Veskilarla sâbit olduğuna göre, bu Enstitülerde komü- nizme dair eserlerin hülâsası talebe konferansları adı altın- da gençlere dinletilirdi. 3 – Hasan Oğlan Köy Enstitüsü yüksek kısım öğrencileri- nin konferanslarından tesbit edilmiş parçalar “Biz hâlâ rejimi (komünizmi) kabul ettiremiyor isek bu, o rejimin kötülüğünden değil, bizim kafalarımızın gerili- ğindendir. Son varılacak nokta; vatan, sınır kavgaları atı- larak âile ve memleket diye bir şeyin tanınmadığı, bütün insanların kardeş olarak yaşamağa çalıştıkları bir merkez- dir. Bunun için yapacağımız iş, hükûmeti devirerek yeri- ne geçmek komünistliği ilân etmektedir. Aile kudsiyeti bir saçmadan başka bir şey değildir. Bunları ortadan kaldıracak elemanlar bizleriz.” 4 – Bir öğrenciye hazırlattırılmış bir konferansta Rusya örnek olarak gösterilmiştir. 5 – Karl Marks’ın hayatı ve mezhebi hakkında konferans- lar verilmiştir. 6 – Ahlâkî gelenek ve göreneklerimize aykırı her türlü hareketler mâzur görülmüş, hattâ teşvik edilmiştir. Çirkin muâmelelere hedef olan ve mukavemet (karşılık) gösteren kızlarımızdan bıçaklanarak tecâvüze uğrayanların bulun- 35
Kara Kitap duğunu gösteren vesikalar, şahâdetler, vesikalar mevcuttur. 7 – Komünist partisinin manifestosunun teksir edilerek (çoğaltılarak) öğrencilere dağıtıldığı da tesbit edilmiştir. O zaman neşredilen “Köy Enstitüleri Dergisi”nde komünistli- ği telkin edici yazılar vardır.” (26/12/1954 – 22’ nci içtimâı.) Mâsum Vatan Evlâtlarına Mektep Kitaplarında Müslümanlığı Tezyif Eden Fikirler Aşıladılar • Halkçılar devrinde Müslüman halkın en mukaddes his- leriyle, en muazzam inanışlariyle istihzâ (alay) edildi. Tiyat- ro sahnelerinde Müslüman din adamlarını tahkir ve terzil (rezil) etmek kampanyasına girişildi. En rezil ve pespâye kimselere bu rezil eserler oynattırıldı. (Üç perdelik Halk Ko- medisi, 1938 İstanbul Devlet Matbaası.) • Türlü türlü seçim oyunları ve hileleriyle kurdukları tek parti diktatoryasiyle Müslüman halkın din ve vicdan hürriyeti, mukaddes hisleri böyle çiğnendi. • Mekteplerde okuttukları düzmece târih kitaplarında “Müslümanlığın uydurma bir din olduğu”, İslâmî mukad- desâtın “hurâfeden ibaret bulunduğu” yazıldı. Bu suretle İslâm dinini, İslâmın yüce Peygamberini, Müslümanların mukaddesâtını tezyif eden, tahkir eden fikirler, Müslüman Türk milletinin yavrularına aşılandı. (1931 – 1950 yıllarında tahrir olunan “Tarih II” kitabı, Sayfa 7, 89, 93, 11.) • Halkçılar, 15 Teşrinisâni 1935 târihli Resmî Gazete’de neşredilen 245 no.lu kanunla memleketimizin her tarafın- da yüzlerce binlerce mescit ve câmileri kapattılar. • Elmalı’da Niyâzi Mısrî’nin türbesini zorla yıktılar. Murad Hüdavendigâr zamanında yaşamış olan bir Kutbun harbdeki zafer sancağını parçaladılar, yaktılar. • Halkçılar, lâiklik icâbı diye Müslüman halkın dinî ce- miyet teşkil edilmesini menettiler. Bu yüzden Müslüman Türk milleti İslâm dininin inkişâfı için bir çeyrek asırdan 36
Eşref Edib fazla süren uzun yıllar hiçbir teşekkül vücuda getiremedi. Hâlbuki Hıristiyanların, Yahudilerin, vesâir gayr-ı müslim- lerin cemaat teşkilâtları var. İstedikleri gibi dinî cemiyet kurarlar, dinlerinin inkişâfına çalışırlar. Diğer taraftan misyonerlerin muhtelif cemiyetleri memleketin her tara- fından ferih kemâl-i emniyet (rahatça) ve serbestî ile icrâ-yı faaliyet ederler. Müslüman Türk milletinin sâf ve mâsum yavrularını hıristiyanlaştırmak için her türlü teşkilât ku- rarlar. Dinî cemiyet teşkilini yasak eden kanun maddesi on- lar hakkında tatbik edilmez. • Halkçılar, din ehline yapmadık ezâ ve cezâ bırakmadı- lar. Onların devrinde her vesileyle din adamları terzil edil- di, tahkir ve tezyif olundu. Dilenecek hâle getirildi. Bir Tâun (Vebâ) Gibi Milletin Başına Belâ Kesildiler, Milleti Köleleştirdiler • Halkçıların devrinde muallimler, mekteplerde Müslü- manlıkla istihzâ ve istihfâf ederlerdi. Rusya’da komünist diyârında olduğu gibi, uydurma hikâyelerle Allah mefhu- munu çocukların kafalarından çıkarmak için türlü türlü şeytanetlerde bulunurlardı. • Merhum Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenâze merâsimin- de yüzbinlerce insanın hep bir ağızdan tekbir almaları, halkçı kodamanlarını pek ziyâde kızdırmış, bu tekbîrleri “hortlamak”la tavsif (vasıflandırmış) ve tahkir ve tezyif et- mişlerdi... Haham Sabatay’ın torunu Yalman da bu tekbîr sedâlarını “Bulgar İlâhisi” diye tahkir ve tezyif etmişti. (17 Nisan 1950; Vatan gazetesi.) • Halkçıların bir başvekili, Büyük Millet Meclisi kürsü- sünde “Din zehirdir!” diyecek kadar cür’et ve küstahlıkta bulunmuştu. • Halkçıların şefi 1950 seçimlerinde Taksim’deki nutkun- da: “Din, medenî hayat yaşamaya mânî’ bir zehirdir!” de- mişti. 37
Kara Kitap • Halkçıların diğer bir başvekili de “Halkın kafasından din fikrini silmek için bize bir 30 sene daha lâzım.” demişti. 30 senede yaptıkları, devirdikleri az gelmiş gibi milleti büs- bütün yok etmek için bir 30 sene daha istemişlerdi. • Bir kasırga gibi memleketi yakıp enkaz hâline getirdi- ler. Yıktıkları bina-yı muazzamanın enkazını da ateşe ver- mek hırsına kapıldılar. Bir tâun (vebâ) gibi milletin başına belâ kesildiler. Bir fir’avun gibi milleti köleleştirdiler. Bir akreb, bir yılan gibi milletin kanını zehirlediler. Bir kanser gibi milletin hayatını kemirdiler, ruhunu çökerttiler. • Faziletten mahrum bir yaratık gibi milletin faziletine düşman kesildiler, milleti kendilerinin saplanmış oldukları sefâlet derekesine düşürmek (sefâlete düşürmek) istediler. Yaktılar, yıktılar, har vurup harman savurdular. Bugün bit- li turistlere fâhişelerin kıyafetine imrenecek kadar âvâre, düşük bir nesil yetiştirdiler. • Bütün bunları ilericilik maskesi altında yaptılar. Mil- leti hep bu terânelerle cehennem gayyasına (çukuruna) sürüklediler. Şimdi bu hâle düşen milleti eski hâline eski faziletli hayatına getirmek için yıllar değil, asırlar ister. Halkçılar, Chp’yi Vatan Ve Millet Yerine Koydular; Partiyi Tenkiti, Devleti Tenkit Gibi Suç Saydılar • Halkçılar lâikliği Avrupa’daki mânâsına göre değil, Le- nin’in anladığı mânâda, demokrasiyi de Stalin’in anladığı mânâya göre tatbik ettiler. • Diyanet İşlerini Hükûmet emrine aldılar. Diyânet ma- kamını ruhsuz bir müdüriyet hâline getirdiler. Aynı zaman- da fakir bir bütçe ile ölü hâline soktular. • Vatan ve millet ile partiyi birleştirdiler. Yâni partiye karşı gelmek, vatana millete karşı gelmek oldu. Sonra bun- ların hepsini parti liderine, yâni kendilerine bağladılar. Bu itibarla lideri tenkit etmek, vatana, millete hücum etmek mâhiyetini aldı. Bu sebeple, hiç kimse Şef İnönü’yü tenkit 38
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275