Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Anayurt Oteli-Yusuf ATILGAN

Anayurt Oteli-Yusuf ATILGAN

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-19 10:24:05

Description: Anayurt Oteli-Yusuf ATILGAN

Search

Read the Text Version

'Alçağın teki, iyilikten anlamaz.' İyiliğindendeğildi. Belki ancak bu yolla yaklaşabildiğiiçindi. Genelevdeki kadınları beğenmediği, arasıra bir kocakarının evine İstanbul'dankapatmasını getirdiği söylenirdi.Soluna dönüp başucu masasındaki sigarapaketine uzandı. Duvarda asılı resimdesömürgecinin kapatması uyuyordu. 'Uyur evet,uyur ya işi eyidir.' Sigarasını yaktı; yorganıüstüne çekti. Yarın gidecekti demek. Dayısınınöldüğünü bilmiyordu. Beş-altı yıl önce köydengelen bir adam 'Çalık Ali sizlere ömür' demişti.Cuma akşamı sofradan kalkarken düşmüş;yatırmışlar; sabaha karşı ölmüş. Zeyneb'isormuştu adam. Buradan çıktığını, İzmir'eçalışmaya gittiğini söyledi. Uzak bir dağköyüydü Sindelli; otele gelen olmazdı pekoradan. Üç yıl önce gelen iki adama boş yatakolmadığını söylemişti. Sigaranın külünü yavaşçasilkti. Yukarıda uyuyordu şimdi eğri tavanlıodaların birinde. Bir zamanlar konağınerkeklerine bile yüzü örtülü çıkan kara kuruKadriye Kalfa'nın odasıymış. Çocukluğundaanası bir kadına anlatırken duymuştu. Rüstem

Bey'in karısı Semra hanım kızlığında İzmit'ingüzellerindenmiş; 'Kolağasının kızı' derlermiş.Bir gece yattıktan çok sonra Rüstem Bey 'Canımsenin çilek reçelinden istedi şimdi' demiş. Karısıdavranmış, 'Yukardan alayım' demiş. 'Bırak,yemesem de olur.' 'Olmaz getireyim' deyipkalkmış. Uyuyanları uyandırmamak için ağırağır tavanarasına, mutfağa çıkarken odadankısık sesler geliyormuş; yavaşça yaklaşıpdinlemiş. 'Memelerimi de ısır, başlarını'diyormuş besleme; inlemiş. 'Of, çok ısırdın,bağırıcam şimdi.' 'Bağır, bağır da koparayım'demiş Kadriye Kalfa. Söylemesi ayıp sözler...Semranım reçeli falan unutup aşağıyı inmiş; tirtir titriyormuş odaya (buraya) girdiğinde.\"Yarından tezi yok...\" demiş kocasına, anlatmış.Ertesi sabah bohçalar koltuklarında giderlerkenbesleme ağlıyormuş. 'Ağlama kız, aç mıkalacağız. Yanındayım ben, korkma' demişKadriye Kalfa.Sigarayı küllüğe bastırdı. Duvardaki resimdekadın gece lambasının ışığında pekseçilmiyordu. Belki bu kadın da uzun, sıcakgünlerde zenci kızların biriyle ya da ikisiyle...

'Hele alçak' dedi kısık sesle; doğrulup karyolademirindeki havluyu aldı; elinde toplayıp duvarafırlattı ama havlu açıldı, duvarın dibine düştü.Yataktan inip gitti, havluyu aldı; ovuşturdu,silkitti; kalanları eliyle düşürdü; karyolademirine astı gerdi. Duvardaki resmi çekti,çivisiyle birlikte söktü. Dört köşe izi kaldıduvarda; açık fildişiydi. Pencereye gidipperdeyi, camı açtı, resmi avluya attı; camı,perdeyi kapadı. Pencereyle duvar arasındakiküçük kapıya baktı; dönüp yatağın yanındadurdu. Kollarının kasları gergindi. Yatacakmıydı? Bu vişne çürüğü atlas yorganKolağası'nın kızını da örtmüştü belki; RüstemBey'le yan yana. Ağarmış, seyrelmiş saçlarıyla,şişkin gözkapaklarıyla, sarkık yanaklarıylabildiği Rüstem Bey'in gençliğini gözünün önünegetiremezdi hiç. 'Rüstem abim sırım gibiydigençliğinde' derdi anası. Rüstem abi... Oysa tamdokuz aymış araları. Doğum yapacağı sıra gençkarısıyla yatamayan Haşim Bey zorla ya dagönlünü ederek o beslemeyle yatmıştı belki.Gebe kalınca yakınlarından yoksul birineyamamışlardı kızı; adam durumu anlayınca

bırakıp gitmişti belki. Gidecek miydi? Yorganadokundu. Üstlerinden atarlar mıydı bunu?Rüstem Bey'in yedi yaş küçük kardeşi Farukbelki yengesine tutkun olduğu için kıymıştıcanına on dokuzunda dayanamayıp. Hürriyet'tenüç yıl sonraymış; yaz sonu, bağbozumunadoğru, her yaz evcek göçtükleri Azmakaltıtımarındaki bağ kulesinde bir gün anasına evegideceğini söylemiş; 'Yarın sabah dönerim.'Ertesi gün anası (Nebilanım) öğleye dekbeklemiş; 'Arabayı koşsunlar Haşim Bey, oğlandönmedi' demiş; sapsarıymış yüzü. 'Ben degeleyim sizinle hanım anne' demiş gelini. 'Senkal kızım, Saide gelsin.' Üstü tenteli arabadagiderlerken 'Oğlan iyi değil' demiş. Sokakkapısından girdiklerinde karşıda, merdivenboşluğunda upuzun asılıymış oğlan; ayağındaayakkabıları, sırtında yazlık giysileri, boynubükük. Bağırmışlar; anası olduğu yereçöküvermiş. Arabacı koşmuş; merdivenortasında devrili masanın (bu mu) yanındandolaşıp kollarını uzatmış oğlana; birkaçkarasinek kalkmış ayakkabılarından. Nebilanımgözleri kapalı, kimseyle konuşmadan, arada

titreyerek iki gün yatmış; ölmüş.Ürperdi. Göğsünü, boynunu, kollarınıovuşturdu. Kapıdan çıkıp karanlıkta bir süremerdiven boşluğuna baktı. Dışarıdan, boşcaddeden hızla geçen bir araba oteli titretti.Başını sallayıp yürüdü; yukarıya çıktı. Ortalıkçıkadının kapısını açtı, yüzünü buruşturupdüğmeye uzandı, ışığı yaktı. Başı, kollarıyorganın dışındaydı; eskiden çoğu gecelerayakları dışarıda olurdu, tabanları karamsı.Yatağa yaklaştı. Başı soluna eğik, boyun damarıkabarıktı. Elini yastığın altına soktu: oradaydı.Yorganı ayakucuna, karyola demirinin üstüneçekti. Gömleği sıyrılmış, bacakları aralıydı. Elinibacağına koydu, yukarıya doğru götürdü;sıcaktı, parmaklarını kılların arasında gezdirdi,avuçladı, asıldı. Kadın kıpırdadı. Yanına uzanıpgömleğinin düğmelerini çözdü; memeleriniokşadı: dolgundu, katıcaydı. Başını düzeltti;alnında, gözlerinin kıyılarında kırışıklar vardı.Soluğu düzgündü; yarı açık ağzına uzanıp öptü.Aşağıya kaydı; memesini ısırdı.— Of köpek, dedi kadın yavaşça.

— Uyansana kız sen!Başını kaldırıp baktı: uyuyordu. Donunuçıkardı; yorganın üstüne koydu. Uykudaistemiyordu artık. Diziyle vurdu; sarstı. Kadıngözlerini açtı; kapadı.— Geldin mi ağa?— Yarın gidemezsin; dayın ölmüş.— Ölmüş mü? Anam mı?— Dayın. Çok oldu; köyden biri söylediydi.— Yalandır.— Doğru; ölmüş.Sesi çıkmıyordu. Omuzlarından tutup sarstı.— Kalk doğrul şöyle!Kendine doğru çekti; kadın doğrulurkenellerini yatağa dayadı, oturdu. Yüzü donuktu;yarı açık, uykulu gözlerle duvardan yanabakıyordu. Bir daha sarstı.— Uyan hadi.— Uyandım ağa.

— Gömleğini çıkar.— Olur mu...— Çıkar dedim!İki yanına kıpırdayıp onun da yardımıylaeteğini kıçının altından kurtardı; gömleğiniçıkardı, karyola demirine koydu. Yüzünebakmıyor, sol koluyla göğsünü örtmeyeçalışıyordu, aldı; elinde toplayıp duvara fırlattıama havlu açıldı, duvarın dibine düştü. Yataktaninip gitti, havluyu aldı; ovuşturdu, silkti;kalanları eliyle düşürdü; karyola demirine astı,gerdi. Duvardaki resmi çekti, çivisiyle birliktesöktü. Dört köşe izi kaldı duvarda; açıkfildişiydi. Pencereye gidip perdeyi, camı açtı,resmi avluya attı; camı, perdeyi kapadı.Pencereyle duvar arasındaki küçük kapıya baktı;dönüp yatağın yanında durdu. Kollarının kaslarıgergindi. Yatacak mıydı? Bu vişne çürüğü atlasyorgan Kolağası'nın kızını da örtmüştü belki;Rüstem Bey'le yan yana. Ağarmış, seyrelmişsaçlarıyla, şişkin gözkapaklarıyla, sarkıkyanaklarıyla bildiği Rüstem Bey'in gençliğinigözünün önüne getiremezdi hiç. 'Rüstem abim

sırım gibiydi gençliğinde' derdi anası. Rüstemabi... Oysa tam dokuz aymış araları. Doğumyapacağı sıra genç karısıyla yatamayan HaşimBey zorla ya da gönlünü ederek o beslemeyleyatmıştı belki. Gebe kalınca yakınlarındanyoksul birine yamamışlardı kızı; adam durumuanlayınca bırakıp gitmişti belki. Gidecek miydi?Yorgana dokundu. Üstlerinden atarlar mıydıbunu? Rüstem Bey'in yedi yaş küçük kardeşiFaruk belki yengesine tutkun olduğu içinkıymıştı canına on dokuzunda dayanamayıp.Hürriyet'ten üç yıl sonraymış; yaz sonu,bağbozumuna doğru, her yaz evcek göçtükleriAzmakaltı tımarındaki bağ kulesinde bir günanasına eve gideceğini söylemiş; 'Yarın sabahdönerim.' Ertesi gün anası (Nebilanım) öğleyedek beklemiş; 'Arabayı koşsunlar Haşim Bey,oğlan dönmedi' demiş; sapsarıymış yüzü. 'Bende geleyim sizinle hanım anne' demiş gelini.'Sen kal kızım, Saide gelsin.' Üstü tenteli arabadagiderlerken 'Oğlan iyi değil' demiş. Sokakkapısından girdiklerinde karşıda, merdivenboşluğunda upuzun asılıymış oğlan; ayağındaayakkabıları, sırtında yazlık giysileri, boynu

bükük. Bağırmışlar; anası olduğu yereçöküvermiş. Arabacı koşmuş; merdivenortasında devrili masanın (bu mu) yanındandolaşıp kollarını uzatmış oğlana; birkaçkarasinek kalkmış ayakkabılarından. Nebilanımgözleri kapalı, kimseyle konuşmadan, aradatitreyerek iki gün yatmış; ölmüş.Ürperdi. Göğsünü, boynunu, kollarınıovuşturdu. Kapıdan çıkıp karanlıkta bir süremerdiven boşluğuna baktı. Dışarıdan, boşcaddeden hızla geçen bir araba oteli titretti.Başını sallayıp yürüdü; yukarıya çıktı. Ortalıkçıkadının kapısını açtı, yüzünü buruşturupdüğmeye uzandı, ışığı yaktı. Başı, kollarıyorganın dışındaydı; eskiden çoğu gecelerayakları dışarıda olurdu, tabanları karamsı.Yatağa yaklaştı. Başı soluna eğik, boyun damarıkabarıktı. Elini yastığın altına soktu: oradaydı.Yorganı ayakucuna, karyola demirinin üstüneçekti. Gömleği sıyrılmış, bacakları aralıydı. Elinibacağına koydu, yukarıya doğru götürdü;sıcaktı, parmaklarını kılların arasında gezdirdi,avuçladı, asıldı. Kadın kıpırdadı. Yanına uzanıpgömleğinin düğmelerini çözdü; memelerini

okşadı: dolgundu, katıcaydı. Başını düzeltti;alnında, gözlerinin kıyılarında kırışıklar vardı.Soluğu düzgündü; yarı açık ağzına uzanıp öptü.Aşağıya kaydı; memesini ısırdı.— Of köpek, dedi kadın yavaşça.— Uyansana kız sen!Başını kaldırıp baktı: uyuyordu. Donunuçıkardı; yorganın üstüne koydu. Uykudaistemiyordu artık. Diziyle vurdu; sarstı. Kadıngözlerini açtı; kapadı.— Geldin mi ağa?— Yarın gidemezsin; dayın ölmüş.— Ölmüş mü? Anam mı?— Dayın. Çok oldu; köyden biri söylediydi.— Yalandır.— Doğru; ölmüş.Sesi çıkmıyordu. Omuzlarından tutup sarstı.— Kalk doğrul şöyle!Kendine doğru çekti; kadın doğrulurken

ellerini yatağa dayadı, oturdu. Yüzü donuktu;yarı açık, uykulu gözlerle duvardan yanabakıyordu. Bir daha sarstı.— Uyan hadi.— Uyandım ağa.— Gömleğini çıkar.— Olur mu...— Çıkar dedim!İki yanına kıpırdayıp onun da yardımıylaeteğini kıçının altından kurtardı; gömleğiniçıkardı, karyola demirine koydu. Yüzünebakmıyor, sol koluyla göğsünü örtmeyeçalışıyordu. Kolunu tutup indirdi; yüzünügöğsüne dayadı; birlikte düşerlerken somyagıcırdadı. Yatağın altından bir tıpırtı duydu,aldırmadı. Boynunu, memelerini öpüyordu.Kadın sessizdi. Orası kabarıyordu, bastırıncayumuşadı, girmedi. Yüreği çarparak bir sürebekledi. Yokladı; elini çekip bastırınca yumuşadıgene, pörsüdü. Buz gibi oldu her yanı; dizleriüstüne doğruldu. Kadının gözleri kapalıydı.Birden abanıp iki eliyle boynunu sıktı. Kadın

sıçrayıp gözlerini açarken o kapadı; dizi kasığınaçarptı, can acısıyla sıktı. Başparmaklarınınaltındaki katılıkta bir kıpırdama oldu, bir hırıltıduydu. Kadın bileklerinden tutmuş asılıyordu;debelendi. Var gücüyle sıkıyordu; parmakları,yüzü kasılmıştı. Kulakları uğulduyordu. Derkenbileklerindeki eller gevşedi; altındaki bedendekıpırtı durdu. Ellerini bırakıp yataktan aşağıkayarken baktı: gözleri, ağzı açıktı. Yere dizçöküp başını yatağa dayadı. Kolları sızlıyordu,parmaklarını oynattı. Ağzı kuruydu.Kulaklarının uğultusu azalıyordu. Bacağınayumuşak, sıcak bir şey sürtündü, başını hızlakaldırdı: kediydi. Elini sırtına götürdü,boynundan kuyruğuna okşadı. Kedi önayaklarını bacağına dayadı; okşarken eliningeçtiği yerde sırtı kabarıyor, mırıldanıyor, arasıra tırnakları bacağına batıyordu. Elinin altındadiriliğini, sıcaklığını duyuyordu. Orasıkabarmaya başladı. Hayvanı itip kalktı; kapıyıaçmışken döndü, terliklerini giydi, donunu aldı;kediyi kovup ışığı söndürdü, çıktı, kapıyıkapadı. Çabuk çabuk indi aşağıya, odaya girdi.Gece lambası yanıyordu. Donunu karyola

demirine asıp havluyu yatağa serdi, yastığı çekti,abandı. Soluya inleye uzun uzun geldi. Otelsessizdi. Önündeki ıslaklığı silip havluyu demireastı, gerdi; donunu giydi. Yatarken yastığıdüzeltti; yorganı üstüne çekti. Kollarıdışarıdaydı. Tavandan sarkan kurşun borununucundaki yuvarlak, ak abajura bakıyordugözlerini kırpmadan. Bir tıkırtı duydu; fırladıkalktı. Soluğunu tutup dinledi: Yukarıdangeliyordu. Yalınayak koştu. Tavanarasınınmerdiveninde yavaşladı. Kedi odanın kapısınıtırmalıyordu; onu görünce miyavladı. Kadınaalışkındı; bütün gün onunlaydı; ama geceleridışarıda kalınca kapıyı zorlamazdı böyle. Kimigeceler kadının üstündeyken yatağın altındamuşambayı hatır hatır tırmalardı. Sıçrayıp kalkar,kovardı. Sofanın ışığını yaktı. Kedi miyavladı.Ne yapacaktı bunu? Sokağa bıraksa kapıya,pencerelere atlar, bağırırdı belki. Odada birköşeye sıkıştırıp... Kendi odasının kapısını açtı;çağırdı. Kedi miyavladı. Bir daha çağırdı;gelmiyordu. Bir süre bekledi. Başını sallayıpyürüdü; öteki odanın kapısını aralarken içeriyedalan kedinin ardından girdi. Sofadan gelen

ışıkta, alacakaranlıkta, yatağın ortasında upuzunyatıyordu; belli değildi, uyuyor gibiydi; çıplaktı.Yorganı üstüne çekti, örttü. Gidip kapıyı kapadı;ışığı yaktı. Yatağın altına eğildi, 'Pist!' dedi.Yerdeki yıpranmış terliklerden birini aldı, attı.Kedi koşup kapının sağında köşeye pustu.Yatağın başucundaki sandığın üstünden bakırsürahiyi alıp yaklaştı; kaldırdı; içindeki suomzuna, göğsüne döküldü. Kedi duvar dibindenhızla geçip sandığın üstünden pencereye atladı;camları tırmaladı; dönüp pustu, acı acımiyavladı. Bedeni gergindi; gözlerinebakıyordu. Üstüne yürüdü; kedi ansızın sıçrayıphavada yüzüne doğru gelirken kollarını kaldırdıama çarpışmayla birlik alnında bir acı duydu.Olduğu yerde dondu kaldı; yüzü sapsarıydı.Yutkundu. Elindeki sürahiyi yavaşça sandığınüstüne koydu. Duvara asılı aynaya baktı. Ufakbir sıyrıktı; kaşına yakın bir damla kanı sildi;kanamıyordu. Bu ağırbaşlı, sabırlı hayvanınböyle yabanlaşması şaşılacak şeydi. Yavaşçayürüyüp kapıyı açtı; kıyıya çekildi, 'Pist!' dedi.Yatağın altında bir tıpırtı oldu; kedi koşupsofaya kaçtı. Işığı söndürdü; çıkıp kapıyı kapadı.

Köşeye pusmuştu. Mutfaktan, duvara asılı üçtavanın küçüğünü aldı; arkasına saklayıp çıktı.Yumuşak bir sesle çağırdı. Kedi miyavladı. Dizçöküp gülümsedi; 'Gel, gelsene, korkma' dediyavaşça; sol elini bir şey. verecekmiş gibi uzattı.Kedi kalktı; ağır ağır geldi, eline sürtündü. Neçabuk unutuyordu hayvanlar. Tavanın sapınısıktı; boş eliyle sırtını okşarken kedinin başınıöteye çeviriyordu. Tavayı kaldırdı; boynundanelini çekip vurdu; fırlayıp kalktı. Kedi yerdekasıla gevşeye debeleniyordu. Bir daha vurdubaşına; kuyruğu, bacakları gerildi, titredi, durdu.Gözünün biri dışarı uğramıştı. Muşambakanlıydı. Tavayı yanına bıraktı; parmaklarınıoynattı. Öteki tekirdi, dişiydi. 'Kedi üç gündüryok. Gelir mi ki?' demişti kadın. 'Üç gün mü?Ölmüştür. Ölülerini göstermezler derdi babam.''Kedisiz olur mu hiç.' Berberden istemişti bunu;ufacıktı geldiğinde. Kuyruğundan tuttu, kaldırdı;pencereye gidip açtı. Aşağıda kimseler yoktu.Attı; kaldırımın ötesine düştü. Dışarısı soğuktu;pencereyi kapadı. Tavayı alıp mutfağa girdi;yıkadı, duvara astı. Gaz ocağının üstündebüyücek bir sahan vardı; eğildi: kaçamaktı. Bir

kesiklik duydu bacaklarında, bulaşıklığın taşınatutundu, diz çöküp başını taşa dayadı.Omuzlarının sarsıntısı gittikçe azaldı. Taşaasılarak ayağa kalktı. 'Olur şey değil' dediyavaşça. Mutfağın, sofanın ışıklarını söndürüpaşağıya indi. Yatağa yürürken yerde terliklerinigörünce eğilip aldı, lavabonun altına,muşambaya bıraktı; ayaklarını bir daha yıkadı.Yatağa uzanırken yorganı üstüne çekti.Tavandan sarkan kurşun borunun ucundakiabajura bakıyordu. Eskiden bir gün kuru bezletozunu aldırmıştı kadına; yatağın üstündekisandalyeyi tutmuştu; ayaklarının altına dört bakırsahan koymuşlardı yorgan yırtılmasın diye. 'Otelsana teslim. Bir de kadın al buraya.' Sandalyedeçorapsız iri ayaklarının parmakları üstünekalkarak, karalı uzun donunun paçalarıyukarıda, kolları havada... 'Oldu ağa', eğilipomzuna tutunmuştu yatağa inerken. 'Tırnaklarınıkes.' Yatan olmasa bile iki haftada bir silinirdi buoda... hazır dururdu... on iki odalı konakta...Otel sana teslim... sana teslim... köylüler, tütünparası bekleyenler, parti delegeleri, dişçiler,hastaneden çıkanlar, yatak bulamayan hastalar,

askere gelenler, pazarcılar, celepler, çalışmayagelenler, iş arayanlar, öğretmenler, sınava gelenöğrenciler, avukatlar, bir yakınlarınınAğırceza'daki duruşmasına gelenler, gezicioyuncular, bir gecelik çiftler, emekli subayolduğunu söyleyen adam, ortalıkçı kadın, kedi,gecik... Birden doğruldu; zil çalıyordu. Geceninbu vakti... Kısa kısa üç kere daha çaldı.Görmüyor muydu otelin KAPALI olduğunu?Bekledi. Ses yoktu. Yorganı üstüne çekip yattı;gözlerini kapadı. Kim olabilirdi? Bir kaçak? Geçkalmış bir yolcu? Yatakta karısına küsmüş biradam? Kovulmuş bir orospu? Gecikmeli Ankaratreniyle gelen kadın? 'Canı cehenneme' dedialçak sesle.PazartesiDoğruldu; zil çalıyordu. Başucu masasındakiçalar saatin düğmesine bastı; susturdu. Geceyatmadan saati yanına almış yedi buçuğakurmuştu: Erken giderlerdi belki. İyi uyumuştu;ama bir ara yüzüne saldıran o eşekarısı

vınlamasıyla sıçramış, yatağı aramıştı. İkiyi ongeçiyordu. On gün önce perşembe gecesi 6numarada kalan adamla kadın gene oradaydılar;ölünün altında, bilmeden, genç, diri, sıcak... Dünakşam kapıdan girerlerken tanımış,çevirememişti nedense. 'Merhaba, geldik biz.'Bir yakınına bakar gibiydi adam. Çekmecedenanahtarı alıp uzatmıştı: 'Sizden sonra kimsekalmadı odanızda; iyi geceler.' Kadın dönüpgülümsemişti çıkarlarken. Yataktan indi.Yüzünü sabunlamadan, aynada sol kaşınınüstündeki ufak sıyrığa baktı. Belli belirsiz birkızartı vardı yerinde; kabuğunu dün koparmıştı.Kahvaltıda üç bardak çayın yanında, isteksizbiraz peynirle simit yedi. İsteksizdi hep; sık sıkçay içiyor, öğleleri, akşamları güçlükle birkaçlokma kurumuş ekmek, peynir yiyordu. Dünsabah kapının önünden geçen simitçiden dörtsimit aldı. Ekmeği kalmamıştı. O geceden beridışarı çıkmıyordu. En kötüsü oteli açık tutmaktı;karton duvardaki yerinde asılıydı: Kapı gece12'de kapanır. Yatak arayanlara odaların doluolduğunu söylüyordu. Dün öğleye doğruyukarıya çıkıp ölünün odasını kilitlemiş, anahtarı

mutfağa asıp bozulmaya başlayan kaçamağı çöptenekesine dökmüş, tenekeyi avluya,sundurmanın altına götürmüştü. Kalktı; tepsiyiyandaki odaya bırakıp dişlerini fırçaladı.Masasına döndü; elini cebine götürürken çekti;sigarası kalmamıştı. Çıkınca alacaktı; postaneyeparayı yatırdıktan sonra karakola gitmesigerekiyordu, polise.Masadaki iki kalın defteri açtı. Yatakarayanlara ad bulmaya çalışmıyordu artık; geçenyılın defterini merdiven altındaki sandıktançıkarmış, o günler otelde kalanların adlarınıbuna bakarak fişlere, deftere yazıyordu. Kasımınüçü cumartesiymiş geçen yıl; sekiz kişi kalmış ogece. 6 numarada yazılı adları değiştirmedenaktardı. Yukarıdan tıkırtılar geliyordu. Defterlerikapadı; fişi çekmeceye, ötekilerin üstüne koydu.Ekim ayının hesabını çıkarmıştı; bir paragönderme kâğıdı alıp doldurmaya başladı.Yukarıda odanın kapısı kapandı; ayak sesleriikinci katta biraz durdu. Kalemi bıraktı.Merdivenden inerken gülümsüyorlardı. Kadınboyalıydı; erkeğin yüzü solgundu. Otelde sonkalanlardı belki.

— İyi sabahlar.— Size de.Adam elini arka cebine götürdü.— Bırakın; dün gece konuğumdunuz benim.— Olur mu? Bize çok...— Ne olur üstelemeyin. Sigaranız var mı?Adam sol eliyle paketi uzattı; sağ elindekikoyu sarı çakmakla sigarayı yaktı.— Çok iyisiniz, dedi.Koltuğunda geriye çekildi; sarardı.— İyilikten değil, dedi.— Yakında görüşürüz.— Yakında mı? Otel bir süre kapalı olacak.— Neden? Ne oldu?— Değişecek şeyler var; temizlik falan bir aysürer.— Öyle mi? Neyse, hoşça kalın.— İyi günler, dedi kadın.

— İyi günler.Birlikte çıktılar. Başkalarına görünmektenartık korkmuyorlardı anlaşılan. Kalemi elinealmadan sigarasını bitirdi; söndürdü. Parakâğıdını doldurup kasayı açtı. Otelin zarfındakiparaları masanın üstüne boşalttı. Faruk Bey'egidecek paralarla posta kâğıdını iç cebineyerleştirdi. Kadının aylığını zarfına koydu.Kasım ayının ilk üç günlük gelirini otelin zarfınakoyduktan sonra aylığından kalan parayı cebinesoktu. Zarfları yerlerine bıraktı. Üst bölmedekibakır kaptan aldığı bir lirayı alttakine aktardı;kasayı kapadı. Çekmeceden bir haftalık fişlerialdı; ikiye katladı, cebine koydu. Saat dokuzageliyordu.Sokağa çıkıp kapıyı kilitledi. Güneşli, ılık birgündü. Yolda rastladıkları bilmeden bir yerleregötürülüyor gibiydiler. Postanede önündeki sırtıkamburca, kır saçlı adamın işi bitince parayıyatırdı. Makbuzu verirken postacı sordu:— Neyiniz oluyor Faruk Keçeci?— Dayımın oğlu, dedi.

Postaneden çıktı. Dört yol kavşağında sağasaptı. Yavaş yürüyordu. Gelirken önündengeçtiği Adliye'ye yakın polis karakolunun çiftkanatlı camlı kapısından girdi. Dışarıdandönüşlerinde otele girince de duyardı bukokuyu. Geniş sofadaki sıralarda oturanlar,kapılardan girip çıkanlar vardı. Fişleri çıkarıpsağdaki aralık kapıya yaklaşırken durdu,içeriden sesler geliyordu. Kalın bir erkek sesiduydu; 'Yaz! Soruldu, iki nokta üst üste, kendiisteğiyle kaçtığını söyledi.' Yazı makinesiçatırdadı. Bir kadın ağlıyordu. Deminki kalın ses'Sussana sen kadın; atarım şimdi dışarıya' dedi.Elinde kâğıtlarla karşıdan gelen bir polis sordu:— Ne var? Ne bekliyorsun?— Bunları getirmiştim.— Ne onlar?— Günlük fişler, otelin.— Ha, şu odaya götür.Polisin gösterdiği odaya üstleri tabakla örtülüçay bardakları, kahve fincanlarıyla dolu biraskıyı kayıtsızca sallayarak giren ak önlüklü bir

kahveci çırağının ardından girdi. 'Nerde kaldınbe?' 'Demini alsın dedik abi.' Duvarlarında camlıdolapları dosyalarla dolu geniş odadaki üçmasada iki polisle sivil giyinmiş, gözlüklü biradam oturuyordu. Çırak çaylarını bırakmışçıkıyordu. Adam şekerlerin ikisini de bardağınaattı; gözlüğünün üstünden bakıp sordu:— Bir diyeceğiniz mi var?— Fişlerini getirmiştim otelin.— Şuraya bırakın.Dağınık masanın bir ucundaki kalındefterlerin üstüne koydu. Adam çayınıkarıştırıyordu. Yaşlıcaydı; yüzü değirmiydi,durgundu. Elleri esmerdi. Ortaparmağında...— Tamam; ne bekliyorsun?... yüzük vardı. Toplandı.— Bunları gazeteciyle gönderirdim; bundansonra kendim getireceğim.— İyi ya, getir.Soldaki masada oturan polis:

— Postayla göndersin, dedi.Güldüler. Gülerken adamın yüzü kırıştı.Dönüp yürüdü; odadan, karakoldan çıktı.Güneşli, ılık bir gündü. Adliye'nin önündebirkaç yolcu indirmiş ağır ağır kalkan birotobüsün yarı açık arka kapısındaki oğlan 'İzmir,İzmir, İzmir' diye bağırıyordu; otobüs hızlanıncakapıyı çekti. Bölükte yürürlerken söylerlerdi:'Ankara, Ankara, güzel Ankara' Bir sigara...Yolun öte yanındaki bir bakkal dükkânına gidipsigara, kibrit, çay, şeker, kutulanmış yiyecekler,sucuk, ekmek, peynir aldı.Kapıyı açıp otele girince havayı kokladı: Herzamanki kokuydu. Yandaki odada paketi açtı,içindekileri yerleştirdi. Sigaralarla kibritlerimasasının orta çekmecesine koydu. 6 numarayıdüzeltmek için merdivene yürürken kapı açıldı.Biri orta boylu, öteki kısaca iki gençtiler. Üstleribaşları düzgündü.— Merhaba; otelci sen misin?— Evet ama odalar dolu.— Kalıcı değiliz; köyden bey gönderdi bizi...

— Köyden mi? Hangi bey?Sesi pürüzlüydü. Oğlan sırıttı; kısaca boyluyudirseğiyle dürttü.— Duydun mu? Hangi beymiş?— Duydum, dedi öteki.— Hangi bey olacak, Baytar bey. Havlu içingeldik.Sağ elini masaya dayadı.— Ne havlusu?— Havlu işte. Beye konuk gelen kadınunutmuş; iki hafta önce.— Kadın mı? Nasıl kadın?— Güzel bir kadın; geldiği gece burda kalmış.— Sahi; perşembe gecesiydi. Köyde mişimdi?— Değil, gitti. Cuma sabahı motorluyagetirdik.— Beyin nesi oluyor o kadın?Oğlan sırıttı.

— Duydun mu? Beyin nesi oluyormuş, dediyanındakine.— Duydum, dedi öteki.— Nesi olursa olsun; havluyu ver sen.Havlunun önemi yoktu artık; ama üstündekikurumuş bulaşıklarla nasıl verirdi bunlara?— Havlu falan görmedim ben, dedi.— Sarılı kırmızılı karalı bir havluymuş; beyesöylemiş.— Görmedim dedim ya.Oğlan diklendi.— Bana bak, yalan söylemez o, dedi.— Odaları ortalıkçı kadın toplar; istersenizkaldığı odaya çıkıp bir bakalım.Çekmeceden 2 numaranın anahtarını aldı.Merdiveni çıkarken oğlan:— Numara yapmaya kalkarsan karışmam bak,dedi.Gereksizdi ama anahtarı deliğe soktu, çevirdi;

kapıyı açtı. Gözleri büyüdü: Havlu karyolademirinde asılıydı. Arkasından itildi; biri sövdü.Havluyu eline aldı; aşağıdakinin aynı, karalarıince, sarıları, kırmızıları kalın çizgili birhavluydu; ama temizdi, lekesizdi; oğlan çekipaldı elinden. Bacakları titriyordu; yatağınkıyısına oturdu. Sandalyenin üstünde gazeteleryığılıydı. Emekli Subay da havlusunu unutmuştudemek giderken.— ... bu yalancıyı?— Dövelim mi?— Olmaz; bir sıkımlık canı kalmış.— Yatağa bağlayalım.— İp olsaydı.Pencerenin yanındaydılar.— Bak çamaşır ipi var sayada.— Koş getir.Kısaca boylu, esmer oğlan koştu. Ötekisarışındı, yüzü düzgündü; köylü olduğu kemikli,irice ellerinden belliydi. Havlu elindeydi;katlanmıştı. Kadının havlusu sanacaktı kimse o

Baytar bey. İki hafta kalmıştı köyde; cumasabahı...— Baytar bey kadını geçirmeye geldi mi?diye sordu.— Nasıl gelsin. Bir ay önce attan düştü;bacağı kırıldı iki yerden. Alçıda şimdi.— Adı Ömer mi beyin?— Ömer mi? Ömer kim?— Kara Mustafa'nın.— O mu? Vurdular onu yazın. Kardeşivurdurmuş dediler, parayla.Yatağa uzandı. Oğlan pencereden avluyabakıyordu. Kolunu salladı; 'Çabuk ol lan' dedikısık sesle. Başını çevirdi.— Niye yattın sen?— Başım döndü.— Korkudan, bağlıycaz diye.— Korkudan değil; nasıl olsabağlayamazsınız. Siz gidince biri gelip çözecek.Sorar elbet. Akşama iki candarma gelir köye...

— Söyleyemezsin; havluyu sakladın.— Odada olduğunu bilmiyordum.— Sen bilmezsen kim bilecek? Otelci sensin.Buradaki her şeyden, olanlardan yalnız sensorumlusun demek istiyordu oğlan.— Doğru ama beni çözene söylemem gerekburaya nasıl bağlandığımı.— Tanımıyorsun ki bizi.— Baytar bey göndermiş derim. Candarmalarbulur.Oğlanın yüzü bulutlandı, donuklaştı; sağeliyle arkayadoğru kalçasını kaşıdı; kapıya yürüdü.Merdivenden ayak sesleri geliyordu.— Sen misin lan?— Benim.Öteki kapıdan girince elindeki ipi aldı;karyolaya attı. Havlu sol elindeydi.— Yürü gidelim; başımız derde girecek bu

bacaksızla, dedi.Zebercet kısaca güldü.— Demiştim ben, bağlayamadın bak, dedi.Oğlan sövdü; yürürken arkadaşı kolunu tuttu.— Gidelim, dedi— Bağlayan bağlamış seni.Odadan çıktılar. Arkalarından seslendi:— Korkaksın da ondan; köylüler korkak olur.Sövdüler; ama dönmediler. Dış kapı çarpılarakkapandı. Yatağın, bacaklarının üstündekidağınık ipi alıp topladı; başucu masasına koydu.Kalkmadı; ellerini başının altında kenetledi.Tavandaki ak abajurda pencerenin yankısınabakıyordu. Dağdan yanaydı. Kuzukulağıyemeye, kiraz çalmaya gitmişlerdi KürtMuhittin'le birlikte üç arkadaş, bir mayıs öğlesonu okuldan kaçıp. Birden boşanmıştı dağyağmuru. Su içinde boğulacak gibi koşmuştu azÖtedeki kayaların altına. Sırılsıklamdılar. Suyunardında hiç bir şey görünmüyordu. Ağlamıştı.'Anası oğlun doğurmuş…' Aşağıda,

Kesikdere'deki ağılda titrerken çobanın yaktığıateşte kurunmuşlardı. 'Kardeşi vurdurmuşdediler, parayla.' Geçitte, ak donunun paçalarıdizlerinde, mandaların üstüne basa basakoşmuştu Ömer. Kadının ona gittiğini dedüşünmüştü. Elçilerin götürdüğü havlu... EmekliSubay'ın bir yakını mıydı kadın? O sabahkapıdan çıkınca karşılaşmışlardı. 'Şu gidenkadının kaldığı odayı..' 'Odasını bırakmadı…'Olamazdı. Ankara'da aynı yerden almışlardıbelki havluları. Doğruldu; yataktan indi.Kazağını, ceketini çekti; yorganın üstündekikırışıklığı düzeltti. Yukarıdaki yatağı dadüzeltmesi gerekti; 6 numaraya çıktı. Yatakdüzeltilmişti. Yorganı kaldırıp baktı: Çarşafınortasında kurumaya başlamış küçük bir ıslaklıkvardı. Yastık örtüsü iki yerde soluk kırmızılekeliydi. Aşağıda masaya vuruldu.— Kimse yok mu burda?Yorganı bırakıp yürüdü.— Geliyorum.Kapıyı kilitledi. İkinci katta 2 numaranınkapısını da kilitledi; elinde anahtarlar, merdiven

dönemecini dönünce masanın önünde duranpolisi gördü; ağırlaştı.— Beni mi arıyorsunuz? dedi kayıtsızca.— Otelci misin?— Evet.Merdivenin son basamağında, 1 numaranınönünde ayağı tökezledi. 'Yavaş' dedi polis.— Ne yapıyordun yukarda?— Ben mi? Odaları topladım.Anahtarları masaya koydu.— Bir kadın yok mu, gündelikçi?— Var ya, izinli beş gündür.— Neyse. Birini sormaya geldim ben.— Buyurun.— Bu sabah bir genelge geldi Ankara'dan;birini arıyorlar. Elli yaşlarında, orta boylu,topluca, kalın kaşlı, yeşil gözlü bir adam kaldımı bu sıralar otelde?Elindeki fotoğrafı uzattı. Zebercet baktı.

Emekli Subay'dı bu; yalnız alnındaki kırışıklargörünmüyordu.— Açık yeşil kazağı vardı. İki haftayı geçiyor,cuma sabahı gelmişti. Tam bir hafta kaldı.— Bir hafta mı?— Evet. Nüfus kâğıdından yazdım buraya.Defteri açtı; cuma gününü buldu. Polis eğildi.— Mahmut Görgün. Adı bu değil ama başkanüfus kâğıdı vermiştir. 18 Ekim cuma. Tamam.Ne yapardı burda?— Şu koltukta otururdu çoğu. Gazete okurdu;her gün bir yığın gazete. Öğleye doğru iner,yemeğe çıkardı; akşamları da.Polis defterdekileri bir kâğıda yazıyordu.— Günlük fişlere yazmıştım ben.— Ne fişleri?— Polis fişleri, karakola göndermiştim.— Ha, şunlar. Karakolda bir yere atarlaronları; kimse bakmaz.

Şaşılacak şeydi yıllardır gerek babasınıngerekse onun önemle, aksatmadan her haftapolise gönderdikleri kâğıtların orada bir yerlereatılması. Yukarıyla bir bağlantı sanırdı bunları.— Ama neden yazdırıyorlar öyleyse?— Bir yararı var elbet. Bırak şimdi bunu.Polis bir daha gösterdi fotoğrafı.— Buydu değil mi? diye sordu.— Evet. Emekli Subay bu.— Emekli subay olduğunu söylemiş eşşeoğlu.— Değil miymiş?Polis güldü; sordu:— Ne zaman gitti?— On gün önce, cuma sabahı.— Nasıldı giderken?— Üstü başı hep aynıydı. Elinde küçük derivalizi. Tıraş olmamıştı o sabah; hasta gibiydi.Polis kâğıda bir şeyler yazdı; katlayıp cebinekoydu.

— Peki. Hadi eyvallah.— İyi günler efendim.Gidiyordu. Arkasından seslendi:— Suçu neymiş adamın?Polis döndü; sırıttı.— Afrika'ya kız kaçırıyormuş, dedi alayla.Kapıyı açarken bir daha döndü, yüzü katıydı.— Öz kızını boğmuş.— Kızını mı bozmuş?— Boğmuş dedim. Apartman kokmayabaşlamış üç gün önce; kapıcı bildirmiş.Polis kapıdan çıkınca koltuğuna oturdu.Emekli Subay'ın yerine bakıyordu. Kızınıboğmuş... Yeryüzünde her şey olağandı. İkisi debir yakınlarını boğmuşlardı. İlk dört gün okadını bekliyor sanmıştı. Beklemiyor muydu?Kızıyla bir yerde görmüştü belki; ya dabenzetmişti, \"Kaçmış. Kaçılır mı boyuna?\"Yukarıda odasında polisleri beklemenin, dışkapının açılışlarında, ayak seslerinde, ne

olduğunu anlayamadığı tıkırtılarda 'onlar mı,geldiler mi?' demenin sürekli gerginliğinedayanamadığı için çoğu zaman burada oturupsözde gazete, kitap okuyarak, tehlikeye dahayakın, ama hiç değilse kapının açılmadığızamanlar bilinmeyenin tedirginliğini duymadanbekliyordu anlaşılan. Kapı açıldı. Uzunca boylu,ince bir adam girdi: Yakındaki bakkaldı.— Merhaba, sizin kadını sorayım dedim; hastamı?— Kadın mı? Neden...— Birkaç gündür alışverişe gelmiyor da.— Ha evet. Köyüne gitti; dayısı ölmüş.— Ya!— Bir ay kalacak. Bir şey gerekirse ben uğraralırım.— Peki. İyi işler.— Size de.Bakkal gitti. Sonra, salonda gezinirkendeminki polis yanında 'başkomiserim' dediğibaşka bir polisle geldi. Her şey ayrıntılarıyla bir

daha soruldu. Emekli Subay ayrıldıktan sonraodasında başkalarının da kaldığını söylediğihalde Başkomiser odayı görmek istedi. Yukarıyaçıktılar. İpi sordu. Çamaşır ipi olduğunu, yatağıdüzeltmeye geldiğinde oraya bıraktığım,aşağından çağrılınca unuttuğunu söyledi.Başucu masasının çekmeceleri boştu. Gazetelereteker teker baktılar. Aşağıya inince bir tutanaktutuldu. Başkomiser adını sordu; söyleyincegüldü. Tutanağı imzalatıp gittiler. Yorgundu;köşedeki koltuğa oturdu. Adam gülmüştü. İllegerekli miydi başkaları? Yukarıda, odada,gazetelere bakarlarken, dizlerinde bir kesiklikleyüreği çarparak gelmişti dilinin ucuna... Adambirden bağırmıştı: 'Bunlardan aldın mı hiç?''Hayır efendim' diyebilmek için yutkunmuştuönce. Olanakların, olasılıkların bir sonubulunabilirdi belki zamanla. Öğle topupatlayınca kalktı. Sabah odadan çıkarken getiripgene kasanın üstüne koyduğu çalar saat ikidakika ileriydi. Düzeltti. Kapı yanındaki odayagirip dolaptaki teneke kutulardan birini,zeytinyağlı lahana dolmasını çıkardı; ütümasasına koydu. Çevresine bakındı. Bir bıçakla

havanelini alıp bıçağın sapına vura vuragüçlükle açtı kutuyu.Öğlesonu dış kapının ardına 'KAPALl'yı asıpsokağa çıktı, sabahkinden daha da ılıktı hava.İstasyon sokağının köşesinde duvara dayanmış,elinde sigara, genç bir adam vardı. Karşıkaldırımdan deri çantalı bir belediye çavuşugeçiyordu. (\"Birini bekliyordur, bir kızı.\")Kapıyı kilitleyip yürüdü. Beş yıl önce (altı mıydıyoksa) bunlardan biri dadanmıştı otele; yenideğiştirilmiş çarşafları, ovulmuş muşambalarıkirli bulan, 'Ceza yazarım, ceza' diye çantasınısallayan, pembe yanaklı, iriyarı biri. Dişçiyesöylemişti de çavuşun ayağını... Börekçifırınının önünde duraksadı; sol elindeki anahtarabaktı, geri döndü. Köşedeki genç yoktu. Üçmermer basamağı çıkıp tutamağı çevirdi, itti,sarstı: kilitliydi. Arkasında bir kadın sesi duydu:'Kapalı diyor, görmüyor musun?' Yaşlıca, uzunboylu bir kadındı. Gülümsedi; hızlı hızlı yürüdü.Anahtarı cebine koydu. Fırını, kitaplığı, GöğüsHastalıkları Yurdu'nu geçti. Adliye'nin taşbasamaklarında, büyük, camlı kapıdan uzakçaüç köylü kadın oturuyordu. Bu iki katlı, uzun

yapının arkasındaki yeni cezaevine gidensokağın köşesinde durdu. Eskisi...— Boyayalım abi!Karaca bir oğlandı; dağınık, kirli saçlı. Sağayağını boya sandığına uzattı. 'Cila istemez'dedi.... dağa yakın Kışla alanındaydı. Eski kışlanınbir parçasıymış; Yangın'da yanmamış. Yerineokul yapmışlar şimdi. Çocukluğunda LütfiyeMolla'ya gitmişti bir kere; çelimsiz, buruşuk,dişsiz, konuşkan bir kadındı. Haşim Bey'dengebe kalan beslemeyle (ninesiyle) everdiklerisözde dedesinin üvey kardeşiymiş; her gün hiçaksatmadan öğleye doğru yemek götürürmüşcezaevindeki torununa. Kapıaltında beklermiş.'Kim bu oğlan nine?' 'Bizim Saide'nin oğlu.'Tak tak vuruldu sandığa fırçayla. Sol ayağınıuzatırken gene 'Cila istemez' dedi.Dağda, Ulu Cami'nin altındaydı evleri. Kimibayramlarda giderlerdi anasıyla. Ölmüş yakınlaranlatılırdı uzun uzun. Belki o gün de birbayramdı. İnce bıyıklı, solgun yüzlü bir genç;

demir parmaklıklarda kemikli, kısa tırnaklıelleri... Bir bağ damında, içkili kadınlı bireğlentide, sarhoşken, şakalaşırken vurmuş SaatçiHasan Efendi'nin oğlunu. Ölünceye değin 'Kastıyoktu; kazaydı' demiş oğlan; ama Hasan Efendiağır basmış, on beş yıl vermişler.— Tamam abi.Ayağını çekti. Çocuğun uzattığı kirli, esmerele parayı bıraktı. Soğuk demircide çalışanoğlanı o gece çağırsaydı, yanında götürseydi,belki de... Döndü, taş basamakları çıkıp büyük,camlı kapıdan içeri girdi. Babası sağken gelmiştibir gün; bir de o hırsızın duruşmasında tanıklığagelmişti ama Ağırceza'da değildi o. Karşıda ikikanadı açık kapının yukarısında AĞIRCEZAyazılıydı. Yavaşça girip soldaki arka sırayaotururken birkaç dinleyici dönüp baktılar.— Hangisi? diye bağırdı kırmızı yakalı karacüppeleriyle kürsünün ardında oturan üçyargıçtan ortadaki kır saçlı, kalın kaşlı, alnıkırışık, ince dudaklı başkan.— Sağdaki efendim, Nail Bey, dedi tanıkyerindeki kara bıyıklı adam; tahta parmaklıklı

sanık bölmesinde oturan üç adamdan birinieliyle gösterdi. Arkalarında süngülü üçcandarma duruyordu.— Ne dedi, anlat!— İki kamyon kum getirmemi istedi. Pazarlıkettik; uyuştuk. Kumları getirdim. Ambarın arkakapısı yanına boşalttık.— Hangi ambarın?— Tarım Satış ambarının.— Nereden aldın kumu?— Domuz Deresi'nden. Çoğu oradan alırız.Savcı doğruldu.— Tanığa sorulsun; bunların kumlarıtohumluk pamuk çekirdeklerine karıştırdığınıbiliyor mu?— Duydun mu?— Duydum efendim. Bilmiyorum. Sıvayapılacağını söylediydi bana.— İyi sıvamışlar, doğru.

Gülenler oldu. Başkan kürsüye vurdu.— Sizin bir soracağınız var mı?Bölmenin yanında oturan kara cüppeli ikiavukattan biri ayağa kalktı:— Tanığa sorulsun; bunu eskiden hiç görmüşmü? dedi sanıklardan ortadakini göstererek.— Görmedim.Başkan yazıcıya bir şeyler yazdırdı. Sonra birbaşka tanığın adı bağırıldı. Başkan iki yanındakiyargıçlarla kısaca konuştu.— Yaz! –Ayağa kalktılar– ... gelmediğinden...yazılmasına... Perşembe gününe... karar verildi.Götürün şunları!Zebercet titredi. Candarmalar kelepçeleritakarken dinleyicilerden ikisi dışarı çıktı. O daçıktı arkalarından; duvar dibindeki sıralardanbirine oturup bir sigara yaktı. Solundaki uzungeçitten, sıralarda oturanların, kapı önlerindebirikenlerin, gelip geçenlerin kalabalığındangelen basık, boğuk, derin uğultuda, ara sıra, üstüste iki kere bağırılan bir davalı, bir davacı, bir

tanık, bir avukat adı duyuluyordu. Büyükkapıdan girip çıkanlar vardı. Salondan gelenseslerden anladığına göre başka bir duruşmabaşlamıştı. Sanıkları buradan getiripgötürmüyorlardı anlaşılan; arkada, cezaevindenyana bir kapı olacaktı. Sigarası yarıdaydı daha;kalkmadı. Uçları sarımsı iki parmağı ısınınca birdaha çekip ayaklarının arasına bıraktı; kalkarkenezip duruşma salonuna girdi; önceki yerineoturdu. Yazıcı tekdüze bir sesle çabuk çabukokuyordu: \"... sabahı sağdıçları geldi güveykaldırmaya kalkmadılar deyip çevirdik bir saatsonra gene geldiler Fatmanım ölü toprağı mıatıldı bunların üstüne dedi soruldu sanık AhmetKuruca'nın anası Fatma Kuruca olduğunusöyledi Fatma Kuruca yukarı çıktıktan az sonraacı acı bağırdı koştum odanın kapısı açıktı FatmaKuruca kapı önüne çökmüş bağırıyordu içerdegerdek yatağında gelin çırılçıplak uzanmıştıyüzü ezikti kan içindeydi saçları yastığadağılmıştı göğsü de kanlıydı soruldu ölününellerinde bir şey olmadığını söyledi soruldusürahiyi görmediğini söyledi soruldu iki yanı datanıdığından gerdek ertesi gelinin kızlık nişanını

anası evine götürmek için o gece oğlan evindealt katta bir odada yattığını söyledi soruldu geceyarısına doğru yukarıdan takırtılar boğuk seslerduydum ama ilk geceleri olduğu içinkuşkulanmadım dedi ve başka bir diyeceğiolmadığını söyledi Savcı sanığı nasıl tanıdığınıdengesiz davranışları olup olmadığınınsorulmasını istedi soruldu iyi tanıdığını azkonuşan çalışkan biri olduğunu bir akşam tarladönüşü niye mercimek çorbası pişirmedi diyeanasına bağırdığını eskiden bir gün de ikindinamazı kılarken arkasından yaklaşıp kulağınındibinde mantar tabancası patlatarak namazıbozdurduğunu söyledi sanık avukatı bir soracağıolmadığını söyledi tanıklardan Ahmet oğluEmine'den bin üç yüz otuz altı doğumlu HasanBala duruşmaya alındı sanığın dayısı olduğu içinisterse yemin etmeyebileceği söylendi yemin ettisoruldu üç Mart bin dokuz yüz altmış üç pazargecesi sabaha karşı sokak kapısı çalındı yataktankalkıp kapıya gittiğimde gelenin yeğenim AhmetKuruca olduğunu anlayınca şaştım daha oakşam yatsıdan sonra gerdeğe kapayıpdönmüştük ne oldu dedim öldürdüm onu dedi

bitkindi üç buçuk saatlik yoldan yayan gelmişkarım kim geldi dedi bağırma dedim yanındaparası azmış kaçmak için para istiyordu parakolay otur da biraz dinlen dedim çok üsteledimama neden öldürdüğünü söylemiyordu yalnızbakır sürahiyi kafasına vurdum dedi öğleyedeğin teslim olması için kandırmaya uğraştımnereye kaçarsın iki güne varmaz tutarlar dedimrazı olmuyordu öyleyse geceyi bekle dedimmindere uzanıp uyudu sonra benim oğlanıkarakola gönderdim candarmalar gelip aldılardedi soruldu ablasının oğlu olduğunu ortaokulunilk sınıfında kalınca okula gitmediğini babasıylaçiftçilik yaptığını kışları ara sıra köye geldiğindebirlikte ava çıktıklarını uçara kaçara iyi attığınıama ördek avı için gümeye girmediğini bir günyaraladığı bir çakalın üstüne atılıp boğduğunusöyledi ve başka bir diyeceğim yoktur dediSavcı ile avukatlar soracakları olmadığınısöylediler sanığa karısını neden öldürdüğü genesoruldu karşılık vermedi gereği görüşüldü sanıkAhmet Kuruca'nın duruşmalardaki davranışı gözönüne alınarak ceza yeterliliği olup olmadığınınanlaşılması için adlî tıbba gönderilmesine karar

ve duruşmanın dört Kasım bin dokuz yüz altmışüç pazartesi günü saat on dörde bırakılmasına oybirliğiyle karar verildi.\"Zebercet kıpırdadı; kazağının yakasınıdüzeltti. Geçen oturum tutanağının bu tekdüzeokunuşu boyunca süngülü iki candarmanınarasından tahta parmaklıklı bölmede oturansanığa bakıyordu. Arkadan, sol yanındangörüyordu; Saçları kesik, burnu biraz kemerli,omuzları geniş, boynu kalınca, solgun yüzlü birgençti. Başı eğikti.— Ayağa kalk!Orta boyluydu.— Ne zaman çıktın hastaneden?— Cumartesi günü.— Rapor gelmemiş. Bir diyeceğin var mı?— Yok efendim.— Neden öldürdüğünü söylemeyecek misingene?Önüne bakıyordu. Sol eli ceketinin eteğinitutmuş, sımsıkıydı.

\"Kıstırmışlar seni... doğrusu kendinkızmışsın ne vardı dayına gidecek dağdanyana gitseydin bir ip alsaydın yanına azdaha ben de...\"— Doktor kız oğlan kız dedi. Babası kızınınüstüne erkek sinek kondurmadığını söyledi.Neden öldürdün onu?\"Babası mı babası çoktan ölmüş sonraevermişler bozuk çıktı diye sabaha karşıgeri göndermiş sabaha karşı çıplaktıyatakta gözleri ağzı açık yorganı üstüneçektim...\"— Anlatmazsan kötü olur senin için. Söyle!Neden öldürdün?\"Kim bilir belki de iyi olur yalnız uzatılmasınböyle polisler sorgu yargıçları savcılar avukatlaryargıçlar doktorlar nedenine gelince beşgündür...\"— Ağır bir söz mü söyledi sana? Vurdu mu?

\"Bilemiyorum nedensiz olamaz mı ağırbir söz söylemek vurmak ya dakonuşmamak vurmamak bir şeyleruydurmamı istiyor yaptığımı yasalarındaracık bir bölümüne sığdırmak nasıl daEmekli Subay'a benziyor tuhaf kızım yada karısını boğsaydı...\"— Yaz... (Sıra gıcırtılarıyla toplanıp o daayağa kalktı. Sağında, kapı yanında kısık birsesle 'Senin kalkman gereksiz' dedi biri.)...raporu gelmediğinden... yazılmasına... yirmisekiz Kasım perşembe gününe bırakılmasına...karar verildi.Adama kelepçe vurulurken Zebercet başınıçevirip salondan çıktı. \"Yirmi sekiz Kasımademek.\" Camlı kapı açıktı. Dışarısı güneşliydi,ılıktı. Basamaklardan indi. Köşedeki boyacınınyanına bir de simitçi gelmişti. Karakolunönünden geçti. Dört yol kavşağında yavaşladı.Sağda, ileride Ulu Park'ın ağaçları görünüyordu.Çok eskiden ara sıra giderdi oraya. Saat kaçtıacaba? Yanında duraksayan bir genç bileğinebakıp 'Üçü on geçiyor' dedi. Hızlandı. Yüksek

sesle mi düşünmüştü yoksa? Davasınıbaşkalarına götürmeyeceğine göre boşbulunmaması gerekiyordu. Cadde tenhaydı. Eskigiysilerini, yeleğini giyse cep saatini yanındataşıyabilirdi. Ya da çarşıdan geçip bir kol saatialabilirdi dönerken. Arka cebini yokladı.Parka kuzey kapısından girdi. Yüksek çamağaçlarının, çeşitli bitkilerin, çiçeklerinarasındaki yollarda küçük ak çakıllar seyrelmiş,kızılca bir toprakla karışmıştı. Yolun ikikıyısındaki kırpılmış bodur mersinlerin önünde,yıllar önce bir bankanın koyduğu, koyu yeşilboyaları giderek dökülmüş, yıpranmış, arkalıklıalçak sıralardan birine oturmuş konuşan iki genço geçerken sustular. Gazete okuyan bir adamınönünden geçip parkın ortasındaki küçük alanınbir kıyısına dikilmiş yontma taştan kurtuluşanıtına varmadan, solda bir sıraya oturdu.Bedeni yumuşamıştı; ceketinin düğmesiniçözdü; kazağını düzeltti, arkalığa yaslandı. Güzortasında bu olağanüstü ılık, esintisiz gündeyaprakları kıpırdamayan ama gergin, canlıoldukları belli çamların, mersinlerin,kasımpatlarının, güllerin, zambakların adını

bilmediği sık yapraklı, al çiçekli bitkilerin köksaldıkları, emdikleri toprakta Yangın'a değin kimbilir kaç yüzyıl buraya gömülen ölülerinçürüyüp ufalanmış kemikleri, etleri, saçları,tırnakları vardı. Eskiden gömütlüktü. Anası,babası kentin doğu kıyısındaki yenigömütlükteydi; dedeleri, nineleri gömülüydüburada: Hacı Zeynel Ağa, Ferhundanım, MalikAğa, Haşim Bey. Çocukluğunda (dördünde yada beşinde olacaktı) bir kurban bayramıarifesinde anası getirmişti; 'Geçen yıl ağladıydın'dediğine göre ikinci gelişiydi demek.Yangın'dan sonra ölü gömülmediği, kapatıldığıiçin, yıllardır dalları iç içe girmiş ulu ağaçlarınaltında gürleşmiş yaban otlarının, çalıların,dikenlerin sardığı, yosun tutmuş, çoğu eğilipbirbirine yaslanmış kavuklu-sarıklı kocamantaşlarla dolu gömütlüğe girmemişler, dışında,çevresini kuşatan yer yer çökmüş, çatlamış,taşların arasından otlar fışkıran alçak duvarınönünde, ölmüşlerinin gömütlerine yakın biryerde, gözleri ıslak kadınların arasındadurmuşlar; anası başını ağaçlara kaldırıp elleriniaçmış, gözleri yarı kapalı, sessiz, dudakları


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook