Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Anayurt Oteli-Yusuf ATILGAN

Anayurt Oteli-Yusuf ATILGAN

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-19 10:24:05

Description: Anayurt Oteli-Yusuf ATILGAN

Search

Read the Text Version

önayak olmuş. Bir akşam konakta yemeğeçağrılmış; kapı aralığından anasına göstermişler.'Olur' demiş; Yunan gelmezden bir yıl önceevlenmişler. Otuz iki yaşındaymış anası; babasıyirmi sekiz.Sekizde öğretmenleri uyandırdı. Yarım saatsonra indiler.— Bavulları bir adamla aldırırız. İyi bir haftageçirdik otelinizde; hoşça kalın.— İyi günler efendim.Adamın uzattığı eli sıktı. Kadının elinisıkarken yüzüne bakmadı. Parmakları dolgundu.Bırakınca elini arkasına götürdü. Terli miydiavcu? Adam bir onluk koydu masaya.— Çay parasını tutmamışsınız dün.Pazar sabahı odalarına çay istemişlerdi.Masada karşılıklı oturuyorlardı; önlerindekâğıtlar.— Çay bizdendi; para istemez.— Teşekkür ederiz.Giderlerken arkalarından baktı. Dün gece

\"Nasıl seninim\" demişti kadın. Yeryüzündeerkeğiyle böyle konuşan başka kadınlar da vardıelbet. Sigara paketini almak için elini sağ cebinesoktu yanlışlıkla.* * *Emekli Subay'dan başka herkes gittiktensonra, salonda gezinirken gazeteci geldi.Masasına gidip çekmeceden fişleri çıkardı,adama verdi. Böylece perşembe gecesigecikmeli Ankara treniyle gelen kadının o odadayattığı belgelenmeden kaldı. Kaç gündür kafayorması boşunaydı; aslında her kadın adı onunadı olabilirdi; ama bunu kendisinin söylemesigerekti. Üç güne değin gelecek, adınısöyleyecekti. Koltuğa oturdu. Gazeteyeuzanırken durdu; çekmeceyi çekip paraları aldı;kasayı açtı. Üst bölmedeki bakır kapta bir teklira kalmıştı; bunu aşağıdakine aktarıp kaplarınyerini değiştirdi. Elindeki paralardan on beş liraayırıp arka cebine koydu; ötekileri otelin zarfınayerleştirdi; kasayı kapadı. Yukarıdan ayaksesleri geliyordu. Ortalıkçı kadın merdivendönemecinde, avluya bakan pencerenin önündedurdu. Yüzü görünmüyordu.

— Ne oldu ağa?— Yok bir şey. Çok yoruldun dün;uyandırmadım. Odaları topla; altı numaranınçarşaflarını değiştir.Kadın indi; sandık odasından çarşaf alıp çıktı.Önünden geçerken duraksadı; baktı. Merdivenedoğru yürüdü. Farkındaydı belki; hiç değilseyastığın altında duran mendilden.* * *Öğleden sonra salonda, yerlerinde oturmuşgazete okurlarken (onun okuduğu yoktu pek: birbaşlık, anlamadan birkaç satır... Bir perdegibiydi gazete) kapı açıldı. Baktılar. Bavullarıalmaya gelen adamdı. Askıdan anahtarı alıpyukarıya çıkardı adamı. Oda aydınlıktı; sırmapüsküllü vişneçürüğü perde açıktı. O açmamıştıgiderken; ışığı söndürmeyi unutmuştu. 'Kurşungibiymiş bunlar' dedi adam. Aşağıya indiler. Dışkapıyı açtı adama; dönüp koltuğuna oturdu,gazeteyi aldı. Kadın on sekiz kırkta gelirseEmekli Subay dışarıda olacaktı; ama daha öncede gelebilirdi: beş-altı yıldır dolmuşlar

işliyormuş o köye. Büyük ova köylerinden biri,yakın. Babasının sağlığında, on beş yaşındaykenbir yaz günü gitmişti bir kere. Ömer çağırmıştı.'Kara Mustafaların evi dersin.' O da geçmiştir oçeşmeli alandan; kahvelerin önünde oturanlarbakmıştır. Uzun bir bağda kokulu üzümleryediler, Kumçay'da balık tuttulardı. Geçittemandalar yatıyordu; üstlerine basa basakoşmuştu Ömer, hayvanlar kıpırdamıyordu.Ayakkabıları, pantolunu elinde uzaktandolaşmıştı o; Ömer'le sığırtmaça güldülerdi.Savaş'ın son yılıydı, ekmek kıttı. Avlununucundaki fırından yeni çıkmış bir somun ekmeğisarıp verdilerdi akşamüstü dönerken. On sekizkırk mıydı gene? Emekli Subay'a baktı; gazeteyüzüne yakındı. Tedirginliğinin bir nedeni debelki adamın eski bir subay oluşuydu. 'Ahmetoğlu Zebercet.' 'Buyur komutanım.' 'Bağırma be,sağır mıyız.' Bölükte altı ay kaldıktan sonraYüzbaşı emireri almıştı. Askerlikten önce ne işyaptıklarını sormuştu bir gün. Otelde çalışmışbiri daha vardı ama nedense onu ayırmıştıYüzbaşı. Büyücek bir evdi; kapı yanında birodada yatardı. Sabahtan öğleye değin bir

ortalıkçı kadın gibi... Yüzbaşı'nın karısıylaoldukça geçkin baldızı onu umursamadankonuşurlardı yanında. Ayda bir hamamagiderlerken bohçayı taşır, karşıki kahvedeoturup çıkmalarını beklerdi. Kahveciyle çıraktakılırlardı. 'Hanımlara dört demli çay.' 'Sen migötüreceksin içeri?' Nerde o günler; kapıdakikart keşkek bırakır mı hiç; 'Şuna bak be, par paryanıyor yüzü. Geceye...' İki küçük oğlanı dagötürürlerdi yanlarında. Küçüğün dili dönmez\"Gebecet abi\" derdi. Emireri olduğunu babasınabildirmedi. Bölükte mektupları açtıkları için birarkadaşının ev adresini verdiğini yazdı. Çoğu birörnek mektuplardı. Para isterdi sık sık: Tüfeğikarıncalanır, matarası çalınır, kasaturası kırılırdı.Haftada bir ya da iki gün öğle sonları genelevegiderdi. Arsaya girer, hep o seyrek dişli, yaşlıcakadın açardı pencereyi. 'Gel kız, seninki.' 'Aa,küçük askerim gelmiş.' Kollarından tutup içeriçekerlerdi. Kimi günler kadın yukarıda birerkekle olurdu. Oturup beklerdi. 'Uzattı seninki,enişte.' Gülüşürlerdi. Merdivenden inip çıkanlarolurdu; hangisi bilemezdi. Kadın inerkensözcüklere uymayan, kayıtsız bir sesle 'Aa,

küçük askerim gelmiş' derdi.— Bir şey mi dediniz?Toplandı.— Hayır efendim, dedi.* * *Akşam yemeğini yerken ortalıkçı kadınmerdivenin önünde, korkuluğa dayanmışbekliyordu.— Çık yat sen, dedi.Kadın başını eğdi; karşılık vermedi. Çabukyiyordu. Fasulye biraz helmelenmişti.— Darı unuyla bir yemek yapardın; geneyapsana ondan.— Kaçamak mı? Olur.Kalan ekmeği alıp kalktı; yandaki odada birtencereye koydu. Ağzını yıkadı; aynaya baktı.Dişlerini bir daha fırçaladı. Çıkıp kapıyı kapadı.Kadın tepsiyi götürmeden önce masayı silmişti.Yerine oturdu; sigarasını yaktı. Kaçıncıydı bu?Öksürmüyordu artık. Arada bir ayak sesleri

geliyordu dışarıdan. Sigarasını bastırırken treninsesini duydu. “Merhaba, odam boş mu?Merhaba oda boş mu? Odam boş mu? Oda boşmu? Yeriniz var mı? Merhaba, yeriniz var mı?İyi akşamlar, yeriniz var mı? İyi akşamlar, odamboş mu? İyi akşamlar, oda boş mu? İyiakşamlar, döndüm ben, odam boş mu?Merhaba...\" Silkinip kalktı, ceketini düzeltti;masanın önüne geldi, sağ eliyle tutunup bekledi.Yüzden başlayıp geriye doğru otuz üçe deksaydı. Boşuna telâşlanıyordu; belki yarın akşambile gelmezdi. Elini çekip yürüdü; EmekliSubay'ın küllüğünü çöp sepetine boşalttı; yerinekoyarken kapı açıldı. İki kişiydiler; biri orta yaşlıöteki genç.— İki yataklı odanız var mı?— Evet.Masaya geçti; nüfus kâğıtlarını istedi. Adamikisini de cebinden çıkarıp verdi. Soyadları birdi.— İkinci katta beş numara. Anahtarı vereyimmi?— Hayır, sonra geliriz.

Gittiler. Eskiden gelenleri pek incelemezdi;körkütük sarhoş değilse her isteyene yatakverirdi. Ara sıra yanlarında bir erkekle gelipkarıkocalık oynayan orospuları tanımazlıktangelirdi. Gerçekten evli çiftlerin de yattığı genişyataklı odalardan birinde, 2 ya da 6 numaradayatırırdı bunları. Seyrek de olsa kimi gecelergenç bir erkekle gelen orta yaşlı, çoğu tedirgin'baba'lara, 'amca'lara iki yataklı odalardan biriniverirdi. Bu karı-kocaların, baba-oğulların, amca-yeğenlerin sesleri çıkmaz, sabahları erkengiderlerdi. Ama beş ay önceki olaydan sonraerkek çiftlere pek güvenemiyordu. Mayısortasında bir gece geç vakit orta yaşlı bir adamlasarışın, güzel bir genç geldi. 'İki yataklı odanızvar mı?' Söyledikleri adları yazdı, anahtarı verdi.'İkinci katta sağda, beş numara.' On ikiye doğruışıkları söndürüp yukarıya çıkarken odanınönünde durdu, dinledi: \"... evet... ona…'anlaşılmıyordu. Tavanarasına çıktı, soyundu;ortalıkçı kadının odasına geçti. Yatağa girerkenaşağıda biri üstüste iki kere bağırdı. Odasınakoşup giyinip ininceye dek otel ayaklanmıştı.Beş numaranın önünde don gömlek beş-altı

kişilik bir toplantı vardı. 'Bu odadan geldi.''Kıralım mı kilidi?' 'Polis çağrılsın, telefon yokmu?' 'Otelci geldi' dedi biri 'Çekilin şöyle.'Kapıyı çaldı: 'Siz mi bağırdınız?' 'Yok bir şey,uykusunda bağırdı çocuk.' 'Olur mu hiç' dedibiri. 'Açın kapıyı lütfen.' Kapı açıldığındaadamın bacakları çıplak, ceketi sırtındaydı:kayıtsız, güvenli. Oğlan atletleydi; yorganıbacaklarına çekmiş yatakta oturuyordu. İçerigirmeden oğlana sordu: 'Ne Var, ne oldu?'Pürüzlü bir sesle 'Beni aldattı' dedi. 'Nasıl yani?Polis çağıralım mı?' Başını salladı; yüzüsolgundu: 'Yok, hayır, çağırmayın.' 'Özürdilerim, tedirgin ettik sizi' dedi adam; oğlanadöndü: 'İstersen başka odaya geçeyim ben.''Hayır, geçme.' Kapının önündekiler sessizdiler.'İyi geceler' dedi; kapıyı kapadı. 'Vay canına'dedi yaşlıca biri. 'Hadi yatın artık arkadaşlar.'Herkes odasına girince sofanın ışığını söndürdü;yukarıya çıktı. Soyunup yattı; bir süreuyuyamadı. Ertesi sabah aşağıda adam parayıverirken oğlan az ötede duruyordu. 'İyi sabahlardemeyecek misin beye?' dedi adam. Oğlandöndü, gülümsedi; geceki sesine benzemeyen

bir sesle 'İyi sabahlar' dedi.— Hayırlı akşamlar.— Size de.İki erkekle bir kadındı. Kadının burnu sargılı,yüzü sarıydı.— Geçmiş olsun.— Sağolasın. İkindiye doğru burnu kanadı.Durduramadık; hastaneye getirdik trenle. İyiceşimdi.Adlarını yazdı; anahtarı verirken sordu.Oradan değildiler. Dolmuşlar işleyeli, Tekel'intütün parası verdiği günler dışında, yakınköylerden otelde kalan olmuyordu pek. O sıralarher gece 1 numaradan başka bütün odalar doluolurdu. Elini burnuna götürürken bir görenvarmış gibi çekti.PerşembeOn sekiz kırk treninin sesini duyuncakoltuğundan kalktı; masanın önüne geçip durdu.

Dün akşam gelmemişti; ama bugünperşembeydi. \"Merhaba, odam boş mu?...\" Elinisaçlarından geçirdi. Ne çok olasılık vardı. Oysakadın bunlardan yalnız birisini söyleyecekti.Çoğu zaman başını sallayarak, elini saçlarındangeçirerek ya da 'Eee, yeter artık' diyerekkafasından kovamıyordu bunları. Yalnızolasılıklar değil, kendisiyle ilgili ufak, önemsizayrıntılar... Kapı açıldı: İyi giyinmiş bir adamdı.Bu yüzü...— Tek yataklı odanız var mı?— Evet.— Ayırın lütfen, sonra gelirim.Dönüp gitti. Esmer, kuru bir yüz; dudakları,gözleri alay eder gibi. Eskiden görmüştü. Demekbu akşam da gelmeyecekti. 'Cumhuriyetbayramından önce gidersin (birlikte gideriz)'diyemez miydi kardeşi ya da her kimse? Belkidaha önce bir sabah başka bir araçla Ankaratrenine getirmişlerdi. Başını salladı; kazağınınyakasını az aşağı çekti. Sabah yıkanmıştı, tıraşolmuştu. ‘Usta tıraşa bekliyor' dedi çıraköğleden sonra. ('Ustana söyle, geçen gün tıraş

oldum.' Çırak gitti; az sonra berber geldi. 'Birsuçumuz mu oldu Zebercet Efendi?' 'Yoo,pazartesi çarşıya gitmiştim; orda tıraş oldum.''Çırak söyleyince hiç gelmeyeceksin sandım da.''Değil, gelirim.' 'Bıyığını da kestirmişsin.' 'Öyleoldu.' 'İyi olmuş; gençleşmişsin.' Berber gitti. 'Neistiyor sizden?' diye sordu Emekli Subay. 'Saçtıraşı olmamı.') Tıraş olurken ağzının sağkıyısında dün sabah kestiği yerden usturayıbastırmadan geçirdi. Yüzünü kurularken baktı;kanamıyordu. Gene de havluyu bir süre üstündetuttu. Giyinip aşağıya inerken üçüncü katınmerdiveninden döndü; kadını uyandırdı;perşembeleri pazardan haftalık sebzeyi alırdı.Sabaha karşı, bir düşte uzun uzun gelirkenuyanmıştı. Donunun Önü vıcık vıcıktı.Doğruldu; damlamasın diye eliyle bastırıpbanyoya gitti, yıkandı. Elinde olmadankirleniyordu insan. Son günlerde yatmayıdüşünmediği ortalıkçı kadınla düşünde yatışıtuhaftı. Gerçeğine benziyordu; yalnız kadıngözlerini açmış, sarılmış, memesini ısırırken'Ohh, seninim' ya da 'Ohh, nasıl seninim'demişti. Elini önüne götürdü, kabarmaya

başlamıştı gene; düzeltti, bastırdı. Kimi gecelerkoğuşta terlikle... Kapı açıldı: Emekli Subaydı.Bir haftadır pantolonu kırışıksızdı. Belki öğleyinyemeğe çıkınca arada bir terziye gidipütületiyordu. Bugün öğle yemeğinden sonra oda ütülemişti pantolonunu. Burnu kızarıktı; buakşam da içmişti anlaşılan. Yerine oturdu.— Dışarısı serin bu gece. Kışları nasılısıtırsınız oteli?— Gaz sobası yanar burda. Merdiven başınıngeçme tahtaları vardır, kapısı da...— Öteki katlar?— Yukarılar ısınmaz.Kitabını aldı açtı. Konuşkan biri olmayışıiyiydi. Dişçi olsaydı... Dişçi tek başına yarımsaat otursa burada çatlardı. Dünden beri biryakınlık duyuyordu adama. Dün gece yemektendönünce 'Altı gündür bir kere çıktınız dışarı; hepoturur musunuz burada?' demişti. 'Evet efendim,işim bu benim.' 'Güç bir iş. Yardımcınız da yok;iyi dayanıyorsunuz.' Gerçekten güç müydü işi?Beş yıl önce Faruk Bey yatak ücretleriyle birlikte

ortalıkçı kadınla onun aylıklarını da artırdığınısöyleyince utanmış, yere bakmıştı. İkincigelişiydi buraya; bir de 1955 kışında RüstemBey öldükten sonra gelmişti. Bölüşmede ablalarıoteli ona bırakmışlar. 'Yukarıları görmek istermisiniz?' İki yaşındaymış İzmir'eyerleştiklerinde; çocukluğunda birkaç kerebabası getirmiş. Bu odada kaldı o gece; ertesisabah gitti. Emekli Subay sol eliyle tutuyordukitabı, sağ elinde sigarası vardı. Çay demlemeyekalkacakken kapı açıldı. Oldukça genç biradamdı. Yaklaştı; Emekli Subay'a doğru baktı,masaya eğildi.— Merhaba, bir ricam var sizden, dediyavaşça.— Buyurun.— Bir kadınla İzmir'e gidecektik; üç saatgecikme varmış. Burada kalabilir miyiz bu gece?Güç durumdayız; istasyonda beklemekistemiyoruz.— Kadın nerede?— İstasyonda.

— Peki, gelin.— Sağolun.Adam kapıdan çıkında Emekli Subay onadöndü.— Kim bu adam?— Bilmiyorum. 'Birini sordu' derken düzeltti:— Birisiyle gelecekmiş, oda istedi.— Birini mi sordu dediniz?— Hayır, birisiyle gelecekmiş.İçkinin etkisiyle belki, yüzü sararmıştı. Kapıaçıldı: akşam tek yataklı oda ayırtan adamdı;esmer, kuru yüzlü... Birden tanıdı. İki yıl öncebir gece otelde kalıp sabah giderken 'Üstümdepara yok; sonra veririm' diyen adamdı. Masanınönünde durdu.— Odayı siz mi göstereceksiniz?— Yatak parasını önceden alıyoruz efendim.— Niye? Yarın sabah veririm giderken.— Kusura bakmayın. Bir gecelik borcunuz da

var bize.— Nasıl? Borcum mu?— Evet. İki yıl önceydi; giderken 'Sonraveririm' demiştiniz.— Yanlışınız var; ilk gelişim buraya.— Yanıldığımı sanmıyorum.— Nasıl olur? Bana güvenmiyorsanızkalamam otelinizde.— Siz bilirsiniz.Adam güldü. 'Tuhaf bir yer' dedi, çıkıp gitti.Emekli Subay gazetelerini, kitabını aldı; masayayaklaştı. Bir acısı varmış gibiydi yüzü; sarıydı.Hasta mıydı? Anahtarını verdi.— İyi geceler efendim.Gözlerine bakıyordu. Söver gibi 'Çoksağlamsınız' dedi. Zebercet koltuğunda geriyeçekildi; sarardı. Adam dönüp yürüdü. Merdiveniçıkarken arkasından 'Gitmeyin daha' diyeseslenmek istedi; ama nasıl söylenirdi bu.Yukarıda odanın kapısı kapanınca dış kapıaçıldı: Elinde çantası genç bir kadınla deminki

adamdı. Tedirgindiler. Adam masayayaklaşırken kadın durdu; yere bakıyordu.Askıdan 6 numaranın anahtarını aldı.— Geniş yataklı bir oda vereyim size.— Tek yataklı mı?— Evet.— Çift yataklı yok mu?— Var, ama daha rahattır bu.Kadına dönüp sordu:— Ne dersin?Kadın omuzlarını kaldırdı.— Bilmem, dedi.— Peki, verin.Anahtarı verdi.— Üçüncü katta soldaki ilk oda; altı numara.Merdiveni çıkarlarken arkalarından baktım.Boyları denkti. Kadının kısa topukluayakkabıları vardı; kıçı ufarak, bacaklarıdüzgündü. 'Güç durumdayız' demişti adam.

Belki ikisi de evliydiler. Odaya girer girmezsarılır mıydı? 'Kapıyı kilitle' derdi kadın.Ankara treni geçtikten yarım saat sonra dışkapıyı demirleyip kilitledi. Gecikme üç saatdeğil iki saatti. Salonun ışıklarını söndürdü;odaya girdi. Salı gecesi menteşeleri yağlamıştı.Dün gece çok az kalmıştı odada; havluyayaklaşırken dönüp çıkmıştı. Yürüdü; yatağınyanında başucu masasının önünde durdu. Ogece şuracıkta yatağın kıyısında oturuyordukadın: kara kazağı, iri yuvarlaklı gümüş kolyesi.Bakmıştı. Tepside çaydanlık, süzgü, çaybardağı; tabakta beş şeker. Altı şeker koymuştu.Eksik şeker kadının tek şekerle bir bardak çayiçtiğine kesin bir kanıt mıydı? Ya ikiye bölüpyarımşar şekerle iki bardak çay içtiyse? Şekeriağzına alıp üç bardak bile içebilirdi. Eliniuzatırken çekti; ama kadının çayı nasıl içtiğinibilmesi gerekiyordu. Eğilip çaydanlığın kapağınıkaldırdı. Yarısından çoğu doluydu; bir bardakiçmişti. Kapağı yerine bıraktı. Çay bardağınıaldı, ışığı tutup elinde çevirdi: Bardağınkıyısında kadının dudaklarının değdiği yer bellibelirsiz lekeliydi. Bir leke daha vardı ama

küçüktü; parmağının iziydi belki. Yukarı odadabir gıcırtı oldu. Yüzü ışığa dönük bir sürebardağa baktı. Dibinde bir yudumluk kararmışçay artığı vardı. Bardağı ağzına götürürkengözlerini kapadı; durgun, bayat çayın kokusunuduydu; kadının dudaklarının izi sandığı yeriöptü. Birden bir gürültü oldu yukarıda, tavançatırdadı. Sıçradı, bardak elinden yere düşüpparçalandı. Gözleri açık, kılları diken dikendi.Emekli Subay yataktan düşmüş olacaktı.Karyola demirini tuttu; yutkundu.Yukarı odadan su sesi, sonra bir gıcırtı geldi;adam yeniden yatmıştı demek. Yüreğininçarpıntısı yavaşlıyordu. Demiri bırakıp bir adımgeri çekildi; yerdeki bardak kırıklarına baktı.Oda bozulmuştu; kadın gelmezdi artık. Yürüdü,odadan çıkarken bir haftadır yanan ışığısöndürdü.CumaAşağıya indiğinde saat yediyi geçiyordu. Dışkapıyı açtıktan sonra yandaki odada çayını

demlerken yukarıda bir kapı açılıp kapandı.Ocağı kıstı; çaydanlığı üstüne koydu, çıktı.Koltuğuna otururken Emekli Subay elindeküçük deri valizi, merdivenden iniyordu.Yorgun, yıpranmış, esmerleşmiş gibiydi yüzü;tıraş olmamıştı.— İyi sabahlar efendim.— Size de. Ne kadar borcum?— Yedi gün; yüz beş lira ediyor.Arka cebinden çıkardığı paralardan yüz yirmilira ayırdı; masaya bıraktı. Ötekileri cebinekoydu; valizini aldı.— Üstü kalsın.Kötü bir günde gidiyordu. Kapıya yaklaşırkenarkasından seslendi:— Kaçıyorsunuz demek.Adam durdu, omuzları kısıldı; dönmedi.Yürüdü; kapıdan çıkıp yavaşça kapadı, gitti.Gelmeyeceğini anlamış mıydı? 'Gelmez artık;ama benim beklemem gerek' diyemedi. Belki birbaşkasını bekliyordu. Gene de iyi dayanmıştı.

Kahvaltıdan sonra süpürgeyle faraşı alıpkadının odasına girdi; ışığı yaktı. Yatağınsağında, yerdeki bardak kırıklarını süpürdü,topladı; çöp sepetine döktü. Islak bir bezlemuşambadaki çay lekelerini ovdu, sildi. Bezisandık odasına bırakıp ellerini yıkadı. Az önceikinci çayını içerken dibinde bir yudumluk çaybıraktığı bardağı aldı; odaya götürüp kırılanbardağın yerine koydu. Kadın gelirse olanlarıanlayamazdı; ama o biliyordu. Işığı söndürüpçıkıp kapıyı kilitledi. Koltuğuna oturdu. Dokumafabrikasının düdüğü ötüyordu. Saata baktı:sekize iki var. Çalar saat günde iki dakika gerikalırdı. Kurarken ileri almayı unutmuş muydubugün? Öğleyin, on ikide top atılınca bakacaktı.Geçen cuma sekizi iki geçe çalmıştı kapıyı.\"Evet, kalkıyorum.\" Sadece bir hafta mıolmuştu? Sol cebinden sigara paketiyle kibritiçıkardı. O sabah kadını bir, bir buçuk ya da ikidakika daha uyutması pek önemli değildi amakimi ayrıntılar önemliydi: nüfus kâğıdınınolmayışı, giderken unuttuğu havlu, bitmedensöndürdüğü iki sigara. Dıştan belli olmasa datedirgindi demek, dalgındı. Bir haftalığına

kardeşine giden bir kadının daha bir rahat olmasıgerekmez miydi? Belki bir başkası vardı oköyde; Ankara'dan tanıdığı biri.Sigarasını söndürürken dün gece gelenadamla kadın merdivenden iniyordu. Açıkkonuşmuştu adam; birlikte gelip karıkocaolduklarını söyleselerdi kuşkulanmazdı. Kadınaşırı boyanmıştı; adamın yüzü solgundu.'Unutma' dedi; masanın önünde durdu. Kadıngülümsedi; yürüyüp dışarı çıktı.— İyi sabahlar. Biraz bekleyebilir miyim ben?— Nasıl isterseniz.Kapıdan yana bakıyordu. Kıpırdadı; cebindensigara paketini aldı; uzattı.— İçer misiniz?— Yeni söndürdüm; almayayım. Rahat ettinizmi gece?— Çok iyiydi oda; sağolun.Sigarasını yaktı; üstüste çekti.— İlerde, gerekirse gelebilir miyiz?

— Elbette efendim.Sigarayı sol eline aktarıp sağ eliyle arkacebinden bir ellilik çıkardı; masaya bıraktı.— Hoşça kalın.Çekmeceyi açarken adam kapıya doğruyürüdü.— Durun biraz; üstünü vereyim.Duymamış gibi çıkıp gitti. Emekli Subay'ınbıraktığı on beş lirayı da aldı çekmeceden;elindekilerle birlik arka cebine koydu. Birgecelik borcu olan adamı (gerçekten o muydu)bunları 6 numaraya yatırmak için mi çevirmiştiyoksa? Dün gece yatmaya giderken bir süreEmekli Subay'ın odasını dinlemişti. Kapıyıçalmayı düşünürken somya gıcırtısıyla yorganıniçinde boğulan öksürük sesi duymuş, kapıdançekilip üçüncü kata çıkmış, 6 numaranın önündedurmuş, anahtar deliğine eğilmişti. Karanlıktı;yavaş sesle konuşuyorlardı, anlaşılmıyordu.Belki dinleniyorlardı. Bir gıcırtı oldu.'Sigara ister misin?' 'Evet' dedi kadın. Yürüdü;odasına çıktı.

GeceOn sekiz kırk treninin geçişinden çok sonra,elleri arkasında merdivenle dış kapı arasındagidip geliyordu. Kapı açıldı: orta boylu, gençtenbir adamdı.— Yerimiz yok efendim, dedi.— Öyle mi? Peki.Adam gitti. Akşamüstü iki kişiyi daha'Yerimiz yok' deyip çevirmişti. Öğleden sonraortalıkçı kadın yukarıların temizliğini bitirincesalonu da silmişti. Elinde kova, 1 numaranınönünde durup sormuştu: 'Burası silinecek miağa?' 'Hayır, temiz orası.' Gerçekten temizmiydi? Yandaki odaya girdi; çay demleyip çıktı.Köşedeki koltuğa oturdu. Büyük bakır küllükboştu. Son gece miydi bu? İçinde doğulmuş,yaşanmış, ölünmüş eski konak hazırdı. Trenlegelmemişti; on bire değin bir saat dahabekleyecekti. Kapı açıldı: ara sıra bir erkekleotelde kalan sarışın orospuydu; yanında orta

yaşlı bir adam vardı. Kalkmadı.— Yerimiz yok, dedi.— Aa niye? Hep burda kalırdık biz.— Gidelim, dedi adam.Kadın boynunu büktü.— Bir şey yapamaz mısınız? Üçüncü kattakiodayı...— Yerimiz yok bu gece.Adam kadının kolunu tuttu.— Gidelim, dedi.Gittiler. Çarşamba gecesi başka bir erkeklegelmişti kadın. Kalkıp deftere baktı. 6 numaradaSaliha Alakaş ile Ahmet Alakaş yazılıydı. Defterikapadı. Günlük fişte 6 numaraya aynı adlarıyazdı. Bunlardan önce gelen adama bir addüşündü. Kırk yıldır bir tek Zebercet bilekalmamıştı otelde. 5 numaraya Zebercet Gezginyazdı. Yandaki odadan bir cızırtı geliyordu.Koştu; ocağı söndürdü. Çay yanmıştı; içilmezdi.Çaydanlığı yıkayıp çıktı. Gene Emekli Subay'ınyerine oturdu. On bire değin ikişer ikişer dört

kişi daha geldi yatak arayan. 'Yerimiz yok' diyesavdı. Ara sıra hızla bir araba geçiyordudışarıdan.On ikiye doğru kalktı. Kapıyı demirledi,kilitledi; ışıkları söndürdü. İkinci katınayakyoluna işeyip döndü; Ankara treniyle gelenkadının kaldığı odaya girdi. Sırtını kapıyadayayıp karanlıkta durdu. \"Bir çay içebilirmiyim acaba?\" Çay yanmıştı. Işığı yaktı. Her şeyyerindeydi; çay bardağı bile. Yatağın solundaduvara çakılı askıya mı asmıştı ince, kahverengipaltosunu? Tepsiyle girdiğinde yatağınüstündeydi. Belki sandalyeye koymuştu sonra;kazağını, eteğini... Yürüdü; yatağın yanındadurdu. Doğduğu yataktı bu. Vişneçürüğü atlasyorgan, konağın yorganlarından biriydi. Çıplakmıydı altında? Gece lambasını yaktı; öteki ışığısöndürdü. Ayakkabılarını, çoraplarını çıkardı;terlikleri giydi. Soyundu; giysilerini askıya astı.Ayaklarını yıkadı; otelin havlusuyla kuruladı.Dönüp yatağa girdi, yorganı üstüne çekti.Yastığı çevirdi, sarıldı; yüksek sesle'Gelmeseydin ölürdüm' dedi. Yastığı kokladı,öptü. Erkeklik organı dimdikti. Sıcaktı içerisi;

avuçları terliyordu. Doğruldu; yorganıayakucuna itti. Göğsünün kılları seyrekti; yüzüsarıydı, gergindi. Kadının unuttuğu karaları ince,sarıları kırmızıları kaim çizgili havluyu demirdenaldı; yatağın ortasına serdi; yastığın bir ucunuhavlunun altına çekip abandı; sarıldı. Yükseksesle bir daha 'Gelmeseydin ölürdüm' dedi.Kadın bir şey sormuştu anlaşılan; 'Evet' dedi.Kolları oldukça ince, bacakları kıllıydı. Kıçı dakıllıydı, sivilceliydi; tekdüze, ağır ağır kalkıpiniyordu. Yüzünü yastıktan ayırıp kadınınkinebenzetmeye çalıştığı ince bir sesle 'Ooh, bırakmasakın; memelerimi ısır' dedi. Az aşağıya kayıpyastığı ısırdı. İnledi. Bacakları, sırtı gerile gerile,gittikçe hızlanarak uzun süre kalkıp indi kıçı;durdu, ince, yorgun bir sesle, kulağınasöyleniyormuş gibi yavaşça 'Ooh, nasıl seninim'dedi.SalıBeşinci geceydi. Yatakta dizleri üstüne kalkıphavluyu ovuşturdu; kuru yeriyle önündeki,

karnındaki yapışkan ıslaklığı iyice sildi; karyolademirine astı. Bir günde kuruyordu. Yatağagirmeden silkeliyor, kalanları tırnaklarıylakazıyıp düşürüyordu. Gene de, özellikleortasında, sarı çizgiler koyulaşmaya başlamıştı.Yastığı başucuna itti, düzeltti; yorganı üstüneçekip uzandı. Beş gecedir burada yatıyordu.Cuma gecesi yukarıdan saatini, açık yeşilkazağını, tıraş kutusunu alıp dönmüştü.Cumartesi sabahı da 6 numaradan masayıindirdi. Lavabonun yanındaydı masa; üstündetıraş kutusu vardı. Artık günaşırı tıraş oluyordu.Sabahları geç kalkıyor, babasının sağlığındakigibi, uyandıktan sonra bir süre yataktakalıyordu. Nasıl olsa kalan yoktu otelde; yatakarayanlara 'Yer yok' diyordu. Odalarınanahtarlarını çekmeceye koymuştu. Pazartesigecesi celepleri güçlükle savdı. Giderlerken'Olacak şey değil; koca otel…' dedi biri.Dört gündür ortalıkçı kadını uyandırmıyordu;çoğu öğleye doğru kalkıyordu kadın. Pazarakşamı yemeğini indirince 'Neden gelmiyorlarağa?' diye sordu. 'Bilmem. Gelirler gene.'Öğleden sonra birkaç parça kirliyi yıkamıştı o

gün; sundurmaya asmıştı. Hava yağışlıydı.Bugün bir ara aşağıya inip merdiven başındadurdu. 'Ben gideyim istersen ağa.' 'Nereyegideceksin?' 'Bilmem. Köye giderim.' 'Neden?''Yapacak bir şey yok.' 'İyi ya, dinlen biraz.''Gelen de yok.' 'Yukarı çık sen. Yakındagelirler.' Bu durumda daha sorumsuz, daha rahatolması gerekti kadının, ama on yıldır alıştığıdüzenin bozulmasından hoşnut değildi demek.'Yakında gelirler' demişti kadına. Alacak mıydıyeniden? Sanmıyordu. Yatak isteyenlerisavdıktan sonra fişe uydurma adlar yazıyordu.Ertesi sabah bunları deftere geçiriyor, topluyor,gazeteci gidince kasayı açıp kendi zarfındanaldığı parayı otelin zarfına koyuyordu. Bu sabahgazeteciye de artık gazete getirmemesini,kimsenin okumadığını söyledi; yirmi dokuzgünlük parayı verdi. Cumhuriyet bayramıydı;dokuza doğru kapıyı açarken trampet, borusesleri geliyordu dışarıdan; öğrenciler geçiyordu.Gazetede önemli bir haber vardı: Saatler bu gecebir saat geri alınacak. Unutmuştu.Doğruldu, başucu masasındaki cep saatini birsaat geri aldı: on ikiye yirmi vardı. Yattı. Tepsiyi

cuma gecesi, yukarıdan saatini, açık yeşilkazağını, tıraş kutusunu getirince kaldırmıştı.Bakır küllük oradaydı; yatağa uzanıp kadınınbitmeden söndürdüğü sigaralardan birini içmişti.Daha bekliyor muydu? En kötüsü kafasındakitutarsızlıktı. Bu akşam dışarıya çıkıncaya değinkaç kere karar değiştirmişti. Sonunda ortalıkçıkadına 'Sokağa çıkıyorum ben; kapı çalınırsaaçma' dedi. Gene de trenin geçmesini bekledi.On yıldır ilk defa çarşıya yakın bir içkiliaşevinde yemeğini yerken bir tek rakı istedi;bitirmeden çıktı. Hükümet konağı önündekibüyük alanda bayram gecesi şenliği vardı: havafişekleri, çalgılar, oynayanlar. Alanın çevresikalabalıktı. Eskiden beri dışarının insanlarını pekanlayamazdı; otele gelenlerden değillerdi sanki.Bir kadına sürtünmek ya da laf atmak yüzündeniki adam tartışıyordu; başkaları da karıştı.Uzaklaştı oradan. Köşedeki bankanın demirparmaklıkları önünde bir erkekle kadınınarasında duran kara kazaklı, uzunca boylu,esmer bir genç kıza baktı geçerken; kız başınıçevirdi. İleride bir ağaca yaslanıp bekledi.Giderlerken uzaktan izledi. Köprüye varmadan

tek katlı bir eve girdiler. Bilmediği sokaklardangeçerek geldi otele; karanlıktı.Soluna döndü. Duvarın ortasında asılı kalınçerçeveli resimdeki kadın gece lambasınınışığında belli belirsizdi. Yıllardır yatıyorduorada. 'Uyansana kız sen' dedi yavaş sesle;gözlerini kapadı. Kadın doğruldu; gerindi;sedirden inerken üstündeki tülü attı. Zenci kızlarıkovdu. Çerçeveye tutunup sarktı; boyu uzadı,kalçaları daraldı, memeleri küçüldü; ellerinibırakıp odaya indi. Yatağa doğru yürüdü.Gözlerini açtı. Kadın duvardaki resimdeydi.Gözlerini kapadı. Orası kabarmıştı gene; sağelinin parmaklarını dibindeki kısa kıllardagezdirdi. 'Az daha büyüseymiş...' Upuzunyatardı altında uzun boylu kadın memeleriniöpeyim mi istersen öp boynunu da öpücem öpya öp derdi yetişemezdi boynuna gecikirsegelmekte gecikirse kadın ustaca oynatırdı kıçınıkaldıra indire kaldıra indire üstünde sallanasallana tavanarasındaki beşikte...

Çarşamba'Odalar dolu' dedi, sesi pürüzlüydü; öksürdü,'Odalar dolu efendim' dedi. Bütün gün ilkgelendi bu; yüzü seçilmiyordu. Başlıyordu gene;saatlarce 'odalar dolu' ya da 'yer yok'. Adamkapıdan çıkınca kalkıp ışıkları yaktı. DuvardanKapı gece 12'de kapanır yazılı kartonu alıpmasaya getirdi; arkasına kalın harflerle KAPALIyazdı. Otelin kapanışına temizlik, onarım gibi birneden göstermek gereksizdi. Kartonu kapınınçerçevesine iliştirdi. Geriye dönünce merdivenbaşında duran ortalıkçı kadını gördü.— Ne istiyorsun?— Yarın gideyim mi ben?— İstersen git.Kadın duruyordu. Birkaç günde yaşlanmıştısanki.— Bir diyeceğin mi var?— Kaçamak yaptıydım; getireyim mi?Öğleyin yemek istememiş, biraz süt içmişti.

— Kalsın şimdi; çıkıyorum ben. Kapı çalınırsaaçmazsın.Kadın yukarıya çıkınca ışıkları söndürdü.Alacakaranlıkta bir süre durdu. Gerçektengidecek miydi yarın? Dışarı çıkıp kapıyı kilitledi;yokladı. İleride, börekçi fırınının önünde birtopluluk vardı; oraya gitti. Kaldırımdakiağaçlardan birine bir araba çarpmıştı. Boynunuuzattı; içerisini göremiyordu. Biri sordu:— Kaç kişiymişler içinde?— Üç. Kaldırdılar, dedi fırıncı.— Ölen oldu mu?Yanından iterek bir adam geçti önüne;toplandı, dönüp çarşıya doğru yürüdü.Dün akşamki içkili aşevi tenhaydı; kapıyayakın iki kişilik bir masaya oturdu. Yüzü otelegelen oğlanlardan birine benzeyen garsondanpatlıcan tava, şiş, küçük bir şişe şarap istedi.Soldaki masalardan birinde geniş alınlı, yuvarlakgözlü, dört köşe bıyıklı bir adam, karşısındaoturan iki kişiye birşeyler anlatıyordu.Pazartesiden pazartesiye sekiz, salı dokuz,

çarşamba on; on gün oluyordu bugün. Sol eliyleüst dudağına dokundu. Buzdolabının önündekimasada oturanlardan iri burunlu, sarkık yanaklıadam dün gece de oradaydı. Adamla arasınagarson girdi; ceketi lekeliydi; şarabı, yoğurtlupatlıcanı bıraktı; bir şey söyledi.— Anlamadım.— Şişiniz pişiyor dedim.İki masa öteden çağırdılar; garson koştu. Üçkişiydiler; karşıda oturan ikisi kalın kaşlı, karabıyıklıydı ama birbirlerine benzemiyorlardı.Arkası dönük olanın saçları kısa, sırtı gergindi;kara ceketliydi. Yeni gelen, üçü genç biri ortayaşlı dört kişi önündeki masaya yerleşti. Şişigelince bardağına şarap doldurdu. Ağır ağır,dura dura yiyordu. Arada birkaç yudum şarapiçiyor, her içişinde gözlerini kısıyordu. Kapıaçıldıkça dönüp bakıyordu. Uzunca boylu, incebir adam karşısındaki sandalyeyi çekmişkenbıraktı; gidip kapının öte yanındaki iki kişilikmasaya oturdu. Dumanlıydı içerisi,gürültülüydü; yüksek sesle konuşanlar, gülenlervardı. Önündeki masada duvar dibinde oturan

kumral, konuşkan genci birine benzetiyordu;yüzüne bakınca gözlerini indirdi; bir sigarayaktı. Kapının açıldığını duymamıştı; yanındanbir polisle gece bekçisi geçti; iki masa ötededurdular. Herkes susmuş oraya bakıyordu. Poliskısa saçlı, kara ceketli adamın omzuna elinikoydu.— Kalk bakalım, karakola gideceğiz, dedi.Kara bıyıklılardan duvar dibindeki sordu;— Ne var, ne yapmış bu?— Bilmezmiş gibi soruyorsun.— Neymiş bildiğim?— Kaçak, aranıyor. Kalk hadi, gidelim.Ağır ağır doğrulurken sandalye gıcırdadı.Geniş omuzlu, katı yüzlü bir gençti.— Kim kancıkladı beni?— Bilmem. Öğrenirsin sonra.Geçide çıkınca birden polisle bekçiyi dörtköşe bıyıklıyla arkadaşlarının masasına itip,kırılan şişe, bardak sesleri arasında kapıya doğru

fırladı, çıktı. Polisle bekçi toparlanıp koştular.Yanından geçerken gece bekçisi düdüğünüöttürdü. Sol kulağı çınladı. Kara bıyıklı iki adamda kalkmış çıkıyorlardı. Buzdolabının yanındanak önlüklü aşçı bağırdı:— Parayı vermediniz!Arkadaki adam kapıdan çıkarken başını yarıçevirip 'Şimdi başlarım parandan' dedi. Herkesbirağızdan konuşmaya başladığında Zebercetdimdik oturuyordu; sol elinin iki parmağıarasındaki sigara ezilmişti; küllüğe bastırdı. Aşçıyüksek sesle sövdü. Sağ eliyle bardağı alıpdibindeki şarabı içti; şişede kalanı bardağaboşalttı; masaya koyarken tabağa çarptı,kırılmadı. Soğumuş etleri yedi; bir sigara dahayaktı. Önündeki arkası dönük orta yaşlı adam'Tutarlar bir gün' dedi. Başçavuşun beyliktabancasını çalıp kaçmıştı Kilis'li; bir dahagörünmedi. Boyu kısacaydı; sol yanağında (sağmıydı yoksa) çıban izi vardı. Kafasıyla vurmuştuderste Malatya'lı çavuşun karnına. 'Kalksanasen; sen değil, yanındaki; adın ne senin?' 'Benimmi?' Bardağını aldı; birkaç yudum içti gözlerinikısarak, yavaşça masaya koydu. Duvar

dibindeki genç ona bakıyordu. Yanındakineeğilip bir şey söyledi; o da baktı. Başını çevirdi,duvara asılı resimde deniz üstünde atkoşturuyordu Fatih. Fatihli'nin gözlerinebenziyordu oğlanın gözleri ama yumuşakbakışlıydı. 'Gel buraya; şu matarayı doldur.'Sıcaktı. Öteki resimde büyük bir tabakta yazyemişleri vardı. \"Üzüm? Hayır.\" Sigarasınıağzına götürdü; sönmüştü; küllüğe bıraktı.Şişenin üstünde KARA SALKIM yazılıydı. Daruzun bağda 'Gece kalsaydm gün doğmadan gelirüstlerinden yerdik soğuk soğuk' demişti Ömer.Bir gece kalsaydı... Yelekli, boyunbağlı, uzunyüzlü bir adam karşısındaki sandalyeninarkalığını tutup sordu:— Gelecek var mı buraya?— Yer yok efendim, dedi.Yeleğine bakıyordu. Düğmelerini saydı; altı.Adam çekildi. Onunki beş düğmeliydi. Altıgündür bu sabah çıkmıştı yukarıya, yıkanmış,çamaşır değiştirmişti. Kadını uyandırmıyordu.Demek gidecekti yarın. Bacağına bir kedisürtündü, titredi; ayağnı savurdu ama karşıki

sandalyeye çarptı. Dönüp bakanlar oldu.Kıpırdadı; elini yarısına dek dolu bardağauzatırken çekti. Önündeki orta yaşlı adamın solomzu yanından dört köşe bıyıklı adamgörünüyordu; gözkapakları sarkmıştı. Yelekliadam soldaki masaya oturmuş karşısındakiylekonuşuyordu, yarın sabah eskilerini giyse,bıyığını bıraksa... Başını sarstı. Bir dilim patlıcankalmıştı tabakta. Otele mi dönecekti? Erkendi;köprüye doğru yürüyebilirdi önce. Gürültüdebağırmamak için garsonun yaklaşmasını bekledi;eliyle çağırdı, arka cebinden bir ellilik çıkarıpverdi. Garson tabakları, şişeyi, ('İçecek misinizbunu?' Hayır') bardağı topladı, gitti. Sırtı dönükorta yaşlı adam doğruldu.— Saat yediyi geçmiş; gideyim ben, dedi.— Dövüşe mi gene?— Öyle.— Otur be abi, ne iyiydik şurda.— Olmaz, aklım orda kalır. Bu gece iyi dövüşvar; horozların ikisi de hiç yenilmemiş daha.Garson!

— Bırak sen, biz veririz.Garson geliyordu.— Neşeniz bol olsun, dedi adam.Gülüştüler. Zebercet paranın üstünü alıpkalktı. Başı döner gibi oldu, toplandı; adamınarkasından çıktı. Az sonra ortası ağaçlı, solgunışıklı, uzun bir caddeye saptılar. Uzaktanizliyordu. Caddenin ucuna doğru eski imarettenbozma, kubbeli beş-altı dükkândan sonuncusuaçıktı, ışıklıydı; önünde bir topluluk vardı. Adamaralarına karıştı; o arkada durdu. Kapıkemerindeki levhada HOROZCULARKAHVESİ yazılıydı. Duvarları isli, üç masalı,küçük bir yerdi; içerisi doluydu.Dışarıdakilerden birkaç kişi ayakta çay içiyordu.Masalardan ikisinin üstünde karalı kırmızılı kısatüylü, uzunca kalın bacaklı, uzun boyunluufarak iki horoz vardı. Çevrelerindekikonuşmalara, tartışmalara, arada uzanıp sırtlarınıokşayan ellere kayıtsız, kıpırdamadanduruyorlardı. Köşedeki horoz boğuk bir seslekısaca öttü. Kapıya yakın olan boynunu dikipbaktı; o da kısaca öttü, sonra masanın üstüne

sıçtı. Gülüşenler oldu. Güleç yüzlü, tombulca biradam cebinden çıkardığı mendille değerli birnesneye gösterilen ilgiyle, saygıyla horozunbokunu iyice sildi; boynunu okşayıp 'Seni kocaaslan' dedi. Dışarıda, ayaktakilerden biri:— Yenilir bu, dedi.— Neden yenilsin?— Görmedin mi, sıçtı.— İyi ama bütün horozlar sıçar.Çok güldüler buna; o da güldü. İçeridekitartışmalar bir sonuca bağlanmıştı anlaşılan,'Hadi bakalım, çıkıyoruz' dedi biri. Kahveninyanındaki geniş, aşınmış taş basamaklardanyukarıya çıktılar. Yukarıda, kubbelerin ardındabüyücek, düzgün bir alanın iki yanında tellereasılı beş-altı ampul yanıyordu. Seyirciler pekkalabalık sayılmazdı. Elinde kısa bir değnekleboylu poslu, gençten bir adam seyircilerinönünde, alanın çevresinde geziniyordu.‘Geliyorlar' dendi. Horozları kucaklarına almışiki adam göründü; yüzleri asıktı, sararmıştı.Yanlarında gelenler kıyıda durdular; onlar alanın

ortasına gidip horozları yere bıraktılar. 'Hadikoçum' dedi biri; öteki, bu yana gelen, bir şeydemedi; Zebercet'in yakınında durdu. Kalınkaşlıydı; yüzü katıydı. Horozlar boyunlarındakitüyler kabarmış, başları eğik, birbirlerineyaklaştılar, kapıştılar. Seyirciler kısaca bağırdı.Zebercet ürperdi; sağ kolunda bir sıcaklıkduydu: yanındakinin koluydu. Göz ucuyla baktı.Kendi boyunda, kumral saçlı, çok genç biriydi;ağzı yarı açık alana bakıyordu. Kıyasıya birdövüştü; gagalarıyla, ayaklarıyla, kanatlarıylavuruyorlardı; yıkılan çabucak kalkıyor,saldırıyordu. Daha çoğu birbirlerinin ibiğiniısırmaya uğraşıyorlardı. İbiğini kaptıran başınıeğip silkiniyor, güç de olsa kurtarıyordu kendini.Aynı horozdular sanki, ayırdedemiyordu. Birisıçrayıp ayaklarıyla ötekinin başına vurdu.Birkaç kişi bağırdı: 'Vay be!' 'Mahmuza bak!'— Geçen hafta daha iyiydi bu, dedi yanındakioğlan.— Hangisi?— Şu kısa ibikli, kanadı sarılı.Gerçekten koyu sarı bir tüy vardı birinin

kanadında; ibiği de biraz kısaydı. Solundakigözlüklü, yaşlıca adam 'İlk gelişiniz mi?' diyesordu. Karşılık vermedi; kolunu oğlanın kolunabastırdı: gergindi, sıcaktı. Horozlar sıçrıyorlar,vuruyorlar, yıkılıyorlar, kalkıp saldırıyorlardı.Boyunları uzundu; karalı kırmızılı tüylerikabarıktı. Ama gittikçe ağırlaşıyorlardı.Kanadında koyu sarı bir tüy olan sıçrayıpsaldırdı; vuramadı yıkıldı. Oğlanın kolukıpırdadı.— Iskaladı, dedi.— Nasıl?— Mahmuzu vuramadı; yoruluyor.Gözleri parlaktı, uzun kirpikliydi. Gülümsedi.Uzanıp öpmek istedi birden; başını çevirdi;kolunu çekti. Oğlan sokuldu; 'Yenilecek bugidişle' dedi. Horozlar ağırdılar artık; güçlüklesıçrıyor, yıkılınca çabucak kalkamıyorlardı.Kanadı sarılı, kısa ibiklisi daha da ağırdı.İbiğinden kan sızıyordu. Gene de inatla,yılmadan dövüşüyordu. Üst üste iki kere yıkıldı.Eli değnekli adam uzun boylu, gür kaşlı adamayaklaştı.

— İstersen çek horozu Tahsin abi, dedi.— Karışma sen, çekil, dedi öteki. Gözlerinialandan ayırmıyordu; yüzü katıydı; ara sırayanağının kasları oynuyordu. Kanadı sarılıibiğini kaptırdı; bir süre kurtaramadı. Ağırdı;boynu kanlıydı. Ötekinin de ibiği kanlıydı.Gözlüklü, yaşlıca adam başını uzattı:— Tahsin Bey, yazık olacak horoza, dedi.— Ya yener ya geberir.Değnekli adam karşıdaki horozun sahibiylekonuşuyordu. Seyircilerin çoğu Tahsin Bey'ebakıyordu. Bağıranlar oldu.— Görülmemiş şey, dedi biri.— Katillik bu.— Çekin horozu yahu, ayırın şunları!— Evet, ayırın!Kimse girmedi alana. Dövüş sürüyordu. Kısaibikli horoz kaçmıyordu. Sıçrayayım derkenyıkıldı; kalktı, sendeledi. Öteki horoz songücüyle iki kanat vurunca yıkıldı; boynunuuzattı, kalkmadı. Upuzun yatıyordu. Horoz

sahipleri iki yandan alanın ortasına yürüdüler.Bitkin ama ayakta kalan horozu sahibi kucağınaalıp çekildi. Kalın kaşlı adam sarılı kırmızılıkaralı horozu iki bacağından kaldırdı yerevurdu; kubbelerden yana fırlattı. Havadagiderken boynu daha bir uzadı horozun; ikikubbe arasına düştü. Zebercet gözlerini kapadı:omzunu oğlanınkinden çekti. Kolu tutulmuşgibiydi; sağ eli ceketinin cebinde sımsıkıydı;gevşetti, avcundaki anahtarı bıraktı. Eliacıyordu.— Başın mı döndü abi? diye sordu bir ses.Gözlerini açtı: uzun kirpikliydi; burnunun ucuaz kalkık, alnı dardı.— Evet.Beş dakikalık arada bacağını çekti. Ekremgeçen ay gördüğü filmi anlatırken ışıklar söndü.Sağ kolunu bastırdı. İnsanları, atları, arabalarıbölük pörçük görüyordu; bacakları yan yanaydı;biraz oynatsa gerginliğini, sıcaklığını yenidenduyacaktı. Gene o içkili yerde genç adam dörtkişiyle dövüşüyordu. Birinin suratına bir yumrukattı; yanlamasına bir masanın üstüne yıkıldı

adam, çökertti. 'Heyy' dedi oğlan; bacağıbacağına yaslandı. Zebercet'in orası kabarmayabaşladı; sağ yanını kıpırdatmamaya çalışarak solelini cebine soktu, tuttu düzeltti. Elini çıkarıp ikiyanına baktı. Sünnet olurken düşündü kendini;kıskacı kafasına takıp sıktı; iniyordu. RefikÇavuş'la Fatihli koğuşta gece şakasınageldiklerinde terlik çavuşun elindeyken detakardı, sünnetçi kıskacını. Fatihli 'Ver şu terliğibana' demişti. Sol eliyle kazağının yakasınıçekti; sırtı terliyordu. Bir erkekle otele gelen...Kolunu gevşetti, bacağını ayırdı; kalktı.— Gidiyorum ben, dedi.Oğlan silkindi; elini tutup asıldı.— N'olur gitme Ahmet abi; bitince çıkalım,dedi.Oturdu; eli elinde kaldı. Avcu katıcaydı.Bacağı sıcaktı. Kasabada genç adama pusukuruyorlardı. Yargıcın kızı nalbanta söyledi.Vakit dardı; üstelik tabancalı üç kişi girdi içeri;ikisi pencerelerin yanına geçti, biri yukarı çıktı.Genç adam at üstünde geniş sokağın ucundagörününce nalbant koşup kollarını salladı, birkaç

tabanca patladı; vurulup düştü. Öteki atını sürdü;sokaktan dörtnala geçerken yana yatıp birtavanarası penceresiyle kilisenin çan kulesindekieli tüfekli iki adamı art arda tabancayla vurupdüşürdü. İki yandan tüfekler patlıyordu ama atlaadam ölümsüzdüler sanki. 'Olur saçmalık değil'dedi yavaş sesle; oğlana döndü: Boynunuuzatmış perdeye bakıyordu; dudakları ayrıktı.Gözlerini kapadı. Sıcaklığına, eline alışmıştı;bacağını bastırdı; avcundaki eli sıkıp gevşetti.Oğlandan bir karşılık gelmedi; çekilmeden,kıpırdamadan, kayıtsız oturuyordu. Avcuterlemişti; elini bıraktı, bacağını çekti. Yaklaşsındiye bekledi; yaklaşmadı. Gözlerini açtı. Geniş,ıssız sokakta iki adam ağır ağır birbirlerinedoğru yürüyorlardı. Birden tabancalarınıçektiler; ama önce genç adam ateş etti. Bankacıdüştü; kıvrandı; elindeki tabancayı güçlükledoğrulttu; ateş edemeden yıkıldı. Anlaşılan sonkötü adamdı bu; kasaba arınmıştı. Yapılardançıkanların arasından yargıcın kızı koşup ayaktakalan adama sarıldı. Işıklar yandı. Kalktılar.Başkalarının arasında, yan yana çıkarlarkenEkrem sordu:

— Filim iyiydi değil mi abi?— İyiydi, dedi gülümseyip.Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle,yazıyla, resimle ya da susarak. Kasabanın ilerigelenleri için genç adamı öldürtmek çokkolaydı. Gene de, saçma da olsa, tek başına birşeyler yapılabileceği sanısını veriyordu; insankatılıyordu bu yalana. Dışarıda, iş hanımınönündeki kuru yemişçiler, köşedeki kestanecidaha oradaydılar.— Sen nerede oturuyorsun Ahmet abi?— İstasyona yakın... on iki odalı bir konakta.— Sahi mi? Odalar döşeli mi hep?— Döşeli sayılır.— Kaç kişisiniz konakta?— Yalnızım. Bir de kadın var; ortalığı silersüpürür, yemek yapar.Kavşakta durdular. Çağıracak mıydı?'Anahtarım da var' demişti. Yüreği çarpmayabaşladı; dilinin uçundaydı: 'Gidip bir çay içelimistersen.' 'Bu gece konuğum ol benim.' 'Yarın

gece...' Söylenecek, yapılacak ne çok şey vardı.Birini seçmek gerekti. Oğlanın yüzüne baktı;ondan bekledi. Kirpikleri uzun, burnunun ucu azkalkık, dudakları ayrıktı. Bir erkekle otelegelenler gibi değildi; yakınlığı, sokulganlığıkuşkusuzdu, içtendi. 'İyi geceler dedi; karşıyakoştu. Kaldırıma çıkınca baktı: oğlan duruyordu;güldü. Zebercet elini salladı; dönüp yürüdü.\"Altı adım sonra bakarım; gene oradaysaçağırırım. Bir... beş, altı... yedi, sekiz, dokuz,on.\" Durup baktı: oğlan yoktu. Yürürkenhızlandı; çişi gelmişti. Bir arsanın yanındaarkasına baktı; kimse yoktu sokakta. Arsayagirdi. Yakından bir bekçi düdüğü duydu;aldırmadı, duvarın dibine işedi.Otel karanlıktı. Sokak lambalarının ışığındacamın ardındaki KAPALI görünüyordu. Elini solcebine soktu. Neydi bunlar? Çocuğa verecektiarada; unutmuştu. Anahtarı alıp kapıyı açtı. ‘Atkestaneleri olur çantamda hep' demişti uzunboylu kız; elleri esmerdi. 'Esmer elliler iyiyüreklidir' der bir arkadaşım... Kapıyı kilitledi;demirledi. İçerisi ılıktı. Salonun ışıklarınıyakmadan odanın kapısını açtı; girip kapadı.

Gece lambasını yaktı. Yatağın kıyısına oturdu;ayakkabılarını, çoraplarını çıkardı; terliklerigiydi. Sol cebinden sigara paketiyle kibritiçıkardı; başucu masasına koydu. Saat on biriyirmi geçiyordu. Kestaneleri sağ cebine aktardı.Yatağın ötesine dolaşıp soyundu; donunuçıkarmadı. Giysilerini askıya astı. Ayaklarınıyıkadı; otelin havlusuyla kuruladı. Yorganı ayakucuna itip uzandı. Havlu karyola demirindegeriliydi. Sarılı kırmızılı karalı horoz sonuna dekdayatmıştı; boynu daha da uzundu havada.Adamın yüzü katıydı; kaçağın da katıydı. 'Başınmı döndü abi?' Yumuşak, göğüsten gelen birsesi vardı çocuğun. ‘...Sonra asılacağı günhapisten kaçırdı arkadaşını. Arkalarına düştüleratlarla; dağ geçidinde atı vurulunca tuttulararkadaşını; öteki kurtuldu. Sonra bir alandaasarlarken tabanca kurşunuyla kopardı ipi;ortalık karıştı; atını sürüp terkisine...' Işıklarsönmüş, çocuğun yüzü kararmıştı. Tavandakiışık bir hafta yanmıştı. On üçüncü geceydi; busıralar çalınmıştı kapı o gece. Kahverengipaltosunun önü açık... Sonra odada, yatağınkıyısında kara kazağının göğsü kabarık... Önü

kabarıyordu. Kadının yüzü bulanıktı artık.Esmerdi; burnu, dudakları inceydi; gözleri,saçları kara, kirpikleri uzundu; ama bir yığınkadına uyabilirdi bu tanım, ya da erkeğe; çirkinbir kadına ya da erkeğe bile. Sağ elini donununönüne bastırdı; üstünde gezdirdi. 'Ver şu terliğibana' demişti Fatihli. Uyanıktı; belli etmedenkirpiklerinin arasından bakıyordu. Koğuşungece ışığında yüzü daha da güzeldi. RefikÇavuşla ikinci gelişleriydi. Yalnız ona değilbaşkalarına da yapılırdı bu şaka; nöbetçilerbilirdi. Ertesi sabah takılırlardı. 'Yıkanacak yokmu?' Fatihli velenseyi yavaşça aşmış, donununüstünden terliği sürtmeye başlamıştı. Hızlabüyüyordu göbeğine doğru. Bir ara öteki eliyleyokladı; kısık bir sesle 'Hey Tanrım, kimevermişsin bunu' dedi. Pek bastırmadan, çabukçabuk sürüyordu terliği. Kendini koyvermiş,sayıklar gibi inlemişti. 'Hele alçak' demişti RefikÇavuş. Kimi zaman molalarda Fatihli ona bakar,'Gel buraya; şu matarayı doldur' derdi. Kışlada:'Koş bir kibrit al bana.' Elinde tüfeği yanınagelirdi: 'Şunu da siliver.' Halil Onbaşı kızardı.Uşağı mısın onun?' 'Değil; isteyerek yapıyorum.'


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook