hazırlıyorsunuz? Bir şey mi biliyorsunuz?Şüphemi arttıran zayıf bir inkâr ile cevapverdi:- Yo... Hayır... Sana, ruhî mekanizmanı idareedebilmek için âdeta riyazî bir düsturveriyorum.- Bacağımın tamamiyle kesilmesi ihtimaliolabilir mi?- Herşey mümkündür. Hattâ senin değil,benim bacağımın bile yarın herhangi bir ârızaile kesilmesi mümkündür.Ancak bu türlü mantık oyunlarıyla tesellibulmayacak kadar, hastalığın bana verdiği acıderslerle gözüm açılmıştı.Günlerim endişe içinde geçiyordu veameliyata hazırlanmak için bünyemikuvvetlendirmeye çalışıyordum.
Üçüncü HâletÜmitten, aşktan ve tembelliktenmürekkep bir hararet.İçinde hafif bir kemik ağrısının duman gibigezindiği yarım karanlık, yarım şuurlu,birbirlerini gayet ehemmiyetsiz bir münasebetletakip eden, hepsi gerçek ve hepsi abesbirtakım hayaller; uyku ile uyanıklık arasındakiayırıcı perdeyi fasılasız dalgalandıran ve ruhunbir yarımını rüyada eriterek öteki yarımınıhakikatle temas ettiren üçüncü bir hâlet.Mehtaplı bir denize dalan adamın suyuniçinde göz kapaklarını yalayan garip ışıklar,kulağını dolduran garip uğultular... Bunlarınarasında Nüzhet’in bin şekilde görünüşleri.Bazı gayet açık hatırlanacak ve kâğıdayazılacak kadar berrak, muntazam, fakatsöyleyeni de, dinleyeni de meçhul cümleler;bazı da rüzgârda savruluyormuş gibi bu
kelimelerin birbirinin altından, üstündensıçrayarak, uçuşarak, boşlukta hızladönmeleri.Sonra Nüzhet’in vücudu meydanda olmadığıhalde, yalnız kokusunun ve sesinin beşerî birşekil alması, meçhul unsurlarla mücadeleler,şekilsiz uçurumlar içinde yükselip düşüşler.Bazı bir isteğin gerçekleşmesi. Yaprakları servikadar yüksek bir bağda, siyah-yeşil birgölgelikte Nüzhet’le kucaklaşarak yerdeuzanmak ve Nüzhet’in kulağımın dışındandeğil, içinden gelen sesi ve aydınlık birkonuşma:- Berlin’e ne vakit gideceksin, Nüzhet?- Bu gece sabaha karşı. Çünkü bu gecegitmezsem, altı sene tren yok.Sonra bütün bir hayatın dağınık unsurları,birbiriyle alâkasız, hastahane âletleri, sedyeler,bahçıvanın kazması, bir borazan, arkadaşımınhayretle açılan gözleri; ve bir gözünün
büyüyerek bir bardak suya istihalesi... Birkemik üstünde testere, bir haykırış, camsesleri, alelâde bir cümlenin bir tabur insantarafından söylenişi gibi bir harıltı.Ve bütün bunların arasında, bazı bir dumangibi hafif, bazı da yuvarlak bir cisim gibi sert,gezinen, arada bir şiddetlenen kemik ağrısı.Dudaklarımda Nüzhet’in dudaklarının tadı.Ve en garibi, gözlerimi açıp uyandığıma eminolduğum halde, kendimi Erenköyü’ndeki odadayatıyorum zannetmem. İşte başımın ucundadolap, şamdan. İşte oda kapısını görüyorum,gayet sarih.Hattâ rüyada olup olmadığımdan şüpheedecek kadar da zekâm var, hattâ bu şüphe ilebeş hassamı tecrübe ediyorum: Gözlerimi açıpkapıyorum (hep aynı oda). Kulak veriyorum.(Erenköy mırıldanıyor.) Yorganımı tutuyorum,yutkunuyorum, kokluyorum.Ve kapı açılıyor, Nüzhet koynuma giriyor.
Beni öpüyor, ağlıyor, teminat veriyor. Şüpheediyorum, yatağın içinde oturuyoruz, başımıdizine koyuyorum, okşuyor, okşuyor.Fakat omuzuma bir el dokunuyor. Gözümüaçıyorum ve kendimi evimdeki odamdagörüyorum, karşımda doktor Mithat. Bunurüyamda zannediyorum, hakikatainanmıyorum, gözlerimi derhal kapıyor vekendimi Erenköyü’ndeki köşkte buluyorum.Fakat Nüzhet kaybolmuş.Omuzumdan sarsıyorlar, kulağımda bir ses:- Benim, ben, Mithat...Gözlerimi iyice açıyorum ve evimdeolduğumu görünce içimi bir keder basıyor; heledoktor Mithat’ı görmek bana bütün felâketlerimihatırlatıyor, teessürümü gizleyemiyorum,doktor bundan alınmış görünüyor.
* - Kalkınız! Dokuz vapurunu kaçırmayalım,sonra operatörü bulamayız. Bugün en müsaitgün. Kalabalık yok. Sizi iyi muayene eder.Kımıldanmak istemiyorum. Yatağımınharareti, ümitten, aşktan ve tembelliktenmürekkepmiş gibi vücudumu çekiyor.Doktorun elinde saat.Telâşını bana göstermek için mübalâğalı birasabiyetle dolaşıyor, kalkmaya razı olduğumuanlayarak dışarı çıkıyor.Kalkıyorum.Yağmurlu gün.Ve gayr-ı şuurumdan kapalı bir telgraf,açmaya korkuyorum, günümün nasıl
geçeceğini düşünmüyorum.Dizimin ağrısı, beni o anın hayatı içinesokuyor.MısralarHep samt ü râşe saklı...Haydarpaşa’ya kadar giderken arabadanvapura, vapurdan arabaya binmek bile benison derece yormuştu. Bacağım çok ağrıyordu.Fakültede operatörü bulamadık. Henüzgelmemişti, beklemek lâzımdı. İkinci hariciyepolikliniğinin önü hastalarla dolu, oturacak biryer yok.Bahçeye çıktık. Ben bir duvar dibindekalasların üstüne oturdum. Mithat Bey,mektepte işleri olduğu için beni bir müddetyalnız bıraktı.Dermansız, bitik, baygın bir halde idim.
Başım dönüyor, gözlerim kararıyordu. Fakatbüyük kapıya bakıyor, operatörün gelmesinisabırsızlıkla bekliyordum.Mithat Bey de görünmüyordu.Bütün vücudum titriyordu. Bir yere uzanıpdinlenmezsem kalasların üzerindebayılacağımı sanıyordum.Büyük kapıdan üç kişi girdi. Konuşarakyürüyorlardı. Ortadakini operatöre benzettim veayağa kalktım. Titreyerek yolları üstündedurdum. Gözlerim kararıyordu. Elimdetuttuğum röntgen camları kutusunu uzatarakölgün bir sesle:- Camlar hazır! Geldim! dedim.Üç adam hayretle bana baktılar. Ortadaki:- Ne camları? diye sordu.- Röntgen.
- Bir yanlışınız olacak, ben...O zaman, göz karartılarım arasındafarkedebildim ki bu adam operatör değildir.Büyük bir utançla geri çekildim, pavyonunduvarına kadar gittim, arkamı taşlara dayadım.Üç adam bana dönüp dönüp bakarakuzaklaştılar.Titriyordum, bayılmamak için yumruklarımısıkıyor, dudaklarımı ısırıyor, mevziîtenebbühlerle canlanmaya çalışıyordum.Karşımda küçük bir vadinin arkasındakaranlık bir saha görünüyordu. Servilikler,Haydarpaşa mezarlığı.Sabah güneşinin parlattığı renkli bir boşlukortasında kapkara, donuk ve gecedenkurtulmamış bir tabiat parçası gibi duranmezarlığa arasıra gözlerim kayıyordu ve acısergüzeştimle bu manzara arasında gayr-iihtiyarî bir münasebet tesis ederek
ürperiyordum.O günlerde beynime Fikret’in bazı mısralarıdadanmıştı; ümitsiz anlarımda, bu mısralar,benim iradem haricinde, kendi kendilerineyaşıyor ve ses veriyorlardı; onların bu şairânetasallutu, herhangi bir mürahikin iptidaî“Sentimentalite”sinden ziyade, hakikîıstıraplarla dolu bir ruhî zeminbulabilmelerindendi.O mısralar gene içimde canlandılar ve sesvermeye başladılar:Hep samt ü râşe saklı bu vâdi-i muzlimînHer hatvesinde şüpheli bir hufre, bir kemînHep samt ü râşe... Kaynaşıyor canlı gölgelerBir mahşer-i cünûn gibi pürcûş u bîhaber.Gidip tekrar kalasların üstüne oturdum. Artıkbüyük kapıya bakmaktan utanç ve korkuduyuyordum. Başımı avuçlarımın içine aldım.Denizde, dalgalar arasında boğulacağını
anladıktan sonra hiçbir hareket yapmayarakkendilerini suya salıverenler ve felâketi bir anevvel isteyenler gibi kendimi bırakmıştım. Birşey ümit etmemenin rahatlığından başkabarınacak ruhî bir köşem kalmamıştı.Artık hiçbir şey tahmin etmiyor, hiçbir şeybeklemiyordum.Hep samt ü râşe saklı bu vâdi-i muzlimînHer hatvesinde...- Vah, vah, vah! dedi Mithat Beyin sesi.Başımı kaldırınca onun karşımda büyük birteessürle durduğunu gördüm.- Sizi çok beklettim. Kimbilir ne kadaryoruldunuz. Aman kalkınız, kalkınız, içerigirelim.Hariciye koğuşuna girdik, polikliniğin önündehastalar azalmıştı. Doktor bana bir sandalya vesu getirtti.
Operatör gelmiş ve yukarıda ameliyatyapıyormuş.Hademe dedi ki:- Zavallı... O dârülmuallimînli genç yok mu?..Onun bacağı kesiliyor.Bu korkunç tesadüf beni bitirdi. Mithat Beyde bu haberin bendeki tesiriyle mücadeleedemeyecek kadar zayıftı.Epey bekledik.Ameliyatın bittiği haberi verilince evvelâMithat Bey yukarı çıktı, operatörü gördü, sonrabana gelerek:- Haydi yukarı çıkalım, orada muayeneolacaksınız! dedi.İki basamaktan fazla çıkamadım. Hademe iledoktor kollarıma girdiler. Ameliyathaneninönündeki sofaya çıktık.
Ameliyathanenin iki kapısı da ardına kadaraçıktı ve eşikte tekerlekli bir hasta arabasıduruyordu.İçinde baygın yatan bembeyaz yüzlüdârülmuallimînliyi gördüm. Artık bacağınıtamamiyle kaybetmiş bulunuyordu; ve henüzayılmadığı için bu felâketten şimdilik haberiyoktu.Felâket TebliğiSon karar.Ameliyathaneye girdik.Türlü türlü kimyevî maddelerin bol bolharcanmasından gelen ağır koku ve yapışkan,kokmuş bir sıcaklık.Yerde kanlı pamuklar ve dağınıklık.Operatörden başka herkesin,
hastabakıcıların, asistanların yüzlerinde birazevvel iştirak ettikleri facianın dehşeti.Bir sandalyaya oturtuldum ve camlarıoperatöre uzattım. Kendi kendime soyunacakdermanım yoktu. Soydular, sargıyı çözmeyebaşladılar. Hâlâ şiddetli ağrılar.Operatör camları ışığa tutarak tetkikebaşladı.“Püü...”, “Cık, cık, cık...”, “Vay, vay” gibi hepbedbin sesler, heceler mırıldanıyordu.Dizim çözülünce bir pensle, sargıyı, pamuğuyukarı kaldırarak bir göz attıktan sonrayaralara eğildi. Bir saniyeden fazla bakmadandoğruldu. Gözleri evvelâ yüzümde, vücudumdagezindi, nihayet gözlerimde durdu.Gözlerimin içine bakıyor ve hiç bir şeysöylemiyordu. Şiddetle titremeye başladım.Söyleyeceği mühim şeylerin vehametini evvelâgözleriyle haber verdiğini anlıyordum.
Ağır bir sesle sordu:- Kaç senedir çekiyorsunuz?- Yedi.Mithat Beyin ve etrafındakilerin yüzüne baktı;gözlerinde korkunç bir şey seziyordum.- Bu illetten bıkmadınız mı? diye sordu.Suali çok manâsız bulduğum için yüzünehayretle baktım, devam etti:- Harap oluyorsunuz. Korkarım ki bütünhayatınız tehlikeye girecek... Bu illete birnihayet verelim. Bu bacağı tamamiyle fedaedeceksiniz, başka çare yok.Yüzümde nasıl bir değişme görmüş olacak kitelâşla ilâve etti:- Harp bitince bir güzel takma bacakyaptırırsınız, rahat rahat...
Daha fazla duyamadım.Arkamda duran birinin kolları arasınadüşüvermişim.Kuvvetli bir eter kokusu içinde ayıldığımvakit, kendimi ameliyat masasına uzatılmışbuldum.Mithat Bey ıslak elleriyle alnımı okşuyordu.Ameliyathaneyi görmemek için gözlerimikapadım. Dizimi sarıyorlardı.Pansuman bittikten sonra masadan indim vekaçmak için bana gelen yeni bir kuvvetle,âdetâ koşarak dışarı çıktım.Mithat Bey:- Aman dikkat! Bu asabiyet iyi değil! Sizmetin çocuksunuz! diyordu.Bahçeye kadar hızlı yürüdüm.
Keskin bir öğle güneşi yüzüme vurdu.Gözlerim, içine soğan suyu kaçmış gibi yandıve kamaştı.Mithat Bey beni kendi odasına götürdü,istirahat ettirmek istemişti.- Aman bir araba! Artık ben buradaduramam.Dedim ve boğazımı tıkayan hıçkırıklarızaptetmek için yutkundum.GaleyanKendi ölümünden daha dehşetli birölüm.Son günlerde etrafımı çeviren, küçük hassascemiyetin galeyanı. Annemin gözyaşları. Enuzak arkadaşlarımın ziyaretleri. Ümitler.Akrabada telâş (Fakat Erenköyü’nün felâkettenhaberi yok; ve duymasını istemiyordum).
Adalar’dan ve Boğaziçi’nden mektuplar.Herkeste bir tavsiye illeti: Filân operatörünihtisası. Doktor Mithat’ın faaliyeti, bir çokoperatörlere müracaatı.Bizim sofa da galeyanda. Her gün dolupboşanıyor, sandalyalar mütemadiyen yerdeğiştiriyorlar.Ben minderin üstünde arka üstü yatıyorum;etrafımın telâşını seyrederken kendimiunutuyorum. Hattâ bazı kendimi hepsindenfazla sakin buluyorum, fakat bu kalabalıklardağılıp da felâketimle başbaşa kalınca; dehşet.Vücudumun büyük bir parçasını kaybetmekhayaline bir saniye katlanamıyorum, içimebaygınlıklar geliyor, ellerimle hasta bacağıtutuyorum ve onun ölümünü kendi ölümümdendaha dehşetli buluyorum.Giyinip soyunurken, pansuman yapılırken,minderin üstünde uzanırken, dakikalarca,mahkûm uzvuma bakıyorum; her parçası, herhareketi, her yeni aldığı şekil bana birçok
düşünceler veriyor, canlanıyor, ehemmiyetkazanıyor, şahsiyet sahibi oluyor ve ötekisağlam uzuvlar arasında idama mahkûm birkardeş gibi, endişeli bir hareketsizlikle susuyor.Cellâdın bıçağına teslim olacak olduktan sonrasenelerce bu işkenceyi niçin çekti? Niçin kanağladı?Onu testere altında tasavvur edemiyorum;keskin bir çeliğin kalın bir kemik üstündeyürüyüşü -hele çıkaracağı ses- tüylerimiürpertiyor. Fakat tahayyül etmekten daimakaçtığım bu korkunç tasavvur, en ummadığımzamanlarda beynime musallat oluyor. Evdebıçakla ekmek kesilmesine bakamıyorum.Ameliyattan sonraki halimi düşünmek deayrıca dehşet veriyor. Büyük bir uzvunboşluğunu hissetmeye nasıl dayanacağımıanlamıyorum, bir diş çektirdikten sonra bileyerinde ağızdan daha büyük bir boşluk kaldığızannedildiği halde, ayrılan bir bacağın yerindekalan uçurumun baş dönmesine nasıl alışılır?
Harp tebliğlerinde yaralı sayılarını okurken,hep kanlı maceraları benimkine benzeyenbinlerce insanları düşünüyorum. Fakat bu benihiç teselli etmiyor; hatta hasta uzvumun birobüs parçasiyle kopup gitmesini tercihediyorum.Nüzhet’in hayali bütün bu düşüncelerimdenbir saniye ayrılmıyor; hep kendimi ameliyattansonra ve Nüzhet’in karşısında görüyor, onunmanzaram karşısındaki hislerini tahlil etmeyemuvaffak olmadan başımı silkeliyor yahutyerimden kalkıyor, yahut inliyor, yahut biriniçağırıyor ve bu hayalden kaçıyorum. Fakat obeni kovalıyor. Ruhumun en kalabalıkanlarında bile, yığınları itip dürterek sivriliyor veşuurumu kaplıyor, ter içinde kalkıyorum. Bazanbu işkence içinde bunaldığımı anlayanetrafımdaki insanların, bana haykıran birmerhametle baktıklarını görüyorum.Feci karardan sonra bana bakan gözlerinhepsi ne kadar derinleşti. Bütün bu gözlerde
ruhumun akislerini görüyorum, hepsi tâ içimebakıyorlar ve içimi aksettiren birer küçük aynagibi esrarlı bir karanlık, parıltıyla kamaşıyor,oyuluyor, derinleşiyorlar.Bazıları da var ki büyük mahkûmiyetimizâviyelerine sığdırmak için, hayretle kavsiniaşan kaşlar altında büyüyor, katılaşıyor,aptallaşıyor, kırpışmıyor, gözlerimi yakalayanyapışkan bir parıltıyla yüzüme bakakalıyorlar.Bazıları benim gözlerime intibak ediyorlar;benim gözlerim kırpıldıkça, yumuldukça,büyüyüp küçüldükçe onlar da aynı hareketiyapıyorlar ve etraftaki sinirlerle adalelerin enince kıvrılışlarına kadar hepsini taklit ediyorlar.Nüzhet’in gözlerini merak ediyorum (fakathaber almasını istemiyorum) felâketlerimi birkurutma kâğıdı gibi içeceğini tahayyül ettiğimbu gözlerin içine kimbilir ne kuvvetli birtecessüsle bakacağım (fakat göz gözegelmeye katlanamam, bilmesini istemiyorum).Ve yaşardıklarını görmek! Bunu tahayyül
ederken benim gözlerim yaşarıyor.Çocukların HastahanesindeTabiatın tehdidi.Bu sefer demir parmaklıklı kapıdan bahçeyegirerken, Dokuzuncu Hariciye Koğuşunadoğru, ağaçların bile sıhhatine imrenerekyürürken, camlı kapıların garip bir beyazlıklagözlerime vuran ve içimde korku ile karışıkyuvarlanan parıltıları arasında o dehlizegirerken, yalnız değilim.Yanımda Mithat Bey ve arkadaşım var. Busefer polikliniğin önünde beklemiyorum,dosdoğru operatörün odasına giriyoruz.Koltuğa uzandım. Operatör ameliyattan çıkıpgelecek. Son ümit. Bacağımın en sonvaziyetini görmeyen bir o kalmıştı.Fakat ümidim çok zayıf.
Mithat Bey ve arkadaşım susuyorlar.Ben yedi yıllık hastalık hayatımın birçokzamanlarını geçirdiğim ve havasında kendimeait bir çok şey bulduğum bu odayıseyrediyorum. Kaç kere bu koltukta uzanıpdinlenmiştim.İki sene evvel, küçük bir ameliyattan sonra,gene burada uzanmıştım, gene aynı yerdeduran şu yazı masasında operatör, deftere birşeyler yazıyor ve benimle şakalaşıyordu:- Sen izci misin? Bu metaneti neredenöğrendin? Bak, bacağın iyi olsun, futboloynayacaksın! Fakat oynamasan daha iyi.Hastalık tamamıyla geçse bile o bacağı yorma!- Ben futbol sevmem.- Ha... Sen roman okumayı seviyorsun.Fakat onu da okuma, heyecan senin için iyideğil. Sinirlerine dikkat et. El işleriyle meşgul ol.
O zaman bu tavsiyelerinden dolayı operatörüsoğuk bulmuştum; mizacıma zıt ihtarlar yapandoktorlara kızıyordum bile: Hepsinde aynıkusuru buluyordum: Tedavilerinde hastanınpsikolojisine yer vermemek.Fakat keşke futbol oynasaymışım; belki debacağımı Nüzhet’in aşkı kadar yormazdı.Operatör içeri girdi.Beni görür görmez durdu:- Ne o? Bu ne hal?Aynı suali yanımdakilere de sorar gibietrafına bakındı, sonra bana doğru koştu:- Ne oldu? Ne zayıflık böyle bu?Bana vekâlet etmesi için Mithat Bey’ebaktım.O, her şeyi anlattı. Operatör arada bir
yüzüme bakarak Mithat Beyi dinliyordu. Hayretiçinde:- Kalk! dedi bana, içeri girelim, bakalım...Kalkışıma ve yürüyüşüme de dikkatediyordu.Muayene odasında, röntgen camlarına,dizime yarım saat kadar baktı. Bir derin nefesbıraktı. Ellerini temizleyinceye kadar bir kelimesöylemedi. Sonra karşımıza geldi. Kollarınıkavuşturdu, omuzlarını tevekkülle öne doğrubırakırken, kaşlarını çatarak, dağılmak üzereolan kuvvetlerini topladı. Ümidin ve enerjinin bumedd-ü cezrinden söyleyeceğini tahmineçalışıyordum.Başını salladı ve Mithat Bey’e döndü:- Azizim doktor! Verdikleri karar doğrudur.Dizi de, camları da görüyorsunuz. “Périoste”larharap. Mafsal harap. “Ostéopériostite”“Ostéite” herşey var. Neresini kazıyalım? Bu
ifrazattan korkulur. Baksana hasta ne hâlegelmiş... Sen bu mel’un basili bilirsin.Operatör yüzüme baktı.- Fakat, dedi, “Amputation”lar bencetababete dahil bir iş değildir, bunu kasaplar dayaparlar ve bir balta vuruşta bir uzvu uçururlar.Biz, biraz tentürdiyot süreriz ve biraz dakloroformla hastayı uyuturuz. Farkı budur.Doktorluk, bu bacağı ve bu gençliğikurtarmaktır. Kendisine sorun, bu hastahanedeaylarca kalırsa, üç beş ameliyata dayanırsakurtarmaya çalışırız, yoksa...- Dayanırım! diye bağırdım.- Mesele yoktur, dedi. DokuzuncuHariciye’de yarın bir odamız boşalıyor, gelsin.Mithat Bey:- Kendisine söyleyiniz! dedi. Bana şüphe ilebakıyordu.
Operatör, tehditkâr başını salladı.- Bu sefer gelir o! Benim ihtarlarıma kulakasmaz ama bu sefer tababet değil, tabiat onudoğrudan doğruya tehdit ediyor. Hasta bu dilidaha iyi anlar. Bir ay evvel sözümü dinleseydibaşına bu felâket gelmeyecekti.
KDokuzuncu Hariciye KoğuşuGidiniz, bir şey istemiyorum, gidiniz.oğuştaki odam; bir demir karyola,başında bir küçük demir masa. Yerdekırmızı muşambalar. Çırılçıplak mavi duvarlar.Üstümde bir entari ve bir robdöşambr; kollarıuzun geldiği için kendimi bu robdöşambriçerisinde de yadırgıyorum.Hep gittiler. Yapayalnız. Çıt yok. Odayaşimdiye kadar hiç tanımadığım yabancı birakşam giriyor. Gittikçe artan karanlık, iki parçaeşyayı da benden uzaklaştırıyor ve beni dahayalnız bırakıyor.Odadan gündüz ışığıyla beraber bana ait herşey çekiliyor: Evime ait hatıralar, kalabalıklar,sevdiklerimin sesleri, bir çok şekiller, hayatımınparçaları, Erenköy, köşk, tren, vapur, fakülte,doktorlar, hastabakıcılar, hayatın gürültüleri,
şehir, gündüzün sesleri her şey uzaklaşıyor.İçimde bir boşluk. Garip ve büyük bir his,derinliklerime doğru kaçıyor, gizleniyor. Ruhumkarartılarla, sessiz ve şekilsiz gölgelerle, eşyaarkasına saklanan hayaletler gibi kendilerinigöstermeden korkutan meçhul varlıklarla dolu.Kapım kapalı. Açmak istemiyorum. Açarsamhastahanenin benim için hazırladığı felâketlerinhepsi birden içeri girecek sanıyorum.Karanlık bastı. Elektrik düğmesini çevirdim.Gayet zayıf bir ışık. Ancak odanın büyükçizgilerini görebiliyorum. Teferruat sarı birbelirsizlik içinde bulanıyor.Kapıma vuruldu.- Giriniz!Işıklı dehlizin soluk çerçevesi önünde birkadın. Bembeyaz bir gömleğin üstünde esmerbir baş. Siyah kaşlar, yuvarlak ve kabarık,akları parlayan, oyuklarına mıhlı, sabit, katı
gözler:- Yemeğiniz şimdi gelecek.Çekildi. Yemek. Tiksinti.Biraz sonra yemeğim geldi. Yaklaşıpbakmadım bile.Zaman yürümüyor, dakikalar korkunç birsıkıntı içinde uzuyorlar, hattâ dağılıyor,birikmiyor, toplanmıyor ve bir çeyrek saatolamıyorlar.Aylar -kim bilir ne ıstıraplı aylar- geçireceğimyatağıma büyük bir korku içinde bakıyorum.Yorgana elimi süremiyorum, yalnız kenarınailişip, geçici bir zaman içinmiş gibi oturuyorum.Bütün yataktan garip bir koku, hastahanekokularının terkibine dahil bir unsurun kokusuyükseliyor. Galiba buhar.Derhal büyük mesafeleri, çayırları, dağbaşlarını özlüyorum: Nasıl olursa olsun bir
hareket, bir şey istiyorum.Hafızam kapalı.Bazı hiçbir şey hatırlayamıyorum. Hattâ,kulaklarım bile tıkandı. Göğsümde müthiş birtazyik var.Bağırmak arzuları gelip gidiyor.Yudum yudum su içiyorum.Kapı tekrar açıldı.Aynı kadın.Tepsiyi almak için yaklaşınca, yüzüme, benihiç anlamayan, varlığımı inkâr eden gözlerlebaktı.Niçin yemediğimi soruyor. İhtimal benimgarabetim karşısında değişen gayr-i beşerî birses, çatlak ve topraklı bir ses. Hiçbir şey izahetmeyen garip bir cevap mırıldanıyorum.
Çıkıyor.Dehlizde fısıltılar.Yumuşak muşambalarda terlikli ayaksürtünüşleri.Uzak koğuşlardan ince haykırışlar geliyor.Türkü mü? Istıraplı bir çığlık mı?İçimde her an artan bir hayretle gözleriminirileştiğini hissediyorum. Sanki her saniyeetrafımda tabiatüstü bir âlem doğuyor.Geceyi bu odada geçireceğimeinanmıyorum.Beni burada zaptedecek kuvvetle mücadeleihtirasına gebeyim. Ruhumda büyük birhazırlığın kımıldanmaları başlıyor.Duvarda bir elektrik zili düğmesi gördüm, birhareket yapmak iştiyakıyla düğmeye bastım.
Aynı kadın geldi.Eşikte duruyor ve emri bekliyor.Yüzüne bakıyorum ve hiçbir şeysöyleyemiyorum.Duruyor: Gözlerinin akları parlayarak, hiçkımıldanmadan.Ağzı açıldı ve gözleri büyüdü.Hortlak!- Gidiniz, bir şey istemiyorum, gidiniz!DuvarlarGalip duvarlar uzaklaşıyorlar.Yüksek, çıplak, mavi, dümdüz, dimdikduvarlar.Gözümün hiçbir görüş köşesi yok ki içine bir
duvar parçası girmesin. Hep ve yalnız onlarıgörüyorum. Onlardan kaçan gözlerim onlarlakarşılaşıyor.Bakıldıkça uzuyorlar, yükseliyorlar;sertleşiyor ve korkak, yumuşak bakışlarımakaskatı çarpıyorlar, gözlerimi ezecekler. Başımdöndü.Deniz gibi yayılıyor ve beni çeviriyorlar.Serinliklerini hissediyorum. Denizde, çıplakvücudumu saran dalgaların birdenbire taşkesilmeleri gibi, duvarları giyiyorum.Hiç kımıldamıyorlar.Bütün bu hastahanenin sessiz, hareketsiz,soğuk, bomboş anlarını onlar doğuruyorlar.Gözlerimi, onlardan kaçırmak için, yastığada kapatamıyorum. Arkama uzanacaklarını,üstüme abanacaklarını sanıyorum.Ve onlara mütemadiyen bakıyorum. İçime
serin mavilikler doluyor, ruhlarını iyice gizleyenkorkunç ve tehditkâr mahlûklar. Şuurlarıvarmış gibi duruyorlar ve her an büyük birfelâket yapmaya hazırlandıkları halde, avlarınınkorkusuyla eğlenmek için maksatlarınınicrasını tehir ediyormuş gibi duruyorlar, Allahgibi, kuvvetini göstermeden kuvvetli duruyorlar.Onlarla mücadele ederek vakit geçiriyorum,fakat onlar donmuş avuçlarıyla zamanı dayakalıyorlar, durduruyorlar ve hayatımınserbest akışına mâni oluyorlar.Kanım soğuyor. Kireçleniyorum.Birçok defa elektrik ziline basmak istediğimhalde kımıldanamıyorum.Biraz yürürsem, onların bana doğrugeldiklerini görerek geri çekiliyorum.Nihayet düğmeye bastım.Çarpıntı ile bekliyorum.
Gözlerim kapının topuzunda.Gelmiyorlar.Tekrar düğmeye bastım. Gene bekliyorum.Gelmiyorlar.Göğsümde müthiş bir baskı. Boylu boyuncabir duvarın altına uzanıp kalmışım gibi havaalamıyorum, kollarımdan ve bacaklarımdanhayat çekiliyor.Yatağa arka üstü uzanıyorum.O vakit bir çığlık duyuyorum. Keskin, uzun,acı bir haykırış. Hayretle doğruluyorum. Kimbağırdı?Etrafımda bir kalabalık, bütün hastahaneadamları.Oh... Fakat ben rahatlıyorum, ben de öylebağırmak istiyorum, ancak birdenbire etrafımda
herşey sönüyor, galip duvarlar uzaklaşıyorlar.Başımı siyah bir boşluk kaplıyor.- Gözlerini açtı...Diyorlar.- Şurasını da oğun.Diyorlar.- Ağlasın, ağlasın, açılır.Diyorlar.Kim ağlıyor? Bilmiyorum. Hıçkırıklarduyuyorum. Ve daima içimde bir rahatlama.Kulaklarımı onlara uzatıyorum.- Nüzhet kim?Diyorlar.- Sayıklıyor!
Diyorlar.Kollarımı onlara uzatıyorum, bir şeysöylemediğimi sanıyorum.- Hah! Doktor geldi!Diyorlar.Tanımadığım bir adam yaklaşıyor,etrafımdakiler kaçışıyorlar, adam elimi elinealıyor. Etrafımdakilere, uğultusundan başka birşey duymadığım birşeyler soruyor: Birçokağızlar oynuyor. Tek tük kelimeler işitiyorum:“Bağırdı... Bulduk... Nüzhet.”Doktor kat’î işaretlerle bir şeyler söylüyor, birikisi dışarı çıkıyorlar. Doktor yatağa, yanıbaşıma oturuyor.Saçlarımı okşuyor, okşuyor:
- Hah! Aferin, ağla, ağla! diyor.Nüzhet Kim?Kardeşin mi?- Hayır, hayır... Korkuyorum.- Sebep yok, yavrum, bak hastahane adamdolu. Yalnız bu pavyonda on bir insan,yüzlerce çocuk var.- Bilmiyorum, fenayım.- Fena şeyler düşünüyorsun.- Korkuyorum.- Niçin? Burada her şey var. Zil bile.Korkarsan bas, gelirler. Her taraf kapalı.- Her taraf kapalı. Korkuyorum.- Kapalı olduğu için mi?
- Bilmiyorum... Bu duvarlar...- Ey?- Of!- Bir şey mi düşünüyorsun, birini midüşünüyorsun?- Hayır, bilmiyorum.- Nüzhet’i mi görmek istiyorsun? Nüzhetkim? Kardeşin mi?- Nüzhet kim? Kardeşim mi? Bilmiyorum.- Nüzhet kim?- Bilmiyorum.- Biliyorsun, biliyorsun, haydi, söyle bana,Nüzhet kim? Bayıldığın zaman onusayıklamışsın.- Beni buradan çıkarınız!
- Haydi, söyle yavrum, söyle...Rahatlayacaksın.- Ben bu gece burada kalamam.- Söyle, çıkarırım.- Şimdi.- Şimdi. Fakat söyle.- Of... Ben çocuk değilim.- Biliyorum ki çocuk değilsin.- Dizim ağrıyor.- Geçer. Demin biz pansuman yaptık. Yeredüşerken çarpmışsın, kanatmışsın.- Yere düşerken mi? Kim?- Hiç. Dizin çok mu ağrıyor?- Dizim şimdi ağrımıyor, başım ağrıyor.
- Başın mı?- Bilmem... Bir yerim çok ağrıyor ama. Başımmı, dizim mi?- Düşün bakalım.- Başım dönüyor, gözlerim kararıyor.- Zararı yok, ben buradayım, korkma...Hah... Ağla. Açılırsın... Al bunu kokla... Başınıyastığa koy... Hah... Aferin... Şimdi uyursun.Kapa gözlerini... Hah... Ben yanındayım,korkma, hiç yalnız kalmayacaksın, uyu!İlk SabahKoğuş uyanıyor.Sabah, odama bir kadın girdi, pencereyi açtı.Kırmızı muşamba üstünde üç köşeli bir güneşparçası.
Kapı açık. Sessizce faaliyet. Beyazlıkadınlar, ellerinde sırıklara takılmış bezlerlemuşambaları siliyorlar.Odama giren kadın dün geceki değil. Kısaboylu, başörtüyle yanaklarının yarısına vekaşlarına kadar başını kapamış. Yüzünügörmüyorum. Hep yere bakıyor, gözlerini birkere bile bana çevirmedi. Yerinden kaldırdığımasa onun gözünde benden daha mühim.Dikkatle işini yapıyor. Odamı sildi. Sonrabaşını kaldırarak bir şey isteyip istemediğimisordu, çıktı.Gece uyuduktan sonra ilk defa sabahleyinuyandım. Başımda hafif ağrı. Etrafımda enküçük harekete büyük bir dikkatle bakıyorumve her şey bana çok yeni ve garip görünüyor.Hele koku. Hastahane hayatı dışarıdan yalnızbir koku ile ayrılıyor. Bu koku hastahaneninruhudur.Dehlizde insanlar çoğalıyor. Hademelergeçiyorlar. Odama bakanlar pek az, onlarınki
de tesadüfî bir baş çeviriş; itiyadın verdiğikörlükle işlerine ait şeyleden başka gözlerihiçbir şey görmüyor. Ağır ağır yürüyüpgidiyorlar.Dehlizden ilk defa bir hasta çocuğungeçtiğini gördüm. Başı benim odanın tarafınadoğru eğilmiş, boynu, omuzları yukarı kalkık,yürümeyi unutmuş gibi gayri tabiî adımlaratarak ve arada bir hafifçe sıçrayıp eliniboynuna götürerek yürüyor.Dehlizde kalın, hâkim bir ses yükseldi, birinsan ismi çağırdı, bir kadın ve bir erkekkoştular. İlk yüksek ses ve ilk gürültü.Dört beş kadın erkekten mürekkeb bir kafilegeçti.İçimde meraklar birikiyor. Her hareketin, herküçük hâdisenin sebebini öğrenmek, benimlealâkasının derecesini bilmek istiyorum.Bu adamlar niçin geçtiler? O çocuk nereye
gidiyordu? Bu kapı niçin kapandı? Nekapısıdır? Bu hasta arabası nereyegötürülüyor? Kimin için?Odama iki erkek ve bir kadın girdi.Hiçbirini tanımıyorum. Erkekler çok ciddî.Benim odada bulunuşumla alâkaları yokmuşgibi yatağıma yaklaştılar. Erkeğin biri kadınasordu:- Kontrol kâğıtları değişti mi? Dün gecederecesi alındı mı? Bu, bağıran hasta değil mi?Bana yaklaştı ve yüzüme bakmadankoltuğumun altına derece koydu. Öteki adamFransızca şunları söyledi: “İkinci ameliyattabelki bacağı kesilecekmiş. Sinirleri çok zayıf,vücut da tehlikeli. Operatör ciğerde bir âfettenkorkuyor.”Dereceyi koyan adam, Fransızca şu cevabıverdi: “Hep böyle tehlikeli hastalargönderiyorlar. Burası morga döndü. Sonra da
tahsisatı kesiyorlar.”Sert bir tavırla dereceme baktı vebaşucumdaki kâğıda işaret etti.Sonra bana döndü.- Sana üçten yemek yazıyorum. (Sonraöğrendim ki, bu, hastahanenin bir tâbiri imiş.)Çok ye! Bak zayıfsın. Anladın mı?O kadar kaba, işinden bıkmış, sinirli birsoruşu vardı ki, nefretimi sesimin perdesiylehissettirerek “Peki” dedim.Gene kâğıtlara bir şeyler yazıldı, çıkıpgittiler.Birdenbire kendimi o kadar yalnız buldum ki,oda kapısında herhangi bir tanıdık yüzgörüneydi, sevinçten haykıracak, yataktanatlayacak, boynuna sarılacak ve beni buradanalıp götürmesi için yalvaracaktım.
Koridorda kalabalık gittikçe artıyordu. Bir kaçhasta çocuk geçti. Bitişik salonlarda hastalarınmırıltıları başlıyordu.Hastahanenin sessizliği kadar gürültüsü debeni korkutuyordu. Dışardaki bütün faaliyetinbeni incitmek için hazırlık olduğu şüphesindenkendimi kurtaramıyordum. Odanın önünde herayak sesi yaklaştıkça, bana fena bir habervereceklermiş gibi, korkudan büzülüyordum.Çığlıklar SaatiBağırmamayı öğreten mektep.Pansumanlar başladı.Kapının önünden, hastabakıcı kadınınkucağında, yedi sekiz yaşlarında bir çocukgeçirdiler.Koridor tenhalaştı, sesler kesildi, koğuşunbütün ruhu sindi ve bütün zekâsı bir tek
ıstırabın üstüne eğiliyor.Keskin bir çığlık, koridorun havasında büyükbir uçurum açarak tâ diplere kadar gitti. Sonrases kesildi. Mırıltılar, hafif bir çığlıkla karışanuzun bir inilti.Gerildim ve yatağın içinde sivrildim. Biravucumla şilteyi sıkıyorum.Kolu sarılı bir çocuk daha geçiyor. Ses yok.Bekliyorum. Korkudan elimi yüreğime bastım.Kapımda bir adam.Bana- Hazırlan! dedi, bundan sonra sıra sende.Ne sırası? Bilmiyorum. Ameliyat mı?Pansuman mı? Ne yapacaklar?Bir çığlık daha koptu ve kulağımın deliğindengiren bir yıldırım gibi, vücudumu korku ile
yakarak dağıttı. Birdenbire gevşeyerekçöküvermişim.Hastabakıcılar odama girdiler.- Haydi, gelin, dediler.Titreyerek bacağımı yataktan uzattım:Terliklerimi görüyor, fakat sağlam ayağımı bileiçine sokamıyor, şaşkınlıktan kaçırıyor, birtürlü giyemiyordum.Kadınlardan biri:- O kadar korkma, o kadar korkma...Pansuman bu! Her gün yapılacak... Alış!diyordu. Kollarıma girdiler.Pansuman odasına girince operatörügörerek biraz ferahlıyordum; fakat, işininciddiyeti arasında benimle eski hastalararasındaki farkı o kadar unuttu ki, âşinalık bileetmeden, yalnız tımarcıya emir verdi:
- Masaya yatsın!Masaya yatırdılar. Dizimi süratleçözüyorlardı. Operatör başucuma geldi.Yaraya bakarak benimle konuşuyordu:- Sen dün gece neler yapmışsın? Hastahanebirbirine girmiş. Burada yalnız sen misin? Altıyaşındaki çocuklar var. Fakat hastalıksinirlerini çok yormuş olacak. Bakalım?...Hımmm... Buradaki ârıza yere düşmekten...Fena zedelenmiş... Peki, peki, dur... Korkma!Az mı? Peki... Ha! Dur, dur... Hımm... Pekâlâ...Yanındakilere emir verdi:- Pansuman.Bana döndü:- Yarın ilk ameliyatı yapacağız. Ondan sonranetice belli olur. Bugünlük bu kadar.Sonra iki küçük sille ile yanağımı okşadı:
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230