Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Mai Ve Siyah-Halid Ziya UŞAKLIGİL

Mai Ve Siyah-Halid Ziya UŞAKLIGİL

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 13:44:56

Description: Mai Ve Siyah-Halid Ziya UŞAKLIGİL

Search

Read the Text Version

fikre muhtaç iken ceplerinde sürüklene sürüklene yıpranmı müsveddelerini matbaada geceleri şyalnızlık ha yetinin kalbinden akıttı ı korku karı ıklıkları içinde yazıhanesinin üzerine serince bir şğşmüddet yorgun, artık çalı maktan âciz fikrini dü ünmeye sevkedemez; çok i lemekten yorulmu , şşşşhastalanmı ba mı mariz bir çocuk gibi iki ellerinin içine alarak i esi iyi silinmemi lâmbanın şşş şşdonuk ziyası altında bulanık gözlerinin önünde sislere bo ulan müsveddelerine bakarak ğdü ünmeye, güya incimat etmi gibi ba ının içinde bir ta sıkletiyle duran beyninden bir ey şşşşşçıkarmaya çalı ırdı. imdi artık eserini yorulup da bitirmek isteyenlere mahsus bir ihmal ile, şŞevvelce mü külpesentli inden kurtulamayan müsamahalarla dolduruyor; ona bir an evvel «son» şğkelimesini çektikten sonra arkada larına okumak sonra da Lâmia'ya: « ster misiniz? Bu eserin şĐsahibini zevciniz olarak kabul etmek ister misiniz?» demek için acele ediyordu. # * # Matbaada artık her ey bir ittırat içinde cereyan ediyordu. Hattâ para bile kazanılıyor, Ahmed şCemil'in akdetti i istikraza kar ılık olarak birinci taksit olmak üzere, yirmi be lira tefrik ğşşedildikten sonra Vehbi bey kayın biraderini para dü üncesinden kurtaracak kadar merhamet ve ştedbir gösteriyordu. imdi Ahmed Cemil ev masrafından büsbütün elini •çek- Ş mi ti, eni teyle aralarında mümkün olabildi i kadar bir samimiyet teessüs ediyor, âdeta bu adam şşğhakkında arasıra muhabbete benzer hisler duyuyordu. Artık endi e edecek bir sebep göremiyordu. Bütün emellerinin husulüne bir iki hatve kalmı tı: şşeseriyle, a kı... ş Nihayet bir gün sabahleyin, bir zafer haberiyle «Genci-ne-i Edep» idaresine gitti, arkada ını şbuldu. «Eser bitti, davete muntazırım!» dedi. O vakit iki arkada ziyafetin muhtelif cihetlerini şdü ündüler. Kimleri davet etmek lâzım gelece ini müzakere ettiler. Hüseyin Nazmi diyordu ki: şğ — Ne lüzum var? O kadar kalabalık içinde gürültüden ba ka bir ey hâsıl olmaz. Altı ki i şşşyeti miyor mu?... ki de biz, sekiz ki i oluyoruz; i te sana güzel bir sofra, dolgun bir dinleyici şĐşşgrubu... Hüseyin Nazmi bir yandan arkada ını ikna ettikçe bir cihetten de önündeki kâ ıda kur un şğşkalemiyle bir takım isimler yazıyordu, sonra bu isimleri elediler, uzun uzun münaka alardan şsonra be ki i için ittihat hâsıl olabildi, Hüseyin Nazmi «Altıncısı?... altıncısı?» diyordu. Ahmed şşCemil: — Raci! dedi. — Raci mi? Onu ne yapacaksın? Ahmed Cemil kızardı; faka/t Raci'inin bütün betbahtlı ry-îe, biçareli iyle beraber kendi ğğdehasının u muzafferiyetine de ahit olması için mukavemet mülemeyen bir arzusu vardı, yalnız: şş— O da bulunsun! dedi. O gece Erenköyü'nde misafirler toplanıp da Hüseyin Nazmi bir aralık «Efendiler sofraya...» dedi i zaman Ahmed Cemil'in kalbi bir sahnede ilk defa olarak görünen bir sanatkâr helecanım ğ

duydu. Arkada ıyle eserin açılı törenini yemek sonuna bırakmaya karar vermi lerdi. Hüseyin şşşNazmi bir açık hita-besiyle arkada ının mesle ini, yenili ini izah edecekti, «Evvelce izahat şğğverilmeksizin eserinin anla ılamayaca ından emin ol!...» diyordu. şğ «Gencine-i Edeb» Hüseyin Nazmi'nin isnrni bütün edebf-yat erbabına tanıtmı , o isme matbuat şâleminde bir ehemmiyet izafe etmi idi. Hüseyin Nazmi edebiyat-ı garbiye ile i tigal neticesi olarak iirde yepyeni bir şşştarzın ihemen mucidi gibi idi; fakat edasının tazeli inde, fikrinde ve lisanında o derece itidal ve ğsükûn gösterir; en büyük cür'etleri o kadar nazik ve munis bir kisve altında örter idi ki gençlerin en güzide pi va-larmdan mâdudiyeti, nazenin-i iir dört asırlık «Haftan berdu » görmedikçe şşştanımak istemeyenlerin bile takdir-i erefimden 'hisse almasına mâni olamamı idi. şş Ahmed Cemil bütün dehasının inki af kabiliyetini hapse-de ede bir an içinde i tihar perisini şşayakları altına atnıak maksadına hizmet ederken, o meydana çıkmak isteyen teessüratı ne idelerini daima serbest bırakmı idi. şş «Gencine-i Edeb» her hafta ilk sahifesinde Hüseyin Naz-mi'nin bir manzumesiyle çıktı ı için ğmüvezzilerin bilhassa yüzlerini güldüren resaili mevkute arasında birincilik payesini bulmu idi. ş Onun için bu gece Hüseyin Nazmi'nin edebî sahabeti altında Ahmed Cemil'in eserinin in adı şrasimesine davet edilenler pek muhtelif sınıflara mensup oldukları halde, Erenköyü'n-deki kö kün yemek odasında sofra etrafında içtima etmi idiler. şş Üstatlardan birinin «sû besû» redifli me hur bir gazeline söylenen yüzlerce nazirelerin içinde şferdaniyet kazanmı olmakla bir eref kazanmı olan lhami efendi — kırmızıya meyyal sarı, şşşĐcebinde ta ıdı ı ba adan küçük tarakla daima, hattâ lâkırdı arasında, tarana tarana yanaklarından şğğgözleri ok ayan bir intizam ile inen sakalıyle; galiba mevzun söz söylemeye itiyadının eseri şolarak ahenkli besteli bir su'ud ve hudut ile teganni edercesine söyledi i sözler refakat eden eliyle ğ— bir genç air için i tihar teessüsü rasimesine eref ilâve etmekten çekinmemi idi. Hattâ bütün şşşşdostları için velâdet ve vefat tarihleri da ıtmakla me hur olan, bilmem hangi sene bir ceridede ğşne rolunan «Reb'iyye» sini «Nef'iyane» buldukları için «Nef'i-i devran» namiyle tanılan, fesini şdaima ensesine do ru ta ımakla, pantalonunun paçalarını en kuru havalarda bile kıvırmakla ğşme'luf Süleyman Vahdet efendiden ziyade uysallık duyguları iraesine hulule çalı an Raci'yi şdinleme e kadar «Pe~ yam-ı Cihan» ceridesinde, Fransanın en ileri cür'et sahibi genç airlerinden ğşdaha ziyade terakki gayreti göstermekle aklında m Al VE S YAH Đ / ____ 149 hiffete hükmedilmi olan Mazhar Feridun beyin kavga arayan tecavüzlerine yumu ak bir kulak şşkabartmaktan hali de ildi. Dört sene evvel kırkaltı sahifelik bir iir mecmuası ne redeli-den beri ğşş

Babıâli caddesinden daima telâ ve endi e ile geçen, bütün matbaalara u rayarak bütün edebiyat şşğcidallerine daima mütefekkir adamlara mahsus musîr bir sükût ile i tirak eden; kendisini ştanıyanlar arasında Victor Hugo lâkabıyle anılan Ha-* san Lâtif bey — hususiyle Hasan Lâtif bey — o muannid sü-kutiyle in ad rasimesine bir ba ka vekar ilâvesi için ziyafetken kaçmaya şşkatlanmamı ; kısa boylu, dolgun vücudüyle daima koltu unun altında Fransızca, Almanca şğgazeteler, risaleler, kitaplar ta ıyan; çiçekli resme mü abih, kırmızı mürekkepli, oymalı, i lemeli şşşyazısıyle bütün edebî risalelere minimini güzel manzumeler yeti tiren, babasının sayesinde, şmatbuat âlemi münte irleri arasında içi canfesli palto'Iarıyle, Herald'a yaptırılmı potinleriyle şşteferrüd eden Fatin Dilâver bey de kendisine edebî bir müsamerede bulunmak fırsatını veren u şziyafeti kaçırmamı idi. ş i te imdi hepsi orada idiler. Ahmed Cemil'in senelerden beri intizar etti i i tiharın i te ilk ş şğ şşsahnesi urada gözlerinin önüne serilmi duruyordu. şş Ak amdan beri etrafında cereyan eden muhaverelere nadir kelimelerle i tirak ediyordu. şşSinirlerini gev eten, biraz rengini sarartan kalbinin ufak helecanıyle, bir mümeyyiz heyetinin şkar ısına çıkma a müheyya bir çccuk üzüntüsüyle, ba lamak zamanına terakkub ediyordu. şğşEdebiyattan zihnini en ziyade me gul eden eylerden biri de in ad tarzı ve kıraat idi. Garp şşşedebiyatıyle i tigalinde buna dair birçok mütalâalara ve intikadlara tesadüf etmi , bunlar zihninde şştamamen yeni, mensup oldu u adebiyat âleminde meçhul fikirler uyandırmı tı. Edebiyatta in ad ğşşve takririn, irad ve kıraatin ba ka ba ka eyler oldu unu, bazı eserlerin gözle de il kulakla şşşğğanla ılmak için daha ziyade münasebeti bulundu unu ö renmi ; sanatı in ad ve irada çalı mak şğğşşşiçin birçok zaman sarfetmi ti. Bir vakitler Corneille'in, Racine'in hâilelerini tecrübe şzemini ittihaz ederek, bunları ba tan ba a cehren, her kelimenin kuvvetini, tetkik ederek şşokumu tu. «Ah! bir kere Mounet Sully'yi, Sarah Bernhart'ı i itsem, bunları daha ziyade şşanlayaca ım» derdi. Daha sonra bu merakı bütün okuduklarına tamim ederek ceh- ğ 150 MA VE S YAH ĐĐ ren in adı bir âdet hükmüne getirmi , mini mini odasında bütün sevdi i airlerin ruhunu tehziz şşğ şetmi ti. Bu i tigali arasında neler ke fetti: Evvelâ güzel bir eserin fena okuyan bir adam. lisanında şşşen fena bir eser olaca ını anladı. Bir kere edebiyat hocasından ders esnasında Tezer'in bir ğparçasını dinlemi ti. Muallim bu parçayı bütün ruhiyle okumu tu. O vakit Ahmed Cemil sedirin şşüzerinde kendisini kaybetmi , teessüründen o iirin musikisine mebhut kalarak güya uyumu tu. şşşSonra kendisi tecrübe edince, o i itti i parçayı okumak için çalı ınca, bir saat evvel bütün şğşvarlı ını sarsan parçayı bir küme bo lâf gibi tesirden hâli bulmu tu. O vakitten beri kelimelerin ğşşsedasına dikkat ederek okumak, sesini onların hükmüne ve kuvvetine tatbik edebilmek için u ra mı tı. rat san'atmda en ziyade, gü-^ lünç, sahte, müfrit olmaktan korkardı. Bir de Raci'yi ğ şşĐ«Hilâl-i Seher» manzumesini okurken dinlemi ti. Raci ba ıyle, kollarıy-le, bütün o kaba şşvücudiyle bu nazik ve rakik iirin veznini uzatarak, kelimelerin üzerine basarak, kafiyeleri şçatlatarak; bütün hazık ruhunu incitmi , kırmı , parçalamı tı. Ahmed Cemil elleriyle, kollarıyle şşşşiir okuyanları, ba ını e ilterek, elini yana ına dayayarak, suratını ek iterek hicazkâr perdelerinde şğğşgazel söyleyenler kadar gülünç bulurdu. Raci «Nedir o sürh u se-fid? ah! ba lıyor mu nehar?» şmısraını okurken yumruklarını sıkıyor, birisine hücum etmek istiyormu çasma gözlerini şaçıyordu. Ahmed Cemil bir hayret nidası gibi dü mesi lâzım gelen «Nedir o sürh u sefid» - den şsonra «Ah! ba lıyor mu nehar?» sualinin ifade etti i bütün keselânı, füturu, o gece zevaline kar ı şğştazammun etti i ye'si hüsranı ifade etmek için sesde bir sükût, meftur ve mütehassis bir karar ğ

isterdi; son-fa ufak bir duraklama, güya küçük bir tefekkür vakfesi... Onu müteakip bir ümit inciîâsı, bir tesliyet hatimesi; «Yarın sabaha demek sohbet ey hilâl-i seher...» Sedanın bir iir musikarı oldu una kanaat kesbetti i için eserini yazdıkça daima açık sesle okur, şğğonun ahengini dinlerdi. Ah! Bu ak am u heyetin kar ısında onu her vakit okudu u gibi okuyabilse!... şşşğ Artık yemek bitmi , Raci büsbütün serbest kalan çenesini lhami efendiye methiyeler dökme e şĐğhasretmi idi ki Hüseyin Nazmi: — Arkada ımın eserini tanıtacak bir iki söz şş söylemek için misafirlerimin müsaadesini talep ederim; dedi. Fatin Dilâver bey müsamerenin asıl fatihasını te kü eden bu söz üzerine çırpındı. Elindeki bıça ıyle barda ına vurdu. «Sükût!... şğğsükûta davet ederim.» diyordu. Kar ısında Hasan Lâtif bey bir saatten beri devam eden sükûtunu ştakibe evvelkinden ziyade karar verdi ini imâ edercesine yutkundu. Mazhar Feridun bey ğfevkalâde vukuatta kullandı ı tek gözlü ünü sanki daha iyi dinlemek için gözüne yerle tirmeye ğğşçalı tı. Hüseyin Nazmi ayakta iki ellerini sofraya dayayarak ba ladı: şş — Arkada ım için meziyet midir, nakısa mıdır, bilmem eserin ba lıca hassası yenili i, mümkün şşğolabildi i kadar görülmemi , tanıknamı edasıdır. ğşş Mazhar Feridun beyin tek gözlü ü eserin u hassasına bir tazim selâmı göndermeye mecbur ğşoluyormu gibi hürmetle gözünden fırlarken Süleyman Vahdet efendinin e ri fesinin arkasında şğsaliana püskülünde ufak bir infial titremesi farkolundu. Ahmed Cemil refikinin u hitabesine tamamiyle yabancı \"bir sâmi sıfatıyle biraz çekinerek, biraz şlakayt ve laubali durma a çalı arak dinliyordu. ğş Hüseyin Nazmi hâlâ susmak istemeyen, yava sesle Hha-mi efendiyi i gale çalı an Raci'nin şşşvaziyetinden meftur olmayarak devam etti. Evvelâ iirin garpta dört satırlık bir tarihini yaptıktan şsonra en yeni nazım tarzını biraz izah etti, «i te bu dinleyece iniz eser oradan toplanmı şğştohumların ark güne inde inki af etme çiçeklerinden müterekkip bir demettir» dedi. Bizde iir şşşşlisanının farkolunmayarak nasıl garp mahsullerinde müteessir olma a ba ladı ını lhami ğşğĐefendinin müsait bakma a çalı an gözlerinin önünde izah etti. Daha sonra büsbütün Ahmed ğşCemil'den bahsetti, onu yeni iirde münferit ve mümtaz bir ahsiyet eklinde gösterdi, eserin ufak şşşbir esas ve fikir tarihini çizdikten sonra arkada ının bu eserindeki in a vasıtalarına intikal etti. şşîn a vasıtaları tâbirine kaba bir lâtife ile ilhami efendiyi güldürmeye çalı an Raci'yi dinlemeyerek şşHüseyin Nazmi eserin vezinlerinden, kafiyelerindeiı, kelimelerinden, velhâsıl bütün maddî denebilecek cihetlerinden bahsetti; daha sonra: «bilmem, eseri anlatabildim mi? fakat eseri en iyi anlatacak olan yine kendisidir.» cümlesiyle hatime verdi. Hasan Lâtif beyin daima sükût etmek kaidesine mugayir gör- meyerek ba ladı ı alkı lar arasında Ahmed Cemil!e: « imdi nöbet senin!» mânasıyle tebessüm şğşŞetti. Fatin Dilâver bey bıça ını barda a daha iddetle vuruyor, llhami efendinin kula ına e ilerek iki ğğşğğkahkaha arasında bir mütalâa tevdi eden Raci'ye bakarak:

— Eseri, eseri dinleyelim,; diye ba ırıyordu. ğ Ahmed Cemil iskemlesini çekti, sofraya yakla tı, evvelâ aya a kalkmaya cesaret edemeyerek şğküçük bir cep defterine tebyiz etti i eseri sofranın üzerine koydu, ba lamadan evvel heyetin ğşreyini istifsar ediyormu gibi baktı, Hüseyin Nazini gözleriyle: «haydi!» diyordu, Ahmed Cemil şbiraz müteessir, titreyen sesiyle ba ladı. Henüz ilk beytilerde bo azı kuruyor, sesi çıkmıyor, şğelindeki kitap kendisine büsbütün yabancı bir mü evve metin imi çesine her kelimede şşşş şa ırmaktan korkarak sesini idare edemiyordu. Bir aralık karsısında Mazhar Feridun bey pek taze buldu u bir fikir için «güzel! .> dedi; Ahmed Cemil biraz kuvvet buldu; yava yava gözlerinden ğşşbir sis kalkıyor, sesine bir ifade kabiliyeti geliyordu. iir evvelâ bir bahar bulutu parçasından Şserpilen tabahhura müheyya kat-recikler gibi yava yava , a ır a ır, müste ni bir nüzul ile şş ğğğdökülüyor; güya u heyetin dima larına muattar, muanber bir serinlikle, ok ayıcı buselerle temas şğşediyordu. Ahmed Cemil eserinin ba ında bir bahar sabahı levhası tasvir etmi , sonra iki mısrala o şşparlak levhayı 'hülya arkasından ko an gençli e tatbik edivermi idi. imdi hayatın cidal silsilesi şğşŞba lıyordu, Fatin Dilâver bey tonbul vücuduyle daha zyade sokuldu, haz-zmdan, Ahmed Cemil'e şsarılacak zannolunurdu. Ahmed Cemil aya a kalktı, imdi nazmın vezni muhtelif esaslardan, el-ğşhandan geçtikçe de i iyor; Ahmed Cemil artık sesini arzusuna göre idareye ba lıyordu. lk önce ğ şşĐdinleyenler bu vezin tebeddülünü farketmiyor gibiydiler, sonra bir aralık lhami efendi e ilerek, Đğka larım çatarak kulak kabarttı: Süleyman Vahdet efendiye dikkati davet eden bir i aretle baktı, şşsükût arasında bu küçük hareket herkes için dikkat hükmüne geçti. ptidalarında bu ahenk Đde i mesinden a ırtan bir tesir hâsıl oluyor gibiydi, fakat Ahmed Cemil'in sesi bazan bulutlarda ğ şş şserinlik ariyan ahinler gibi yükselerek, bazan yüzercesine hafif hafif dalgalanarak, ara sıra şçimenlerin üzerinden akan gece nefesleri gibi fe afi le geçerek, kâh bir ıstırap ehiki ile bo- şşş S1ÎAH . „ ^ x X A ti 153\", gazda tıkanarak, kâh matem ya ları eklinde sürüklenerek,, nagihan bir ümid handesiyle şşne veli, arasıra bir dereci in ırıl-tısiyle rüyalı, vezinlerin tenevvürlerinden, kafiyelerin bir musiki şğşparçalarında yer yer tekerrür eden birer münferit savt gibi mütekâmil terennümünden geçip gittikçe bu eserden sekir veren bir iir havası tabahhur ederek küçük bir bulut eklinde şşdinliyenleri sardıktan sonra yüksek bir mmtakaya yükseliyordu. Bir zaman geldi ki hepsi bir bahar gecesinin çiçek ko-kularıyle dolu nefesi altında rüyaya benzeyen bir âleme dalmı şgibiydiler. Sakit, mebhut, kaldılar. Aihmed Cemil imdi kimseyi görmüyor, elinde parmaklarının şhafif bir hareket ile çevirdi i defterine nadir bir bakı la hâtırasına yardım ederek uzun kumral ğşsaçları lâmbalardan dökülen ziyalarla tutu arak, siması vakit vakit bir teessür sisiyle örtülerek şyahut bir ne ve ile incilâ ederek devam ediyordu. imdi eserin sonuna geliyordu; hayat şŞcidaîleriyle dolu bir gün tasvirinden sonra afaka bulutlar ya ıyor, fezanın derinliklerinden ğrüzgârlar kaldırıyordu. Artık neticeyi istidlale ba layan Mazhar Feridun ile Fa^ tin Dilâver aya a kalktılar, bir şğmüddetten beri kendisini kaybeden Raci gayretini toplayarak llhami Efendiye bir ey söylemek Đşarzusiyle ba ını çevirdi, Süleyman Vahdet efendi Hüseyin Nazmi'ye e ildi, yava ça: «Bilmem şğşhatırınıza geliyor mu? eyh Galip merhumun Hüsn-ü a kında...» diye bir ey ba ladı; fakat ŞşşşHüseyin Nazmi'nin dinleme e -vakti yoktu; arkada ının, bu muzafferiyetine, eserinin u saniha ğşş

uluvviyetine kar ı kendisini zaptedemiyor; rikkatinden, sevincinden a lamak isteyerek ona şğsarılmak için bitirmesine tekarrüp ediyordu. Ahmed Cemil imdi siyah gecesinin levhasını tasvir şederek semaları im ekleri tutu turmakta, bulutlan yıldırımlarla parçalamakta iken... Nagihan şşşgözü bir noktaya teveccüh etti: tâ ötede odanın kapısına... güya kapının bir kanadı yava ça, şbellisiz, titriyor, sallanıyor, küçük bir fasıla bırakarak açılıyordu. Bu fasılanın arasından gözleri beyaz bir gölge farkeder gibi oldu. O vakit bütün vücudu titredi: Lâmia.'... demek Lâ-mia deminden beri orada iirinin u zaferi kar ısında idi. imdiye kadar onu dü ünmemi , orada şşşŞşşbulunabilece ine ihtimal vermeyerek fikrini yalnız eserine hasretmi idi. ğş Oraya daha ziyade bakamadı, imdiye kadar kendisini ş dinleyenlerin üzerinde hâsıl etti i tesiri ufak bir in ad saka-tiyle izale etmekten korktu. Gözlerini ğşçevirdi, artık eserin sonuna ancak bir sahif e kalmı idi, imdi sesi karar perdesini arı-yarak pest şşsadalarla dola ıyordu. Nihayet bütün bahar sabahının a aası, o günlerin ve gecelerin didini leri, şş şşçırpını ları bir enin ile zulmetlere büründü. ş imdi Hüseyin Nazmi, Fatin Dilâver, Mazhar Feridun, Hasan Lâtif, Ahmed Cemil'in etrafını Şalmı lar; ellerini sıkıyorlar, yanına sokuluyorlar, sofranın üzerinde kalan defterini karı tırıyorlar, şşbayrama sevinen çocuklar gisi gürültü ediyorlardı. ^^Y-»_> Nef'i-i devran imdi — demin Hüseyin Nazmi'ye ba ladı ı — cümleyi bitirmek için yakla mı , şşğşşRacı'nin yava ça: «bu yolda eyleri anlamak için galiba frenkçe bilmek lâzım imi !» mütalâasıyle şşşba layan nutkunun arasına karı mı idi. şşş lhami efendi tebriklere i tirak etmeyi zarafete mugayir addederek Ahmed Cemil'e deminden Đşberi zihninde tasarladı ı bir beyti sarfetmek için ikisinin arasından kurtulmaya çalı ıyordu ğş Ahmed Cemil gülerek medihlere kar ı nefsini silme e çalı ıyor, fırsat bulabildikçe kapıya şğşbakıyordu. Otururken kapı -evvelkinden daha ziyade açılıyor gibi olmu , sanki o da tebriklere şi tirak etmi ti. imdi kapıda hiçbir hareket yoktu. Ahmed Cemil o beyaz gölgeyi bir daha şşŞgörmedi. Fakat artık kulaklarını dolduran medhiyelerden ziyade kalbinde o beyaz gölgenin biraz evvel u kapının arkasında mevcudiyetinden gelen cavidanî bir haz vardı. ş Hüseyin Nazmi bir müddet arkada ının dehasından ta an iir ate inin buharı gibi yemek odasının şşşşhavasında dalgalanan mubahase parçalarını serbest bıraktı, sonra «Arzu ederseniz bahçeye çıkalım.» dedi. imdi Mazihar Feridun bey lhami efendiye Ahmed Cemil'in eserinden bahsediyor, Hasan Lâtif ŞĐbey saatlerden beri devam eden mütefekkir sükûtunun zübbesi olmak üzere Hüseyin Nazmi'ye uzun uzun fasılalarla: «Yaman eser!... Yaman eser!...» nakaratını dinletiyor, Süleyman Vahdet efendi de bir takrip Fatin Dilâver beye, henüz bir çocu a benzeyen bu tombul güzel gence ğsokularak o aralık bilinemez nasıl bir ' münasebetle hatırına gelen bir farsça beyti tefsirle anlatmaya M A V E S Y A H 155 ĐĐ

çalı ıyor, bir ey anlamaksızın dinleyen muhatabından ara sıra alevli nazarlarla cevaba intizar şşediyordu. Yemek odasından çıkmaya ba ladılar. Raci, Ahmed Cemil'le en sona kaldı, yalnız kaldıklarını şgörünce tekarrüp etti; tutuklukla, biraz nefsine cebr ile deminden beri sarfına lüzum görmedi i ğbir takdir kelimesini fedaya karar verdi: — Eseriniz umumiyet üzere fena de il, dedi, sonra bu esas üzerine muhaverenin uzamasından ğkaçınarak bahsi de i tirdi: ğ ş — Eni teniz bu aydan sonra bana aylık vermeyecekmi ; acaba sebebini anlayabilir miyim? dedi. şş Ahmed Cemil eni tesinin Raci'yi süpürülecek ha erat arasında saydı ını pek iyi tahattur şşğediyordu. Fakat o kararın henüz tatbik mevkiine konuldu una vâkıf de ildi. Ra-cinin ğğsorusundan «Eni tene beni ko durtuyor imi sin.» mânasını duyar gibi oldu. Müstahak olmadı ı şğşğbu serzeni e velev haksız ve bellisiz bir ekilde mâruz olmaktan kızardı: — Öyle bir eyden şşşkat'iyyen haberim yok! dedi. Raci kendisine kin ve gayz ile dolu bir nazarla bakıyordu, acı bir tebessümle: «Ben seni bilirim!» dernek istiyordu. Ahmed Cemil bu mânayı pek iyi anladı. Bu adam hakkında merhametten ba ka bir ey şşhissetmemi iken onun bu derece adavetine hedef olu undan azîm bir yeis duydu. Hemen u anda şşşonun ellerini tutmak, olanca ciddiyetiyle: «Yanılıyorsun, seni kovmak istiyorlar da, ben seni muhafaza ediyorum. Bana ne için öyle husumetle bakıyorsun? Seni kendime dü man etmek için şne yaptım? diyecekti; fakat Raci durmadı. imdi Ahmed Cemil odada büsbütün yalnız kalmı tı, bu ak am bahtiyarlı ına Raci bir katre Şşşğzehir akıtmı tı. Kendi kendisine: «Bu adam bana adavet etmek için nasıl sebepler buluyor, şacaba?... Benim için kin ta ıma a mutlaka ihtiyaç mı hissediyor?...» dedi. /^Sflt»^ şğ Alman karısının azimetinîi™Oonra Raci büsbütün dü mü tü. Saib'in rivayetine nazaran şşma ukasının hâtırasını unutma a her hafta yini bir ma uka tedarikiyle çare bulma a çalı ırmı . şğşğşşHattâ yine Saib'in alay ederek ilâve etti i bir mütalâa olmak üzere Raci'nin artık ci erlerini yırtan ğğöksürü ü bu ma ukalardan hiç birinin yanında ra bet bulmasına imkân bırakmıyormu . ğşğş isi»; -iSBq ua>fc5 §B} Jiq apuı5>ı o 'uiuuepfBi[i3â ubuea* 9[§a}B o ipttrig fnpnXn rjappmu Jiq fifiaq 'npjOA\"i[Bp îfipjJB Jig • -iSbp iqr.§ SnwxoAud apuiSi uiui§Bq toBunp' joa'tuba' jjg snrain;n^ BA*Burranuj Jiq §rq}Tua rpxxir§ n j i§jbj[ BxjB -unug uruBpo ] •npjof^

bA ipjrJS ua5i bduıi[ıo jfi apui§iuqB§ Jin5n>[ jizbu avt 3{bjb{i3 imsapBBsnra uiuu- v 9£)9§ nH § paraqy r ip # * * sup Jiq jjrjaq mraa[a;u (3{BUD[is rurzBjfoq tJ{ tppS UBUtBZ Jig ' -rs boub[o uiuBSUt p[ uba i§iJ{Bq arq Bauos [ aIaH 'j[o aanszBS ub^buıbıısbıub i ip9[Aps ur5i f iznp Jiq BUBq 'ratpiBung ¦unıâturaurça ŞjnpBEfa; ubd anp-Bq nq 5;q 'npaoAp 'raipuaja ubutv -issaqa^nur iuistpu9J[ bıjıab; aiq ui&Bp Xaq jsabjiq u ui5i ubjo §vmuA a^rrazBjM -auiBJ[ a^ipuaja t uos uniisBqiJB^ ipj {A uiAains joXipa 3{bj:ı^§ı 9[^i -njfns Jii[3{aj9^ntu daq ^aq ji^Bq ubsbjj aA*asBqBqnui jrq n[n -irixnS §iuiBi§Bq Bpuis-BjrB unpua^j JBqzBjc ajt pBy ipuii ğ •\"i^iirö aXaaqsq 'ipjapuoS isasnq siaA* aiq BursBpo ^aiua^ uapziiqep aaAAaunui ıjbA o a[^u9S 9[i UBJSnjj -npjoXiiiBq aiAuBZBU ı a§tut§ ^auuio Jiq B^înzjB ubjo ¦epXad apujqiBJi ŞiaAAa 9Aubs aiq o ipun§ 'tpiaS psaif arq utjzb ppaq a[;ajBsao o apuiSi ub aia 'rpjBJfiS UBpunranj-B[a; uiUB^nj aiq imsipuajf i^ubs sas aiq U9[a5 uapaSqBq ' po qaraa^ [traao paurqv \"'isaituBq lajBsao ^nS 7P ifaucfpp 'ifaaaXua i^aAAauBia bou^o airanjp jrq ısı [p9[^ps 3{ajapaqAB3{ iurs^ua }t ugquapaapuas un^nq 'jfaraap «•••raiXaip BpumB u uiziuuBi§i2{Bq 'BpsjnS 'ui^BJig \"¦iiar ipauup^assrqi azrs q JfBqBq Jiq §ıuuxS tıapzıuajaouad 'jBA\"Bq aiq aiuqa jnp BziiiBA'ru &a§ Jiq 'nzntmfnpio §9 Jiq juriBp •BpiuB^piq bui

-nq,TU dxjas uç5i -Hip -ip uiuu9[zip unuo -sjnX 'joXiji RV 'ÎP3^SÎ Đ -ui5i -8§ ^g ııva. n ap 'znunsjoXinq lucifipzBA m5r utzıuıjbıîıbAb uızts nuo ;num§npun§np vzis aaq Ştmuo 'ut5: ^¦bukb^ Tjasa S UIUI9p O iraTUOAlA9S JBpBil 9U tuisdsaq '^.9Aa -np ııbo apmq Aa§ Jiq uaptq.2 iuiit§B ipuii§ unuo 'iîSiu^iS bAbjo 'i^djas ıiıubs 9uiqiiB3t BpB^BUB^ jaAA9imui nzjB nq ap Jtq 'npAnp nzje Jiq JiaoaAatua^ıpa ^auiQA\"Bîinui 'pip ^ pq 9ounun§np § 'nunpnoriA BpBJO ımuo \"ipi §ıuı5biı bAbjo tu^a boı^ı \"BuisBpo ^aragA ub^bî[ §oq o ıi[ npjoÂipauirez qAq -npjoAij^i^ U9izip in iprats 1111193 pauiqy '1W93IJ'BJ iın i^SaS diutiîs -9UIUTIS uguiaq irepımiBÂ\" uıuaSioS ZBXaq ap Ş'BqfB^qB^ Jiq -qnui 3a ilBjn TRBA o iipjiA95 luiJapzpg jjgja^araapa^d'Bz iuts -ipuaq 'n^î^î ismiSiq Sbuıııiı Jiq i&Bja^mii uapuuaA Jiq BuisidB3{ aSqBq utzixqap ua^jaSaf) \"ipi zijqap jiq JBp § jiAua^ aSjijBtf an iipuBJ{ Jiq ubSbs ba'iz jiq ^nuop nzndJB.31 njznq iSBjng -p^a qnoo9Aa^ BAid'Biı ub^ı5> a -azn îiaui^g JiBqi^i buijb^ibpbiIjb 'ı^jııS UBputsBpo ¦i^9jjb ai^pajjBS un^tiq uiut§ajn^ nuo 'np -jb5 aqapS issiq ^auiBqjaui 'npjns -b^ı^bp Jtq ijboub nq •n^snuiAip Aa§ Jiq jazuaq auiii Bpui^^Bq unuo -iq ziuiba\" raisipuaî[ dipa^ja^ lutsBpo ^9uiaA iob^j goaS ng Jiq p nunrannq snAaui Jiq uapa JBqi^ui '^ajaSi Jiqsz I5{tIBS '§BAByÇ 'BAB^ BJUOS UBpB^Bq Jiq lOB Đ •ipjapa ^ raiSipap «•\"ranjoAn.jgS Buaj butuib uiarang» :uiutpuaja paurqy bjuos \"ipjap «i jba ıubuı 9U

auisaui^g sisg^ uapiu -q/L bjuos UBpunq lut^-BABq SBAipzi ^ns9iu ugjns un§ Saquo -ub aputiunjuiQ 'ji^iiaoapa jb i§iui5aS un^nq uipBJi 'BsuBdBJf auijajzip uıuisubjı as^iS ipun znuaq iubutbz ^apAB Buq-eABq, snuiBu ui5i uiBpB n§» :au ğ -isipuai{ TP«9il 'JKi-injnq iqtBi[ aö^^iıSı ^raiaiA'B ^ pauiqy «Jiuiuia 'bs nm üzerine bir ey dökülüyor, bir siyah tufan bo anıyordu.. Sonra bu dalganın içinden bir çehre şşbelirdi. Bir a k cinnetiyle tutu mu bir a ız uzanıyor, dukdaklarını arıyor, uzun ve yakan bir buse şşşğile dudaklarını çekiyor, massediyordu. Silkinerek uyandı... Henüz sabah olmu , güne henüz pancurlarm arasından sızarak tatlı bir rüya ile gülümseyen şşHüseyin Nazminin yata ı kenarında tebessüme ba lamı tı. ğşş Ahmed Cemil güya o yakıcı sevda busesiyle ci erlerini tutu turan bir arap içmi gibi yüre i ğşşşğyanarak kalktı: arkada larını uyandırmaktan ihtiraz ile yava yava basarak gürültü etmeyerek şşşyıkandı; giyindi... Ceketini giyiyordu, dü ünmeden elini yan cebine götürdü, «Defterim?... şDefterim nerede?...» dedi. Hüseyin Nazmi uyanmı , arkada ının, oda içinde muhte-riz bir yürüyü le gezini ini gülerek şşşşyata ından mahmur gözleriyle seyrediyordu, telâ ını farketti: ğş — Ne oluyorsun, Cemil? dedi. — Defterimi acaba sofranın üzerinde mi bıraktım? Sizin u ak edebiyat meraklısı ise... ş Fatin Dilâver bey tombalak vücuduyle yata ından atladı, « yi uyumu uz!» dedi. ğĐş Ahmed Cemil her eyden evvel defterinin bulunmasını istiyordu, Hüseyin Nazmi'ye kalkmak, şyemek odasına kadar inmek lâzım geldi. — i te defterin! bereket versin ki u ak meraklı de il, şşğ dedi. Ahmed Cemil gitmek için acele ediyordu. Fatm Dılaver beyi f rine i tirak ettirdi, arkada larını Đşşsabah uykusundan Sikleri kadar istifadede serbest bırakarak Huseym Nazminin elini sıktılar, çıktılar...

14 Sabiha hanım, hem bahtiyar, gülüyor hem, sedire basr-nı dayayarak elleriyle midesine basan ikbali gösterip henüz MAÎ VE S YAH 15S> Đ bir ey anlamayan Atfımed Cemil'e: «Rahatsız kızca ız, bütün gün kıvrandı.» diyordu. şğ Ahmed Cemil anladı, fakat garip bir his bu vak'adan memnuniyete bedel bir üzüntü uyandırdı. Eni tesi hakkında duyup susturma a muvaffak olamadı ı nefretin bu dakikada hiddet sesi her şğğzamankinden daha vazıh, daha kavi i itildi. O adamın kanının imdi karde imin damarlarında şşşcereyana ba ladı ına delâlet eden bu hâdise güya nazarında onu telvis eden vir vak'a hükmüne şğgeçti. Zavallı ana! O bu histen kimbilir ne kadar uzaktı! Büyük anne olmak lezzetine kar ı bütün vekarı şçocukta bir meserrete inkılâp etmi ti; imdi o luna bakıyor, onun da u küçük aile bayramına şşğşi tirakini arzu ediyordu. ş Ahmed Cemil o ne ata acı bir tesir ilâve etmekten içtinap etti. ş . ikbal imdi ba ını kaldırmı , gülerek Ahmed Cemil'e bakıyordu. Ahmed Cemil kalben şşş«Çocuk!... bahtiyar de il, bundan eminim, Ihiç olmazsa mes'ut bir zevce olmadı ını bir anne ğğ/• olmak saadetiyîe unutacak!» diyordu. Ahmed Cemil bugün matbaadan erken kaçmı , bir an evvel odasında yalnız kalarak biraz kalbini şdinlemek 13in tehalük göstermi ti. Odasına çıkınca cebinden defterini çıkardı, yazıhanesinin şüzerine koydu. Dün ak amki muvaffakiyetinden sonra onu bir daha karı tırmak istiyordu. şşOdasında âdeti; ceketini, yele ini, yakalı ını çıkararak, fesini atarak küçük bahçeye nazır mini ğğmini penceresinin yanında oturmak, yarısı görünen bir minareyi, kom u evlerin şkiremitlerini, biraz ötede iki yüksek duvar arasındaki kesik bir levha eklinde duran semayı şseyretmek idi. Bu ak am oraya oturup da eline defterini alınca bir müddet onu açamadı, kalbi beyaz gölgenin şhayaliyle dolu idi. imdi onu dü ünmek istiyordu, gözlerini kapadı, o sabahki rüya-' yi hayalinde Şşbir daha ya amak istedi, yüzünü örten o siyah dalgayı, o müphem simayı bir daha gördü, şci erlerini yakan bir busenin cangüzarın ne eleri dudaklarında bir daha titredi. \"O benim ğşolmayacak olursa ölürüm\" diyordu... imdi u iir defterini her vakitten ziyade seviyor, onu Lâ-otfa'nm dinlemi olması kıymetini bir Şş şşkat daha artırıyordu. Zaten daima hâtırasında bir arada olan Eseriyle Lâmia artık T.ÜU MAI Vtü Bl I AB

daha samimî, daha kavi bir münasebetle yekdi erine ba lanmı gibiydi. Gözlerinin ucuyle ğğşsahifeleri süzerek yaprakları çevirme e ba ladı. Kendi kendisine: \"Acaba urasını okurken orada ğşşmı idi?\" diyordu. Çevirdi, çevirdi, artık son sahifeye gelmi ti, defteri büsbütün kapıyordu, birden şgözlerine bir yabancı, yazı ili ti. Tâ son sahifenin altına bir çocuk yazısı gibi henüz takarrür şetmemi , henüz tam bir ekil almamı bir yazı... Yalnız u kadar: «Tebrik ederim». Daha sonra şşşşbe sıfır. imdi anlıyordu, demek o bahçe kapısının yanında gidip onun ayaklarına atılmak şŞisterken o, yemek odasında sofranın üzerinde kalan bu defterci e ko mu , görülmekten korkarak ğşştitriye titriye u iki kelimeyi oraya yazıvermi ti. Demek o sırada her türlü tehlikeyi göze alarak şşgidip ona; «Seni seviyorum. Müsaade eder misin? Seni sevebilir miyim?» deseydi, ondan: « te Đşbakın, ben de sizi dü ünüyorum» cevabını alacaktı. Bu iki kelime Ahmed Cemil'e Lâmia'nm şbütün hissiyatının erhi kadar tafsilât ile zengin, a k zemzemesiyle müte-rennim geldi. O da şşkendisini seviyor... Bundan emindi; i te yalnız u iki kelime, Lâmia'nın tâ çocukluktan beri katre şşkatre birikerek, tazyike lüzum görülmeyerek bir aralık ta ıveren sevdasının iki açık ni anesi şşde il miydi? Gözlerini o çocuk yazısından ayıramıyor, onların arasında Lâmia'yı görme e ğğçalı ıyordu. Zihnen o dehlizdeki tesadüfüten sonra beyaz gölgeyi takip ediyor, yemek odasına şgötürüyordu. Beyaz gölge bir tehlikeden kaçıyormu çasma kapıyı kapayarak oraya iltica şediyor, sonra o defter gözüne ili iyor. Beyaz gölgenin küçücük bir kalbi var ki bu defteri şgörünce çırpmıyor. O defter, demin onun okudu u defter... O vakit defter ufak bir helecan ile ğalmıyor; yava yava ötesine berisine göz gezdirilerek süzülüyor, birdenbire bir arzu duyuluyor. şşDemin herkes onu tebrik etmemi miydi? O da tebrik edecek. Ne için etmesin? Ne için ondan iki şsözü esirgesin?... Ah! Bir kur un kalemi olsa! Etrafa göz gezdiriyor; pencerelerden, aynadan, şlambadan bütün bu e yadan istimdad ediyor: «Ah: bir kur un kalemi, bana bir dakika için ödünç şşverecek bir kur un kaleminiz yok mu?» deniyor, sonra... Ahmed Cemil'in hayal kuvveti burada ştevakkuf ediyordu; o kur un kaleminin nereden geldi ini tayin edemiyor, orasını sıfırlarla şğgeçiyordu... Ah! Bu sıfırlar, u iki kelimenin altındaki sıfırları gördükten sonra onlarda ş MA VES YAH 161 ĐĐ azîm bir mâna serveti buluyordu. Bu sıfırlar, bunlar Lâmia nın demek olacak?... imdi, Şgözleriyle o yazıları o sıfırları, bütün ifade ettikleri mânalarla öpüyor, ok uyordu... ş Hafifçe gözleri süzülerek, tâ ötede gayrı mahsus bir rüzgârla yosunlu kiremetilerin, eski pervazları sallanan çatıların, perdeleri arkasında titrek ziyalar belirme e ba layan kom u ğşşpencerelerinin üzerine döküle döküle tekasüf eden zulmet dalgası arasında titriyor, canlanıyor, gülüyor gibi gördü ü bu yazılara imtisas ederek, ak amın ratıp nefesinden tere uh eden bir ğşşşmelal keselânı içinde kaybolarak dalmı idi ki birden odanın dı arısında bir ey sofayı sarstı. şşşAhmed Cemil bu uyu uklu un içinden güya bir rüyadan uyanırcasma yerinden fırladı, odasının şğkapısını açtı. O vakit gördü ü eyi pek iyi anlayamadı, eni tesini öteki odaya telâ la giriyor ğ şşşgördü. imdi merdiven ba ında yalnız Seher vardı; sofanın yarı zulmeti arasında kızın gözlerinde Şşbir ate , çehresinde bir dargınlık görüyorum zannetti. ş — Ne oldu Seher?... dedi. Kız bir ey söylemek istiyormu gibi yutkundu, sonra cesaret edemedi, şşmerdivenden a a ı indi. ş ğ Ne oluyor, yine ne oluyor? Ahmed Cemil güya bu küçük evin havasında uçu an bir musibet şkokusunu hissediyordu. Ik-bal'in her vakit örtülü çehresi, evin içinde silinme e müheyya bir ğheyula eklinde dola an hazin heyeti; daima a lamak fakat bir ey söylememek için azmetmi gibi şşğşş

donuk, elîm, fakat hakikati nissettirmemekte musir duran gözleri; sonra bu hüznü etrafında o muammanın yegâne vâkıfı imi çesine âdeta hayvani bir merbutiyetle dargın çehresi, kızgın şgözleriyle dola an Seher... bunu pek iyi farkediyordu. Bir müddetten beri — iki kelimeyi şyekdi erine raptedecek kadar tefekkür iktidarına malik olmayan — bu kaba köylü kızında ikbal ğiçin cinnete benzer bir meclûbiyet, derin bir merhamet ke fediyordu. Denebilirdi ki evin içinde şyalnız bu ahmak kız bir hayvanı cezm ile kbal'in sırrını anlatmakta herkese tekaddüm etmi ti. Đş,Seher'in \"Küçük hanım\" deyi leri vardı ki a lama a benzerdi, kbal'e öyle bakı ları vardı ki: şğğĐş\"Senin bedbahtlı ını yalnız ben biliyorum, sana yalnız ben acıyorum.\" demek isterdi. Daima ğonun etrafında dola mak için sebepler bulur, mut- ş Mai ve Siyah — F. 11 baktan çıkınca vakitini küçük hanımın ete i dibinde çorap örme e hasrederdi. Lâkin u küçük ğğşvak'a, u demin odasının dı arısından sofayı sarsan ey... Kimbilir eni tesinin geçerken bir yere şşşşçarpmı olması yahut ener'in inerken dü mesi, velhasıl bir hiç ne için fikrini birden kbal'e şŞşĐsevketmi , jıe için kalbinde \"bu hiçin hem irene büyük bir taallûku var.\" diyen bir ses şşuyandırmı tı? ş Ahmed Cemil birden, aklından bir im ek gibi geçen bir fikir için: — Ah... dedi, sonra o fikirden şşo kadar ürktü ki mahiyetini bulmamak, künhünü anlamamak için nefsine cebretti. Fakat imdi o şfikir silinmiyor, bir nafiz zehir gibi silindikçe daha derinlere giriyor; sokulacak, yakacak mesamat arıyordu. kbal'in bütün hissiyat sırrını bir sözle icmal etti: \"Sevilmedi i ilcin bedbaht\" dedi. ĐğDaha sonra bir mühlik marazı vaktinde farketmiyen bir tabib gibi bu 'hakikati ke ifte bu derece şgeç kaldı ı için kendisine bir müttehim, nazariyle baktı. \" kbal sevilmiyor, bundan imdi eminim, ğĐşkarde im gözümün önünde her dakika bir ölüm geçiriyor, her dakika ci erlerinden zehir akıyor... şğAh! O bir dakika evvel a lamı gibi nemli, bir istimdad nazariyle bakan gözler, imdi onları ğşşanlıyorum. Halbuki ben bunu ke fedebilmek için bir sene kaybettim.\" diyordu. O vakte kadar şyalnız kendisini dü ünmü ; matbaasını, eserini... — ilâveye cesaret edemiyordu, fakat hakikat şşöyle de il mi? — Lâmia'yı dü ünmü tü. Karde ini, gözünün önünde canlı fakat sakit bir facia ğşşşgibi \"Anlamıyorsunuz, yazık!...\" serzeni iyle duran o biçareyi anlamamı , anlamak için bir ey şşşyapmamı tı. imdi kendisini affetmiyor. Bir ihata neticesiyle bir musibet ika edenlere mahsus bir şŞvicdan azabıyle duramıyordu... Kapısını sürmeledi, küçücük odasında geziyor; bazan ka-ranlıkjyj, yazıhanesinin ba ında şdurarak, bazan küçük penceresinden gecenin esrarla dolu karanlı ım istintak ederek dü ünüyor, ğşşimdi bir hiçten istidlal etti i bu neticeyi izah edecek geçmi vak'aları ve emareleri tahattura ğşçalı ıyordu. ş Bazan birden, hiç intizar olunmayan bir zamanda zihine çarpıvemi hakikatler vardır ki şsenelerden beri katre katre muhtelif zamanlarda döküle döküle birikmi emarelerin; küçük küçük, şba lı ba larına mânâsız ni anelerin birdenbire do- üveren neticesidir. Bir hiç, fikirden geçen bir şşşğrüzgâr, mâ- MA VES YAH 163 ĐĐ nasız emareleri, ni aneleri açıverir; bunlar, aralarından mani cidarlar kalkıvermi zerreler gibi şşyekdi erine iltihak eder, birbirini bulur, onlardan bir küme te ekkül eder ki inkârı mümkün ğş

olmayan bir hakikat hükmünü alır... imdi Ahmed Cemil'in zihninde o deliller toplanıyor, Şbirbirine sokularak güya birer â inâ selâmıyle bulu uyorlardı, ikbal'in bir sabah herkesten evvel şşa a ıki odada bulunmu olması, bir gün Seher'in Vehbi beye emsiyesini vermekten ş ğşşimtina ederek: \"Oradan alıversin.\" diye mırıldanmı olması, yüzlerce, binlerce hatırına gelen bu şvak'alar, tahaddüsleri zamanlarında mânâsız zan-nolunan bu küçük eyler bütün îkbal'le Seher şarasında inkısam eden bu hâtıralar imdi birikiyor, birikiyor, fikrinde sarsılmaz bir burhan sütunu şşeklinde yükseliyordu. Bu aralık kapısına vuruldu. Seher yeme e ça ırıyordu. Ahmed Cemil bu anda kendisinde ğğyemek için iktidar bulmadı. Fikrinin u izdihamı arasında sofraya oturmak, dü üncesine şşyabancı kalan bir musahabeye i tirak etmek; hususiyle o adamın artık imdi nefrete haklı bir şşselâhiyet buldu u o adamın kar ısında sahte bir vaziyetle oturmak için kuvveti yoktu. Yalan ğşsöyledi: \"Ben ak amüstü yedim, sofraya gelmeyece im!\" dedi. Seher cevap vermeden çekildi, şğşimdi Ahmed cemil yanındaki odada bir mırıltı i itiyordu; sonra dikkat etti, mütecessis adamlar şgibi gürültü etmekten sakınarak bir ey i itme e çalı tı. Yanındaki odanın kapısı açıldı, eni tesi şşğşşçıktı, \"ikbal odada kaldı, zannederim,\" dedi. imdi eni tesinin yava yava merdivenleri Şşşşindi ini duydu, \"ikbal yeme e inebilecek bir hailde de il, zaten midesinden muztaripti\" dedi, ğğğBirden kbal'i gidip odasında bulmak, \"Karde im, artık anlıyorum, söyle bakayım, bana hepsini Đşsöyle...\" demek için edit bir arzu duydu. kbal gelin olalıdan beri onlara tahsis olunan şĐodanın kapısına bile dokunmaktan ihtiraz etmi ti. Ayaklarının ucuna basarak çıktı, oraya şkadar gitti, hem iresini oldu u gibi görmek için, geldi ini i ittirmekten sakınıyordu. Yava ça şğğşşkapıyı itti, kapı hiçbir ses çıkarmaksızm açıldı, imdi Ahmed Cemil ilerleyemiyordu... ş ikbal'i, orada karyolanın yanındaki mindere yüzü koyun Irapanmı , uzun örgülü saçları bir şkolunun üzerinden kayarak a a ıya sarkmı gördü. A lıyor muydu?... ş ğşğ 164 MA VE S YAH ĐĐ Ahmed Cemil karde inin üphesiz saklamak istedi i u ma'hrem manzaranın üzerine varmı şşğ şşolmayı imdi zarafetten hâli buluyor, kendisinden saklanmak istenen bir eyi gidip zorla meydana şşçıkarmı olmakta bir kabalık duyuyordu. Bir saniye dalha , avdet edecekti, fakat orada vücudunu şbir ey Ik-bal'e hissettirdi. Silkinerek ba ını kaldırdı, o vakit iki karde arasında, acı, sanki feryat şşşile dolu, birinde u elim peri an hali göstermi olmaktan mahcup, ötekinde görmekten müteal-lim şşşbir nazar teati olundu. Ahmed Cemil karde inin yanına kadar gitti. imdi îkbal minderde şŞdo rulmu , kalkmaya cesaret edemeyerek duruyordu. Ahmed Cemil yere, hemen dizinin dibine, ğşkilimin üzerine oturdu; imdi tam bir teslimiyetle kendisini terkeden ellerini tuttu: « kbal, söyle şĐbakalım! ne oluyorsun?» dedi. kbal'in gözleri kapandı; kapaklarının kenarında ko u an seri Đş şrâ ecikler arasında ya lar sıcak, birer kat-re zehir ile dolu gibi a ır, iri ya lar, mütevali bir sukut şşğşile uzun kumral kirpiklerinin ucundan süzülerek, ikisinin birle mi ellerine dü üyor. Bu elleri şşşıslatıyordu. O vakit Ahmed Cemil a lamayarak, bo azında lakırdı söylemesine zahmet veren bir tıkanıklıkla, ğğĐkbal'i tesliye de il istintak etmek istedi. «Ne oluyorsun kbal?... Niçin bana söylemiyorsun. ğĐŞimdiye kadar niçin söylemedin?... Rahat de il misin, karde im, bir ıstırabın mı var?...» diyor. ğşSualler birbirini takip ederek a zından dökülüyordu. Fakat bu suallerin cevabı yalnız o elleri ğ

ıslatan, sıcak, a ır, iri göz ya larıyle bu dakikada gözlerine her vakitten ziyade sarı, zayıf, narin ğşgörünen bu vücudun tâ ruhunun derinlerinden kopma darbelerle sarsıntılardan ibaret kaldı.. Nihayet îkbal «Gidiniz, a abey, imdi gelir...» dedi. ikbal güya korkunç bir ma'hlûktan ğşbahsediyormu çasına kapıya bakıyor, « imdi gelir, imdi gelir...» diyordu. şşş Ahmed Cemil burada duramayaca ını anladı, îkbal'i yalnız bıraktı. Odasında: «Ne yapmalı?» ğdiyordu. Evet ne yapacak? Demin geç kaldı ını, zaman kaybetti ini dü ünüyordu; imdi i te ğğşşşhakikat gözya larıyle, ıstıraplarıyle önünde birden, meydana çıkmı tı. imdi ne yapacak?... şşŞ Evvelâ Ahmed Cemil'de bir hiddet feveranı hâsıl olmu tu. Ihtilâcat ile yumruklarını sıkıyor, şodasında geziyor; bir- eyler yapmak istiyordu. Karde ini bu bedbahtlıktan kurtar- şş MA VE S YAH ĐĐ 165 mak için bütün vasıtalara, bütün kuvvetlere malik imi çesine yalnız imdiye kadar lakayt kalmı şşşolmasına kızıyordu. Fakat bu ilk hiddet hamlesi geçtikten sonra bir aciz hissi demin titreyen asabını uyu turdu. imdi bir gev eklik duyuyor, bu hakikate kar ı çaresizlikten azîm bir fütur ile şŞşşşuraya oturmak, biraz evvel a kının iirini okudu u u kö ede içeride a layan karde i için hazin, şşğ şşğşsakit, gözya larını akıtmak istedi. ş Bir aralık a a ıda sokak kapısının açılıp kapandı ını duydu, daha sonra kapısının dı arısında ş ğğşannesinin sesini i itti: — Cemil; açsana... ş Valdesinin bu ziyaretinde kbal'den bahsolunaca nı derhal anladı, kapısının sürmesini çekti. Đğ — Karanlıkta mı oturuyorsun, Cemil?... Yazıhanesinin üzerinden kibrit kutusunu aldı, mumunu yaktı, ıhafif bir ziya titreyerek zulmetin içinde dalgalandı, o vakit henüz aydınlı a ğalı mamı kama ık gözleriyle annesine baktı. kisi de öyle bir müddet bakı tılar. Sabiha şşşĐşhanımın, biraz evvel büyük anne olmak süruru ile siması parlayan bir kadının, imdi çehresi şgev emi , gözlerine bir endi e gölgesi dü mü tü. Kapıyı tekrar kapadı, tekrar sürmeledi, «niçin şşşşşyeme e gelmedin?» dedi, sonra asıl dü ündü ünü söylemek için söylenmi bir sözün cevabını ğşğşbeklemeyerek, o lunda ne tesir hâsıl edece ine dikkat ediyormu çasına bakarak: ğğş — Yine gitti... dedi. Ahmed Cemil eni tesinden bahsolundu unu anladı, demek demin kapı onun için açılıp şğkapanmı tı. ş — Yine babasına mı? dedi. — Tabiî de il mi? ğ — Yok, hiç tabiî de il... bu son söz a zından istemeksizin çıktı. htiyara nüzul isabet ettikten ğğĐsonra Vehbi bey haftada bir iki geceyi babasının evinde geçiriyor; bazan ak amlan yemek ş

yedikten sonra duramayarak, bir bahane icad ederek ikbal'i yalnız bırakıp gidiyordu. Sıhhatinde hiç babasına u ramak âdeti de il iken hastalıktan sonra bu mütevali ziyaretler bittabi ğğdikkate çarptı. Bu, babasına muhabbetinden, hastalık üzerine bagteten uya-nıyormu gibi bir şmerhametten mütevellit de ildi; buna üphe edilmiyordu. ğş Bu ak am Seher vak'asından sonra hatırına gelen fikre ş benzer bir ba ka fikir daha Ahmed Cemil'in beynini bir im ekle yakarak geçti. Annesi hâlâ şşşkendisine bakıyordu. Bu dü ünceyi u sözle tefsir etti: şş — Ah, mülevves mahlûk!... Sabiha hanım diyordu ki: — Onu gördükçe ihtiyar memnun olacak yerde o kadar hiddet ediyormu ki... O halde niçin gidiyor? Bu kıza yazık de il mi? şğ Tevfik efendi Ahmed Cemil'in gözü önüne geldi. O zayıf, fersude vücudu hareketten, nutuktan muattal, bir yata a serilmi ; kar ısında gençlik tu yanı ile taze duran genç karısının yanında, ğşşğvücudunda hayattan tek eser gösteren gözleriyle onu yiyerek, bu vücuttan istifade edememek hüsranıyle ona belki kinle, husumetle, yaralı bir canavar nigâhiyle bakarak, gördü. Sonra onu bir an evvel mezarda görmek isticaliyle tet-kika gelen o lunun kar ısında hiddetinden o soluk çehre ğşkızarıyor, bir ey söylemek isteyip muvaffak olamayan dudaklar bir hiddetle titriyor, o gözlerden şate çıkıyor; sonra o taze kadın, babasının büsbütün ölmesine muntazır o ul, bu âciz hiddetin şğkar ısında gülüyorlar, alay ediyorlar, güya «yine kudurdu!...» diyorlar... Ahmed Cemil bütün şbunları 'hayalinde tertip ve icad ettikçe dudaklarına bir nefret nakaratı gibi: «Ah!... mülevves mahlûk!...» cümlesi geliyordu. Valdesinin yalnız son sözüne cevap verdi: — Evet, kbal'i ne yapaca ız! Đğ O vakit Sabiha hanım oturdu. Bir ey yapamamaktan, kızın bedbahtlı ına kar ı âciz olmaktan şğşmütevellit bir yeis ıstırabı ile ellerini kavu turdu; parmaklan birbirine giriyor, gözleri meded şbekleyerek Ahmed Cemil'e bakıyordu. Böyle bir müddet karyolanın yanındaki sandalyede, Ahmed Cemil kar ısında minderin kenarına şoturarak, mumun sarı, titrek, hafif ziyası arasında biribirlerine donuk, yarı muzlim görünen çehrelerine bakı arak, durdular, insanların bazı feveran devreleri vardır ki, küçük bir istihzar şdakika-siyle ba lar. Bu dakikada gözler biribirini istifsar ediyor gibi durur, güya «a layalım mı?» şğsualiyle bakı ır. Bu dakika uzun bir asır kadar hâtıralarla mâlidir, bu bir dakikada bütün yaralar ş— henüz taze ve kanayarak, her biri bir ba ka hâtıranın ate iyle yanarak — inki af eder. Kalbin şşşbinlerce noktalarından birer ıstırap enini ile binlerce menfez açılır; türlü kırık S YAH Đ 167

ümitler, acı yeisler, matem hayalleri, bütün hayatın o a layan hediyeleri acı — bir kabristanın ğervahı bezmi gibi — feryad-larıyle, giryeleriyle sürüne sürüne bulu urlar. Bir griv ve matem şmecmuası! Yalnız küçük bir dakika: o vakit gözler kapanır, güya u elem mah erinin üzerine şşdü mü bulutlarla mahmul bir sema... Artık a lamak zamanı gelmi tir. şşğş imdi bu anne içeride ye'sinden kıvranan kızı için urada artık nefsini zaptedemiyor, ruhunun Şşbüsbütün tutu mu ih-tiyacıyle göz ya larını salıveriyordu. Ahmed Cemil dudaklarını sıkıyor, şşşannesini görmemek için yere bakıyordu. Nihayet Sabiha hanım söyleme e ba ladı; birinci defa ğşolarak yüre ini bo altmak, bütün hissettiklerini oraya, ortaya döküvermek istiyordu. O zamana ğşkadar kendisini aldatmak istemi , kızını bahtiyar zannetmek için nefsine şcebretmi ti... nsan emellerini tekzip eden eyleri istedi i ekilde tevile çalı arak kendisini daima şĐşğ şşarzuları içinde oyalamakta gecikir. Damadının aleyhine ahadet eden vak'aları hep böyle müsait ştefsirlerle telâkki etmi , fena gördüklerini iyi görmek için u ra mı tı, fakat artık mümkün de ildi. şğ şşğ imdi hepsini söylüyordu. Onu tâ ilk gününden beri sev-memi ti, onda tâyin olunamaz bir ey Şşşduymu , «bu adam kızımı mes'ud etmeyecek» demi ti. O küçüklükler, baya ılıklar, şşğmâneviyetinin kisvesi gibi bütün vücudu etrafında tayaran eden hasaset havası onu tâ ilk gününden beri duymu tu. O, yatacak bir yatak, oturacak bir sofra, elbisesini süpürecek bir şmahlûk bulmak için evlenmi ti. Her gün bir huysuzlu una, bir kabalı ına tesadüf olunuyordu; iyi şğğütülenmemi bir yakalık, gömle inde unutulmu bir dü me ikbal'i a latmak için kifayet eden şğşğğsebeplerdi. Daha sonraları evin hizmetinde kusur bulmak, yemek be enmemek, kahveye itiraz ğetmek... bir ay içinde bütün bunlar meydana çıkmı tı. Sonra ikbal'i do rudan do ruya tahkir şğğetme e ba lamı , saçının örgüsüne, gömle inin biçimine, çar afının rengine itirazı kendisi için ğşşğşbir süs edinmi ti. kide birde: «Bilemiyorsun, bari sokakta gördü ün hanımlara dikkat şĐğet!» derdi. Öyle gülü leri, bakı ları vardı ki daima: «Ben sizin fevkinizdeyim, sizin aranıza şşdü mekle ne kadar tenezzül etmi oluyorum!» demek isterdi. Yava yava kbal onun yanında şşşş Đhatâsını, dûniyetini affettirmek isteyen bir zavallı hükmüne geçmi ti. Artık lakırdı söylerken a- şş ırıyor, yanında bir hareket etmekten sıkılıyor, dayak yemi kediler gibi büzülüyordu... Bir şşhikâye nakletme e gelmezdi; tashih ve itiraz için o daima kaba kahkahasıyle söze karı ır, ğşhikâyeyi yarım bırakırdı. Her ey hakkında hepsinden ziyade malûmat sahibi oldu una kanaati şğvardı. Kendisine vah i bir memlekete dü mü bir mütemeddin yüksekli ini verirdi. Ahmed Cemil şşşğbile onun yanında bir eyden bahse cesaret edemez olmu tu. Bir kere edebiyattan bahsetmek şşistemi ti. Vehbi bey kı geceleri ehzadeba ı kıraathanesinde saz takımında dinleye dinleye şşŞşezberledi i gazellerden mürekkep srmayesiyle bahse i tirak etmi , Ahmed Cemil'e «Zavallı ğşşçocuk! daha aklı ermiyor!» demek isteyen, acıyor gibi bakan gözleriyle sükûte mecbur etmi ti. şEvin içinde yalnız o vardı, ötekiler bütün bir alay züyuf!... Sabiha hanım bu kusurlara evevlâ ehemmiyet vermiyordu: — Erkeklerin yüzde ellisinde görülen eyler, diyordu; fakat sonra?... ş imdi Sabiha hanım o luna bakıyor, onun yanında daha sonrasından bahsetme e cesaret Şğğedemiyordu; fakat artık o kadar ilerilemi ti ki tevakkuf etmek mümkün olmadı. ş — Daha sonra Seher meselesi ba ladı, diyordu. Bu meselenin ismini verdikten sonra bütün şteferruatını nakletmek için kuvvet buldu. Bütün bildiklerini, hissettiklerini o luna söyledi. ğ

Ahmed Cemil bir eyin mevcudiyetini zaten hissediyor, fakat tafsilât ve deliller nazarı şdikkatinden kaçıyordu, yalnız u son tesadüfe kadar... ş Sabiha hanım: — Oh, daha ona gelinceye kadar, diyordu. Seher evvelâ: «ben oturmayaca ım» diye ba lamı tı; ğşşbir gün çar afını giymi , a layarak, eli kapının zenbere inde, ne dı arıya çıkma a, ne de çar afını şş ğğşğşçıkarma a cesaret edemeyerek, saatlerle orada durmu ; a zından bir kelime alınamamı tı. ğş ğşNihayet bir sabah Sabiha hanım Seherin Vehbi beyi mutbaktan iterek çıkardı ını, arkasından kapıyı sürmeledi ini görmü , o vakit kızı istintak etmi ti. Seher yine bir ğğşşşey söylemiyor, fakat yalnız a lıyordu. Sabiha hanıma zaten ö renmek istedi i eyi bu gözya ları ğğğ şşanlatmıyor muydu? Bundan sonra Vehbi bey utanmak, daha ileriye gitmemek lâzım gelirken... Artık Sabiha hanım tafsilâtı bitiremiyor, «Bir gün...» diye MAI VE S YAH 169 Đ ba ladı ı hâtıralara nihayet veremiyordu. Bütün bu vukuat arasında Seher'in musîr sükûtu, şğĐkbal'in hazin tajhammülü... Sabiha hanım Seher'in kimseye bir ey söylemek istemedi i halde kbal'e hakikati if a etti ine şğĐşğemindi. Bir vakitten beri kbal'le Seher arasında biribirini herkesten ziyade anlayanlara mahsus Đbir hususiyet, sır esası üzerine kurulmu bir münasebet vardı. Halbuki kbal?... Ona ne vakit: şĐ«ikbal neyin var?» denirse o daima a lamak üzere gibi duran gözlerini hayretle kaldırır, «Benim ğmi?» der sonra yorgun kirpiklerini indirerek dudakları arasından bir inilti gibi bo uk, içten gelen ğsesiyle ilâve ederdi: — Hiç!... Bilâkis kocasına atfolun-nabilecek bütün kusurları örtme e çalı ır, ğşonu annesine iyi göstermek için yalanlar icat ediyordu. Sabiha hanım yine: «Bir gün...» diye ba ladı: ş — Bir gün ne olursa olsun onu söyletmek için karar verdim, «Seher'in yine nesi var? Bu kıza bir şey oluyor?» dedim... kbal'in benzi attı, bu suale birdenbire cevap veremedi, sanki bunun cevabı Đkendisinin bir töhmetini meydana çıka-racakmı gibi a ırdı: — Demek ki... şş ş Sabiha hanım bundan bir netice çıkaramıyordu, «Demek ki kbal biliyor, fakat saklamak Đistiyor,» diyordu. O günden sonra hastalı ını bilmeyen birisinden ismini söylemeyerek ğhakikati anlamak isteyen ihtiyatkâr bir tabib gibi bu anne bedbaht kızının her halini, her sözünü takip etmi , ondan hastalı ının bir parçasını koparma a çalı mı tı. Fakat kbal daima mahzun, şğğşşĐdaima sakit, evin içinde bir heyula eklinde tahtalara basmaktan korkarak, annesiyle karde ine şşsokulmaktan ürkerek dola ıyordu. Sabiha hanım: ş — Nihayet, diyordu; nihayet babasının hastalı ıyle matbaa meselesi çıktı. Dikkat ettin mi? O ğmesele çıkar çıkmaz nasıl de i ti, herkese iltifat ziyadele ti. Bilhassa sana kar ı bir muhabbet ğ şşşgösterdi. Eski hissetten eser kalmadı, masrafı üstüne aldı, bütün hareketlerinde bir ba kalık şgöründü... Sebep? imdi bu son sual ile o lunun gözlerine bakıyor, onu söyletmek için ısrar ederek «Sebeb?» diye Şğtekrar ediyordu.

Ahmed Cemil annesinin kar ısında o söyledikçe bazan mumun hafif oynak ziyasıyle titreyerek şduvarların üzerinden ;!îiS|i||ii' kaçı ıyor, tâ orada, türlü münevver rüyalarının incilâsma, o küçük yata ın beyazlıkları arasına şğsokuluyor görünen gölgelere dalıyor; bazan tâ bo azında bir girye ukdesiyle gözlerini süzerek ğiskemlenin üzerinde ara sıra dalgalanıyor, mevhum, fakat soluk alan bir resim gibi i iyor, ş şkabarıyor, kamilen uçuyor görünen; daha sonra birden yine toplanarak küçülen, zayıfla an; şa lamı gözleriyle, solmu çehresiyle, bütün meyus heyetiyle duran annesine bakıyordu. ğşş Tâ u muhaverenin bidayetinden beri o annesinin söylediklerini uzaktan, bir kom u evinden şşmaten nevhaları gibi parça parça dinliyor; ekillerin ihtizazına, annesinin vücudundan yükselen şgölgelere dalarak güya bir uyku içinde dü ünüyordu. «Bir gün...» mukaddemesiyle ba lanan o şşsonsuz hikâyeler kendisinin dü ünceleriyle karı ıyor, bulanma a ba layan zihninin içinde bir şşğştelâtum husule geliyor, ara sıra bulutlarla yüklü bir semada gizli bir güne ten kaçarak ko u an şş şziya parçaları gibi zihninin bulutlan arasından avare bir fikir geçiyor, tâ derinlerde bir hâtıra leması uyanıyor sonra yine bütün bu eyler güya dima ının güne i sönüyornıu çasma zulmetlere şğşşbo uluyor; o vakit i ittiklerini anlamama a, dü ünmek istediklerini toplayamama a ba lıyor; ğşğşğşşakaklarının arasında bir kasırga dönerek bütün bu küçük mah er içinde bulduklarını çeviriyor; şmukavemet edilemeyen bir deveranın cazibesine mahkûm ederek çekiyor, döndürüyor, kıvırıyor; daha sonra bu mücadeleden kendisi de yorgun kalarak, bu kasırga içinde bütün o efkâr enkazı kırılmı , parçalanmı , saçılıyor, yerlere seriliveriyordu. «Bir gün...» Ahmed Cemil yine sîlkinerek şşdinlemek ister, bir müddet hikâyeyi takibe muvaffak olurdu; fakat bir aralık annesinin bir sözü gider, zihninin içinden bir hâtırayı tırmalayarak uyandırdı. «Ah! Evet, bir gün...» o da tahattur ediyordu... — Hatırına geliyor mu? Bir gün kbal'i ihtiyarın evine göndermi tik, o gece orada kalmı tı, ilk Đşşönce her gidi inde güzelce avdet etti i halde o gün hasta gibi gelmi ti, i te o gidi son gidi oldu. şğşşşşOndan sonra kbal'i oraya göndermek kabil olamadı, ben ısrar ettikçe: « htiyar memnun olmuyor, ĐĐgitti imizi istemiyor, beyin babasıdır, ne isterse yapsın, fakat Tsen gidemem.» diyor. Sebep?... ğ S YAH Đ 171 Sabiha hanım yine cevap isteyen gözleriyle o luna bakıyor, onu söyletmek için ısrar ederek ğilâve ediyordu: — Sebeb?... Ahmed Cemil: — Ah! Mülevves mahlûk diyordu. Aya a kalktı, annesinin yanına kadar gitti, ğyanıba mda diz çöktü; imdi Sabiha hanımın gözleri yine bir edid ihtilâç ile kapanıyor, peri an şşşşya lar kirpiklerinin ucunda yine dola ma a ba lıyordu : şşğş — Pek iyi, anne, ikbal'i ne yapaca ız?... dedi. ğ

Bu sual üzerine ikisi de sükût ettiler. u noktada bu iki kalb bütün acılarıyle güya biribirine Şsarılmı lardı, ikisinde de aynı tedbir ihtiyacı: «Ne yapaca ız?» diyordı. şğ Sabiha hanım nihayet gözlerini kaldırdı, ellerini o lunun omuzlarına koydu, hastadan ümit kesen ğbir yeis ile baktı: «Hiç!...» dedi... Hiç... Hiç!... Sahih mi? ikbal'i o kahrın pençesinden kurtarmak için hiçbir vasıta mı yok?... Ahmed Cemil buna inanamıyor, karde ini öldüren p musibetin bir tamiri çaresinin şbulunamayaca ına kanaat edemiyor, imdi kenarları yanan gözleriyle annesine bakıyordu. Hiç, ğşöyle mi? Demek ikbal'i kurtarmak için bir ey yapamayacaklar; onu böyîe içeride, odalarının şyalnızlı ına iltica ederek a lamakta, ye'sinden kıvranmakta tek ba ına bırakacaklar, öyle mi?... ğğş , Sabiha, hanımın gözleri artık kuru idi. Derin, sabit, meyus bir nazarla Ahmed Cemil'e bakıyordu. imdi hatırından bir çare, yalnız bir çare geçiyordu. Ahmed Cemil de onu Şdü ünüyordu. O çarenin ismini söylemeksizin miknatısî bir fikir mü-nakalesiyle ikisi de ayni şdü ünce ile me gul olduklarını anladılar. Sonra Ahmed Cemil dudaklarının arasından: şş«Öldürmekle müsavi!» dedi, Bunun bir necat çaresi olmadı ına kanaati vardı, içinden: «Ba ka bir ğştedbir, onu büsbütün kurtaracak ba ka bir deva bulmalı!» diyordu... ş Ahmed Cemil odasında yalnız kaldı ı vakit ayaklarının altında bir dünya parçalanmı gibi ğşkarde inin kırık hayatı kar ısında çaresizlikten, bir ey yapamamaktan mütevellit bir fütur ile şşşyata ının kenarına oturdu. Orada, hareketten kalmı kolları sarkmı ; gözleri bo bir nazarla ğşşşodanın müphem bir kö esine dikilmi durdu. şş imdi bu izdivacı dü ünüyor; bütün geçmi in tafsilâtını Şşş 172 MA VE S YAH ĐĐ icmal ediyor; bu izdivacın nasıl vücude geldi ini, bu neticenin ne yolda sebeplere tevellüd ğetti ini tahlil ediyor, bunda bir mes'uliyet mevcut ise onun kime aidiyeti lâzım gelece ini bulmak ğğistiyordu. O zaman pek kayıdsızca davranmamı mıydı? Karde ine intihap olunacak 'hayat refikini iyice şşö renmek, tanımak için bir ihtiyatta bulunmu mu idi? Matbaada iki sigara dumanı arasında ğşAhmed evki efendinin fikrinde do uveren bu izdivacın o bir iki haftalık ba langıç tarihi bütün Şğşihtiyatsızlıkla-rıyle hatırına geliyordu. Matbaada bir yazıhanenin kenarında ba kasının şi itmesinden ihtiraz edilerek iki üç dakika süren muhavereciklerle hemen bitiriverilmi olan bu şşizdivaç i te bugün u neticeyi vermi ti. «Ahmed evki efendi, budalanın biri!» diyordu, sonra şşşŞbirden kalbini bir ey, yakıcı bir ey burdu. Ahmed evki efendinin zevzekçe manalı bir vaziyetle: şşŞ«Matbaa ihtiyarındır,» dedi i hatırına geldi. Ahmed Cemil bu fikri zihninden defetmek, onu ğdü ünmemek, idare memurunun yuvarlak heyetiyle o sırıtkan yüzünü görmemek için cebr-i nefs şetti; fakat imdi o fikir beynine musallat olmu , oradan çıkmamak istiyor, «bu mes'uliyet sana şşait!» diyordu. Ahmed Cemil mevhum bir hasım ile mücadele edercesine bir fikirle cenk-le iyordu: «Ben o meselede matbaayı dü ündüm mü? Bilâkis onun için bir so ukluk duymadım şşğ

mı? Ahmed evki efendi ondan bahsedince hattâ içimden hiddet etmedim mi?» diyordu. Fakat o Şmusallat fikir zihninde imdi idare memurunun sırıtkan çehresine di lerini göstererek gülüyor, şşkudurtucu, türlü mânalar ifade eden bir nazarla bakarak: «Acaba?... sahih mi?.-. Emin misin?...» diyordu. Bu musallat fikirle mücadeleden Ahmed Cemil ma lûp, makhur çıktı. Bu izdivaçta kendisine ğbüyük bir mes'uliyet hissesi terettüp ediyordu. Bu hakikat inkâr edilemezdi. Ahmed Cemil kendi kendisine verdi i bu hükmün altında eziliyordu. Yarı karanlık içinde müphem ekiller gibi ğşgörünen küçük kitap hücrelerine, duvarda melûl, sallanan haritaya, yazıhanesinin üstünde mektep arkada larının — heyhat! O mes'ut mektep hayatı dostlarının — bir yelpaze te kil eden şşresimlerine güya: «Beni siz de mesul mü telâkki ediyorsunuz? Beni siz de mahkûm mu ediyorsunuz?» yalvarı ıyle baktı, ifrata, her eye karı tırdı ı mafevkalhakikata u dakikada her şşşğşvakitten zi- MA VE S YAH ĐĐ 173 yade ma lûp idi. Artık kendisine mahkûm sıfatıyle bakmaya nefsini mecbur ettikten sonra âdeta ğaleyhine hizmet edecek bütün tafsilâtı tezyin ve takviyeye özendi. Kendisine kar ı meseleyi şhusumetle tetkik ediyor, mes'uliyeti tamamiyle yüklenmek için sebepler buluyor, «Sensin, bütün sebep sensin!» diyor; henüz kalbinde hafif bir müdafaa sedasiyle terbiyeye çalı an hissi içinden ştekrar etti i bu nakarat ile susturmaya u ra ıyordu. Bir aralık bu hükme daha ziyade kuvvet ğğ şvermek için: «Hattâ...» dedi. Karde inin bir yabancıyla irtibatından hissetti i kıskançlı ın, o 'haftalarca süren ve hiçbir vakit şğğzail olmayan ezanm Tjiraz sönmeye yakla mı olmasından sonra bir matbaa sahibi olmak şşihtimalini kuvvet kesbetmi görerek kalbinde inki af eden hülyayı tamamiyle hatırına getirdi. şşMatbaada yalnız kaldı ı geceler birdenbire bir müsveddenin ortasında kalıvererek dü üncelerine ğşsakit bir zemzeme kabilinden refik olarak o yalnızlı ın arasında u matbaada bir gün her zamanki ğşmevkiinden ba ka bir mevki tutaca ını dü ünmemi miydi? Daha sonra ihtiyarın musabiyeti şğşşüzerine evvelâ en iyi hisleri uyanmı tı: ihtiyara acımı , eni tesi için duymaktan hâli kalamadı ı şşşğnefrete biraz daha vüs'at vermi , Hüseyin Baha efendinin çekilmesine infial ile bakmı . Ali şşŞekib'in muharrirli e veda ederek bir dükkâncılı a geçmesini bir facia hükmünde telâkki etmi ğğşiken tâ kalbinin derinliklerinde, hafi kö elerinde bütün bu eylerin altında bir emel çıkaca ına şşğitimat eden gizli gizli gülümser bir ümid saklı de il miydi? Demek o güzel hisler, onlar hepsi ğyalan, hepsi sahte idi... Yava yava o ümid handesi sönmeye meyyal küçük bir nur eklinde şşşı ıldarken gittikçe geni lemi bulutlardan sıyrılan bir sabah güne i gibi â aasiyle bütün o şşşşş şmüzmin hissiyat bulutlarını da ıtarak kalbini envarına bo mu idi. imdi artık Ahmed Cemil ğğşŞsaklaya-mıyor, kendisine âdeta — kendi menfaatine bir çok güzide hisleri feda etmi — bir kötü şmahlûk nefretiyle bakıyordu. Do ruldu; müthi bir azap bo azını sıkıyor, ba ını bir mengene içinde parçalıyordu. Biraz 'hava ğşğşalmak istedi; karanlıkta kalırsa daha iyi dü ünece ini, zulmetten tere üh eden bir ârâmi şğşşşvehmiyle biraz müsterih olaca ını tahmin ederek mumu söndürdü, odasının penceresini açtı. ğGecenin siyah donuk rengi içinde müteha it birer kütle eklinde daha siyah, şşş

174 MA VE S YAH ĐĐ MA VE S YAH ĐĐ 175 daha kesif görünen kom u evlere, yakın duvarlara baktı. Bu siyahlıkları yutmak, râtib bir makber şnefesi gibi simasına ba~ rit, müncemit, ölü dudaklara, râ e verici buseler konduran bu zulmeti şkâse kâse, tesliye veren bir adem kevseri gibi kana kana içmek istedi. Ci erleri, sanki bir alevle ğyanan ci erleri bu kevserden serin bir ya mur hazzını hissediyordu. ğğ « imdi ne yapmalı?» diyordu; yarın yine zelil bir ecir sıfatıyle o matbaaya gidecek, o adam için Şçalı acak, hiçbir eya vâkıf de il imi çesine ona gülmek için kendi kendisine cebredecek de il şşğşğmi?... «Lâkin matbaada belki onun kadar benim de hakkım var» demek istedi, bu fikirle kuvvet bulmaya çalı ıyordu. Fakat heyhat! Artık hakikati tezyin edemiyor, gözünün önünde tecelliye şba layan zelil mevkiinin üzerine münevver bir örtü çekemiyordu. ş Burada, pencerenin kenarında, gözlerini bu zulmetlerle doldurarak, biribirinin ardına yı ılmı ğşsiyah duvarlar, eklinde imtidat eden bu fezanın sinesinden çıkan sükûte benzer u ultuyu şğdinleyerek ötede beride bu zulmet zemini içinde birer sarı leke eklinde parıldayan münevver şpencerelerden, birkaç örtülü bulunan ziya parçalarından gözlerini ayırmaya çalı arak, artık şönünde dehha , geni bir uçurumun azîm a zını açıp kendisini yutmaya müheyya oldu unu şşğğgörüyordu. O vakit kâbuslarla mahmul rüyalar arasında bir bo luk içine dü üyormu ; bitmez tükenmez bir şşşsükût ile yeti ilmez, bulunmaz bir derinli e iniyormu gibi içinden bir ey duydu. Matbaada artık şğşşçalı malarına ruhperver bir emelin i tirak edlemeyece ine, bilâkis orada kendisini nefret etti i bir şşğğadamın esiri sıfatında görmekten nefsini menetmek mümkün olamayaca ına emin idi. Bu ğneticeyi tâ ilk gününden beri meçhul bir his kendisine haber vermekten hâli kalmadı ı halde, o ğgitmi , ailesinin biricik servetini o mülevves matbaanın di lerine atıvermi ti. imdi hatasının şşşŞehemmiyeti, ifrat eden bir fikir ile zihninde büyüyor, bir cinayet deh eti alıyordu. ş Bundan sonra ne yapacak ? Biraz evvel karde inin musibetini defetmek çaresini ararken bir idam şhükmü so uklu u üe inen bir kelime suya dü en bir ta parçası gibi a ır a ır, suları yararak ric'ati ğğşşğğmümkün olmayan bir sükût ile kalbinin en derin noktalarına kadar, türlü emelleri ezerek, hülyaları parçalayarak iniyordu: hiç!... Evet, hiç! Bundan sonra hepsine veda etmek, bir aralık iir buhariyle bulanan gözlerinin önünde şyükseldi ini gördü ü emel kâ anesinin artık enkazı kenarına oturup uzun bir hırman nazariyle ğğşonun matemini tutmak lâzım geliyordu. Ya lâmia?... ya eseri?...

O zaman güya kalbinde bir gizli kuvvet a ır bir uykudan silkinerek uyandı, bu iki hâtıra birden ğdamarlarının içinde bir ate seyyalesi tutu turdu. Gözleri ötede beride siyah bir zemin üzerine şşserpilivermi mütebessim sarı yakutlar eklinde yıldızlara bakıyor, bunların arasından hülyasının şşperisini bir sis içinde gibi görüyordu. Evet, Lâmia ile eseri... o zaman ellerini uzattı; karanlıkta, minderin üzerinde melûl ve muhtazır bir eda ile serilen o defterci e, o emellerinin enîsini ara tırdı. Onu yarası ba lanacak, kırık kanadı ğşğsarılacak mecruh bir güvercin gibi ok ayıcı, öpücü bir el ile tuttu. Karanlıkta yazıları görmeyerek şyaprakları çevirdi, son sahife olaca ını-tahmin etti i yapra a kadar geldi, orada o iki kelimeyi, o ğğğbe noktayı bir görü vehmiyle tekrar gördü... Lâmia!... imdi onun hâtırasiyle urada — elinde şşşşbir iir defteri, kalbinde kesif bir zulmet içinde yalnız bir ümit ı ı ı — kar ısında sonsuz bir şş ğşyokluk fezası eklinde im-tidad edip giden u siyah semayı i tihad ederek Lâmia'ya malik olmak şşşiçin kendi kendisine yemin etti. Bu dakikada Ahmed Cemil artık tamamen bir karar ittihaz etmi idi. Ne olursa olsun, madem ki şhayatında muvaffakiyet onunla kaim, bu matbaaya temellük etmek için sabır edecek! Bütün vehimlerine, hislerine galebe ederek yarın yine matbaaya gidecek, yine çalı acak, u ra acak, her şğ şşeye tahammül edecek tâ ki... Ahmed Cemil artık yata ına girmek için acele ediyor, bu son karar üzerine uyumak istiyordu. ki ğĐeliyle defteri dudaklarına kadar çekti, gözlerini kapadı, o göremedi i kelimecik-lerle noktaları ğuzun bir buse ile öptü. Bu muzlim gecenin sine- 176 MA VE S YAH ĐĐ sine sanki bir nefes çıktı, onun bu a k busesini bir siyah mev-ce içinde tes'id etti. ş Ahmed Cemil ekseriya çok dü ünceli zamanları takip eden derin uykulardan biriyle uyandıktan şsonra sabahleyin kendisini tamamen sükûnunu iade etmi buldu. En evvel kbal'i dü ündü: şĐş« üphesiz, geceki âsab tu yanı geçmi olacak!» diyordu. Ak am karde ine saadetini iade Şğşşşedebilmek için hiçbir imkân tasavvur edemezken bu sabah belki u iki kalbi biribirine şyakla tırabilmek mümkün olaca ını dü ünüyordu, ikbal'i bu sabah daha sakin bir nazarla tetkik şğşetmek, ihtimal biraz söyletmek için karar vermi idi. Hem iresine: «Sen u noktadan şşşmecruhsun!» demeksizin, onun bedbahtlı ının nev'ini tâyin etmeksizin tedavi etmek istiyordu. ğHastanın nazarında meydana çıkarılıveren manevî emraz kadar tedavisi mü kül ey olmayaca ına şşğinanırdı. insanlar muhitin tesirlerine ne kadar esirdirler. Muzlim bir gecenin u münevver sabahı bütün şmelalini, bütün ye'sini silmi idi; imdi perdenin açık kalmı bir kenarından hafif bir güne şşşşdalgası girerek Ahmed Cemil'in karyolasının kenarına kadar mail bir sütun eklinde dü üyor; şşhava ve ziyadan mürekkep bir elâle gibi yüz binlerce toz parçalarından, ince kıllardan, öbür şodanın donuk havasında görülemeyen sayılamaz, tâyin edilemez zerrelerden mürekkeb şenaverleriyle, rakkase-leriyle dalgalanıyor; bu odanın sükûnu içinde bir hayat tu yanı ğuyandırıyordu. Ahmed Cemil yazıhanesinin kö esine, bacakları sallanarak, oturmu , sigarasının şş

dumanlarıyle bu mü-telâtım sütunun oyunlarını seyrediyordu. Bazan a ız dolusu duman püskürerek, bazan küçük hamlelerle halkalar salıvererek, ara sıra bir ğmakaradan iplik bo anır gibi ince rakkas bir hat çıkararak bunları süzgün gözleriyle takip şediyordu. Bu bulutçuklar, halkalar, eritler evvelâ odanın rakid görünen havasında fersiz bir şbeyazlıkla teveccüh noktasını tâyin edemeyerek mütereddit sallanıyor, sonra o münevver sütunun telâtumi cazibesi, bir halkanın kenarına ili iyor, suya dü mü ince bir kâ ıd gibi o duman şşşğtabakasının üzerinden peri an bir dalga geçiyor, güya ensicesi çözülüyor, parça parça da ılıyor, şğdaha sonra üzerine bir bulut gölgesi isabet etmi bir kar safihası eklinde bir donukluk bırakıyor; şşo vakit yüzbinlerce enaverlerin, rakkaselerin her an mü- ş MA VE S YAH ĐĐ 177 tebeddil, mütemevviç raksında daha seri, daha oynak bir faaliyet, taze bir hayat buhranı uyanıyordu. Böyle bulutlar halkalara karı arak, uzun bir eridin içinde ufak bir ihtizazla bir kasırga eklinde şşşsüzülüp sarılarak o güne in bütün havasını bo mak isteyen telâtum merkezine •do ru çekilip şğğgidiyorlardı. Bu oyun sabah güne inin u sihirli sahnesi, u münevver zemin, o yüz binlerce zerrelerin, mest şşşraksı, odasına bir ne ve elâlesi, co kun bir su sütunu eklinde akan bu güne ça layanı Ahmed şşşşşğCemil'de imdi her eyi iyi görmek meyli uyandırıyor, her eyi tamir ve ihya edebilecek şşşzannettiren bir his peyda ediyordu. îri, suya dü mü bir ta ın sukut noktasından büyüye büyüye şşşaçılmı bir daire eklinde, vâsi bir halkanın ortasında küçük, zarif sevimili bir çocuk bilezi i şşğçırpınarak geçerken Ahmed Cemil bu sabahki âsab meyline göre bir felsefe icad ederek kendi kendisine: « nsan bedbahtlı ının, bahtiyarlı ının mucidir, kbal her eyi iyi tarafından gösteren ĐğğĐşbir noktayı nefsine vazetsin, mes'ud olur»diyor, daha sonra: «Fakat onu o noktaya getirebilmeli» diye bir mütemmim ilave ediyordu. Yazıhanesinin kö esinden atladı; kapısını açtı, laubali bir ses takınarak kapısından ba ırdı: şğ — Anne! kbal'e söyle de buraya gelsin. Đ Do rudan do ruya kbal'i ça ırmaya cesaret edemiyordu. kbal henüz kendi odasında idi. Sesini ğğĐğĐi itince sofaya çıktı: «Beni mi istiyorsun, a abey?» dedi, kbal'in a zında daima lâtif bir şğĐğmuhabbet hücceti çocuklu a mahsus saf edasıyle tekerrür eden bu «a abey» hitabı bu sabah ğğAhmed Cemil'in kalbini bir rikkat tatlılı ıyle ısıttı. ğ — Odama gelir misin, kbal? Bu sabah sana i çıktı; dedi. Đş Ne kadar zaman geçmi ti ki iki karde arasında bir gömlek tamiri yahut noksan bir dü me ikmali şşğkabilinden bir i çıkmamı tı. Belki izdivacından beri birinci defa olarak karde inin bir i ini şşşşyapma a vesile buldu una sevinerek kbal: «sepetimi alayım, imdi geliyorum.» dedi. ğğĐş

Bir dakika sonra elinde sepetle Ahmed Cemilin odasına geldi. Onun tamir edilecek bir çok şeyleri birikmi ti. kbal'i \"mümkün mertebe yanında ziyade alıkoymak için ilikleri bozul- şĐ Mai ve Siyah — F, 12 mu gömleklerini, astarı sökülmü ceketini, kenarı ayrılmı mendilini önüne döktü. şşş Evvelâ kbal bu davet ile gece yarını kalan vak'a arasında bir münasebet olaca ına hükmetmi , Đğşonun sesini i itti i zaman kalbi çarpmı tı. Fakat bu tamire muhtaç eyler önüne yı ılınca şğşşğmüsterih oldu. Ahmed Cemil yazıhanesinin üzerinde sürüklenen bir kitabı aldı, tâ minderin öteki ucuna, kbal'in Đkar ısına oturdu, fakat geli i güzel açı verdi i sahife çevrilmiyor, bitmiyordu... Gözleri kitabın şşğüzerinden kayarak kbal'in soluk çehresine çevriliyordu. Bu sabah genç kadının yüzünde Đmusibetlere tahammül için karar vermi olanlara mahsus bir melûl sükûnu vardı. Gece bir tu yan şğile bo alan gözya larından sonra asabı gerilmi , gev emi ,gözlerine bir sakin donukluk gelmi ti. şşşşşşÜzerinden müthi bir fırtına geçmi bir gök parçası gibi çehresinde bir yorgunluk eserinden ba ka şşşbir ey yoktu. Ahmed Cemil karde ini u hazin haliyle pek güzel, bir iir melâliyle güzel buldu. şşşşEni tesi için: «Nasıl oluyor da buna hiyanet ediyor?» diyordu. ş Bir aralık « kbal...» dedi, kbal, gözlerini kaldırdı: — Ne kadar zaman oluyor ki seninle öyle ĐĐşkar ı kar ıya bulunmadık. şş Genç kadının dudaklarında hafif bir tebessüm uçtu. gözlerini indirdi. imdi Ahmed Cemil'i öyle, Şyüzüne bakmayarak dinlemek istiyordu. O kesik kesik, cesaret buldukça ilâve ederek ayni söyleyi tarzını takip etti: ş — Bir kız evlendikten sonra bütün muhabbetinin kocasına inhisar edece ini zaten bilirdim. ğFakat inanır mısın kbal? Eni teme o kadar merbutiyetime son derece memnun olmakla beraber Đşbize biraz küçük bir muhabbet hissesi tefrik etmiyorsun zannediyordum.... bak, cevap vermiyorsun. ine gelmiyor, de il mi?... Đşğ kbal acı bir hande ile tekrar gözlerini kaldırdı, u dakikada zihninden geçen eyi dalgın dalgın Đşşyüzüne dikilen bu gözler Ahmed Cemil'e vuzuh ile takrir ediyordu. kbal'in bu dakikada Đzihninden u sözler geçiyordu: ş — Ne demek istedi ini anlıyorum, a abey... bu mudhike-ye ne lüzum var? Bana yava yava bir ğğşşşey söyletmek istiyor- Jvı A ± VB S YAH Đ 179 sun. Seni temin ederim ki son nefesimi hiçbir ey söylememekle vermek azmindeyim. Beni şbahtiyar edebilmek için elinizde ibir vasıta yok. Bugün hakikat olanca deh etiyle tâ kalbimin şüzerinde duruyor. Onu koparıp çıkarabilmek için hiçbirinizin elinizde kâfi kuvvet yok...

Ahmed Cemil sözlerinin mecrasını birden tebdile lüzum gördü, bu nazarın kar ısında daha şziyade nikahım muhafaza edemeyece ini anladı, bu defa tâ yanına sokuldu: ğ — Lâtife ediyorum, dedi, daha sonra: — kbal, müsaade edersen seni bir parça mua'heze edece im; dedi. Đğ kbal hayretle baktı: Đ — Evet, muaheze edece im. Sen kocanı bir kadının sevmesi lâzım geldi i gibi sevmiyorsun. ğğKinle... biraz tevakkuf ederek, gülerek ilâve etti: — Hattâ fazla a kla seviyorsun... ş kbal gözlerini kaldırmayarak bu mütalâayı cerhetmek istedi: Đ — Asıl imdi lâtife ediyorsun; a abey... ben bilâkis eni teni sadık, sakin bir muhabbetten ba ka şğşşbir hisle sevmiyorum. Ahmed Cemil güldü: — Beni aldatmak istiyorsun, yahut kendin aklanıyorsun karde im... Dün ak am niçin a lıyordun, şşğbakayım? Babasına gitti i için de il mi? Bak, onu babasının evinden bile esirgiyorsun ki onun ğğüzerinde hiç kimsenin, hattâ babasının bile bir tasarruf hakkı olmasın, sana, ancak sana ait olsun. Sonra bu hodgâm a kın tahammül edemeyece i ufak bir ey gördü ü zaman ona adavet etme e şğşğğba lıyorsun, dü man oluyorsun. Zaten kadınların hepsinde mevcud bir bedbaht olmak telezzüzü şşile kendini zorla mes'ud görmeme e çalı arak, o acılıktan âdeta bir zevk duyarak kendine yazık ğşediyorsun... kbal imdi elindeki i ini dizlerinin üzerine bırakmı , karde ini hayretle dinliyor, kendisinin bu Đşşşşsuretle telâkki edilmesine a lamak isteyerek bakıyordu. Ahmed Cemil bu nazardan büsbütün ğsıkıldı, onun önünde kendisini böyle bir ruh müdek-kiki sükûnu ile te rih ediyor görmekten şutandı, devam edemedi. O zaman kbal gözlerini süzdü, acı bir hande ile: Đ — Lâkin yanılıyorsunuz; dedi, ben kendimi hiç bedbaht bulmuyorum. Dün gece a layı ıma ğşyanlı mâna verrıi sniz. şş Ahmed Cemil'in dudaklarının ucuna kadar geldi: — O halde dün gece ben odanda iken niçin onun gelmesinden korkuyor dun? Bunu söylemek istemedi, kbal'in söylememek istedi i eyleri zorla a zından koparmak müfid Đğ şğolmaktan ziyade muzîr olaca ına kani idi. ğ Zaten kbal bu bahsin devamına müsaade etmek niyetinde de il gibiydi, zihni yalnız elindeki Đği iyle me gul imiscesine eline yeni aldı ı bir gömle e bakarak: şşğğ — Aman a abey, bu ilikler büsbütün bozulmu , bunu nasıl giyiyordun?... Ben bunları alayım da ğş

ak ama kadar yaparım; dedi. ş Bu bir nevi: «Bahsi burada bırakalım» demekti. Ahmed Cemil aya a kalktı, «fakat bitirmek için ğkendini çok yorma, zira çalı acak bir halde de ilsin!...» dedi. şğ Sonra alay etme e ba ladı. «Kız mı istiyorsun, o lan mı?» diyordu. ğşğ 15 Ahmed Cemil bu bahsi bir lâtife ile bitirmek istemi ti, fakat artık sabahleyin kalbinde uyanan her şşeyi iyi bulmak hissi muhtel olmu oldu. Karde inin kolayca de il belki hiç tedavi şşğedilemeyece ini anlıyordu. ğ Bugün matbaaya geç kaldı ı için biraz acele giyindi, çabuk yürüdü, hattâ dükkânının önünde ğduran Ali ekib'in «Biraz u ra ana...» davetine: «Vaktim yok!» cevabını verdi, matbaanın Şğ şmerdivenlerini mutadından ziyade hızla çıktı. ilk gördü ü manzara matbaanın her vakitki haline mü abih de ildi. Yazı odasının iki kanatları ğşğaçılmı , yazıhanesinin etrafında bir çok ba lar vardı. şş lk gördü ü manzara matbaanın her vakitki haline mü abih de ildi. Yazı odasının iki kanatları Đğşğaçılmı , yazıhanesinin etrafında bir çok ba lar vardı. şş Said'le Saib'den, Ahmed evki efendiden ba ka Fatin Di-lâver ve Mazhar Feridun beyler de Şşorada idi. Saib ayakta, elinde bir gazete, yüksek sesle okuyor; ötekiler etrafını almı lar, şgülü erek, kırı arak dinliyorlardı. Onu Saib görmedi, fakat ötekiler gördüler, etraftan bir «hi t» şşşihtarı çıktı, o vakit Saib a ırarak elinden gazete dü tü. ş şş MAIVES YAH S ĐĐ Đ imdi hepsine bir durgunluk, bir beceriksizlik gelmi ; bir kabahat esnasında tutulanlara mahsus Şşbir peri anlıkla deminki' kahkahalar güya dudaklarına yapı mı kalmı tı. şşşş Ahmed Cemil anlayamadı. Fakat kendisine do rudan do ruya teveccühe cesaret edemeyerek ğğkuvvet bulmak için yekdi erini ara tıran nazarlardan okunan eyin kendisine müteallik oldu unu ğşşğhissetti. En evvel o cesaret ederek: «Bir ey mi var?» dedi. Hiçbirisi cevap verme e kuvvet bulamadı, şğbiribırine bakı arak güya: «Söylesenize...» diyorlardı. Nihayet Ahmed Cemil elini uzattı, oradan şsilinme e bir çare arıyormu gibi duran Saib'in önündeki gazeteyi aldı, gözleri, sütunları öyle bir ğşşdola tı, tâ üçüncü sahifenin ba ında müteaddit istifham ve hayret alâ-metleriyle mücehhez bir şşserlevha gördü: bir edebî müseme-re??ü... O vakit kendisini zaptedemedi; imdi onun üzerinde husule gelece ini anladıkları acı tesiri şğdü ünüerek yüzüne merhametle bakma a ba layan, belki bir dakika evvel tuhaf bularak şğşgüldükleri için nedamet duyan bu arkada ların kar ısında oturmayarak, kendisinin nasıl tahkir şşedildi im görmek isti-caliyle, okuma a ba ladı. ğğş

Makalede: «Haniya sabahlan Babıâli Caddesindeki dükkânların önünde durmak mutadında olanların görme e alı tıkları uzun saçlı bir air vardır...» mukaddemesiyle ba lanıyordu. O vakit Ahmed ğşşşCemil o kadar vazıh, fakat gülünç bir surette tasvir olunuyor, ba ı ile, kolları ile, saçlarıyle, bütün şkıyafetiyle, cismaniyetiyile öyle alay ediliyordu ki hiddetinden gözlerinin beyazına kadar kızararak dudaklarının arasından; «Racü...» dedi. Bu makalenin Raci'nin eseri oldu unu zaten hepsi, anlamı lardı, hattâ imdiye kadar Raci'nin ğşşyazdı ı eyler içinde nispeten bunun en muvafık eseri olmak lâzım gelece ine biraz evvel Said ğ şğhüküm vermi ti. ş O vakit Ahmed Cemil'in gözleri bulandı; imdi etrafında bulunanlardan sıkılıyor, ne gazeteyi şbırakabiliyor, ne de bir ey söyleme e kuvvet buluyordu. şğ Okuduklarını bir bulut arkasından görerek, bir çok yerlerini anlamayarak devam etti: Ahmed Cemil tamamen tasvir edildikten sonra bu airin — frenk gazetelerinde kapıcılara şmahsus romanları tercüme etmekle kudreti malûm olan bu airin — bir gün iir âleminde bir şşba kalık vücuda getirmek illetine musap oldu undan bahsediliyor; o «Hırsızın kızı» filân filân şğgibi tercümeleri yüzüne vurulduktan, o tercümelerde ihmal yahut terkin hatası neticesiyle kalmı şyanlı lar büyük bir takayyüd ve ihtimamla toplanıp onun edebî iktidarına birer burhan olmak şüzere tâ'dad edildikten sonra bütün nazma dair nazariyeleri türlü gülüng tahriflerden geçirilmi , şen lâkayd olanları bile edebiyat namına kızdıracak mudhik bir tarzda tarif edilmi ti. ş Ahmed Cemil'in imdi hiddetinden di leri kilitleniyor, yumrukları sıkılıyordu. Sonra o edebî şşmüsamere... Raci oıakelesinin bu faslında bütün davetlileri tetkik edilme e lâyık bir malûl dima ın ğğgarabetlerini tema a ile e lenme e gelmi olmak üzere tasvir ediyor, sonra Ahmed Cemil'i şğğşsofranın üzerine çıkartıyor, ona Galata'da, Afrika, Amerika, tiyatroları sahnelerinde görülen soytarılara mahsus eda ile eserini okutuyordu. O vakit eserin güya ötesinden berisinden misal olarak irad edilmi parçalar geliyordu. Ahmed şCemil bunları okuyamadı, kendisine mahsus beyan ve nazını tarzının bu zelil tahriflerine tahammül edemedi, makalenin sonlarına bakmak istedi. Nihayet orada kendisini huzzar tarafından bir iskemleye oturtulmu , yukarıya kaldırılmı , ziyafet odasının etrafında kahkahalarla şşgezdirilmi gördü. ş Raci bu makaleyi bütün köhne bir lisan tarzının süsleri olan secilere, te bihlere, cinaslara, şibhamlara bo mu , türlü müstehcen imalarla doldurmu tu. ğşş Ahmed Cemil bunu bitirdikten sonra - bir çamur deryasına dü tükten sonra kalabalı ın içinde şğaya a kalkarak etrafına bakanlara mahsus peri an bir hal ile - bir arkada ın tahkir edildi ini ğşşğgörmekten gizlice memnun olmakla beraber bir acı kar ısında duyulan tesirden hâlî kalmayan şçehrelere göz gezdirdi. Ah! u dakikada Hüseyin Nazmi'ye ne kadar muhtaçtı!... Kendisini yalnız Ş

onun anlayaca ından emindi. E er o u dakikada burada olsaydı bu dört sütunluk zehirin acısını ğğş M A I VE S YAH Đ 183 onun yanında a layarak dökmekten ne büyük tesliyet duyacaktı! Kendisine en evvel Fatin ğDilâver bey tekarrüp etti. — Bu kadar kıskanıldı ınıza memnun olmanız lâzım gelir itikadındayım; dedi. ğ Onun bu sözü hepsine cesaret verdi. Artık Raci'nin baya ılı ından, terbiyesizli inden ğ ğğbahsolundu, kelimelere, tâbirlere tekayyüd edilmedi; fakat bunlar Ahmed Cemil'i tesliyeye hizmet edemedi, etrafında ibzal ile açılan bu muhip sözlerde bir so ukluk, bir sahtelik duyuyor; ğdemin bu adamların u makaleyi dinlerken e lenerek güldüklerini dü ünüyordu. şğş imdi urada kendisine yaranmaya lüzum gören bu adamlar o dört sütunluk tahkirden gülmek Şşhevesini duyarlarsa ya kendisine uzak olanlar, bütün gazete okuyanlar ne yapacak? Demek imdi şbütün kıraathanelerde, kahvelerde, sokaklarda kendisi için gülünüyor, bilmeyenler bilenlerden: «Bu air kim olacak?» diye soruyorlardı. ş Ahmed Cemil derin bir keselân duydu. Tâ ci erlerinin ortasında bir ey yırtılıyor zannetti. Demek ğşkendisinin hayatta gaye olarak sevdi i, vücude getirdi i bu eser u dakikada herkesi güldürüyor, ğğşe lendiriyordu. Evet, herkesi... ğ Nagihân «bu herkesi» tâbirinden bir çehre ayrıldı: Lamia!... Birden nazarından bütün halkın ehemmiyeti dü tü, zihninin içinde yalnız Lâmia kaldı, «Bunu Lâmia da görecek, o da gülecek.» şdiyordu. Sonra yine kendi kendisini temine çalı ıyordu: «Hayır, gülmeyecek. Bunun re kadar haksız şoldu unu anlamaz mı? Hissetmez mi? Hattâ benim için acıyarak, belki hiddetinden bu mülevves ğkâ ıt parçalarını yırtacak...» ğ Bu son ihtimal üzerine insanlarda kendilerine merhamet edildi ini duydukları zaman hâsıl olan ğlezzete benzer bir ey hissediyor, onun tarafından merhamete ayan görülece i ümidiyle tatlı bir şşğa lamak arzusu duyuyordu. ğ Bir aralık Mazhar Feridun bey: — Biraz da dostlarınızın yazdıklarını okuyunuz; dedi. Ahmed Cemil hayretle baktı. Matbuat âleminde dostlar da olur mu imi ? Onlar da bir arkada ı takdir ederler mi imi ? demek şşşistiyordu. Yazıhanenin üzerinde darma da ınık duran gazete yı ını arasından «Peyam-ı Cihan» nüshasını ğğbuldular. Kendisine

M A i V £. S 1 .MA VE S YAH ĐĐ uzattılar, fakat artık aldı ı yaradan sonra devayı istihfaf eden mecruhlara mahsus bir isti na ğğnazariyle gazeteyi almadı. Yalnız Mazhar Feridun'a: «Te ekkür ederim!» dedi. ş Bugün Ahmed Cemil hiç kimse ile konu maya tahammül edebilecek bir halde de ildi. şğYalnızlı a edid ihtiyacı vardı. Matbaada kendi odasına kapandı, ö le vaktine kadar orada ğ şğkapısını sürmeleyerek sedirin üzerine uzandı, dü ündü. Raci'-ye hiç mukabele etmemeye, hattâ şkendisine tesadüfünde bir ey vâki olmamı çasına muamele etmeye karar vermi idi. Ra-ci için şşşen büyük cezanın, onun husumet asarına kar ı üâkayd davranmaktan ibaret oldu una hüküm şğveriyordu. Fakat hakikatte u demin kanını kurutan bir sahife dolusu tahkiri lâ-kayd telâkki şedebilme e kuvvet bulamıyordu. Nazarında bütün emellerin muhassalası ehemmiyetini haiz olan ğeserin henüz inti ar etmeden üzerine dökülen bu tahkir çirkâbı hülya kanatlarında mühlik bir şceriha açmı idi. ş Kendi kendisine: «Ah, hülyalarım!...» diyordu. imdi ...Ik-bal, matbaa, eseri,_£nj|&e jJ..Butî^ Şş namaya ba lamı tı. Bir aralık yine kendi kendisine kuvvet verir, bir \"muvaffak\"1 olmak azmiyle şşaya a kalkar, zihninden cesaretini kırarak geçen fikirleri kovmak isüyormu çasına silkinerek: ğş«Ne için fütur getirmeli? Bir hasudun hükmüne bir hayatın esas gayesini feda edecek kadar zaaf sahibi miyim?» derdi. Bir aralık odasının kapısına vuruldu. Bir ses: «Ahmed evki efendi sizi bekliyor!» dedi. ŞMatbaanın son ıslahatı esnasında idare memuruyla karar vermi lerdi, ö le yeme ini beraber onun şğğodasında yerlerdi. Ahmed evki efendi bir nezaret ve intizam takayyüdiyle odasında bir kısmı Şmuattal duran bir dolabın altı katını küçük bir kiler haline getirerek buraya sofra örtüleri, pe kirler, su kadehleri, tabaklar, çatallar, bıçaklar koymu ; hergün ö le üzeri küçük bir yuvarlak şşğmasanın üzerine o beyaz örtülerden birini örterek sofrayı hazırlama ı âdet etmi ti. Ahmed Cemil ğşdünden beri aç oldu unu o zaman hissetti, odasından çıktı. dare memuru küçük sofrasını her ğĐvakitki gibi penceresinin yanma kurmu , arkada- ş 185 . ım beklerken ayakta soka a bakarak kar ıdaki kebapçıya ısmarlanmı altı i in ate üzerinde şğşşş şşlâtif biberli, kokulu dumanlar içinde cızladı ını seyrediyordu. ğ iki arkada kar ı kar ıya oturdukları vakit ikisi de bir müddet lâkırdı söylemediler. lk şşşĐsöyleyecekleri eyin sabahki makaleye taallûk etmesi pek tabiî idi. Ahmed evki efendi ni-'hayet: şŞ— Ne kadar teessüre meyyal adamsın? dedi. . — Bilâkis kendimi pek metin buluyorum. Bugün benim yerimde ba ka biri olaydı hiddetinden şçıldırırdı. dare memuru bu cevap ile kanaat etmemi göründü: Đş

— Keski sen de çıldıracak kadar hiddetlensen de nefsini böyle meyusiyete teslim etmesin... Ahmed evki efendiye göre pek ince olan bu mülalâa Ahmed Cemil'e hayret verdi. O vakit Şşimdiye kadar hakkında derin bir muhabbetinden ba ka bir eyini görmedi i bu adama uzun uzun şşğbaktı. Ahmed evki efendi de kendisini merhametle dolu bir nazarla seyrediyordu. kisinin ŞĐarasında birbirini seven adamları bir saniye içinde sıcak bir muhabbet havası içinde saran bir incizap hâsıl oldu. Bu bir saniye içinde Ahmed Cemil bütün dü üncelerini ne zamandan beri bir şkalbe tevdi etmek isteyip de muvaffak olamadı ı hislerini bu adama, sadeli iyle, safvetiyle ğğetrafını çevirenlerin hepsine müreccah olan Ahmed evki efendiye dökmek ihtiyacını duydu: Ş«Beni meyus eden yalnız o de il, sabrınız varsa dinleyiniz.» dedi. Evvelâ karde inden bahsetti. ğşAk am validesine söyleme e cesaret edemedi i korkularını izah etti, eni tesini mümkün oldu u şğğşğkadar anlattı, sonra: «Matbaa...» dedi. Ahmed evki efendi imdi önlerinde duran kebap sahanına çatalın ucu ile dokuna dokuna dalgın Şşbir vaziyette dinliyordu; «Matbaa...» kelimesini i itince eliyle «kâfi» dedi, «o ciheti ben sana şanlataca ım. Ba ka?...» ğş Ahmed evki efendi arkada ının ba ka dertlerini soruyordu. O zaman Ahmed Cemil kızararak, Şşştereddüt ederek Lâmia'-yı, jggerlHI anlattı. Bu iki hülyanın yekdi eriyle irtibatını izah etti. Artık ğyemeklerini bitirmi lerdi. Ahmed~5evkT~efendi bir bardak suyu süze süze içtikten sonra kırpık şbıyıklarını elindeki pe kirle kuruladı, iskemlesini biraz çekerek, keten yele ini gev etti: — Bu şğşson dertler bir ey de il! dedi. Senin eserine itimadın var mı? Bana ciddî söyle... şğ Ahmed Cemil bütün ruhunun kuvvetiyle: — Pek ziyade!... dedi. — O halde eserini bastırırsın, Lâmia'yı da gidip biraderinden istersin, ona da benim itimadım var... A'hmed Cemil utanmasaydı Ahmed evki efendinin boynuna atılarak o kırmızı yüzünü apır Şşşapır öpecekti, fakat idare memurunun son sözleri sevince imkân bırakmadı: — Lâkin karde ine ait olan dert pek büyük... ş Bu büyük kelimesi Ahmed evki efendinin a zında ba ka bir ehemmiyet alıyor, daha ziyade Şğşbüyüyordu. idare memuru nihayet endi eli zamanlarına mahsus vaziyetiyle iki parma ının ucu ile şğburnunu ka ıyarak dedi ki: — Asıl fenalı ı, karde in o çapkın herifin nasıl hükmünde ise senin de şğşmatbaadan dolayı esaret altına girmi olmaklı ında görüyorum. şğ Ahmed Cemil bu esareti kabul etmemek istedi: — Ne için onun esiri olayım? Matbaadan istersem imdi her alâkayı kesemez miyim? ş dare memuru çok tecrübe görmü adamların henüz her eyi mümkün görecek kadar genç Đşşolanlara kar ı kullandıkları tebessümle: — Zavallı çocuk! dedi. Evi ne yapacaksın?... Makineler ş

ne olacak?... Ahmed Cemil bir türlü idare memuru_ kadar i i fena göremiyor, meseleyi o kadar kötü şbulamıyordu. O vakit iki arka-di ' nitün mfimalleri tetkik ettiler, Âhmed evki efendi far-zetti i ş ĐŞğtehlikeleri izaha çalı tı. Nihayet Ahmed Cemil matbaada mevkinin vahametini daha ziyade şanlamaktan korktu, artık bahsi biraz evvel neticesiz bırakılan Ikbal'e irca etmek istedi. O zaman Ahmed evki efendi: — Karde ine ait olan der-din_ tesviyesi^natbaadaki i in ^~ISn Şşş l Evvelâ eve, makinelere birer çare bulalım. Sonra karde ini tatlik ettiririz. Ne için öyle şbakıyorsun? Ba ka bir çare mi var? ş Ahmed Cemil bahsi daha ziyade takibetmek istemedi. Za-valhjmlyalari!... Onlar bu sefil hakikatlerden ne kadar uzak kalmı lardı!... ş ... „ ^ . ~ ^ x x a xa 187 Bu gece Ahmed Cemil'in nöbeti idi. Bugün eni tesi matbaaya hiç u ramadı. Ahmed Cemil şğkorkulu bir muvaceheden kurtuldu una seviniyordu. dare memuru ile Said ve Saib gittikten ğĐsonra büsbütün yalnız kaldı. Matbaada ancak nöbetçi mürettiplerle makineciler vardı. Kendi odasına girdi. Bu ak am artık bir karar verme e azmetmi ti. Ne olursa olsun bu karı ık i e, u şğşşş şmüphem vaziyete bir netice vermek istiyordu. Eni tesiyle devam edebilmek artık mümkün şde ildi. O halde evi kurtarmak, makineleri ona bırakmak lâzımdı. Yahut makineleri alsa, meselâ ğ«Peyam-i Cihan» matbaasıyle bir mukaveleye giri se... Bir matbaa sahibi olabilmek emelinden şmümkün de il. hülyasını ayıramıyor yapabilecegT eyleri zihninde tetkiTî ettikçe kalbi hep u^ ğşş\"söTf~1^?0ye\"*çar-esîn^jEemayüî ediyordu. Bir aralık a a ıya makineler dairesine inmek, onları bir kere daha görmek istedi. Merdiveni yarı ş ğtenvir eden kırık i eli bir asma lâmbanın ziyasıyle trabzanı tuta tuta indi. Buzlu ¦camı üstünde ş ş« çeriye girmek memnudur» ihtarı görünen kapıyı itti, makineler dairesine girdi. Đ Litografya makinesi tâ dipte, üzerinde yelken bezinden örtüsü çekilmi duruyordu. Ahmed şCemil en evvel onu bir muhabbet nazariyle selâmladı: «Dünyada yegâne servetim!» diyordu . lerledi; buraya ne vakit girse ya , petrol, kâ ıt, mürekkep kokusundan toplanmı ek i Đğğşşhavasından garip bir haz duyardı; ci erinin bu havayı teneffüse muhtaç oldu undan, bu âlemden ğğçıkacak olursa kanının kuruyaca ını zannederdi. Ötede ba müretip makinenin üzerine e ilmi bir ğşğşarkada ının tutuverdi i el lambasıyle gazetenin son tashihlerini yapıyor; bir kenarda makineci şğesneyerek tashihlerin bitmesini bekliyordu. Ahmed Cemil'i görünce hepsi ba larını çevirdiler, şsonra ba mürettip: « imdi bitecek, efendim!» dedi, yine on ya ından beri parmaklarının ucunda şŞşefkârı çözüp ba lamakla yoru-la yorula harap olan vücudunu makinenin so uk safhasına e di; ğğğtahammül edilemeyecek bir vaziyetle kokulu lambanın pis havasının, donuk ziyasıyle uradan bir şnokta ^çıkarmak, öteye bir virgül koymak için; sabırsızlıktan, üzüntüden, yorgunluktan ci erleri ğgö sünün içinde darla arak; elinde cımbız, cenkle me e ba ladı. Ahmed Cemil bu mü kül ğşşğşşsan'atm bütün yorucu, üzücü çengine pek vâkıftı, onun için mürettipli i muhar- ğ rirlikten zor bulur, bu zavallılara derin bir merhametle acırdı. Bütün gün ayaküzeri; dört yüz u ş

kadar hücreye zihnini taksim ederek; efkârı parça parça, harf harf toplayıp da ıtarak ilerilemez, ğbitmez bir i te sürat göstermek, parmaklarını zihnine yeti tirmek için içi içine sı mayarak çabuk şşğyapmak isteyip de yapamamaktan gelen bir sinir buhramyle hastalanarak, parmaklarının ucunda fikirlerin çözülüp da ıllmasmdan yava yiava zihnine bir peri anlık gelerek i leyen bu sanat ğşşşşadamlarına mahsus bir muhabbeti vardı. Bazı defalar tashih esnasında bulundukça onlara bakamazdı. Satırları gev etmek; yanlı kelimeleri harfleri birer birer ayıklamak, yerlerine şşdo rularını koymak, o binlerce mini mini eyler içinde cımbızın ucu ile gezmek, bazan bir ğşmü kül yere tesadüf etmek, sıkı mı bir satıra bir fazla kelime ilâvesi için yirmi satırı yerinden şşşoynatmak yekdi erine aktarmalar yaparak bu madenden mahlûkları arzuya itba etmek... Bütün bu ğşeylerin nasıl kan kurutucu bir cenk oldu unu dü ündükçe hayatlarını, hayatları bahasıyle ğşkazanan bu adamlara acır, onları pek ziyade merhamete ayan buldu u için severdi. şğ • Ahmed Cemil bir ey söylemi olmak için: «Yarım saate kadar biter mi?» dedi. Ba mürettip: şşş« imdi ilk nüshayı gönderirimi.» cevabını verdi. Son tashihler yapıldıktan sonra gazeteyi Şbasma a ba lamadan evvel bir nüshasını nöbetçi muharrir tashih edilmi nüsha ile tatbik ederdi. ğşşBu gece onu bekliyordu. Geri döndü, cam kapıyı açtı, merdivenden yukarı çıkıyordu, merdivenin tâ ilk kademesinde trabzana tutunmu , ba ım oraya dayamı bir siyah gölge gördü: Racü Kendi şşşkendisine «sarho ! imdi bunu ne yapmalı?» dedi... Tekrar geriye döndü, makineciyle ş şyamaklarından birini ça ırdı. Onlar tac-cüp etmediler, matbaada herkes Raci'nin bu haline ğalı mı tı, onu tutup yukarıya çıkarırken bir aralık makineci: «Bir haftadan beri dört be keredir şşşböyle geliyor!» dedi. Ahmed Cemil kendi kendisine: «Benim bulunmadı ım geceler demek oluyor.» dedi. Bu gece ğRaci'ye görünmeme i tensip etti. Zaten o da kendisini görebilecek bir halde de ildi. Ahmed ğğCemil'in odasına sedirin üzerine yatırdılar. Ahmed Cemil bu geceyi heyeti tahririye odasında bir kö eye büzülmekle ş geçirme e kadar vermi ti. Matbaa sabaha kadar Raci'nin ci erlerim söken öksürü ü ile sarsıldı. ğşğğ # # * Bu sabah Saib, Ahmed Cemil'i orada görünce: «Galiba gene içeride!...» dedi. Ahmed ba ıyle ş«Evet!» cevabını verdi. Saib, odaya girdi. Be dakika dakika sonra tekrar Ahmed Cemil'in yanma şavdet etti:— Raci sarho de il, fena halde hasta! ate ler içinde yanıyor! dedi. şğş Ahmed Cemil sarardı. Bu adam hakkında duydu u nefretle beraber ona acımaktan nefsini ğialıkoyamamı tı. Saib'in bu sözü üzerine bir gün Ahmed evki efendinin haber vermek istedi i şŞğfena netice aklına geldi, o vakit her türlü kinini unutarak bu 'hasta adamın yanına gitme e karar ğverdi. Saib'le beraber içeriye girdiler. Raci gözlerini açıp baktı, sonra yalnız bir saniye için uyanmı da tekrar derin bir uykuya dalmı gibi tekrar kapadı. Saib yalan söylememi ti. Ahmed şşşCemil Raci'ye bir ey söylemek istemedi, yava ça Saib'e: «Bir hekim getirtmeli» dedi. O vakit şşdü ündüler, tanıdıklarından Tairine adam göndermek için hatırlarından geçen isimleri tekrar şettiler, nihayet ittifak hâsıl oldu. Nedim gelmi , bugün babasına müteallik fena bir ey olaca ı hissiyle kapının etrafında şşğdola ıyordu. Eczahaneye onu «aldırdılar. ş

< Ahmed evki efendi gelip Raci'nin hastalı ı haberini alınca omuzlarını silkti, «yalnız bugün Şğhasta de il, çoktanberi hasta, fakat bugün yata a dü ecek demek oluyor» dedi. ğğş Hekimin muayene neticesi idare memurunun hükmünü teyit etti. Ahmed Cemil'e: « u haliyle Şbenim nazarımda mahkûmdur.» dedi. O vakit bütün arkada ları dü ündüler, Ahmed evki şşŞefendinin riyaseti altında bir çare aradılar, idare memuru «Hastahaneye?...» diyordu. HastaJıane!... Bu kelime Ahmed Cemil'de pek a ır bir tesir hâsıl ediyordu. Fakat ba ka bir çare? ğşZevcesiyle u halinde barı tırıp bu mü kül hastayı o zayıf âciz kadına tahmil etmek her ikisini de şşşöldürmek demekti. Lâkin hastahane?... Buna bir türlü karar vermek için cesaret edemiyorlardı. Ni- hayet Saib: «Acaba orada hususî bir odada yatırtamaz mıyız?...» dedi. Bu ümit biraz cesaret verdi. Buna çare aradılar. Saib: «Siz gazete namına bir tavsiye veriniz, a a ısını ben deruhte ederim» dedi. ş ğ Ogün Raci Saib'in refakatiyle Gureba Hastahanesinde kendisine mahsus bir odaya yatırıldı. Raci bütün bu müddet zarfında ne muhalefete, ne muvafakate delâlet eder bir kelime bile söylememi ti; hep sükût ediyordu. ş Bugün Ahmed Cemil eni tesine kar ı aralarında hiç bir ey vaki olmamı gibi davrandı. Hattâ o şşşşak am yemekte bir-le ildi i zaman bile u üç ki i ile bu yabancı adam arasında doldurulmayacak şşğşşbir fasıla mevcut oldu una delâlet eder bir ey görülmüyordu. Yalnız Vehbi bey biraz tutuk, biraz ğşciddî davranıyordu. Yeme i müteakip kahvesini kendi odasına göndermelerini rica etti. kbal'le beraber yukarıya ğĐçıktılar. Bu gece Ahmed Cemil annesine makinelere dair Ahmed evki efendi ile muhaveresi neticesinde Şbüsbütün büyüyen korkularını izah etmek için vesile arıyordu, bir aralık yukarki odada fena bir sesle lakırdı edildi i dikkatlerini celbetti. ğ Ahmed Cemil'le Sabiha hanım bakı ıyorlardı. Vehbi beyin sesi imdi yava yava yükseliyor, bir şşşşhiddet perdesi peyda ediyor, arasıra IkbaPin ince muhteriz sesini bir istirham zemzemesi gibi hafif mırıltısı fark olunuyordu. Sabiha hanım: — Yine kızı ha lıyor, dedi. Bir aralık yukarki oda şkapısının açılıp kapandı ı i itildi, bu bir saniyelik zaman zarfında Ahmed Cemil, Vehbi beyin: ğ ş«Niçin söylemiyorsun?» nidasıy-le tkbal'e ba ırdı ını i itti, sonra, yine hem iresinin yalvaran ğğşşsesi... birden yukarki muhaverenin kendisine müteallik ola-ea mı ihsas etti, «Niçin ğsöylemiyorsun?...» Demek kendisine söylemek için kbal'e bir emir veriliyordu? Đ J-fJL Oda kapısının tekrar açılıp kapandı ı i itildi; biraz sonra kbal'in yava yava , istemeyerek, ğ şĐşşmerdivenleri indi i duyuldu. Ahmed Cemil «zavallı kız geliyor!» dedi. Fakat ikbal içeriye ğgiremiyordu. Ahmed Cemil cesaret edemedi ini anladı, odanın kapısına kadar gitti, kbal ğĐmerdivenin son kademesinde dü ünüyordu... Karde ini görünce a ırdı, Ahmed Cemil eliyle şşş ş

i aret etti, tamamen içeriye çektikten sonra: «Benim için sana bir ey söylüyordu, de il mi? Ne şşğsöylüyorduysa çekinme, söyle, temin ederim ki senin rahatını bozmamak için hiçbir mukabelede bulunmayaca ım» dedi. Ahmed Cemil'in gözlerinde karde ine: «seni daha ziyade bedbaht ğşetmemek için bütün haysiyet dü üncelerini fedaya karar verdim.» Yemini okunuyordu. O vakit şĐkbal cesaret etti: — Sizin için bir gazetede bugün bir eyler varmı , bu bizim gazetenin şşhaysiyetine dokunur, diyor. A a ısını ikmal edemedi. Ahmed Cemil kıpkırmızı oldu, demek ş ğkendisi gazetenin haysiyetine dokunaca! kadar rezu~olmus__addedilivordn r^ezîî^lmıı ^.ad< ediliyordu. şĐ kbal daha ziyade söylese kendisini zaptetmekte zorluk çekece ini anladı, omuzuna dokunarak: Đğ«Haydi karde im, yukarı çık, bana söyledi ini tebli et.» dedi. şğğ Bu vak'a Ahmed Cemil'i o günkü kararlarında takviye etti, artık eni tesiyle matbaadan ştamamiyle münasebetini kesmek lâzım geliyordu. Bunda hiç zorluk görmüyordu; makineleri istirdat edecek, ya bir yere kiraya verecek yahut bir matbaa ile erik olacaktı. Kendisi de yine şmutad hayata avdet ederek ders verecek, yazı yazacak, kitapçılara hizmet edecek, bu eve yalnız yatmak için gelecek; bir aralık tahakkuk ediyor zannetti i ümidin yeniden esasını ihzar için ğçalı acak. ş Bu çalı mak azmiyle Ahmed Cemil babasının vefatından sonra duydu u kuvvet ve metanetini şğtekrar buldu. O zaman birinci defa olarak matbaa meselesindeki hatasını Sabiha hanıma anlattı, sonra tasavvurlarını izah etmek istedi. Annesi, dün gece kızına a larken bu gece o lu için a lanacak eyler i iten bu ana, cevap ğğğşşvermeyerek, dinledi. imdi bu kadında da bütün hayat ümidi, bir anne saadetinin nuhbe-sini Şte kil eden çocuklarını mesut görmek emeli; tamamen tezelzüle u ramı tı. Ahmed Cemil'in şğşmuvaffakiyet ümitleri artık üphelerle dolu kalbini tatmin edemiyordu. ş Ertesi gün sabahleyin eni tesiyle matbaada görü mek is-tiyoyrdu. Erken çıktı. şş Matbaada Ahmed evki efendi küçük penceresini açmı birisine müterakkip görünüyordu. ŞşAhmed Cemil'i görünce eliyle ça ırdı, idare memurunun tavnnda mûtaddan ba ka bir mâna vardı. ğşAhmed Cemil odasına geldikten sonra kapısını kapadı, hiçbir ey söylemeden yazıhanesinin şüstünde serilmi duran «Mir'at-ı uûn» nüshasını aldı, tâ ilk sahifenin ba ında iki satırlık bir yazı şŞşgösterdi. O vakit Cemil'in gözleri bulanarak u ihtarı okudu: ş «Ceridemizin sernıuharrirli i Osman Tayyar beyin uhde-i kiyafetine tevdi olunmu tur.» ğş Ahmed Cemil bir tahkir sillesi aknı çasına sarsıldı; bütün Tîanı güya hücum ediyormu gibi şşkulaklarında, ba ında bir u ultu i itti, elindeki gazeteyi asabi bir hareketle buru turarak yere attı: şğşş«Ah!» dedi. Sonra Ahmed evki efendinin kar ısına oturdu, kendisine acıyarak ve sükût ederek bakan idare Şşmemurunu uzun uzun seyretti: — Bu beni matbaadan kovmak demek oluyor... Ah! Bir gün evvel davranmı olsaydım, tahkirde ben tekad-düm etmi oluyordum; dedi. şş

Ahmed evki efendi gülerek: — Bu Tayyar'ı bildin ya, diyordu. Ş Ahmed Cemil onu i timiyor, kendi fikrini takip ediyordu: ş — Ah! Bir gün evvel davransaydım! imdi makineleri almalı, onlar için bir çare bulmalı — Şsonra birden zihninden bir im ek geçti — lâkin iki gün sonra taksit zamanı... şş Ahmed Cemil bütün kuvvetleri birden sönmü gibi oturdu u iskemlede kolları sallanıyor, şğgözleriyle idare memurundan yardım ümit ediyordu. Ahmed evki efendi: — Makineleri almak için bir çare bulalım. O bahis kolay... dedi. Ş Ahmed Cemil'in bu dakikada bütün çaresizli i, parasızlı ı gözünün önünde bir müthi hakikat ğğşşeklinde tayyün ediyordu. Ahmed evki efendiye: Ş — Lâkin ben büsbütün parasızım, dedi. Kendime i buluncaya kadar ne yapaca ım? — acı acı şğgülüyordu — imdi Ş V fi öl A. t± 193 makineleri bir yere naklettirmek lâzım gelse hamallar için para yok!... Ahmed evki efendi do rudan do ruya cevap vermedi: — Bugün eni tenle konu mak için beni Şğğşştevkil eder misin? O zaten bu mü kül mübaîıaseden kaçmaya vesile arıyordu. dare memurunun teklifini tehalükle şĐkabul etti. Yalnız mübahasenin esasını kararla tırdılar, Ahmed Cemil neticeyi Ali ekib'in şŞdükkânında bekleyecekti. dare memurundan sonra derdini tevdie en ziyade ayan buldu u adam Ali ekib idi. Gazetedeki ĐşğŞihtarın bütün sebebini, sırrını anlattı. Ve bunu ikisi de tekrar tekrar okudular. Ali ekib ilcide birde: — u «uhde-i kifayetine» kaydına dikkat ediyor musun? Senin için iyi bir ŞŞmâna tazammun etmiyor; diyor, sonra; «Benden sonra bo ulmak erefi sana teveccüh etmi ğşşolacak!» lâtifesiyle gülüyordu. Ali ekib bir aralık Ahmed Cemil'e bir kuvvet daha verdi: Ş — Ne için telâ ediyorsun? dedi. Benim küçük bir sermayem var, yanımızdaki dükkânı da tutar, şmakineleri oraya yerle tiririz, yava yava ... şşş O vakit yine hülya silsilesi ba ladı. Bu hülyaların arasında Ahmed evki efendinin her zamandan şŞdaha ziyade kızarmı olan çehresi göründü. îdare memurunun ilk sözüyle bütün netice anla ıldı: şş

— Herif seni çok oynatacak!... dedi. Sonra bütün mübahasenin teferruatını nakletti. Vehbi beyin cevabı mantıka tamamiyle muvafık idi. Borç Ahmed Cemil'in binaenaleyh matbaada o çalı ıp verilecek taksitleri kazanmalı. Matbaadan şçekilmek isterse taksitleri vermek için kendisi dü ünsün. Yapılamayacak bir ey varsa, o da şşmakinelerin matbaadan alınması, iltizam edilmi bir çok i ler var, makineler alınacak olursa şşi lerin kalmasından tevellücl edecek mesuliyeti kim deruhte edecek? Sonra, mukavelenin şmüddeti bitince bir çare dü ünülür... ş Ahmed evki efendi bu cevapları tadat ettikçe Ahmed Ş Mai ve Siyah — F. 13 Cemil sabırsızlıktan «Netice? Netice?...» ddye ba ırıyordu.. dare memuruyle Ali ekib ikisi ğĐŞbirden cevap verdiler. — Matbaada kalmak!... Ahmed Cemil tu yan etti: ğ — Matbaada kalmak mı? Teklif etti iniz eye bakınız. Siz o herifin ufak bir azametine ğştahammül edemediniz. Biriniz kalkıp gittiniz, di eriniz gitmek için fırsat gözetiyorsunuz. ğKendinizin tahammül edemedi iniz bir eyin en a ırını bana yükletmek istiyorsunuz. ğşğMatbaası ba ında parçalansın. Her- eyi yaparım, bundan sonra onun ekme ini yememek için şşğaçlıktan ölürüm... Amma yine yırtık pantalonlar, eski potinlerle gezecekmi im, yine kitapçı şdükkânlarında peynir ekmekle vakit geçirecekmi im, hiç olmazsa o eski esvaplar altında, o şmuhtasar sofra ba ında haysiyetimi muhafaza etmi olmakla mutmain olurum ya... şş Ahmed evki efendi bu hiddet tu yanını sakin bir çehre ile dinliyordu. Yava bir sesle: — ŞğşKarde ini, makineleri, evi ne yapacaksın?... ş Ahmed Cemil her eyi mahva kadar cesaret alacak bir âsab buhranı içinde idi: — Hepsi onun şolsun!... dedi. dare memuru omuzlarını silkiyor, «Çocuk!» diyordu. Fikrini izah etti; ona kalırsa Ahmed Cemil Đkarde ine, eve ait olan meseleleri tesviye için müsait bir zaman buluncaya kadar eni tesiyle şşmünasebeti kesmemeliydi. «Hususiyle...» diyordu, ba lamak istedi i cümlenin u ilk şğşkelimesinden sonra gözlerini manalıca süzerek muhatabının aklına bir ey getirmek istiyordu. ş Ahmed Cemil cevap vermedi, imdi kendisi de ne yapaca ında tereddüt ediyordu. Artık ba ının şğşiçinde beyni tabahhur eden bir mayi gibi i erek sanki patlamak istiyordu. ki elleriyle ba ını ş şĐştuttu; orada, bir hasır iskemlenin üstüne oturdu; artık hiçbir ey dinlemeye kuvvet bulamayarak, şşurada mah-volup bütün bu hayattan, onun mihnetlerinden kurtulmak ihtiyacını duyarak, derin bir mefturiyet içinde a lamak istedi. ğ 16 Bu günden sonra Ahmed Cemil'in o bir vakitler bir sükûn ve saadet yuvası olan mini mini evinde bir cehennem hayatı

MAÎ VE S YAH Đ 195 ba ladı. Artık matbaaya gitmiyor; Ali ekib'in dükkânında, kıraathanelerde, i sizlikten gelen şŞşmelal ile dola ıyordu. Ak amları eve gidince herkesten kaçar, odasına kapanır, orada hiç bir eyle şşşi tigal etmek için heves ve kuvvet bulamayarak yata ına uzanırdı. Eni tesini hemen hiç şğşgörmüyordu, iki üç kere tesadüfünde yüzüne bakmadı, evde herkes hazırlanan fırtınanın patlaması korkusuyle ikisinin etrafında sükût ediyordu. Vehbi bey her zamandan ziyade huysuzluklar icat ediyor, hemen her gece içeride îkbal'i ha layan şsesi i itiliyordu. ş Ahmed Cemil bu kavgalara kendisinin yabancı olmadı ını uzaktan uza a farkediyordu. Vehbi ğğbey üphesiz onun matbaaya gelmedi ini vesile ittihaz ederek IkbaFle kavgaya sebepler şğbuluyordu. Evin içinde herkes hususiyle Ahmed Cemil bu huysuzluklara tahammül için azmetmi şgibi idiler. Aralarında münasebet kesüeliden beri Vehbi bey ak amları her vakitten ziyade kaçırıyor, evvelce ştahammülü mümkün bir çakır keyiflikten ibaret kalan sarho lu u imdi bedmest-li e dönüyordu. ş ğ şğ Nihayet herkesin vukuunu muhakkak olmak üzere hissetti i fırtına taksit meselesinin zuhuru ğüzerine patladı. Bir gün Ahmed Cemil, Ali ekib'in dükkânında otururken kendisine parayı ikraz eden sarraf Şsırıtarak geldi. Ahmed Cemil herifi hiç söyletmeyerek: — Vehbi beye gidiniz, imza benim, fakat borç onun... dedi. Bu cevabı kaç günden beri hazırlıyor, bu mukabele suretinin reddedilemeyecek bir kuvveti oldu una inanıyordu. ğ Sarraf her türlü cevap almaya alı mı tebessümüyle cebinden çıkarmak üzere oldu u cüzdanını şşğtekrar yerle tirerek gitti. Biraz sonra — bu defa çehresindeki tebessümde fazla bir istihza ile — şyine geldi. Vehbi bey hiçbir ey tanımak istemiyor, «Borç kiminse o versin!» diyordu. ş Ahmed Cemil bu intizar etmedi i cevaba o kadar hiddet etti ki hemen o dakikada matbaaya ğko up Vehbi beyi bo azından tutmak, sıkıp öldürmek arzusunu duydu. Ali ekib'e: «Bir cinayet şğŞyapmaktan korkuyorum» dedi. Ali ekib evvelâ sarrafı bir iki gün sabretmek üzere savdı. Sonra ŞAhmed Cemil'in yanma geldi: — Sen hiddetle her eyi berbat edeceksin, bütün ailenin ş 196 MA VE S YAH ĐĐ

saadeti çılgıncasına bir tehevvür u runa, mahvolacak. Bana biraz so ukkanlı davranaca ını ğğğvaadet, bir çare dü ünelim... dedi. ş Fakat Ahmed Cemil artık nefsini zapta muktedir olamıyor, damlarlarının içine dü en bir ate şşkatresi o günden beri bütün vücuduna alevler akıtıyordu. imdi hiçbir eyin tamirine taraftar Şşde ildi; emellerinin birer birer yıkıldı ını gördük-.-ten sonra her eyi parçalamak, kendisi de ğğşparçalanan eylerin arasında mahvolmak istiyordu. ş .— Lâkin anlamıyorsunuz, dedi. bu adamla tekrar münasebet tesis etmek mümkün de il; zaten ğrabıtayı kesmeye de o vesile arıyor. — Evet amma eviniz elinizden gidecek; hiç olmazsa ona bir çare bulun; meselâ bu iak am şannenin, karde inin yanında onu tazyik ederek bir ey yapmak mümkündür, zannediyorum. şş Ahmed Cemil bu te ebbüsten bir necat ümidi bekleyerek de il, fakat bir ey yapmamı olmamak şğşşiçin Ali ekib'in fikrini kabul etmi , o ak am kbal'i ça ırarak vak'ayı hikâyeden sonra Ve>hbi ŞşşĐğbeye ev meselesinin muhik bir surete ircaını söyletmek istemi ti. ş i te fırtına bunun üzerine patlamı idi. Ahmed Cemil annesiyle beraber Ikbal'in getirece i cevabı şşğbekleyerek a a ıda oturuyorlardı. Vehbi bey verilecek cevap için ikbal'i tavsite lüzum görmedi, ş ğkapısı açık odasından ba ırdı ı i itildi. ğğ ş Bu adamın bütün müfrit baya ılı ı bugün tamamiyle meydana çıkıyor, ilk önce: «bir seneden ğ ğberi üzerime yük oldunuz, yeti medi de imdi karde inin borcunu bana mı verdirmek şşşistiyorsunuz?...» mukaddemesiyle ba ladı, «ben evlendiysem senin haylaz karde ini besleme i şşğtaahhüt etmedim!» cümlesi Ahmed Cemil'in kulaklarını parçalayarak a a ıya kadar yuvarlandı. ş ğŞimdi ne yapmak lâzım, gelece ini bilemeyerek, hiddetinden titreyerek birbirine bakı an ana ille ğşo ul Vehbi beyin söylediklerinin bir kısmını i itemiyorlardı. Fakat i itebildikleri parçalar bütün ğşşteferruatı anlatıyordu. Vehbi bey söylenmekte devam ediyordu, nihayet Ikbal'in muhteriz bir mırıltı gibi sesi i itildi. şKorkak edasıyle bir ey söyledi i farkolundu, o zaman Vehbi beyin büsbütün tutu tu u anla ıldı: şğş ğş — Makineler mi ?diyordu, ben adama makinelerin gölgesini vermem. Haksızlık ediyorsam dâva etsin. Hem sen böyle eylere ne karı ıyorsun? Her ak am yılan gibi beni sokmaktan zevk mi şşşalıyorsun? Ahmed Cemil imdi aya a kalkmı idi. Artık ikbal yılan olmu tu, öyle mi? Dı arıya atılmak şğşşşistedi. O zaman Sabiha hanım kollarıyle sarıldı: «Aman, Cemil! Sabret...» diyor, kollarının arasında zangır zangır titreyen bu vücudu zaptedebil-mek için parmaklarını kilitliyordu. Vehbi bey yukarıda hâlâ devam ediyordu: —• Zaten sizin içinize dü eliden beri ne oldu umu anladım, daha ilk günü bırakıp kaçmalıydım. şğÇekil, çekil yanımdan diyorum, yoksa fena ederim...

O vakit bir vücudun yukarıki odada, dü tü ü duyuldu. Ahmed Cemil imdi annesini kapıya ş ğşkadar sürüklüyor, kur-tutmak isteyerek hiddetinden bo ulan sesle; «bırak, anne bırak...» diyordu. ğO zaman Vehbi beyin atlayarak indi i duyuldu. Ahmed Cemil annesinin kollarının arasından ğsilkinerek kurtuldu. Fakat sokak kapısının büyük bir taraka ile kapandı ı i itildi, Vehbi bey ğ şgitmi idi. ş O zaman, yukarıdan bütün bu ailenin üzerine istedi i gibi tahkir levsini döken bu adamı tutma a, ğğkafasını u ta ların üzerine çarpa çarpa sürükleme e muvaffak olamadı ından, annesinin kadınlık şşğğzaafına ma lûp olarak tehevvürünün bütün ta ma meyelânmı serbest bırakamadı ından müthi ğşğşbir yeis duydu. imdi bir eyler kırmak, bir eyler parçalamak istiyordu. Annesine ko tu, iki Şşşşellerini tuttu, bu zayıf vücudu sarstı, «Ah! beni niçin bırakmadın? çıldıraca ım!...» diyordu., güya ğbir kavi pençe bo azını sıkıyor, onu bo uyordu. Ba ırmak istedi, o vakit iki eliyle yakasını tuttu; ğğğçekti, kravatı yakalı ı parçalandı; «çıldıraca ım!...» diye ba ırıyordu. Ah! bir kere a layabilse; ğğğğmüteselli olacak, asabına sükûn gelecekti. Fakat a layamıyor, bo azını tıkayan müz'iç bir ehik ğğşonu a lamaktan menediyordu. ğ Bir aralık Seher: «Küçük hanım! Küçük hanım ne yapı- i X A ±1 199 yor?...» dedi. Ah, evet, kbali?... kbal'i dü ünmemi lerdi, asıl dü ünülecek olan o biçareyi ĐĐşşşunutmu lardı. ş O vakit Sabiha hanımla Seher yukarıya ko tular; kbal bir eliyle bö rüne basarak kapının şĐğyanında, yerde inliyordu. Sabiha hanım üzerine atıldı: « kbal ne oldun? Bana baksana kbal! Ne ĐĐoldun, yavrum?...» dedi. kbal kalkamıyor ba ını kaldırıp annesine bakamıyordu. niltileri ĐşĐarasında yalnız «Hiç!» dedi i i itildi. ğ ş Hiç!... Daima hiç!... 17 O sabah Ahmed Cemil Ali ekib'in dükkânına girdi i zaman peri an saçlarından, bozulmu Şğşşçehresinden, kravatsız yakasından eski arkada ı ürktü. Henüz o bir ey söylemeden: «Ne şşoluyorsun?» dedi. Ahmed Cemil acı bir hande ile cevap verdi: — Ne oldu umu bilmiyorum, fakat iyi bir ey olmuyorum... ğş Pantalonunun cebinden buru uk bir gazete parçası çıkardı, Ali ekib'in yazıhanesinin üstüne şŞkoyarak açtı: — Dükkânını bir iki saat bırakarak beni Emniyet Sandı ına götürür müsün? dedi. ğ

imdi Ali ekib donmu tu; cevap veremiyor, bir u yazıhanenin üstünde melûl serpilen ŞŞşşküpelerle yüzü e, bir de bu sarı meyus simaya bakarak duruyordu. ğ Ahmed Cemil artık hiç bir ey saklayabilecek bir halde de ildi. Ali ekib'in teessürünü anladı, şğŞdedi ki: — Bunlar annemin küpeleriyle yüzü ü! Bir vakitler babam evi tamir için borçlandı ı zaman ğğbunları bir türlü Emniyet Sandı ına terhin etmek istememi idi. te bugün kızını ölümden ğşĐşkurtarmak için oraya gidiyor, ah! busen, ekib!... Karde imi ben öldürüyorum, zannediyorum... Şş Ali ekib ne söyleyece inde mütereddit idi: «Her eyi ifrat edersin!» dedi, Ahmed Cemil Şğşta ma a vesile arıyordu, bu söz kifayet etti: — frat mı? Karde im ölüyor diyorum, onu ben şğĐşöldürdüm diyorum, sen bana hâlâ ifrattan bahsediyorsun... Siz, hepiniz, ne so ukkanlı ğadamlarsınız! kar ınızda çıldırmı birisini görüyorsunuz da tam bir sükûnla « frat ediyorsun.* şşĐ diyorsunuz. Ah! bilsen, bütün hülyalarımdan sonra bu gün unları Emniyet Sandı ına götürmek şğiçin mecbur eden sebeplerin acılı ını hissetsen... yok, hissediyorsunuz de il mi, ekib? Bana ğğŞacıyorsun de il mi? bak, a lamamak için kendini tutuyorsun. ğğ O zaman Ahmed Cemil bu dost kalbinin u gözlerinden hafif iki katre ya akan dostun şşkar ısında, dirseklerini üzerinde annesinin küpeleriyle yüzü ü hazin bir eda ile serilen yazıhaneye şğdayadı, ba ını iki elleriyle tuttu; bir haftadan beri a layamadı ı bütün elemlerini, yeislerini orada şğğyava yava buru uk ceride parçasının üzerine salıverdi. şşş Ali ekib bu gözya larına bir hürmet ve merhametle sükût ediyordu. Nihayet Ahmed Cemil dün Şşak amki vak'ayı karde inin bö rüne tesadüf eden tekmeyi, sıkıt tehlikesini, muayenenin endi e şşğşveren neticesini kesik kesik Ali ekib'e anlattı. Ş — frat etmiyorum, de il mi? diyordu. imdi îkbal'i kurtarmak lâzım, her eyden evvel, bütün ĐğŞşdünyadan evvel bana o lâzım. Halbuki bende para yok, be para yok... ş Ali ekib bir ey söylemek için yutkundu, Ahmed Cemil söyletmedi: Şş — Bak, yalnız o mümkün de il... anlıyor musun? Eliyle sözünün katiyetini göstererek ilâve etti: ğ — Senden ve hiç kimseden... Bu son sözü söylerken Hüseyin Nazmi'yi dü ünüyordu, o ziyafet gecesinden beri Ahmed Cemil şondan firar ediyordu. Bütün bu sefaletleri ondan saklama a — esasını pek iyi1 tâyin edemeksizin ğ— lüzum görüyordu. Güya hülyalarının u inkırazıyle a kı arasına mâni bir sed koymak, kalbinin u karı ık tufanından şşşşo emeli çiçe ine bir katrenin bile sıçramasına imkân bırakmamak istiyordu. ğ Ali ekib'den Emniyet Sandı ının kapısında ayrıldı; bir an evvel eve giderek alabildi i paraları ŞğğSabiha hanıma vermek, evden çıkarken pek fena bir halde bıraktı ı ikbal'i görmek için acele ğediyordu.

Kapıyı açmak için Seher biraz gecikti, içeriye girince merdiven ba ına bırakılmı su kovalarıyle şşSeher'in peri an hali dikkatine çarptı. Onun sualini beklemeden Seher söyledi: ş — Siz gideliden beri küçük hanımdan kan bo anıyor. Ne kan! ne kan! ş Sonra kapıyı iterek kapadıktan sonra iri vücudu ile, dargın çehresiyle Ahmed Csmü'in önüne geçti. — Bu adamın bütün ettiklerini yanma mı bırakacaksınız? dedi. Ahmed Cemil'in cevap verme e ğvakti yoktu. Kendi kendisine: «Çocuk dü mü olacak, bu bence daha iyi, fakat onu şşkurtarabilirsem...» diyordu. Yukarıya ko tu, hafifçe kapıyı itti, ikbal balmumundan yapılmı sarı şşbir heykel gibi derin bir dalgınlıkla yata a yatırılmı tı. Validesi karyolanın altına seccadenin ğşüstüne oturmu , büyük musibetlerin deh et devresini takip eden sükûn zamanlarına mahsus bir şşbitkinlikle ellerini dizlerinin etrafına kilitlemi , dalgın bir nazarla meçhul bir noktaya şbakıyordu. Ahmed Cemil ayaklarının ucuna basarak ilerledi. En evvel Ikbal'e baktı. O gözleri yarı açık, dudakları solgun bir pembelikle di lerinin üzerinde gergin, terden ıslanmı saçları fildi i gibi şşşdonuk sarı duran akaklarıyle alnına yapı mı , yorgun, uzun nefeslerle uyuyordu. Onun bu şşşmanzarasından elîm bir his ile, bu sevgili vücudu bir gün yine böyle — fakat imdi yorganı hafif şhafif kaldıran u nefesler kesilmi olarak — görebilmek ihtimalinden titreyerek gözlerini ayırdı. şşAnnesinin yanma çöktü. — Dü tü mü? dedi. ş Sabiha hanım vaziyetini de i tirmeyerek ka larını kaldırdı, «belki!» diyordu, o vakit Ahmed ğ şşCemil bu bir hüküm vermeyen cevaba hiddet eder gibi oldu, «o halde yine hekimi getirmeli!» dedi, tekrar kalktı. Sabahtan beri yorulan bacaklarıyla tekrar ko mak, hekime gitmek lâzım geldi. ş Hekim ba ını sallıyor; «ate e kar ı koyabilmeli!» diyordu. Ahmed Cemil imdi tehlikeyi daha şşşşvuzuh ile görüyordu. Bu adamın a zında u söz bütün korkularının esassız olmadı ını ğşğanlatıyordu. Demek ki ate e kar ı konulamayacak olursa... şş O zaman bir medet umarak hekimin yüzüne bakıyor; ondan cesaret verecek, ümid verecek bir söz, bir i aret, bir hiç bekliyordu... Fakat bu adaman aldatmak istemeyen çehresi ş 1L -rt. JL vakur ve endi e ile dolu idi; hepsini söylememek istiyörmu -çasına basık duran dudakları şş«fena!» diyor gibiydi. imdi Ahmed Cemil hekimin tenbihlerini zaptedebilmek^ ittihaz olunacak tedbirleri anlamak Şiçin zorluk çekiyor, zihninin içinden bütün idrak kabiliyetlerini silip süpürerek götüren bir sel akıyor, bir bora geçiyordu. Sabiha hanım, o, hiç bir ey anlamıyormu , bütün hissi ve fikri donmu gibi bo nazariyle bir şşşş

onun, bir o lunun yüzüne bakıyor; artık a lamayarak kenarları yanan gözleriyle u içeride sarı ğğşdonuk benzi ölüye benzeyen kızını elinden alıp almayacaklarını soruyor gibiydi. Ahmed Cemil'e yine ko mak lâzım geldi, eczahanede saatlerle süren üzüntü içinde beklemek, şelleri, kolları i elerle, kutularla dolu bir an evvel ifa götürmek acelesiyle sokaklardan uçarak ş şşgeçmek icab etti, Ah! Onu kurtarabilece inden emin olsa böyle hiç durmadan hep ko acaktı!... ğş Bugünden sonra Ahmed Cemil'le, Ikbal'i her dakika bir parça öldüren, kurutup yakan o müthi şate arasında bir harb ba ladı. Artık evden çıkmıyor, uyumuyor, yemek yemiyor, ya amıyordu. şşşGüya kendisini ya amaktan menetmekle hayatının bir kısmını u hayatının günden güne eksildi i şşğgörülen vücuda bah etmek istiyordu. ş kbal arasıra dalgınlıktan çıkıyor, ükran ile dolu gözlerine bir tebessüm incilâsı gelerek bir Đşvakitler tatlı sesiyle evin içinde daima «A abey!» hitabıyle selâmladı ı bu sevgili karde e, ğğşkendisi u evin içinde kayboluvereeek olursa ne kadar bedbaht olaca ını dü ündükçe a lamak şğşğistedi i annesine bakıyor; ate le yanan bo azından, ci erlerinden kuru gelen sesiyle onlara ğşğğlâkırdılar ediverme e çalı ıyordu. ğş Fakat ate , o müthi humma; bütün u küçük aile halkının bir dakika yorulmayan u ra masına, şşşğ şdidinmesine ra men daima galip çıkıyor, daima bu vücudun hayatından bir parçasını koparmakta ğdevam ediyordu. Bir gece Ahmed Cemil Ikbal'i biraz rahat bırakmı tı. Kaç gündür en ufak bir gürültüyü şi itebilmek için odanın kapı ım açık bırakarak, yorganını açmayarak, yata ın üzerine öyle şşğatılıveriyordu. Bu gece biraz sakin uyuyordu, bir aralık «Cemil! Cemil...» dediler, yata ından ğatladı. Dinledi. Sahih bir ses i itmi miydi? Duramadı, tâ uykusunun derinli inden gelen bu seste şşğbir acılık vardı ki, birden kalbinde bir musibet hissi uyandırmı tı. ş Korktu u eyi imdi bir vehimden, esası olmayan bir histen ibaret görece ini ümide çalı arak ğ şşğşodasından çıktı. Karde inin kapısı tamamen kapalı de ildi, eliyle itti. O zaman Ikbal'i yata ının şğğiçinde oturmu ; gözleri müthi bir eyin tema- asıyle korkudan açılarak tâ ötede duvara dikilmi , şşşşşayaklarından ve arkasından kendisini zabta çalı an Sabiha hanımla Se-her'in arasında elleri ihtilâç şederek bir hayalden müdafaaya (hazırlanıyormu gibi gerilmi , gördü. Ko tu, «ne oluyor yarab-şşşbi, ne oluyor?» dedi. Sabiha hanımla Seher uykularından henüz bir korku ile uyanmı lara mahsus şş şa kınlık ile söyleyemiyorlar, zaten gördüklerini anlayamıyorlardı. Ahmed Cemil kollarıyle ĐkbaPi sardı, saçlarının so uk terleriyle ıslanan çehresine yüzünü yana tırdı. « kbal, karde im, ne ğşĐşoluyorsun, karde im?...» dedi; o, onu i itmiyor, iri, açık gözleriyle, o korkulu nazariyle tâ oraya, şşduvardan gelen muhacim hayale bakıyor; nefsini müdafaaya çalı arak zayıf vücudu gerilemek, ştitreyen kolları bir kuvvet aramak için u ra ıyordu. Sonra bu eller birdenbire Sabiha hanımın ğ şorada bir çare ara tırıyormu gibi dola an serseri ellerini kavradı; bir feryad; korkunç bir fer-yad, şşşsık sık nefeslerle çırpman gö sünü yırttı, artık ma lûp ve mecalden mahrum kalan ba ı Ahmed ğğşCemil'in omuzuna dü tü, ki iki karde in gözleri u dakikada son bir muhabbetle bakı tı. Ahmed şşşşCemil imdi bu zayıf vücudu kollarıyle sıkıyor, onu alıp götürmek isteyen eyden koparıp şşkurtarmak istiyordu. Fakat kollarının arasında bu vücuddan uzun bir ra e ile bir ey akıyor, bir şşşey çekiliyor gibiydi; Ahmed Cemil tekrar gözlerini kbal'in gözlerine dikti, « kbal!...» dedi. ĐĐŞimdi bu gözler onun bu feryadına kar ı sakit kaldı, hâlâ ona bakıyordu, fakat artık onlarda bir şşey noksan idi...

a h 203 18 Ahmed Cemil bu matemin içinde bir hummanın korkunç kâbusundan uyanmı gibi çıkmı idi. şşĐlk günü kalbinde bir ey u gözlerinin önünde tahakkuk eden faciaya inanmamakta devam şşederek bir ölüye kar ı son vazifelerin ifasıyle me gul olurken o kadar büyük bir acı duymuyor, şşalelade bir i görüyormu çasına ko uyordu. Fakat her ey bitip de o tabutu kaldırmak, bu eve bir şşşşdaha avdet etmemek üzere götürmek lâzım geldi i zaman bu facia bütün hakikatıyle gözlerinin ğönünde tecelli etti. Merdivenlerden sürünerek kızını son bir feryad ile selâmlayan annesinin sesi, o insanların artık her eyini unutup da bütün metaneti bir matemin kahrına teslim ettikleri şdakikaya mahsus feryadı kulaklarını yırttı. O vakit dizleri titreyerek merdiven ba ına çöktü. şTabut yabancı ellerle kalkarak, bu evi, u ana ile karde i hafif bir meyil ile selâmlıyor, gidiyordu. şşO zaman Ahmed Cemil'i, Ali ekib'le Ahmed evki efendi kollarından tutmu lar, kaldırmı lar, ŞŞşşartık nefsine bir temellük kuvveti duymayan bu vücudu o tabutun arkasından sürüklemi lerdi. ş imdi bütün o müthi günün vukuatı zihninden, uzak bir vakanın mübhem hâtıraları gibi geçiyor, Şşşu henüz on günlük vak'a, hayatında, senelerce uzak bir maziye süzülüp gidiyordu. Fakat kalbinde hep o sönmek bilmeyen ate yanmakta devam ediyordu. ş O gün güzel bir hava altında Ahmed Cemil'in matemiyle istihza ederek Halicin güne li suları şakan bir gümü deryası gibi kayıklarının kenarlarından geçip gidiyordu. ş O arkada larının hiç biriyle lakırdı etmiyor, dik nazariyle sulara bakıyordu. Sonra Eyüb'e şgeldiler, onu çıkardılar, Ahmed evki onun zihnini i gal etmek, dü üncesinden - u dü-Şşşşşünememekten ibaret olan donukluktan — velev bir dakika olsun ayırabilmek için gençli ine ait ğeski bir hâtıradan bahsediyordu. Ahmed Cemil tabutun arkasında yürüdükçe yeni bir ¦ölü geldi ine sevinerek ko u an dilencilere bakıyor, bütün bu ölüler diyarının ölüm ile ya ayan ğş şşhalkını seyrediyor, bu tabuta kendisinden ba ka u etrafındakilerin kayıdsızh ından azîm bir eza şşğile üzülüyordu. Sonra namaz zamanını beklemek lâzım geldi. Onu arkada ları bir kahvenin önünde alçak bir şiskemle üzerinde i gal ediyordu. Artık Ahmed Cemil bu günün bitmesi, bir an evvel u şşyabancılar arasından çıkarak matemiyle yalnız kalması içia sabırsızlanıyordu. Artık a lamıyordu; ğnamaz kılarken, dua edilirken, sonra dilencilerden mürekkep alay ile kabre gidilirken hep sükût ediyordu. Orada henüz bitmemi kabrin yanında yine beklemek icap etti. Mezarcılar yekdi eriyle şğkonu arak, kazmanın ucuna tesadüf etmi gömülü eski bir mezar ta ı parçasının çıkarılması için şşşçare dü ünerek çalı ıyorlar; bir a acın dibinde mahallenin bekçisi iri gümü saatini çıkararak geç şşğşkaldı ına canı sıkılmı gibi bakıyor; mezarlar üzerinde, kenarlarında, ötede beride yirmi er para ğşşsadaka alabilmek için duran kadın, ihtiyar, çocuk, sakat ve sa lam dilenci güruhu sabırsızlanarak ğbekle iyor, tabut bir kom u kabrin üzerine ihmal edilerek bırakılıvermi , son istirahat yerinin şşşhazır olmasını bekliyordu. O, bunlardan artık tahammül edilmez bir üzüntü duyuyor, bütün bu gördüklerine, kendi

matemine kar ı bir tahkir gibi ci erleri yırtılarak bakıyordu. Sonra kabir bitince tabutu iplerle şğsararak indirdiler. Kapının ba tarafını desterenin , asabı tahri eden di leri keserken Ahmed şşşCemil karnına basıyor, bu sesi i itmekten mütevellit azabı tazyik etmek istiyordu. ş Fakat sonra kabrin üzerine atılan toprak i erek karde inin ^u ehûdr.makarrı gözlerinin önünde ş şşyükseldi i zaman birden bütün açıları ta tı; o vücudu burada bırakmamak, u toprakların ğşşgasbmdan almak isteyen bir his ile iki adını attı; Ali ekib elini tuttu, onu bir ta ın üzerine Şşoturma a mecbur etti. imdi herkes sükût ediyordu; bir hafız titreyen, a layan bir sesle u taze ğŞğşkabrin üzerine ruhanî bir demet vaz'ediyordu. O zaman Ahmed Cemil ruhu ok ayan teselliye şbenzeyen tatlı bir his ile urada hafif hafif a ladı. şğ Ah! O günün hâtıraları!... imdi hep bunları birer birer tahattura çalı ıyor, o müthi saatlerin Şşşhâtıralarını sırasıyle ihya için dü ünüyordu. ş O ak am arkada ları onu eve göndermemek istemi lerdi. Yalnız kalacak olursa büsbütün fena şşşolaca ını söyleyerek kendisini o gece i gal etmekte ısrar ediyorlardı, fakat ona kabul ğşettirmek mümkün olamamı tı. Bilâkis matemine tamamiyle ş MA VE S YAH ĐĐ 205 nefsini teslim etmek, karde inin, doya doya acısını çekmek istiyordu. ş Eve geldi i zaman ak am olmu tu. Bugün Süleymaniye'-nin kalbinin enisi olan u minimini ev, ğşşşnazarına eskimi kafesleri, alçak cumbası, sıvaları dökülmü duvarları, tahta kapısı ile çirkin, şşbarid göründü. Kapıyı Seher açtı, kalbinde garip bir his vardı ki o ak am eve girince bütün bu günün vakalarını şyalan bulaca ını zannettiriyordu. Seher'e bakamadı, bu kızın kızarmı gözleriyle kendisine bakan ğşnazarından kaçmak istedi. Annesine görünme e kuvveti yoktu. Do ru kbail'in odasına kadar ğğĐgitti. Onu hâlâ orada görecekmi vehminin ma lûbu idi. Örtüleri kaldırılmı , cibinli i indirilmi şğşğşkaryolasına kadar gitti; bir müddet oraya baktı, sonra hemen oraya seccadenin üzerine atıldı, birinci defa olarak feryad ihtiyacını zaptetmek istemedi; orada ba ırarak, kıvranarak imdi bu evi ğştamamen bo bırakan karde i için kana kana- a ladı. şşğ — Niçin bana öyle bakıyorsun, Cemil? — Bilmem, sana bakıyor mu idim?... Ö ünden beri hayatından bir yarım asır geçmi gibi çökmü , ihtiyar olmu idi. Öyle dalgınlıkları ğşşşvardı ki saatlerle sürerdi. Artık dü ünmek melekesinden tecerrüd etmi gibi bir . lakırdı şşsöylenirken bo gözlerini diker, öyle durudu. ş Bugün Ali ekib'in dükkânında yine gözleri arkada ına tesadüf etmi duruyor, fakat onu Şşşgörmüyordu.

Ali ekib elinden kalemini bırakarak defterini kapadı, artık onu biraz sarsmak, ona biraz kuvvet Şvermek zamanı geldi ini anlamı tı. Tâ yanma kadar geldi, yüzüne bakarak: ğş — Cemil, artık bu dü ünceye bir hatime vermelisin! dedi. ş Ahmed Cemil cevap vermeyerek dinliyordu: — Dünyada hiçbir kimse tasavvur edemezsin ki hayatından hiç olmazsa bir büyük matem geçmi olmasın. Sana çarpıldı ın musibete kar ı kayıdsız, fütursuz davran, demiyorum, mümkün şğşolmayacak eyler tavsiyesinden ne faide çıkar. Fakat sen her eyden evvel kendi hayatını şşdü ünmekle mükellefsin. ş 206 MAÎ VE S YAH Đ Bak, bugün ne yapaca ını bilmiyorsun. Evde bir annen var ki yegâne ümidi senden ibaret, bir ğeviniz var ki küçük bir tedbir noksanıyle elinizden gidabilecek, o herife kaptırdı ın makineler var ğki kurtarmak lâzım, bunlardan sonra fakat hepsinden mühim olarak sen varsın... Bak, yine yüzüme artık ya amaktan vazgeçmi bir adam gibi bakıyorsun; biraz kendini silk, biraz şşdamarlarındaki kanının cevelânım duy, gerçekten, hayattan vazgeçecek kadar ümitsiz, hulyasız mısın? Artık bu toprak parçasının üzerinde görülecek i in kalmamı oldu una ciddî bir kanaatle şşğhükmediyor musun?... Ahmed Cemil imdi arkada ından gözlerini ayırmı , dalgın bir nazarla mübhem bir noktaya şşşbakıyordu. Ah! Hayatının o ümidi o hülyası!... imdi onu kendisinden ne kadar uzak görüyordu. Ş Ali ekib devam ediyordu: Ş — Bence artık bu uyu uklu a bir fasıla vermek zamanı gelmi tir. Biraz tesviye edilecek eyleri şğşşdü ünmek lâzımgelir, zannederim... ş Ahmed Cemil aya a kalktı, arkada ının önüne dikilerek: ğş — Her eyden evvel tesviye edilecek di er bir ey var ki onu unutuyorsunuz. şğş Gözlerinde imdi vah î bir nazar vardı. Ali ekib arkada ının hiç alı ılmamı olan bu nazarından şşŞşşşürkerek: — Neyi unutuyoruz? dedi. — Karde imi öldüren adamı! Onu insanların adalet pençesine teslim etmek benim en evvel şdü ünülecek vazifem de il mi? şğ Ali ekib imdi arkada ının hayretle yüzüne bakıyordu. Kendi kendisine! «Zavallı çocuk! Şşşdiyordu, ne ile isbat edecek? Ondan bu suretle mi intikam almak istiyor?» Arkada ı için imdi şşba ka bir tarzda merhamet duyuyor, hem iresinin intikamını almak ihtiyacı içinde onu esbabını şş

tedarik imkânından mahrumiyetini dü ünerek aczinin bütün acılı ını hissediyordu. u dakikada şğŞbu meseleyi fikir selâmetiyle muhakeme edemeyece ini anladı, dü ündü ünü söylemekten ğşğiçtinap etti, ba ını sallayarak: — Pek yapılmayacak ey de il, fakat bu mesele yine sırf hissiyata şşğait bir ey! Ben bilâkis seni biraz maddî i lere sevketmek istiyorum; dedi. şş Ahmed Cemil cevap vermek üzere idi. Ahmed evki efen- Ş JMA VÜJ S YAH ĐĐ 20T dinin kapıdan giren göbe i göründü; o, vakit buldukça matbaadan sıvı arak buraya gelir, eski ğşarkada larıyle biraz dereden tepeden bahsederdi. ş Bugün Ahmed Cemil idare memurunu görünce bir tes-Jiyet nefesi aldı. Karde inin vefatından şberi ondan bir ey sormak istiyor, cesaret edemiyordu. Bugün be dakika evvel Ali ekib'in şşŞba ladı ı muhavere tertibine de lüzum görmeyerek Ahmed evki efendi mukaddeme tertibine de şğŞlüzum görmeyerek Ahmed evki efendi göbe inin sikletini dinlendiren bir nefesle henüsr Şğsolumakta iken sordu: — Sizden bir ey anlamak isterdim, fakat bana tamamen do rusunu söylemenizi iddetle rica şğşederim. Karde imin vefatına dair o herifle elbette bir lakırdı etmi sinizdir. Size ne dedi? ve onun şşvefatı haberini ne suretle telâkki etti? Ahmed evki efendi evvelâ bu suale taaccüp ediyor göründü, sonra kendisine mûtad olan Ştavrıyle omuzlarını silkti: — Ne için do rusunu söylemekli im için ısrar ettin? Sana hakikati süsleyerek söylemek için bir ğğsebep var mı? Zaten bunu benden sormaya lüzum gördü üne de a arım, onu iyice anlamı isen ğş şşvak'ayı ne yolda telâkki etmi olaca ını da tasavvur edebilirsin, Benimle uzun uzadıya lakırdı şğetmedi, ertesi sabah: «Dün cenazeye gitmi siniz. Vah vah: teessüf ettim, iyi kızdı, isabet oldu ki şmünasebeti kesmi bulunduk, yoksa çok muztarip olacaktım!» dedi, o kadar! Sen daha ziyade şbir ey mi bekliyordun?... ş Ahmed Cemil sükût ediyordu. Bir adamın insanlık duygularından bu derece mücerred olabilece ine delâlet eden hikâyeler i ittikçe mübalâ aya hamlederdi. Bir sene zevci sıfa-tıyle ğşğya adı ı bir vücudun hahvına sebebiyet verdikten sonra bu kadar kayıdsızlık gösterebilmek için şğbir kalbin ne büyük kuvveti olmak lâzım gelece inde tnütehayyir idi. ğ Ali ekib'e baktı, imdi Vecdi beyin idare memurunun a zında ba ka bir istihza manasıyle Şşğşmazmunu teeyyüd eden o sözü hepsinde mütalâa beyanına imkân bırakmayan a ır bir nefret ğuyandırıyordu. Bu sırada dükkânın kapısından içeriye billur gibi çıngıraklı bir çocuk sesinin «Havadis!...» dedi ini i ittiler. Bu sese hep â inâ çıkarak ba larını çevirdiler, kapıdan gülümseyerek . kendisini ğşşşgöstermek isteyen Nedim'i gördüler.

208 MA VE S YAH ĐĐ Ahmed Cemil sordu: — Nedim, sen müvezzi mi oldun?... Çocuk sevinçle cevap verdi: — Bugün ba ladım, beyimî... ş O vakit Ahmed evki efendi Vehbi beyin bir gün evvel Nedim'e izin verdi ini anlattı. Çocu un Şğğhaftada aldı ı be on kuru u çok görmü tü. Ahmed evki efendi ona küçük bir sermaye vermi , ğşşşŞşdaha1 ziyadesini yapmaya muktedir olama-yarak çocu u hiç olmazsa müvezzili e sevketmi ti. ğğş Ahmed Cemil Nedim'e bir ey sormak istiyordu, evvelâ tereddüt etti, sonra cesaret gösterdi: ş — Baban nasıl, Nedim, haberin var mı? O vakit çocu u bir saniye evvel kendisini serbest bir meslek sahibi görmekten tevellüt eden ğne vesi uçarak gözlerini birdenbire hüzün kapladı: ş — Babam mı?... Bilmem... dedi, sonra içini çekerek ilâve etti: — Dün annem gitmi , iyi de ilmi !... şğş O zaman üç arkada hayretle bakı tılar. Nasıl, bu kadın o kadar i kencelerine tahammülden şşşsonra kendisini terkedip sefalet içinde bırakan bu adamı affedecek kuvvet bulmu mu? ş Ahmed Cemil üçünün de birden aklına gelen bu mütalâayı tefsir etmek için: — Zavallı kadınlar! dedi. Nedim'in billur sesi Babıâli yoku undan a a ıya do ru uzaklanarak kayboluyordu: Havadis!... şş ğğ Ahmed Cemil arkada larına sıra ile bakarak dedi ki: ş — Bana refakat edebilir misiniz?... — Ne için? dediler. Ahmed Cemil hastahaneye gitmek, o da Raci'yi affetmek istiyordu. Teklifini hemen kabul ettiler. Ali ekib dükkânı kapamaya karar verdi. Ahmed evki efendi matbaadan iki ŞŞsaat gaybubet edece ini haber verip avdet etmek üzere ayrıldı. ğ Ahmed evki efendinin dar yerlere zor tahammül eden iri göbe iyle soluyarak giri ine arabacı Şğşgülüyordu. Arabanın sarsıntısından yoku a fazla bir zorluk ilâve edecek bir vü girdi ini farkeden şğbeygirlerin bile kulaklarında endi eye ş MA VE S YAH ĐĐ

209 lâlet eden bir hareket oldu. Ahmed Cemil kar ıya oturdu, Ali ekib «Yenibahçe'ye!» emrini şŞverdi, günde onaltı saat istanbul'un ini li yoku lu sokaklarında u makasları bozuk sandukayı şşşsürüklemekten bizar olan hayvanlar yerlerinden oynadılar, yorgunluktan kırılmı bacaklarıyle şyoku u tırmanmaya ba ladılar. şş Ali ekib solda kütüphanelerden birini göstererek Ahmed evki efendiye bir ey anlatıyordu. ŞŞşAhmed Cemil arabanın gürültüsü arasında i itemiyordu, kula ına yalnız bazı kelimeler geliyordu: şğ«Silik para... Akçe farkı... Kitapçılarla sarraflar...» Dikkat etmedi, bu zaten bilmedi i bir mesele ğde ildi. Pencereden soka a bakmayı tercih etti; Çetnberlita 'tan, Beyazıt'tan geçtiler, Aksaray ğğşyoku unun ba ına gelince Ahmed Cemil'de çoktan görülmemi yerlerin tekrar tema asından hâsıl şşşşolan bu tahattur lezzeti uyandı. imdi hem n onbe sene oluyordu ki Aksaray'ı görmemi ti. Hele Şşşşdaha ötesini hiç bilmezdi. Yenibahçe'nin namını i ittikçe burasını istanbul'un hemen haricinde, şsahraların ye illiklerine sı ınmı bir sayfiye gibi tevehhüm ederdi. Onbe sene evvel? Kendi şğşşkendisine o zamana ricat ediyordu. O vakitler Aksaray caddesi henüz ehza-deba ı'yle ŞşDireklerarası'na ma lûp olmamı tı. imdi Vezne-dler'i dolduran ramazan e lencelerinden bir ğşŞğkısmı o zaman bu sokakta halkı han içlerine toplardı. Zavallı babası!... Zihninde müphem hâtıra levhaları uyanıyor, kendisini bir ramazan gecesi babasının yanında tiyatroya gitmek için bu soka ı inerken görüyordu. O zaman ne kadar mesut idi! On ya mda-M çocuklara mahsus daima ğşta maya müheyya ne ve ile o vakit her sözlerini tuhaf buldu u o oyunculara, hele uzun fesli ibi e şşğşne kadar gülmü tü! imdi bunların hepsinden uzak! Hele babasından... Ya onu takip eden ikinci şŞmatem darbesi! Demek hayat dedikleri ey böyle sonuna kadar müthi darbeler toplamakla şşgeçecek. Bir aralık annesi hatırına geldi; birgün onu da, hayatının biricik servetini, münferit tesliyetini de kaybedive-recek olursa ne yapacak?... imdi manav, kasap, bakkal, a çı, helvacı dükkânlarının teselsülü gözlerinin önünden geçerken Şşo, bu korkunç ihtimali dü ünüyor, o matemin vukuu imkânına titriyordu. ş Bir aralık Ahmed evki efendi: — Hele yoku bitti; dedi. Ahmed evki efendi araba ile yoku ŞşŞşinmeyi yayan yoku çık- ş Mai ye Siyah — F. 14 nıak kadar zor bulurdu. Artık kalabalık azalıyor, Aksaray caddesine hayat veren hareket burada kesilmi oluveriyordu. ş O zaman araba bir ıssızlık içinde yuvarlanma a' ba ladı. Ahmed Cemil'in gözleri tek tük ğşdükkânlarla su ta ıyan bir u aktan, bir tarafta ceviz oynayan dört çocuk zümresinden, beride şşşemsiyesine dayanarak yava yava yürüyen bir efendiden mürekkeb nadir hayat eserleriyle şşsükûtî bir hüzün ha-vasıyle dolu bu soka ın perdeleri inmi kafesli pencerelerini tema a ediyor; ğşşbu tahta evlerin renk renk cephelerinde okunan tefekkür sükûtuna dalıyordu. Araba, atlarında, kaldırımların ta larından sekerek, bozuk makaslarının üzerinde sarsılarak, bir şu ultu içinde sürüklenip gittikçe, önünde akıp gitti ini gördü ü u sakit hayat levhalarının gizli ğğğ şkö elerine giriyor; sonra fikri bu sokaktan ayrılarak iki tarafa bükülen sokaklardan daha ilerisine şhülyasını sevkediyordu.

Bütün o sakin mahalleleri, ehir hayatının o sükûn muhitini dima ının içinde görüyordu. şğ O buralarda duyulan istirahat kokusundan ne kadar uzaktı! Süleymaniye'nin mini mini evi, o da burası gibi saadet sükûnu içinde de il miydi? Halbuki o bütün emellerinin ematet ve tarakasını ğşgetirmi , o sükûnun içme atarak bu saadet yuvasını bir fırtınanın velvelesine bo mu tu. şğş Ne olurdu, o da bir dairede mukayyid olsaydı, i tihar emeli arkasında ko masaydı da kendisine o şşevin sükûtu ile uygun olacak bir hayat vücuda getirseydi? Ahmed evki efendi: — Geliyoruz!... dedi. Ş Araba durdu. Ali ekib'le Ahmed Cemil atladılar, Ahmed evki Efendi inleyerek kapıdan ŞŞsıyrıldı, basama a korka korka basarak hopladı. ğ Onlar kapıcı ile görü ürken Ahmed Cemil bu binanın kar ısında so uk bir his duydu, kendi şşğkendisine: «Bir de u pencerelerin içindeki hayat var!» diyordu. Burası nazarında bütün be er şşhayatının mücessem ve sefalet muhassalası gibi yükseliyordu. Bütün ekmeksiz kalmı aileler, satıla satıla nihayet son servet olan yorgan da gittikten sonra şhastahane yata ına dü en hastalar, memleketinde kendisini bekleyen çocuklarını dü ünerek can ğşşçeki en babalar, türlü emellere veda ederek bu- ş rada ellerinden kaçmak isteyen hayatı salıvermemek için cenk eden gençler, bütün be eriyetin şiltiyam bulmaz yaralan bir an içinde aklına geldi, daha sonra Raci'yi dü ündü... ş Acaba onu ne halde görecekler? imdi merdivenleri çıkmı lar, dehlizlerden geçiyorlardı. Ahmed ŞşCemil burada pencerelerin önüne birikmi ayakta hastalar, ko u larının içinde yay takları şğ şgörüyordu. Bir ko u un önünden geçerken bir hastanın iniltisi arasında di er bir yataktan güftesiz ğ şğbir na me i itti, kendi kendisine: « üphesiz bir genç!» dedi. ğşŞ Dehlizde duranlar hayretle kendilerine bakıyorlar, böyle, bir ziyaret gününün haricinde gelenîeri bir resmî adam zannederek selâma duranlar oluyordu. Ahmed Cemil bunların içinde ne eli şçocuklar, hastalı ının vehametini idrâk edemeyen zavallılar gördü. imdi bütün bu manzaradan, ğŞba tan ba a insanlı ın feci levhası eklinde deh etini gözlerinin önüne seren bu yerden kaçmak, şşğşşbir an evvel kurtulmak istiyordu. Bir el çelikten tırnaklarıyle kalbini sıkıyor, bir ses: «Bak, bir de bu hayata; bu sefalet sahnesine bak» diyordu. Artık hayatın felsefes:nden ne._ kadar uzak oldu unu, kendisinin nasıl ğy^^ J^^eme^Jı^ Lpt^Je^in^çûa^^^içye-rek bir hülya âlemi aradı mı hissediyor, müstehzi bir ğşğseda gülerek: «Ah:_SeninjtrıüneKver__hulyaların.« . çiçekli, emaların...» diyordu.. ş Artık gelmi lerdi, kendilerine refakat eden hizmetkâr çekildi, içeriye girdiler, Raci'ye bir küçük şoda tahsis etmi lerdi, orada yata ın üzerinde dalgın yatıyordu. Ayak seslerini i itince gözlerini şğşaçtı, arkada larını tanıyınca yata ında do ruldu. Artık yaln-z kalmaktan usanmi tı. Onların şğğşgeldi ine bir çocuk gibi sevindi... Te ekkür edecek kelimeler bulamıyordu, yer gösterebilmek ğşiçin telâ etti. Yalnız bir sandalye vardı ki Ahmed evki efendiye verildi, Ali ek'b yata ın şŞŞğ


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook