Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Mai Ve Siyah-Halid Ziya UŞAKLIGİL

Mai Ve Siyah-Halid Ziya UŞAKLIGİL

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 13:44:56

Description: Mai Ve Siyah-Halid Ziya UŞAKLIGİL

Search

Read the Text Version

kenarına ili ti, Ahmed Cemil ayakta kaldı. Raci onun bir türlü ayakta kalmasına razı olamıyordu. ş« uraya siz de sıkı ırsınız...» diyordu. Ahmed Cemilin ayakta kalmak için ısrarına kar ı sükût Şşşetti. imdi sualler ba ladı, buraya geleliden beri matbuat âleminin vukuatını ö renmek istedi. ŞşğAhmed evki efendi anlatıyor, bu âlemin kendine mahsus havasım naklediyordu. Bir aralık Raci ŞAhmed Cemil'e baktı: — S;z de matbaadan çıkmı sınız, teessüf ettim! dedi. Ahmed Cemil dikkat şediyordu. Raci'nin yalan söyledi ini, teessüf de il bundan bir memnuniyet hissederek vak'aya vukufunu ona söytlemekten ğğde bir intikam lezzeti duydu unu fark etti. Fakat o artık Raci'yi tamamiyle affa meyyal idi. Yalnız ğRaci kendisini affetmiyordu, haset hissi u ölüm yata ında bile ona kin telkin etmekten hâli şğde ildi. ğ Onlar Raci'ye kendisinden bahse cesaret etmediler, buna lüzum da yoktu; Raci'nin artık bitmi şoldu una çökmü yanakları, bir veremli simada ölüme tekaddüm eden bu câmid rengi, gözlerin ğşsönme e müheyya bir kandil ucunda parlayan ziya bakiyesini andırır nigâhı ehadet ediyordu. ğş Ahmed evki efendi bir aralık saatine baktı. O ısrar ediyor, «daha oturunuz, daha sorulacak çok Şşeyler var,» diyordu, fakat artık suallerin a a ısı gelmiyordu. Her eyden bahsetmi idi, yalnız ş ğşşkarısıyle Nedim'i unuttu. En nihayet kendisi hakkında bir rey almak için, müteverrimlere mahsus bir müs-tantik inceli iyle: «Ben de artık bir haftaya kadar çıkarım, zannederim, biraz öksürükle ğdermansızlık var, kuvvet için ilâç alıyorum. Yürüyebilecek bir hale gelirsem hemen dı arıya can şataca ım,» dedi, sonra onların «elbette!» deyi lerine mukabil «bir daha içmeyece im. Beni çok ğşğsarsmı » mütalâasıyle bir cevap ekledi. Ahmed evki efendi tekrar saatine bakıyordu. Ahmed şŞCemil bir cevap verme e cesaret bulamayarak ilâç i elerini muayene etmekle me gul oldu, ğş şşyalnız Ali ekib, «ya, hep o içkinin seyyi'esi de il mi?» diyordu. Şğ Çıkarken tanıdıklardan bir genç tabibe tesadüf ettiler, o: «Arkada ınıza ben bakıyorum.» dedi. şAhmed evki efendi: «ümit var mı?» diyordu, tabip cevap verdi: «— Ümit ne vakit kesilir?...» Ş Ali ekibin dükkânına geldikleri vakit cam kapının aralı ında bükülmü bir kâ ıt parçası Şğşğbuldular, üzerinde «Ahmed Cemil bey için» kelimeleri vardı. Ahmed Cemil, Hüseyin Nazminin yazısını tanıdı. Tezkere hemen orada kur un kalemiyle karalanıvermi dört satırdan ibaretti. şş «Hedefi oldu un müthi darbeyi haber aldım, matemine tamamen i tirak ederim. Seni görmek, ğşşelini sıkmak için ihtiya- MAI VE S YAH Đ 213 ¦cim var. Seni birçok defalar aradı ım halde ele geçirmek mümkün olmadı. Yarın sabah gelip ğbeni idarede gör. Seni ne kadar me guliyet arasında dü ündü ümü tasavvur edebiisen müteha -sis şşğolurdun. Sana verilecek bir çok havadisim de var.» Son cümleye Ahmed Cemil hepsinden ziyade ehemmiyet verdi. Hüseyin Nazminin ne havadisi

olabilir? Bir aralık sabırsızlı ından gidip kalemde aramak istedi; arkada larından ayrılarak Babıâliye ğşgirdi, odacıdan soru: — Hüseyin Nazmi bey? O kalemden çıkalı bir saat olmu tu. Kendi kendisine «yarma kadar beklemek mümkün de il, şğmerakımdan çatlayaca ım... Kö ke gitsem ne olur?» dedi. Kö ke gitmek çâresi aklına gelince ğşşartık duramıyordu. Hüseyin Nazmi'nin verece i havadisi ö renmek için sebepsiz edid bir arzu, ğğşkavi bir ihtiyaç hissediyordu. Eve kadar gitti, o ak am Erenköyü'ne gidece ini haber verdikten şğsonra bir an evvel yeti mek için yoku lardan uçarak indi. Köprü'de vapuru beklemek lâzım geddi, şşbura-^ da geçirdi i yarım saat bir uzun gün kadar sürdü. ğ Bir aralık kendi kendine: — Ya henüz köye avdet etmemi se!... dedi. Fakat burada beklemek şmümkün de ildi, Hüseyin Nazmi'nin tezkeresini alır almaz birden inki af eden bir his ğşErenköyü'ne gitmek için onu sürüklüyordu. Lâmia'ya tekrar, bir kere daha, tesadüf etmek ümidi imdi kalbinde bütün hissiyata galebe etmig. şonları ıskat ederek yalnız o sesini yükseltme e ba lamı idi. Onun hakkındaki derin meftuniyeti, ğşşgeçirdi i ıstırap devresi: arasında biraz iddetini kaybetmi , ba ka hislere yerini terkederek ğşşşsusmu idi; fakat Lâmia'dan bir â ıkane haber getirmi gibi onun karde inin u yazısında, u kâ ıt şşşşşşğparçasında, güya bir parça onun sıcaklı ını duyarak birdenbire o sevda ate i bütün kuvvetiyle ğşyeniden alevlenmi idi. ş Kö kün çıngıra ını çekerken, böyle bir gün kapıyı onun açtı ını tahattur ederek onun şğğmütebessim simasını kar ısında görecekmi , vehmiyle, titriyordu. Kapıyı bu defa u ak açtı. — şşşBeyefendi geldi mi? Hüseyin Nazmi'nin geldi ini haber aldıktan sonra bir in irah duydu. Merakını halletmek için ğşburada da beklemek lâzım geleydi! Hüseyin Nazmi'ye ilk sözü bir sitem oldu! — Verecek havadisin ne oldu unu söyleseydin de buraya yorulmasaydım olmaz mıydı? ğ Hüseyin Nazmi gülüyor, haber vermedi i için pek iyi etmi oldu unu söylüyordu. Sonra birden ğşğarkada ının, iki hafta içinde büyük bir hastalıktan çıkmı dibi duran zayıf, çökük çehresini, şşaltlarında birer siyah daire beliren gözlerini, musibetin kahrıyle hırpalanarak ihtiyar olmu şgörünen bir vücudu görünce Ahmed Cemil'in kar ısında gülmek de il a lamak lâzım gelece ini şğğğhissederek durdu. Ahmed Cemil de u dakikada büyük matemlerden sonra birbirini seven iki şkalbin ilk tesadüfünde hissedilen a lamak arzusuyle Hüseyin Nazmi'ye bakıyordu. O vakit ğikisinin de gözlerinde daha o mateme dair bir kelime teati edilmeden seri ihtilâçlar hâsıl oldu. Ahmed Cemil kendisini zaptetti. Fesi ile pardesüsünü çıkarıp fırlatmak için arkada ının şgözlerinden gözlerini ayırdı: — Verece in havadisi söyle... dedi. ğ — Havadis!... Gidiyorum, o kadar... —¦ Nereye gidiyorsun?

— Yalnız orası belli de il. Te ebbüslerimi biliyordun, sefaretlerden birine tayin edilmek için ğşdaima u ra ıyordum, nihayet... ğ ş Hüseyin Nazmi ellerini u u turuyor, arkada ından sevincini saklayamıyordu: ğ şş — Nihayet tayin edilmek üzereyim. Paris, Londra, Brüksel, Madrid velhasıl bir yere; benim için ilk meslek kademesini te kil edecek bir yer olsun da... ş Hüseyin Nazmi'nin çocukça sevincine kar ı Ahmed Cemil duruyordu. Bu mesud refiki, zengin şbir babaya, emin bir hayata malik olduktan sonra istikbaline parlak bir meslek 'hazırlayan bu arkada ı kıskandı ı için de il, fakat bunlar hep bo a çıkan emellerini, bahtsız ba layarak yine şğğşşbahtsız devam edecek gibi görünen hayatının muhrumiyetlerini takrir etti i a ır bir yeis duydu. ğ ğ însan kendisinin sefaletinin derecesini bir servetin ihti amı yanında, bedbahtlı ının bir hükmünü şğbir saadet nümayi i kar ısında daha büyük bir acı ile anlar; bu bir saniye zarfında tâ şşmukaddemesinden u ana kadar ikisinin hayatını te kil eden tezad silsilesi fikrinin içinden geçti. şş MA VE S YAH ĐĐ 215 — Ne dü ünüyorsunuz, Cemil? ş Tebrikte teahhur ederek aldı ı habere kar ı durgun kaldı ına utandı, bu suali ba ka bir sual ile ğşğşiptal etmek isteyerek: — Demek hemen gidiyorsun? dedi. Hüseyin Nazmi'nin hemen gitmesi onun için bir ba ka ehemmiyeti haizdi. O gidecek olursa şLâmia ne olacak? O bulunmadıkça mesele birçok zorluklar kesbediyordu, hiç olmazsa ondan bir vaad alacak olsa... Hüseyin Nazmi diyordu ki: — Kimbilir? Zannetmem ki o Ttadar çabuk gidebilmek mümkün olsun... Resmî muamele hiç olmazsa bir ay sürer, ondan sonra... Ha, sana verecek ba ka bir haber şvar, buna da ayrıca memnun olacaksın... Ahmed Cemil bu ikinci eyi bakleyerek arkada ının yüzüne bakıyordu, o gülerek söyledi: şş — Senin küçük Lâmia'yı veriyoruz... Ahmed Cemil'in kulaklarına' ıbir ey tıkandı, Hüseyin Nazmi'nin sesini bir u ultu içinde duydu. şğGözleri bulandı, durdu u yerde vücudu sallanıyor zannetti. Veriyoruz, ne demek? Bu kelimenin ğba ka bir mânası olup olmayaca ını dü ünüyordu. Nefesi tıkanarak sordu: şğş — Ne demek?...

Hüseyin Nazmi alay ediyordu: — Ne demek olacak? Ben gidiyorum, eve bir eni te geliyor... ş Ahmed Cemil u dakikada Hüseyin Nazmi'ye hücum ederek ba ırmak hevesini duydu, u sözler şğşa zından ta mak istiyordu : ğş — Demek beni aldattınız?... Demek onu bana vermeye-cekdiniz?... Lâkin bilmiyorsun ki ben ona malik olamazsam benim için hayat bitmi tir, ölmekten ba ka bir ey kalmamı tır? şşşş Bo ularak: — Tebrik ederim! dedi, fakat artık lâkırdıya devam edebilmek için kuvveti yoktu, bir ğiskemleye dü mek nev'inden oturdu. Nefsini zaptederek bir ey ilâve etmek istiyor, fakat bir şşkelime daha söylerse saklamak istedi i bu müthi ıstırabı, u imdi kalbini kıvıran vah î ye'si ğşş şşgizleyememek-ten korkuyordu. Kendi kendisine: — Mümkün de il, alay ediyor, imdi bana: «Hayır, Lâmia sesindir!» diyecek... ğşLâkin ben, ah ben!... imdiye kadar söylemeli de il miydim? Ya beni anlamamı , Şğş Lâmia'nın benim hayatıma lâzım bir ey oldu unu hissetmemi ise?...» diyordu. şğş Bir aralık aklına son bir ümit geldi, «Belki henüz bitmi bir mesele de ildir.» dedi, aksini haber şğalmaktan ürkerek istizaha hizmet edecek bir ey söylemekten çekiniyordu, fakat sabredemedi: — şDemek izdivaç meselesinin takarrürünü bekleyeceksin? — Hayır, o takarrür etmi bir mesele, fakat dü ün teah-hür etse bile hiç olmazsa nikâh şğmerasiminde hazır bulunmak istiyorum. Ah bilsen Cemil, imdiden kendime nasıl bir hayat ştâyinine ba ladım... ş O zaman Hüseyin Nazmi tasavvurlarını anlatma a ba ladı Tâyin olunaca ı memlekete göre bir ğşğhayat tarzı ihtiyar edecekti, bir yandan resmî vazifesiyle me gul olarak; bir yandan da bir şmektebe, ya hukuka, ya siyasal bilgilere, yahut güzel sanatlardan birine intisap edecekti. Anlatıyor, kendisini kımıldamadan sabit nazarlı gözleriyle dinleyen arkada ına uzun uzun şemellerinden bahsediyordu. Ahmed Cemil kar ısında anlamadı ı, duymadı ı eylerden bahseden bu adama o bo ve sabit şğğ şşnazariyle bakarken ba ka bir âlemde gibiydi. Kendi kendisine: — Ah! Mümkün de il!... diyordu, şğbütün hülyalarımı kaybettim, fakat bunu, evet, hayatımda yalnız bunu muhafaza etmek isterim... Bu i itti im eyler hep yalan olabilir, onları umulmayan bir vak'a alt üst edebilir, Lâmia'yı şğşba kasına vermek beni öldürmek demek olaca ını u kar ımda gülerek hülya kuran adam şğşşanlamalı, de il mi?... Ya o, Lâmia, kendisi?... ğ O vakit Ahmed Cemil Lâmia'nın parlak ve siyah gözleriyle kendisine tatlı bir tebessüm içinde kavî bir sadakat vaadi yolladı ını görüyordu. A kının bütün muhtasar tarihini teferruat ve ğştafsilâtıyle zihninden geçirdi. •••- Hepsi hâtırasından birer birer geçiyordu; Lâmia'nın çocuklu una ait vak'alar^ Bon ğMarche'deki tesadüf, bir ak am burada gezerken gözlerinin selâmı, daha sonra o edebî şmüsamere... Ya o defterin altına yazdı ı iki kelime, yalnız Lâmia'nın muhabbetine bir senet ğhükmünde de il miydi ? imdi zihninde Lâ-mia'yı babasının, annesinin ısrarına kar ı nefsini ğŞş

müdafaa edememi bir zavallı sıfatıyle görüyor; kendi kendisine: « htimal ben burada kalbimin şĐkoptu unu hissederken o da yukarıda a - ğğ M A VE S YAH 217 ĐĐ lıyor!...» diyordu. Ah! Onun kendisi için a ladı ını bilse, evet, bunu mümkün olup da görse, ğğyalnız bununla müteselli olacak, yalnız bu mükâfata mukabil onu kaybetme e muvafakat ğedecekti... Bir aralık: — Lâkin ben ne kadar cebîn bir adamım. Niçin hepsini Hüseyin Nazmi'ye söylemiyorum? Neden imdi bütün hakikati itiraf ederek: «Onu bana ver, o benim olmayacak şolursa, hayat artık ta ınamayacak bir yük hükmünde kalacak.» demiyorum; dedi. Sonra bütün şzavallılı ı, fakirli i mesleksizli i aklına geldi. Lâmia'yı ne sıfatla talep edecek? Onun dest-i ğğğizdivacına nasıl hak iddia edecek ? Lâmia kendisinden ne kadar uzak, ne kadar uzaktı!... «Lâmia'yı bana veriniz» demek, hususiyle bugün onun bu derece biçareli inde bu iste e cesaret ğğetmek: «Beni evinize kabul ediniz, beni doyurunuz, beni besleyiniz» demek mesabesinde de il ğmiydi? Ah! Lâmia'nın beklemesi mümkün olabilse?... O muvaffak oluncaya kadar bekletseler!... imdi Ahmed Cemil yine Lâmia'yı yine kendisi gibi u bo a çıkan a km matemiyle mahzun Şşşşgörüyordu: Hüseyin Nazmi: Cevap vermiyorsun, Cemil ? diyordu, sonra arkada ının matemini dü ünerek bu şşsualine nedamet etmi göründü: — Canın sıkılıyorsa dı arıya çıkalım, dedi. Ahmed Cemil'in şşyalnız kalma a ihtiyacı vardı, artık bunalıyordu. Ah! Bugün buraya niçin gelmi ti? gu dakikada ğşevinde, o hayatının her sırrına munis olan odacıtta olaydı, yata ının üzerinde kıvranarak, ğyastıkları ısırarak, mecnun bir yeis tu yanı ile, Lâmia'nın da matemini tutacaktı. Burada, Hüseyin ğNazmi'nin kar ısında bir ey yapamayarak durmak müthi bir azap idi ki, artık metanetini şşşsarsıyor, sabrını tüketiyordu. Biraz dı arıya çıkabilme i bir küçük necat vesilesi olmak üzere şğtelâkki etti: — Evet, çıkalım, dedi. — Öyle ise beni biraz bekle, giyineyim. Hüseyin Nazmi çıkınca Ahmed Cemil aya a kalktı; bo uluyordu, havasız kalmı gibi ci erleri ğğşğdarla ıyordu. Kütüphanenin penceresine dayandı, bahçeye baktı. ş Demek bu hülyasına da veda etmek, bundan da vazgeçmek lâzım geliyor? Bir sarma ı ın ş ğüstünde iki serçe yekdi erini kovalıyordu, sonra gözleri kapının önünden bir arabanın toz ka- ğ o x x sırgalarma bulanarak geçi ine daldı. imdi ne yapacak? Gözleri arabayı takip ederken o kendi şŞkendisine soruyordu: — Buna da böyle tam bir teslimiyet ile ma lûp mu olaca ım? Bir eyler ğğşyapmayacak mıyım? Bir eyleri kırıp parçalamayacak mıyım? Heyhat! Artık elinde kırılıp şparçalanmı bir hayat kalmı tı. Ah! Onu öyle avucunun içinde sıkarak ayaklarının altına atsa, şşş

büsbütün hurdaha etseî... ş Bir aralık durdu u pencerenin altında kumların çıtırda-dı ını i itti. Kim oldu unu görmüyordu, ğğşğsonra yava yava Lâmia'nın mürebbiyesini farketti, acaba Lamia da beraber mi? Evet, bir ayak şşsesi daha vardı, eliyle gö süne bastı, onu görme e nasıl tahammül edecek? ğğ O zaman mürebbiyesine yeti mek için Lâmia'nm biraz acele yürüdü ünü gördü. kisini de şğĐarkalarından görüyordu. Onlar, üphesiz ak am seyranını yapmak için bahçe kapısına do ru şşğilerliyorlardı, kapıya yakla ıyorlardı. Ahmed Cemil bu çehreyi bir defa daha görme e muhtaç idi, şğgözleriyle onu âdeta çekiyordu. Lâmia ba ını çevirdi, kö ke baktı, Ahmed Cemil bulundu u yerde vücudunun eridi ini şşğğhissediyordu. « imdi beni görecek!...» diyordu. Lâmia kö kün ikinci katına bakıyordu. Sonra Şşkar ısındaki tuhaf bir i aret etmi gibi küçük bir kahkaha ile güldü, elini salladı, ba ını şşşşçeviriyordu, gözleri a a ıdaki pencereye tesadüf etti, yalnız o kadar... Bir nazar ki ba-kı ıyle ş ğşberaber ayrıldı, bir nazar ki güya orada, u pencerede kimse yokmu gibi kayıtsız, manasız idi... şş Ahmed Cemil artık onu görmemek için oturdu. imdi, u bir saniyeden sonra Lâmia'ya bir Şşhusumet hissediyordu. Biraz evvel onu gülüyor görmekten tahammül edilemez bir i kence şduymu tu. E er Lâmia bu anî nazar içinde ona küçük bir tesliyet mânası göndermi olsaydı şğşhepsini unutacak, yalnız o nazarın hâtırasını bütün kırılan a kının bir yadigârı kabilinden şhayatının sonuna kadar saklayacak, ruhunun içine sararak bu yadigârı hayatının biricik saadet nasibesi hükmünde . besleyecekti; fakat bu öyle bir nazar idi ki hiç bir ey ifade etmemekle şberaber Ahmed Cemil'e bütün hülyasının bir yalan oldu una üphe edilmeyecek bir bedahetle ğşşehadet etmi ti. Demek Lâmia ile onun arasında hattâ bir ülfet bakiyesi, bir ş MAI VE S YAH Đ 219 mazi yadı ı bile kalmayacak? Demek aralarında her ey bitmi ti?... şşş Ahmed Cemil imdi Lâmiayı kaybetmekten de il, fakat bu nazardan müthi bir ıstırap duyuyor, şğşhele Lâmia'nm o yukarıya bakarken güldü ünü bir cinayet kabilinden affetmiyordu. ğ Lâmia imdi nazarında ona hiyanet etmi bir vefasız sıfatında görünüyordu. Evet, yalnız bu şşnazar bir cinayet hükmünde idi. Biraz evvelki tebessümü ile, bir saniye sonraki lakayt nazariyle Lâmia güya yukarıya: «Ne kadar bahtiyarım!» derken a a ıya: «Bu kim oluyor?» demi ti. ş ğş Hüseyin Nazmi içeriye: «Geç mi kaldım? diyerek» girdi, Ahmed Cemil: «Ben zaten çıkmaktan vazgeçtim! dedi. Artık ona tekrar tesadüf etmekten korkuyordu, onun için çıkmama a karar vermi ti. Hüseyin ğşNazmi: «Sen bilirsin! öyle ise bahçeye çıkalım!» dedi. Ahmed Cemil ona da razı olmadı, orada da Lâmia'yı tekrar görmek tehlikesi vardı. Artık onu istemiyordu, yalnız halledilecek bir merakı kalmı tı: — Acaba verdikleri nasıl adam? diyordu... ş

Hüseyin Nazmi imdi arkada ını garip bularak hayretle yüzüne bakıyordu. Ahmed Cemil'in şşgözleri a lamı gibi kızarmı , bütün çehresi hafifçe, çökük yanaklarıyle gerilerek daha zayıf bir ğşşhal almı , gö sü sık sık nefeslerle i erek donuk bir nazarla gözlerini ona dikmi ti. Hüseyin şğş şşNazmi yanına kadar gitti, ellerini tuttu: — Lâkin Cemil, sen hastasın! dedi. Elleri ate ler içinde yanıyordu. ş Ahmed Cemil cevap vermedi. Evet, hasta, bilse ne kadar, ne derin bir nıühlik marazla hasta idi... Lâmia'nm son kayıdsız, fütursuz nazarı olmasaydı u dakikada hepsini itiraf edecekti. «Ben şfakirim, fakat bekleyiniz!» diyecekti. Lâkin bu son nazar onu imdiye kadar aldandı ını, be şğşdakika evvel kavî bir muhabbet teminatı hükmünde olan bütün o hâtıraların mânâsız eyler şoldu unu, bu a kı yalnız kendisi icad ve tezyin etti ini anlatmı tı. Evet Lâmia kendisini-ğşğşsevmiyor, ve hiç bir vakit sevmemi ti. O imdi mürebbiyesi-nin yanında belki ni anlısını görmek şşşemeliyle ko arak yürüyordu. Demin gülerek yukarıya ba sallayı ı... Ahmed Cemil bunda da, şşşLâmia'nm ni anlısına tesadüfü ihtimaline ait bir lâtife ş ke fediyor. «Meselâ hizmetçilerden birinin bir manalı i aretine gülmü tür.» diyor... Ah! Zavallı şşşhülya esiri!..^.Lâmia'yı a lıyor tevehhüm ediyordu. Oh! bak, i te, Lâmia ne kadar bahtiyar! Nasıl ğşgülüyor! Elleri kilitleniyor, iskemlesinin üzerinde kıvranmamak için kendisini zor zaptediyordu. Artık kalbinde ate ten bir pençe ile o ni anlı için tahammülünü a an bir kıskançlık duyuyordu. Kayıtsız şşşgörünmek için aya a kalktı güya kütphaneye bir göz atmak istemi çesine ilerleyerek Hüseyin ğşNazmi'nin yüzüne bakmaksızın sordu: — Hem ire Hanımı kime veriyorsunuz? ş Hem ire Hanım!... Bu tabir a zından nasıl sahte bir na me ile çıkıyordu. Bütün hülyalarını şğğsemavî bir be ik içine koyarak, bütün dertlerini uyu turucu bir zemzeme ile sallayan o ismi şşsöylemiyor, sadece «Lâmia!...» diyemiyordu. Hüseyin Nazmi cevap verdi: — Oh!... resmini göstereyim... Demek resmi de var? Bir resim ki Lâmia saatlerce onun tema asına dalmı olacak! Hüseyin şşNazmi kütüphanesinin çekmesinden çıkararak resmi uzattı ı zaman Ahmed Cemil bunu bir an ğevvel görmek tehalükiyle almakta acele etti. Bu resim!... imdi ondan da ayrıca nefret ediyordu. ŞErkân-ı harbe mahsus alâmetle müzeyyen elbise içinde ona ma rurâne bir istihza ile bakıyor gibi ğduran bu resme yalnız bir göz attıktan sonra* o çehreyi so uk bulmak istedi. Uzun uzun muayene ğetmekten, bu naho tesirin zail olabilmesi korkusuyle daha iyi görmekten çekinerek kütüphanenin şkenarına bıraktı; bir mütalâa serdine kuvvet bulamayarak, biraz evvel yarım kalan bahse riceti tercih ederek:

— Demek gidiyorsun? dedi, sonra istemeksizin a zından u cümle döküldü: ğş Ah! Ben de gitmek isterdim, ben de bir yerlere... — eliyle i aret ediyordu — uzak bir yerlere şgitmek isterdim... Arkada ının bu sözü Hüseyin Nazmi'ye istizah etmek istedi i eylere dair sual iradı için cesaret şğ şverdi: — Hakikaten, sen ne yapacaksın?... Matbaadan çekilmi sin, derslerini de bırakmı tın, şşşimdi?... Ahmed Cemil dudaklarının arasından cevap verdi: — Matbaadan çekilmedim, kovuldum, bundan sonra ne A ± Đ 221 yapaca ımı da bilmiyorum. Sen beni bırak da kendinden bahset... ğ Evet, bundan sonra ne yapaca ını bilmiyordu, o yalnız bir ey için çalı makta devama kuvvet ğşşbulabiliyordu, imdi o ey Lâmia da, elinden gidiyordu. Bundan sonra kimin için çalı acak ? şşşNasıl bir ümide hayatını vakfedecek ? Arkada ından inti ar eden yeis havası artık Hüseyin Nazmiye de sirayet etmi ti, imdi o da şşşşkendisinden bahse cesaret edemiyor, bu ümüitsiz gördü ü arkada ın yanında kendi ümitlerine ğşdair söz söylemekten sıkılıyordu. Bu ak am iki arkada hayat-ı refikanelerinde belki birinci defa olarak yekdi erinden sıkıldılar. şşğHüseyin Nazmi onu yalnız bırakmakta, Ahmed Cemil de yalnız kalmakta acele ettiler; Hüseyin Nazmi: « ayet okumak istersen kütphanenin anahtarları oradadır.» diyerek arkada ını yalnız Şşbıraktı ı vakit Ahmed Cemil büyük bir azaptan kurtulmu gibi bir nefes aldı. ğş Okumak?... Artık bunların hepsinden nefret ediyordu. O airler, o sevgili kitaplar, bunlar bütün şya amamı yahut ya amaktan yorulmamı adamların sahte iirleri, sahte felsefeleriydi. Bütün iir şşşşşşve felsefe i te u dakikada onun bu melal ve yesinde muhtevi idi. ş ş Kapısını sürmeledi, yalnızlı ından emin olmak istiyordu, soyunmadı, uyuyamayaca ını ğğbiliyordu, açık penceresinin yanma oturdu, kendi kendisine: « imdi ben burada yeisimle Şzehirlenirken o yukarıda yine bahtiyarlı ından gülüyor» dedi. O zaman onunla aynı çatının ğaltında bulunmaktan elîm bir azap hissetti... «Ah! sabah olsa da buradan kaçsam.» diyordu. Ondan uzak bulunacak olursa yesinin ezasını daha az Eyüb'e gitmek üzere köprünün Haliç iskelesine iniyordu. Bir aralık aklına resim geldi. Onu pek iyi görmemi ti, bir daha görmek istedi, kütüphaneye şgiderek çekmeceyi çekti. Hüseyin Nazmi resmi oraya koymu tu. Alarak utanılacak bir ey şşyapıyormu , bir sirkat ika ediyormu korkusuyle muma yak-'la tı ve baktı: «Güzel de il!» şşşğdiyordu. Sonra birden zihninde bu resmin sahibiyle Lâmia'yı yanyana, kolkola gördü. Onların

ikisini dtıdak duda a tahayyül etti. O zaman vah i bir kıskançlı ın müthi ate ini duydu. Resmi, ğşğşşaçık duran çekmeceye fırlattı: «Ah! Bir gece yine burada nasıl bir ümit ile uyuya- nıamı tım. Ah! o geceden ne kadar uzaklardayım!» diyordu, güya içinden bütün hayatı şkemiklerini kıran bir ıstırap arasında mengenelerle, çekiliyormu gibi kollarım kıvırdı, iba ını şştuttu, imdi kalbinde feveran eden canavar kıskançlı ıyle vah î bir yeis içinde kendisini yata a şğşğattı; orada yüzü koyun, ba- ırmamak için yastıkları ezerek, yorganları parçalamak isteyerek ğkıvrandı... Sabahleyin kütüphanenin açık odasından Hüseyin Nazmı baktı ı zaman arkada ını göremedi, o ğşsaatte Ahmed Cemil Eyüb'e gitmek üzere köprünün Haliç iskelesine iniyordu. •Tayin edemedi i bir sebeple bugün Eyüb'e, kbalin mezarına gitmek için ihtiyaç duymu tu. ğĐşŞimdi karde iyle kendisinin hayatında bir ba ka türlü mücaneset görüyor, onun için o ülünün şşhatırasıyie kendi mahrum hayatının arasında her vakitten ziyade bir rabıta ke fediyordu. Gidip şgüya ona: «Bak! Ben de senin gibiyim, o kadar genç öldü üne teessüf etmemekli- in için sana ğğkendimi göstermeye geldim.» demek istiyordu. Eyüb'ün tenha sokaklarından geçti, insanlardan eser görülen taraflarından kaçtı, burada yalnız Ölüler arasında dola mak istiyordu. îki tarafı parmaklıklarla1 çevrilmi mezarlardan bakan şşta ların nigâhı altında yürüdü, kbal'in mezarına yakla ınca bacaklarında bir zaaf hâsıl oluyor, şĐşoraya mümkün mertebeye genç vâsıl olmak için yava yürüyordu. Nihayet onun taze kabrini şkucaklayan mezarlı ın önüne gelince durdu, fakat içeriye girmek için cesaret bulamadı, ğparmaklıktan baktı, i te orada idi. bir çocuk mezarıyle gençli ine doyamadı ı için ba ını bükmü şğğşşgibi duran bir genç kadının mezar ta ı arasında îkbal'in henüz ta ı dikilmemi , belki henüz şşştopra ı kuramamı kabri büsbütün ölmemi bir hasta yata ı gibi ifaya muntazır mütereddit bir ğşşğşeda ile uzanmı yatmı tı. şş Birer ye il sütun gibi uzanan iki servinin fevkinde süzülerek, elenerek muhteriz, güya bu ho şşsükûn kö esine bir hayat tebessümü yollamaktan utanarak, peri an güne kırıntıları toprakların şşşsiyah ratıp rengine dökülmü , güya bu mahrem gençlik yata ının üzerine pullu bir tesliyet sütresi şğçekmek istemi ti. ş Ahmed Cemil orada durdu. imdi gözlerinin önünde bu kabir açılıyor, kbal ba ını kaldırıyor; ŞĐşona daha; ya ları kuruma-mı , hâlâ ma mum gözleriyle gülme e çalı arak — o son def a-ki şşğğşnazariyle bir tebessüm yollayarak — bakıyordu. «Sen de mi, karde im? Sen de benim gibi şhayatın fena bir latifesine mi tesadüf ettin?... Oh! Bilsen burası ne kadar rahat! u muhteriz; Şgüne in altında, bu toprakların yumu ak kuca ında, u derin sükûn içinde, bilsen ne ho bir şşğşşhayat, sükût ve ârâma nasıl yakın bir saadet var!... Seninle burada iki ki i yanyana, sana da biraz şyer açmak için sıkı arak, seni de yata ımın yanına alarak beraberce, haniya bir vakitler sen şğkitabını okurken, ben diki imi dikerken kendimizi mesut zannetti imiz zamanlara benzer bir şğrefakatle fakat bu defa ebedî ve mesut bir rafakatle, yatardık!» diyordu. Ahmed Cemil bu sözleri i itiyor, kbal'in o makberden çıkan sesini duyuyordu. Burada, u parmaklı ın yanında, o hayale şĐşğbakarak gözleri bu defa — bir kırılmı hayatın matemine tahammül için karar verildikten sonra şakan sakin, tesliyet ve istirahat veren ya larla — burada, kar ı kar ıya, son bir öpü me içinde şşşşbirbiri için a ladılar. ğ

Buradan ayrıldıktan sonra Ahmed Cemil kalbinde bir hif-fet hissediyordu. Bütün münkariz emelleri için artık mustarip de ildi. Güya o ziyaret, bütün hayatının acılarını lâtif bir gay ile ğşuyu turmu tu. Artık her eyi tesviye için zihnen karar veriyor, bütün zorluklara kar ı türlü şşşşkolaylıklar icat ederek çare buluyordu. Zaten artık hayatında zor i ler bir evle matbaadan ibaret şkalmı tı. Onları Ali ekib'e havale ediyor, bir umumî vekâlet ita ederek meselenin tesviyesini şŞonun reyine bırakıyor. O vakit kendisiyle annesi kalıyordu. imdi buna da çare buluyor, kendi Şkendisine: «Evet, madem ki ya amak için bir sebep var, bir valide var; bu halde, ölüme benzeyen şbir hayat ile ya amakta devam ederim.» diyordu. ş Fakat zihninde müziç bir endi e vardı. Bu mü küllere zihninde karar verdikçe: «Ah! yalnız o şşherif kalıyor! Ona ne ya- Paca ım?» diyordu. Yava yava bir ey yapamayâctgînî|yal- nız ğşşşkarde inin hâtırasını belki rencide edecek eyler tahaddü-süne sebep olaca ını anlamı ; günler şşğşgeçerek muhakemesine hüküm geldikçe intikam almak ümidi tezelzüle u ramı tı. Ye-nicami avlusundan geçerek ğşimarethanenin önüne gelmi ti ki bir kadın sesi «Beyefendi» dedi. Bu sesi tanıyarak ba ını çevirdi, şşevvelâ kar ısındakini tanıyamadı, sonra o söyledikçe anladı: — Beyefendi rica ederim, una şşbakar mısınız? Kadın bir sarraf dükkânının önünde elinde bir demiryolu kâ ıdını göstererek: — Bunun hesabını ğanlayamadım, size tesadüf etti ime ne kadar memnunum!... diyordu. ğ Ahmed Cemil sarraftan aldı ı izahatı Raci'nin zevcesine te rih etmek istedi. O ba ını sallıyor, «o ğşşlâzım de ü, kaç kuru ediyorsa tamam alayım da...» diyordu; sonra birdenbire sırrını tevdi ğşihtiyacına ma lûp olarak paraları titreye titreye mendilinin ucuna sararken Ahmed Cemil'e anlatt: ğ— Bu kâ ıdı anladınız a... Nedim'in kâ ıtlarından biri... Onları hâlâ saklıyordum... Fakat artık ğğbirini feda etmek lâzım geldi... iyi yapıyorum, de il mi efendim?... Zevcimin hastahanede ğölmesine müsaade edemezdim, de il mi?... — Yüzünü örten peçenin altında a lıyordu — onunla ğğbir vakitler bu kâ ıtlar için kavga etmi tik... imdi, bakınız, yine onun için feda ediyorum... Ah! ğşŞbilseniz, onu hiç affedemeyece im, zannediyordum, fakat hekimlerin kat'i ümit ettiklerini ğanladıktan sonra... Artık ikmal edemedi, ya lar tamamiyle bo anmı tı. Ahmed Cemil yüre i ezilerek ayrıldı, kendi şşşğkendine: « kbal sa olaydı demek o da affedecekti... Ah!... Hissiyata taallûk eden eylerde Đğşerkekler kadmlannne kadar dununda!...» diyordu. j.- -*\" JsaDialı caaaesını çıkıyordu. Bu cadde!... Buradan nasıl geçmek emelinde idi, imdi nasıl ma lûp çıkıyordu! Yoluna bir Vehbi beyin şğtesadüfü bütün hayatmm mecrasını tebdil etmi ti. Matbaanın önüne geliyordu, elinde olmaksızın şba ını çevirdi, dar kapısından dehlizi gördü, durmayarak geçti... Birdenbire kalbi büyük bir şheyecanla çarptı, kar ısından Vehbi bey geliyordu. ş O vak'adan sonra onu hiç görmemi ti, birden bu adam hakkında duydu u nefret ve adavet şğfeveran etti, ikisi de yakla tıkça yekdi erine ma lûp olmak istemeyerek gözlerini indirmiyorlar ; şğğbiri müstehzi tebessümüyle, öteki kinden tutu mu nazariyle bakı ıyorlardı. Ahmed Cemil o şşşistihza tebessümünü gördü, bundan tahammül edilmeyecek bir eza hissetti, buna mukabele etmek için mücbir bir arzu duydu, buna ma lûp olma- ğ mak... O zaman istikametini tedbil ederek geçmek lâzım gelirken o alevli gözleriyle do rudan ğ

do ruya Vehbi beyin önüne yürüdü. Onun birden o tebessümü uçtu, yan tarafa bir adım atmak ğistedi. Fakat artık vakit kalmamı tı. Tam kar ı kar ıya gelmi bulundular. Ahmed Cemil onun şşşşşimdi sararan çehresine: «Bana mı gülüyordunuz?» sualini fırlattı; sonra cevabını beklemeksizin, ona bir kelime söylemek zamanını bırakmaksızın çevrildi; kolunu açabilmek ne kadar mümkünse o kadar açtı, hayatında münkariz olan neler varsa, hepsinin birden toplanan yeisile dolu olan bu, el, im ek gibi gürültü ile çakan bir tokatla Vehbi beyin yüzüne çarptı. şş Bu tokat!.. .Ahmed Cemil'in bütün, mahvolan emelleri, neticesiz kalmı bir meslek hülyasının şhüsranı, ailesinin mahvolmu saadeti, kbal'in faciası, münkesir a kının feryadı; hepsi bu hayatın şĐşolanca acıları o tokatın içinde idi. Bununla nice hazmedilmi tahkirleri, bir ak am bu mülevves şşmahlûkun a zından dökülen levsleri, hususiyle o tekmeyi, Ahmed Cemil iade etmi oluyordu, ğşona tâ kalbinin kan döken cerihasından kop- mu bir kuvvetle vurmu tu: öyle ki Vehbi beyi şşdükkânlarının kapısının önünde hava alan kitapçılar, yolcular dü ecek zannettiler. Dü medi, fakat şşsallandı; bir saniye kadar durdu; sonra gülümseyen, etrafını almak üzere yakla an halktan kaçarak şmatbaasına ilerledi. Ahmed Cemil güya halkı oraya biriktiren bu vak'adan amil de ilmi çesine sükûnla ilerliyordu. ğşAli ekib'in dükkânına girdi. Ş imdi kalbinde büsbütün bir hiffet duyuyordu. Güya bu tokatla bütün elem yüklerini silkip atmı Şşgibiydi. Hattâ arkada ının dükkânına girerken tebessüm ediyordu. ş Orada Ahmed evki efendiyi ortalarına alarak Ali ekib, Said'le gülerek dinliyorlardı. Onu ŞŞgörünce hep bir a ızdan « te!» dediler. O hayretle baktı. «Ne var?» dedi, hepsi tekrar ba laması ğĐşşiçin Ahmed evki efendiye baktılar... Ş O hikâyesini tekrar etti: — Ne olacak, imdi senin herifle Hüseyin Baha efendi tutu tu. şş Ahmed evki efendi Vehbi beyin kararı veçhile Hüseyin Baha efendiye verece i maa ı bu ay Şğşkesmek istedi ini, sahiib-i imtiyazın ömründe belki birinci defa olmak üzere hiddet ederek dün ğmatbaada aralarında münazaa tahaddüs etti ini en küçük teferrüatiyle, ikisinin de taklitlerini ğyaparak, Hüseyin Ba- Mai ve Siyah — F. 15 ha efendinin gözlük perendejlerini tadat ederek anlatıyordu. Nihayet dâva, mümkün olursa haciz, gazetenin tatili. Ahmed evki efendi netice vehamet kesbederse kendisinin de mutasarrır olaca ını dü ünmek Şğşistemeyerek sevmiyor, zevkinden gülüyordu. Nihayet Ahmed Cemil de tasavvurunu söyledi: O da ev ile matbaa meselesinden dolayı dâvaya Ali ekib'i tevkil edece ini anlattı; daha sonra: — Ha, haberiniz yok, dedi, Vehbi bey u Şğşdakikada sol yana ından muzdarip olmalıdır. ğ Ahmed Cemil gülüyor, artık âdeta e lenerek anlatıyordu. Bir aralık dükkânın camlarından ğHüseyin Nazmi'nin geçti ini gördü, birden bu muvakkat ne ve güya damarlarında dondu, mecruh ğş

a kı kalbinde feryad etti: Ah! Lâmia...! Sahih Lâ-mia'yı da kaybediyor mu? Hayatında dünkü şgece bir fena rüya de il miydi? O vakit hakikatin bütün acısı tekrar uyandı; bu kabir ziyaretinin ğsükûn hediyesi, o tokatm itminan ve tes-liyeti birden silindi; artık burada, gülmemek için sebepleri olmayan arkada ların arasında duramadı; imdi evine, o matemlerinin mültecasına şşko mak için çıktı. ^ ş 19 Odasında büsbütün yalnız kalmak, yalnızlı ından emin olmak için kapısını sürmeledikten sonra ğbütün buradaki hissiyatına mahrem olan eylere; arkada resimlerine, kitaplara, duvarlara şşkendisini görmekten malızuz olarak mütebessim bakıyor gibi duran mektepte yapılmı levhalara şıbakti; «bu gün sizin tesliyetinizin kollarına ba ka bir ıstırap ile geliyorum, bana her vakitten şziyade gülünüz.» demek isteyen, merhamet arayan a ırmı gözlerle baktı. Bu odacık, bu mini ş şşmini kö-/ ecik, onun, yalnız onun idi. Burada ne utanılacak yabancılar, / ne sıkılacak arkada lar şşvardı; burada yalnız kendisinin haya-¦ tından ba ka bir ey yoktu. Bu duvarlar, u minderle şşşyatak; ' bu bütün ufak tefek, senelerden beri onun kalbiyle birlikte i çarpmı , onun hayatının şnefesiyle teneffüs etmi , onun hüvi-/ yetiyle tahamnıür eylemi idi. Burada kendisini oldu u gibi şşğgösterebilir; burada hiç utanmayarak nefsini zabta lüzum görmeyerek kalbinin olanca yaralarını şu sâkit fakat mü fik mahrem dostlarını önlerine serebilirdi. Evet; burada dünden beri ş MAI VE S YAH Đ 227 tazyik ede ede kendisini hasta eden ıstırap feryadını salıvermek mümkün idi; ve salıverdi... Bu evvelâ bo uk, kısık bir inilti gibi ba ladı. Yataklı ın sütununu tuttu; ba ını, ate ler içinde ğşğşşyanan ba ını bu so uk demire dayadı, gözlerini kapadı. şğ imdi bütün matemler hep birden uyanmı idi; bunlar bi-ribirine karı ıyor; babasını, kbal'i, ŞşşĐLâmia'yı, zihninin içinde bir im ek tekerrüriyle birbirini takip eden levhalar gibi sonsuz bir şşsilsile eklinde görüyordu. ş Babasının vefatmdan sonra geçen be senelik - ancak be senelik - zaman içinde hayatın ne şşzâlim sillesine u ramı idi! Daha hayatın henüz mukaddemesinde iken bundan sonra kırılmı ğşşemellerle, sönmü hülyalarla, unutulmaz matemlerle istikbalin önüne çıkacak, «i te ben seni bu şşomuzlan çöktüren yüklerle ya ayaca ım.» diyecekti... Ah! Bundan sonra ya ayaca ı seneler... şğşğkim bilir! yirmi sene, belki kırk sene. Artık kuvveti kalmamı tı, o nasibsiz, ümidsiz senelerin şkuru geçi i içinde kırık bir hayatı sürüklemek onun için ne büyük bir i kence idi. / şş /«Nasıl ya ıyaca ım?» diyordu; o zaman yine babasının, Ikbal'in, Lâmia'nm çehreleri birer birer, şğbazan melûl bir eda ile yava yava ; bazan ondan kaçmak isteyerek, uçup silinerek zihninin şşiçinden geçiyordu. imdi a lıyordu; sakin ve âheste^ya larja, aczin_ve_yeisin meftuniyetiylejakan ŞğşsıcakjveJu^daiûlaJar.la a lıyordu. _Ne^ için bu, kadar hülya esiri olmu _idi! ~\"~ ğş

Biraz hayatın maddiyetini dü ünmü , bu toprak parçasının üstünde bir ür bulutuna sarınarak şşşuçmak için çalı mamı olsaydı bugün bu kadar ma lûp olmayacaktı. / şşğ En küçük sebepleri en büyük hülyalara kâfr* addetmi , kendisine sahte esaslar üzerine Jturulnm şş.bir.Jiay.at vücude getirmi idi. te imdi Hakikatin insafsız rüzgârları üzerinden geçtikçe o şĐş şhülyaları hej) birer birer dü ünmü , onu uracıkta en küçük bir ya amak arzusundan tam bir şşşşmahrumiyet içinde bırakmı idi. ş O zaman eserini dü ündü. Ah! Bu eseri! Fakat imdi ona ne lüzum var?... O artık ölmü bir şşşçocu un bo ve so uk gömle inden ba ka bir ey miydi? ğşğğşş Yazıhanesine gitti, o defteri — bir vakitler eline aldıkça PF^ 2'28 MA VE S YAH ĐĐ gö sünü gurur ile i iren o defteri — bugün bir ölü yadigârı gibi so uk bir hisle aldı, ğş şğaramaksızın hemen bir yerinden açarak baktı, okumadı, okumak için bir heves duymadı, imdi şondan bir so ukluk tere üh ederek vücudunu ü ütüyordu. ğşşş Ah! Bu eser!... Bir vakitler bunun için neler kurmu , ondan neler beklemi idi^f şş imdi o kadar çocuk oldu undan utanıyordu. Bu, kendisine ne kazandırabilirdi? Merak ederek Şğbir göz atacakların ka-yıdsız bir tebessümünden, fena bulmaya hazırlanmı be on arkada ın şşşa zında yalan tebriklerden ba ka bu eserden ne ümid olunabilirdi? OJbuna hayatının ğşen_güzeLBag asıru_feda etmi , ^n_y£_ruJhunj^jbjTak_mıs_jdi. Bunu, Şş ahmakça bir hülyanın galat rüyetiyle malûl gözlerine ba ka türlü görünen matbuat âlemine şattıktan sonra ne olacaktı? Bunun ne vesi ne kadar sürecekti? Bir hafta, belki onbe gün, daha şşsonra müebbed bir nisyan! Yalnız onbe günlük bir mes-tî lezzeti için ne tahriklere hedef olacak, şne hasetlere tesadüf edecek! Gözlerinin içi size temin ettikleri eyin zıddiytle gülen bir takım şadamların «Bu ne ulvî iir!...» deyi lerinden nasıl ü üyecek. şşş Halbuki o, o biçare malûl dima ... imdi Raci'yi haklı buluyordu, evet o malûl bir dima dan ğ Şğba ka bir ey de ildi. Bu eserden neler beklemi , onunla nasıl ümidlerin tahakkukunu temin şşğşedecek zannetmi ti... ş Fakat, imdi mademki artık Lâmia elinden kaçıyor, mademki onu kendisine bırakmıyorlar ve şbütün o a k dünyası bir yalandan ba ka bir ey de ilmi , o halde buna ne lüzum var?... şşşğş Bu eserden nefret ediyor, kırık hayatının intikamını ondan almak istiyordu; kapadı, bu küçük defteri avucunun içinde muzır bir böcek gibi sıkıyordu... Ah! Artji^ulyajarından^ büsbütün ..ayrıljnak^^niardjjijbir ni ane bile bırakmamak için ihtiyacı ş

vardı. Kendisini öldüren bunlar de il miydi ? Sonra onlar da ibirer birer ölmü lerdi; dindi yalnız ğşĐbu eser, bu son malûl dima ni anesi kalmı tı. Onu da öldürmek, ötekiler gibi bunu da ğşşmevcudiyet sahnesinden kaldırmak istiyordu. Kemiklerini kırarak biribirine geçirmek istedi i bir dü man eli gibi bu defteri avucunun içinde ğşsıkıyor, sıktıkça garip bir lezzet alıyordu. Birden aklına bir ey geldi, sobasına ko - şş tu. Bu, kı tan beri içine yırtılarak atılan küçük kâ ıtlarla dolmu tu. Bir kibrit çakarak bunları şğştutu turdu, kâ ıtlar küçük bir çıtırtı ile harekete geldi, üzerlerinden bir kırmızı rüzgâr uçtu. imdi şğŞbunlardan tüterek inti ar eden duman Ahmed Cemil'in gözlerini dolduruyordu. Tamamiyle şyanması için bekledi; u elindeki defteri yava yava , onun azap ile kıvranı ından haz ala ala şşşşyakmak için bu birikmi kâ ıt parçalarından, eserine bir ate zemini hazırlamak istiyordu. şğş Artık duman azalıyor, ate kâ ıtların arasından kayarak, geçti i yerde külden esmer kümecikler şğğbırakarak a a ıda, kö elerde daha yakacak eyler arıyordu. O zaman Ahmed Cemil iki eliyle ş ğşşdefteri ortasından ayırdı, evvelâ bir yaprak kopardı, bunu soktu, kâ ıt bir müddet kızgın küllerin ğüzerinde tereddüt ediyor gibi durdu, sonra yer yer sarardı, birdenbire duyulmu bir acı ile şkıvrandı. Daha sonra o sarı kıvrıntılardan bir ate dalgası geçti, kâ ıdın her tarafından birer küçük şğalev çıktı. Ahmed Cemil bir hande ile bakıyor, imdi esmer bir kül tabakası eklinde duran bu şşkâ ıdın üzerinde bir beyazlıkla be- liren yazılara bakıyordu. Bir iki satırım okudu, «Ah yalan ğşeyler!... Ah sahte iirler!..,» diyordu. Bir yaprak daha kopardı, kopmanıakta ısrar eden di er bir şğyaprak ı kıvırarak, bükerek attı; o güya ıstırabından kıvranarak kolları büküle büküle yandıkça ğAhmed Cemil'in iirinin u intiharı tema asından cehennemi bir zevk duyuyordu. Kâ ıtlar böyle şşşğyaprak yaprak teakup etti, nihayet son yapra ı attı; bu son yapra ın üzerinde de alevden bir ğğrü gâr esti, bir an içinde kıpkırmızı oldu: sonra çıtırdayarak, son bir ihtizar feryadıyle erha erha ğşşyarılarak söndü. imdi esmer, buru uk bir meyyit siması gibi serilmi ti. O zaman Ahmed Cemil Şşşbunun üzerinde bir beyazlıkla farkedilen yazıları derin derin süzdü, onları okumak istedi, gözleri tâ nihayette bir yabancı yazının müphem ekline tesadüf etti: Tebrik ederim... ş Ah! Yalan!... «Hebrik ederim!» Bu sözün aksi kulaklarının içinde bir zehirli yılanın ıslı ı gibi so uk bir ğğürperme akıtarak geçiyordu. Ah! Bu yalan! Hayatının en büyük yalanı!... Onu yaktı ına, artık emellerinin silsilesine onunla u sobanın içinde hâlâ çıtırdayan bu küllerle ğşbir hatime verdi ine, kat'î bir netice ile tamiri mümkün olmayan bir hatime ile bü- ğ tün hayatının yalanlarını bo up öldürdü üne tam bir kanaat duydu. Sobanın kapa ını kapadı. ğğğ Artık hayatında i te yalnız bir hakikat kalmı tı Emelsiz, üryan, sefil bir hakikat... Be sene evvel şşşhayata uzun kumral' saçlarıyle, ümitle, münevver gözleriyle giren Ahmed Cemü'in yerinde imdi şyanakları çökmü , dudakları hayatının matem acısıyle takallüs etmi harap bir vücut... şş Bu vücudu ne yapacak? Onu kaldırıp atmak için ne büyük arzusu vardı! Fakat ona tasarruf hakkı ba ka birisine ait idi. ş

Ne yapmak lâzım gelece ine artık karar vermi ti. Hüseyin Nazmi gidiyor, öyle mi? O da ğşgidecek... Fakat o ümitlerinin arkasından ko mak için giderken bu ümidlerinin inkırazından firar şedecek; arkada ıyle çocukluktan beri ba layan tezat silsilesini ikmal edecek. şş O zaman birden aklına bir gün arkada ıyle Taksim bahçesinde ellerine ilk aldıkları iir şşmecmuasından okudukları par-»<ga geldi. «Mezaristanım ba ka 'bir hayat hengâmesinin şmahvolmu kuvvetleriyle dolu, fakat henüz ölülerimin silsilesi bitmi olmadı.» şş Bu silsilenin tamamiyle bitmi olması için yalnız kendisi mi kalmı idi? te o da gidiyor, o da, o şşĐşda o mahvolmu kuvvetlere iltihak edecek. ş O zaman çehresine son bir yeis azminin metaneti geldi. Çekmesini açtı, kâ ıtlarının arasında ğara tırdı, mektepten mezuniyet ahadetnamesini buldu, açarak okudu, bununla vilâyetlerden şşbirine gidecekti; kar ısında, yazıhanesinin üstünde, harita kendisine bakıyor; kuvvet vermek şisteyen bir nazarla gülümsüyordu. Kendi kendisine: — Bir yerlere gitmek, o kadar -uzak ki fikrim u geçen hayatıma yeti emesin; diyordu. şş Gözleri bir aralık arkada ının gidece i yerleri dola tı, sonra indi, kendisine sakin bir hayat ihzar şğşedecek yerlere baktı, «Öyle bir yer ki önünde ardında, solunda sa ında çöl; yabis, üryan, medid ğbir çöl olsun...» diyordu. O zaman yazıhanesinin önüne oturdu, gözlerini bu haritanın çöl deryalarına dikilerek, orada hayalinde uyanan âlemin tema asına dalarak dü ündü. şş Burada hareket etmeyerek, saatlerin geçti ini farketme-yerek nefsinden tam bir tecerrüt içinde ğduruyordu; uzaktan MAI VE S YAH Ü3 ĐĐ bir hayalin zemzemesi gibi bellisiz bir ne ideyi i itmek veh-miyle titredi... şş Bir arap sail vardı ki haftada bir gün ö leyin ile ikindi arasında Süleymaniye'nin bu tenha ğsoka ında Ahmed Cemil'in güftesini zaptedemedi i acı bir ne ide ile geçirdi. O evde bulundu u ğğşğzaman ba ka bir cihanın ba ka bir tarzda yaratılmı bir mahlûkuna mahsus, yabancılı ında lâtif şşşğbir vah et, mü-sekkir bir garabet hissolunan bu sesden bütün kalbinde hissedilip de mahiyeti ştahlil imkânından kaçan hissiyat ona refakat eden bir ahenk ile uyanır; hayatının zaptolunamayan şiirlerine fasih bir tercüman gibi gelen bu na idenin bediî esirini kaçırmamak için sahibini şgörmek istemeyerek dinlerdi. Bugün u haritanın beyanını tema ası, oranın asude hayat vehmi onun çıplak manzarasının şşhayali içinde bir sesin tesiri arzın fevkinde bir ey oldu. ş O ses yakla ıyordu. Evvelâ uzaktan pest ve derunî bir ikâyet ba lamı tı; sonra yava yava , yer şşşşşşyer birer ıstırap ehi-kıyle, iniltisiyle bo ularak, mecruh bir güvercin gibi âciz bir hamle ile şğyükselmek isterken birden bir meftuniyet ile bir sükût içinde dü erek, bir müddet güya şkanatlarıyle topraklarda sürüklene sürüklene çırpındıktan sonra meyus ve mütehas-sir bir nazarla göklere gözlerini dikerek, gö sünü parçalayan son bir feryat ile ba ını kaldırdıktan sonra son ğşnefesi bir figan gargarası içinde sönüp gidiyordu.

Bir müddet bir memat sükûtu, Ahmed Cemil'in u küçük hayatını bir mezarın so uk havası istilâ şğeder gibi oldu, hiçbir ey i itilmiyordu. şş Bir dakikalık sükût içinde imdi nazarında hayatı için tasavvur etti i o çıplak sahne canlandı, bu şğbir dakika içinde toir ba ka âlemin hayatını gördü. Nazarın imtidadı imkânı kadar uzun, lekesiz, şsaf ve mücellâ güne le kaynayan bir gök altında bir nur deryası içinde kayna ıyor zannedüen çöl, şşbeyaz ve parlak bir kum safihası ki a aalarla çalkalanan sema altında sonsuz uzaklıklara firar ş şeden o ufka yeti mek için ko arak tâ ileride fark olunmaz, görülmez bir telâki noktasında şşyeti iyor; ikisi bu pâkize sema ile o saf beyaban tâ orada, güya ko maktan, birbirini şşkovalamaktan yorgun dü erek bîtap bir visal busesiyle dudaklarını uzatıyor; tâ yukarıda da şberrak. ¦£SV. MAI VE S YAH Đ bir güne bütün a aasiyle beyaz bir hacle fanusu gibi u visal bezminin üzerine saadet zilâlini şş şşdöküyor... Ah! o sema, o beyaban, o güne ... te Ahmed Cemil'in bütün nasibsia hayatına lâyık iltica ve ş Đşhuzur kö esi... ş Daha sonra bu beyabanın üryan vah eti içinde kaybolmu birer kafile eklinde öbek öbek hurma şşşa açları, muz fidanları görülüyor; çıplak vücudlarıyle kumlu un ortasında bu tenha asude hayata ğğtesliyet gönderen bir selâm ile ye il ba larını kaldırırken uzaktan develer, o kum deryalarının şşevlâdı, yorgun ve aksak yürüyü leriyle süzülen bir bulut eklinde ilerliyor, öteki kumların şşsinesinden fı kırıvermi bir beyaz rüzgâr dalgası eklinde bütün beyaz görünen atlarının üstünde şşşbeyaz harmanileri uçu arak geçen bir süvari zümresi... ş O vakit; bu hayal âlemi, Ahmed Cemil'in kar ısında canlanarak ya ama a ba layınca; o ses şşğştekrar i itildi; bu defa yeni bir hayat ile, taze bir kuvvetle orada, hemen evin kapısında tekrar şuyandı. imdi bu sesde vah î eda, bir tehevvür nâli i, bir me-raret tu yanı vardı; bu öyle bir sesdi ki Şşşğiçinde bir kalb parçalanıyor, yırtılıyor, ensicesi sökülerek kan saçılıyor gibiydi. Tiz bir feryad ile ba ladı; birdenbire ate almı havaî bir fi enk eklinde çıktı, yükseldi, sonra bir şşşşşmüddet, müthi bir irtifada, artık kendisini zaptedemeyerek, yükselen hamlesinin son kuvvetini şsarfederek titredi; inecek mi; çıkacak mı, sönecek mi bilinmiyordu; bir saniye kaldı; sonra birdenbire patladı, bir müthi intırak ile da ıldı, o zaman, da ınık bir sükût ba ladı; güya o havaî şğğşfi enkten kırık dökük, vakit vakit parlayan sönen kandiller döküldü; bunlar süzüle süzüle, birer şbirer öle öle dü üyor, gidiyordu; nihayet bir ses enkazı üzerine-gö sü yarılan bir bulut şğparçasından hafif ya murlar bo anmaya ba ladı. Ahmed Cemil mebhut duruyordu... ğşş Bugün bu garip ne ideden duydu u ey hiçbir tesirle mukayese edilemezdi u anla ılmayan, şğ şŞşzaptedilmeyen lisan ile o ses güya Ahmed Cemil'in babasının matemine, îkbal'in mezarına, Lâmia'nın uçmu hülyasına, u sobanın içinde hâlâ bir hayat bakiyesiyle çıtırdayan eserinin şşküllerine ayrı ayrı a ladıktan sonra bu hasta kalbin bütün elemleri, acıları, tahlil ve ifade ğ

edilmeyen dertleri için beli bir lisan olmu tu. ğş Bir müddet sonra bu gaye haletine benzeyen hissiyat için- MAÎ VE S YAH i» Đ kaldı, imdi o ses artık büsbütün uzaklanmı hemen kaybolmu tu; artık kulaklarına i te bu çıplak şşşşsahranın uzaklıklarında giden deve sürüsü içinden geliyor gibiydi. Aya a kalktı; kendi kendisine: «Evet, oraya gidece im, o sade hayat içinde, ölmü emellerinin ğğşsakit türbesini orada kuraca ım.» diyordu. ğ Odanın kapısını açtı, ah! bu oda!.,. Bu ruhunun enisi ve merhemi odacık! buradan ilelebet ayrılmak lâzım geliyordu. Gö sü ufak bir teessür ahiyle i iyordu, bu oda, bu ev; bunlardan ayrılmak icabediyor, öyle ğş şmi?... Merdivenden inerken orada, ta lıkta kbal'in tabutunu, ebedî bir sefer için, azimete şĐmüheyya görüyor gibi oldu. te imdi o da ebedî bir sefere müheyya idi. Biraz durdu, bir veda Đş şnazariyle bu evi selâmlıyor gibi a a ıya yukarıya baktı, burası nice tatlı, acı hâtıraların ş ğmedfeniyle, tatlı ve acı, fakat onların hepsi kalbinin muazzez, muhterem servet hazinesiydi. Burada bu evin bütün hayatını tahattur etti; o daha küçük bir çocuk idi; buraya nasıl bir telâ ile şta ındıklarını, babasının o günkü çocukçasma sevincini, fesinin kilim dö eme için kur'a sepetli i şşğetti ini hep birer birer tahattur etti. Ah, o vakit ve ondan sonra babası ölünceye.kadar nasıl mes'ut ğidiler! Lâkin daha sonra?... Ahmed Cemil artık tahattur etmek istemedi; bu hâtıralar kalbini u eve kuvvetli rabıtalarla şyeniden ba lama a ba lıyor, kararının metanetine zaaf veriyordu, dima ına hücum eden o ğğşğhâtıraları sükinerek defetmek istedi; annesinin yanma girdi. Ikbal'i kaybettikten sonra annesiyle arasındaki münase? bet her zamandan ziyade tehassüse meyyal bir rikkat kesbet-mi idi. Bu iki mecruh kalb biribirine takarrüp için daha büyük bir şihtiyaç duyuyordu; her vakit beraber bulunmakla yekdi erini kaybetmek korkusunu tahfif etmek ğisterilerdi. Bu valide kızanı kaybettikten sonra o lunu da elinden kaçırmak tehlikesine kar ı her ğşvakitten ziyade titreyerek onun hep etrafında dola ıyor, geceleri fena bir rüya ile uyandıkça şodasının kapısına kadar gelip dinliyordu. 234 MA VE S YAH ĐĐ Ahmed Cemil bugün yanına girince annesini, o vakitten beri mûtadı olan dalgın vaziyette ibuldu; Sabiha hanım ellerini dizlerinden dolayarak kilitlemi , her gün geçtikçe gözlerinden katre katre şbo anıyor zannedilen hayatı örtülü nigâhmı müphem bir noktaya dikmi duruyordu. O lunu şşğgörünce gözlerini çevirdi, onu bir tebessüm ile kar ılamak istedi. Fakat bugün Ahmed Cemil artık şannesinin kar ısında susarak dü ünmek için gelmiyordu; bugün söylemek, annesine son kararını şşhaber vermek için geliyordu. Tâ yanına kadar gitti; senelerden beri - tâ u kadar bir çocuk iken ş

bile vekarına muhalif gördü ü zamanlardan beri - aralarında vuku bulmayan bir eyi yaptı. _In^_ ğşsanlar ne kadar büyürlerse büyüsünler, ne kadar ihtiyar olur-îarsaToIsunlar' ylne~bazi~dâkikâlar vardır kî ânnelerine~sökula-rak çocuk plmak_isterler. Annesinin yânına oturdu. Kolîarıy-Ie onun zayıf kuru vücudunu sardı, gözlerini gözllerine dikti; bir müddet öyle, imdi ikisinin de şdudaklarında ne açılma a ne kaybolma a cesaret edemeyen acı bir tebessümle bakı tılar; sonra ğğşAhmed Cemil: — Anne! dedi, bu hitabı sıcak bir tesli-yetle kalbini yıkayarak tekrar etti: — Anne, müsaade eder misin ? Senin dizine yatayım... Haniya bir vakitler beni dizine yatırır da saçlarımı ok ardın? i te yine öyle yatayım, beni yine öyle, güya sekiz on ya ında bir çocuk gibi şşşok a... Ah! busen, anneci im, bugün ok anmak, sevilmek için ne kadar ihtiyacım var! Hususiyle şğşçocuk olmak, o mes'ut zamana biraz avdet etmeye nasıl muhtacım!... Bugün dizinin, senin zavallı zayıf dizinin üstünde a ır çeken bu ba ın, busen o çocuk ba ından ne kadar farkı var! Bu çocukla ğşşo çocuk arasında kırılmı , parçalanmı bir hayat duruyor. Ah! ben hayatın, o vücudu harap eden şşdemir mengenenin arasında nasıl ezildim! te bugün sana hasta, mecruh, tedaviye muhtaç olarak Đşavdet ediyo-'rum... A lıyor musun anne?... Oh! a la, a la, biraz o ya lar yüzüme, saçlarıma ğğğşdökülsün, onların pâk ve mukaddes katra-ları altında ifa bulmak isterim, yalnız bugün de il, şğdaima, ölünceye kadar... de il mi, anneci im, sen beni bunlarla iyi edeceksin, bunlarla bana ğğkuvvet vereceksin de il mi?... Fakat burada de il, burada matemlerimiz var, babam var, karde im ğğşvar, ondan sonra, benim kendi ruhsuz cesedim var, üç tane müthi mezar ki ya ayabilmek için şşbunlardan uzak olmak istiyorum. Seninle uzaklara gidelim, o kadar uzaklara ki nef- MA VE S YAH ĐĐ 235 simizi orada tanıyamayalım, kendimize ba ka bir cihanda, ba ka bir hayatta, ba ka mahlûklar şşşnazariyle bakabilelim... de il cai, anneci im? benimle beraber oraya kadar geleceksin, beni u ğğşmukaddes, u muhterem göz ya larınla iyi edeceksin de il mi? şşğ 20 Ahmed Cemil Sirkeci'den validesiyle Seher'i sandala bindirdikten sonra iskelede e yadan bir ey şşkalıp kalmadı ını anlamak üzere son bir tefti nazariyle etrafına baktı. Sandala .aya ını atmak ğşğüzere idi, kolundan birisi tuttu: Hüseyin Nazmi. Eski arkada ını küçük bir hayret sayhasiyle selâmladı: ş — Sen de mi gidiyorsun? Onun da yanında bir büyük yol çantası vardı: — Evet, bugün Messajerie ile... — Ben de Lloyd ile gidiyorum... Bu iki arkada aralarında o günden beri yava yava hâsıl olan bir so uklukla imdi birbirine şşşğşkar ı hislerine bir serbest seyelân veremiyorlardı. Hüseyin Nazmi dedi ki: ş

— îki gün evvel tevcihat arasında tâyin edildi in yeri gördü üm zaman hayret ettim. ğğ Hüseyin Nazmi cümlesinin bakiyesini itmam edemiyor gibi biraz tereddüt etti, sonra arkada ının şelini tutarak: — Ne kadar uzak yer intihap etmi sin, Cemil... teessüf ederim, dedi. Ahmed Cemil şhafifçe elini çekerek cevap verdi: — Ben de senin yine o günkü tevcihat arasında ümit etti in yerlerin en güzeline tâyin edildi ini ğğgördü üm zaman ğ ¦ son derece memnun oldum. Tebrik ederim. AJunetjCemil'in a zında bu tebrik u iki arkada ın hayatını te kil eden tezat zincirinin artık son ğşşşhalkası hükmünde idi. Birbirine söyleyecek bir eyleri kalmamı tı, Hüseyin Nazmi'nin çantasını şşhir sandalcı kaldırmı , bekliyordu; iki arkada tek^ rar birbiriı in elini sıktılar.. şş Bir sa t,t sonra Messajeri',nin Sarayburnunu dola an Vapuru Hü ey.n Nazmiyi, sinesi ümit üe şşdolu, bir emel cihanın^ do ru götürürken Kızkulesi açıklarında bir batî meyi ile süzülerek yava ğşyava ilerleyen Lloyd'un Süvey hattına i leyen a ır gemilerde^ biri Ahmed Cemü'i kalbinde bir şşşğmezar ile son 236 M A I VE S YAH Đ yeis türbesine sürüklüyordu. Evvelâ, hareket esnasında o da --» da a iç'nde hiçbir ey ğğşhissetmedi; valdesiyle Seheri a a ıda kendilerine tahsis olunan yere yerle tirdikten sonra ş ğşyukarıya çıktı; sandallar, merdivenlerden telâ ile inip çıkan halkı çözülen halatlar, ko u an şş şgemiciler, arasıra ir: ses ile bu güriil-r tünün içinde herkesi sükûta davet ediyor gibi hiddetle ba ıran düdük daha sonra etrafında limanın izdihamı, stanbulla Gala-» ta arasında sıkı an bu ğĐşdeniz parçasını bir hayatın arbede yeri haline getiren bütün o hareket bir müddet beynini, gözlerini i gal etti; fakat vapur bu izdihamı yava yava , güya u hayattan tahassürle iftirak şşşşederek, uzak bıraktıkça; dakikalar geçerek Ahmed Cemil'in nazarında bütün hayatının yegâne tahassüs mahfazası olan bu ehri ufkun lâcivert zeminine tersim olunmu bir levha eklinde şşşbırakma a ba layınca kalbinde birden, elîm bir iftirak hissi duydu: bir his ki hemen o anda bütün ğşazmini sarstı; tekrar geri dönmek, kimbilir hayatının belki sonuna kadar ayrılmak üzere oldu u ğbu yere tekrar ayaklarını basmak için edit bir arzu uyandırdı. ş Uzakla dıkça kar ısında Cihangir tepesinden denize do ru inen bayır küçük mülevven ta şşğşparçalarından üzerine bir levha i lenmi uzun, yüksek bir duvar eklinde yükseliyor; öteden parça şşşparça kaçarak saklanıyor gibi görünen Beyo lu sırtıyle Galata yoku larının üzerinden kalkmı ğşşmütecessis bir ba gibi yangın kulesi iri gözleriyle bakıyor, öte tarafta stan-» bul tepelerinin şĐüzerinde camilerin birer gümü mi fer ile örtülü cesim ba ları yükseliyor, minarelerin semalara şğşfı kırmak isteyen birer beyaz fevvare ekl;nde uzanan ince boyları yer yer ak amın esmer havası şşşiçinde güya ihtizaz ediyor; beride güne in son ziyarıyle tutu mu camlarıyle kırmızılıklara bo-şşşyanan nsaniye, Üsküdar, daha yüksekte ye il tepelerin üzerine eteklerini sererek Marmaraya Đşbakan Çamlıca, biraz da* .ha ileride topraklardan ayrılarak kendisini denize falıvermek istiyormu zannedilen Fener, Moda; nihayet vapur hareket ettikçe vaziyetlerini de i tiren - şğ ş

yerlerinden kaçı arak dalga-v larm içinde yüzüyorlarmı vehmini veren - Adalar;.. imdi vapur şşŞbiraz daha serbest ilerliyor, artık bu manzaralar evvelkinden çabuk uzaklamyor, ufkun sislerine bo uluyordu. ğ Ahmed Cemil orada, kalbinde derin bir ye'is ile kendisinden kaçıyor zannedilen bu levhaya gözlerini dikerek; bakı- MA VE S YAH ĐĐ 237 yordu. Sabit, musir bir veda ile gözlerini o levhadan ayırmı-> yordu. Vapur uzaklanıyordu, nihayet o levha üzerine bir tül geçirilmi gibi donuk kaldı, daha sonra büsbütün bulandı; o vakit şüzerine güne in bir donuk rengi dökülmü bulutlardan ba ka bir ey görmedi. şşşş Ba ını çevirdi; te güne orada, tâ Marmaranın denizle-t re dökülen ufkunda, parçalanmı bir şĐşşşda enkazı eklinde yi-* ılmı bulutların arkasında iniyordu. ğşğş Güne görünmüyordu. Yalnız o bulut yı ıntısının yırtılmı sinesinde bir yangın müthi , muhip şğşşbir yangın görünüyordu; Evvelâ o tutu an menfez etrafında bulutlar kan tufanına boyanmı şşduruyor, biraz yüksekte siyah bir küme o yangının üzerinde gittikçe koyula an esmer bir tak şkuruyor; kenarlardan pembe, kırmızı, al, sarı ri eler sarkıyor; bir tarafından erimi bir yakut şşderecesi ince kıvrıntılı bir hat ile yol açarak akıyordu. Birden manzara de i ti, güya bu yangın ğ şbirden dönerek ortasında kırmızı bir tabak açıldı, etrafında sa ma soluna, altına üstüne deste ğdeste sarı nurdan müte ekkil oklar fı kırdı. Bir saniye sonra yine de : ti, bulutlar bu yakut şşğ şkümeleriyle dolu tabak üzerine parça parça dökülme e ba ladı, nihayet büsbütün örttü; artık ğşhiç bir ey görünmüyordu, orada siyah bulutlardan bir da yükseldi. Bir aralık güne in son bir şğşziya hamlesi feveran etti. tâ o da ın tepesinde tutu mu bir orman gibi parladı. imdi Ahmed ğşşŞCemil'in göz^ leri bulanıyordu. Bütün denizi, semayı bu bulantı içinde karı tırdı, artık şgörmeyerek bakıyordu. Biraz sonra ayaklarının altında gizli bir hı ıltı ile gecelerin sırlarını şta ıma a hazırlanan suların üzerine geni , uzun bir gölge dü tü. şğşş O vakit Ahmed Cemil vapurun kenarına, tahta kanepe-» nin üzerine oturdu; dirse ini dayadı, ğba ını avucunun içine koydu; ak amın serin bir rüzgâriyle saçlan uçu arak gözlerinin önünde şşşhazırlanan geceyi seyre ba ladı. ş Burada saatlerce böyle, yemek için a a ı inmek istemiye-rek, güvertenin u tenha halinde burada ş ğşdü ünmek için kalmayı tercih ederek, oturdu; fakat dü ünemedi. Yalnız burada gecenin so uk şşğye'isini teneffüs ederek bütün hayatının mihnetlerini dinlendirmek, bu zulmeti zehirleyerek te fye şeden mu i bir deva gibi içmek, kana kana ci erlerini onunla doldurmak istiyordu. ğşğ MAÎ VE S YAH Đ 23S» 238

MA VE S YAH ĐĐ Bu siyah bir gece idi... Öyle bir gece ki gökler bütün kan-r dillerini söndürerek denizlere gayp âleminin gizli eylerini dök^ mek için hazırlanmı gibiydi. Yalnız ileride direklerle bacanın birer şşgece serserisi eklinde yürüyen gölgelerine zulmetler içinde rehberlik eden vapurun kırmızı feneri şbu siyahlıklar arasında açılmı uzak bir kırmızı göz gibi parlıyordu. Bu siyahlıklar... ş Ahmed Cemil i te u saçlarının arasında ü üterek geçen rüzgârın, kanadlaruıı çırpa çırpa, bu ş şşsiyahlıkları semalardan! denizlere döktü ünü hissediyor, onların sukutu fe fe esini i itmiyordu: ğş şşSanki bir baranı dürr-ı siyah! Birden, bu siyah gecenin kar ısında aklına bir ba ka gecenin hâtırası geldi. şş .Tâ hülya hayatının ba langıcında, ümitlerinin incilâsı za-* manuıda Tepeba ı bahçesinde Halice şşbakarak seyretti i mai gece ile o baran-ı elması tahattur etti. ğ Gözlerinin önünde o mai gece ile bu siyah gece tekabül etti: Mai ve siyah. Ah! Biçare hırpalanmı , ezilmi hayat!... Mai bir gece ile siyah bir gece arasında geçen u şşşnasipsiz, bahtsız ömürîJ Bir baran-ı elmas altında inki af ederek imdi bir baran-ı dürr-i siyahın şşaltında gömülen o solmu emel çiçekleri!... ş î te, i te, görüyor gözlerinin önünden ya an bu siyahlık-' lar, den'ze döküldükçe bir sekerat şşğzemzemesiyle bo ulan bu zulmetler, i te bunlar o hülya hayatının üzerine çekilen bir matem ğş\"kefeni de il miydi? ğ O vakit den'ze baktı: Siyah bir deniz... Karanlı ın için-* de Ahmed Cemil vapurun kenarında ğesmer bir köpükle kayna arak firar eden o siyahlıkları görüyor, altında mahuf, mû-*-. his adem şvehmi veren siyahlıktan ba ka bir ey görmüyordu.» Ah! Bu den;zin zulmetlerinde saklanan şşhakikatler, asıl hakikat... Bir karar hamlesi, yalnız ttr küçük hareket, oraya gidebilirdi. Oraya gitmek, bir siyahlı ın içine, bir daha çıkılamaz, avdet olunamaz derinliklerine gitmek... ğ Dalgalar uzun, kaim birer siyah yılan gibi kıvrana kıvran na, yuvarlana yuvarlana açılıyor; belirsiz bir lisan ile zulmetlerin sonsuz uzaklıklarına do ru serilerek onu davet ediyorn ğdn. '¦ Bunların siyah kuca ına atılmak, yarın do acak olan a ğğ MA V £1 o J. ^____ Đ güne in hayatın sefaletleriyle istihza eden ziyasından kaçmak* ilelebet bu siyahlıklar içinde şsonsuz bir yoklukla mesut ve müsterih yuvarlanıp gitmek... O zaman kendisini bu dalgaların arasında süzülüp lâtif bir gay ile mest olarak, sinirleri şuyu arak, denizin o dipsiz, uçurumlarına do ru iniyor vahmetti. niyor, bitmeyen bir su-, kut ile şğĐzulmetleri tabaka/ tabaka yararak, u siyah dalgaları kütle kütle sırtına alarak, yava yava , şşşmuntazam bir ahenkle ademe tam bir teslimiyetle iniyordu. Evet, bir karar hamle-* si, yalnız bir

küçük hareket, nasipsiz geçen hayatiyle u fay-1 dasız vücut arasında bu denizin bütün siyah ştabakalarını bir sed silsilesi gibi bırakarak tâ u ummanın bir türlü sonu bulunmayan şderinliklerine kadar inecekti. Birdenbire silkindi... Tâ yanıba mda bir ses: ş — Cemil, niçin karanlıkta yalnız oturuyorsun? diyordu. O vakit titreyerek aya a ğkalktı: «Geliyordum, Anne!...» dedi ve hayatta bir ümidi kalmamı bu çocuk, yava yava , bu şşşsiyah geceden, u kendisini çekip almak isteyen ademde». t ayrılarak, annesini takip etti... ş STANBU! HAIK ÜÖ Đ n<*, dana y^ lerin bonsuz uzaklık. du. Bunların siyah km Konu No. : *2 ll> Kayıt No. : 3 7\".3 O Bunların s Halid Ziya U aklıgil _ Mai Ve Siyah ş www.kitapsevenler.com Merhabalar Buraya Yükledi im e-kitaplar A a ıda Adı Geçen Kanuna stinaden ğş ğĐ Görme Özürlüler çin Hazırlanmı tır Đş Ekran Okuyucu, Braille 'n Speak Sayesinde Bu Kitapları Dinliyoruz Amacım Yayın Evlerine Zarar Vermek De ildir ğ Bu e-kitaplar Normal Kitapların Yerini Tutmayaca ından ğ Kitapları Beyenipte Engelli Olmayan Arkada lar Sadece Kitap Hakkında Fikir Sahibi Oldu unda şğ A a ıda Adı Geçen Yayın Evi, Sahaflar, Kütüphane, ve Kitapçılardan Temin Edebilirler ş ğ Bu Kitaplarda Hiç Bir Maddi Çıkarım Yoktur Böyle Bir eyide Dü ünmem Şş Bu e-kitaplar Kanunen Hiç Bir ekilde Ticari Amaçlı Kullanılamaz Ş Bilgi Payla tıkça Ço alır şğ Ya ar Mutlu ş

Not: 5846 Sayılı Kanunun \"altıncı Bölüm-Çe itli Hükümler \" bölümünde yeralan \"EK MADDE ş11. - Ders kitapları dahil, alenile mi veya yayımlanmı yazılı ilim şşş ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmi bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaç şgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir ki i tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren e itim kurumu, vakıf veya şğdernek gibi kurulu lar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill ş alfabesi ve benzeri 87matlarda ço altılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler ğalınmadan gerçekle tirilebilir.\"Bu nüshalar hiçbir ekilde şş satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dı ında kullanılamaz ve kullandırılamaz. Ayrıca bu şnüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması ve ço altım amacının belirtilmesi zorunludur.\" maddesine istinaden web sitesinde deneme ğyayınına geçilmi tir. ş T.C.Kültür ve Turizm Bakanlı ı Bilgi lem ve Otomasyon Dairesi Ba kanlı ı Ankara ğĐşşğ Bu kitaplar hazırlanırken verilen emeye harcanan zamana saydı duyarak Lütfen Yukarıdaki ve A a ıdaki Açıklamaları Silmeyin ş ğ Tarayan Ya ar Mutlu ş web sitesi www.yasarmutlu.com www.kitapsevenler.com e-posta [email protected] [email protected] [email protected] [email protected] Halid Ziya U aklıgil _ Mai Ve Siyah ş


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook