Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore İnsan Ne İle Yaşar-TOLSTOY

İnsan Ne İle Yaşar-TOLSTOY

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-20 04:05:56

Description: İnsan Ne İle Yaşar-TOLSTOY

Search

Read the Text Version

İNSAN NE İLEYAŞARTOLSTOYİngilizceden Çeviren:Emel ERDOĞANSİS YAYINCILIK

SİS YAYINCILIK - 148İNSAN NE İLE YAŞARLEV N. TOLSTOYYayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni:ZanaHOCAOĞLUYayın Koordinatörü:Mehmet DEMİRKAYARedaksiyon:Mübeccel KARABATİngilizceden Çeviren:Emel ERDOĞANTasarım:Özgür YURTTAŞBaskı:Barış MatbaasıDavutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 291Topkapı - İSTANBULTel: (0212) 674 85 28 - Faks: (0212) 674 85 29Sertifika No:12431ISBN 978-605-5768-54-61. Baskı:Mart 20112. Baskı:Ekim 2011SİS YAYINCILIKMerkez: Giyimkent Sitesi D 6 Blok / 59

No: 77-78 Esenler / İstanbulTel: (212) 659 58 61 - 62Fax: (212) 659 02 51www.sisyayincilik.come-mail: [email protected]

İNSAN NE İLEYAŞARTOLSTOYSİS YAYINCILIK

LEV NIKOLAYEVIC TOLSTOY1828 - 1910Tolstoy 28 ağustos 1828’de Tulainde YasnayaPolyana’da doğdu. Annesi çok küçükken öldü.Babası ve kardeşleriyle yaşadığı ailetopraklarında Rus kırsal yaşamını erkendentanımış oldu. On beş yaşında Voltaire’i veüstünde kalıcı bir etki bırakacak olanRousseau’yu okudu. 1847’de üniversitedenayrılarak köylülerine yararlı olmak amacıyladönüp, Yasnaya Polayana’ya yerleşti.Genç Tolstoy, dört yıl süren acılardan veyaşamın anlamını sorgulamalardan sonra1851’de yaşadıklarından tatmin olmayarakKafkasya’ya gidip topçu teğmeni oldu. Edebiyatçalışmalarına da gerçek anlamda burada başladı.Dağıştan ve Çeçenistan’ın Rus Çarlığı’nabağlanması üzerine yerli halkın gösterdiğitepkileri, Tolstoy “Kazaklar” adlı hikayesindeanlatır. Kırım Savaşı sırasında Sivastopol’da

bölük komutanı olarak, kuşatılmış şehrin entehlikeli kesiminde bulundu ve yaşadıklarını“Sivastopol” adlı eserinde anlattı. Onun savaşsahnelerini, roman kişilerinin algılarınadayanarak anlatması ve bütün bir savaşmekanizmasını ahlakın prizmasından geçirmesibüyük bir yeniliktir.Tolstoy’un yayımlanan ilk kitabı“Çocukluk”un ne Kafkasya’yla ne de Kırım’lailgisi vardır. Tolstoy bu kitapta çocuklukanılarına geri döner, Yasnaya Polyana’dakiyaşamdan sahneler canlandırır. Bu hikayeyigönderdiği Sovremennik dergisinin yönetmenişair Nekrasov, derhal yayımlamaya karar verir.Böylece ilk hikayesinin yayımlanmasındansonra, peş peşe çıkan “İlk Gençlik” (1854) ve“Gençlik” (1857) ile Tolstoy, dönemin entanınmış yazarları arasında yer alır.Bu üçleme içinde geçmiş yıllara duyulanözlemden, çocukluğun masumiyetinden,dünyayı keşfedişteki tazelikten çok dahafazlasını barındırır. Tolstoy’un gelecektekieserlerinin taşıyacağı bütün özgünlüğü, özellikle

de özeleştiriye olan eğilimini tohum halindeiçerir. Delikanlılığında daima doğru hareketetmek amacıyla entelektüel ve moralyeteneklerinin gelişmesi için bir programhazırlamayı tasarlar. On dokuz yaşındanbaşlayarak en küçük eylem ve düşüncelerinididik didik edip eleştirdiği bir günlük (tümyaşamı boyunca sürecek ve binlerce sayfaolacak) tutar. Tolstoy’un gelişim çizgisinidefalarca saptıracak derin krizlere karşın, onunkişisel ütopyası çok erken oluşur. Bu sayedebireyin manevi mükemmelliğinin kötülük veyalanla daha iyi baş edebileceği, çünkü bukonuda toplumsal reformların bile yetersizkalacağı, toplumun insanı yozlaştırdığışeklindedir. 1856’da bu aykırı düşünceyi sonunakadar götürerek, “sanat sanat içindir” görüşünüsavunan bir grup kuramcıyla yakınlık kurar.Ertesi yıl, İsviçre’yi, Fransa’yı, Almanya’yıdolaştı ve bu arada “İki Süvari Subayı” ve “ÜçÖlüm”ü yazdı. Rusya ile karşılaştırıldığında BatıAvrupa’da egemen olan toplumsal özgürlük onuadeta çarptı, ama çok geçmeden madalyonun

öteki yüzünü, ilerlemenin olumsuz yanlarını dafark etti. Yasnaya Polyana’ya dönüşü, kölelerinözgürleştirilmelerinden hemen önceye rastlar.1853’ten 1863’e kadar, on yıl boyunca şiirseleserlerinden biri olan “Kazaklar” üzerindeçalıştı. Olenin adında soylu bir delikanlı,sürdüğü yaşamdan son derece bezmiş olarak,1851 ilkbaharında Kafkasya’ya gider. Tolstoyburada Doğu’yu konu alan edebiyatın büyükçoğunlukla bulandığı egzotizmin tersine,neredeyse etnografik bir ayrıntı zenginliğiyle birKazak köyündeki yaşamı aktarır. Yazara çokbenzeyen, kendisini büyüleyen bu dünyayakarışmayı başaramayan ve ayrılık zamanınıngelip çattığını hisseden Olenin’le Tolstoy birhuzursuz kişilikler topluluğunun ilk halkasınıoluşturur.Tolstoy, 1859’da bir bunalımın eşiğindedir.İyilik yapabilme olanağına kavuşacağınainandığı huzurlu kır yaşamına olan özlemini dilegetirmeye çalıştığı, alaycı başlığıyla “AileMutluluğu”nun yayımlanması, aslında cesaretinikırmıştır. 9 ekim tarihli yazısında şunları itiraf

eder: “Artık bir yazar olarak hiçbir değerim yok.Yazmıyorum, ‘Aile Mutluluğu’ndan beri hiçbirşey yazmadım ve sanırım yazamayacağım da.”Böylece, 1859’dan 1862’ye kadar tümzamanını Yasnaya Polyana’lı köy çocukları içinokul kurmakla geçirdi. Bu arada YasnayaPolyana adlı pedagojik bir dergi çıkartmayabaşladı. Tolstoy, köylü reformları yıllarısüresince sulh yargıçlığı yaptı ve pek çokanlaşmazlıkta köylülerle soylular arasındaarabuluculuk görevini üstlendi.1862’de Sofya Andreyevna Bers’le evlendi veüç çocuğu oldu. Düğününden önce, aşklarladolu geçmişini bilmesi için geline günlüğüokutması bu evliliği tehlikeye soktu. Daha sonraSofya Andreyevna’da Tolstoy’un önerisiüzerine, neredeyse sadece onunla ilişkilerineadanmış bir günlük tuttu. Eşler günlüklerinibirbirlerine okuttular, hatta Tolstoy eşinindefterine notlar düştü. Sofya Andreyevna’nın,Tolstoy’un kitaplarının sansürce yasaklanmasıüzerine, bizzat Moskova’ya çarın huzurunaçıkacak kadar ailesine bağlılığını gösterdiği

mutlu bir evliliğe karşın, Tolstoy kendi dünyagörüşüyle çelişen aile yaşamından soğudu.1863’te on yıl sürecek olan “Savaş ve Barış”ıyazmaya başladı. Bu anıt eser, yazarınSivastopol Savaşı’nda Rus birliklerinin uğradığıbozguna, bu birliklerin aptalca yok oluşunatanık olduğu bir dönemde tasarlanmıştı. Elbettebu dönemin seçilmesinde, tarihten öç alma,Rusya’ya bir bozgun yerine zafer sunmaisteğinin yattığı gözden kaçmamaktadır. Tolstoy,Napolyon’a karşı yapılan savaşın, halk içindebulduğu desteği göstermek isterken, bu savaşhakkında, zaman zaman tanıklıklarla bile çelişenyeni bir değerlendirmeyi kabul ettirmeyi başarır.Tolstoy bu kitabına başladığında, 1856’dageçen, Sibirya’ya sürülen Dekabristlerindönüşünü konu alan bir hikaye yazmayıdüşünüyordu. Ama başlangıçtaki tasarısındanvazgeçerek sadece kahramanın yaşamında birdönüm noktası olan olayı değil (1825ayaklanması) 1812 anavatan savaşıyla aynıdöneme rastlayan gençlik yıllarını da anlatmayakarar verir. Tolstoy hikayesine bir bozgunu

anlatmakla başlamayı tercih etti; romandakiolaylar 1805’te başlıyordu.“Savaş ve Barış” alışılmış sınırlandırmalarındışında kalan bir eserdir. Ne psikolojik, ne detarihi bir romandır, ne sosyal bir kronik ne de üstsınıfların yaşamının sergilenmesidir; hepsindenbir şeyler vardır. Yayımlandığında çok çeşitlitepkilere neden oldu. Gerçekleri çarpıtmaklasuçlandı, Çar Aleksander bile Tolstoy’un herşeyi birbirine karıştırdığını söyledi. Tolstoy’unvatanseverlik ve kahramanlık anlayışına tepkigösteren savaş gazileri romanı kınadılar.Tolstoy’un romanın biçimine hâkim olamadığınıileri sürdüler. Bu arada ilericiler, kadınınbağımsızlığı yolundaki düşüncelere karşı çıkışıveya geçmişe olan bağlılığı yüzünden onuşiddetle eleştirdiler. Yazar, “Savaş ve Barış”tahalk fikrine, “Anna Karenina”da (1877) ailefikrine önem verdiğini söyler. Bu “Savaş veBarış”ta aile fikrine yer verilmediği veya “AnnaKarenina”nın sorunsalının sadece aile içindenkaynaklandığı anlamına gelmez. İki romanarasında on yıllık bir zaman farkı vardır; ne

Tolstoy aynı Tolstoy’dur, ne de Rusya aynıRusya’dır. Yazar romanda ilerledikçe,başlangıçtaki kendini mahva sürükleyen evli birkadın fikri, genişleyip derinleşir. BuradaTolstoy’a en yakın kişilik Constantin Levin’dir.Tolstoy’da onun gibi köylüleriyle ekinbiçecektir, üstelik Levin’in arazisi de YasnayaPolayana’ya çok benzemektedir. İki kahraman(Anna ve Levin) neredeyse hiç karşılaşmazlar,birbirlerine paralel mekanlarda yaşarlar. Bu daeleştirmenlerin Tolstoy’u konuyu inşa etmedeyetersizlikle suçlamasına yol açmıştır. Tolstoybu eleştirileri şöyle yanıtlar: “Tam tersineeserimin mimarisinden gurur duyuyorum,tonozlar öylesine kavuşuyorlar ki, şatonunnerede olduğu bile görülemiyor.”Tolstoy, 1880’de yeniden büyük bir ruhsalbunalıma yakalandı ve bunu, “İtiraflarım”(1882) adlı hikâyesinde şöyle anlattı:“Çevremizdeki yaşamla ilişkimi tamamenkestim.” Toprağı işlemeye başladı, malınımülkünü dağıttı, dünyanın değişmesinin bireyselkol emeğiyle gerçekleşebileceğine inandı,

şiddete karşı çıkıp, barışı savundu, ve YasnayaPolyana’dan hiç ayrılmadı. Bu dönemdeyazdıklarında gerçeği arayış en ön plandadır:“Efendi ile Uşak”, “Karanlığın Kudreti”, “SanatNedir?”, pek çok halk masalı, felsefi ve ahlakieserler, “Neye İnanıyorum”, “Dogmatikİlahiyatın İncelenmesi”, “Kilise ve Devlet”,“Tanrının Ülkesi Senin İçindedir”, “İvan İlyiç’inÖlümü” Bu dizinin en başarılı hikayesi kuşkusuz“İvan İlyiç’in Ölümü”dür. Kahraman birmemurdur, hep herkes gibi yaşamayı isteyen biradamdır. Ancak ölüm döşeğinde hayatının nekadar boş geçtiğini anlar. Tolstoy büyünhayatının, işinin, ailesinin bir aldatmacadanbaşka bir şey olmadığını gören bir insanınmanevi acılarını sergiler.Tolstoy, “Kröyçer Sonat”ta (1889) evliliğingerçek duyguların taklidinden başka bir şeyolmadığı sıradan bir ailenin dramını ele alır.Pozdnyçev’le karısın arasında körü körüne bircinsellikten başka hiçbir bağ yoktur.Pozdnyçev’in kıskançlığı onu cinayete sürükler;karısını öldürür. Tolstoy’un o dönemde

geliştirdiği ve dünyadan el etek çekmeyi, bedenireddi hatta bedenden nefreti savunan cinsellikleilgili kuramların, çelişki ve sınırlarını görüyoruz.“Şeytan ve Serge Baba” adlı hikayelerde de aynıtema sürer.Tolstoy, 1890’ların başında dünyaya yenibakışını dile getirme ihtiyacını duydu ve uzunyıllar “Diriliş” adlı eseri üstünde çalıştı. Kitapdokuz yıl sonra, 1899’da yayımlandı. Buradaana konu, soylu sınıftan Nehliyudov tarafındanbaştan çıkarılıp terk edilen Katyuşa Moslova adlıyoksul bir genç kızın yaşadıklarıdır. Katyuşa’yamahkemede rastlayan (kız hırsızlık ve cinayetlesuçlanmaktadır) Nehliyudov hayatını alt üstedecek bir sarsıntı geçirir. Romanın ilksürümünde Nehliyudov, Katyuşa’yla evlenir.Son ve yayımlanan biçimindeyse, her ikikahramanda kendi kurtuluşlarının arayışıiçindedirler; Katyuşa sürgündeki bir devrimci ileyakınlık kurarken, Nehliyudov kendini İncilokumaya verir. Buna rağmen, 24 şubat 1901’deYüksek Kilise Meclisi Tolstoy’u sapkınlık veateizmle suçlayarak aforoz etmiştir.

1912’de ölümünden sonra yayımlanan ve soneserlerinden biri olan “Hacı Murat”ta, Tolstoy,Kafkasya anılarına geri döner.Gerçeği arayışı, yaşamının sonunda onuevinden ve karısından kaçmaya ve Kafkasya’yagitme niyetiyle trene atlamaya sürükledi. Amaçok hastalandı ve kırsal kesimde bir trenistasyonunda, Astapovo’da 7 kasım 1910’daöldü. Cenaze töreni, ülkenin dört bir yanındangelen on binlerce insanın bir araya geldiği ulusalbir gösteriye dönüştü.Tolstoy sadece yazar olarak değil, düşünürolarak da insanları derinden etkilemiştir. Onunilkesine göre yaşamak için Tolstoy’cutopluluklar oluştu, ne var ki bunlar devrimdensonra zulme uğradı.“Hikayelerimin kahramanı, yüreğimin bütüngücüyle sevdiğim, bütün güzellikleri içindeanlatmaya çalıştığım ve hep güzel olan, güzelkalan ve hep güzel kalacak olan gerçektir” LevNikolayeviç Tolstoy, ülkesinde köylüler yararınayaptığı sosyal ve pedagojik çalışmalarına hiç aravermeden, Rus edebiyatına “Savaş ve Barış”,

“Anna Karenina” gibi iki en güzel şaheserkazandıran zengin edebi yaratılarında, ahlakimükemmellik idealini bu sözlerle dile getirmeyeçalışıyordu.

İNSANA NE KADAR TOPRAKLAZIM?Şehirde yaşayan ve bir tüccarla evli olanabla, köydeki kız kardeşini ziyarete gitmişti;kardeşi ise bir köylüyle evliydi. Semaverbaşında toplandıklarında, abla kent hayatınıngüzelliklerinden, yaşamlarının ne kadar rahatolduğundan, ne kadar güzel giyindiklerinden,çocukların şık elbiseler giyinipkuşandıklarından, lezzetli yiyecekler yiyiptiyatrolara, eğlencelere nasıl gittiklerinden birebin ka​ta​rak söz et​me​ye baş​la​dı.Kız kardeş, bu sözlere alındı ve sonra daalsatçı kocasının hayatını yerin dibine batırıpköy yaşamını ne çok beğendiğini anlatmayakoyuldu: “Yaşadığım hayatı sizinkiyledeğiştirmem!..” dedi. “Kaba bir hayatımızolabilir ama en azından kafamız rahat. Bizdendaha iyi yaşadığınız doğru, evet, ne var kigereksinimlerinizden daha çoğunu

kazanmanıza karşın, her şeyinizi bir andayitirebilirsiniz. Atasözünü duymuşsundur:‘Kârla zarar kardeştir.’ Bu gün ekonomikdurumu iyi olanlar, bir bakmışsın yiyecekekmeğe muhtaç olmuş. Bizim hayatımız dahagüvenli. Belki o kadar imrenilesi değil fakat çokvarlıklı olmasak da yiyecekten yana sıkıntımızyok.”Ab​la alay​lı bir ses​le:“Elbette bu yiyecekleri domuzlarla veineklerle yemek istersen. Sen kibarlıktan neanlarsın! Kocan ta şafaktan günbatımlarınakadar çalışsın, siz de çocuklarınızla berabergüb​re​le​rin üze​rin​de ya​şa​ma​ya de​vam edin!”Kü​çük kar​deş:“O kadar önemli mi bu?” dedi. İşimizin kabave yorucu olduğuna sözüm yok; fakat güvenli.Kimselere avuç açmadan yaşayabiliyoruz. Pekisiz? Kentleriniz türlü yüz kızartıcı şeylerledolu; bugünlerde pek sorun yaratmaz ama pekiya gelecekte? Kocan kumarla, içki ya dakadınla yoldan çıkarsa?.. Her şey mahvolmaz mıo zaman? Böylesi şeylerle sık sık karşılaşmıyor

mu​sun?Aile reisi Pahom, uzandığı şömineninüstünden kadınların konuşmalarına kulakve​ri​yor​du.‘Harfiyen öyle!..’ diye geçirdi içinden. ‘Bizköylü kısmı, çocukluktan başlayarak toprağıekip biçmeye o kadar kaptırdık ki böylesişeyler düşünmeye vaktimiz kalmıyor.Kaygılandığım tek şey, toprağımızın az olması.Eğer daha fazla tarlam olsaydı, kimselerdenkork​maz​dım.’Abla kardeş çaylarını bitirince giysilerden sözetmeye başladılar; sonra da bulaşıklarınıyı​ka​yıp yat​tı​lar.Ne var ki şeytan, şöminenin yanında durupbütün konuşmaları dinlemişti. Köyde yaşayankadının kocasını övmesinden, adamınsa dahafazla arazisi olsa kimselerden korkmayacağınıdü​şün​me​si​ne se​vin​miş​ti.‘Oyun başlıyor...’ diye düşündü şeytan.İstediğin kadar toprak verip seni egemenliğimeala​ca​ğım.Köyün yakınında, yaklaşık üç yüz dönümlük

çok büyük bir toprağa sahip bir hanımefendiyaşıyordu. Köylülerle hiçbir sorunu olmamıştıbu kadının ama, yanına eski bir askeri yanaşmaolarak alınca işler bozuldu. Bu yanaşma,kestiği para cezalarıyla herkese yakasilk​ti​ri​yor​du.Pahom, elinden geldiğince özenli olmayaçalıştıysa da başına sürekli aynı şey geliyordu;atı hanımefendinin yulaflarına dalıyor veya birineği hanımefendinin bahçesine giriyor,danaları hanımefendinin otlaklarında otluyor, oda bütün bunlar için para cezasıylakar​şı​la​şı​yor​du.Söylene söylene cezayı ödeyen Pahom,öfkeyle gittiği evinde, bütün acısını karısındançıkarıyordu. Bütün yazı, yanaşma yüzündenkötü geçirdi Pahom. Kış gelip de sığırlarahırdan çıkamayınca ancak rahatlamıştı. Varsınhayvanların yiyeceğini kendisi versindi, enazın​dan der​di ta​sa​sı yok​tu.O günlerde başlayan dedikodulara göre,hanımefendi arazilerini satacaktı. Anayoldakihanın sahibi, bu arazileri almak için girişimlere

başlamıştı. Bu haber, köylüleri çokkaygılandırmıştı. “Arazileri hancı alırsa”diyorlardı, “Kesilecek cezalarla,hanımefendinin yanaşmasını bile mumla aratırbi​ze... He​pi​mi​zin ge​çi​mi o ara​zi​ler​den.”Köylüler toplaşıp hanımefendiye giderekarazilerini hancıya satmamasını isteyip dahayüksek bir bedel önerdiler. Hanımefendiarazilerini onlara bırakmaya razı oldu.Sonraları köylüler, kendilerinin bütün arazilerialması için uğraşmaya başladılar, böylecebütün toprakları ortaklaşa ekip biçebilirlerdi. Bukonu hakkında tartışmak için kaç kez bir arayageldilerse de bir çözüme ulaşamadılar; şeytanaraya nifak tohumları ekmişti çünkü. Nihayet butoprakları her birinin alabileceği ölçüde paylarhâlinde alması kararına vardılar. Hanımefendion​la​rın bu öne​ri​si​ne de ‘evet’ de​di.Aradan biraz zaman geçince Pahomkomşularından birinin elli dönüm arazialdığını, paranın yarısını hemen, kalanını bir yılson​ra öde​ye​ce​ği​ni duy​du; içi ha​set​le dol​du.“Vay canına!” dedi içinden, arazilerin hepsi

elden çıkarılıyor, bense bir karışlık yer bileala​ma​ya​ca​ğım.”Gi​dip ka​rı​sıy​la ko​nuş​tu:“Herkes alıyor...” dedi. “Ne yapıp edip yirmidönüm de biz almalıyız. Geçim yükü giderekağırlaşıyor. Şimdiki yanaşma, kestiği cezalarlaif​la​hı​mı​zı ke​si​yor.”Biraz toprağı nasıl alabileceklerini düşünüptaşınmaya başladılar. Yüz ruble biriktirmişlerdi.Bir tay ve biraz arı sattılar. Oğullarını parakazanması için gurbete yolladılar; Pahom’unmaaşını da önceden alıp kayınbiraderine debirazcık borçlandıktan sonra, arazi içinöde​ye​cek​le​ri pa​ra​nın ya​rı​sı​nı denk​leş​tir​di​ler.Parayı yanına alan Pahom biraz ağaçlı, kırkdönümlük bir yer beğendi. Hanımefendiylefiyatta anlaşıp tokalaştılar; Pahom,hanımefendiye biraz kaparo verdi. Kalan borçiçin de kente inip senet hazırladılar. Pahomyarısını peşin, yarısını da iki yıla yayaraköde​ye​cek​ti.Artık Pahom da arazi sahibi olmuştu. Borçaldığı tohumları ekti topraklarına. O yıl ürün

iyiydi; bir yılı bile bulmadan bütün borçlarınıtemizledi. Artık kendi arazisinin efendisiydi;ekip biçiyor, sığırlarını kendi otlağınasalıyordu. Boy atan mısırlarına veya çayırlarınabakmaya gittiğinde sevinçten yerindeduramıyordu. Orada yeşeren her şey, onungözüne daha farklı, daha güzel görünüyordu.Önceleri bu arazilerin hiçbir özelliği yoktu;fa​kat şim​di du​rum ta​ma​men de​ğiş​miş​ti.Pahom’un hayatından herhangi bir şikâyeti veyakınması yoktu. Eğer komşu köydekiler onunmısır tarlasından ve otlağından geçmese keyfimükemmel olacaktı. Kibarca uyardı birkaç kezfakat köylüler aldırış bile etmediler. Buyetmezmiş gibi, köyün çobanı da ineklerinionun otlaklarına salıyor, hatta geceleri dışarıdabırakılan atlar onun mısırlarına dalıyordu.Pahom, kaç kez onları dışarı dehlemiş,sahiplerini ikaz etmiş, kimseciklere davaaçmamak için kendini zor dizginlemişti. Gününbirinde dayanamadı ve mahkemeye şikâyetdilekçesi verdi. Köylülerin topraksız olduğunu,bütün meseleye bunun neden olduğunu,

özellikle yapmadıklarını aslında biliyordu;fa​kat şöy​le dü​şün​me​den ede​mi​yor​du:“Ben buna göz yumamam; aksi takdirdeiliğimi kuruturlar. Bir yolunu bulup onlaragün​le​ri​ni gös​ter​me​li​yim.”Onları mahkemeye verip günlerini gösterdi;yetmedi, tekrar mahkemeye yollandı ve bununsonucunda birkaç köylü para cezası ödemeyemahkûm edildi. Aradan biraz zaman geçincePahom’un komşuları kinlenmeye başladı. Kimizaman hayvanlarını bilerek onun tarlalarınasaldılar. Köylülerden biri, gece vakti,Pahom’un ağaçlığına gidip birkaç körpeıhlamuru bile kesti. Ağaçlığının yanındangeçen Pahom’un dikkatini beyaz bir şey çekti;birkaç adım yaklaşınca, ıhlamur ağaçlarınınsadece köklerinin kaldığını, az ileride dekabukları sıyırılmış ağaçların olduğunu fark etti,çok öf​ke​len​di.“Kestiği bir tek ağaç olsa, dert değil...” diyegeçirdi içinden. “Aşağılık herif bir sürü ağaçkesmiş. Yapanı bir elime geçirsem, lime limeede​ce​ğim.”

Sürekli, bunu yapanın kim olduğuna kafayordu. Nihayet, ‘Kesinlikle Simon yapmıştır;baş​ka kim​se ola​maz!..’ diye düşündü.Gidip Simon’un çiftliğine baktı; bir şeygöremedi ama Simon’un yaptığına dair kararı dadeğişmedi. Bir dilekçe yazıp mahkemeyeverdi. Simon duruşmaya çağırıldı. Davaya birdaha bakıldı, onun yaptığına dair kanıtbulunmadığı için salıverilmesi kararı alındı.Pahom’un gözünde, uğradığı haksızlıkbüyümüştü; bütün öfkesini köy heyetineyan​sıt​tı:“Hırsızlar size rüşvet veriyor...” dedi.“Namuslu kişiler olsaydınız, hırsızı serbestbı​rak​maz​dı​nız!..”Pahom kavga etmedik kimse bırakmadı.Evini kundaklayacaklarına dair sözler deçalınıyordu kulaklarına. Elindeki arazilerçoğalmasına karşın, toplumdaki saygınlığızarar gördü. Aradan geçen zaman içinde, pekçok kişinin yeni bölgelere taşınacağı söylentisiçık​mış​tı.“Topraklarımdan ayrılmama gerek yok...”

diye geçirdi içinden. “Birileri taşınırsa, bizimyerimiz bollaşır. Onların sattığı toprakları alırarazilerimi genişletirim. Hayatım iyicekolaylaşır. Hem bu hâlimin çok iyi olduğu falanyok.”Pahom, bir gün evinde otururken yolu köyedüşen bir çiftçiyi konuk etti. Köylüyü ağırlayanPahom, ona nereli olduğunu sordu. Köylü,Volga’nın diğer tarafından geldiğini, oradayaşadığını belirtti. Pahom bununla ilgileninceadam pek çok kişinin oraya taşındığını söyledi.Bu köyden de oraya taşınanlar varmış.Topluluğa katılmışlar; adam başı yirmi beşdönüm arazi dağıtılmış. Toprak bire binveriyormuş. Oraya sadece üstündeki gömleklegelen köylü, artık altı at, iki inek sahibiymiş.Pahom’un içine kıskançlık ateşleri dolarken“Farklı bir yerde de adam gibi yaşamakmümkünken burada neden sefil olayım?Buradaki arazilerimi satıp alacağım paraylaorada yeni bir hayat kurarım. Bunca kalabalıkbir yerde insanın başı hiçbir zaman derttenkurtulmaz. Yine de önceden gidip bir

ba​ka​yım...” di​ye dü​şü​ndü.Baharın son günlerinde yola çıktı. Bir vapurabinip Volga üstünden Şamara’ya geçti,yaklaşık üç yüz mili de yürüyerek geçipadamın sözünü ettiği yere vardı. Oradagördükleri, adamın anlattıklarını doğruluyordu.Herkese yetecek kadar arazi vardı; her köylüyeyirmi beş dönümlük ortaklaşa ekilip biçilecekarazi verilmişti. İsteyenler parasını ödeyip butopraklara daha ucuza sahip olabiliyordu.Durumu yerinde inceleyen Pahom, sonbaharadoğru evine dönüp, her şeyini satıp savmayabaşladı; arazisini ve hayvanlarını sattı.Topluluk üyeliğinden çıktı. Bahar gelinceye dekbekleyip ailesiyle beraber yeni vatanlarınadoğ​ru yo​la düş​tü​ler.Pahom, yeni yurtlarına geldiği sıralarda,büyük bir köyün topluluğuna alınmaları içinbaşvurdu. Gerekli evrakları düzenleyip ihtiyarheyetine verdi ve onlardan üyelik belgesinialdı. Kendisinin ve oğullarının işlemesi içinbeşer hisseden yüz yirmi beş dönüm araziemirlerine verildi. Pahom, gereken bina

eklentilerini yaptı. Artık eskisinden üç kat dahafazla araziye sahipti. Toprak, mısır ekmeyeepeyce uygundu. Durumu eskisine göre çokdaha iyiydi. Geniş meraları, ekilip biçilebilirtoprakları vardı. Besleyebileceği inek sayısısı​nır​sız​dı.Pahom, ilk zamanlar hayatından memnundu;ama bir süre sonra, buradaki topraklarını da azbulmaya başladı. İlk yıl, ortak arazilerdenhissesine düşen toprağa buğday ekip bol ürünaldı. Bu yıl da buğday ekmek niyetindeydifakat ortak arazileri yetersizdi. Zaten işlediğitopraklar da buğday ekimine ayrılmamıştı;çünkü o bölgede sadece hiç sürülmemişnadaslı topraklara buğday ekilebiliyordu. İkiyılda bir buğday ekilen araziler, üzerlerindekiotlar büyüyünceye kadar nadasa bırakılıyorduve böylesi arazilere talep fazla, toprakyetersizdi. Bu yüzden sürekli kavgalarçıkıyordu. Hâli vakti yerinde olanlar buralarabuğday ekmek istiyor, yoksullarsa buralarısatmayı, en azından ödeyecekleri vergileriçıkarmayı istiyorlardı. Pahom, daha fazla

buğday ekmek isteyenlerdendi; tutup biralsatçıdan bir yıllık toprak kiraladı.Ekebildiğince buğday ekti; ürün bire bin verdiama bir mesele vardı: Arazi, köye çok uzaktı.Buğdayların neredeyse on kilometre kadartaşınması gerekiyordu. Aradan biraz süregeçtiğinde Pahom, kimi alsatçıların uzakçiftliklerde yaşayıp servet edindiklerini farkedince, “Tapusu bende olan biraz arazi alsam,üzerine bir çiftlik evi yaptırsam her şey yolunagirerdi...” diye düşündü. Bu meseleye günlerceka​fa yor​du.Üç yıl boyunca toprak kiralayıp buğdayekmeyi sürdürdü. İyi ürün alıyordu ve para bilebiriktirebiliyordu. Aslında hiç yakınmadanyaşayıp gidebilirdi ama her yıl toprakkiralamak için ter dökmek gözünü yıldırmıştı.İyi araziler olduğu bilinen yerlere köylülerhemen doluşuyor ve bir anda satılıyordu.Elinizi çabuk tutmadığınızda hava alıyordunuz.Üçüncü yıl, başka bir çiftçiyle birlikte çayırkiraladılar; aralarında anlaşmazlık baş gösteripde çiftçiler dava ettiklerinde, orayı da

sürmüşlerdi. Davayı kaybettiler, paraları veemek​le​ri bo​şa git​ti.Pahom, ‘Kendi toprağım olsaydı, kimseciklerkarışmadan ekip biçerdim ve bunlarlauğ​raş​maz​dım...’ di​ye dü​şü​nü​yor​du.Pahom, kendisine toprak aramaya başladı; binüç yüz dönümlük toprağı olan fakat eli dardaolduğu için bu toprağı satmak isteyen birköylüyle tanıştı. Kıran kırana pazarlık edipyarısı peşin, yarısı senetle ödenmek koşuluylabin beş yüz rublede karar kıldılar. Geriyesadece sözleşme yapmak kalmıştı. O sıralarda,yolu oradan geçen bir yabancı, atını yemlemekiçin Pahom’un evine geldi. Pahom yabancıylakonuştuğunda, onun hayli uzaktan, Başkır’dandöndüğünü, oralarda on üç bin dönümtoprağın sadece bin ruble olduğunu öğrendi.Daha fazla bilgilenmek isteyen Pahom’aşun​la​rı söy​le​di ya​ban​cı:“Yapılacak en iyi şey, başkanlarla ahbapolmak. Ben yüz ruble eden bir kadın elbisesi,halı, bir kutu çayı hibe ettim, şarap verdim;bunlar karşılığında, arazinin her bir dönümü iki

kapikten daha ucuza geldi bana.” Yanındakita​pu​la​rı gös​te​ren ya​ban​cı:“Topraklar bir ırmağın kıyısında; kan eksencan bi​ter...” de​di.Art ar​da so​ru​lar so​ran Pa​hom’a,“Bir yıl yürüsen bile öbür ucunagidemeyeceğin kadar, hepsi de Başkırlar’a aituçsuz bucaksız topraklar var. Başkırlar koyungibidirler. Yok pahasına toprak alabilirsinon​lar​dan.”“İş​te...” dedi Pahom kendi kendine, “Binruble bayılıp buradan bin üç yüz dönümalacağıma, hem de borçlanacağıma, orayagidip buradan aldığımdan on kat fazla topraksa​hi​bi ola​bi​li​rim.”Pahom, yabancıdan oralara nasıl gideceğiniiyice öğrendi ve adam çıkıp gittiğinde o dayola çıkmak için hazırlıklarını yaptı. Karısınımalını mülkünü koruması için köyde bırakıpyanına aldığı bir uşakla yola düştü. Yolüstündeki bir kasabada mola verip çay, şarap veyabancının söylediği diğer hediyeleri alıp üç yüzmilden uzun bir yol aldılar. Yedinci gün,

Başkırların obasına vardılar. Yabancınınanlattığı gibiydi buralar. Başkırlar, bir ırmağınkıyısına kurdukları kıl çadırlarda yaşıyorlardı.Toprakla uğraşmıyor, ağızlarına ekmekkoymuyorlardı. Hayvanları başıboş sürülerhâlinde öylece otluyordu. Taylar, çadırlarınarka kısmında bağlı duruyor; kısraklar,yanlarına günde iki kez götürülüyordu.Tayların sütünden kımız elde ediliyordu.Obanın bütün işlerini kadınlar yapıyordu.Erkeklerin tek yaptığı, bütün gün yan gelipyatmak, kımız, çay içmek, kesilen koyunlarıyemek ve eğlenmekti. Çalışmayı akıllarındangeçirdikleri yoktu; kaba ve bilinçsizlerdi,Rus​ça​la​rı za​yıf​tı fa​kat gü​leryüz​lü in​san​lar​dı.Pahom’u görünce hemen çadırlarını boşaltıpçevresinde toplandılar. Bir çevirmen getirildi;Pahom, biraz arazi satın almak istediğinisöyledi. Başkanları epeyce hoşnutgörünüyordu; Pahom’u en güzel çadırlardanbirine buyur edip çay ve kımız ikram ettiler,yemesi için et getirdiler. Pahom daarabasındaki armağanları dağıttı. Aralarında

konuşup çevirmenden şöyle söylemesiniis​te​di​ler.Çevirmen, “Seni sevmişler; bizde konuğa iyidavranma geleneği vardır. Sen bize armağanlargetirdin, bizi sevindirdin; biz de senisevindirmek isteriz. Söyle, sana ne versekho​şu​na gi​der?”“Toprak...” dedi Pahom, “Toprak. Bizimoraların toprağı öyle az, öyle çorak ki; amasi​zin top​rak​la​rı​nız çok ge​niş ve ve​rim​li...”Çevirmen bu sözleri çevirdi. Başkırlar kendiaralarında konuşmaya başladılar. Nekonuştukları anlaşılmıyordu ama belliydi. Biranda susup çevirmen konuşurken Pahom’abak​tı​lar:“Getirdiğin armağanlar karşılığında, istediğinkadar toprak alabileceğini söylüyorlar. Sensa​de​ce ne​re​si​ni is​te​di​ği​ni söy​le.”Başkırlar aralarında biraz daha konuşuptartıştılar. Pahom, ne hakkında tartıştıklarınıöğrenince, çevirmen kimilerinin arazimeselesini Başkan’a sorup onun da fikrinialmak gerektiğini, kimilerininse buna gerek

gör​me​di​ği​ni söy​le​di.Onlar tartışmalarını sürdürürlerken çadırkapısında, sırtında kürk olan bir adam belirdi.Bir an​da su​sup aya​ğa kalk​tı​lar. Çevirmen:“Baş​ka​nı​mız gel​di...” de​di.Pahom da hemen ayağa kalktı ve bir kadınelbisesiyle iki kutu çayı sundu. Başkanarmağanları alıp onu baş köşeye buyur etti.Başkırlar ona hemen bir şeyler anlatmayakoyuldular. Başkan bir süre dinleyipsus​ma​la​rı​nı işa​ret ede​rek Pa​hom’a, Rus​ça:“Ne​yi is​ter​sen al; biz​de top​rak bol...” de​di.‘İstediğim kadarını nasıl alabilirim?’ diyegeçirdi içinden Pahom. ‘İşimi sağlam kazığabağlamak için, tapu çıkarmalı, yoksa gününbi​rin​de ora​yı elim​den ala​bi​lir​ler.’“Kibarlığınıza teşekkür ederim...” dediPahom. Sizde toprak bol. Benim istediğimküçük bir bölüm. Fakat yine de aldığımbölümün tamamen benim olduğuna nasılgüvenebilirim? Gerekli ölçüm yayılıp tapusuverilemez mi acaba? Yarın ne olacağı bellideğil; çocuklarınız orayı bir gün elimden almak

is​ter​se ne ya​pa​rım ben?”“Haklısın...” dedi Başkan. Tapusunu dave​re​ce​ğim sa​na.Pahom, “Buralara bir alsatçı gelmiş” diyesürdürdü, “Ona da toprak vermiş, tapuçıkartmışsınız. Benim için de bunu yapmanızıis​te​rim.”Başkan, “O iş kolay...” dedi. “Muhtarımızseninle kasabaya gelir, imzalı damgalı tapunualır​sın.”“Pe​ki kaç pa​ra öde​mem ge​re​ke​cek?”“Biz​de fi​yat sa​bit​tir, gün​de bin rub​le.”An​la​ma​mış​tı Pa​hom.“Gün​de mi? Bu na​sıl fi​yat? Kaç dö​nüm ki?”“Böyle hesaplardan anlamayız...” dediBaşkan, “bizde topraklar gün hesabıyla satılır.Bir günde yürüyerek sınırlarını çizdiğin kadarara​zi se​nin​dir; bu​nun gün​de​li​ği bin rub​le​dir.”Pa​hom şa​şa​kal​mış​tı:“İnsan bir günde koca bir araziyido​la​na​bi​lir...” de​di.Baş​kan kah​ka​ha​lar atı​yor​du:“Sen de yap; bütün arazi senin olsun!” dedi.

“Ancak bir şartımız var; yürümeye başladığınyere aynı gün dönmezsen, verdiğin parayıunut.”“Ama geç​ti​ğim yer​le​ri na​sıl be​lir​le​ye​ce​ğim.”“Kolay; senin istediğin bir uzaklığa kadargidip orada dururuz. Sen de oradan başlayıpyanındaki kürekle daireni belirlersin. İstediğinyeri işaretlersin. Her dönüşünde bir çukur açıpotları üzerine yığarsın; aradaki yerleri de bizişaretleriz. Fakat unutma, ne kadar büyük birdaire yapsan da, gün batmadan başladığın yeredönmek zorundasın; o zamana dek ne kadarye​ri işa​ret​le​diy​sen, ken​di ma​lın say.Buna bayılmıştı, Pahom. Ertesi sabaherkenden başlamayı kararlaştırdılar. Bir süredaha konuşup kımız içtiler, et yediler. Karanlıkçökmüştü artık. Başkırlar, Pahom’a rahat biryatak serdiler, sabahleyin kararlaştırılannoktaya gideceklerini söyleyip iyi gecelerdi​le​di​ler.Pahom yatağa uzandığında, aklında sadecealacağı topraklar vardı; onları düşündüğü içinuyu​ya​mı​yor​du:

‘Koca bir alanı işaretlerim!’ diyedüşünüyordu. Günde otuz beş mili su içindegiderim. Ne de olsa günler uzun; otuz beşmillik bir daire ne kadar toprak eder ama!Elverişsiz bölümlerini satar ya da köylülerebağışlarım; en verimli kısımlarını kendime alıreker biçerim. Olmadı, iki öküz daha alır, iki deırgat bulurum. Bir kısmını işler, kalanını meraya​pa​rım.’Sabaha kadar uyuyamadı Pahom. Tanatımına yakın, biraz daldı. Gözlerinikapadığında, hemen düş gördü: Şu anbulunduğu çadırda yatıyordu, dışarıdan gelenkahkaha seslerini duydu. Kim olduğunu görmekiçin dışarı çıktı. Başkırların başkanı, çadırınönünde oturmuş kahkahalar atıyordu. Onayaklaşan Pahom, “Niye gülüyorsun?” dedi.Fakat bu adam artık başkan değil de daha önceevine atlarını yemlemek için gelen ve buradakiarazilerden söz eden adamdı. Pahom tam, “Senne zaman geldin buralara?” diye sormayadavranmışken adam evine gelen yabancıolmaktan çıkmış, hayli zaman önce konuştuğu

Volga’dan gelen adama dönüşmüştü. Dahasonra ne görse iyi; hayır, Volgalı da değildi bu;bildiğimiz kuyruklu, boynuzlu şeytandı oradaöylece gülen. Şeytanın ayaklarının önündeyseyalın ayak, pantolon gömlek yatan bir ölüvar​dı. Ölü, Pa​hom’du. Ür​per​tiy​le uyan​dı.‘Aman, rü​ya iş​te!’ de​di ken​di ken​di​ne.Ça​dı​rın ağ​zın​dan bak​tı; tan ağa​rı​yor​du.“Gidip onları uyandırayım. İşe başlamavak​ti...” de​di.Başkırlar uyanıp toplaştılar. Kımız içtiler,Pahom’a çay sundular; fakat o yerindedu​ra​mı​yor​du:“Ar​tık gi​de​lim” de​di, “Va​kit bo​şa ge​çi​yor.”Hepsi birden toparlanıp yola koyuldular;yarısı atlı, yarısı ise arabalıydı. Pahom dauşağıyla beraber kendi arabasındaydı. Yanınabir de kürek almıştı. Stepe çıktıklarında, gökbakır rengindeydi. Başkırların “Şıhan” adınıverdiği bir yamaca çıktılar. Atlarından,arabalarından inip bir yerde toplaştılar. Başkan,Pahom’un yanına gelip dümdüz uzanantop​rak​la​rı gös​ter​di:

“Gözünün görebildiği her yer bizim. Neka​dar is​ti​yor​san alabilirsin.”Baş​lı​ğı​nı çı​ka​rıp ye​re bı​ra​kan Baş​kan:“İşaretin bu... Başladığın ve bitireceğin yerburası. Çevresini dolanacağın her yer seninola​bi​lir.”Parayı çıkarıp başlığın üstüne bıraktı Pahom.Paltosunu da üstünden sıyırdığında ceketiylekaldı. Kemerini çıkarıp beline doladı; yelekkoluna ufak bir azık çıkını ve matara koyupuşağından küreği aldı. Artık dolanmayabaşlayabilirdi. Bir zaman nereden başlamasınındaha iyi olacağını düşündü. Hiçbir yervaz​ge​çi​lir gö​rün​me​di gözüne.“Hep​si bir...” de​di, “Do​ğu​ya gi​de​yim.”Yüzünü doğuya çevirip güneşin yüzünügös​ter​me​si​ni bek​le​di.“Oyalanmamalıyım...” dedi sonunda. “Sıcakbas​tır​ma​dan da​ha ra​hat yü​rü​rüm.”Güneşin ilk ışınları ufukta belirdiğindePahom, elindeki kürekle daldı stepe. İlkyürüyüş hızı tam kararındaydı. Yaklaşık bir milgidip derin bir çukur kazdı ve yeri belli olsun

diye ot yolup üstüne yığdı. Yürümeyisürdürdü; uykulu hâlinden sıyrılınca hızlandı.Bir sü​re da​ha gi​dip baş​ka bir çu​kur aç​tı.Dönüp arkasına bakan Pahom bayırı, oradaduran insanları, araba tekerlerinin parladığınıgörüyordu. Yaklaşık üç mil yürüdüğü kararınavardı. Sıcak iyiden iyiye bastırıyordu; ceketiniçıkarıp omuzlarına atarak yürümeyi sürdürdü.Sıcak giderek dayanılmazlaşıyordu; güneşeşöyle bir bakıp kahvaltı vaktinin geldiğinidü​şün​dü.“Şimdi geri dönmek için çok erken.Çizmelerimi de çıkarayım hele...” diyesöy​len​di.Çizmelerini çıkarıp kemerine asarak tekraryürüdü. ‘Bir üç mil daha gidebilirim...’ diyedüşündü, ‘sonra sola dönerim. Şurası ne kadargüzel, alamazsam üzülürüm. Topraklar giderekda​ha ve​rim​li gö​rü​nü​yor.’Dosdoğru ilerlemeyi sürdürdü. Arkasınabaktığında, bayırı ve oradakileri zor belase​çe​bi​li​yor​du.‘Tanrım, bu tarafa fazla gitmişim...’ diye

geçirdi içinden. ‘Hemen dönmem gerek. Okadar terledim, susuzluktan o kadar kavruldumki!’Durup bir çukur açarak otları yığdı.Matarasından su içti. Ardından sola dönüpyürüdü. Otlar adam boyu, hava boğacak kadarsı​cak​tı.Giderek yorulduğunu hissediyordu; güneşeba​kıp vak​tin öğ​le ol​du​ğu​nu tah​min et​ti.“Ye​ter...” de​di, “So​luk​la​na​yım he​le...”Oturup ekmeğini yedi, su içti;uyuyakalmaktan korkup uzanmadı. Bir süreoturduktan sonra tekrar yola koyuldu. Öncelerizorlanmadan yürüyebiliyordu; dinlenip suiçmek, yemek yemekle de gücü yenilenmişti;ancak hava o kadar ısınmıştı ki bayılacak gibiol​du. Bir​den uy​ku bas​tır​dı​ğı​nı his​set​ti.Yine de ‘Bir saat yorul, ömür boyu rahat et...’diye düşünüp yürüdü. Tam sola dönecekti ki birdere gördü. “Burayı topraklarıma katmazsamgünah olur. Burada pamuk yetiştirebilirim...”diye düşündü. Derenin çevresini de dolandı veöbür yakaya da bir çukur açtı. Pahom tepeye

baktığında, hava sıcaktan buğulanmış gibiydi vebir şeyler uçuşup duruyordu gözlerininönün​de; ba​yır​da​ki​ler gö​rünmez ol​muş​tu.‘Buraları fazla tuttum...’ diye geçirdi içinden.‘Şurayı daha kısa tutayım...’ Yürümesinihızlandırıp bir üçüncü kenarı da arşınlamayabaşladı. Başını güneşe çevirdi; ufku yarılamıştıPahom, fakat karenin üçüncü kıyısında iki milbile yol almamıştı. Hedefi on mil dahauzak​tay​dı.“Yo, yo...” diye düşündü. “Topraklarım eğribüğrü de olsa, artık dosdoğru bir çizgiyeyönelmeliyim. Hayli uzağa gittim ve enginara​zi​le​rim var ar​tık.”Hemen bir çukur kazıp üstüne otları yığarakba​yı​ra doğ​ru yö​nel​di.Pahom hemen bayıra yönelmişti fakatadımlarını büyük bir zorlukla atabiliyordu.Sıcaktan bitkin, diken ve çalıların daladığıayakları çizikler içindeydi ve artık dermanıkalmamıştı. O kadar çok dinlenmek istiyordu ki!Fakat gün batmadan bunu yapamazdı. Güneşinhiç sab​rı yok​tu; gi​de​rek al​ça​lı​yor​du.

“Tanrım...” diye içini çekti. “Ben hata ettim.Keşke eşşeklik edip daha çok toprak edinmekiçin çırpınmasaydım! Zamanında yetişemezsemne ola​cak?..”Bayıra baktı önce, sonra güneşe. Varacağıyere ne kadar da uzaktı! Güneş ufuk çizgisiyleneredeyse birleşecekti. Pahom hızlandı fakatöyle güçsüz düşmüştü ki... Derken koşmayabaşladı, paltosunu, ceketini; azık çıkınıylamatarasını attı. Elinde sadece baston niyetinekul​lan​dı​ğı kü​rek var​dı.‘Ne halt ettim ben...’ diye düşündü.‘Açgözlülük edip bir sürü yer dolandım, hepsibenim olsun istedim. Oraya gün batmadanvar​mam im​kân​sız.’Bunları düşünmek, onun son gücünü detüketti. Koşmayı sürdürüyordu; yorgun,mutsuz, susuz... Göğsü kabarıp iniyor, kalbideli gibi atıyor, bacaklarını hissetmiyordu.Birden ölüm korkusu sardı benliğini... Yinedurmadı. ‘Onca yol teptikten sonra durursam,beni ahmak sanırlar...’ diye geçirdi içinden.Durmadı, koştu; öyle yakınlaşmıştı ki

Başkırların seslenişlerini duyuyordu; bu sesleriduymak, tutkusunu biledi. Olanca gücüylekoş​ma​ya baş​la​dı.Güneş alabildiğine alçalmıştı; buğulu havadakan kırmızı bir görünüm vardı. Neredeysebayılacaktı! Ama hedefine öyle yaklaşmıştı ki...Pahom, kendisini gayretlendirmek isteyenlerinişaretlerini fark ediyordu; yere bıraktığı parayı,kalpağı ve elleri belinde Başkan’ıseçebiliyordu. Pahom ansızın dün gecegör​dü​ğü dü​şü anım​sa​dı.“Yeterince toprak var...” dedi. “Ama Tanrıbenim bu toprakları ekip biçmeme izin verecekmi? Ora​ya as​la va​ra​ma​ya​ca​ğım.”İyice alçalmış güneşe baktı; bir bölümü artıkgörünmüyordu. Son güç kırıntılarıyla atağageçti; bedeni ileri eğilmişti ve dizleri onu artıktaşımıyordu. Tam bayıra varmıştı ki, ortalık biranda karardı; güneş battı. ‘Olanca emeğimboşa gitti!’ diye inledi. Durmaya kararvermişken Başkırların seslenişlerininkesilmediğini fark etti, kendisi bulunduğuyerden güneşi göremiyordu ama bayırdakiler

görebiliyordu. Derince soluklanıp bayırıtırmandı. Burada gün ışığının kırıntıları vardıdaha. Bayıra çıkıp kalpağı gördü; Başkankalpağın önünde, böğürlerini tuta tutagülüyordu. Bir kez daha düşü geldi aklına;inledi. Dizlerinde derman kalmamıştı, yereka​pak​la​nıp kal​pa​ğa uzat​tı el​le​ri​ni.“Bir sürü toprağın oldu!” diye bağırdı,Başkan. Uşağı hemen koşup yetişti; onuyerden kaldırmaya uğraştı, ama Pahom’unağ​zın​dan kan sı​zı​yor​du; son ne​fe​si​ni ver​miş​ti!Uşağı, küreği alarak Pahom’a uygun birme​zar ka​zıp göm​dü.İki metrelik toprak doyurmuştu Pahom’ungö​zü​nü.

BEY VE UŞAĞIÇetin gecen kış günlerinden biriydi. SaintNikolay gününden iki gün sonra, kasabakilisesinin bayramı vardı. İkinci sınıfalsatçılardan Vasili’nin o gün kiliseden ayrılmasımümkün değildi. Vakfın işleriyle o ilgilenirdi.Hem evine de vakit ayırması, yakınlarını kabuletmesi ve onlara ikramda bulunmasıgerekiyordu.Fakat son misafiri de gidince hiç vakitkaybetmeden yol hazırlıklarına başladı. Eviburalarda bir yerde olan bir arazi sahibiylegörüşüp, ne zamandır almak için pazarlık ettiğibir koruluğu alacaktı.Telaşlıydı; çünkü diğer alsatçıların erkendavranıp bu hesaplı yeri alma ihtimalleri vardı.Vasili, yedi bin ruble teklif etmesine rağmen,mal sahibi on bin rubleden aşağı inmiyordu.Aslında yedi bin ruble, koruluğun gerçekederinin sadece üçte birine yakın bir miktardı.

Mal sahibinin biçtiği fiyatı biraz kırmakmümkün görünüyordu; çünkü koruluk,Vasili’nin arazilerinin bulunduğu yere çokyakındı. Kasaba ileri gelenleri arasında, herbirinin arazileri çevresine düşen böylesi yerlerinfiyatını kimsenin yükseltmemesi usulden gibi birşeydi ama Vasili, kentteki odun tacirlerinin arayagirip bu işi halletmenin çarelerini aradıklarınıhaber almıştı.Bundan hareketle, bayram kutlamaları biterbitmez kasasından yedi yüz ruble çıkardı; kilisekasasından aldığı iki bin üç yüz rubleyi katıncayedi bin rubleyi tamamladı. Parayı tekrar tekrarsayıp cebine attı, hazırlıklara girişti.O günün tek ayık uşağı Nikita, atları arabayakoşmak için davrandı.O gün ayıktı Nikita; çünkü kendini bildi bilelihep içerdi. Yeni giysilerini ve ayakkabılarınıelden çıkarmış ama artık içmeye tövbe etmişti.Tövbesine de uymuştu; iki aydır elini bilesürmemişti içkiye. Her tarafta şarap içilen bubayram gününde bile, kendine engel olmayıbaşarmıştı.

İşini coşkuyla yapması, iş bilirliği, gücü, temizkalbiyle kendini herkese sevdirmeyi bilmişti.Ancak kimi zaman ortadan kaybolduğu olurdu;yılda iki kez, bazen bundan da fazla içmeyebaşlar, her şeyini içkiye yatırırdı. Sadece bukadarla kalsa iyi; hayır, geçimsiz, şirretin tekiolurdu. Beyi Vasili bile ona kaç kez kapıyıgöstermişti. Fakat dayanamayıp, her seferindegeri almıştı; çünkü Nikita namuslu bir adamdı,hayvanlara düşkündü. En önemlisi de karıntokluğuna bile çalışırdı. Alması gereken paraseksen ruble olmasına karşın, beyi ona sadecekırk ruble verirdi. Ama bunu bile bölük pörçükalırdı Nikita. Hayır, bu kadarla da kalmazdı beyi,kendi dükkânından kat kat fazla paraya malsatardı onun emeğinin karşılığında. Nikita’nınbir vakitler hayli alımlı, eline çabuk bir karısıyla,bir oğlu ve iki kızıyla evinde çalışıp hayatınısürdürüyor, kocasının yanlarında olmasındanşikâyet etmiyordu. Etmiyordu, çünkü Nikitaiçmediği zamanlar kadının yakınmalarınedeniyle koyun gibi olurdu. Kafayı bulunca dauğursuzun biri olup çıkar, kadını korkudan

öldürürdü. Bir seferinde, belki de kadınınkendisine ayıkken yaptıklarının intikamını almakiçin karısının sandığını kırmış, kadıncağızın engüzel elbiselerini baltayla doğramıştı. Maaşıdoğrudan karısının avucuna verilir, kendisi desesini çıkarmazdı buna. Bu kez de aynı şeyolmuştu. Bayramın iki gün öncesinde, kadın,Vasili’nin dükkânına uğramış, sadece üç rubleeden un, çay, şeker, kvas benzeri öteberileralmış, bağışta bulunur gibi davranan beye deminnet borcu duyarak ayrılmıştı. Aslında adamınona hiç değilse yirmi ruble ödemesigerekiyordu.Bey, Nikita’ya:“Bizim için lafı mı olur?” demişti. “Ne istersengel al dükkândan. Çalışır, ödersin. Hem bendiğerleri gibi senet sepet istemem. Burada herşey konuşarak halledilir. Madem ki benimemrimde çalışıyorsun, ben de seni bırakamam...”diyordu.Bey bunları söylerken uşağı, onun sahidenvelinimeti olduğunu düşünürdü. Vasili, bu adamgibi, emrindeki diğer uşakların da onun


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook