Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore KALEMDEN KELAMA YOLCULUK1

KALEMDEN KELAMA YOLCULUK1

Published by bllylmz07, 2020-07-17 16:40:02

Description: KALEMDEN KELAMA YOLCULUK1

Search

Read the Text Version

KALEMDEN KELAMA YOLCULUK ‘İLK ADIMLAR’ ÖZEL GEDİZ İSABET OKULLARI YAZARLIK ATÖLYESİ

Bu kitap Özel Gediz İsabet Okulları Yazarlık Atölyesi faaliyetleri kapsamında düzenlenmiştir. Temmuz 2020 Bu çalışmanın tüm resmi ve özel hakları Özel Gediz İsabet Okulları tüzel kişiliğinde saklıdır. İzinsiz kopyalanamaz, çoğaltılamaz ya da bir eserde kullanılamaz. Özel Gediz İsabet Okulları Adres: Uluoymak Mahallesi 134. Sokak No:16 Gediz/KÜTAHYA Telefon: 0 274 412 88 11 E- Mail: [email protected]

Eserimizin meydana gelmesi için emek veren tüm öğretmen ve öğrencilerimize teşekkür ederiz. 30912 sözcük sizi bekliyor. Keyifli okumalar dileriz.



iç i n d e k i l e r 1. Önsöz 6 2. Azim ve Kararlılık Başarının 7 Anahtarıdır 9 3. İyilik Eden, İyilik Bulur 11 4. Can Dostum 12 5. Erdemler Ormanı 15 6. Tavşan ile Köpek 16 7. Şaşırtıcı Dostluk 17 8. Arkadaşlık 19 9. Taklit Etme Oyunu 20 10. Nezaket 22 11. Özgürlük mü Dostluk mu? 25 12. Sincap Betül ve Macerası 26 13. Basit Bir Merakın Elemli Sonu 32 14. İki Çocuğun Maceraları 38 15. Güzel Bir Amaç Uğruna 43 16. Çanakkale ve Ben 46 17. Hayatı Hafife Alma! 50 18. Kayakçı Orkun 56 19. İdealim Uğruna 60 20. Gerçek Zenginlik ve Mutluluk 64 21. Bağımlılık 69 22. Kahraman Asker 73 23. Yukarılarda Bir Macera 76 24. Korktunuz mu? 79 25. Çiçekleri Kim Koparttı? 84 26. İhtiyar Adam ve Atı

i ç i n d e k i l er 27. Araba Tutkunluğu 95 28. Müzede Korku Dolu Anlar 99 29. Tarihinde Gömülü Hazine 101 30. Plütonda Yaşam 108 31. Kokuşmuş Bir Olay 110 32. Kaybolan Robot 114 33. Farklılıklar ve Arkadaşlık 119 34. Dünyalar Arası Yarış Zamanı! 125 35. Dedektif Selma ‘Kitap Hırsızı’ 128 36. Kırmızı Tencere 133 37. Doktor Ali’nin Virüs Mücadelesi 138 38. En İyi Arkadaşım ile En Güzel Anılarım 141 39. Küçük Bir Tesadüfle Gelen Mutluluk 145 40. Polis Mike 149 41. Ozan Kaptan 157 42. Bir Çocukluk Hevesi: ‘Aya Yolculuk ’ 160 43. Dedektif Tayfa 164 44. Mutluluğun Getirdiği Hüzün 167 45. Tatil Yolundaki Macera 170 46. Korku Ormanı 172 47. Uzay Macerası 176 48. Lanetli Köşk 180 49. Maceralı Düş 185 50. Kaybolanlar 187 51. ‘Dehşetli’ Bir Gece 192

Fabllar



ÖNSÖZ Çocuklarımız ve gençlerimiz, aileleri için olduğu kadar bu ülkenin ve dünyanın geleceği için de çok kıymetlidir. İşte bu yüzden onların sadece bedensel gelişimiyle değil fikri olgunluğuyla da yakından ilgileniriz. Onlar yarınımızın eğitimcileri, bilim adamları, mimarları, doktorları, yazarları, … vd. İçlerinden bazıları yazarlık uğraşısına bugünden omuz verdiler ve hayal dünyalarını yazıya dökmeye cesaret ettiler. Yazma işi fikir mesaisiyle ortaya çıkan çok ciddi bir iştir. Bir dilin söz varlığı, o dili konuşanlarca gelişir ve yaşar. ‘Kişinin kıymeti dilinin altında ve kaleminin ucunda gizlidir, onu söz ve yazı açığa vurur.’ diyor Ali Fuat Başgil. Kitabımızın ortaya çıkmasına vesile olan küçük yazarlarımızın değeri, sadece bu kitaptaki yazdıklarıyla elbette ölçülemez lâkin yazdıkları kısa hikâyelerle şimdiden Türkçenin söz varlığına katkıda bulundukları aşikâr. Bu mütevazı eserimizde emeği geçen herkese teşekkürü borç biliriz. Eserimizi küçük yazarlarımızla birlikte, tüm dünyada canı gönülden yeni neslin ihyası için çalışan eğitimcilere ithaf ediyoruz. Saygılarımızla… Zuhal Hüsna Ulu Özel Gediz İsabet Okulları Yazarlık Atölyesi 6

AZİM VE KARARLILIK BAŞARININ ANAHTARIDIR Buralardan çok uzak bir adada, bir yengeç yaşarmış. Bu yengeç istediğinde karaya çıkar, istediğinde denizde yüzermiş. O adaya yakın yüzen balina ise karaya çıkamadığı için bu yengeci çok kıskanırmış. Günlerden bir gün, balina yengece: - Sen istediğinde denize giriyor, istediğinde karaya çıkıyorsun. Ama ben burada hapsolmuş gibi denizden dışarı çıkamıyor ve burada bütün gün öylece yüzüyorum, çok canım sıkılıyor, demiş. Bunun üzerine yengeç: - E o zaman bir icat yap! demiş. Balina merakla: - İcat ne demek? diye sormuş. Yengeç: - İcat, insanların ihtiyaçlarından dolayı ortaya çıkan buluşlardır. Örneğin, insanların kullandıkları telefon, tablet, buzdolabı, ampul birer icattır, demiş. Balina içinden “ O zaman bende kendime bir icat yapabilirim.” deyip başlamış çalışmaya. Tüm gününü karada yaşayabilmesini sağlayacak bir icat ortaya çıkarmak için uğraşmakla geçiriyormuş. Azimle ve sabırla çalışıyormuş. Karada bir saat zaman geçirebilmek için büyük bir su balonu icat etmiş. Bu icadının düzgün 7

çalışması için tam bin kere deneme yapmış. Ama pes etmemiş. Bir gün yine azimle çalışırken icadını çalıştırmayı başarmış. Hiçbir balinanın yapamadığını yapmış. Artık denizden dışarı çıkabiliyormuş. Meryem Beste Ayaz 5/B Sınıfı 8

İYİLİK EDEN, İYİLİK BULUR Bir gün, akıllı tavşan yoldan geçerken bir at ile karşılaştı. Onu çok üzgün gördü ve: - Ne oldu at, neden üzgünsün böyle? dedi. At: - Ne olsun, sahibim nalımı çok iyi sabitlemedi. Çivisi toynağıma batıyor ve acıyor. Tavşan ayağındaki çiviyi dişleriyle çıkartmaya çalıştı ve yerinden söküp geri taktı. Artık çivi atın ayağına batmıyordu. At teşekkür etti. Tavşan da ‘Önemli değil.’ diyerek yoluna devam etti. Sonra yolda bir tane kartal ile karşılaştı. Kartal ağlıyordu. Tavşan yine sordu: - Neyin var kartal kardeş? Kartal: - Bir tane kanadım kırık, bana yardım edip bu kanadı iyileştirebilir misin? dedi. Tavşan: - Tabii ki, dedi. Kartalın kanadını iyileşmesi için şifalı otlarla güzelce sardı. Sonra yoluna devam etti. Ormanın derinliklerinde ilerliyordu. Arkasından sinsi adımlarla avcılar geliyordu ama tavşan onları fark etmedi. Avcılar bu durumu fırsatı bildiler ve bir yere saklanıp ona doğru nişan aldılar. Ateş edecekleri sırada, kartal aniden onların üstüne uçup dikkatlerini dağıttı. Tam o sırada ağaçların arasından at dörtnala koşarak geldi ve tavşanı hemen 9

üstüne bindirip oradan kaçırdı. Kartal tavşanın kaçtığını görünce avcıları rahat bırakıp uçarak oradan uzaklaştı. Tavşan yaptığı iyiliklerin karşılığını almıştı. Buna çok sevinen tavşan arkadaşlarına teşekkür edip yoluna devam etti. Ahmet Kemal Özyurt 5/A Sınıfı 10

CAN DOSTUM Bir çiftlikte çok iyi iki arkadaş olan kuzu ve eşek yaşarmış. Bu iki arkadaş sürekli her şeylerini paylaşırlarmış. Dostlukları diğer hayvanları kıskandıracak kadar güzelmiş. Bir gün diğer hayvanlar meradan çiftliğe dönerken bu iki arkadaş oyuna dalmış ve çiftlikten uzaklaşmış. O kadar çok eğleniyorlarmış ki akşam olduğunu fark etmemişler bile. Ancak akşam olup karanlık çökünce çiftlikten uzaklaştıklarının farkına varmışlar. Çiftliğe dönmek için eşek önde kuzu arkada - aslında bu yolculukta üç kişi olduklarından habersiz- yola koyulmuşlar. Tam arkalarından karnı açlıktan guruldayan kurt, onları uzaktan takip ediyormuş onları. Etrafta çoban köpeği olmadığını görünce kuzunun savunmasız olduğunu düşünmüş ve onu yemek için saldırıya geçmiş. Kuzu kurdu fark edince meleyerek dostu eşeğin yanına koşmuş. Eşek arkasına döndüğünde hızla gelen kurdu görmüş ve kurda doğru hamle yapmış. Arkasını dönerek hızla gelen kurdun suratına okkalı bir tekme atmış. Yediği çiftenin etkisiyle 2 metre uzağa fırlayan kurt neye uğradığını şaşırmış ve oradan uzaklaşmış. Kuzu canını kurtaran arkadaşına teşekkür etmiş ve ikisi de mutlu bir şekilde çiftliğe dönmüşler. Mehmet Berat Aslan 5/A Sınıfı 11

ERDEMLER ORMANI Bize çok da uzak olmayan bir diyarda bir orman vardı. Adı Erdemler Ormanı’ydı. İçinde çeşit çeşit hayvan yaşardı. Bu hayvanların birbirinden ilginç yaşam maceraları vardı. Şimdi birkaç tanesine bir göz atalım. Belki onlardan öğrenecek bir şeyler buluruz. Ne dersiniz? … Bir tilki ve arkadaşı kurt yaşardı Erdemler Ormanı’nda. Tilki hileci, düzenbaz, sahtekâr biriydi. Kurt ise onun tam tersine çok iyi ve dürüst biriydi. Bir anda çok kötü bir ses duyuldu ve bu sesten etrafındaki tüm hayvanlar rahatsız oldu. Tilki: - Kurt kardeş, bu karga çok kötü şarkı söylemiyor mu? Kurt: - Evet, dedi. Karga, son zamanlarda işi iyice azıtıp artık her an şarkı söylemeye başladı ve tilki bundan epey rahatsız oldu ve onu buralardan göndermek için bir şeyler yapmaya karar verdi.Tilki: - Hey, Karga kardeş! Nasıl oluyor da bu kadar güzel şarkı söyleyebiliyorsun? Bence sen Güzel Sesliler köyüne gidip oradaki ses yarışmasına katılmalısın. 12

Karga: - Ama Güzel Sesliler köyü buraya çok uzak, nasıl giderim? dedi. Tilki bir yolunu bulup onu kandırdı. Karga yarışmaya katılmaya karar verdi. Eşyalarını toplayıp kapısına da bir kilit vurup Güzel Sesliler köyüne doğru yola çıktı.Tüm bu olanları daha fazla izlemeye tahammül edemeyen kurdun, tilkinin kargayı kandırmasına daha fazla gönlü razı olmadı. İşin aslını karga yola çıkmadan önce karşısına çıkıp bir bir kargaya anlattı. Karga, duyduklarına çok sinirlenip tilkiyi polis ayılara şikâyet etti. Polis ayılar da onu alıp hapishaneye götürdüler. Çünkü bu ormanın kanunlarına göre yalan söylemek çok büyük suç sayılıyordu. Tilki, hapiste düşündü, taşındı ve her an dürüst olmanın çok daha iyi olduğunu, sorunlarımızı insanları kandırarak çözmeye çalışmanın bize faydadan çok zarar getirdiğini anladı. Bundan sonra asla yalan söylememeye karar verdi. … Küçük bir kuş vardı. Ailesinden yeni ayrılmış, kendi ayakları üstünde durmaya çalışan bir kuş. Tek istediği her canlı gibi yaşayabilmesi için barınacak sıcak, güzel bir yuva ve karnını doyurabileceği, sıcak, güzel bir yemekti. Kuş şöyle bir düşündü “Acaba hiç uğraşmadan başkalarının elinden mi yaşasam yoksa azimli bir şekilde çalışarak mı?” Kuş düşündü, düşündü ve kararını verdi. 13

Kararı, kendi ayakları üstünde, kendisi çalışarak başarmaktı. Çalıştı, çalıştı ve sonunda bir yuvası oldu, aş buldu, yavrusu oldu. Bu sefer onun yavrusu büyüdü, azimli kuş öldü. Toprağa karıştı. Yavru kuş çok üzüldü, annesini çok severdi ama yapacak bir şey yoktu. Hayat devam ediyordu. Kuş da annesi gibi ‘Şimdi ben ne yapacağım? Annem öldüğü için zaten herkes bana bir şeyler veriyor. Acaba onlarla mı geçinsem yoksa kendim mi çalışıp kazansam?’ diye düşündü ama yanlış kararı yani başkalarının elinden yaşamayı seçti. Kuş gitti herkesten yardım istedi. Veren verdi, vermeyen vermedi. Bir veren bir daha vermedi. Kuş elindekileri israf etti, yemeği kalmadı. Yemeği kalmayınca açlıktan vefat etti, toprağa karıştı ama annesi gibi gururla değil başarısızlıkla, yenilmişlikle gitti toprağa. Ne demiş Charles Hale: ‘Düşünürken dikkatli, uygularken kararlı olun.’ Yani, anne kuş gibi doğru düşünmeli, doğru seçeneği seçmeliyiz. İkinci olarak da uygularken kararlı olmalı yani yaptığınız işi yarı yolda bırakmamalı, sonuna kadar devam etmeliyiz. … Erdemler Ormanı’ndan bu seferlik bu kadar. Yeni maceralarda görüşmek üzere. Cemal Arif Koç 5/A Sınıfı 14

TAVŞAN İLE KÖPEK Bir ormanda yavru bir tavşan yaşarmış. Bir gün ormanda gezerken ayağı bir kayanın arasına sıkışmış kendisi gibi yavru bir köpek görmüş. Tavşan köpeğin acılı uluma seslerinden ve öfkeli halinden ilk başta korkmuş ve onu kurtarmakla oradan uzaklaşmak arasında tereddüt etmiş. Fakat yine de cesaretini toplayıp köpeği kurtarmış. Köpek çok teşekkür etmiş ve ondan sonra herkes kendi yoluna gitmiş. Günler ayları, aylar da yılları kovalamış. Ormana gelen bir avcı, hayvanları yakalamak için ormanın çeşitli yerlerine kapanlar kurmuş. Tavşanın yuvasının önünde de bir kapan varmış. Tavşan tam dışarı çıkacakken kapana yakalanmış. Bağırıp ağlamaya başlamış. Sesleri duyan avcının köpeği koşarak kapanın yanına gelmiş. Tavşanı görünce tanımış. Bu yıllar önce kendini kurtaran tavşanmış. Hemen tavşanı kurtarmış ve kapanı dereye atıp üzerini taşlarla kapatmış. Sonra da ormandaki bütün kapanları tek tek imha edip avcı köpeği olmayı bırakmış. Tavşan köpeğe çok çok teşekkür etmiş ve iki iyi dost olmuşlar. Faruk Karaaslan 5/A Sınıfı 15

ŞAŞIRTICI DOSTLUK Bir kedi varmış. Bu kedinin sahipleri çok sinirli ve farelerden nefret eden insanlarmış. Bilirsiniz ki kediler de fareleri sevmez ama bu kedi seviyormuş hem de çok. Bu kedicik, farelere karşı farklı bir bakış açısına sahipmiş. ‘Herkes bizden düşmanlık bekliyor diye düşman olmak zorunda değiliz.’ diye düşünüyormuş. Bir gün kedinin sahipleri kediden evdeki fareleri yakalamasını istemiş. Kedicik ne yapacağını şaşırmış ve: - Hayır, ben böyle bir şey yapamam, demiş. Sahipleri: - Eğer yapmazsan seni aç bırakırız, demişler. Kedicik dediklerini kabul etmek zorunda kalmış. Ama ev sahiplerine çaktırmadan bir oyun oynamış aslında. Tüm fareleri toplayıp onlara bodrum katında yuva yapmış. Orada onların karınlarını doyurup onlara saygı, sevgi ve hoşgörüyle davranmış. Bir gün sahiplerden biri bodrum katından eşya almaya inmiş ve orada kedi ile farelerin birbirine olan sevgilerini görünce kediciğin onları ne kadar sevdiğini anlamış ve eşine olanları anlatmış. Artık farelerden korkmamaya ve kedi ile farelerin dostluklarına saygı duymaya karar vermişler. Gülderen Gençer 5/A Sınıfı 16

ARKADAŞLIK Kedi bir gün gezmeye gitmiş. Yolda kurdu görmüş. Kurt: - Merhaba kedi, beraber gezelim mi? demiş. Kurt kediyle arkadaş olmak istiyormuş. Kedinin yanına gitmiş: - Benimle oyun oynamak ister misin? - Olur, hangi oyunları seversin? - Saklambaç oyununu severim. - Hadi o zaman oynayalım. - Tamam. Kedi ebe olmuş, kurt saklanmış. Kedi ona kadar saydıktan sonra gözlerini açıp kurdu aramaya başlamış. O sırada kurt da arkadaşına şaka yapmak istemiş ve sessiz sessiz kedinin arkasından gelmiş. Birden ‘Bomm!’ diye bağırmış. Kedi çok korkmuş ve ağlamaya başlamış. Kurt arkadaşının bu kadar korkmasını beklemiyormuş aslında ama onu böyle ağlattığı için de çok üzülmüş ve arkadaşı kediden özür dilemiş. Onun sakinleşmesini sağlamış. Kedicik sakinleşince biraz etrafı gezmişler. Mis gibi kır çiçeklerinden toplamışlar. Evden getirdikleri yiyecekleri bir piknik havasında yemişler. Top oynamışlar. Güneşin batmasına yakın da mutlu bir şekilde eve dönmüşler. 17

Arkadaşlık böyledir işte. Bazen arkadaşlarımıza kırılabiliriz. Hatalıysak özür dileriz. Hatasını anlayan arkadaşımızı da hemen bağışlamayı biliriz. Uzatmayız kavgaları, kırgınlıkları. Çünkü arkadaşlar her zaman birbirinin mutluluk kaynağıdır. Mehmet Ali Savran 5/A Sınıfı 18

TAKLİT ETME OYUNU Ormanda yaşayan bir kurbağa ile baykuş varmış. Kurbağa ile baykuş çok iyi arkadaşlarmış. Baykuş arkadaşı kurbağanın yaptığı hareketleri taklit etmeyi çok severmiş. Hatta sürekli birbirlerini taklit etme oyunu oynarlarmış. Bir gün baykuş, kurbağanın suya atlamasını taklit etmek istemiş. Çünkü kurbağanın suyu çok sevdiğini görmüş ve kendisinin de çok seveceğini düşünmüş. Kurbağa ‘Arkadaşım, her canlının kendine ait özellikleri var. Ben senin gibi uçamam, sen de benim gibi yüzemezsin.’ demiş. Arkadaşını dinlemeyen baykuş, kurbağanın arkasından suya atlamış. Boğulmaktan son anda kurtulan baykuş, arkadaşının ne kadar haklı olduğunu anlamış. Her canlının kendine ait özellikleriyle var olduğunu, bu özelliklerin onu özel kıldığını öğrenip bir daha başkalarını taklit etmeye çalışmamış. Meryem Fırtına 5/B Sınıfı 19

NEZAKET Açlıktan bitkin düşmek üzere olan tilki, arkasından koşan avcılardan kurtulmayı başarmış. Avcılar uzaklaştıktan sonra midesinde hissettiği yoğun açlık, onu köye yiyecek bulmaya yönlendirmiş. Gecenin karanlığından da yararlanarak köye yaklaşmış. Tilki ilerlerken karşısında kapısı açık unutulan bir kümes görmüş. Ellerini ovuştururken ne kadar şanslı olduğunu geçirmiş içinden. Etrafta insanlar olup olmadığını kontrol ederek kümese yaklaşmış. Kimseyi görmeyince de kümese girmiş. Karanlıkta gözleri az gören horoz sesleri duymuş. - Kim var orada? demiş horoz. Tilki: - Yabancı değil horoz kardeş, karnı aç bir misafiriniz geldi, demiş. - Sen buraya ne için geldin? Burada senin yiyeceğin ot, arpa yok, demiş horoz. - Ben ot, arpa yemem, demiş. - Senin yiyeceğin tür yemek de var, demiş. Ardından: - Tabi beni yemezsen, demiş. Tilki kafa sallayarak horozu onaylamış. Bir süre sonra evden güzel kokular gelmeye başlamış. Tilki Bu güzel kokunun nerden geldiğini merak edip: - Horoz, bu güzel koku ne? diye sormuş. Horoz: - Bu güzel koku, ev sahibinin avladığı ve şu an 20

pişmekte olan keklikten geliyor. Artanları bize verir ama biz et yemediğimiz için etleri saklarız, der. Tilki: - Biraz et kalırsa bana da verir misiniz? Horoz: - Olur, der ve eti tilkiye uzatır. Tilki teşekkür ederek uzaklaşır. Mustafa Berk YOLCU 5/A Sınıfı 21

ÖZGÜRLÜK MÜ DOSTLUK MU? Sevcan, sıkıcı karantina günlerinden birinde, sokağa çıkma iznindeyken kafesteki papağanıyla birlikte İstanbul’da vapur keyfi yapmak istedi. Kafesteki papağanı, dışarı çıkmak için çok heyecanlıydı fakat biraz da tedirgindi. Çünkü virüs ülkemizde azalmış olsa da tehlike hala dışarıdaydı. Beraber vapura bindiler. Papağan kendini mutlu hissediyordu. Manzarayı seyrederken bir martı ona seslendi: - Hey papağan, merhaba! Papağan: - Merhaba martı. Martı: - Nasılsın? Papağan: - İyiyim, sen nasılsın? Vapurda bulunan bir köpek de onlara katıldı: - Hey arkadaşlar! Merhaba ben de buradayım, dedi. Papağan ve martıya selam veren köpek usulca onların yanına gelip oturdu. O sırada suyun üstüne çıkmış balıkları gören köpek, balıkların onlara baktığını fark etti. 22

Köpek balıklara seslenince balıklar korktu ve hemen suya daldı. Martı ‘Ben onlarla bir konuşayım.’ dedi ve o da arkalarından suya daldı. Papağan çok şaşırmıştı. ‘Kendisi gibi bir kuş nasıl suya dalabiliyordu? Asıl ilginç olanı, nasıl sahibine sormadan hareket edebiliyordu? Sahibi kızmıyor muydu?’ Papağan bunları düşünürken, martı yüzeye çıkageldi ve ‘Balıklar köpek arkadaşımızdan biraz ürkmüş galiba.’ dedi. Yavru papağan: - Martı kardeş, senin sahibin nasıl birisi? Kafesin nerede? Sen de benim gibi bir kuşsun nasıl suya dalabiliyorsun? Sahibinden neden izin almıyorsun? Sahibin kızmaz mı? diye zihnindeki soruları sıraladı hızlıca. Martı olup biteni yarı anladı, yarı anlamadı. Küçük papağana şöyle cevap verdi: - Papağan kardeş, galiba sen beni evcil hayvan sandın. Ben senin gibi kafeste yaşamıyorum, özgür bir hayvanım. Deniz kenarlarında yaşarım. Vapurlarla gelen insanlar bana simit atar ben de onları yakalar yerim. Ya siz nasıl beslenirsiniz arkadaşlarım der. Denizden bir ses gelir. Bir de ne görsünler, az önceki balıklar su yüzüne çıkmış onlarla konuşuyor. Minik yavru bir balık: - Ben, martılara atılan simitlerin denize düşen artıklarını yerim, dedi ve denize daldı. dedi. Köpek: - Ben sahibimin bana verdiği kemikleri yerim, Papağan: 23

Ben de sahibimin bana verdiği kuşyemlerini yerim, dedi. O anda Sevcan geldi ve martılara simit attı. Martı hemen yükseldi ve payına düşen simit parçasını havada yakaladı. Denize düşen kırıntıları da balıklar yemeye başladı ve denizin derinliklerine doğru gözden kayboldular. Sonra vapur durdu. Papağan evine gitti. Köpek de evine gitti. Papağan o gün özgürlükle tanışmış oldu. Yiyeceklerinin illa da bir sahip tarafından temin edilmesi gerekmiyordu. Kendisi de bulabilirdi. Kafesten kaçıp doğada yaşamaya karar verdi önce. Ama sahibini seviyordu. Onun için vazgeçti. Onunla dostane yaşantısına devam etti. Birlikte mutluluk içinde yaşamlarını sürdürdüler. Sevcan Aygece 5/A Sınıfı 24

SİNCAP BETÜL VE MÜCADELESİ Aslan Cemal’in, ormanlar kralı olduğu tüm ormanda hayvanlar tarafından bilinmektedir. Bir gün Belgrad Ormanı'nda gezerken orman çok büyük olduğu için Kazım isimli kargadan kılavuzluk etmesini ister. Çünkü Karga Kazım çok zekidir ayrıca sürekli uçarak gezdiği için ormanını her köşesini avucunun içi gibi bilmektedir. İkisi ormanı gezerler. Aslan kargayı veziri yapar ve Belgrad ormanındaki tüm hayvanları Aslan Cemal ve Karga Kazım yönetmeye başlar. Aslan Cemal çok zalim bir yöneticidir. Herkese çok kötü davranır. Karga Kazım da yalancı ve düzenbaz bir vezirdir. Halk onların zulmünden bıkmış ve bir çare aramaktadır.Aslan Cemal'in saygısızlığını ve Kargo Kazım'ın düzenbazlığına karşı koymak isteyen Sincap Betül, Belgrad ormanındaki tüm hayvanlara konuşmak ve bir karar vermek için davet gönderir. Sincap Betül'ün hoş daveti ile ormanın bir köşesinde toplanırlar. Bu zulümden kurtulmak için yapılacak her şeyi diğer hayvan dostlarına anlatır. Aslan Cemal'in kendilerine zorba davranışları ve Karga Kazım’ın yalanlarından bıktıkları için sevgi dolu ve herkese eşit haklar veren sincap Betül'ü oybirliği ile kraliçe yapmak için karar aldılar. Aslan Cemal ve Karga Kazım'ı ormandan kovarlar. Sincap Betül, Belgrad ormanının yeni yöneticisi olarak doğruluk, dürüstlük, sevgi ve saygı içinde ormanı yönetir. Ormandaki tüm hayvanlar mutlu olarak yaşamlarına devam ederler. Şevket Tuncer 5/A Sınıfı 25

5. Sınıf 5 55 55



BASİT BİR MERAKIN ELEMLİ SONU Can ve Cemil okulların tatil olmasına yakın, sıcak yaz günlerinden birinde, her zaman yaptıkları gibi okuldan çıkıp eve gittiler. Bugün Canların yeni aldığı, denize bitişik lüks yalılarına gidip ödevlerini bitireceklerdi. Ama öncesinde –sadece bugüne mahsus olmak üzere- denizin diğer kıyısındaki parka gitmek ve biraz kafa dağıtmak için Can’ın annesinden izin istediler. Can’ın annesi: - Tabi ki, ödevlerinizi bitirdikten sonra gidebilirsiniz, dedi. Bunu duyan iki ahbap sevinçle matematik ve fen ödevlerini bitirdiler. Can ve Cemil oyuncaklarını alıp denizin diğer kıyısındaki parka koşar adımlarla gittiler. O da ne? Parkta korsanlar vardı. Can ve Cemil hayatlarında hiç korsan görmedikleri için meraklarına yenik düşüp korsanlara doğru ürkek adımlarla yürüdüler. Önce onları gezgin bir tiyatro grubu sandılar ama az sonra duydukları ses bu düşüncelerinin yanlış olduğunu ispatladı. Korsanların reisi Palabıyık’ın sesiydi bu. - Şuradaki çocukları yakalayın! diye kükremişti adeta. İki ahbap bu sesi duyunca korkarak Canların yalısına doğru koşmaya başladı. Ama korsanlar onlardan daha çevik ve hızlıydılar. Can bir taşa takılıp düşmüştü. Bunu gören Cemil durdu. Ve Can’ı yerden kaldırdı. Fakat korsanlar onlara yetişerek onları yakalamıştı çoktan. Can’ı 26

ve Cemil’i diğer tutsaklarla beraber ihtişamlı ve ganimetlerle dolu gemilerine götürdüler. Saat epey geç olmuştu. Çocukların aileleri merak etmeye başladılar, birbirlerini aradılar ama bir sonuç alamayınca daha da telaşlandılar. Bu sırada çocuklar için çoktan esaret saatleri başlamıştı. Tayfalardan biri koşarak güverteye geldi ve dürbünüyle uzakları izleyen kaptanına: - Esirleri mahzene yerleştirdik efendim! dedi. Korsanların reisi Palabıyık: - Esirlerimi bizzat kendim teftiş etmek istiyorum, dedi kibirli olduğu her halinden belli olan ses tonuyla. Korsanlar, reislerini geminin kamarasında bulunan tutsakların yanına götürdüler. Palabıyık hepsini yeni mal satın almış bir tüccar edasıyla inceledi ve: - Artık benim esirlerimsiniz! diyerek kahkaha attı. (ha ha ha haaa) Bir ayağı tahta olan ayağından çıkan ürkütücü tık tık sesiyle tekrar güverteye çıktı. Bekçi tayfalar da yemeğe gitmişti. Tutsaklar, özgürlüğe kavuşmak istiyorlardı. Ortalıkta kimsenin olmamasını fırsat bilerek kaçma planı yapmaya başladılar. Ne yapabiliriz diye farklı yollar düşünmeye başladılar. Bazıları ‘Ceplerinizde çakmak ve çakı gibi kesici aletler var mı?’ diye birbirlerine sordu. Can: 27

- Ellerimiz ve ayaklarımız bağlı, olsa bile nasıl kullanacağız? dedi. Cemil’in aklına güzel bir fikir geldi: - Benim babam sahil güvenlikte çalışıyor. Bir şekilde bizi bulur. Çünkü bugün sahil güvenliğin devriye günü. Dua edelim de gemi denize fazla açılmasın ve sahil güvenliğin sınırlarından çıkmasın.’ dedi. Esirler hararetle plan yaparken, nöbetçi korsanın kapının arkasından onları dinlediğinden habersizdiler. Bütün o konuşulanları duymuştu, hızlı bir şekilde koşup olanları Palabıyık’a anlattı. Palabıyık bunu duyunca: - Hemen denizden çıkıp korsanlar diyarına gitmemiz lazım! dedi. Palabıyık köşeye sıkıştıklarının farkındaydı. Korsanlardan acele bir şekilde kılık değiştirmelerini istedi. Ama geç kalmışlardı. Çünkü etrafta dolaşan sahil güvenlik botlarının sesi duyulmaya başlamıştı bile. Sahil güvenlikte çalışan Cemil’in babası Cem Bey, polislerle beraber korsan çetesini ararken çok endişeliydi. Çünkü bu kez aradığı rehine, kendi oğluydu. Korsanların gemisini fark eder etmez bütün ekiplerin bu şüpheli geminin etrafını sarmasını söyledi. Can’ın babası Cengiz Bey, Cem Bey ile mesajlaşarak son durumdan haberdar oldu. Cem Bey, kaçırıldıkları iddia edilen çocuklarının içinde olabileceği şüpheli bir korsan gemisinin etrafını sarmak üzere olduklarını Cengiz Bey ‘e iletti. 28

Cem Bey, polis botları tarafından abluka altına alınmış gemiye megafonla seslenerek: - Gemi sakinleri! Bu kıyıya demir atmanız için gerekli izin talebiniz tesbit edilememiştir. Kaçırılan iki çocuk aranıyor. Sadece rutin bir kontrol yapacağız. Zorluk çıkarmazsanız kontrolümüz kısa sürecek ancak zorluk çıkarırsanız hepinizi tutuklamak zorunda kalabiliriz, dedi. Korsanların lideri Palabıyık, gemideki adamlarına: - Hemen korsan kıyafetlerini değiştirin! emri verdi. Esirleri de alt kamaradaki gizli bir bölmeye sakladığı için içi rahattı. Çünkü bu bölmeyi özel olarak daha önce esir aldığı bir mimara yaptırmıştı. Gerçi adamı sonradan denize atarak balıklara ziyafet çekmişti ama neyse ki ölmeden önce gemisinde güzel bir iz bırakmıştı. Burayı kimsenin bulamayacağına inanıyordu. Bu nedenle aramaya gelen sahil güvenlik ekibine izin verdi. Cem Bey; altı kişiyi güverteyi, altı kişiyi kamaraları kontrol etmeleri için görevlendirdi. ‘Dört kişi de gemiye binilen bölümde nöbet tutsun!’ dedi ve kendisi kamaraları kontrol edecek ekiple kontrole başladı. Kamaraları kontrol etmek için alt katlara inen ekip bütün kamaraları dolaştı ama bir şey bulamadılar. Sadece bir kamaranın kapısının kilitli olduğunu gördüler. Kapının açılmasını istediklerinde korsanların kapı görevlisinin isteksiz bir şekilde ‘Anahtarını kaybettik.’ dedi fakat Cem Bey kapıya her zamanki gücüyle yüklendi ve kapıyı kırdı. 29

Gerçekten içerde kimsenin olmadığını gördü ve geri dönüp gidiyordu ki duvarlardan gelen bir tıkırtı sesiyle durdu. Sesin geldiği duvara doğru hızla ilerledi. Ekiplerine duvarı kırdırdı. İçerde beyaz bir çadırla esirlerin üzerlerinin örtülü olduğu bölmeyi buldular. Çadırı kaldırdığında bir de ne görsün! Esirler… Yanlarında biricik oğlu Cemil ve Can da vardı. Havasızlıktan neredeyse ölmek üzereydiler. Bağlandıkları yerlerden onları kurtardı. Cemil ve Can’ı kucakladı. Onlara sarıldı. Esirler: - Bu da kim oluyor? diye Cemil’e sordu. Cemil: - Bu benim babam, artık kurtulduk! dedi. Cem Bey, polis arkadaşlarına çocukların ve esirlerin sahil güvenliğin botları ile sahile götürülmelerini söyledi. Diğer ekiplere korsanların tutuklanması emrini verdi. Artık Can ve Cemil kurtulmuşlardı. Cem Bey’in botuyla karaya getirildiler ve kıyıda bekleyen ailelerine kavuştular. Sarılıp kucaklaştılar. Can’ın babası: - Bizim eve gidip sıcak bir çay içelim! dedi. Cemil’in babası: - Tabi ki olur, dedi. Hep beraber oturup, huzurla çay içerken yaşadıkları maceradan iyi bir ders çıkaran çocuklar, bir daha tanımadıkları kişileri merak etseler bile, yanlarına 30

gitmeyeceklerine dair söz verdiler. Bu arada korsanlar çoktan hapsi boylamışlardı. Bizim tutsak ikili, gece yatarken çok maceralı, korkunç bir o kadar da eğlenceli bir gün geçirdiklerinin farkındaydılar. Korkunç bir bela atlatmışlardı ama iyi de bir ders çıkarmışlardı. Yeni bir güne zinde başlamak için göz kapaklarına daha fazla direnmediler ve kendilerini uykunun emniyetli kollarına bıraktılar. Abdullah Öztürk 5/A Sınıfı 31

İKİ ÇOCUĞUN MACERALARI Bir kış günü, üç kardeş evlerinin yakınında kartopu oynuyordu. Çocuklardan kahverengi montlu olanın ismi Mahmut idi. Aynı zamanda en küçük kardeşti. Mavi montlu, yeşil atkısı olan çocuğun ismi Mehmet; kırmızı montlu, kırmızı atkısı olan çocuğun ismi de Kamil’di. Kamil diğer ikisinin abisiydi. Evin önünde öyle bir kar vardı ki dizlerine kadar geliyordu. Akıllarına bir fikir gelmişti çocukların. ‘Bu karlı havada kızak kaymak ne güzel olurdu.’ Aslında bu hayallerini gerçekleştirebileceklerini düşündükleri bir tane yokuş vardı. Fakat bayağı dik ve uzundu ve evden çok uzaktı. Buna rağmen ‘Bunlar çok büyük engel değil!’ diye düşündüler ve hemen eve koşup 5 kova su aldılar. Anneleri: - Bunları ne yapacaksınız? diye sordu. Kamil: - Uzakta bir yokuş var, oraya dökeceğiz ve donunca da kayak yapacağız. Anneleri: - Hayır, orası çok uzak ve çok kar var. Düşüp bir yerinizi incitebilirsiniz hatta ölebilirsiniz bile. Kamil: 32

- Sana ne be kadın, bize karışma! Biz istediğimizi yaparız. Mehmet: - Evet, ölürsek de biz ölürüz, bize karışma! Anneleri bu duruma çok üzülüp ağlamaya başladı. Bunu gören Mahmut ‘Anne ağlama, ağlama annecim!’ diyerek kendisi de ağlamaya başladı. Artık iki çocuk o yokuşa gitmek için yola çıktılar. Biraz gittikten sonra yokuşun tahmin ettiklerinden de uzakta olduğunu fark ettiler. Tam vazgeçecekken yokuşa yaklaştıklarını gördüler. Suları alarak dökmeye başladılar. Su bitince tekrar eve giderek doldurdular ve yine yokuşa doğru yol aldılar. Su yine bitti. Bu sefer içlerinden derin bir ‘Of!’ çektiler ve sırayla gitmeye karar verdiler. Önce Mehmet yola koyuldu, eve varınca annesini gördü. Annesi yine gitmemesi için ısrar etti ama hiç takmadı ve suları alıp evden çıktı. Yine su bitince, son kez su almak için ikisi birden eve gittiler. Bir baktılar ki anneleri ve Mahmut evde yok. İlk başta çok telaşlanmadılar. Aradan biraz daha vakit geçip hala gelmediklerinde ise hafiften telaşlanmaya başladılar. Babaları eve geldi ve annelerini sordu. Çocuklar babalarına: - Çok açız! Annemiz ve kardeşimiz eve geldiğimizde yoktu dediler. Babaları: - Peki anneniz nerde? diye sordu. Çocuklar: 33

- Biz annemizi üzdük, annemiz küçük kardeşimizi de alıp İstanbul’a teyzesinin yanına gitmiş olmalı. Bize kızınca hep öyle söylerdi, dediler. Babaları: - Hemen annenizi bulup getirin çabuk! diyerek dışarıya attı onları. Babaları çocuklarının eline mont, çanta, çikolata ve uyumak için bir de çadır verdi. Açlıktan ölmesinler diye çantalarına ekmek de koyuverdi. Çocuklar eşyaları alıp annelerini bulmak için yola çıktılar. Az gittiler uz gittiler, karşılarına bir orman çıktı. Karınlarının acıktığını fark ettiler. Düşündüler, taşındılar ve akıllarına babalarının verdiği eşyalar geldi. Yiyecek olarak ekmek ve çikolata vardı. Mehmet: - Bence önce çikolatayı yiyelim, ekmeği zor günlere saklayalım, dedi. Kamil: - Bence de, diyerek kardeşini onayladı. Çikolataları ikişer ikişer paylaşıp yediler. Sonra yola çıktılar artık karanlık oluyordu. Bunu gören çocuklar üzüldüler ve ateş yakacak bir şeyler aramaya başladılar. Akıllarına çakmak aldıkları geldi ama bu sefer de odun eksikti. Odun bulmak için ormanın içine gittiler. Hiç kimse yoktu sadece ağaçlar vardı. Odun topladılar ve ateşi yakmayı başardılar. Sonra babalarının verdiği çadırı 34

kurup, soğuktan ölmemek için kendi montlarını yastık ve yorgan yapıp uyudular. Sabah yine bütün eşyalarını çantalarına koyarak yola koyuldular. Gece olana kadar yürüdüler ve başka bir ormana vardılar. Hayvan sesleri arttıkça korkuları da arttı. Sırayla nöbet tutmaya - ilk nöbeti de Mehmet’in tutmasına- karar vermişler. Biraz zaman geçtikten sonra Mehmet: - Kamil! Kamil, yardım et! Kamil uykulu bir şekilde: - Ne var Mehmet? diye sordu. Bir de ne görsün! Karşılarında gözleri parlayan bir kurt vardı. Kamil iyi ki de uyumadan önce tahtadan, keskin 2 tane bıçak yontmuş ve arkasına koymuştu. Gizlice Mehmet’e verdi. Mehmet bıçakları kurda doğru fırlattı ama denk gelmedi. Kurt tam saldırıyordu ki Mehmet yumruk attı ve kurt bayıldı. Çocuklar kurdun da kendileri gibi bir yavru olduğunu fark ettiler, onu beslediler ve arkadaşlık kurdular. Artık minik yolcular üç kişi olmuştu. Ormanın içerisinde çok çeşitli hayvanlar dolaşıyordu. Mehmet ve Kamil korkuyorlardı kurt ise korkmuyordu. Önlerine bir nehir çıktı. Nehre girdiler, ayakları nehrin altında olan çamurlara batıyordu. Bir anda Kamil’in ayağına bir şey dolanmıştı. Kamil, ayağına dolanan şeyin ne olduğunu anlamak için ayağını kaldırdı. O da ne? Bu bir yılandı. Kamil yılanı görür görmez çok korktu. Bunu gören kurt hemen Kamil’in yanına giderek 35

yılanı ısırıp suya attı. Kamil, Mehmet ve kurt artık birbirini kollayan çok iyi üç dost ve yol arkadaşı olmuşlardı. Tek sıkıntıları vardı, o da içilebilecek bir suydu. Çok susamışlardı. Su bulmak için hızlı bir şekilde yürümeye devam ettiler. Artık ormanın tam ortasında olmalarına rağmen hala çok yolları vardı önlerinde ama uyumaları gerekiyordu. Çünkü karanlık olmuştu. Bu sefer nöbetçi olarak kurdu seçtiler. Sabah uyandıkları gibi yola çıktılar. Ormanı bitirmelerine aşırı az bir mesafe kalmıştı fakat bir sorun vardı o da önlerine çıkan bataklıktı. Çocuklar bir plan yaptı. Bellerine uzun bir sarmaşık bağlayıp bir ucunu da kurdun ağzına verdiler. Kurt hızlı ve hafif olduğu için bataklıktan batmadan geçecek ve ağzıyla çocukları çekecekti. Planladıkları gibi kurt hemen karşıya geçti fakat çocuklar çok ağır olduğun için onları çekemiyordu. Nihayet sarmaşık da koptu. İki çocuk batıyorlardı. Bataklık onları hızla içine çekiyordu. Canhıraş bir feryat kopardılar. ‘İmdaaat!’ diye bağırıyorlardı. Ama onları kimse duymuyordu. Kamil yatağında terlemiş bir vaziyette ‘İmdaaat!’ diyerek kendi sesiyle uyandı. Etrafına bakındı. Ne bataklık vardı ne de kurt. ‘Hepsi bir rüyaymış!’ dedi. Hemen koşarak annesinin yanına gitti. Annesi o sırada çocuklarına kahvaltı hazırlamakla meşguldü. Babası da ona yardım ediyordu. Annesinin beline sarılarak: - Anneciğim bir kabus gördüm ve çok korktum. Seni dün üzdüğüm için çok özür dilerim, dedi. 36

Annesi: - Korkma oğlum, bak biz yanındayız, diye teselli etti minik yavrusunu ve başına şefkatle bir öpücük kondurdu. Dün tekrar eve kovayla su almak için geldiklerinde artık yorgun düşmüşler ve kardeşi ile birlikte uyuyakalmışlardı. Dün annesine söylediği kaba sözler ve sözünü dinlememesi onu içten içe rahatsız etmiş ve bilinçaltı, rüyasında ona böyle bir ders vermişti demek. Yine de her şeyin böyle bir rüya olmuş olmasına çok sevindi ve annesinin hazırladığı kahvaltıyı afiyetle yemeye başladı. Aile olmak güzel şeydi. Ahmet Kemal Özyurt 5/A Sınıfı 37

GÜZEL BİR AMAÇ UĞRUNA Kemal, her zamanki gibi saat 07.00 ‘de uyanıp okula gitmek için yola koyuldu. O zorlu yollarda minicik ayaklarıyla, küçücük yüreğiyle ilim öğrenmeye giden azimli bir çocuktu. Kemal, ilim öğrenmek için okula gidiyordu, bir amacı vardı ama onun yerinde amacı olmayan birisi olsaydı asla o zorlu yollara katlanmazdı, katlanamazdı çünkü. Bir insan asla zorla bir şey yapmaz, yapamaz ama bir hedefi olan, bir dileği olan insan ise önünde hiçbir engel tanımaz, engel varsa yıkar, atar ve sonunda kesinlikle amacına, dileğine, ne için çabaladıysa ona kavuşur. İnsan, zorluklara katlanırken değil, hata yaptığında hiç değil, insan amacına kavuştuğunda sevincinden ağlardı Kemal’e göre. Kemal, öğretmenlerini, arkadaşlarını çok severdi ve asla o küçücük yüreğinden kötü bir şey geçirmezdi. Nasıl geçirebilirdi ki o beş vakit namazını Allah rızasını kazanmak için istekle kılan, kalbini Yaradan’ın sevgisiyle doldurmuş bir çocuktu. Artık oraya kötü düşünceler girebilir miydi? Kemal, bir gün yine sabah kalktı, namazını kıldı ve okul yoluna koyuldu. Hoplaya zıplaya sevinçle gidiyordu ki yolda bir çocuk gördü. Çocuk çok üşüyordu. Kemal ona yardım etmek istedi ve çocuğa: 38

- Sana nasıl yardım edebilirim? dedi. Çocuk, ona yorgun argın bakarak: - Ben çok fakirim. Annem ve babam hastalıktan vefat etti. Ben de para kazanıp, kırtasiye ihtiyaçlarımı giderip, okula gitmek istiyorum, dedi. Kemal, ceplerin yoklayıp çocuğa dönerek: - Eğer ihtiyaçların karşılanırsa hep isteyerek okula gidecek misin? dedi. Çocuk: - Evet, ne olursa olsun ben ilim öğrenmek istiyorum. Onun için okula gideceğim. Ama senin paran var mı? dedi. Kemal çocuğa umutla bakarak: - Ne için okula gideceksin? Bir amacın var mı? dedi. Çocuk: - Evet, bir amacım var. Amacım, hani dedim ya annem ve babam öldü diye, işte başka çocukların annesi, babası hasta ise onların iyileşmesine yardımcı olmak için diye doktor olmak istiyorum, benim amacım budur, dedi. Kemal, çocuğa parayı verdi ve okula geç kalmamak için koşarak yola koyuldu. Kemal, okula vardığında geç kaldığı için öğretmenleri ona kızmıştı. Hemen öğretmenlerinden özür diledi ve başından geçenleri anlattı. Kemal, öğretmenlerinin ona çok kızdığını anlamasına rağmen ağlamamış ve üzülmemişti çünkü iyilik yaparken okula geç kalmıştı. 39

Kemal her gün okula gitti geldi, yıllar geçti, işte o gün yani mezuniyet günü gelmişti. Kemal, bugün çok mutluydu. Kemal’in mezuniyet törenine bütün akrabaları ve arkadaşları gelmişti. O gün Kemal’in arkadaşları ve akrabaları Kemal’in evine gelmişlerdi. Yemekler yenmiş sıra sohbete gelmişti. Kemal’e sordular “Kemal, okulunu bitirdin, sıra çalışmaya yani bir işe girmeye geldi. Şimdi ne yapmayı planlıyorsun?” dediler. Kemal: - Benim amacım, ilim öğrenmekti ve bunu başardım. Başkalarının da amacı bu olabilir. Ben de bu insanlara amaçlarına ulaşmaları için yardım edebilirim, diye düşünüyorum. Öğretmenlik yapmak istiyorum.” dedi. Kemal’in etrafındakiler bu sözü duydular ve “Sana çalışman için bir okul bulalım mı?” dediler. Kemal, büyük bir sevinçle “Olur” dedi. Etrafındakiler de onun için bir okul bulmaya çalıştılar. Akşam olunca herkes evlerine dağılmıştı. Kemal de anne, babasına: - Beni bu zamana kadar okuttuğunuz için size çok teşekkür ediyorum ” dedi. Ailesi: - Kemalciğim, biz seni okuttuk ama asıl çaba sarf eden sendin, amacına ulaşmak için en çok çalışan sendin, asıl biz sana teşekkür ederiz dediler ve herkes yataklarına gitti. Mezuniyet töreninden sonraki gün Kemal’e, akrabaları bir haber getirdi. Bu haber bir zamanlar öğrenci 40

olarak okuduğu okulun onu öğretmen olarak okullarına çağırmasıydı. Kemal, akrabalarına teşekkür etti. Okula başlamak için hazırlıklarına başladı. Bu sırada eski anılarını hatırladı ve aklına yardım ettiği, ona okuması için para verdiği çocuk geldi. O çocuğu bulmak için onla karşılaştıkları sokağa gitti. Oradaki mahallelilere o çocuğu sordu. Mahalleli, Kemal’e evinin yolunu gösterdiler. Kemal, apartmana girdi ve çocuğun oturduğu kata doğru çıktı. Çocuğun oturduğu dairenin kapısını tıklattı. Kapı açıldı ve Kemal’in yardım ettiği çocuk Kemal’e baktı, Kemal de ona baktı fakat çocuk tıpkı Kemal gibi çok değişmişti. Artık tam bir genç olmuştu. Bir süre sonra genç: - Siz kimsiniz? dedi. Kemal: - Ben küçükken sana amacına ulaşabilmen için yardım etmiştim, şimdi hatırladın mı? Genç, şaşkın gözlerle: - Evet, hatırladım ve senin yardımınla bütün ihtiyaçlarımı karşılayıp, okula başladım. Sana çok teşekkür ederim” dedi. Kemal: - Peki, amacına ulaşabildin mi? Yani doktor olabildin mi? dedi. Çocuk, biraz nemlenen gözleriyle: - Sen olmasaydın belki amacıma ulaşamayabilirdim ama senin küçük dediğin lakin benim 41

hayatımı değiştiren yardımınla okula başladım. Daha sonra burs kazandım, okudum ve doktor oldum, dedi. Genç böyle deyice Kemal çok duygulandı ve ikisi de yaşlı gözlerle birbirlerine sarıldılar. Kemal, o gün eve geldiğinde aklına bir şey daha gelmişti, ona bin bir türlü emek vererek bugünlere gelmesini destekleyen öğretmenleri. Kemal, ‘Onları ziyaret etmeden olmaz’ dedi ve öğretmenlerinin evlerini teker teker gezip ellerini öptü. Kemal, ziyaretlerden sonraki gün ilk iş olarak yeni çalışacağı okula gitti ve müdürle, tüm öğretmen arkadaşlarıyla ve öğrencileriyle görüştü, tanıştı ve kaynaştı. Kemal, onca yıl amacına ulaşmak için didinmiş, çalışmıştı ve şimdi tıpkı Kemal gibi farklı farklı ve birbirinden kıymetli amaçları olan öğrencilerinin amaçlarına ulaşmaları için tüm takatiyle onlara yardım ediyordu.Kemal, derse girdiği ilk gün şefkatle öğrencilerinin pırıl pırıl parlayan gözlerine baktı ve tahtaya “ BİR AMAÇ UĞRUNA ÇALIŞAN KİŞİ, HİÇBİR ENGELE TAKILIP KALMAZ” yazdı ve gülümseyip derse başladı. Cemal Arif Koç 5/A Sınıfı 42

ÇANAKKALE VE BEN Tarih ‘18 Mart 1915’i gösterdiğinde, dünyadan yarım milyon insan götürecek olan Çanakkale Cephesi’ndeki savaş başlamıştı. İki tarafın da büyük zayiat vereceği şimdiden belliydi, bu çetin bir savaş olacaktı. Savaş tüm azametiyle başladı. Çanakkale Savaşı için en önemli yer Çanakkale Boğazı, Arıburnu idi. İtilaf devletleri kurdukları müttefik donanma ile Çanakkale Boğazı’nı aşmaya çalışacaklardı. Yanlarında mayın tarayıcılar, yüzlerce feribot ve taarruz gemileri vardı. Müttefik donanma devletlerinin ekonomisi çok iyi olduğu için gemileri çok sağlamdı. Savaştan bir gün önce komutan Şefik Bey’in komutasıyla Nusret Mayın Gemisi boğaza mayın dökecekti. Boğazda Erenköy Koyu önlerine sahile paralel olarak 26 mayın döşendi. Mayın gemisi Nusret, mayınları dökerken motorları en sessiz halde çalışıyordu ve ışıklarını yakmamıştı. Bu haliyle boğazda tıpkı bir hayalet gibi geziniyordu.’ … ‘Muharebe başladı; düşman gemileri durmaksızın toplarını ateşliyor, Türklerin sadece sığınaklarda beklemekten başka çareleri kalmıyordu. Çünkü müttefik donanmasının uzun menzilli silahları olduğu için uzaktan bile top atışları yapıyor, Türkler böyle bir imkân olmadığı için daha kısa menzilli silahlarını kullanabilmek için 43

düşman gemilerinin yaklaşmasını bekliyorlardı. Sığınaklarda yaklaşık 1- 2 saat beklediler. Nihayet düşman gemileri menzile girdi. Türkler hemen toplara geçti fakat yapılan atışlar sebebiyle topun mermi taşıma vinci parçalanmıştı. Komutan Şefik Bey büyük topun başında çaresizce bekliyor, ‘Vatan elden gidecek!’ diye içi parçalanıyordu. Bunu gören Seyit adlı bir yiğit zincirlerdeki görevlilere ‘Yükleyin sırtıma şu mermiyi!’ dedi. Görevliler, ‘Nasıl taşıyacaksın Seyit? 215 kg, imkânsız!’ dediler ama Seyit 215 kg taşımaya razı idi. Kalbinin en derininden samimi bir ‘Allah’ sedası yükseldi arştan da daha yükseğe. Çekti ‘La Havle…’ sini. Allah’ın izni ile kaldırdı mermiyi ve top kundağına yerleştirdi. Topu ihlasla ateşlediler ve yaşlı top hedefini buldu. İngiliz zırhlısı Ocean adlı savaş gemisi çok hasar gördü.’ … ‘Fransızlar, Anzaklar ve İngilizlere karşı Türkler güçsüz kalıyordu. Rakiplerinin kuvvetli mühimmatlarına karşın Türk silahları bir iki atıştan sonra tetik mekanizması bozulan, sopa haline gelen silahları vardı sadece. Bir de iman dolu sadırları. Fakat Türklerin silahlarının bu halde olması onların morallerini bozmuyor aksine şehit olmak için can atıyorlardı. İki taraftan da çok zayiat verildi. 253 bin Türk askeri şehit olmuştu. Ama Çanakkale’de bir destan yazılmıştı. Muzaffer Türk milleti ezan seslerinin şahadetini ebediyyen bu topraklarda duyulmasına hizmet etmişti.’ 44


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook