Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Bir Adam Yaratmak-Necip Fazıl KISAKÜREK

Bir Adam Yaratmak-Necip Fazıl KISAKÜREK

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 12:35:12

Description: Bir Adam Yaratmak-Necip Fazıl KISAKÜREK

Search

Read the Text Version

kıvranışlarıma! Bakma ağzımın dikişlerindensızan hırıltılara! Bakma beni çıldırıyorsanmalarına! Bilmiyorlar. Söyleyemiyorum.İstesem de söyleyemem. Söylesem de bir şeyanlaşılmaz. (Bir hayalet gibi dimdik, ayaktakalır.) Mansur! O benim meğer kurbanımmış.Gafletimin değil, en ahmak tarafımın, sanatımınkurbanı! Eserimi niçin yazdım! Onu öldürmekiçin mi? Onu niçin öldürdüm? Eserimi yazdığımiçin mi?MANSUR - Düşünme Husrev bu şeyleri.HUSREV - Ben sanatı hayattan başka bir şeysanıyordum. Hürriyetlerin sonu. Âciz bahtımınulaşamadığı bir yer. Orası irademin bahçesiydi.Orada, oyuncaklarıyle oynayan bir çocuk gibibaşı-boştum. Orada kulluktan çıkıyor gibiydim.MANSUR - Ah, Husrev:HUSREV - Ben ne yaptım? Bir hududuzorladım. Kendimin dışına çıkmak isterken,kendime rast geldim. (Bir adım atar ve birmecnun haliyle gittikçe açılan gözlerini,Mansur'un korkulu gözlerine diker.) Meğer kulolduğumu anlamak için Allahlık

taşlamalıymışım! Meğer nasıl yaratıldığımıanlamak için bir adam yaratmayakalkmalıymışım! (Yüzünün ifadesi büsbütünmecnun, orta yere döner) Ben ne yaptım? Ensağlam basamağı ayağımdan kaydırdım.Körlüğü zedeledim. Şimdi görünen şeye nasılbakayım? İnsan kaderini bir rüya gibi uykudabulur. Bu rüyayı uyanık nasıl seyredeyim?Allahla kalabalık arasında kaldım. Boşlukta nasıldurayım?MANSUR - (İhtiyatla elini dostunun omuzunakoyar) Husrevciğim!HUSREV - (Silkinir. Patlayışın sonkademesinde) Anlayın bu azabı! Bir azap ki, kulolduğum için çekiyorum, çekmemek için Allaholmak lâzım. İnsana göre değil bu; yok bunuçekecek âza insanda! (Birdenbire ok gibi fırlayıpkollarını iki yana açar) Yetişir! Gelsin artık herşey yerli yerine! Verin bana artık dünyamı!Salıverin beni kalabalıklara!(Husrev son kelimelerde bir sandalyeye çöker.Yüzü paravanaya, arkası Mansur'a doğru.Suratı bir yangın.)

MANSUR - (Husrev kadar ezgin) Husrev!Seni böyle gördükçe parça parça oluyorum. Neyapabilirim senin için? HUSREV - (Gözleriparavananın arkasında) Elinden gelirse beni buinsanlardan kurtar.(Mansur da paravanaya bakar. Paravanadansade bir kılıkla Zeynep çıkar. Bir adım atıpdurur. Azimli bir hali vardır.)

ALTINCI SAHNEZeynep - EvvelkilerZEYNEP - (Husrev'e)Kimseyi kabuletmediğinizi biliyorum. Kapıdan âdeta zorlagirdim. Kabahat bulmayın hizmetçinize!HUSREV - Ne istiyorsunuz benden?ZEYNEP - (Hâkimane bir tavırla Mansur'a)Mansur Bey! Bizi bir lâhza yalnız bırakamazmısınız? (Husrev yüzü değişmiş, sert ve hissiz,, bekler. Mansur paravananın arkasındakaybolur.)HUSREV - Bekliyorum sizi.ZEYNEP - (Heyecanla ilerler. Kelimeler

ağzından birbirinden çabuk dökülür.) Husrev!Artık tahammülüm kalmadı. Koğulaçağımı bilebile geldim. Size her zamankinden dahabağlıyım. Felâketiniz içinde, sizi, daha çokseviyorum. Eğmeyin başınızı, eğmeyin benden!Hiç beni bu kadar düşkün gördünüz mü? Artıkdönün bana! Bu dakikada yanınızda bulunmakistiyorum. Sizi teselli edebileceğime eminim.Belki size bir çok şeyleri unutturabileceğim.HUSREV - ( Oturduğu yerden cebrî birsükunetle.) Bana iyice bakar mısınız? (Zeynephayret ve korkuyla mendilini ağzına götürüpHusrev'e bakar.)HUSREV - Hiç böyle sözler söylenecek birinsana benziyor muyum? Hatta insana benziyormuyum? (Ayağa kalkar) Bir gün. genç vesıhhatli bir anımda nasılsa oynadığım bir oyunaşu halimle mi devam edeyim? Bunu istemeğe migeldiniz?ZEYNEP - (Kızgın, fakat azimkâr) Bana çokalçalttınız kendimi. Artık yapmayacağım yok.İyi, fena diye bir şey bilmiyorum. Doğru, yanlışdiye bir şey bilmiyorum. Size tekrar mâlik olmak

için her şeyi yapacağım.HUSREV - (Fena halde tahriş edilmiş)Zeynep! Sana ne söyliyeyim? Artık benilüzumsuz ve çaresiz kabul etmen için neanlatayım? (Bir lâhza ne diyeceğini şaşırmış gibidurur) Sana bir şey mi borçluyum ?ZEYNEP - Hiçbir borcun yok.HUSREV - Farzet ki var. Borçluyum. Fakatveremiyorum. Acizim, müflisim. Çalma biralacaklı gibi kapımı! Vazgeç, sıyrıl, çözülbenden!ZEYNEP - (Tesiri altına girmeden Husrev'isüzer) Bunun için tek çare var.HUSREV - (Hakaret saçan bir hayretle.)Neymiş o çare?ZEYNEP - Bu karmakarışık lâfları, buhastalıklı fikirleri bir tarafa bırakırsın. Onlardanhiçbir şey anlamıyorum. Açıkça söylersin.Senden bıktım, senden tiksiniyorum dersin. Ozaman seni anlarım ve giderim.HUSREV - Zeynep, konuşamıyorum,

boğuluyorum. Beni, benden olmayanhareketlere zorlama! Seni istemediğim bir tarzdakıracağım.ZEYNEP - Kırabilirsin! Buraya her şeyi gözealarak geldim. Ya beni evinden kovacaksın,yahut yanından ayrılmıyacağım.HUSREV - Seni evimden kovmıyacağım.Bunu yapamam. Fakat sana o hastalıklıfikirlerden bir tanesini daha söyliyeceğim. Belkionu da anlıyamıyacaksın. Belki o sanakovulmaktan daha hafif gelecek.ZEYNEP - Haydi, söyle!HUSREV - Sen o kadın tipindensin ki, yüzünemânevî bir kapı kapatıldığı zaman onu görmez,kendisine mal etmez. İçeriye girmemesi içinmaddî bir kapıdan ve zorla itilmek ister. Birsihirbaz inceliği ile başlayan iş, bir hamalkabalığı ile bitirilmeli ki neticeye aklı ersin.ZEYNEP - Teşekkür ederim Husrev!HUSREV - Ben bu son hareketi yapamadığımiçin bana bu cezayı çektirdin. Memnun ol!Emeğin boşa çıkmadı. Yıllardan beri içime

gömdüğüm şeyi nihayet zorla ağzımdan aldın.ZEYNEP - Çok memnunum.HUSREV - Zeynep! Ben şehirleri, sokakları,kahveleri dolduran seri mali insanlardan değilim.Keşke onlardan olsaydım. Onlar sıhhatli, tabiî,mükemmel mahlûklar. Benim en lâzım tarafımsakat. Ben Allahın yalnız acı çeksin, yalnızkıvransın diye yarattığı bir aletim galiba. Kâinatıdolduran her şey, her hâdise, her hareket, benimiçin bir işkence vesilesi. Bir türlü rolümü verahatımı bulamıyorum. Tabiî zevkleriyleyaşayan hayvanlara bakıyorum da, ne güzel, neemniyetli bir vasıtanın öksüzü olduğumuanlıyorum. Ben, içindeki hayvanı ürkütmüş,incitmiş bir hastayım.ZEYNEP - Ne demek bunlar?HUSREV - Bak ne demek bunlar! Seninlearamda öyle bir başkalık var ki, bu başkalıkateşle suyun arasında yok. Bu bir maya farkıdır.Bu kadar farklı iki şey uyuşamaz, anlaşamaz. Birarada hiçbir âhenk kuramaz.ZEYNEP - (Ürkek)Husrev! Nereye

gidiyorsun?HUSREV - Sen tam bir kadınsın. Cinsiyetininkör hamlelerinden başka bir şey görmüyorsun.Haklısın. Çünkü tabiatın çocuğusun. Bense...ZEYNEP- Evet, ya sen?HUSREV - En azgın bir hayvan bünyesininiçine oturtulmuş, öyle cellât bir ruh taşıyorum ki,bütün insiyaklarımı körletiyor. Beni yiyor. Benipaçavra haline getiriyor.ZEYNEP - (İsyankâr)Anlamıyorum,anlamıyorum.HUSREV - (Garip bir istihza âhengiyle) Birdakika sabret! Birazdan hiçbir şeyanlamıyacaksın. Bendeki bu ruh her şeyiniçyüzünü kurcalıyor, tırmıklıyor. Gözü bağlıhiçbir isteğe izin vermiyor. En sevdiği şeylerdenbir anda iğreniyor. En düşünülmeyecek yerde,birdenbire düşünmeğe, hesap yapmağa kalkıyor.Kendisine göre, kanunları, ölçüleri var. Müthişbir çirkinlik korkusu ve güzellik kaygısı içindeçırpmıyor. Aradığını bulamıyor. Bulduğuna razıolamıyor. Saadetlerin yüzde yüzü olan hayvanı

saffetleri, bir sansarın pilici boğması gibiboğuveriyor.ZEYNEP - Durma, yürü artık!HUSREV - Kadınla erkeğin yanyana gelmeklekurduğu bambaşka bir cihan tasavvur ediyor. Bucihanın hususî bir tabiatı, şartlan, incelikleri var.O cihana erişememiş insanlardan daha kaba birşey bilmiyor. Fakat onların cezasını nefsine,kendi âzasına çektiriyor. Öyle bir hâkimtasavvur et ki, karşısına çıkarılan suçlularıncezasını kendisi yüklensin. Ne tuhaf değil mi?Kendisi yükleniyor. Çünkü biliyor ki, o suçlular,elindeki kanunun hikmetinden hiçbir şeyanlamazlar. Mesûl değillerdir.ZEYNEP - Ne içinden çıkılmaz şeyler bunlar.Kendini bunlarla harap ediyorsun.HUSREV - Doğru! Bu, ne kadar çok isteyen,verilemeyecek, bulunamayacak kadar çokisteyen, doyurulamayacakkadar aç, okşanamayacak kadar sinirli vehodgâm bir ruh. Bu ruh insanın dış ve ön benliğiiçinde öyle bir ikinci «ben» yapıyor ki, bu

«ben», iyi kötü her şeye düşman ve yabancıkalıyor.ZEYNEP - Senden korkuyorum.HUSREV - İşte sen, bendeki bu ikinci «ben»leihtilâl edemedin. Onu yalnız, kendi başına,kendi âleminde bıraktın. Benimle beraberleştiğinher defa, bana yalnızlığımın, çaresizliğiminderecesini ihtar ettin. İki ten arasındaki uçurumu,bana öğreten sensin.ZEYNEP - (Haykırarak) Ben ne yaptımHusrev, ne yaptım?HUSREV - Dinle bak ne yaptın? Erkeklekadın arasında öyle hassas bir cazibe muhiti varki, en değersiz sebeplerle renk gibi uçar, dumangibi dağılır. Artık hiç bir fedakârlık ve gayretleiade edilemez. Karşınızdakine hiçbir takip veserzeniş hakkı vermez. Sen ne yaptın biliyormusun? Ruhumuzun bu amansız kanunlarıönünde, kaybolan cazibeleri iade için en kabavasıtalara baş vurdun. Kanuna, jandarmaya,cemiyete müracaat eder gibi, âcizlere mahsus birhak takibine giriştin. Sen ne yaptın biliyormusun? Beni öldürdün.

ZEYNEP - (Elleriyle başını kavrıyarak)Hayret, hayretler içindeyim.HUSREV - Hayret değil mi? Ben de karşınageçmiş neler karıştırıyorum! Hastalığımı neahmakça teşhir ediyorum! Ben ne ahmağım ki,bunlardan hiçbirini anlamadığını söyleyeninsana, beni mazur görsün diye bunlarıanlatıyorum.ZEYNEP - Seni anlamasam bile maksadınıçok iyi kavrıyorum.HUSREV - Beni çok yalnız bıraktın, anlıyormusun? Üstelik ben bu yalnızlığı sendengizleyim diye kıvranırken, sen beni avucundatutmak azmiyle nelere el atmadın. Beni, benimruhumun hapishanesine tıkmak; beni, benimkorkularım, benim utançlarımla bağlamakistedin. Seni ilk tanıdığım zaman, bendebulduğun bir zaaf ânının hüviyetini, bana daimîmahkûmiyet elbisesi diye giydirdin.(Husrev bunları söylerken, Zeynep, onu birumacıya bakar gibi seyretmektedir. Husrev birân bu bakışa dikkat edip devam eder.)

HUSREV - Zeynep! Başı boş, gözü kör,dizginsiz isteklerimizin bizi ne kadarçirkinleştirdiğini gör artık! Bak sana, ölüm terleridökerken neler söyleyebiliyorum! Vazgeçmeği,istememeği bil. Beni, sana hakaret eden biradam diye alma! Artık, bir takım vasıflara malikolmadığı için kendi haline bırakılması lâzım,değersiz bir mevzu diye al! Farzet ki ben, artıkbir erkeğin vasıflarına malik değilim.ZEYNEP - Ben seni tanırım, Husrev!HUSREV - Yalvarıyorum. Hayvanlığımıncezasını bana bu kadar pahalıya ödetme! Benibu cezaya, bu kadar istidatlı olduğum bir andave bu kadar merhametsizce davet etme!ZEYNEP - Husrev, dedim ya, ben senitanırım. Sen hâdiselerin mimarisini istediğin gibideğiştirebilir, karşındakine istediğin gibi kabûlettirebilirsin. Sen sihirbazlığa âşıksın. Samimî vetabiî değilsin şu ânda.HUSREV - (Elini göğsüne götürür) Ben misamimî ve tabiî değilim? Ben samimî ve tabiîdeğilsem şu ânda, o halde can çekişen birhayvan, meselâ başı taşla ezilmiş bir solucan da,

kıvranışlarında samimî ve tabiî değildir.ZEYNEP - Beni kadınla erkek arasındakibüyü sanatından hiçbir şey anlamaz bir dişihalinde tasvir ettin. Çünkü kadın mevzuunda bukadar titiz olan sen, nihayet anlaşabileceğin,beraberce bir âhenk kurabileceğin kadınıbulmuştun. Onu buldun ve ben artık, bütünmevcutlarımla iflâs ettim.HUSREV - (Kaşları ıstırapla çatılır. Çok fenabir şey beklercesine) Ne demek istiyorsun?ZEYNEP - Husrev, kaldıralım peçelerimiz '1 ;ister misin? Madem ki samimîsin, o halde banaen halis yüzünle görün, korkma!HUSREV - (Öfke, nefret ve şiddetle) Nedemek istiyorsun, diyorum.ZEYNEP - (Birdenbire Husrev'e sokulur,bükülüverir ve bir yılan gibi ıslık çalarcasına)Çünkü Selma’yı seviyordun. Öldürdüğün kızı.Halanın kızım, evlâdın yerindeki kızı.HUSREV - (Yüzü müthiş bir tiksinti ifadeeder) Zeynep, meğer sen ne yılanmışsın! Senin

gibi ancak kafası taşla ezilecek, penceredenmaşayla atılacak bir yılana, ben de oturmuş birtakım ruh oyunlarından, his dolanbaçlarındanbahsediyorum. (Eliyle başına vurur) Ah, benmüstahakım bu vuruluşa!ZEYNEP - Husrev! Niçin inkâr ediyorsun?HUSREV - (Zeynep’i ilk defa görüyormuş gibigözlerini diker. Sesi yırtıcı bir tonla yükselir.)Teşekkür ederim zehrini döktüğün için, artıkbana bütün mazeretleri verdin.ZEYNEP - (Asabi parmaklarla çantasını açıpküçük bir cep defteri çıkarır.) Beni gözüm dealdatamaz ya!HUSREV - (Vurgun, şaşkın) Nedir o?ZEYNEP - Selma'nın not defteri.HUSREV - Nerede buldun onu?ZEYNEP - Vurulduğu zaman elbisesinincebinde.. Eliyle sımsıkı tutuyordu.HUSREV - (Ağlar gibi) Demek ki ölününparmaklarını açtın. İçine sırlarım gömdüğü enkıymetli mahfazasını çaldın. Bir ölüyü soydun.

(Perişan, etrafına bakınır. Yerdeki gazeteyigörür. Kaplan gibi atılıp yerden gazeteyi alır.)Sonra da onu kocana sen verdin. (GazeteyiZeynep'e uzatarak)Beni bütün cemiyetkarşısında teşhir fikrini sen buldun. Kocanı senteşvik ettin.ZEYNEP - Gördün mü? Halbuki ben sendeninkâr bekliyordum.HUSREV - (Çıldıracak gibi) Artık sanahakaret etmeyeceğim. Çünkü hiçbir hakaretsenin kadar alçalamaz. Bırak o defteri masanınüstüne ve hemen çık evimden. ZEYNEP -(Elindeki defteri sımsıkı tutarak)Bırakmıyacağım.Herkesin malıdır o.HUSREV - O benim değil, senin değil,herkesin değil, yalnız o kızın malıydı. O kız ki,defterine yazdıklarından hiçbirini, hiçbir ifadevasıtasına aksettirmedi. Kimseye, hiçbir şeysezdirmeyecek kadar incelik ve mahremiyetgururu sahibiydi.ZEYNEP - Sanki bilmiyordun değil mi,

burada yazılı olanları?HUSREV - İnan ki, ne onları biliyordum, nede senin iç yüzünü! Bırak diyorum defterielinden!ZEYNEP - (Elindeki defteri göğsünebastırarak) Kocamdan işte! O sana versin.HUSREV - Meğer bu dünyada yalnızdeğilmişsin. Senin mayandan erkekler devarmış. Onlardan biri kocan senin. Ne deuygunsunuz birbirinize!(Tam o anda sofadan karmakarışık seslergelmeğe başlar. iki kişi birbiriyle münakaşaetmektedir Mansur'la Şerefin sesi duyulur.)MANSUR'UN SESİ - Olamaz Şeref Bey,giremezsiniz. Kimseyi kabûl edecek halde değil.ŞEREFİN SESİ - Rica ederim müsaade ediniz!Kendisine izah edeceğim şeyler var. Müsaadeediniz! MANSUR'UN SESİ - Israr etmeyin! Sizibırakmıyacağım. Hem sizi görmesi hiç de hayırlıolmaz hakkınızda.(Husrev ve Zeynep dona kalırlar. Zeynep

korku ve heyecan içinde. Husrev başınıparavanaya çevirir.)ZEYNEP - (Elleriyle şakaklarım tutarak)Kocam! Ne münasebet!HUSREV - (Zeynep'in haline bakar. Sonratekrar başını paravanaya çevirir. Dışarıyaseslenir.) Mansur, bırak, Şeref Bey görsün beni!(Zeynep birdenbire harekete geçer. Derhalyerinden fırlayarak iç odaya atılır. Çantasıylenot defterini divanın üstüne fırlatır, döner, içodayı salondan ayıran kadife perdeninkordonuna yapışır ve çeker. Kadife perdelerhızla Zeyneb’in üstüne kapanır. Geçit baştanbaşa örtülür ve iç odadaki herşey Zeynep'leberaber görünmez olur. Husrev dimdik,kımıldamaz. Paravanadan, önde Şeref, arkadaMansur, girerler. Husrev'in elinde hâlâ gazete.)

YEDİNCİ SAHNEŞeref - Mansur - Husrev(Mansur paravananın yani başında durur.Oradan gözleriyle takip eder. Şeref hızlaHusrev'e yaklaşır. Ellerini uzatıp bir şeyleranlatmak ister gibi durur. Husrev'in elindekigazeteyi görür. Husrev, gazeteyi elinden bırakır.Şeref, Husrev'in halinden ürkmüştür. Birşeysöyleyemez.)HUSREV - Ne yüzle geliyorsunuz burayaŞeref Bey?ŞEREF - Teessürünüzü söylediler. Geldim,Neden bu infial? İzah eder misiniz?

HUSREV - Anlamıyor musunuz?ŞEREF - Anlamıyorum. Gazetede bugünçıkan şeylerden müteessir olduğunuzu tahminediyorum. Fakat hakkınız var mi?HUSREV - Demek hakkım yok!ŞEREF - Elbette yok. Sizin gibi, herkesintanıdığı, herkesin sevdiği bir insan, ne kadaralâka çeker bilirsiniz. Biz de öğrendiğimiziyazdık.HUSREV - (Kendisine gelmeğe çalışarak)Ben hiç bir okuyucu tasavvur edemem ki.başkasının bu türlü mahremiyetine tecessüsduyacak kadar ruh iffetinden sıyrılmış olsun.İftira etmeyin müşterilerinize!ŞEREF - Okuyucu budur.HUSREV - Hayır, okuyucu bu değildir. Sizbusunuz. Bir kere okuyucuyu tanımıyorsunuz.Yüzünü, biçimini, isteklerini bilmiyorsunuz.Onun seciyesi üstündeki kıyasları, kendinizdearıyor ve buluyorsunuz.ŞEREF - Farzedelim ki, böyle.

HUSREV - Böyle olunca mesuliyeti üzerinealacak kadar benlik ve haysiyet sahibi olmanızlâzım.ŞEREF - (İrkilerek) Husrev Bey, çok ileriyegidiyorsunuz. Sizi mâzur görüyorum. Çünkü...HUSREV - Çünkü?ŞEREF - Hastasınız.HUSREV - Güzel; belki hastayım. Yalnız şuanda beni hasta bilmeyin! Bu sözlerdehazmedilemiyecek birşey buluyorsanız, onlarısıhhatli bir adamdan, sıhhatli bir dakikasındaçıkmış farzedin!ŞEREF - Husrev Bey, rica ederim.HUSREV - Evet. Öyle farzedin! Mukabeleniziçok merak ediyorum. Hiç olmazsamukabelenizde biraz şeref görmeğe muhtacım.ŞEREF - (Bir adım geri çekilir. Mendiliyleterini siliyormuş gibi alnını uyuşturur)Hareketinize şimdi mukabele etmiyeceğim. Herşeyden evvel gösterin bana, suç bu hareketinneresinde?

HUSREV - (Nefret dolu gözlerle. Şerefi uzunuzadıya tartar)Bir adam ki, içinincehenneminde yanıyor; herkesin malik olduğuen basit müdafaa silâhlarını, maskelerinikaybetmiştir. Bu adamı, şunun bunun keyfinigıcıklamak için teşhir etmekte suç yok mu?ŞEREF - Niçin olsun? Demek ki, herkes buadamla alâkadar!HUSREV - Herkesin bu adamla alâkası, ondayalnız kendisine ait bir taraf, mânevî bir fert hakve mülkiyeti bırakmaz demek?ŞEREF - Cemiyetin mali olan insanlar,şüphesiz ki biraz şahıs mülkiyetlerinden fedaederler.HUSREV - Bu fedakârlık belki herkeslemüşterek, dış çizgilere aittir. Onlarınferdiyetlerindeki en mahrem maktâları herkesegöstermekten sizi alıkoyan hiçbir duygunuz yokmu?ŞEREF - Yok!HUSREV - (Sol elinin parmaklarıyle yüzünütaraklar. Suratı çatlayacak gibi) Yalnız bu

tarzınız beni çıldırtabilir. Ben demek kimseylemüşterek ölçüsü kalmamış bir zavallıyım.Demek ben bu toprağın üstünde yaşamıyorum.Demek ki benim beynim, Kimse.'e olmayan birtakım vehim nebatları yetiştiren bir hastalıktarlası! Allahım! Ya ben bir deliyim, yakarşımdaki adam insanın bakamıyacağı kadardüşkün bir yaratılış!ŞEREF - Husrev Bey, siz hakikaten delisinizve yavaş yavaş bana mâzur bir insanolduğunuzu unutturacaksınız! (Paravananınyanındaki Mansur, nefretle Şerefe bakar. Bir ikiadım yaklaşır. Husrev omuzları hafifçe bükükŞerefe karşı.)HUSREV - Ah, keşke unutturabilsem!Kuzum, bana bir kere daha söyleyin! Duygucevherinden bu kadar nasipsiz olmayıkavrıyamıyorum. Bir insan hayat vehususiyetinde, yabancı gözleregöstermiyeceğiniz sizce hiçbir nokta yok mu?Bunu görmekten ve göstermekten sizi alıkoyanhiçbir ulvî sansür yok mu içinizde?ŞEREF - Yok demiştim.

HUSREV - (Gittikçe hayrete gömülerek) Birinsan hakkında ne olsa yazar mısınızgazetenizde?ŞEREF - Yazarım.HUSREV - Bunu yaparken teşhir ettiğinizinsanla, içinizde müşterek bir merkez, birhassasiyet ve ferdiyet merkezi kanamaz mi?ŞEREF - Husrev Bey! Ben edebiyattananlamam. Ben gazeteciyim. Bir ticarethaneninsahibiyim. Ticarethanenin vazifesi budur. Benvazifemi yaptım.HUSREV - Demek bu duygu sizce edebiyat!ŞEREF - Ben ticarethanemin kanunlarınabağlıyım. Vazifeme engel olacak başka hiçbirgaye tanımam.HUSREV - Başka hiçbir gaye tanımazmısınız? Yalvarıyorum, bir daha söyleyin!ŞEREF - Tanımam.HUSREV - Gizlilik, örtünme ihtiyacı, kendikendinize sahiplik gibi hiçbir manevî kıymet?ŞEREF - Boyuna tanımam diyorum.

HUSREV - (Hayreti cinnete yakın bir halalır.) Ya deminki kıymetler şahsınıza bağlıolursa?ŞEREF - İcabında onları da yazarım. Elverir kidoğru şeyler olsun!HUSREV - Doğru ha! Benim için yazdığınızşeylerin doğru olduğunu ne biliyorsunuz?ŞEREF - Selma'nın not defterinden. Onukarım bulmuş. Bana verdi. Ben de neşrettim.HUSREV - (Çıldıracak gibi) Neşir fikrini dekarınız mi verdi?ŞEREF - Evet, o verdi. Hattâ ısrarla teklif etti.HUSREV - Yalnız beni herkese değil, karınızıda bana teşhir ediyorsunuz. O kadar mesuliyethassasından mahrumsunuz.ŞEREF - Veren karımsa neşreden de benim.HUSREV - (Eliyle çenesini tutmuş yerebakıyor. Yüzünün damarları kan hücumundanşişkin. Sanki kendi kendisine söyleniyor) Vedaha ne olsa neşredersiniz! Sizi bundanalıkoyacak hiçbir duygunuz yok.

(Şeref hayretle Mansur'a bakar. Mansurtiksinerek başını çevirir. Husrev daima yerebakıyor. Cinneti artıyor.)HUSREV - Ve daha ne olsa neşredersiniz?ŞEREF - Cevap vermemeği tercih ediyorum,Husrev Bey!HUSREV - (Derhal başını kaldırır. Şereficepheler.) Hattâ kendinize ait olsa da neşirdemahzur görmezsiniz!ŞEREF - Fakat Husrev Bey!HUSREV - Söyleyin, bu kadarcık olsunsöyleyin! Kendinize ait olsa da neşirde tereddütetmez misiniz?ŞEREF - Ne olursa olsun!HUSREV - Ya bir erkeğin bütün ağırlığımçeken mukaddes temeli berhava edecek kadarmüthiş olursa?ŞEREF - (Kayıtsızlıkla dudaklarını büker)Bunlar, kelimeler...(Husrev yerinden fırlayıverir. İç odayısalondan ayıran perdenin önüne zıplar. Geçidin

sağında iki taraftan da görünen kordonuyakalayıp bir hamlede çeker. Ani olarak iç oda,bütün eşyasıyle görünür. Perdenin tam açıldığıyerde ve ortada, elinde çantası, bir heykel gibidimdik Zeynep.)

SEKİZİNCE SAHNEZeynep - Evvelkiler(Şeref neye uğradığını şaşırmış, karısınabakmakta. Mansur utancından sağ eliylegözlerini kapatmıştır.)HUSREV - (Sağ elinde kordon. Sol eliniŞerefe uzatmış) Karınız metresimdir. Bunu dayazın!(Odadakiler donmuş, yerli yerinde. Zeynepolduğu yerde kaskatı, gözleri Husrev'de. Husrevperdenin kenarında, yarı eğilmiş Şerefe doğru.Şeref karısına karşı bitkin ve şaşkın. Mansurelini yüzünden çeker ve heyecanla bakınır. Birkaç saniye geçer Şeref te bir kımıldanış başlar.)

ŞEREF - (Husrev’e dönerek) Bu hareketinizisize çok pahalı ödeteceğim, Husrev Bey!HUSREV - Bugün ödettiğiniz gibi...ŞEREF - Hayır! Bu defa sizi lâyık olduğunuzyere, tımarhaneye tıktıracağım.HUSREV - Ah, bunu sizden beklerim.ŞEREF - Sade benden beklemeyin! Dostunuzakliyeci Nevzat'ın da fikri bu. Hattâ işlettiğihususî tımarhane için iyi bir reklâm olacağınızada emin. Demin gördüm, şu dakikada annenizetımarhanesini gezdiriyor. İyi bir yer olduğunukabûl ettirmek için.(Husrev cani acımış gibi başını koluna dayar.Mansur yumruklarını sıkmış, Şerefin üzerineyürür.)MANSUR - Şeref Bey! Sizin insanlıktan bukadar uzak olduğunuzu bilmiyordum. Hâlâ nasılda durabiliyorsunuz bu evde? Nasıl dakonuşabiliyorsunuz?ŞEREF - (Soğukkanlı tavrını hiç bozmadan)Şunun için konuşuyorum ki, Husrev Bey

yakınlarını iyice tanısın. Kasıtlarını bilsin.Kendisini ona göre kollasın. Bense nişanalacağım yeri açıkça haber veriyorum. Bu biravanstır. Nevzat gibi gazete gazete gezip sizitımarhanemde yatıracağımı yazmıyorum.(Karısına) Zeynep! Ben eve dönüyorum.Dâvamızı orada hallederiz. Yürüyünüz!(Zeynep put gibi, kireç rengindeki yüzüyleilerler. Kimseye bakmadan paravananınarkasından kaybolur. Şeref de onu takip eder.Husrev, Mansur bir müddet öylece kalırlar.Mansur ilerler. Husrev'i ihtiyatla kucaklayıp birkoltuğa doğru sürükler. Yavaşça oturtur. Yanibaşında ve ayakta durur. Husrev eU°ri dizinde,mütevekkil ve perişan, yüzü tam bir cinnetifadesinde.)HUSREV - Mansur!MANSUR - Husrev!HUSREV - Çıldırmak üzereyim Mansur! Elimitut, bana dünyada, evimde ve senin yanındaolduğumu ihtar et!MANSUR - (Hemen Husrev’in sol elini

yakalayıp iki avucunun içinde kuvvetle sıkar.)Dostum, Husrevciğim. Tahammül!HUSREV - (Elini çeker. Mansur'a bakmadandalgın dalgın konuşuyor. Deliler gibi ağır veacayip bir telâffuz ve bazı kelimeler üzerindemânâsız duraklayışları vardır.) Beni daimaiçimin rahatsızlıklarıyle başbaşa bırakmış birkadın! Kolera gibi zaafım ve tutulma istidadımlabeslenmiş, içtiğim sudan yuttuğum havaya kadaretrafımı kıskaç içine almış bir kadın! Yanımageldikçe yalnızlığımı, bana bir şey verdikçemahrumluğumu öğreten kadın! En güzel şeyiniteslim ettiği erkeği rezil etmek için, sonundakocasıyle el birliği yapan kadın! Son nefesiniverirken, belli olmasın diye sırlarını avuçlayanölünün parmaklarını açıp, bulduğu şeyle beniavlamak niyetindeki kadın! Sonra koca! Kınlanerkekliğini, beni tımarhaneye attırmakla tamirekalkışan koca! Sonra, sonra, tımarhanesinedostunun ismiyle reklâm yapmak fikrinde birbaşkası! Evime benim kadar serbest giripçıkabilen arkadaşım, ruh hastalıkları doktoru!Kadınımla, dostumla, ne güzel cemiyetiçindeyim.

MANSUR - İnanma Husrev! Nevzat'a iftiraetti.HUSREV - (Daima aynı dalgınlıkla Mansur'abakmadan, ağır ağır) Bunlar öyle adamlar ki,birbirlerine edebilecekleri hiçbir iftira yoktur.MANSUR - (Mahzun bir baş sallayışıyle)Sana hak vermemek elimden gelmiyor.HUSREV - Dayanamıyacağım Mansur!Bunlara istediklerini vereceğim. O tarzdaistiyorlar ki, elimden gelmiyecek. Ne istiyorlar?Tımarhaneye mi gireyim? Gireceğim. Bu halimlemart kedisi rolüne mi çıkayım? Çıkacağım.Arkamda tef, zurna ve bir alay mahalle çocuğu,sokak sokak mi gezeyim? Gezeceğim. Babamkendisini bir incir dalma astı. Kendimi aynıağaca, aynı dala mi asayım? Asacağım. Daha neistiyorlarsa yapacağım. Anlıyor musun Mansur?Bunlara karşı müdafaaya mecbur olmak banaçok çirkin geliyor.MANSUR - Husrev! Yerin dibine geçiyorum.HUSREV - Artık anlıyorum. Beni kendikendimle, azabımla ve cinnetimle yalnız

bırakmıyacaklar. Kendi kendimle yalnızkalabilmek için ne lâzımsa yapacağım.(Mansur yumruğuyle alnına vurur. Husrevhep o. Birdenbire paravananın arkasında.!biraz evvelki kıyafetiyle Ulviye çıkar.)

DOKUZUNCU SAHNEUlviye - Evvelkiler(Ulviye paravananın hemen önüne durur.Oğluna bakar. Halinde büyük bir teessür veıstırap. Mansur, Ulviye'yi görür görmez gerilerve kadın oğlunun yanına yaklaşsın diye bekler.Ulviye bulunduğu yerde kalır. Husrev annesinebakar.)HUSREV - Nereden geliyorsun anne?ULVİYE -Husrevciğim! Nevzat Beyle şuradayakın bir yere gitmiştik.HUSREV - Nereye gittiniz?ULVİYE - (Şaşalar) Ehemmiyet vermeğe

değecek bir yer değil.HUSREV - İşlettiği hususî tımarhaneye gittinizdeğil mi? ULVİYE - Ah oğlum, sana nasıl yeminedeyim?HUSREV - Ne diye yemin edeceksin? Neçıkar onun tımarhanesine gitmekle?(Ulviye şaşkın halini bırakamaz. Ezilirbüzülür. O anda paravanadan Nevzat çıkar.Odadakilere şöyle bir bakıp Husrev'e doğruyürür. Husrev onu görünce ayağa kalkar.Nevzat Husrev'in kalkmasıyle durur.)

ONUNCU SAHNENevzat - EvvelkilerHUSREV - (Nevzat'a) Annemi ne diyegötürdün tımarhanene?NEVZAT - (Şaşırır. Ulviye ve Mamura bakar.Bir şeyler anlamak ister. Anlıyamaz.)Hanımefendiye hastanemi göstermek istedim.HUSREV - (Tuhaf ve korkunç bir tonla)Niçin?NEVZAT - Hiç, görsün diye.HUSREV - Görsün ve münasip bulursa oradayatmama razı olsun diye, değil mi?

NEVZAT- Husrev, kim söyledi sana bu delisaçmasını?HUSREV - Ben söyledim, madem ki bendeliyim, deli saçmasını söyliyecek de benim.Kim olabilir?NEVZAT- Husrev, aklını başına devşir!HUSREV - Devşiremem. O zaman senin işinegelmez. Beni kaçırmış olursun.NEVZAT - Husrev, dostunu kırıyorsun.(Ulviye bir çuval gibi yanındaki iskemleyeçöker. Mansur da koltuğa oturup başını elleriiçine alır. Husrev Nevzat'a sokulur.)HUSREV - Artık dostuma yalansöyletmiyeceğim. Ne istiyorsan doğrudandoğruya işte! Benden işte! Belki veririm.Annemi kandırmana lüzum yok.NEVZAT - (Ulviye'ye) Hanımefendi! Bir şeysöyleyin! Bakın arkadaşından neler umuyor?(Ulviye yaşlı gözlerle Husrev'i arar. Husrevannesine bakmaz ve gözlerini doktordanayırmaz..)

HUSREV - Hâlâ mi arkadaşlık? Hiç kaplanlayaban eşeği, engerekle saka kuşu arkadaşolabilir mi? Ben senin avındım. Sen bana, avcışikârına nasıl bakarsa öyle baktın. Tanıştığımızilk günden bugüne kadar beni çantanda keklikbildin. Sarmaş dolaş arkadaşlık ettiğimiz,beraberce tetkikler, münakaşalar yaptığımızgünler hatırında mi? İşte o günlerde bile bensenin yanında, şimdilik kesilmesine lüzumolmadığı için beslenen kınalı ve kordelâlı birkurbandım. Sen bana şu deliyi gösterip üzerindefikir sorduğun zaman, bana beni gösteriyordun.Fikirlerini ve ilmini o kadar beğendiğinarkadaşın, hakikatte bütün lâboratuvarınlahasretini çektiğin en güzel deli, en semizparçaydı. İğnelerin, deli gömleklerin, uykuilâçların, duşların, bütün lâboratuvarlarınla!Hatırlıyor musun, bana nasıl babamı sorardın?Niçin kendini astı? Niçin kendini astı? Şimdi bensoruyorum, o zaman sen sorardın. Hatırlıyormusun, tanıştığımız ilk gün, eserlerimle alâkanınasıl tasvir etmiştin? Ruh doktorluğu için çokcazibeli şeyler... Sen her halde edebiyat heveslisideğildin. Bana o günden beri yalan söylüyorsun.

O günden beri bir ot yığınında yuvarlanıp koyunağılına giren bir kurt hali var sende. Bu halbakışlardan, gülüşlerden, soruşlardan, oturup vekalkışlardan tüten mânaların yekûnu. Ne mantığıvar, ne isbatı; ne zabıtası var, ne adliyesi! Buhale seni ihtisasın sürüklemiyor. İçin ve ahlâkınsürüklüyor. Eyvah senin tıynetinle seninihtisasını bir araya getirene! (Bir an durur)Delide akıl olsa senin elinden ilâç içer mi? Deli,dünyasını biraz tamsa, seni tanırdı.(Ulviye hıçkıra hıçkıra ağlamağa haclar.Mansur dehşetle ayağa kalkar. Husrev artıkbuhranın zirvesinde, Nevzat'ın burnuna kadarsokulmuş, gözlerine dalmıştır.)NEVZAT - (Soğukkanlılığını muhafazaazmiyle) Husrev, ne söylersen söyle, seniaffedeceğim.HUSREV - Yalan, bu da yalan! Söyle, anneminiçin götürdün hastahanene? Ne de olsa anadır,oğlunun tımarhaneye girmesine razı olmaz;görsün, aklı yatsın, razı olsun diye değil mi? Yabunu niçin istedin? Ben hastahanede yatayımdiye. Yatmamı niçin istedin? İyi olayım diye mi?

İçin götürmüyordu halimi değil mi, dostlukduygusu değil mi?NEVZAT - Ya ne olabilir, Husrev?HUSREV - Ne mi olabilir? Bana temin et kikimse hastahanene girdiğimi bilmiyecek,geleyim, yatayım istersen. Tabiî ertesi güngazeteler yazacak, değil mi?NEVZAT - Bunu gizlemeğe imkân mi var?HUSREV - İşte o zaman da senin emelinyerine gelecek. Bundan hem senin hem dehastahanenin gururu beslenecek... Birinizinmanevî, öbürünüzün maddî gururu.NEVZAT - İstirham ederim Husrev, şununbunun tesiri altında kalma!,HUSREV - (Müthiş bir hayretle) Kiminmeselâ?NEVZAT - Meselâ Şeref gibi seciyesizlerin.HUSREV - (Hızla Mansıır\"a döner) Gördünmü Mansur? Bunlar iftira edebilirler miymişbirbirlerine?(Mansur'un gözleri kapanır. Yüzü ıstırap dolu.

Husrev yine Nevzat'a döner.)HUSREV - Aziz dostum Nevzat! Senitokatlamak isterdim. Fakat hâlâ içimde bir şuurkırıntısı var. Elimi tutuyor. Farzet ki senitokatladım. Git derhal evimden ve bir günöksene düşmem için beni uzakta bekle! Artıksokulmana hacet kalmadı.NEVZAT - Bir gün vicdanın çok yanacak busözlerinden!(Nevzat derhal geriye döner. Kimseyiselâmlamadan asabiyetle çıkar. Husrev onunçıktığı yere doğru...)HUSREV - (Kendi kendisine) Vicdanım miyanacak? Şu anda her yerim yanıyor. Vicdanımnasıl olmuş da kurtulmuş.(Ulviye ayağa kalkar. Elindeki mendilin içinehıçkırarak yürür. Düşmemek için gayretsarfediyor. Kanapeye güç belâ döner. Sağdakikapıdan kendisini dar atar. Kapıyı arkasındankapatır. Husrev sola döner. Sol duvardakiaynaya doğru garip bir yürüyüşle ağır ağıryürür. Aynaya bir adım kala durur. Aynadaki

hayaliyle karşı karşıya. Bir mecnun hayretiylekendisine bakıyor. Mansur, Husrev’i arkasındantakip etmiş ve aynanın solunda, sol yanınıHusrev'e vererek durmuştur. Merak ve'korkuyladostunu tetkik ediyor.)HUSREV - (Hiçbir şeyin farkında değil) Buben miyim? (Mansur'a doğru) Söyleyin banaben kimim? (Yine aynaya doğru) Şu surata dabak! Kasap dükkânlarında meşeden bir kütüküzerinde, meşeden bir çekiçle dövülmüş bayatbir et parçasına benziyor! (Eli yavaş yavaşalnına çıkar) Şu kafaya da bak! Nasıl ezilmiş,nasıl hurdahaş olmuş. Kamyon altından çıkmışhoroz ölüsüne benziyor! (Parmaklarını uzaktanyüzünün üstünde gezdirir) Şu çizgilere de bak!Ne âciz, ne şaşkın kıvrımlar içinde. Nasılağlamayı, nasıl boşalmayı arıyor da bulamıyor.Gözlerim! Gazsız bir idare lâmbası halindekiışığından ne de utanıyor. (Elleriyle elmacıkkemiklerine vurur) Ya şu kemikler! Üşüyen birçocuk gibi incecik bir deri yorganına muhtaç!Nerede yorganı? Bu ben miyim? (Ani bir hayretbuhranıyle) Kim getirdi beni bu hale? Bu adamıezmezler, süründürmezler, tımarhaneye

sokmazlar da ne yaparlar? (Ceketinin yakalarınayırtacak gibi yapışır) Bu elbiseler benim değilmi? Kim kuşandı elbiselerimi, kim giyindi benimkalıbımı da çıktı karşıma? (Aynadaki hayâline,avazı çıktığı kadar) Söyle diyorum, ben, bu benkimim?(Husrev'in elleri yavaşça düşer. Sol tarafakayar. Orada bulduğu bir iskemleyiarkalığından yakalar. Yavaş yavaş bir balta gibikaldırır. Gözleri hep aynadaki hayalinde.Hayalini nişanladığı bellidir. Mansur dehşettendehşete geçiyor, fakat menetmeğe cesaretedemiyor O anda sağdaki kapı açılır. EşikteUlviye.)(Ulviye ancak kanepeye kadar ilerliyebilir.Orada kalakalır. Husrev'in aynayı kırmak üzereolduğunu farketmiştir.)ULVİYE - (Heyecanla haykırarak) Husrev!Ne yapıyorsun?(Husrev arkasına bakmadan hareketinidurdurur. İskemle havada, bir an tevakkufta,Husrev, iskemleyi yerden aldığı tarzda, kesikkesik, aynı yavaşlıkla yere bırakır. Annesine

döner.)HUSREV - (Ağlayan bir sesle) Hiç, anne!PERDE

ÜÇÜNCÜ PERDE

[Yalıda Husrev'in kitap odası. Cephede,yerden bir karış yüksekliğinde üç pencere.Solda, oturulacak yüzü ve iskemlesi sol duvartarafında ve cephesi karşı duvara doğru, dörtayaklı, büyük bir yazı masası. Yazı masasınınüstünde, solda bir abajur, ortada hokkatakımı, sağda bir kaç kitap. Yazı masasınınönünde, sol köşesine yapışık ve cephesimeydana doğru, geniş bir koltuk. Yazımasasının ta karşısında ve sağ duvarda, içiodun dolu bir şömine. Şöminenin sağ ve solyanında, duvarın içi oyulmak suretiyleyapılmış iki açık kütüphane. Şömineninüstünde, duvara müsselles bir kordonla asılıbüyük bir yağlı boya portre. Husrev'in babası.Tıpkı Husrev. Şöminenin mermeri üstündaaltışar mumlu iki gümüş şamdan. Sağdakiduvarın ön kısmında ve şömineye bir kaçmetre mesafede sofaya açılan büyük kapı.Şöminenin sağ ve solunda biri cephenin solköşesine, öbürü sol duvarın ön kısmına bakaniki koltuk daha. Şöminenin önünde ve ikikoltuk arasında alçak ve yuvarlak bir sigaramasası. Sol duvarın ön kısmında, duvara

bitişik ve yazı masasına bir kaç metremesafede bir divan. Divanın yazı masasıtarafındaki başına bir etajer bitiştirilmiş.Etajerin sağında bir telefon, ortasında birheykel, solunda bir abajur. Etajerle yazımasası arasında küçük bir kapı. Sol duvardave etajerin üstünde, kaim ve siyah bir örtüylekapalı bir çerçeve. Eşya baştan başa stil.Cephedeki üç pencere arasındaki iki boşlukkısmında, birer sehpa üzerinde iki abajurdaha. Sağdaki kapıya yakın kütüphaneninönünde de bir kolon abajur. Tavanda tenviratyok.]BİRİNCİ SAHNEKimse yok - Sonra Osman(Perde açılır açılmaz kitap odası olduğu gibigörünür. Bomboştur. Pencerelerden gelen tektük ışık kırıntılarından başka meydanda hiç birışık yok. Mevsim kış, vakit gece ve oda karanlık.Uzaktan rüzgâr uğultusu gelmekte. Birdenbire

telefon çalar ve durur. Gelen yoktur. Peşindenbir daha, bir daha çalar. Sağdaki büyük kapıaçılır. Osman girer. Girince kapıyle kütüphanearasındaki elektrik düğmesini çevirir. Bütünabajurlar yanar. Mavi, kırmızı, sarı, portakalrengi bir ışık demeti hasıl olur. Osman telefonakoşar. Ahizeyi kulağına götürür...)OSMAN - Buyurun efendim! (Bir an sükût)Husrev Beyin yalısı! Evet, evet efendim. (Bir ansükût) Hayır, kimse yok. (Bir an sükût)Beyefendi mi? Maçkadaki apartmanda değil mi?(Bir an sükût) Hayır! Buraya hiç uğramadı. Nebugün, ne dün. (Biran sükût) Peki efendim. (Biran sükût) Ben mi? Ben uşak Osman!(Osman ahizeyi yerine koyar. Müteessir birtavırla geldiği yerden çıkar. Giderken abajurlarısöndürmez. Rüzgâr uğultusu kâh yükseliyor, kâhalçalıyor. Rüzgârın duraklar gibi olduğu biranda telefon yine acı acı öter. Bir daha öter.Osman acele acele içeriye girer.)(Osman telefona seğirtir. Ahizeyi alır.)OSMAN - Benim efendim, Osman! (Bir ansükût. Heyecanla...) Siz misiniz hanımefendi?

Buyurun efendim! (Uzunca bir sükût) Beyefendigelmediler etendim. Hiç uğramadılar. Deminbaşkaları da sordu. Efendim? (Sükût) Ağaçkesildi. Evet, ben kestim. Dibinden testereylekestim. (Biran sükût) Başüstüne efendim. Pekiefendim. (Bir an sükût) Emredersiniz! (Hiçbirşey anlamıyor gibi telefonu kapatır. Kendikendisine söylenir.) Yarabbi, sen kurtarefendimi!(Şömineye doğru yavaş yavaş yürür.Şöminenin önünde durur Yere çömelir. Alçakmasadan kibrit kutusunu alır. Şömineyi yakmayaçalışır. Bir iki kibrit sarfeder. Rüzgâr arada birduyulmakta. Tam şömine alev almağabaşlamıştır ki sağdaki kapı açılır. Sırtındapaltosu, yakası kalkmış, başında şapka, ellericebinde, bir hayâl gibi, Husrev içeriye girer.)

ÜÇÜNCÜ SAHNEHusrev - Osman(Husrev, Osman'ı görür. Şömineye döner.Şapkasını çıkarır. Eline alır. Osman farkındadeğil. Odunlarla uğraşıyor.)HUSREV - Niçin açıktı bahçe kapısı?OSMAN - (Husrev'i görmüş, hayretle ayağakalkmıştır.) Siz misiniz Beyefendi? Ben açıkbıraktım. Demin geldim de.HUSREV - Ne arıyorsun burada? Kitabameraklı değilsin sanırım.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook