Anayurt OteliYusuf AtılganYapı Kredi Yayınları
Yusuf Atılgan1921'de Manisa'da doğdu. ManisaOrtaokulunu (1936), Balıkesir Lisesi'ni (1939)ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarakdevam ettiği İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili veEdebiyatı Bölümü'nü bitirdi (1944); A. NihatTarlan yönetiminde hazırladığı bitirme tezininkonusu \"Tokatlı Kâni: Sanat, Şahsiyet vePsikoloji\" idi. O dönemde Akşehir'de bulunanMaltepe Askeri Lisesi'nde bir yıl edebiyatöğretmenliği yaptı (1945). 1946'da Manisa'nınHacırahmanlı köyüne yerleşti ve buradaçiftçilikle uğraştı. 1976'da İstanbul'a döndü;1980'den sonra Milliyet (daha sonra Karacan)Yayınlarında danışmanlık ve çevirmenlik, kısabir süre de Can Yayınları'nda redaktörlük yaptı.Üzerinde çalıştığı Canistan adlı romanınıtamamlayamadan kalp krizi sonucu Moda'dakıevinde öldü (9 Ekim 1989).Aylak Adam ve Anayurt Oteli adlıromanlarında psikolojik yabancılaşma veyalnızlık temasını başarıyla işleyen bir yazar
olarak tanındı ve modern Türk edebiyatınınönde gelen ustaları arasında yer aldı. AnayurtOteli 1987'de Ömer Kavur tarafından aynı adlasinemaya aktarıldı. 1955'te Tercümangazetesinin öykü yarışmasında \"Evdeki\"öyküsüyle (Nevzat Çorum adıyla) birincilik,\"Kümesin Ötesi\" öyküsüyle (Ziya Atılganadıyla) dokuzunculuk kazandı. Aylak Adamromanıyla 1957 58 Yunus Nadi RomanArmağanı'nda ikincilik ödülü aldı. Ölümününardından Yusuf Atılgan'a Armağan (1992) adlıbir kitap yayımlandı.Kitapları:Roman: Aylak Adam (1959), Anayurt Oteli(1973), Canistan (2000). Öykü: BodurMinareden öte (1960), Eylemci (Bütün Öyküleri;1992). Çocuk Kitabı: Ekmek Elden SütMemeden (1981). Çeviri: Toplumda Sanat (K.Baynes; 1980).
Anayurt Oteliİstasyona yakın Anayurt otelinin kâtibiZebercet üç gün önce perşembe gecesigecikmeli Ankara treniyle gelen kadının o gecekaldığı odaya girdi, kapıyı kilitledi, anahtarıcebine koydu. Işık yanıyordu. Sırtını kapıyadayayıp çevresine baktı. Kadının bıraktığı gibiduruyordu her şey: yatağın ayakucuna doğruatılmış yorgan, kırışık yatak çarşafı, terlikler,sandalye, başucu masasındaki gece lambası,bakır küllükte bitmeden söndürülmüş iki sigara,tepside çaydanlık, süzgü, çay bardağı, kaşık,küçük bir tabakta beş şeker (altı şeker koymuştuo gece bir çay içebilir miyim acaba demiştiodaya girince üçlük çaydanlıkta demlemişti çayıbir elinde tepsi kapıyı vurmuştu girin yatağınkıyısında oturuyordu paltosunu çıkarmış karakazağı iri yuvarlaklı gümüş kolyesi bakmıştızahmet oldu size sonra o köye nasıl gidileceğinisormuştu öyleyse saat sekizde uyandırın benilütfen olağan bir şeymiş gibi nüfus kâğıdım yokdemişti... Kokuyu ertesi sabah o gittikten sonraodaya girerken duydu; kapıyı çabucak kapadı;
ışığı söndürmemişti giderken. Karyolademirindeki havluya, yatağın ayakucuna atılmışyorgana, kırışık yatak çarşafına, terliklere,sandalyeye, başucu masasındaki gecelambasına, bakır küllükte bitmeden söndürülmüşiki sigaraya, tepsideki çaydanlığa, süzgüye, çaybardağına, tabaktaki şekerlere baktı, saydı: \"Tekşekerli içiyor çayı.\" Ama o koku yoktu; belkidün gece de yoktu; oysa kadın [o sabah küçükderi valizini yere bırakıp çantasını açarken nekadar borcum diye sormuştu üstü kalsınyüzüksüzdü elleri çok teşekkür çay için devalizini aldı gitti] gideli kapısı hep kapalıydı,kilitli, anahtarı cebinde; yalnız bütün günbekledikten, dışarıdakiler döndükten, sokakkapısını kilitleyip demirledikten sonra geceyarısı(çalınmıştı kapı gidip açmıştı paltosunun önüaçık valizi elinde çantası omzuna asılı odanız varmı yürümüş anahtarı almıştı askıdan) salonunışığını söndürüp odaya giriyordu üç gecedir),karyola demirinde kadının unuttuğu havlu, sırmapüsküllü vişneçürüğü perde, lavabonun üstündeduvara asılı iki ucu çiçekli değirmi ayna (dagördü kadının gittiği sabah yüzünü her şey
aşağıya çekikti yüzünde; kaşlarının uçları,ağzının iki kıyısı, burnu. Uzun süre baktı; oysahaftada üç kere tıraş da olurdu. Küçük, dört köşebıyığı. Kadının baktığı işte bu yüzdü o gece [çaytepsisini bırakıp çıktıktan, dış kapıyı bir dahakilitleyip demirledikten sonra çalar saati hersabah altıda uyandığı halde altıya kurdu; ışığısöndürdü; saat elinde kapının önünden geçipmuşamba kaplı merdivenleri gıcırdatmadançıkarak tavanarasındaki iki odanın biri; ortalıkçıkadının odası; ter kokar. Çok uyur kadın,erkenden yatar. Sabahları sarsa sarsa kaldırır.Çoğu geceler bu odaya girer, kadının yanınauzanırdı. Çıkarırken uykusu bozulmasın diyedonsuz yatar, bacaklarını da biraz aralardı kadın.Okşarken, üstündeyken bile uyanmazdı. Kimizaman memesini ısırırdı; 'of köpek' ya da 'hoştköpek' derdi uykusunda. Üstünden inince birmendille silerdi kadının orasını> ne, kendiodasına girdi; saati başucuna koyup soyundu,yattı. Az sonra caddeden geçen bir arabanıntitrettiği yatağında doğruldu: ayaklarını yıkamayıunutmuştu. Her gece yatmadan ayaklarınıyıkardı. Kalktı, ayaklarını yıkayıp döndü; bir
süre yatağın kıyısında oturdu. \"Kilitlemediysekapısını, biri açarsa yanlışlıkla.\" Giyindi, çıktı.Merdivenleri gıcırdatmadan indi, kadının kapısıönünde durdu. Anahtar deliği karanlıktı;soluğunu tutup dinledi, yüreği çarpıyordu.Yuvarlak, kaygan tutamağı yavaş yavaş, duradura sağa doğru çevirdi, omzuyla yokladıkapıyı: kilitliydi. Soluğu düzeldi. Tutamağı geneyavaş yavaş, dura dura sola doğru çevirdi,bıraktı. Merdivenleri ağır ağır çıktı; ortalıkçıkadının odasına girdi, ışığı yaktı. Yorgankıpırtısızdı; beriki ucunda iri ayakları dışardaydı,tabanları karamsı. Işığı söndürüp çıktı, kapıyıkapadı. Odasına girip soyunmadan yatağauzandı; bütün gece, uyumadan, saatçalmayabilirdi, uyuyakalırdı belki ve o sabah.Sekize doğru çay suyunu ispirto ocağına koydu.Tam sekizde kapıya yaklaştığında durdu, birazdaha uyuttu; kapıyı vurdu. 'Evet, kalkıyorum.'Çayı demledi. Boyunbağının düğümünü düzeltti,koltuğuna oturdu. Önünde kalın kayıt defteriduruyordu. Adını soramazdı artık, gidiyordu.Odanın kapısını çekip kapamış yaklaşıyordu:kara saçları, önü açık kahverengi paltosu,
duman karası çorapları, kısa topukluayakkabıları. Küçük deri valizini yere bırakıpçantasını açarken 'Ne kadar borcum?' diyesormuştu. 'Üstü kalsın.' Yüzüksüzdü elleri, uzuntırnakları açık pembe. 'Çok teşekkür; çay içinde.' Valizini almış gitmişti. Kadın dış kapıdançıkınca o adam girmişti, elinde küçük deri valizi.Kemiksiz gibiydi yüzü. 'Odanız var mı?' 'Evet.''İyice bir oda olsun lütfen. Şu giden kadınınkaldığı odayı...' 'Odasını bırakmadı efendim,kalacak daha.' 'Peki, başkası olsun.' Cebindennüfus kâğıdını çıkarıp defterin üstüne koydu.'İşiniz?' 'Emekli subay yazın.' Askıdan anahtarıalıp uzattı: 'İki numara, ikinci katta, merdiveniçıkınca solda.' Üç gündür öğle sonları, gecelerisalonun köşesinde oturup gazete, kitapokuyordu adam; sigara içiyordu. Kapının heraçılışında kısaca bakıyordu. Geceleri on birdensonra çıkıyordu odasına. Dün gece küllüğüdöküp yanına bıraktığında soracak gibi olmuş,sormamıştı. Bu gece sordu. Geç dönmüştüdışarıdan; geçerken önünde durdu; rakıkokuyordu. Yüzüne baktı. 'Bıyığınızyakışıyordu size.' Alay mı ediyordu? Bu sabah
tıraş olurken bıyığını kesememişti. Gülümsedi.'O kadın çıkmıyor mu odasından?' 'Hangikadın?' 'Şu benim geldiğim sabah, cuma sabahıkapıda...' 'O mu? Gitti efendim, dün sabah.' 'Gittimi? Nereye?' 'Söylemedi; bilmiyorum.'), aynanınsağındaki askıda otelin havlusu, tavanda kurşunborunun ucundaki abajur, sağ duvarınortasındaki kalın çerçeveli resim: Geniş, süslübir sedire uzanmış, tüller içinde, iri kalçalı, irimemeli bir kadın; iki yanında ellerinde yelpazeyarı çıplak iki zenci kız. 'Çalımına bak şusömürgeci kapatmasının' demişti Dişçi. Eskidenbir gün babası bitpazarından alıp getirmiş,buraya asmıştı. 'Oğlum Zebercet, ben ölünceolur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Birotelde böyle bir oda gerek.' Sırtını kapıdan çekipyürüdü, resmin önünde durdu; bir süre baktı.Dönüp aynaya yaklaştığında o adamın kaldığıüstteki odadan tıkırtılar geliyordu. Dinledi: tahtagıcırtısı, su sesi. \"Yüzünü yıkıyor olmalı. Kustumu?\" Sesler kesildi. Aynaya baktı: bıyığıyerindeydi; ama burnu biraz yukarı kalkmışgibiydi. Geri dönüp yatağa doğru yürüdü,başucu masasının yanında durdu. Yastık
örtüsünde karamsı lekeler vardı. Ne yapmayagitmişti o köye? Bir kesiklik duydu dizlerinde;karyola demirine tutunurken elini çekti; yürüdü.Işığı söndürmeden kapıyı açtı, çıkıp kilitledi.Merdivenleri çıkarken ikinci kattaki iki yataklıodada bir adam horluyordu. Üçüncü kattasofanın ışığını söndürdü; 6 numaranın kapısıönünde durdu, içeriyi dinledi; ses yoktu.Tavanarasına çıktığında karşıda, yerde bir çiftgöz parlıyordu: otelin kedisiydi bu.Kasaba:Ya da kent. Doğudan geliniyorsa, gündüzse,tren yavaşladığında karşısındakiyle konuşan yada gazete okuyan biri nereye geldiklerinigörmek için başını sola çevirdiğinde birdenürperir: yarı belinden sonra yükselen dimdikkayalarıyla koskoca bir dağ trenin üstünedevriliyor gibidir. Kasaba (ya da kent)minareleri, ağaçlı, geniş sokaklarıyla bu dağıneteğinde yayılır. (Geniş sokakları, parkları,arsaları oluşunun nedeni 'Yangın'dır. 1922 yılı
Eylül ayı başlarında Yunanlılar giderayak burayıyaktılar. Yaşlı adamlar 'Her mahalleden elisilâhlı bir tek erkek çıksaydı yanmazdı burası'derler. Çoğu dağa kaçtı; bütün gün bütün geceaşağıdaki büyük yangını seyretti.) Önünde,kuzeyinde yeşilli sarılı bir ova uzanır; bu ovadanyazın ağır ağır, döne döne, kışın yayıla yayıla,bulana bulana bir ırmak akar. Üzüm bağları,pamuk, buğday tarlaları ve büyük köyler vardırovada.Otel:İstasyonun arkasındaki alandan ana caddeyeçıkan sokağın karşısında, eskiden zenginRumların da oturduğu bir semtte olduğu içinyanmadan kalmış yapılardan biri, üç katlı bireşraf konağı. (Keçecilerin Rüstem BeyYangın'dan bir süre sonra İzmir'e yerleşinceeskiden nüfus kâtibi olan Ahmet Efendi'ninüstelemesiyle konağı otel yaptı. Zamanla herkata ayakyolu, odalara lavabo yapıldı; salonun,sofaların, odaların tahta tabanları, merdivenler
kalın muşambayla kaplandı. Yıldan yıla okasaba oteli kokusu da sinince içine eski konakbir otel oldu. Rüstem Bey'in anlattığına görekonağı geçen yüzyılda dedesi Keçeci ZadeMalik Ağa yaptırmış. Kapı kemerinde, şimdi otellevhasının altında kalan, ak mermer üstünekabartma bir yazı varmış. O zamanlar kasabanınileri gelenlerinin doğan çocukları, ölen yakınlarıiçin tarihler düşürüp birkaç kuruş kazanan biryerli ozan, konak yapıldığında 'ebced'le birşeyler uyduramadığından olacak, ölçüsü nearuza ne heceye uyan tuhaf bir tarih yazmış:Bir iki iki delikKeçeci Zade MalikArap rakamlarıyla 'bir, iki, iki delik' bin ikiyüz elli beş ediyor; şimdiki tarihle bin sekiz yüzotuz dokuz. Caddeye bakan yüzü aşı boyalı. Üçmermer basamakla çıkılan dış kapı iki kanatlı,yarıdan yukarısı camlı, demir parmaklıklı,kapının iki yanındaki iki büyük pencere deparmaklıklı; öteki katların pencerelerindeparmaklık yok. Kapının üstündeki kemerde
koyu yeşil üstüne ak yazılı büyük teneke levha:ANAYURT OTELİ. (Düşman elindeyken belirlibir direnme göstermemiş kasaba ya da kentlerdekurtuluşun ilk yıllarındaki utançlı yurtseverlikcoşkusunun etkisi belki.) Kapıdan girincekarşıda ikinci kata çıkan oymalı tahta korkuluklumerdiven, solda sandık odası-kiler-çay ocağıolarak kullanılan küçük bir oda. (Eskiden tekyataklı odalardan biri de buydu. GecikmeliAnkara treniyle gelen kadının gittiği köydenRüstem Bey'in bir tanıdığının Zebercet'le yaşıtoğlu ortaokulda, lisede okurken kışları bu odadakalırdı. Sonraları, Zebercet askerdeyken babasıindi buraya. Gerçekten de otel kâtibi için enuygun oda burası; ama babası ölünce Zebercetburaya geçmedi; bir zamanlar boş kaldıkçakiralık kitap okuduğu, lise avlusunda bedeneğitimi yapan kızları düşünüp abaza çektiği eskiodasında kaldı.) Bununla merdiven altı arasındayarımay biçimi, tek basamaklı yüksek masa vebir koltuk. (Uzak ilçelerin birinden bir siyasalpartinin yıllık toplantılarına geldiğinde bir-ikigece otelde kalan iriyarı, konuşkan dişçi buna\"Zebercet Efendi'nin kürsüsü\" der.) Bunun
yanında dar-uzun bir masada duvara dayalıdemir kasa. Merdiven altında avluya açılancamlı kapı; salonda dört köşe iki alçak masa,çevrelerinde kara meşin kaplı dörder koltuk;tavandan sarkan kurşun boruların ucunda ikiabajur; sağ duvarda Mustafa Kemal Paşa'nın birboy resmi asılı; merdivene çıkmadan sağdabüyük bir kapı; üstünde '1' yazılı. Kapılar,duvarlar fildişi yağlıboya. Dış kapının sağındakiduvarda dikdörtgen bir karton asılı: Kapı gece'12'de kapanır. İkinci kata çıkınca solda tekyataklı ve üç yataklı iki oda, sağda ayakyolu, ikive üç yataklı iki oda. Üçüncü kat aynı. Üç katınmerdiven dönemeçlerinde avluya bakan üçpencere. Tavanarasında sağda banyo, mutfak,solda eğri tavanlı iki oda. Küçük pencereleriyandaki yapının damına bakıyor. Otelinarkasında yüksek taş duvarlarla çevrili avlununsol duvarı boyunca uzanan bir sundurma var.Ortalıkçı kadın haftada bir çamaşır yıkar burda;yağışlı havalarda boydan boya gerili iki kalın ipeserer çarşafları, çamaşırları. Paslanmış, kararmışbüyük demir kapı arka sokağa açılıyor. Sağda,duvar kıyısında ahır, arabacı, uşak odaları var.
(İstasyon alanından otele çıkan sokağın başındabir çam ağacının gövdesine tenekeden kesilmiş,koyu yeşil üstüne ak harflerle OTEL yazılmış okbiçimi bir gösterge çakılı, ama yıllar sonraçivilerden biri çürüyüp kopunca okun ucuaşağıya dönmüş toprağı gösteriyor, otelinyeraltında olduğu sanısını veriyor insana.)Zebercet:Orta boylu denemez; kısa da değil.Askerliğindeki ölçülere göre boyu bir altmış iki,kilosu elli dört. Şimdilerde, otuz üç yaşında,gene don-gömlek kantara çıksa elli altı ya da elliyedi kiloyu bulur. İki yıldır karın kaslarıgevşemeye başladı. Başı bedenine görebüyükçe, alnı geniş; saçları, kaşları, gözleri,bıyığı koyu kahverengi; yüzü kuru, birazaşağıya çekik ama gecikmeli Ankara treniylegelen kadının gittiği sabah aynaya baktığındagördüğü kadar değil. Elleri küçük, tırnaklarıkısa; omuzları, göğsü dar. Yedi aylık doğmuş.1930 yılı Kasımının 28'inde akşama doğru
ağrıları tutmuş anasının. Önce biraz beklemiş;bakmış olacak gibi değil, başını örtüp aşağıyainmiş, merdiven başından bağırmış: 'Ebeye koşAhmet Efendi.' Evindeymiş ebe, çabukgelmişler; sağdaki odanın yatağına yatırmışlar.'Vaktime iki ay var; gene mi düşecek ebanım?'demiş anası. 'Çık da su ısıt sen' demiş ebebabasına. 'Dış kapıyı kilitledim. Suyu koydum.Isınırken iki kere mi ne bağırdı. Kapı aralandı,suyu istedi ebe, \"Bir oğlun var\" dedi. Az sonraodaya çağırdı. Belemiş, avcuna almış, el kadarbir şey. \"Pamuğa sarıp inci kutusuna yatırılır bu;Zebercet koyun adını\" dedi. Hemen kulağınaeğildim..' Böylece bu pek rastlanmayan adkonmuş çocuğa. O gece otelde ilçelerin birindenbir yakınlarının Ağırcezadaki duruşmasınagelmiş dört adam kalıyormuş; akşamyemeğinden dönünce sırayla Ahmet Efendi'ninelini sıkıp 'Ömrü uzun olsun' demişler.Bu yedi aylık doğuş anasının, babasınınsağlığında ara sıra başına kakılırdı:1. Sabah. Okula gidecek. Salona iner. Babasıo zamanlar salonda yakılan kömür sobasınınkülünü boşaltıyor.
Zebercet: Baba, yirmi beş kuruş verir misin?Babası: Ne olacak?Zebercet: Defter alıcam.Babası kürekteki külü kovaya döker; küreğigene sobanın deliğine sokar.Zebercet: Hadi baba, geç kaldım.Babası: Patlama oğlum; şu külü alayım.Ananın karnında yedi ay nasıl durdun?2. Öğleyin okuldan dönmüştür. Yukarı çıkar.Anası mutfakta bir tabağa marul doğruyor.Tencere gaz ocağında.Zebercet: Karnım acıktı.Anası: Şimdi pişer yemek, sabret biraz. Neoğlan! Karnımda bile sabredemedi dokuz ay.(Bu doğumda gerçekten sabırsızlık diye birşey varsa sabırsızlık edenin ana karnındaki dölütolduğu düşünüleceği gibi anası olduğu dadüşünülebilir. İkinci olasılık daha akla yakındır.Ana karnındaki dölütten doğmuş-büyümüş birinsan davranışı beklemek saçmadır; ama
ilerlemiş yaşta, kırk dört yaşında gebe kalan birkadın böyle bir sabırsızlığa kapılabilir; üstelik bukadın bundan önce biri iki, biri iki buçuk, biri üçaylık üç çocuk düşürmüşse. Gene de, haksız daolsa, bu suçlamalar Zebercet'i olumlu yöndeetkiledi: Büyüdükçe sabırlı, ağırbaşlı bir insanoldu.)İlkokulu bitirdiği yaz sünnet oldu. Gene o yazanası öldü. Ortaokula göndermedi babası; askeregidinceye değin sekiz yıl birlikte çekip çevirdileroteli. Askerliğini bitirip geldikten iki ay sonraöldü babası; otel başka ellere düşmesin diyeonun dönüşünü bekleyip de ölmüştü sanki.Altmış üç yaşındaydı. Bir ilkyaz sabahı yarımaybiçimi yüksek masanın arkasındaki koltuktaotururken öldü. Ölü kaldırıcılar bulundu. Avludayıkadılar. Gömüldükten sonra imam ninesininadını sordu. Bilmiyordu. Aşağıda ya da yukarıdabir karışıklık olmasın diye uydurma bir advermedi. Başını eğdi, kızardı. 'Zarar yok oğlum,hepimizin anası bir' dedi imam.O akşam telgrafı alan Rüstem Bey ertesi sabahgeldi. Baş sağlığı diledi, birikmiş hesabı aldı,giderken 'Otel sana teslim; bir de kadın al
buraya' dedi. Zebercet sordu: 'Ninemin adını hiçduydunuz mu babamdan?' 'Duymadım.Nüfusuna baksana.' 'Kasaya, ceplerine baktım;nüfus kâğıdı yok.'Ortalıkçı kadın:Saçları kumral, gözleri koyu mavi. Yüzüuzun, burnunun ucu kalkık, ağzı büyükçe, birazdişlek, dudakları kalın. Orta boylu, balık etinde;bacakları az eğri. Otuz beş yaşlarında. On yılönce uzak köylerin birinden dayısı olduğunusöyleyen bir adam getirdi kadını, bohçasıkoltuğunda. 'Recep Ağa söyledi, kadıngerekmiş.' Aylığına pazarlık ettiler, uyuştular.Kadını yukarı gönderdi. Adama 'Otur bir çayiçelim' dedi. Çay içerken anlattı adam. Babası,anası ölmüş. Yanlarına almışlar kızı. Onyedisinde evermişler. Gerdek gecesi sabahakarşı bozuk çıktı diye geri göndermiş kocası.'Hele sürtük, kim bozdu seni kız? Bilmiyom derbu, söylemez. Dövdük falan, valla bilmiyomder. Yeter herif, söyleyecek te ne olacak dedi
yengesi.' Beş yıl sonra komşu köylerin birindenkarısı ölmüş üç çocuklu bir adama vermişler. Üçay geçmemiş geri getirmiş adam, 'Çok uyuyorbu' demiş. 'Uyur evet, uyur ya işi eyidir. Köyyerinde dul karıya rahat yok; hele kısır olursa.Evlisi bekârı bıyık burar; fırsat kollar yezitler.Recep Ağa söyledi geçen gün; getirdik işte. Eh,iznin olursa..' Kalktı, yukarıya bağırdı: 'GızZeeynep, gidiyom ben, elimi öpmiycen mi zilli?'Ses yok. Başını salladı, 'Kalın sağlıcağlan' dedi,gitti. Zebercet tavanarasına çıktı, kadın yok.Katları aradı; 2 numarada, bohçasını odanınortasına koymuş, yatağa uzanmış uyuyordu.Ertesi sabah uyandırdı. Otelin işine çabuk alıştı.Başı bağlıdır hep; yatakları düzeltir, ortalık siler,toz alır, günaşırı yemek yapar, pazarları çamaşıryıkar, Zebercet'e ağa der. Çok konuşmaz. İlkzamanlar bir sabah merdivenleri silerken üçüncükattan inen yaşlı bir köylüye sordu; 'Sindelli'yibilir min dayı?' 'Bilmem mi hiç.' 'Çalık Ali dayımolur benim.' Dayısı yılda birkaç kere gelir, birtorba çökelek getirir, bir süre konuşur, kadınınbirikmiş parasını alır giderdi. 'Dayına vereyimmi paranı?' 'Ver ya, ver.' Kuruşu kuruşuna hesap
isterdi adam. 'Beş metre pazen, diktirmesi, biryün hırka...' 'Yün hırka da neymiş, pamuklusunugetirdiydi ya köyden.' Altı yıldır görünmüyor.(Geldiğinin haftasında bir öğlesonu salonusiliyordu kadın. Zebercet koltuğuna oturmuşgazete okuyordu; bir ara baktı: Diz çöküpeğilmiş, kalçaları, kıçı uzun donunu germiş,kabarık; silerken, dizleri üstünde gerilerken ağırağır kıpırdıyor, inip kalkıyor. Başını gazeteyeçevirdi. Ama o günden sonra gündüzleriortalıkta dolaşan, geceleri bitişik odada yatangenç bir dişiydi artık kadın. Zebercet yatmayagiderken kadının odası önünde duraksıyor,yatağında döne döne güç uyuyordu. Askerliğiniyaptığı uzak kentin genelevindeki o uzun boylukadını görüyordu düşlerinde; ikisi birbirinekarışıyordu. Sabahları onu uyandırmak içingirdiği eğri tavanlı küçük odada ağır bir kokuolurdu. Pencereyi açar, yatağın yanında durur,omuzlarından tutup sarsarken yanlışlıkla olmuşgibi memelerini ellerdi. Bir gece yatmışkenkalktı, bitişik odaya girdi, ışığı yaktı. Sıcaktı,örtüsüz uyuyordu; gömleği sıyrılmış. Kapıyıkapadı, yaklaştı. Düğmelerini çözdü, memelerini
avuçlarına aldı; dolgun, gergin. Sarstı. Kadınkıpırdamadı; 'Geldin mi dayı?' dedi uykusunda.Bir daha sarstı; 'Uyansana kız!' Gözlerini açıpdoğruldu: 'Kalkıyom ağa' 'Kalkma, öte git biraz.'Yatağın ötesine kayarken Zebercet'in çıplakgöğsüne, kısa donunun önündeki kabarıklığabaktı; arkasını dönüp yattı. Yatağa girdi, sırtüstüçevirdi. Kadın gözlerini kapadı. Donunugüçlükle çıkardı, attı. Kılları gürdü. Üstüneabanıp soluya inleye aldı. Az sonradoğrulduğunda kadın upuzun yatıyordu. Eğilipdinledi: soluğu düzgündü.)Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın:Yirmi altı yaşlarında. Uzunca boylu, göğüslü.Saçları, gözleri kara; kirpikleri uzun, kaşlarıbiraz alınmış. Burnu sivri, dudakları ince. Yüzügergin, esmer.Emekli subay olduğunu söyleyen adam:
Orta boylu, tıknaz. Saçları, oldukça kırarmış.Yeşil gözlü, gür kaşlı. Yüzü etli, dudakları ince.Geldiği sabah defterin üstüne bırakıp öğleyinaldığı nüfus kâğıdına göre soyadı Görgün, adıMahmut, baba adı Abdullah, ana adı Fatma,doğum yeri Erzincan, doğum yılı bin üç yüzyirmi yedi.Kedi:Erkek. Kara. Zebercet'in döneminde ikincikedi. Üç yıl önce babasıyla kasabadaki eskianıtları görmeye geldiklerinde iki gece oteldekalan, çantasında hep birkaç atkestanesibulunan, uzun boylu bir genç kız adını Karamıkkoymuştu; ama kimse söylemiyor.Odadaki iki havlu:1. Otelin havlusu. Aynanın sağındaki askıda.Ufarak, düz yeşil. Bir köşesine ak iplikle birazçarpık bir A, yuvarlak bir O işlenmiş; aralarında
belli belirsiz bir nokta. Bunları üç havluçalındıktan sonra hırsızlığı önlemek amacıylaZebercet işledi. Gene de, babasının döneminde(otuz yılda) bir havlu çalındığı halde Zebercet'indöneminde (on yılda) dokuz havlu ile iki çiftterlik çalındı. Babası bu bir tek olaya dayanarakgenellikle insanlara yağıp esmiş, tümünühırsızlıkla suçlamıştı. Oysa otelde hırsızlığınartışının nedenleri öfkeye kapılmadandüşünülebilir:a) Son yıllarda ülkede hırsızlar çoğalmışolabilir.b) Son yıllarda dürüstlük, namus gibi değeryargılarına her fırsatta başkaldırmaktanhoşlananlar çoğalmış olabilir.c) Babasının dış görünüşünde hırsızlarıyıldıran, korkutan bir hava olabilir. (Nedenlerinen çürüğü bu olsa gerek: Eskiden iki-üç ayda birİzmir'den otelin hesabını almaya gelen RüstemBey, Zebercet on altı yaşındayken, daha bıyığıbile yokken, bir gelişinde saçlarını okşayıp 'Şıpdemiş babasınınkinden düşmüş' dediydi.)2. Ankara treniyle gelen kadının unuttuğu
havlu. Karyola demirine atılmış, yarısı yorganınüstünde. Karaları ince, sarıları kırmızıları kalınçizgili.PazartesiUyandı. Oda alacakaranlıktı. Nüfus kâtibiykenbir arkadaşının iki altın borcuna karşılıkbabasına verdiği ağır Omega cep saatinibaşucundaki sandığın üstünden alıp pencereyetuttu: altıya çeyrek var. Kurdu, bıraktı. Donununönü kabarıktı; sol eliyle bastırdı. Doğrulupoturdu; gömleğini kokladı, yataktan indi.Ayakyoluna girmeden gaz ocağına su koydu.Çıkınca yıkandı; kurulandı, havluya sarınıpodasına döndü. Sandıktan temiz çamaşır çıkardı,giyindi. Duvara asılı küçük aynada saçlarınıtaradı: bıyığı yerindeydi. Saati yeleğinin cebinekoyup pencereyi açtı. Yatağını düzeltti.Çoraplarını, havluyu banyoya bıraktı. Ortalıkçıkadının odasına girdi; pencereyi açtı, kadınıuyandırdı.Aşağıya inince dış kapının kol demirini
indirdi; sol cebinden anahtarı alıp kilidi açtı.Yandaki odada ikilik çaydanlıkta su kaynattı;çayını demledi. Bir tepsiye kahvaltısını hazırladı.Yediye doğru masasında kahvaltı ediyordu. Tekşekerle içerdi çayı. Yukarıdan tıkırtılar, gıcırtılargeliyordu. Orta yaşlı, pos bıyıklı bir köylü indimerdivenden. Dün akşam sormuştu; o köydendeğildi.— Bereketli olsun.— Buyurun.— Sağolasın. Borcumuz?Adam parayı verdi, gitti. İsteksiz yiyordu; birçay daha içip tepsiyi kaldırdı. Dişlerini fırçaladı,yerine döndü. Bir sigara yaktı. Üç gündürdumanı içine çekmeden sigara içiyordu ara sıra.Cuma günü de içmiş miydi? Bulanık bir gündücuma günü. Öğleden sonra emekli subayolduğunu söyleyen adam gazetelerini okurkenZebercet uyuyakalmıştı bir süre. Masayavurulunca uyanmış başını kaldırmıştı: Genç birkadınla bir erkek duruyordu karşısında;gülümsüyorlardı. Horlamış mıydı yoksa? Salıgünü gelen karıkoca öğretmenlerdi bunlar;
liseye atanmışlar; ev buluncaya dek oteldekalacaklarını söylemişlerdi. 'Hasta mısınız?''Hayır, başım ağrıdı biraz.'Sigarasını küllüğe bıraktı; önündeki kalındefteri açtı. O gece otelde kalanların adlarınıdünkü fişe baka baka deftere yazdı. Yazısı işlekdeğildi ama okunaklıydı. Her sayfada l'den 9'anumaralı, odadaki yatak sayısına göre bölünmüşiki günlük yer vardı. Perşembe'ye döndü. On ikikişi yazılıydı; gecikmeli Ankara treniyle gelenkadının kaldığı oda boş görünüyordu. Bu odayıyılda birkaç kişiye verdiğine, ayrıca her sabahtoplanan paraları elayak çekildikten sonraçekmeceden alıp demir kasaya koyarken otelinhesabından kendi hesabına aktardığı bir liralarakarşılık on beş günde bir yataklardan birini yada ikisini boş gösterdiğine göre bunun pekönemi yoktu; ama o gece kadının o odadakaldığını saptamak istiyordu. Gene de rastgelebir kadın adı veremezdi.Defteri kapadı. Sigarası sönmüştü.Merdivenden yan yana iki kişi iniyordu. Celeptibunlar; ara sıra otelde kalırlardı. Uzun, karabıyıkları vardı. Paralarını verip giderlerken
nerdeyse soracaktı; kendini tuttu. En iyisiberbere gitmekti. Paraları çekmeceye koyarkensol elinin ortaparmağındaki siğili tahtaya çarptı;dün sabah tırnağıyla koparmaya kalkmış,kanatmıştı. Çekmeceyi itti. Demir kasanınüstündeki çalar saata baktı: sekize çeyrek var.Sekizi çeyrek geçe demişti adam. Saati kurdu;yerine koydu. Ortalıkçı kadın merdivendeniniyordu; alışverişe gidecekti. Bir kâğıda dörtyumurta, iki Yenice, dört kibrit yazdı. İçcebinden babasından kalma geniş deri cüzdanıçıkardı; bir ellilik aldı, kâğıtla birlikte kadınaverdi.— Bunları da alırsın bakkaldan.Dünkü çamaşırdan elleri morumsuydu. Biliyormuydu? Belli değildi. Kadın çıkınca 3 numaradakalan üç delikanlı indi; ellerinde tahtadanvalizler vardı. İkisi ince bıyıklı, biri bıyıksızdı.Dün akşam sormuş, askere geldiklerinisöylemişlerdi. Parayı kim verecek diyegülüşerek takıldılar birbirlerine; herkes kendiparasını verdi; gittiler.Kadın bakkaldan dönünce paranın üstünü,
sigaraları, kibritleri masaya koydu; filedeki ikiekmekten birini yandaki odaya bıraktı; yukarıçıktı. Zebercet koltuğundan indi; bir süresalonda gezindi. Sekizi çeyrek geçe üçüncü kataçıkıp 6 numaranın önünde durdu; içeriden seslergeliyordu. Öğretmenlerin kaldığı odaydı bu;kapıyı çaldı.— Evet, uyandık.'Evet, kalkıyorum' demişti o sabah. Bu akşamgelmezdi daha. Aşağıya inip koltuğuna oturdu.Sabahları yatak ayırtmaya gelen olmazdı pek.Caddeden arabalar geçiyordu. Büyük arabalarhızla geçerken camlar tıngırdar, otel titrerdi.Ankara'ya giden motorlu trenin sesiniduyduğunda öğretmenler koşa koşa aşağıyainiyorlardı; 'Günaydın' deyip gittiler. Yalnızemekli subay olduğunu söyleyen adam kalmıştıyukarıda. Hep öğleye doğru inerdi. Nedenseadamın bugün otelden ayrılacağını sanıyordu.Dış kapı açıldı: gazeteciydi. Gazeteyi bıraktı.Pazartesi günleri bir haftalık fişleri bununlagönderirdi polise. Sağdaki çekmeceyi açtı, aradı.— Yarın götürsen olmaz mı?
— Olur. Hadi eyvallah.— Güle güle.Gazeteyi karıştırdı; bir süre okudu. Serapüzgündü bugün, adamdan kuşkulanıyordu. Arasıra bir erkekle otele gelen düşük omuzluorospunun verdiği adlardan biriydi bu. Gazeteyikatlayıp bıraktı. Çekmeceden paraları çıkardı; içcebinden anahtarı alıp kasayı açtı. İkibölmeliydi. Üst bölmede makbuzlar, iki nüfuskâğıdı vardı. Paraları bu bölmedeki, üstündeOTELİN yazılı zarfa koydu. İçinde ufak paralarduran küçük bakır kaptan bir lira alıp aşağıbölmedeki bakır kaba koydu. Gene altbölmedeki iki zarftan birinin üstündeZEYNEBİN yazılıydı. Ötekinden, üstündeBENİM yazılı şişkin zarftan iki beşyüzlük aldı;kasayı kapadı, kilitledi, anahtarı iç cebine koyupcüzdanını çıkardı; içindeki birkaç yüzlüğünyanına elindeki paraları yerleştirdi, kapadı,yerine koydu; sol eliyle dışından yokladı,oturdu. Göğüs cebinden Ankara treniyle gelenkadının giderken verdiği beşliği çıkardı, defterinüstüne yaydı. Aslında onun parası değildi bu;kadın iki onluk vermiş, 'Üstü kalsın' demişti. O
sabah kadının odasına girip çıktıktan bir süresonra paraları çekmeceden kasaya aktarırkenalmıştı bunu. Beşliği ikiye katlayıp gene üstcebine koydu.Öğleye doğru Emekli Subay merdivendenindi. Her günkü ceketinin altına açık yeşil birkazak giymişti. Valizi yoktu; demek kalacaktıdaha. Masanın önünden geçerken başını yarıçevirip 'İyi günler' dedi. Her gün tıraş oluyordu.Çıkınca dış kapıyı yavaşça kapadı.Öğleyin ortalıkçı kadın bir tepside yemeğiylebirlikte anahtarları getirdi.— İki numarayı sildin mi?— Sildim.— Çarşafları temiz mi?— Temiz.Anahtarları yerlerine astı; numaralar üstlerinekazılmıştı. Yemeğini isteksiz yedi. Ellerini,ağzını yıkadı, yerine döndü. Bir sigara yaktı,Öksürdü. Kadın tepsiyi almaya geliyordu;yemeklerini yukarıda, mutfakta yerdi. Sigarasını
söndürürken 13.10 treninin sesini duydu. Kadındün yıkanıp kuruyan çamaşırları avludan sandıkodasına taşıdı. Ütüye başladığında saat birbuçuğu geçiyordu. Gelen yoktu, kalktı. Odanınkapısında durdu.— Ben çıkıyorum biraz. Yatak soran olursavar dersin.— Olur.Çevresine baktı; her şey yerindeydi. Kapıyıaçıp çıktı. Hava iyiydi; gökyüzünde tek tükbulutlar vardı. Çarşıya doğru yürüdü. İstasyonsokağındaki yakın berbere gidemezdi elbet,günü değildi, berber dört haftada bir perşembegünü öğleden sonra çırağını otele gönderir,oturup sıra beklemesin diye saç tıraşına çağırırdıonu. Ayrıca bu tanıdık berbere gidip tıraşarasında 'Şu bıyığımı da kesiver' dese bir yığıngereksiz laf dinlemek zorunda kalacaktı. Çarşıyayakın büyük caddedeki berberlerden birinegidecekti. Otelden pek seyrek çıkardı. Şimdikigibi olağanüstü bir durum olmazsa yılda ya daiki yılda bir terziye, altı ayda bir keselenmek içinhamama, dört haftada bir saç tıraşına, ayda bir
otelin paralarını İstanbul'a yerleşen FarukKeçeci'ye göndermek için postaneye giderdi.Yılda bir otelin vergisini de yatırırdı ama bununiçin ayrıca çıkmazdı; postaneye gittiği bir günyatırırdı. Her çıkışında, özellikle hamamagittiğinde, o yokken otelde kötü bir şeyolacakmış gibi tedirginlik duyardı. Şimdi de hızlıyürüyordu. Bunun bir başka nedeni de...— Merhaba. Nereye böyle?Emekli Subay gazetelerini almış oteledönüyordu.— Çarşıya gidiyorum.Durmadı. Çamlığın, lisenin önünden geçipcaddeye çıktı. Geniş arsalar yıldan yıla yüksekyapılarla doluyordu. Bankalara, mağazalara giripçıkanlar vardı. Basımevi sokağının köşesindekiüç koltuklu berber salonunda koltuklardan ikisiboştu. İçeri girerken kır bıyıklı yaşlıca berbersandalyeden kalktı; 'Buyurun' dedi. Adamındüzelttiği koltuğa oturdu; aynaya baktı.Kırpılmış, küçük, dört köşe bıyığı oradaydı.Berber örtüyü boynuna sardı; saç tıraşınabaşladı.
— Buralı mısınız?— Hayır, bir iş için geldim.— Saçınızı kısaltayım mı?— Hayır.Yanında genç bir çırak tıraşı seyrediyordu.Adam bir şeyler söyledi ama Zebercet anlamadı.Sonra başı arkaya dayalı, yüzü sabunlanırkengözlerini kapadı. Ustura yanaklarında,boynunda, çenesinde gezindi; üst dudağınageldi.— Bıyığımı da kesiverin.Berber güldü.— Çok şakacısınız, dedi.İki parmağıyla burnunu tutup üst dudağınıiyice tıraş etti. Gözlerini açtı: bıyığı yoktu.Kaşlarının uçları, ağzının iki kıyısı, burnu yukarıkalkmış gibiydi. Berber önündeki musluktayüzünü yıkadı, sildi; bir kutuya uzandı.— Pudra istemem.Kalktı. Çırak omuzlarını, yakasını
fırçalıyordu. Ceketinin üst cebinden beşliğiçıkardı, berbere verdi.— Üstü kalsın, dedi.Yarım saat sonra, erkek giysileri satan birmağazada yakışıklı, genç bir satıcının birazalaylı, gülümsemeli yardımıyla seçtiği bir karapantolonu, yakası kapalı açık mavi kazağı, üçdüğmeli kara ceketi paravanayla ayrılmış birköşede duvara dayalı dar-uzun aynanın önündegiymiş, eski ceketinin ceplerindekileri yenisineaktarıyordu. Ankara treniyle gelen kadınınkaldığı odanın anahtarını, mendili sağ cebine,dış kapının anahtarını, sigara paketini, kibriti solcebine, kasanın anahtarını, tırnak çakısını içcebine koydu. Geniş, deri cüzdan aynı cebegirmiyordu; zorlasa girecekti belki amazorlamadı; içinden paraları alıp arka cebinekoydu, cüzdanı gene öteki ceketin iç cebinesoktu. Ufak paraları pantolonunun sol cebineaktardı. Yeleğinden saatini çıkardı. Pantolondasaat cebi yoktu; olsa bile girmezdi. Ne yapacaktıbunu? Şimdilik sağ iç cebine koydu. Sandalyedeküçük bir paket vardı; sırtındakinin biçimindeaçık yeşil bir kazaktı bu. Aynaya baktı; ceketinin
eteğini çekti, paravanın arkasından çıktı. Satıcıoğlan bekliyordu; yaklaştı. Kazağın yakasınıdüzeltti; ceketin üst ve alt düğmelerini çözdü.— Güzel, üstünüze oturmuş. Karaayakkabıyla giyerseniz iyi olur, dedi.— Borcum ne tutuyor?— Kasaya verin. Ötekileri sarayım ben.Az sonra paket koltuğunda dışarı çıkıp birbankanın, tatlıcının, terzinin, eczanenin önündengeçti; vitrinine kat kat ayakkabılar dizilmiş birdükkâna girdi. Bir çift kara, bağcıksız ayakkabıseçti. Ayağına iyi gelmişti; çıkarmadı. Eskikahverengi ayakkabılarını sardırdı; parasınıödeyip çıktı. Kucağında paketlerle kaldırımdaninip karşıya geçerken bir gıcırtıyla ürperdi. Azötesinde durmuştu araba. Sürücü başını salladı;gülümsedi. O da gülümsedi; 'Özür dilerim' dedi.Kaldırımdan geçenler de durmuşgülümsüyorlardı. Hızlı hızlı yürüdü. Tatlı birkazaydı bu; ama insanın ölmesi nasıl da kolaydı.Geldiği yoldan otele döndü. Kapıdan girinceköşede oturmuş gazete okuyan Emekli Subay'la
gözgöze geldiler. Yandaki odada ortalıkçı kadınütü yapıyordu.— Gelen oldu mu?— Üç oğlan; bavullarını koyup gittiler.Yürürken adamdan yana bakmadı. Merdivenaltında üç bavul duruyordu. Yukarıda, odasında,yatağının üstünde paketleri çözdü.Ayakucundaki büyük dolaba giysilerini astı.Ayakkabılarının içine kâğıt doldurup dolabınaltına, ötekilerin yanına koydu. Yeni açık yeşilkazağını duvardaki askıya astı. Aynaya baktı.'Çok şakacısınız' demişti berber. Durumukesinlikle açıklayan bir söz değildi; ama önemliolan sonuçtu; bıyığı yoktu artık. İç cebindensaatini çıkardı; üç buçuğa geliyordu; sandığınkıyısına koydu. Şimdilik aşağıdaki çalar saatyeterdi. Kâğıtları katlayıp banyoya bıraktı; uzunuzun işedi. Aşağıya indi; koltuğuna oturdu.Emekli Subay ona bakıyordu.— Gençleşmişsiniz, dedi.— Sağolun efendim.Masanın kıyısından gazetesini alıp açtı;
konuşmak istemiyordu adamla. Sağ ayağınınküçük parmağındaki nasıra dokunuyordu yeniayakkabı; sessizce çıkardı, ayaklarını oynattı.Siğil ilâcı sormayı unutmuştu. Parmağına baktı;ufalmıştı sanki. O köyde ocağı varmış bunun.Ayakkabılarını giydi. Kadın ütüyü bitirmişti;odanın kapısını kapayıp merdivene yürüdü,önünden geçerken bakmadı. Emekli Subay birsigara yakınca o da yaktı. Öksürmemek içinyutkundu. Bu gece küllüğe bakacaktı. Otelsessizdi. Ara sıra kapının önünden geçenlerinayak sesleri, araba sesleri geliyordu; bir de çalarsaatin tıkırtısı. Saat beşe doğru duvardakidüğmeye uzandı, ışıkları yaktı. Emekli Subaykıpırdadı; elindeki gazeteyi masaya bıraktı,kitabını aldı. Adamın Öğle sonları, gecelerisalonda oturuşu Zebercet'i tedirgin ediyor,yalnızlığının rahatlıklarına, sözgelimi eskidenolduğu gibi arada kalkıp salonda dolaşmasına,seyrek de olsa gerektikçe burnunukarıştırmasına, hafifçe bir yanına eğilerekyüksek sesle osurmasına, ya da oturmaktan kıçıterlemeye başlayınca doğrulup iki eliylekalçalarının üstünden pantolonunu sallayarak
kıçını havalandırmasına engel oluyordu. Deminayakkabılarını çıkarıp giyerken ses çıkarmamayaçalışmış, öksürüğünü yutkunarak güçlüklebastırmıştı. Salonda oturan olmazdı pek. Kimizaman beş-altı kişilik gezici tiyatro topluluklarıkalırdı otelde bir geceliğine; oyundan sonra birsüre burada otururlar, işlerinden, paradan sözederler, tartışırlar, sigara içerlerdi. Çay yapardıonlara. Çoğu iki kadın olurdu bu topluluklarda.Bir gece kadınlardan biri üç kişiyi oynamaktanyakınmıştı. Bir de siyasal partilerin yıllıktoplantılarına ilçelerden gelen delegelerden beş-altısı burada oturup konuşur, tartışırlardı. Bir aratartışma kızışır, biri yüksek kişilerden birininadını söyler, bir başkası 'Hişşşt' der, kürsüsündeoturan Zebercet'e bakarlar, eğilip fısıldaşmayabaşlarlardı. Duyamazdı. Yüksek seslekonuşulanlar, tartışılanlar hep bilinen şeylerolduğuna göre ülkenin yönetimini asıl etkileyen,düzenleyen şeyler bu fısıltılarda gizliydianlaşılan. Bir keresinde dişçiye...Kapı açıldı. Baktılar. Dünkü celeplerdenbiriydi gelen.— Bu gece de kalıyoruz biz. Odamız tutuldu
mu?— Hayır, boş.Dönerken durdu, yüzüne baktı.— Bıyığını kesmişsin sen.— Ağırlık veriyordu da, dedi gülerek.Sonra yavaş sesle sordu:— Bu sabah var mıydı bıyığım?— Fark etmedim, dedi adam; çıkıp gitti.Bu bıyık sorununu kolayca kapayamayacaktıdemek. Sorması gereksizdi; adam kesinlikle'vardı' ya da 'yoktu' dese bile durumuaydınlatmayacaktı bu. Çekmeceden bir fiş alıpcelepleri 5 numaraya yazdı. Bir sigara yakıpadama baktı. Sağ eliyle yüzüne yakın tutuyordukitabı. Sigarasını söndürünceye dek baktı;sayfayı çevirmedi. Cumartesi akşamı dışarıçıkınca gidip bakmıştı: Türkçe değildi. Ortalıkçıkadın akşam yemeğini getirirken Emekli Subaykalktı; kitabı gazetelerin üstüne bırakıp çıktı.Öğlenki yemeklerdi, ama istekle yedi. Tepsiyikendisi götürdü yukarıya, kadın yemeğini
verdikten sonra beklemez yatardı. Kediyimutfaktan çıkardı; kapıyı kapadı. Aşağıya ininceon sekiz kırk treninin sesini duydu; küllükleriçöp sepetine boşalttı. Merdivenle dış kapıarasında bir süre gidip geldi. Ankara treniylegelen kadının odası önünde durdu; eliniyuvarlak tutamağa koydu. Dış kapı açılınca elinihızla çekip döndü: Öğretmenlerdi.— Çok şıksınız bu akşam; birini mibekliyorsunuz? dedi kadın gülerek.Adam:— Eşyalarımız geldi, yarın çıkıyoruz; hesabıvereyim, dedi.— Yarın verirdiniz.— Şimdi alın, sabah gecikiriz belki.Arka cebinden bir beş yüzlük çıkardı, defterinüstüne koydu. Zebercet kürsünün arkasına geçti;kasayı açtı. Büyük yataklı odalar tek kişiye onbeş, iki kişiye yirmi beş liraydı. Otelin zarfındanparanın üstünü verdi; kasayı kilitledi. Kaldıklarıodanın anahtarını uzattı. Kadın aldı; tırnaklarıboyasızdı.
— Sabah sekizde uyandırın bizi lütfen. İyigeceler.— Size de.Merdiveni çıkarlarken kadın kocasının kolunagirdi. İkisinin de ellerinde küçük deri çantalarıvardı. Kadının kıçı dolgun, bacakları düzgündü.Başını çevirdi. Kalemi alıp fişe adlarını yazdı.Adı Saide'ydi. Anasının adıydı bu. Salı günükadın adını söyleyince şaşmıştı. Perşembegecesi... Kapı açıldı: orta yaşlı iki adamdı.Kasketliydiler; köylüye benziyorlardı.— Yatak var mı?— Var.İkinci kattaki üç yataklı odalardan birine, 4numaraya yazdı.— Nerelisiniz?— Kapaklı'dan, dedi biri.Oradan değildiler. Anahtarı verdi.— Merdiveni çıkınca sağda dipteki oda.Sağdaki ilk kapı ayakyoludur. Kapınızıkilitlemeyin; gerekirse birine veririm boş yatağı.
Adamlar yukarı çıktılar. Kimi geceler birbirinitanımayan üç kişinin aynı odada yattığı olurdu.Üç yıl önce bir sabah aşağıya indiğinde sokakkapısını açık bulmuştu. Adamın biri odaarkadaşlarının paralarını, saatlarını çalıp gitmişti.Otelden olağanüstü çıkışlarından biri buyüzdendi; olaydan on gün sonra duruşmadatanıklığa çağrılmıştı. Yargıç sorduğundanerdeyse tanıyamayacaktı; sinmiş, çökertilmiştisanki, ama oydu: orta boylu, esmer, ince yüzlügenç bir adam. Kimi zaman da geceyarısıtavanarasına çıkarken bu odalarda kalan iki yada üç adamın alçak sesle konuştuklarını duyardı.Esnedi. Sol elinin küçük parmağıyla burnununsol deliğini karıştırdı; çıkardığı bir parça kurusümüğe baktı, parmağını koltuğunun altına sildi;yüzünü buruşturdu. Ankara'dan gelen motorlutrenin sesini duyunca saata baktı; bu gecegecikme azdı. Kalktı; yandaki odaya girip ispirtoocağına çay suyu koydu. Çayı demleyip çıktı.İki adam girdi salona. Birini tanıyordu; bir ilçedeavukattı. Yanındaki yaşlıca, iyi giyinmiş biradamdı. Ellerinde çantalar vardı. Ankara'dan birdavadan geliyorlardı belki.
— İki yataklı odanız var mı?Askıdan anahtarı alıp uzattı.— Üçüncü kat, dokuz numara.Adamlar daha merdivendeyken celepler girdikapıdan; yüzleri asıktı. Anahtarı verdi. SonraEmekli Subay geldi; kapıyı yavaşça kapadı;yaklaştı.— Beni soran oldu mu?— Hayır efendim.İçkili değildi. Kitabı, gazeteleri, odasınınanahtarını aldı; 'İyi geceler' deyip yukarı çıktı.Yanılıyor muydu? Onu beklemiyor muyduyoksa? Üstüste iki bardak çay içti. Saat onbuçuğu geçiyordu. On birden sonra odışardayken oda ayırtan üç genç geldi. Adlarınıyazdı; anahtarı verirken sordu. Askerlik içingelmişlerdi Afyon'dan; bu gece sinemayagitmişlerdi. Merdiven altından bavullarını alıpçıktılar. Az sonra yukarıda takırtılar kesildi. Birsigara yaktı; bitmeden küllüğe bastırdı. On ikiyibeklemedi; gelen olmazdı artık. Dış kapıyıkilitledi, demirledi; ışıkları söndürdü, sağ
cebinden anahtarı çıkarıp 1 numaranın kapısınıaçtı, girip kapadı. Işık yanıyordu. Kadınınbıraktığı gibi duruyordu her şey. Yatağınsolunda duvara çakılı askı... Ne yapmayagitmişti o köye? Dört gündür kafasından geçenolasılıkların en olasısı: belki erkek kardeşiÖğretmen atanmıştı oraya. En çok bir haftakalırdı. Bir akşam on sekiz kırk treniyle gelecek,bir gece daha kalacaktı burada, odasında.Yürüdü; bakır küllükte bitmeden söndürülmüşiki sigaraya baktı: belli değildi. Elini uzatırkençekti; dönüp odadan çıktı. Kapıyı kilitledi;anahtarı sağ cebine koydu. Merdivenlerigıcırdatmadan çıktı. Sofalarda ışıklaryanmıyordu. Üçüncü katta 6 numaranın önündedurdu. Anahtar deliği karanlıktı; içeriden bellibelirsiz sesler geliyordu. Başını uzatıp dinledi.Cumartesi gecesi de dinlemişti; dün gece sesyoktu. 'Oh... bırakma... ooh' dedi kadın. Erkeğinsesi boğuktu, anlayamadı. Yüzü gergin, ağzıyarı açık, gözleri kısıktı. 'Evet, sabaha... oh,bırakma, hiç bırakma beni... ohh... nasılseninim...' Bir gıcırtı geldi içeriden; birdendoğrulup yürüdü, merdiveni ağır ağır çıktı.
Karşıda, yerde bir çift göz parlıyordu: otelinkedisiydi bu. Banyoya girerken bacağınasürtündü; bir tekme salladı ama tutturamadı.Musluğu açıp uzun uzun yüzünü yıkadı.SalıUyandı. Oda alacakaranlıktı. Sandığınucundan saati aldı; pencereye tuttu; altıya beşvar. Kurdu, bıraktı. Kollarını yorganın altınaçekti. Erkeklik organı donunun yırtmaçındançıkmış dimdikti. Sol eliyle bastırdı; bir fiskevurdu kafasına. (Askerliğini yaptığı kenttegeneleve ilk gidişiydi. Halil Onbaşı götürmüştü.Koğuşta yatakları yanyanaydı; ranzaların altkatında. İlk aylar hep en kötü, uykuyu bölensaatlerde kaldırırlardı nöbete; yakınmıyordu o,ama çavuşlara bağırmıştı Halil Onbaşı.İnzibatlara görünmemek için geneleve arkadakiarsadan, pencereden girmişlerdi. Seyrek dişli,yaşlıca bir kadın açmıştı pencereyi;yüksekçeydi; önce Halil Onbaşı girmiş,kolundan tutup çekmişti. Yarı çıplak beş-altı
boyalı kadın vardı salonda. Uzun boylu birikayıtsız, kuru bir sesle 'Aa, küçük askerimgelmiş' dedi. Başka biri Halil Onbaşı'nınkucağına oturdu. 'Çık onunla istersen' dedi HalilOnbaşı. Dar merdivende kadının kalçasınıduyuyor, yüreği çarpıyordu. Küçük bir odayagirdiler. 'Şimdi gelirim, soyun yat sen' dedikadın. Çabuk çabuk soyundu; yatağın ötesineoturdu. Orası göbeğine doğru, dimdikti. Kalkıpdonunu giymeyi düşünürken kadın girdi.Kalçalarına inen, eteği işlemeli toz pempe birgömlek vardı sırtında; iri memelerinin yarısıgörünüyordu. Yatağa gelirken 'Bak hele az dahabüyüseymiş boyunu geçecekmiş bu' dedi.)Doğrulup indi yataktan. Banyoya gitti, geldi.Giyinirken iki kazak arasında duraksadı; açıkyeşili giydi. Saçlarını taradı; pencereyi açtı.Yatağını düzeltti, çıktı. Ortalıkçı kadının odasınagirecekken durdu. Yemek günü değildi; odalarıtoplamaktan başka yapacak işi yoktu.Uyandırmadı. On yıldır ilkti bu.* * *Kahvaltı tepsisini yandaki odaya bıraktı;
dişlerini fırçaladı; odadan çıktı. Koltuğunaoturdu; defteri açtı. Dün gece kalanları fişebakarak yazmaya başladı. İkinci kattakileribitirip 6 numaraya geçti. Bu sabah sekizdeuyandıracaktı. İlkokulun beşinci sınıfındakiöğretmenine benziyordu: yumuşak, genç birkadın. Sabahları sokaklarda simit sattıktan sonraokula gelen Kürt Muhittin, adını 'Çekirdeksiz'takmıştı. Sınıfın büyüğüydü. Başöğretmengelmişti bir gün, dövmüştü. 'Anası oğlandoğurmuş, Zebercet hamur yoğurmuş' derdi.Kadının adını yazdı. Ne dersi veriyordu kimbilir;yetişkin erkek öğrenciler nasıl dinlerdi? Saide...Anası ince bir kadındı. Bu konakta, şimdiki 6numaralı odada doğmuş. Anasının lohusayatağında öldüğünü, Keçecilerin bir yakını olanbabasının bırakıp gittiğini söylerdi. Belki deRüstem Bey'in babasının bir beslemeden piçiydi.Haşim Bey beslemeleri rahat bırakmazmış.Altmışını geçkinken bile odaya kahvesinigetiren, geceleri tavanarasında Kadriye Kalfa'nınyanında yatan beslemenin memelerini, kıçınıçimdiklermiş. Kimselere söylemezmiş kız; birgün saldırıp mindere yatırınca bağırmış. Gelin
koşmuş önce; 'Aman beybaba' demiş. Sonralarıbüsbütün bunamış; bir kadın görünce kocaman,pörsümüş organını çıkarır, 'Gelsene kız, karımdeğil misin benim' dermiş. Üçüncü kattasonradan yerine ayakyolu yapılan odayakapamışlar; orada ölmüş.Yukarıdan tıkırtılar geliyordu 9 numaradakalanları da yazdı, defteri kapadı. Geçmişyılların defteri merdiven altındaki birsandıktaydı; babasının kalın, eski yazı birkaçtarih kitabıyla birlikte. İlkokulu bitirince ona daöğretmişti eski yazıyı. 'Çabuk öğrenirsin; yeniyazıyı on günde öğrendim ben. ' Nüfuskâtibiymiş. Seferberlikte askere almamışlar.Adana'dan gelmiş. Babası kiralık bir otelişletirmiş orada. Okuldayken bir öğlesonu hafifbir depremde otel çökmüş. Babası, anası, biri kızbiri oğlan iki küçük kardeşi yıkıntı altındaölmüşler. Okulu bırakmış; halasının evindekalmış bir süre. Bir otelde çalışmış; Nüfus'agirmiş. Buraya geldikten az sonra Rüstem Bey'letanışmışlar üçüncü kızının nüfus kâğıdıçıkarılırken. Kimi geceler kahvede dolaşmacatavla oynarlarmış. Evlenmesine bir arkadaşı
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219