Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Yeraltından Notlar-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Yeraltından Notlar-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-20 23:37:03

Description: Yeraltından Notlar-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Search

Read the Text Version

— Siz şey... kitap gibi konuşuyorsunuz.Sesinde gene alaya benzer bir ton belirmişti.Bu sözleri yüreğimi sıkıştırmıştı. Beklediğimbu değildi. Liza’nın alaycılığının, utangaç, kalbitemiz insanların, ruhlarına paldır küldür, izinalmadan girmek isteyenlere karşı gururlarınıkorumak ve bir çeşit çekingenlik perdesininardına gizlenip hislerini açık etmemek içinbaşvurdukları sıradan bir son çare olduğunuanlayamamıştım. Halbuki o alaylı sözlerisöyleyinceye kadar geçirdiği kararsızlıktan,ürkeklikten bunu tahmin etmeliydim. Fakatedemedim işte ve kötü bir duyguya kapıldım.\"Hele dur sen!..\" diye geçirdim.

VII— E yeter, bırak ama Liza, ne kitabındanbahsediyorsun; anlattıklarımla hiç ilgim olmadığıhalde bana dokundu. Hoş pek de ilgisizsayılmam ya. Tüm bunlar yüreğime dokunduişte... Yoksa, yoksa sen bunalmıyor musunburada? Anlaşılan hayır, alışkanlığın büyüktesiri var! Alışkanlığın insanı ne halleregetirdiğine şaşmamak mümkün değil doğrusu.Yoksa ciddi olarak, hiç ihtiyarlamayacağını, hepböyle genç, güzel kalacağını, seni sonsuza dekburada tutacaklarını mı sanıyorsun? Buranınçirkefliğinden bahsetmiyorum artık... Yalnızşimdiki hayatına dair şu kadarını söyleyeyim:Genç, cazibeli, sevimli, iyi kalpli, hassas birkızsın; fakat biliyor musun, demin kendimegelince burada, yanında bulunmaktan tiksintiduydum! İnsan buraya ancak sarhoşkendüşebilir. Halbuki başka bir yerdekarşılaşsaydık, sen de namuslu insanlar gibiyaşasaydın, seninle yalnız gönül eğlendirmekyerine, basbayağı âşık olabilirdim. Değilkonuşmak, bir bakışına sevinir, evinin kapısında

seni bekler, önünde diz çökerdim; sana nişanlımgözüyle bakar, bunu kendim için büyük bir şerefbilirdim. Hakkında fena düşünmeye cesaretedemezdim. Halbuki burada bir ıslığımla istesende istemesen de peşimden geleceğini biliyorum,çünkü burada ben değil, sen benim keyfimeuymak zorundasın. Bir köylü bile rençperliğekiralanırken ömrünün sonuna kadarsatılmadığını, bir müddet sonra gene serbest,başına buyruk olacağını bilir. Peki seninkurtuluşun ne zaman? Bir de şunu düşün:Buradakilere teslim ettiğin, sattığın nedir, bilirmisin? Ruhunu; dilediğin gibi kullanmayahakkın olmayan ruhunu da vücudunla birliktesatıyorsun! Rasgele bir sarhoşun, aşkını kepazeetmesine göz yumuyorsun. Aşk! Aşk her şeydir;en kıymetli elmastan üstündür, bir kızın tekservetidir aşk! Bu aşk için ruhunu veren, ölümügöze alanlar vardır. Ya senin aşkının değeri ne?Tependen tırnağına kadar satılıksın, aşkınıaramak gereksiz; bunsuz da her şey mümkünoluyor. Bir genç kız için bundan ağır hakaretolamaz, anlıyor musun? İşittiğime göre,patronlar sizin gibi budalaların gönlü hoş olsun

diye birer dost bulmanıza izin verirlermiş. Bu dasaçma, düzenbazlığın ta kendisi; sizinle alayediyorlar, siz de inanıyorsunuz. Ne yani, dostunseni seviyor mu dersin? Hiç zannetmem. Seniher an elinden alabileceklerini bile bile nasılsever! Midesiz herifler bunlar. Sana karşı zerresaygısı var mı? Aranızda ne çeşit yakınlıkolabilir? Herif seninle alay ediyor, üsteliksoyuyor; aşkı bundan ibaret! Dayak atmadığınaşükret. Kim bilir, belki dayak da atıyordur. Seninde bir dostun varsa sor bakalım, nikâhla alırmıymış seni? Eğer yüzüne tükürmez, dahasıpataklamaya kalkmazsa, kahkahalarlagüleceğine eminim; halbuki kendisi ciğeri beşpara etmezin biridir. Bir düşün, burada hayatınıne uğruna mahvediyorsun? İçtiğin kahveyiayağına getirdikleri, mideni tıka basadoldurdukları için mi? Peki, ama sizleribeslemelerinin sebebi ne? Namuslu bir kızınburada bir lokma bile boğazından geçmez,çünkü neden yemek verildiğini hemen anlar.Burada daima borçlu olacaksın ve sonuna kadar,müşteriler senden bıkıp sırt çevirmeye başlayanakadar borcun tükenmeyecek. Gençliğine

güvenme; o gün göz açıp kapayana kadargelecek. Burada zaman dörtnala yol alır ve işte ovakit gözünün yaşına bakmadan seni kapı dışarıederler. Hem de öyle düpedüz değil; epeyöncesinden, sanki bu ev uğruna gençliğini,sağlığını harcayan, ruhunu mahveden sendeğilmişsin, patronu batırıp, soyup soğanaçevirmişsin, kadıncağızı neredeyse köşe başındaavuç açacak hale getirmişsin gibi davranır, herhareketine mim koymaya, olur olmaz sebeplerleazarlamaya, en ufak şeyleri başına kakmayabaşlarlar. Kimsenin senden yana çıkacağını daumma; patrona şirin görünmek için hep birlikteseni gagalarlar, çünkü buradaki herkes, vicdanı,acıma duyguları çoktan silinmiş birer esirdir. Buçamura bulanmış mahlûkların hakareti dedünyanın en adi, en iğrenç hakaretidir. Sağlığını,gençliğini, güzelliğini, ümitlerini, sahip olduğunher şeyi körü körüne bir sadakatle burayaverecek, yirmi iki yaşında otuz beş gibigörüneceksin; bir hastalık kapmamışsan, geneTanrı’ya şükret. Belki bugün, ağır bir işyapmadığını, rahat yaşadığını düşünüyorsun.Halbuki dünyada bundan daha ağır, daha kahırlı

iş yoktur. Bunu düşünmek bile insanın içiniparçalıyor. Buradan kovulduğun zaman da tekbir söz söyleyemez, gık diyemeden, tam birsuçlu gibi süklüm püklüm gidersin. Önce başkabir eve yerleşirsin, oradan da bir üçüncüsüne;böyle birkaç ev daha değiştirir ve nihayetSennaya’ya kadar düşersin. Oradaysa her gündayak yersin, çünkü oranın iltifatı öyledir;müşteriler bundan başka okşama bilmezler.Sennaya’nın bu derece iğrenç olduğunainanmıyor musun yoksa? Bir gün git, belkikendi gözlerinle görürsün. Bir yılbaşı sabahı birevin önünde bunlardan birini gördüm. Pekbağıra bağıra ağladığı için alay olsun diye onudışarıda biraz dondurmaya karar vermiş, kapıyıda arkasından sürgülemişlerdi. Sabahındokuzunda, zilzurna sarhoştu; saçı başı karışmış,yarı çıplak, yediği dayaktan bitkin haldeydi.Suratına düzgün sürmüştü, ama gözleri çürükiçindeydi; burnundan, dişlerinden de kansızıyordu: Arabacılardan biri henüz benzetmişti.Elinde bir tuzlu balıkla taş merdiveninbasamağına oturmuştu. Hem gözyaşları içinde\"kaderinden\" şikâyet ediyor, hem elindeki balığı

basamaklara vuruyordu. Kapının önünetoplanan arabacılarla sarhoş askerler takılıyor,onunla alay ediyordu. Senin de tıpkı onun gibiolacağına inanmıyorsun, değil mi? Ben deinanmak istemezdim, ama kim bilir, belki o tuzlubalıklı kadın da sekiz on yıl önce memleketin birköşesinden buraya taze, tertemiz, melekler gibisaf gelmişti; kötülük nedir bilmez, konuşurkenyüzü kızarırdı. Belki senin gibi gururlu, alıngan,başkalarına benzemeyen, kraliçeler gibi bakanbir kızdı; gönlünü vereceği ve onu sevecekerkeğiyle birlikte kendisini tam bir saadetinbeklediğini sanıyordu. Sonu nasıl çıktı, görüyormusun? Bu saçı başı perişan, sarhoş kadın,balığı kirli basamaklara vururken, baba evindegeçirdiği temiz yılları, okula giderken yolunugözleyip onu ömrünün sonuna kadarseveceğine, bütün geleceğinin ona bağlıolduğuna, birbirlerini sevmekten aslavazgeçmeyeceklerine, büyür büyümez onunlahayatını birleştirmeye yeminler eden komşununoğlunu aklından geçirmiştir belki. Hayır Liza;demin söylediğim kız gibi, senin için de birbodrum köşesinde veremden ölüp gitmek en

iyisi. Hastane var diyorsun. Keşke götürseler,ama ya ev sahibeniz senden sonuna kadarfaydalanmak isterse? Verem, humma değil ki;insan son nefesini verene kadar ümidinikaybetmez, kendisini sıhhatli sanıp avunur.Patronun da istediği bu zaten. Seni rahatbırakmaz; canını ona sattığın gibi, paraca daborçlandığından sesini çıkarma hakkınkalmamıştır. Ölürken artık işe yaramaz halegeldiğin için hepsi senden uzaklaşır, sana sırtçevirir. Hatta boşuna yer tuttuğun, bir an önceölmediğin için sitem bile ederler. Susadığınzaman suyunu bile küfürle getirirler. \"Kaltağıngebereceği yok; iniltilerinden gözümüze uykugirmiyor; müşteriler de tiksiniyor.\" derler. Doğrusöylüyorum, bunu da duydum. Son demlerindebodrumun en pis, en berbat, karanlık, enrutubetli köşesine tıkarlar, yattığın yerdedüşünür durursun. Ölünce söylene söylene,yalapşap bir temizlikle her şeyi ortadankaldırıverirler; ne arkandan dua edenin, neacıyanın olur ve senin yükünden kurtulduklarıiçin rahat bir soluk alırlar. Adi bir tabuta koyup,bugünkü zavallı gibi seni de mezarlığa

götürdükten sonra, anmak için soluğumeyhanede alırlar. Mezarın içi vıcık vıcıkçamurla, suyla doludur; sulusepken de biryandan; eh, sana nezaketle davranmalarınıbekleyemezsin ya. \"Hadi indir Vanyuha; karınınkaderine bak, burada bile bacakları havadagidiyor. Kes ipleri şeytanın dölü!\" – \"Adam sende, böylesi de iyi.\" – \"İyi olur mu, baksana yandönmüş. O da can taşımıyor muydu be? Neyse,haydi dök toprağı!\" Senin için uzun boylu birtartışmayı bile çok görürler. Mezarı yaş,mavimtırak balçıkla üstünkörü örttükten sonradoğru meyhaneye koşarlar... O andan itibarenyeryüzüyle ilişiğin kalmaz. Başkalarınınmezarlarını çocukları, babaları, kocaları ziyareteder, ama senin ne ağlayanın, ne yas tutanın, neayinler yapanın olur; dünyada tek bir canlıziyaretine gelmez ve adın, hiç dünyayagelmemişsin gibi, yeryüzünden silinip gider!Yattığın çamur dolu bataklıkta, geceleri, ölülerhortladığı zaman istediğin kadar tabutununkapağına vur... \"Ne olur iyi insanlar, bırakın dayeryüzüne çıkıp biraz daha yaşayayım!\" diyebağır, \"Dünyayı bilmeden yaşadım, hayatımı

paçavraya çevirdim, Sennaya meyhanelerindetükettim; izin verin iyi insanlar, bir kere dahayaşayayım!\"Kendimi öyle kaptırmışım ki, gerçektenheyecan duyuyordum; boğazım da kurumayabaşlamıştı ve... o aralık birdenbire sözümükeserek korku içinde doğruldum; başımıürkekçe uzatarak kulak kabarttım, yüreğim deküt küt atıyordu. Gördüğüm manzara karşısındasarsılmamak mümkün değildi.Bir süredir Liza’nın ruhunu altüst ettiğimi,kalbini kırdığımı hissediyordum. Bunuhissettikçe, gayeme mümkün olduğu kadarçabuk varmak istiyordum. Oyun beni son derecesarmıştı; hoş, bu sadece oyun değildi ya...Zoraki, yapmacıklı, kitap gibi konuştuğumubiliyordum, ama ancak \"kitap gibi\"konuşabiliyordum. Fakat bundan sıkıldığımyoktu; karşımdakinin beni anlayacağını, hatta bukitap gibi konuşmanın daha çok işimeyarayacağını hissediyordum. Gene de yaptığımtesir karşısında ürkmüştüm. Yok, hayatımda buderece şiddetli bir umutsuzluğa şahit

olmamıştım! Liza yüzü koyun yatmış, yüzünüiki eliyle sımsıkı tuttuğa yastığa gömmüştü.Göğsü hıçkırıklardan parçalanacak gibiydi.Körpe vücudu ıspazmoz geçiriyormuşçasınasarsılıyordu. Hıçkırıklarını içinde boğmayaçalışıyor, ama ani haykırışlar, iniltiler halindeboşanıveriyordu. O zaman başını yastığa dahaçok bastırıyordu: Istırabını, gözyaşlarını evhalkından tek bir kişinin bile görmesiniistemiyordu. Yastığı dişliyor, kanatıncaya kadarelini ısırıyor (bunu sonradan fark ettim),dağılmış saç örgülerine parmaklarını daldıraraksoluğunu tutuyor, dişleri kenetlenmiş haldekendinden geçiyordu. Ona bir şeyler söyleyereksakinleşmesi için yalvarmak istedim, fakat bunacesaret edemeyeceğimi hissettim ve o andanöbete tutulmuş gibi tüm vücudum ürperdi;giyinmek için el yordamıyla acele acele ayağakalktım. Bütün gayretime rağmen karanlıktaçabuk giyinemiyordum. O sırada elime bir kibritkutusu ve bir şamdan geçti. Oda aydınlanınca,Liza yatağında hızla doğruldu; yüzü çarpılmış,dudaklarında delice bir gülümsemeyle manasızbakışını bana dikmişti. Yanına oturarak ellerini

tuttum; kendine gelerek, sarılmak için banadoğru atıldı, ama cesaret edemedi ve sessizcebaşını eğdi.— Liza, yavrum, bunu yapmamalıydım... affetbeni, diye başladım.Fakat ellerimi parmaklarıyla öyle hızla sıktı ki,sözlerimin lüzumsuz olduğunu anlayaraksustum.— İşte adresim Liza, bana uğra.Başını kaldırmadan, kesin bir tavırla:— Uğrarım... diye fısıldadı.— Artık gideyim, hoşça kal...Ben kalkınca o da kalktı; sonra birdenbirekızarıp ürperdi, sandalyenin üzerindeki şalıalarak omuzlarına attı ve çenesine kadar sarındı.Dudaklarında gene acıklı bir gülümseme belirdi,bana kızararak tuhaf tuhaf baktı. İçim sızlamıştı,bir an önce oradan uzaklaşmak istiyordum.Sofada, hemen hemen kapının önünde benipaltomdan tutarak:

— Azıcık durun, dedi ve mumu aceleylemasaya bırakıp içeri koştu.Ya bir şey hatırlamış ya da bana göstermekistediği bir şeyi almaya gitmişti. Dışarı çıkarkenkıpkırmızıydı, gözleri parlıyordu, dudaklarındakitebessüm de silinmemişti; ne olabilirdi? İsteristemez bekledim; Liza bir dakika sonra,gözlerinde af diler gibi bir ifadeyle döndü. Zatenbu, deminki karanlık, şüphe dolu, dik bakışlıyüz değildi. Şimdi yalvaran, yumuşak bir ifadesivardı; bakışlarında da şefkat, güvenokunuyordu. Çocuklar sevdiklerinden bir şeyisterken böyle bakarlar. Açık kahverengi güzelgözlerinin hem sevgiyi, hem nefreti yansıtacakbir canlılığı vardı.Bana –her şeyi kendiliğimden anlayabilecekinsanüstü bir mahlûkmuşum gibi– hiçbir izahatvermeden, bir kâğıt uzattı. O anda yüzündeadeta çocukça zafer parıltıları belirdi. Kâğıdıaçtım. Bu, ya tıbbiyeli ya da başka bir okuldanbir gencin pek tumturaklı, pek şairane ama çoksaygılı bir tarzda yazdığı bir ilan-ı aşkmektubuydu. Tabirleri tam olarak aklımda

kalmamakla beraber, şişirme ifadesine rağmen,yazıda yapmacıksız, samimi bir hava vardı.Mektubu bitirince Liza’nın çocuk gibi sabırsız,heyecanlı, merak dolu bakışıyla karşılaştım.Gözlerini benden ayırmıyor, ne söyleyeceğimibekliyordu. Acele acele, hatta biraz da iftiharduyarak, bu gençle bir ailenin danslıtoplantısında tanıştığını, ailesinin çok iyi,olağanüstü iyi insanlar, gerçek bir aile olduğunuve onun hakkında henüz hiçbir şeybilmediklerini anlattı. Liza bu eve de yenigelmiş, kalmaya henüz karar vermemiş, borcunuöder ödemez ayrılacakmış... O öğrenci detoplantıdaymış, bütün akşam dans edipkonuşmuşlar; sonunda, daha Riga’da, henüzçocukken birbirlerini tanıdıkları, hatta beraberoyun oynadıkları ortaya çıkmış, ama bu çokeskidenmiş tabii. Çocuk annesiyle babasını datanıyormuş, fakat ona ait hiç bilgisi yokmuş vebu durumu da hiç ama hiç aklından geçirmiyor,hiçbir şeyden de şüphelenmiyormuş! Bumektubu toplantının ertesi günü (üç gün önce)orada bulunan bir kız arkadaşı aracılığıylayollamış ve... hepsi bu.

Liza anlatmayı bitirince mahcup bir tavırla,parıldayan gözlerini kaçırdı.Zavallıcık mektubu üstüne titrediği bir servetgibi saklıyordu; onu da namusuyla, içten seven,saygılı davranan bir delikanlının olduğunubilmeden gitmemi istememişti. İhtimal bumektup hiçbir sonuç vermeden kızınçekmecesinde kalacaktı. Ama öyle de olsaLiza’nın onu bir servet, şerefini temize çıkaranbir belge gibi ömrünün sonuna kadarsaklayacağından emindim; işte şimdi de bunuhatırlamış, düşük bir kız gibi görünmemek,takdirimi kazanmak için saf bir gururla banagöstermişti. Ses çıkarmadan elini sıkarakayrıldım. Bir an önce gitmek için canatıyordum... Sulusepken hâlâ devam ettiği haldeeve kadar yürüdüm. Harap olmuş, ezilmiştim,şaşkınlıktan hâlâ kurtulamamıştım. Fakat buşaşkınlığın arasından gerçeği yavaş yavaşseçmeye başlamıştım. Hem de olancaçirkinliğiyle!

VIIIAma ben o gerçeği kolay kolay kabul etmekistemedim. Kasvetli rüyalarla dolu birkaç saatlikkurşun gibi bir uykunun ardından bir gün önceolanları hatırlayınca Liza’ya karşı taşkınduygularıma, o pek lüzumsuz facia sahneleriyle\"yürek parçalamalara\" şaşmaktan kendimialamadım. \"Siniri bozuk kocakarılara döndüm,tüh bana!\" diye söylendim, \"Hem ne diyeadresimi eline sıkıştırdım! Ya gerçekten kalkargelirse? E, gelirse gelsin, ne yapalım...\" Fakatbesbelli , en önemli mesele bu değildi; nepahasına olursa olsun, Zverkov’la Simonov’akarşı bir an önce şerefimi kurtarmalıydım. Enönemlisi buydu. O sabahın telaşı arasındaLiza’yı unutmuştum bile.İlkin Simonov’a hemen dünkü borcumuödemeliydim. En son çareye başvurmaya kararverdim: Anton Antoniç’ten tam on beş rubleödünç istemek. İşim rast gitti, Anton Antoniç’inneşeli bir günüydü, parayı hemen verdi. Buna okadar sevindim ki, senedi imzalarken tam birhovarda tavrıyla ve önemsiz bir olaydan

bahsediyormuşum gibi, \"Dün Hôtel de Paris’tebir âlem yapıp bir arkadaşı, daha doğrusucandan bir dostumuzu uğurladık; yüksek biraileden, zengin, iyi bir mevki sahibi, nükteci,sevimli mi sevimli bir arkadaş... bilirsiniz,kadınlarla serüvenleri olan çapkınlardandır... eh,\"yarım düzine\" kadar da fazladan kaçırdıktabii...\" diye açıklamalar bile yaptım. Bunları daçok rahat, gayet kendinden emin, hayatımdanmemnun bir halde anlattım.Eve döner dönmez Simonov’a bir mektupyazdım.Mektubumun gerçek bir centilmene yaraşır,candan, apaçık ifadesini hatırlarken şimdi bilezevk duyuyorum. Gayet ustaca ve kibar birtonla, en önemlisi de lüzumsuz gevezeliketmeden, bütün olan bitenlerde hep kendimisuçlu çıkarıyordum. \"Eğer makbul sayılırsa tekmazeretim\" içkiye alışık olmadığım için (güya)Hôtel de Paris’te beşten altıya kadar onlarıbeklerken içtiğim tek kadehle sarhoş olmamdı.Önce Simonov’dan özür diliyor, izahatımı öbürarkadaşlara ve bilhassa da \"hayal meyal

hatırladığım kadarıyla\" hakaret ettiğimZverkov’a iletmesini rica ediyordum. Başımağrımasa ve daha da önemlisi onlardanutanmamış olsaydım, hepsine bizzat gideceğimide ekliyordum. Mektubumdaki ifade\"serbestliği\", hatta bir gece önceki \"kepazelik\"üzerindeki görüşümü her türlü açıklamadan çokdaha iyi belirten bir çeşit (nezaket kaideleridışına çıkmamakla beraber) kayıtsızlık pekhoşuma gitmişti; kısacası sayın baylarındüşündüğü gibi, bu mesele yüzünden kahrımdanölmediğim, tam aksine her şeyi öz saygısı olanbir centilmen sakinliğiyle karşıladığım açıktı. Eh,\"Kul kusursuz olmaz!\" demezler mi?Mektubu hayranlıkla tekrar tekrar okurken,kendi kendime;— Bu derece zarif bir yazı ancak bir markininkaleminden çıkabilir, diyordum. Ne olsa aydın,okumuş adam olmak başka şey! Benim yerimdebaşkaları olsa bu bataktan nasıl çıkacaklarınıbilemez, apışır kalırlardı; halbuki ben, üstelikalay da ederek kolayca sıyrılıyorum, çünkü\"zamanımızın okumuş, aydın bir adamıyım\".

Belki dünkü hallerime gerçekten şarap sebepolmuştur. Hoş... pek şaraptan da denemez ya.Saat beşten altıya kadar onları beklerken ağzımavotka bile koymadım. Simonov’a yalanuydurdum, hiç utanmadan yalan söyledim; hoş,şimdi de utandığım yok ya...Adam sen de, vız gelir bana! Kurtuldum ya,mesele onda.Mektubun içine altı ruble koyarak zarfıkapadım ve Apollon’u mektubu Simonov’agötürmesi için kandırdım. Mektubun içinde paraolduğunu öğrenen Apollon daha saygılı bir tavırtakınarak gitmeyi kabul etti. Akşamüstü, birazdolaşmak için sokağa çıktım. Başımda hâlâ birağırlık ve dönme vardı. Fakat ortalık yavaşyavaş kararınca düşüncelerim değişmeye,birbirine karışmaya başladı. Ruhumun,vicdanımın derinliğinde bir türlü sakinleşmeyen,bütün varlığımın yakıcı bir hüzünle dolmasınasebep olan bir köşe vardı. En işlek yerlerde,çarşı sokaklarında, Meşçanski’lerde[21],Sadovi’de, Yusupov Bahçesi’nde dolaşmakâdetimdi. Özellikle de bu caddelerin ortalık

kararınca işten çıkıp iş gailesinin hırçınlığınıüstlerinden atmadan evlerine dağılan işçiler,esnaflar, gelen geçenlerle kalabalıklaştığı saatleriçok severdim. Bunların yarım kapik için telaşlakoşturmalarını, arsız bayağılıklarını seyretmeyedoyamazdım. Fakat bu sefer o sokak şamatası,itişme kakışmalar fena halde sinirimedokunuyordu. Bir türlü kendime hâkimolamıyor, dizginlerimi toparlayamıyordum.İçimde durmadan kabaran, dinmek bilmedensızlayan bir şey vardı. Eve son derece huzursuzdöndüm. Ruhumda, cinayet işlemişim gibi birağırlık vardı.Liza’nın geleceği düşüncesiyle içim içimiyiyordu. İşin tuhafı, dünkü hatıralarım içindeona ait olanların ruhumda tamamıyla ayrı yertutarak bana bambaşka bir ıstırap vermesiydi.Diğer olayların hepsini akşama kadar unutmuşgitmiştim; yalnız Simonov’a yazdığım mektubunverdiği memnunluk hâlâ devam ediyordu. Fakatbu bahse gelir gelmez memnunluğumkayboluyordu. Üzüntümün tek sebebi Liza’ydısanki. Durmadan, \"Ya gerçekten gelirse?\" diyedüşünüyordum. \"Ne yapalım, varsın gelsin.

Hımm... Ama gelince nasıl iğrenç yaşadığımıgörecek. Dün kendini ona bir... kahraman gibisatarken bugün... hımm!.. Doğrusu kendimi bukadar salıvermem hiç de iyi olmuyor. Evim sefilbir halde. Bir de dün bu kılıkla ziyafete gitmeyekalkıştım! Ya şu içinden kıtığı fırlamış muşambasedir! Hiçbir yerimi örtmeyen sabahlığım! Nepaçavra ama... Gelip hepsini, üstelik Apollon’uda görecek. Hayvan herif mutlaka kızı tersler.Sırf bana karşı saygısızlık olsun diye ona çatar.Ben de, huyum kurusun, her zamanki gibipısırık pısırık önünde yılışmaya, sırıtaraksabahlığımın önünü kapamaya, yalanlarsıralamaya başlarım. Öff, ne rezillik! Üstelik eniğrenci bu da değil! Bundan daha kötü, dahaçirkin, daha aşağı olanı da var! Evet, dahaaşağısı! Gene o şerefsizlik, yalancılık maskesinitakmak zorunda kalacağım!..\"Bunu düşünürken fena halde öfkelendim.\"Ama neden şerefsizlik olsun? Ne şerefsizliği?Dünkü konuşmamda samimiydim. Hep içtengelen sözler söyledim, hatırlıyorum. Onda asilduygular uyandırmak istiyordum... Gözyaşı

dökmesi de kendi iyiliği içindir, faydalıdır...\"Gel gelelim bir türlü yatışamıyordum.O gece eve dönünce saat dokuzdan sonra, yanihesabıma göre artık Liza’nın gelemeyeceğizamanda bile, onu hep dünkü görüntüsüylehatırlamaya devam ettim. Dün geceden aklımdakalan en kuvvetli intiba, kibrit çaktığım zamanbeti benzi uçmuş, ıstırapla buruşmuş yüzü,kederli bakışıydı. Çarpık gülümsemesi nezavallı, ne gayritabiiydi o anda! Ama Liza’yı onbeş yıl sonra da o zavallı, çarpık, lüzumsuzgülümsemesiyle hatırlayacağımı henüzbilmiyordum.Ertesi gün bunların hepsini saçmalık, bozuksinirlerimin büyüttüğü uydurmalar olarak kabuletmeye hazırdım. Zayıf tarafımı bildiğim için heran kendi kendime, \"Şu her şeyi büyütmekâdetim yok mu, sakat tarafım bu işte.\" diyetekrarlıyordum. Gene de o günlerde bütündüşündüklerimin, tahminlerimin nakaratı, \"Herşeye rağmen Liza gelecek!\" idi. Buna o derecesaplanıyordum ki, arada bir çıldıracak gibioluyordum. Odanın içinde koştururken,

\"Gelecek, mutlaka gelecek!\" diye bağırıyordum.\"Bugün olmazsa yarın gelecek; ne yapar eder,bulur! Şu temiz kalplerin romantikliğine lanetolsun! O ‘kirlenmiş, hassas ruhlar’ın iğrençliği,ahmaklığı, darlığı yok mu! Halbukianlaşılmayacak nesi var, nesi?..\" İşte tam buradabüyük bir şaşkınlıkla duruyordum.\"Bir insanın hayatını istediği yola sokmak içinne kadar az söz, ne cılız (hem de yapmacık,kitaptan alma, uydurma) bir idil kâfi geldi!\" diyedüşünüyordum, \"İşte bakirelik budur! Tammanasıyla işlenmemiş bir toprak!\"Bazen Liza’ya gidip \"her şeyi anlatarak\" banagelmemesini rica etmek istiyordum. Fakat bunudüşünür düşünmez içimde öyle korkunç birhiddet kabarıyordu ki, \"melun\" Liza o andakarşıma çıksa ayağımın altına alıp ezebilir,hakaretler eder, yüzüne tükürerek kovar, dayakatardım!Fakat bir, iki, üç gün geçtiği halde gelmeyinceferahlamaya başladım. Hele gece saat dokuzugeçti mi iyice canlanıp neşeleniyor, arada birtatlı tatlı hayaller bile kuruyordum: Mesela, Liza

bana gelip gitmeye başlıyor, konuşmalarımlaona kurtuluş yolunu gösteriyordum...Okumasıyla, gelişmesiyle meşgul oluyordum.Sonunda beni sevdiğini, delicesine sevdiğinifark ediyor, ama anlamazlıktan geliyordum(bunu ne diye yaptığımı bilmiyorum; besbelliböylesi daha güzel görünüyordu). Sonunda,mahcup halinin artırdığı güzelliği içindetitreyerek, gözyaşlarıyla ayaklarıma kapanıyor,kurtarıcısı olduğumu ve dünyada en çok benisevdiğini itiraf ediyordu. Bense hayretgöstererek, \"Aşkını anlamadığımı mı sandınLiza?\" diyordum, \"Hepsinin farkındayım, fakatilk adımı senin atmanı istiyordum; tesirim altındaolduğunu biliyordum ve bu yüzden aşkımaminnet duygularıyla karşılık vereceğinden, benisevmek için kendini zorlayacağındankorkuyordum. Sana baskı yapmayıistemiyordum. Zorbalıktır bu... nezaketsizliktir(kısacası George Sand üslubuyla anlaşılmasıgüç, Avrupai incelikleri sıralayaraksaçmalamaya başlıyordum). Fakat artıkbenimsin, bütün temizlik ve güzelliğinle benimeserimsin, sevgili karımsın.

Evime hür, başın dik olarak,Evimin kadını olarak gir!\"[22]Böylece muradımıza eriyor, rahat bir ömürsürüyor, yurtdışına gidiyorduk vs. vs. Amasonunda kendimden iğrenmeye başlıyor, dilimiçıkararak kendi kendimle alay ediyordum.Bir aralık, \"İyi ama ‘kaltağı’ bırakmazlar ki!\"diyordum, \"Galiba onları vakitli vakitsiz dışarıyabırakmıyorlar, akşamları hiç çıkamaz (nedense,Liza’nın bana ille akşamüstü, hem de tam saatyedide geleceğini sanıyordum). Öyle ama, banahenüz oranın malı olmadığını, şimdilik hususibir anlaşmayla kaldığını söylemişti, hımm! Hayaksi şeytan, gelecek, mutlaka gelecek!\"Bereket o sıralar Apollon’un kabalıkları benibiraz oyalıyordu. Ama sabrım tükenmeküzereydi! Şu Apollon. Tanrı’nın bana layıkgördüğü bir ceza, ömrümün törpüsüydü. Birkaçyıldan beri hayatımı zehirliyordu ve ondannefret ediyordum. Tanrım, ondan öyle nefretediyordum ki! Bilhassa bazı anlarda ondannefret ettiğim kadar hayatta kimseden nefret

etmemişimdir. Yaşlı, ağırbaşlı, elinden birazterzilik de gelen bir adamdı. Nedense benifazlasıyla küçümser, çekilmez bir yaratıkmışımgibi üstten bakardı. Hoş, herkese karşı bu tavrıtakınırdı ya. Sarı saçları dümdüz taranmışkafasına, alnında kabarık duran, ayçiçeğiyağıyla yağladığı kâkülüne, daima \"ijitsa\"[23]şeklinde büzdüğü kocaman ağzına bakınca,kendinden son derece emin birisinin karşısındaolduğunuzu hemen anlardınız. Son dereceukalaydı, hayatımda onun kadar ukala birisinerastlamadım; üstelik neredeyse MakedonyalıBüyük İskender kadar gururluydu. Elbisesinindüğmelerine, tırnaklarının her birine ayrı ayrıâşıktı! Gayet az konuşurdu; bakışları daima sert,azametli, kendinden emin ve alaycıydı ki, bu dabeni hiddetten çıldıracak hale getiriyordu.Hizmetimi de bana büyük bir lütuftabulunuyormuş gibi görürdü. Hoş, benim içinhemen hemen hiçbir şey yapmıyordu zaten;bunu vazifesi saymıyordu. Beni dünyada eşi güçbulunur ahmaklardan biri olarak gördüğünden,sırf aylığını almak gayesiyle \"yanında tuttuğu\"apaçıktı. Ayda yedi ruble karşılığında evimde

\"hiçbir şey yapmamaya\" lütfen razı oluyordu. ŞuApollon yüzünden öbür dünyada günahlarımınpek çoğu affedilecek herhalde. Ona duyduğumnefret o dereceydi ki, yürüyüşünü duyunca bilekriz geçirecek gibi oluyordum. Hele o peltekpeltek konuşmasından büsbütün iğreniyordum.Dili ağzına göre büyük müydü, yoksa başka birsebebi mi vardı bilmem, fakat ağzından bütün\"z\"ler \"s\" şeklinde ve ıslık çalar gibi çıkıyordu;Apollon, ona bir kat daha heybet verdiğinizannederek, bu haliyle iftihar ediyordu galiba.Ellerini arkasına bağlayıp gözlerini yere dikerek,alçak sesle kesik kesik konuşurdu. En çoksinirime dokunan da kendi bölmesindeMezmurlar’ı okumasıydı. Bu merakı bana azçektirmedi. Geceleri değişmeyen bir sesle, birölünün başındaymış gibi, kelimeleri uzata uzataokumaya bayılırdı. İşin garibi, sonunda bu işikendisine meslek edindi: Apollon şimdi ölülerinbaşında parayla Mezmurlar’ı okuyor, bir yandanda fareleri yok ediyor ve kundura boyası yapıpsatıyor. Fakat o sıralar benimle adeta kimyasalbir şekilde birleşmiş gibiydi, onu bir türlüdefedemiyordum. Zaten kovsam da gitmeye razı

olmazdı. Ben de bir pansiyona çıkamazdım:Oturduğum daire beni insanlar âlemindengizleyen bir kabuk, bir mahfazaydı. Apollon’unedense evimin demirbaş eşyasındansayıyordum; bu yüzden tam yedi yıl ondankurtulamadım.Aylığını iki üç gün geciktirmek haddine midüşmüş. Öyle haller alırdı ki, kaçacak delikarardım. Fakat o günlerde kızgınlığımın acısınıondan çıkarmaya, ceza olsun diye, Apollon’adaha iki hafta parasını vermemeye karar verdim.Bunu çoktandır, belki iki yıldır yapmakistiyordum; bana kafa tutamayacağını, istediğimzaman aylığını pekâlâ vermeyebileceğimi ispatetmek istiyordum. Ona hiçbir şey söylemeyecek,hatta hiç konuşmayacak, burnunun sürtülmesini,para lafını ilk onun açmasını bekleyecektim.Ancak o zaman masanın gözünden yedi rubleyiçıkararak aylığının hazır olduğunu gösterecek,fakat, \"Bunu sana sırf canım öyle istediği içinvermiyorum, sırf vermek istemediğim için.\"diyecektim; çünkü bu, \"efendisinin keyfine\"bağlı bir şeydi, çünkü o saygısız, terbiyesiz biradamdı, ama nezaketle isteyecek olursa belki

yumuşar, parasını verirdim, aksi halde iki hafta,üç hafta, belki de bir ay bekler dururdu...Fakat bütün kızgınlığıma rağmen Apollon beniyendi. Dört gün bile dayanamadım. Gene böyledurumlarda kullandığı, sınanmış taktiğinebaşvurdu (bu aşağılık usulü önceden de gayetiyi biliyordum); taktik şöyleydi: İlkin evdenuğurlarken ve karşılarken beni dakikalarca dikdik süzmekle işe başlardı. Eğer ben dayanır,aldırış etmezsem, başka çeşit eziyetlere geçerdi.Ben odamda dolaşır veya bir şey okurkensessizce, süzülür gibi içeriye girer, kapınınönünde bir elini arkasına koyup ayağının birinide öne uzatarak durur, bu sefer yalnız sert değil,açıkça küçümseyen bakışını üstüme dikerdi. Neistediğini sorunca hiç cevap vermez, bir müddethep o delen bakışıyla beni süzmeye devam eder,sonra kendine has, manalı bir tavırla dudakbüküp ağır ağır döner, yavaş adımlarla odasınagiderdi. Bir iki saat sonra yeniden damlar, aynıtavırla karşıma dikilirdi. Bazen o kadarhırslanırdım ki, ne istediğini bile sormazdım.Sadece sert, buyurgan bir tavırla başımıkaldırarak ben de gözlerimi ona dikerdim.

Böylece bir iki dakika birbirimize bakardururduk, nihayet Apollon azametle dönerekgene bir iki saat için odasına yollanırdı.Eğer bu yaptıkları beni akıllandırmamışsa, kafatutmaya devam ediyorsam Apollon, bu seferyüzüme bakarak, ahlak düşkünlüğümünderecesini ölçmek ister gibi derin derin içgeçirmelere başlardı. Sonunda beni mat ederdielbette: Önce hiddetten tepinip bağırmaya başlar,sonra da istediğini yapardım.Bu defa mahut sert bakış tatbikatına başlarbaşlamaz köpürüp adama saldırdım. Zatenkızgınlıktan çatacak yer arıyordum. Apollon, bireli arkasında odasına gitmek üzere sessizce, ağırbir hareketle dönerken olanca hiddetimle:— Dur!.. diye haykırdım. Dur! Buraya gel. Geldiyorum sana!Herhalde öyle gayritabii haykırmıştım ki, banadöndü ve bir parça şaşkınlıkla beni incelemeyebaşladı. Fakat hâlâ ses çıkarmıyordu ki, beni asılkızdıran da buydu.

— Çağırılmadan odama nasıl girer, bana nasılbu şekilde bakabilirsin, cevap ver!Fakat Apollon beni bir an sessizce seyrettiktensonra gene çıkmaya hazırlandı. Ona doğrukoşarak:— Dur! diye kükredim. Kımıldama! Ha şöyle.Cevap ver şimdi: Ne diye odama girdin?Birden cevap vermedi. Sonra yavaş, tane tane,hep o fıslayan sesiyle:— Bana bir emriniz varsa, yerine getirmeködevimdir, dedi.Kaşlarını kaldırıp başını yumuşak bir hareketlebir omzundan öbür omzuna doğru eğerek, hep oezici sükûnetiyle konuşuyordu.Hiddetimden tir tir titreyerek:— Bunu değil, bunu sormuyorum sana cani!diye bağırdım. Sana buraya neden girdiğinisöyleyeyim pis cani: Aylığını vermediğimigörüyor, boyun eğerek istemeyi kibrineyediremiyorsun; buraya da beni manasız

bakışlarınla cezalandırarak eziyet etmeye geldin,ama ne ahmakça, ne sersemce hareket ettiğininfarkında bile değilsin, aptal, aptal, aptal, aptal,aptal!Apollon gene cevap vermeden odadançıkmaya hazırlandı, fakat bırakmadım.— Buraya bak! İşte paran (çekmeceden parayıçıkardım), gördün mü? İşte yedi rublentastamam, ama edebini takınarak, saygıyla gelipbenden af dilemedikten sonra zırnık alamazsın.Anladın mı?Sesinde tabii olmayan bir kendine güvenlemırıldandı:— Olmaz öyle şey!— Olacak! Şerefim üstüne yemin ederim kiolacak!Apollon, bağırmamın farkında değilmiş gibidevam etti:— Sizden af dilemem için sebep yok, çünkübana, \"cani\" diye bağıran sizdiniz; karakola

giderek sizi bunun için şikâyet bile edebilirim.— Git, şikâyet et! Hemen şimdi, hiç durmadangit! Canisin işte! Cani! Cani!Apollon beni şöyle bir süzdü ve haykırışlarımakulak asmadan, dönüp bir kez olsun bakmadan,salına salına uzaklaştı.\"Hep Liza’nın yüzünden, o olmasaydı bunlarolmazdı!\" diye düşündüm. Bir an beklediktensonra vakur, resmi bir tavırla uşağımınparavanın arkasındaki bölmesine yollandım;kalbim kuvvetle, fakat ağır ağır atıyordu.Yavaşça, dura dura ve tıkanarak:— Apollon! dedim. Hemen karakola git,buraya bir memur getir!Apollon masasına oturmuş, gözlüğünü detakmış bir şeyler dikiyordu. Emrimi duyuncagüldü.— Hemen git, derhal! Git, yoksa pişmanolursun!Başını bile kaldırmadan, iğneye iplik

geçirirken hep o ağır konuşmasıyla fısıldayarak:— Gerçekten aklınızda noksanlık var, dedi.Olacak iş mi bu: İnsan kendi kendini poliseşikâyet eder mi? Hem boşuna beni korkutmayauğraşmayın, nasıl olsa bir şey yapacağınız yok.Omzuna yapıştım. Tiz perdeden:— Git! diye cırladım, bir tane patlatmamaramak kalmıştı.Fakat bu arada antrenin kapısının yavaşçaaralandığını, birinin içeriye girip durduğu yerdenşaşkınlıkla bizi seyretmeye başladığını nasılsaduymamışım. O yana bakınca müthiş bir utançduydum ve kendimi odama attım. Orada ellerimisaçlarıma daldırarak başımı duvara dayadım,öylece kalakaldım.Bir iki dakika sonra Apollon’un ağır adımlarıduyuldu. Sert bakışını bana dikerek:— Birisi sizi istiyor; dedi ve yana çekilerekLiza’ya yol verdi. Odadan çıkmak istemediğibelliydi; bizi alayla süzüyordu.

Kendimi kaybederek:— Çık dışarı, defol! diye bağırdım. O andasaatim gayrete gelerek hışırdayarak yediyi çaldı.

IXEvime hür, başın dik olarak,

Evimin kadını olarak gir(Aynı şiirden)Liza’nın önünde şaşkın, bitkin, iğrençderecede bozulmuş bir halde duruyordum;galiba bir yandan gülümsüyor, bir yandan datıpkı önceden, can sıkıntıları arasındadüşündüğüm gibi pamuklu, hırpani sabahlığınınönünü kavuşturmaya çalışıyordum. Apollon biriki dakika durduktan sonra çekildi, ama bu banaferahlık vermedi. En kötüsü, bu defa kızın datahmin edemeyeceğim kadar afallamışolmasıydı. Tabii buna benim halim sebepolmuştu.Dalgın bir halle:— Otur, dedim.Masanın yanındaki iskemleyi ona doğruiteledim, ben de kanepeye geçtim. Liza gözlerinibenden ayırmadan uysal bir tavırla oturdu; herhalinden, benden bir şeyler umduğu bellioluyordu. Onun bu saf bekleyişi beni büsbütün

çileden çıkardı, fakat kendimi tuttum.Durumu kurtarmak için olanların farkındadeğilmiş gibi tabii davranmak lazımdı, halbukio... Liza’ya bunların pahalıya mal olacağını bellibelirsiz hissediyordum.Bu şekilde başlamak gerekmediğini bildiğimhalde, kekeleyerek:— Beni tuhaf bir durumda buldun Liza, dedim.Kızın birden yüzünün kızardığını görünce:— Sakın aklına bir şey gelmesin! diyebağırdım. Fakirliğimden utanmıyorum... Tamtersine, fakirliğimle iftihar ediyorum. Fakirolmakla beraber asilim... İnsan hem fakir, hemasil olabilir. Şey... çay içer misin?— Hayır... diye başlamıştı ki, sözünü kestim.— Dur azıcık!Yerimden fırlayarak Apollon’un yanınaseğirttim; kendimi bir yere atmakihtiyacındaydım. Avucumda hâlâ sımsıkıtuttuğum yedi rubleyi önüne fırlatarak hızla

fısıldamaya başladım:— İşte aylığın Apollon, görüyorsun yaveriyorum. Ama sen de beni kurtarmalısın:Hemen koş, çayhaneden çayla on tane peksimetgetir. Eğer getirmezsen dünyanın en bedbahtadamı olacağım! Bunun nasıl bir kadınolduğunu bilemezsin... O... her şeydir! Belkiaklından kötü düşünceler geçiyor... Ama onunnasıl bir kadın olduğunu bilemezsin!..Tekrar gözlüğünü takarak dikişine oturanApollon iğneyi elinden bırakmadan yan gözleparayı sessizce süzdü, sonra cevap vermeden vebana zerre kadar ilgi göstermeden hâlâ iğneyegeçiremediği iplikle uğraşmaya devam etti.Kollarımı à la Napoléon bir görkemlekavuşturarak iki üç dakika önünde durdum.Şakaklarım ter içindeydi ve yüzümde bir damlakan kalmadığını hissediyordum. Bereket versin,bana acıdı galiba, iplik geçirme işini bitirdiktensonra yavaş yavaş iskemleyi çekti, yavaş yavaşdoğruldu, yavaş yavaş gözlüğünü çıkardı veyine yavaş yavaş parayı saydıktan sonra başınıçevirerek omzunun üstünden, çayın bir

çaydanlık mı olacağını sordu; sonunda da yavaşyavaş odadan çıktı. Liza’nın yanına dönerkenaklıma, külüstür sabahlığımın eteklerinitoplayarak nereye olursa kaçmak geldi. Ondansonra ne olursa olsun.Tekrar yerime oturdum. Liza bana endişeylebakıyordu. Birkaç dakika hiç konuşmadanoturduk.Birdenbire:— Geberteceğim onu! diye haykırarak olancagücümle masaya bir yumruk indirdim. Öyle hızlıvurmuştum ki, hokkanın içindeki mürekkepmasaya sıçradı.Liza ürperdi:— Aman ne diyorsunuz!— Evet geberteceğim onu, geberteceğim! diyecırlak bir sesle bağırarak masayı yumruklamayadevam ediyordum. Bunu yaparken taşkınlığımınne kadar manasız olduğunu gayet iyianlıyordum.

— Bu caninin bana neler yaptığını bilemezsinLiza. Adam benim celladım... Şimdi peksimetalmaya gitti, o...Birdenbire ağlamaya başladım. Buhrangeçiriyordum. Hıçkırıklar arasında büyük birutanç duyuyordum, ama artık kendimitutamıyordum.Liza korkmuştu. Telaşla etrafımda dönüyor:— Ne oldunuz? Neniz var? diye soruyordu.— Su... su ver bana! Şurada...Oysa suya da, mırıldanarak konuşmaya daihtiyacım olmadığını adım gibi biliyordum.Geçirdiğim buhran gerçekti, ama bir yandan dadurumu kurtarmak için numara yapıyordum.Liza şaşkın şaşkın bana bakarak su getirdi. Oanda Apollon çayla geldi. Birdenbire, bualelade, basit çayın biraz önceki hadiseden biledaha utandırıcı, daha küçültücü olduğunu farkederek kızardım. Liza, Apollon’a bile korkuylabakıyordu. O bize aldırmadan odadan çıktı.

Kızın gözlerinin içine bakarak:— Beni hakir görüyorsun, değil mi Liza?dedim.Ne düşündüğünü öğrenmek için duyduğumsabırsızlıktan titriyordum.Bozuldu, cevap veremedi.Hırsla:— Hadi iç çayını! dedim.Kendi kendime kızıyordum, ama acısını ondançıkaracaktım. Bu kıza karşı kalbimde öyledehşetli bir nefret kabarmıştı ki, elimden gelseonu öldürürdüm. Öcümü almak için içimdenonunla bir tek kelime konuşmamaya yeminettim. \"Her şeyde o suçlu.\" diye düşünüyordum.Aramızdaki sessizlik beş dakika kadar sürdü.Çay masada durduğu halde ikimiz deiçmiyorduk. Liza’yı daha çok sıkmak için işiçaya el sürmemeye kadar vardırmıştım; o dabaşlamaya çekiniyordu. Birkaç kere hüzünlü birşaşkınlıkla yüzüme baktı, inatçı sessizliğimi

bozmuyordum. Bu durumda en çok azap çekende şüphesiz bendim. Manasız hiddetiminiğrençliğini, adiliğini tamamıyla idrak ediyor,ama bir türlü kendime hâkim olamıyordum. Kız,sessizliği bozmak için:— Ben oradan... şey... temelli çıkmakistiyorum, diye başladı.Zavallı kızcağız! O manasız anda benim gibiaptal bir adama açılmayacak tek konu varsa, oda buydu işte. Beceriksizliği, yersiz açıkkalpliliği bana bile dokundu. Fakat tam o sıradaiçimde kabaran kötü bir duygu tümmerhametimi bastırdı, hatta daha fazlasınıyapmaya kışkırttı: Olan olmuştu, artık dünya vızgelirdi bana! Beş dakika daha geçti. Liza ürkekbir tavırla, duyulur duyulmaz bir sesle:— Sizi rahatsız ettim galiba... diyerek ayağakalktı. İncinmiş izzetinefsin ilk isyanını görüncehiddetimden tir tir titreyerek patladım:— Zaten ne diye bana geldin, ne diye, söylermisin lütfen?

Tıkanır gibi konuşuyor, sözlerimde mantıksırası bile kollamıyordum. Her şeyi birdenanlatmak istiyor, nereden başlayacağınıkestiremiyordum. Artık kendimi tutamayarak:— Ne diye geldin, cevap ver! diye bağırdım.Cevap ver bana! Ben sana niçin geldiğinisöyleyeyim iki gözüm. Sana o gün dokunaklılaflarettiğim için geldin. Şimdi deşımarıklığından, canın gene \"dokunaklı laflar\"duymak istediği için geldin. Ama haberin olsun,seninle o zaman alay etmiştim. Şimdi de alayediyorum. Niye ürperiyorsun öyle? Evet, alayettim! Evinize benden önce gelenler yemektebeni tahkir etmişlerdi. Size, onlardan birini, birsubayı dövmek için gelmiştim, ama olmadı,kaçırdım. Birisinden, gördüğüm hakaretin öcünüalmak istiyordum, karşıma sen çıktın, öfkemisenden aldım, eğlendim seninle. Beni küçükdüşürdüler, ben de aynı şeyi yapmak istedim;beni paçavraya çevirdiler, ben de kendimigöstereyim dedim... Mesele bundan ibaret,yoksa sen oraya seni kurtarmak için geldiğimimi sandın? Böyle mi düşündün? Böyle mi ha?

Söylediklerimin ona pek karışık geldiğini,muhtemelen çoğunu anlayamayacağınıbiliyordum, fakat esası kavrayacağına emindim.Tahminimde yanılmadım. Liza’nın yüzü kâğıtgibi oldu; konuşmak istedi, ama dudaklarııstırapla kıvrıldı ve ayaklarına bir balta yemişgibi iskemleye çöktü. Ondan sonra beni ağzıaçık, bakışları sabitleşmiş, bütün varlığını sarandehşetten titreyerek dinledi. Sözlerimdekiarsızlık, hayasızlık onu ezmişti...Yerimden fırlayıp önünde bir aşağı bir yukarıodayı arşınlamaya başladım. Bağıra bağıra:— Kurtarmakmış! diye devam ettim. Nedenkurtaracakmışım seni? Belki ben senden defenayım. Niye o gün karşına geçmiş mavalokurken suratıma, \"Ya senin ne işin var burada?Ahlak hocalığı taslamaya mı geldin?\" diyehaykırmadın? O gün bütün istediğim, bir kuvvetgösterisi yapmaktı; seni ağlatıp ezmekten,buhrana sürüklemekten başka düşündüğümyoktu. Ama miskin, mendeburun biri olduğumiçin dayanamadım, korktum ve şeytan bilirhangi sebepten sana adresimi verdim. Daha eve

varmadan bu adres verme işi yüzünden sanaiçimden ne sövgüler yağdırdım. Sana yalansöylediğim için senden nefret ediyordum. Çünkütek istediğim kelime oyunları yapmak, kafamıbiraz çalıştırmak, biraz kendimi eğlendirmekti...aslında istediğim nedir bilir misin? Hepinizinyerin dibini boylamanız, işte o kadar! Huzur,sükûnet istiyorum ben. Beni rahatsız etmesinlerdiye bütün dünyayı bir kapiğe satarım. Benikıyamet kopmasıyla çaysız kalmam arasındaseçim yapmak zorunda bıraksalar, dünya yıkılsaumurumda olmayacağını, ama çayımdanvazgeçmeyeceğimi haykırırdım. Bunu biliyormuydun? İşte ben böyle namussuz, alçak,bencil, tembelin biriyim. Buraya geleceksin diyeüç gündür korkudan kendi kendimi yedim. Buüç gün içinde beni en çok kaygılandıran şeyinne olduğunu söyleyeyim mi? O gün karşındakahramanlık tasladıktan sonra, beni burada buyırtık sabahlığımla, yokluk, pislik içindegörmenden korkuyordum. Sana demin,fakirliğimden utanmadığımı söyledim, amayalan, en çok bundan utanıyor, bundankorkuyorum; hırsız olsaydım bu derece

korkmaz, utanmazdım. Son derece gururluyum;en ufak şey, derim soyulmuş da, sanki havanınteması bile bana ıstırap veriyormuş gibihissetmeme neden olur. Beni bu partalsabahlığımla, hırçın bir köpek gibi Apollon’asaldırırken yakaladığın için seni hiçaffetmeyeceğimi hâlâ anlayamadın mı?Kurtarıcı, sabık kahraman, yoluk tüylü, uyuz birit misali uşağına saldırıyor, öteki de onunla alayediyor! Miskin kocakarılar gibi, karşındagözyaşlarımı tutamayışım yüzünden deaffetmeyeceğim seni! Şu anda itiraf ettiklerimyüzünden de seni affetmeyeceğim! Evet sen,yalnız sen, bütün bunların hesabını vereceksin,çünkü karşıma sen çıktın, çünkü ben alçağınbiriyim, yeryüzündeki solucanların en iğrenci,en gülüncü, en miskini, en ahmağı, enkıskancıyım; gerçi diğerlerinin de benden dahaiyi tarafları yok, ama gene de hiçbir şeydenutanmıyor şeytan alasıcalar! Halbuki ben ömrümboyunca en ufak bir bitten bile fiske yerim;benim karakterim de bu işte! Bunların hiçbirinianlamasan da bana vız gelir! Senin oradamahvolup gitmen de vız gelir! Sonra, buraya

geldiğin, beni dinlediğin için de senden nefretedeceğimi biliyor musun? İnsan hayatta bir kere,o da buhrana tutulunca, olduğu gibi içinidöker!.. Daha ne istiyorsun? Bu olanlardansonra hâlâ ne diye karşıma dikilmiş canımısıkıyorsun, neden çekip gitmiyorsun?Tam o anda, birdenbire garip bir şey oldu.Her şeyi kitaplarda olduğu gibi düşünüptasarlamaya, hadiseleri önceden hayalimdeyarattığım gibi görmeye alıştığım için, o garipolayı bir an kavrayamadım. Ezdiğim, hakaretettiğim Liza, beni tahmin ettiğimden daha çokanlamıştı. İçten seven her kadının hemen farkedeceği şeyi, karşısında bedbaht birisi olduğunuanlamıştı.Yüzündeki ürkek, gücenik ifade, yerini acıklıbir hayrete bırakmıştı. Gözyaşları içinde (tüm butirat boyunca ağlamıştım) kendime \"adi,\" \"alçak\"gibi sıfatlar verdikçe Liza’nın yüzü ıstıraplaburuşmuştu. Doğrularak beni susturmak istedi;\"Ne duruyorsun burada, niye gitmiyorsun?\" diyebağırmama da aldırmadı, çünkü söyledikleriminbana ne kadar acı geldiğini fark etmişti. Hem

onun gibi zavallı, kendisini bendenkıyaslanmayacak derecede aşağı gören bir kızınöfkelenmesi, kırılmış izzetinefsi için isyan etmesimümkün müydü?Birden oturduğu sandalyede doğrularak içtenkopan bir taşkınlıkla bana atılmak istediyse de,hâlâ benden çekindiği için daha fazlayaklaşmaya cesaret edemedi ve durduğu yerdençekingen, ürkek bir halle ellerini uzattı... O andaiçimde bir şey kopmuştu sanki. Liza birden banadoğru atıldı ve boynuma sarılıp ağlamayabaşladı. Ben de kendimi tutamadım ve dahaönce hiç ağlamadığım kadar, katıla katılaağlamaya başladım...— Bırakmıyorlar... İyi... iyi olamıyorum! diyekekeledim güçlükle.Sonra kendimi yüzükoyun kanepeye fırlatarakbir çeyrek kadar tam bir isteri nöbeti içindehıçkırdım durdum. Liza da yanıma oturupkollarıyla beni sararak öylece hareketsiz kaldı.Fakat bu buhran ne kadar sürse de bitecekti.İşte böyle (şimdi pek çirkin bir hakikati

yazacağım) kanepede yüzüm eski bir deriyastığa gömülü yatarken içimde önce yavaşyavaş kendini hissettiren, sonra gittikçekuvvetlenen bir duygu uyanmaya başladı:Başımı kaldırarak Liza’nın gözlerine nasılbakacaktım? Neden utandığımı bilmediğimhalde utanıyordum. Altüst olmuş kafamdan,artık rollerimizin değiştiği, Liza’nın kahramanabenimse dört gün önceki zavallı, aşağılanmışkıza dönüştüğüm geçti. Bütün bunları dahayüzükoyun kanepede yatarken düşünüyordum!Hey Tanrım! Yoksa onu o anda kıskanmışmıydım?Elbette bu konuya o zaman da, şimdi de birçözüm bulamadım, ama şimdi o zamankineoranla çok daha iyi anlayabiliyorum. Kim olursaolsun, birine hükmetmeden, onu ezmedenyaşamam mümkün değildi benim... Fakat... fakatsadece düşüncelerle hiçbir şey açıklanamaz, ohalde uzun boylu düşünceye dalmanın faydasıyok.Nihayet kendimi zorlayarak başımı kaldırdım,bunu nasıl olsa yapacaktım... O anda içimde


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook