bir tembel obur değil de, şu bütün güzel, yüksekşeylere ilgi duyan tembel oburlardan olurdum.Ne dersiniz? Ben bunu öteden beri hayaletmişimdir. Bu \"güzel ve yüksek şeyler\" kırkyaşımda bana hayli sıkıntı verdi; yaşım kırkıbulduğu için elbet, halbuki o sıralar, ah, o sıralarbambaşka olabilirdi! O zaman çabucak güzel biriş de edinirdim: Bütün o güzel, yüksek şeylerşerefine içmek. Kadehime önce bir damlagözyaşı akıtıp, sonra o güzel ve yüksek şeylerşerefine içme fırsatlarını asla kaçırmazdım.Dünyada ne varsa güzellik ve yükseklikaçısından görür, pisliği tartışma götürmeyeceken el dokunmaz çirkefte bile güzel ve yüksektaraflar bulurdum. Alabildiğine sulu gözlüolurdum. Diyelim ki bir ressam, Ghe[3] ayarındabir tablo yapmıştır; derhal ressamın sağlığınaiçerdim, çünkü bütün güzel ve yüksek şeyleriseverim. Bir yazar \"Nasıl arzu edersiniz?\"[4]diye bir makale mi yazdı, hemen \"nasıl arzuedersiniz\"in şerefine kadeh kaldırırdım, çünkü\"güzel ve yüksek\" her şeyi severim ben. Bütünbunlara karşılık, bana saygı gösterilmesini ister,saymayanın da yakasını bırakmazdım. Rahat
rahat yaşayıp vakarla ölmek, bundan daha enfesne vardır! Salıvereceğim göbeği, üç katgerdanımı ve ayyaş burnumu sokakta görenler,\"Şu kalantora bakın, amma esaslı herif!\"derlerdi. Ne olursa olsun, yaşadığımız şuolumsuz devirde böyle gönül okşayıcı sözlerduymak hoştur baylar.
VIIFakat bunların hepsi tatlı hayallerden ibaret.Söylesenize, insanların kötülük yapmasınıngerçek çıkarlarını bilmemelerinden ileri geldiğiniilk ortaya atan kimdir; aydınlanan insanın gerçekçıkarını görünce, kötülük yapmayı hemenbırakıp iyi ve onurlu biri olacağını, çıkarınınsadece iyilik yapmakta olduğunu anladığı ve hiçkimse de kendi çıkarına aykırı davranmayacağıiçin hep iyilik yapmak zorunda kalacağını ilkkim uydurdu? Hey gidi saf çocuk! Temiz yüreklibebek! Dünya kurulalı beri insanların yalnızkişisel çıkarlarını düşünerek hareket ettiklerigörülmüş müdür? Peki, göz göre göre, yanigerçek çıkarının nerede olduğunu bildiği haldebunu umursamadan, hiç kimsenin ve hiçbirşeyin onları zorlamadığı başka, tehlikeli bir yolututan ve kaderin kendilerine çizdiği yoldanyürümek varken, kasten yapar gibi yeni, çetin,saçma, karmakarışık bir yol keşfetmekte inateden insanların oluşturduğu milyonlarca örneğene demeli? İnatçılık ve dik kafalılık onlaraçıkarlarından daha tatlı geliyor anlaşılan... Çıkar!
Çıkar da neymiş ki? İnsanoğlunun çıkarınınnerede olduğunu kesinlikle söyleyebilir misiniz?İnsanın kendisi için iyilik değil, tam tersinekötülük arzulayabileceği, hatta bunu yapmayamecbur olacağı bazı hallerde ne olur peki, bunada çıkar denmez mi? Böyle bir durumunyalnızca mümkün olması bile bütün kanunlarıyıkar. Ne dersiniz, buna imkân var mı?Gülüyorsunuz ha; gülün ama şuna da cevapverin baylar: İnsan çıkarlarının hepsi tek teksayılabilir mi? Aralarında hiçbir sınıflandırmayagirmeyenler, giremeyenler yok mudur? Baylar,anladığım kadarıyla siz insan çıkarlarına aitlisteyi bazı istatistik bilgilerinden, iktisatformüllerinden çıkarmışsınız. Sizce refah, servet,hürriyet, rahatlık vs. başlıca çıkarlardır; bulisteye açıkça ve bile bile sırt çeviren birkimseye rastlarsak ona siz de, ben de kaçığın,yobazın biri gözüyle bakarız, öyle değil mi?Bütün istatistikçilerin, bilginlerin insanoğlu içinbirtakım hesaplar yaparken daima çıkarlardanbirini gözden kaçırmaları da ne garip, değil mi?Hatta bunu ne şekilde kullanmak gerektiğiüzerinde bile durmazlar, halbuki bütün hesap
buna dayanmaktadır. Listemize onu da almak okadar da büyük bir sorun olmazdı herhalde.Yazık ki bu anlaşılması güç çıkar, hiçbir sınıfasokulamıyor, hiçbir listede barınamıyor. Örneğinbenim bir dostum var... Hoş, yalnız benim değil,sizin de dostunuzdur baylar; zaten onunla dostolmayan yoktur! Bu zat bir işe başlarken tatlı,açık bir dille akıl, hak yolunda yürüme usulünüaçıklar. Bundan başka size gerçek, normal birinsanın çıkarlarından heyecanla, hararetlebahseder; çıkarların, erdemin gerçek anlamınıanlayamayan budala miyoplarla alay eder; amatam bir çeyrek saat sonra durumda ani,beklenmedik hiçbir değişiklik de olmamışken,bütün çıkarların üstünde bir içgüdüyle bambaşkabir yola sapar, yani bütün o söylediklerininaksine bir iddiayı açıkça savunmaya başlar, akılyolunu, çıkarları, kısacası her şeyi inkâr eder...Ha şunu da söyleyeyim, dostum dediğim kimseortaklaşa bir insan olduğu için suçu yalnız onayüklemek biraz zordur. Baylar, belki degerçekten, her insan için en yüksek çıkarındanbile değerli ya da (mantık çerçevesi içindekalmak için) daha yararlı olan (ama demin
bahsettiğim listeye girmeyen), bütün çıkarlarınınüstünde, gerektiğinde insanın uğruna bütünkuralları çiğnemeye hazır olduğu, yani akla,şerefe, huzura, refaha, kısacası bütün güzel vefaydalı şeylere karşı gelebileceği bir çıkar vardırbaylar.— Demek ortada gene bir çıkar var, diyesözümü keseceksiniz.Müsaade edin de anlatayım efendim, meselekelime cambazlıklarında değil; sözünü ettiğimçıkar, bütün sınıflandırmalarımızı, beşerinsaadeti için çalışan insan severlerin kurduğusistemleri darmadağın etmektedir. Kısacası, herşeye engel olur. Fakat bu çıkarı adlandırmadanönce, itibarımı zedelemek pahasına birkaç sözsöyleyeceğim: Bence bütün o mükemmelsistemler, insanlığa gerçek, normal çıkarlarınneler olduğunun açıklanması, bunlarınsağlanmasıyla herkesin hemen iyileşipasilleşeceği düşüncesi şimdilik sadece birvarsayımdır. Evet efendim, varsayım! Doğrusu,şahsi çıkarlara dayanan bir sistemle insanlığınıslah olacağını iddia etmek bence, hemen
hemen... Buckle’ın[5] medeniyetin insanlarıyumuşattığını, bu sebeple onları daha az vahşi,daha barışçıl hale getirdiğini iddia etmesinebenzer. Galiba onun mantığını kullanarakvardığı sonuç bu. Fakat insan sistemlere, bazısoyut kavramlara o derece bağlıdır ki, mantıktanyana olmak için gerçeği bile bile değiştirmeye,gözlerini kapayıp kulaklarını tıkamaya razı olur.Bunu gerçekten güçlü bir örnek olduğu içinaldım. Çevrenize bakın bir kere: Kan gövdeyigötürüyor, hem de keyifli keyifli, şampanya gibiakıyor. İşte size Buckle’ın da yaşadığı ondokuzuncu yüzyılımız. İşte büyük Napolyon vebugünkü Napolyon. İşte Kuzey Amerika’nınebedi birliği. İşte nihayet karikatür gibiSchlezwig-Holstein... Medeniyet neyimiziyumuşatmış? Medeniyetin insanda duyguçeşitlerini artırmaktan başka işe yaradığı yok.Duygularının çeşitlenmesiyle insan işi kandökmekten zevk almaya kadar vardırabiliyor.Bunun örnekleri var. Cinayetlerde en inceustalıklar gösterenlerin çoğu zaman en medeniadamlar olduğuna hiç dikkat ettiniz mi?Atillaların, Stenka Razinlerin onların eline su
dökemeyeceği zamanlar da olur; bir Atilla ya daStenka Razin[6] kadar göze çarpmayışlarının teksebebi de, böylelerine sıkça rastlandığı için artıkkanıksanmış olmalarıdır. İnsan medeniyetekavuşmakla eskisinden daha fazla kan dökücüolmamışsa bile, en azından daha kötü, dahaiğrenç bir kan dökücü olduğu kesindir. İnsan,eskiden hak uğruna kan döker, bunun içinönüne geleni gönül rahatlığıyla temizlerdi;zamanımızdaysa, kan dökmeyi iğrençsaydığımız halde bu iğrençlikten kendimizialamıyoruz, hem de eskisinden daha çok.Hangisinin daha kötü olduğuna kendiniz kararverin. Kleopatra (Roma tarihinden bir örnekvereceğim için affedin),[7] cariyelerinin göğsünealtın iğneler batırmayı sever, attıklarıçığlıklardan, kıvranmalarından zevk alırmış.Bunların görece barbarlık çağlarında olduğunusöyleyeceksiniz, gerçi şimdi de iğneler batırıldığıiçin (yine göreceli olarak) zamanımızın da birbarbarlık devri olduğunu söyleyebiliriz;bugünün insanı pek çok bakımdan barbarlıkçağı insanından daha üstün görüşlü olduğuhalde, aklın, bilginin gösterdiği yoldan gitmeye
bir türlü alışamamıştır. Bununla beraber,sağduyu ve bilimle ıslah edildiğinde, insanıneski, kötü alışkanlıklarını bırakıp normaledöneceğinden, onu doğru yolda yürümeyealıştıracağınızdan eminsinizdir. İşte o zamaninsanın isteye isteye yanılmaktan vazgeçeceğine,iradesinin normal çıkarlarına zıt hareketleryapmasına ister istemez engel olacağına dainanıyorsunuz. Dahası, ilmin insana ancak ozaman pek çok şey öğreteceğini (bu kadarıbence lüks ya, neyse), örneğin insanın gerçekteiradesi, kaprisleri olmayan bir piyano tuşu, orgiçindeki bir cıvata kadar değer taşıdığını,dünyadaki her şeyin insanın davranışlarına,şahsi isteklerine göre değil, tabiat kanunlarınauyarak, kendiliğinden meydana geldiğiniöğreneceğini söyleyeceksiniz. Şu halde bütünmesele, bu tabiat kanunlarını keşfetmekte; artıkondan sonra hiçbir insan hareketlerininsorumluluğunu taşımaz, hayat onun içinkolaylaşır. Bütün insan davranışları, bukanunlara göre 108.000’lik logaritma cetveligibi matematik olarak hesaplanıp tanzim edilir;daha da iyisi, zamanımızın ansiklopedik
lügatlerine benzeyen faydalı yayınlar çıkarılır,içinde her şey öyle bir kesinlik ve düzenlehesaplanıp açıklanır ki, dünyadan suçun da,maceranın da adı silinir.İşte o zaman –bunları ben değil, hep sizsöylüyorsunuz– yepyeni, tamamıyla hazır vematematik bir kesinlikle hesaplanmış bir iktisatdüzeni kurulur; böylece bütün cevapların hazıroluşu, ortada soru diye bir şey bırakmaz. Ozaman billurdan bir saray kurulur. Ve o zaman...Eh, işte o zaman uçup gelir Anka kuşu. Amasize (artık bunu ben söylüyorum) o haliylehayatın son derece sıkıcı olmayacağını teminedemem (her şey bir cetvele göre hesaplanıncainsana yapacak bir şey kalmaz); ama bunakarşılık her şey son derece makul olur. Öteyandan, can sıkıntısından neler neler icatetmezsiniz! Altın iğneler de can sıkıntısındanbatırılır zaten, ama hepsi bu kadarla da kalmaz.İşin kötüsü, (gene ben söylüyorum) bakarsınbizde de altın iğnelerin batırılmasından zevkalacaklar bile çıkar. Çünkü insan ahmak biryaratıktır, son derece ahmak! Daha doğrusuahmak değil de nankördür; eşine rastlanmayacak
derecede nankördür. Mesela geleceğin basiretlitoplumu arasında yaşayıp giderken, adi ya dadaha doğru bir deyişle yüzünden gericilik vealaycılık akan bir gentleman, durup dururkenortaya çıkıp elini beline dayayarak hepimize,\"Ne dersiniz baylar, şu usluluğa bir tekmesavurup logaritmacıları cehennemin dibineyollasak da, gene eskisi gibi ahmakça, başımızabuyruk yaşasak, nasıl olur?\" diye bağırsa hiçşaşmam. Yine de bu bir şey değil, işin kötüsü,hemen izleyici bulmasıdır: İnsanın yaradılışıböyle. Bütün bunlar bakın ne kadar önemsiz,sözü edilmeye değmez bir sebepten çıkıyor: Kimolursa olsun, insan daima, her yerde akıllaçıkarın buyurduğu gibi değil, canının istediğigibi hareket etmeyi sever; arzularımızınçıkarımıza tamamıyla ters düşmesi de mümkün,hatta bazen zorunludur (bu şahsi düşüncem).Hiçbir sınıflamaya girmeyen, çeşitli sistem venazariyeleri cehenneme yollayan, daima yoksayılan en faydalı, en önemli çıkarlarımız, huduttanımayan hür bir irade, vahşi de olsa kendinemahsus bir kapris, bazen bir kışkırtmaylaçılgınlığa varabilen, ama özgün bir hayal
kudretidir. Peki, ne diye bazı âlimler insananormal, erdemleri zedelemeyen isteklergerektiğini iddia ederler? Neden akıllarınıinsanın isteklerinin mutlaka mantıklı veçıkarlarına uygun olması gerektiğinetakmışlardır? İnsana lüzumlu olan tek şey, onunereye sürükleyeceği belli olmayan hür iradedir.Bu iradeyi de kim bilir hangi şeytan...
VIII— Hah-ha-ha! Ama gerçekte irade diye bir şeyyok ki... diye gülerek sözümü keseceksiniz.Hepimizin bildiği gibi bilim, zamanımızda insanıöyle güzel tahlil etti ki, hür iradeydi, istektiancak...— Müsaade buyurun baylar, ben de sözüburaya getirecektim zaten. Ama açıksöyleyeyim, cesaret edemiyordum. Ben deisteklerimizin ipinin kim bilir hangi şeytan elindebulunduğunu, hem de bunun daha iyi olduğunusöyleyecektim ki, sonra bilimi hatırladım ve...sustum. Tam o sırada bu sözü siz açtınız.Gerçekten, ya günün birinde bütün arzu vekaprislerimizin de formülü bulunur, dahadoğrusu, bunların esasına, hangi kanunlara bağlıolarak meydana gelip nasıl geliştiklerine, çeşitlidurumlarda hangi yolları takip ettiklerine vs. dairkesin bir matematik formül ortaya çıkarsa, ozaman insan muhtemelen, hatta mutlaka hiçbirşey istememeye başlar. Cetvele bakarak arzuetmenin ne tadı olur? Ondan başka, insaninsanlıktan çıkıp, hemen hemen bir org
cıvatasına veya bunun gibi bir şeye dönüşür:Hür iradesi, arzusu olmayan, istemeyi bilmeyeninsanın org silindiri üzerindeki cıvatadan nefarkı vardır ki? Ne dersiniz? İhtimalleritoparlayalım düşünelim: Böyle bir şey olabilir miolamaz mı?— Hımm... diyeceksiniz. Biz çıkarlarımızıyanlış anladığımız için arzularımızın çoğu dayanlış yoldadır. Bu yüzden gözümüzekestirdiğimiz bir çıkar için en kolay yolu seçelimdiye, akılsızlığımızdan, çoğu zaman bir sürüsaçmalığa saplanırız. Halbuki bütün bunlarhesaba vurulup kâğıda dökülünce (olmayacakşey değildir bu, zaten insanların ilerde bazı tabiatkanunlarını öğrenemeyeceklerine şimdiden kararvermek çirkin ve manasızdır), içimizde arzudaneser kalmaz. Arzunun akılla el ele vereceği günhepimiz isteklerimize değil, aklımıza hizmetedeceğiz; çünkü aklımız başımızdayken manasızbir şey isteyerek kendimize bile bile fenalıkyapmamıza imkân yoktur. İrademizi düzenleyenkanunların keşfedilmesiyle bütün arzuların,düşüncelerin hesabını yapmak imkânı olursa,şaka bir yana, bunlar gerçekten cetveller
üzerinde toplanabilirse, o zaman pek tabii kiisteklerimizi bu cetvele göre ayarlayacağız.Örnek olarak söylüyorum; bir gün birisine nanikyapsam ve hesaplar, böyle yapmam, hatta hangiparmaklarımı kullanmam gerektiğini ortayakoysa benim şahsi hürlüğümden ne kalır?Bilhassa okumuş, öyle veya böyle tahsil görmüşbir âlimsem? O zaman hayatımı otuz yıl ilerisinekadar hesaplayabilirim; kısacası, bütün bunlargerçekleşirse, bize her şeyi olduğu gibikabullenmekten başka yapacak bir şey kalmaz.Esasen tabiatın hiçbir zaman, hiçbir durumdabize tabi olmadığını, onu hayalimizdekurduğumuz gibi değil, gerçekte olduğu gibikabul etmemiz gerektiğini asla akıldançıkarmamalıyız; öte yandan bir cetvel, birtakvim, hatta... hatta bir kimyager imbiğipeşindeysek ne yapalım, bunları da olduğu gibikabullenmeliyiz! Karşı koysak bile, nasıl olsakendini kabul ettirir zaten...— Hepsi iyi ama, ben burada takılıverdim işteefendim! Felsefeye daldığım için affedin azizokuyucularım. Ne yaparsınız, kırk yıllık yeraltıhayatı, dile kolay! İzin verin, biraz da hayal
kurayım. Bakın efendim: Aklı takdir etmemekmümkün değil tabii, ama onun kendi çerçevesinihiçbir zaman aşamadığını, insanın yalnız kafaihtiyaçlarına cevap verebildiğini de kabul etmeklazım; halbuki arzu, aklı da, başka çeşitözentileri de içine alan bütün hayatın, yani birinsan hayatının en kudretli ifadesidir. Gerçi buçoğu zaman hayatımıza beş para etmez bir şekilveriyor, fakat gene unutmayalım ki hayathayattır, karekökü almak değil. Mesela ben,gayet tabii olarak, yalnız aklımı kullanıphayatiyetimin ancak yirmide birindenfaydalanarak değil, içimde hayatla ilgili bütünunsurları seferber ederek yaşamak istiyorum.Aklın kudreti nereye kadar uzanır? Akılöğrenebildiği kadarını bilir (bazı şeyleri hiçbirzaman öğrenemeyebilir; gerçi bunun teselli edicitarafı yok, ama neden söylemeyelim?) ama insanhayatı hem şuurlu, hem şuursuz olarak, kâhaldanıp kâh aldatarak devam edip gidiyor. Banaacıyarak baktığınızdan şüpheleniyorum baylar;kültürlü, aydın, kısacası geleceğin insanının bilebile çıkarlarına karşıt bir şeyler istemeyeceğinin,matematik bir kesinlik taşıdığını
tekrarlıyorsunuz. Size hak veriyorum. Fakatyüzüncü defa olarak söylüyorum ki, insanınkasten, şuurlu olarak zararlı, manasız, hatta sonderece budalaca bir arzuya kapıldığı bir durum,tek bir durum vardır: Yalnız akla uygun şeyleristemek zorunda kalmayıp, ne kadar manasızolursa olsun istemek hakkına sahip olmak. Bumanasız istek, hele bazı hallerde bizim içinbütün dünya nimetlerinin üstünde bir değerkazanabilir baylar. Bazen bize açıkça zararıdokunduğu ve çıkar üzerine en akla yakındüşüncelerimize taban tabana zıt düştüğüdurumlarda bile, bütün öbür çıkarlardan dahaçok fayda sağlayabilir, çünkü bizim için enönemli, en değerli bir varlığı, şahsiyetimizi,özelliğimizi korumaktadır. Bazı kimselerbunların insan için her şeyden aziz olduğunuiddia eder; istek akılla birleştiğinde, onu kötüyekullanmamak, lüzumlu lüzumsuz zamandabaşvurmamak şartıyla, çok faydalı, bazenövülecek sonuçlar bile verebilir. Fakat istekçoğu zaman, hatta ısrarla akla tamamıyla zıt biryoldadır ve... ve... inanır mısınız, bu hal de hemfaydalı, hem de bazen takdire şayan olabilir.
Şimdi bir an için insanların aptal olmadığını farzedelim. (Aslına bakılırsa insan için böyle bir şeysöylemek imkânsızdır, hiç olmazsa şu sebepten:İnsanı aptal kabul edersek kime akıllıdiyeceğiz?) Ama insanoğlu aptal olmasa biledehşetli nankördür. Nankörün nankörüdür. Hattabana göre en uygunu, insanı iki ayaklı nankörbir mahlûktur diye tarif etmektir. Ama bu kadarda değil, insanın başlıca kusurunu unutmamalı:İnsanların baş kusuru, tufandan başlayıpSchlezwig-Holstein devrine kadar uzanan daimierdemsizliğidir. Erdemsizlik ve bunundoğurduğu çeşit çeşit temkinsiz hareketler;temkinsizliğin erdemsizlikten ayrılmadığı ötedenberi bilinir zaten. İnsanlık tarihine şöyle bir gözatıverin bakalım, ne göreceksiniz? Azamet mi?Belki; yalnız Rodos Heykeli bile yeter! BizimBay Anayevski, heykelin bazılarına göre insanelinden çıktığını, bazılarınınsa tabiatın yarattığıbir harika olduğunu iddia ettiklerini boşunasöylemiyor ya. Göz alıcılık mı? Olabilir; asırlarboyunca her milletin askerinin, sivilinin giydiğiüniforma bolluğu karşısında apışıp kalmayacaktarihçi yoktur! Tekdüzelik mi? O da var:
Durmadan dövüşüyorlar, şimdi de, eskiden de,her zaman dövüştüler ve dövüşecekler, bununda gayet tekdüze olduğunu kabul etmelisiniz.Kısacası, genel tarih hakkında pek çok şey,hasta bir muhayyileden ne doğarsa hepsisöylenebilir. Yalnız temkinli harekettenbahsedemezsiniz. Daha söze başlar başlamaz lafağzınıza tıkılır. Hayatta erdemin ve aklın canlıörnekleri olan allâmelere, insan severlere bol bolrastlanır; bunların gayesi, ömürlerini eldengeldiği kadar erdemli, temkinli geçirmektir,varlıklarıyla etrafa adeta nur saçarak, dünyadaerdemli ve temkinli de yaşanabileceğinigöstermek peşindedirler sanki. E, sonra? Sonrasımalum, bunların birçoğu, ömürlerinin sonunadoğru da olsa, er geç sürçüp tamiri imkânsız birçam deviriverirler. Şimdi sorarım size: Böylegarip nitelikleri olan insanoğlundan nebeklenebilir? Önüne dünya nimetlerinin hepsiniserseniz, başı kaybolana, hatta su yüzüne ufakufak kabarcıklar çıkana kadar saadet deryasınagömseniz, çalışmaya ihtiyacı olmayacakderecede refahını sağlasanız da, sırf ballıçörekler yiyip yan gelip yatması, bir de insan
neslinin kurumaması için uğraşmasını sağlamakiçin iktisadi refaha kavuştursanız da, sırfnankörlüğü, küstahlığı yüzünden bir rezaletkoparacaktır. Sırf müspet akla kimi düşsel öğelerkatabilmek için ballı çöreklerden, iktisadirefahından vazgeçip, kendisine en zararlısaçmalıkların peşinden koşar. Akla sığmazhayallerinden, en adice ahmaklığındansıyrılmaya asla yanaşmaz, çünkü tabiatkanunlarının insanı arzu duymaktan caydıracakkadar tıpkı bir piyano gibi çalmasına, bir cetvelegöre davranmaya zorlamasına rağmen, birpiyano tuşu değil de insan olduğunu (sanki pekgerekliymiş gibi) kendi kendine ispat etmekister. Öte yandan insan, gerçekten bir piyanotuşu olduğunu görse, hatta tabiat bilimleri vematematik yoluyla, öyle olduğu ispat edilse bilegene akıllanmaz; gene mahsus, sırfnankörlükten, inadından yeni haltlar karıştırır.Bunu yapmaya gücü yetmezse, bu defa ortalığıkasıp kavuran fırtınalar, türlü türlü facialar icateder ve isteğini o yoldan elde eder! Tümdünyaya lanetler eder; lanet etmek, yalnız insanamahsus olduğu için (insanı diğer canlılardan
ayıran başlıca üstünlüklerden biridir bu) belki desadece bunu yapmakla bile isteğine ulaşır, yanibir piyano tuşu değil, insan olduğuna kanaatgetirir! Ama diyeceksiniz ki, bütün bu fırtınalar,karanlıklar, lanetler önceden cetveldehesaplanabilir ve aklın daha ağır basmasısağlanabilir; ne mümkün, adam bu defa, aklıolmadığını ispat etmek için deli taklidi yapmayakalkar ve gene istediğini elde eder! Bunainanıyorum, yanılmadığıma tamamıyla eminim;zaten galiba insanların bütün işi, bir cıvata değilde insan olduklarını her an kendi kendilerineispat etmektir! Bu uğurda kendini feda edebilir,sırası gelince mağara devri barbarı olabilir.Şimdi gel de günaha girme: Henüz bu dereceyegelmediğimize, iradenin kim bilir hangi şeytanınkeyfine bağlı olduğunun hâlâ anlaşılmamasınasevinme...Bana bağırarak (tabii bana bağırma alçakgönüllülüğünü gösterirseniz) irademin bağımsızolduğunu, yalnız onun normal çıkarlarıma, tabiatkanunlarına ve aritmetiğe uygun olmasınaçalışıldığını söyleyeceksiniz.
— Hadi efendim, iş cetvelle aritmetiğedayanınca, iki kere iki yalnızca dört ediyorsa,iradenin lafı mı kalır! İki kere iki, irademkarışmasa da dört edecek. İrade bu mudur!
IXŞaka ediyorum elbette baylar; şakalarımınoldukça tatsız kaçtığının da farkındayım, fakatsöylediklerimin hepsini şaka diye alamazsınız.Belki dişlerimi gıcırdata gıcırdata latifeediyorum. Baylar, bazı sorular içimi kemiripduruyor; ne olur bana bunların çözümünü verin.Mesela siz insanı eski alışkanlıklarındanvazgeçirmek, iradesini bilimle, sağduyuylabağdaşacak tarzda düzenlemek istiyorsunuz.Fakat insanlarda böyle bir ıslahın sadecemümkün değil, aynı zamanda mecburi olduğununereden biliyorsunuz? İnsan iradesinin buderece ıslaha muhtaç olduğu hükmünü neyegöre veriyorsunuz? Kısacası, böyle bir ıslahıninsana gerçekten fayda sağlayacağına nasıl kararverdiniz? Açık konuşalım; aklın ve aritmetiğindesteklediği gerçek, normal çıkarlara karşıgelmemenin insan için daima faydalı olduğuna,hepimiz için bir kanun sayılacağına neden bukadar kuvvetle eminsiniz? Bu şimdilik birtahminden ibarettir. Bunu mantık kanunu kabuletsek bile insanlığa uygulanamayabilir. Yoksa
deli olduğumu falan mı sanıyorsunuz baylar?Müsaade buyurun, açıklayayım. İnsanınyaradılıştan yapıcılığa, onu şuurlu olarakgayesine ulaştıracak bir mühendisliğe, yanidaima, nereye doğru olursa olsun kendine yolaçmaya mahkûm edilmiş bir mahlûk olduğunukabul ederim. Kim bilir, belki de sırf bu yolaçma mecburiyeti yüzünden arada başka yönleresapmak isteği duyar; o içi dışı bir işadamlarıumumiyetle akıldan yana züğürt olmaklaberaber, açmaya uğraştıkları yolun hemen herzaman bir yerlere gittiğinin farkındadırlar ki,önemli olan da istikamet değil, yolun varlığı veaklı başında evlatlarımızın mühendislik sanatınıihmal etmeyerek akıllı uslu çalışmalarıdır, hembilindiği gibi, tembellik bütün kusurlarınanasıdır. İnsan yapıcıdır, yeni yollar açmayısever, bu su götürmez bir gerçektir. Fakat nedenacaba bir yandan da yıkmaya, her şeyi kaoshaline getirmeye bayılır? Haydi buna cevapverin bakalım! Bu konuda ayrıca birkaç sözsöylemek istiyorum. İnsanın her şeyi yıkıp kaoshaline getirmeyi sevmesi (bazen bunuyapmaktan zevk aldığı inkâr edilemez), üzerinde
uğraştığı yapıyı bitirmekten, gayesineulaşmaktan içgüdüsel olarak ürkmesinden mikaynaklanıyor yoksa? Kim bilir, belki eseriniyakından değil de sadece uzaktan sevmektedir;belki binayı yalnız yapmaktan hoşlanıyor, içindeyaşamak istemiyor, bitirince onu karıncalaraveya koyunlar vs. gibi animauxdomestiques’e[8] terk etmeyi tercih ediyordur.Halbuki karıncalar bu konuda bambaşka birâlemdir: Karınca yuvası denilen, temelisonsuzluğa kadar yıkılmaz harikulâde biryapıları vardır.Saygıdeğer karıncalar gözlerini yuvada açar,besbelli orada kaparlar; bu müspet ve sebatkârdavranışlarıyla da büyük bir onuru hak ederler.Fakat insan hercai, bir dalda durmaz biryaratıktır ve belki de satranç oyuncuları gibigayeyi değil, gayeye giden yolu sever. Kim bilir(emin olamayız tabii) belki de insanlarınyeryüzünde ulaşmaya çalıştığı tek gaye, bugayeye ulaşma yolundaki daimi çaba, başka birdeyişle hayatın ta kendisidir, yani iki kere ikidört cinsinden bir formül olan gaye değildir;
zaten iki kere iki dört, hayat değildir baylar,ölümün başlangıcıdır. Hiç değilse insan, bu ikikere ikiden daima ürkmüştür; ben hâlâürküyorum. İnsan bütün ömrünü iki kere ikipeşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, hayatınıharcar, fakat yemin ederim, arayıp gerçektenelde etmekten korkar. Çünkü onu bulur bulmazartık erişecek şeyi kalmayacağını bilmektedir.İşçiler işlerini tamamladıktan sonra, hiç olmazsaaldıkları parayla meyhaneye gider, oradankarakola düşerler; işte size en aşağıdan birhaftalık meşgale. Fakat bizler nereye gideriz?Onun için gayeye her yaklaşmada birhuzursuzluk hissedilir. İnsan gayeye ulaşmakiçin çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek istemez;bu hal hiç şüphesiz çok gülünçtür. Şu haldeinsan daha doğuştan gülünç bir yaratıktır, işinhoş tarafı da budur zaten. Gene de, ne olursaolsun, şu iki kere iki pek musibet bir şey. Banagöre iki kere iki sadece bir küstahlıktır efendim.İki kere ikiyi yolumuzun ortasında külhanbeyigibi durmuş, elleri belinde, ortalığı tükürüğeboğarken düşünüyorum. İki kere iki dördünüstünlüğünü kabul ediyorum elbette; fakat her
şeyi hoş görmeye karar verdikten sonra, iki kereikinin beş etmesinden bile hoşlanmakmümkündür.Peki ama, siz insan çıkarının yalnızca doğal,olumlu konularda, yani tek sözcükle refahta,olduğuna niçin bu kadar eminsiniz, niçin ciddiolarak inanıyorsunuz? Aklın çıkarla ilgilikonularda aldandığı olmuyor mu? İnsan refahtanbaşka şeyi de sevemez mi? Belki ıstıraptan daaynı derecede hoşlanıyordur? Hatta ıstırabınsaadet kadar faydalı olması da mümkündür,insanın sırasında acıyı ihtirasa varan derecedesevdiği bir gerçektir. Bunu anlamak için dünyatarihine başvurmaya lüzum yok, hayatın neolduğunu bilen bir insansanız kendi kendinizedanışın, yeter. Şahsi kanaatime göre, yalnızrefahı sevmek biraz ayıptır bile. İyi midir, fenamıdır orasını bilmem ama, bazen bir şey deviripkırmanın da kendine göre tadı oluyor. Bubakımdan ne başlı başına refahı ne de ıstırabıtutarım. Ben... şahsi kaprisimden, onu heristediğim anda tatmin edebilmek imkânındanyanayım. Istırabın vodvillerde yeri olmadığınıbiliyorum. Billur saraya ise büsbütün yakışıksız
düşer: Istırap, şüphe ve inkâr demektir; içimizdeşüphe uyandıran bir billur saray tasavvuredilebilir mi? Bununla beraber, insanın gerçekıstıraptan, yani yıkım ve kaostan aslavazgeçmeyeceğine eminim. İdrakin biricikkaynağı ıstıraptır. Başlangıçta idraki insanın başbelası saydığımı söyledim, ama insanın bunusevdiğini, dünyadaki hiçbir hazzadeğişmeyeceğini de biliyorum. Mesela idrak, ikikere ikinin mukayese kabul etmeyecek denliyükseğindedir. İki kere ikiden sonra, artık yalnızyapacak değil, öğrenecek bir şey de kalmamıştır.Olsa olsa, beş duyunuzu körleştirip düşünceyedalarsınız, o kadar. İdrak de insanı aynı sonucagötürür, yani gene yapacak işiniz kalmaz, amabu sefer hiç olmazsa kendi kendinizikamçılayabilirsiniz ki, bu da bir şeydir. Gericibir hareket, ama hiç yoktan iyidir.
XSiz sonsuzluğa kadar ayakta kalacak bir billursaraya, yani şöyle bütün gözlerden uzak,keyfinizce dil çıkarmaya veya nanik yapmayaimkân olmayan bir saraya inanmışsınız. Halbukiben, belki billurdan olduğu, ebediyete kadargöçmeyeceği ve karşısına geçip gizlice de olsadil çıkaramayacağım için ondan çekiniyorum.Bakın, yağmur yağarken saray yerine bir tavukkümesi görsem, ıslanmamak için belki kümesegirerim. Fakat kümes beni yağmurdan korududiye, şükran borcumu ödemek için kümesesaray gözüyle bakamam. Bana gülecek, hattaböyle bir durumda sarayla kümes arasında farkolmadığını söyleyeceksiniz. Evet, hayatta tekgayemiz ıslanmamak olsaydı, dediğinizdoğruydu diye cevap veririm ben de.Ama ne yapayım, ben insanın yalnız bununiçin yaşamadığı, ömrünü hep sarayda geçirmesigerektiği kanaatindeyim. İsteğim, emelim budur.Bu isteği, emelim değişmedikçe içimdenkoparamazsınız. Pekâlâ, isteğimi değiştirin,
gözümü başka bir şeyle kamaştırın, başka birideal gösterin bana; fakat o zamana kadarbenden kümesi saray olarak görmemi istemeyin.Varsın billur saray sadece uydurma olsun; tabiatkanunlarına göre aslı olmayan bu hayali,ahmaklığımdan, neslimize has bazı köhne,akıldışı âdetlere uyarak ben uydurmuş olayım.Billur sarayın gerçekte olmamasından bana ne?Arzularımda varsa, daha doğrusu arzularımyaşadıkça o da var olacaksa, gerçekliği nedenumurumda olsun? Gene gülüyor musunuzyoksa? İstediğiniz kadar gülebilirsiniz, bütünalaylarınıza katlanırım, ama karnım açken\"tokum\" diyemem; uzlaşmaylaavunmayacağımı, sırf tabiat kanunlarına göreoluştuğu ve gerçekten var olduğu için de kısırdöngüyle yetinemeyeceğimi biliyorum. Binyıllık kontratlı, fakir kiracılarla dolu ve herihtimale karşı kapısında Dişçi Wagenheimtabelası asılı bir apartmanı baş tacı edemem,üstüne titrenecek emelim sayamam. Arzularımıyok edin, bütün ideallerimi silin, bana daha iyişeyler gösterin, seve seve peşinizden koşarım.Eğer uğraşmaya değmez derseniz, o zaman siz
de benden aynı cevabı alırsınız. Ciddi ciddikonuştuğumuz halde bana önem vermekistemiyorsanız öyle olsun, yalvaracak değilim.Nasılsa yeraltım var.Sağlığımda, arzulamaya kudretim varkenböyle bir apartman yapısına tek bir tuğlakoyarsam, elim kırılsın. Demin billur sarayı sırfdilimi çıkaramayacağım için reddedişimebakmayın. Bunu dil çıkarmaya bayıldığımdansöylemedim. Belki de beni kızdıran, bugüne dekyaptığınız binaların hepsinin insanda dil çıkarmaisteği uyandırmasıdır. Dil çıkarmak isteğiniunutturacak değişiklikler yapılırsa, o zamanşükran duygularımı göstermek için dilimi bilekestiririm. Buna imkân yoksa, eldeki evlerleyetinmemiz gerekiyorsa, bana ne! Niçin benböyle arzularla yaratılmışım? Yoksa dünyayagelişimin biricik sebebi, varlığımın sadece biryalan olduğu neticesine varmak mıdır? Maksatsadece bu mu? İnanmam.Gene de biliyor musunuz, bizim gibi yeraltıtakımının dizginini sıkı tutmak gerektiğikanısındayım. Çünkü kırk yıl ses çıkarmadan
yeraltında otururuz, ama bir fırsatını bulupyeryüzüne çıkarsak çenemizdenkurtulamazsınız...
XINihayet şuna geliyoruz baylar: En iyisi hiçbirşey yapmamak! Bilinçli tembellik hepsinden iyi!Onun için yaşasın yeraltı! Normal insanlarıçatlayasıya kıskandığımı söyledim ya, gene degördüğüm kadarıyla, onların bugünkü halindeolmak istemem. (Kıskanmasına genekıskanacağım. Hayır, hayır, her şeye rağmenyeraltı daha kârlı!) Orada hiç olmazsa insan...Eeh! Şimdi bile yalan söylüyorum! Yalan, çünküiyi olanın yeraltı değil, başka, bambaşka,hasretini çekip bir türlü elde edemediğim şeyolduğunu iki kere ikinin dört ettiği gibibiliyorum! Cehenneme kadar yolu varyeraltının!Ah, şuraya yazdıklarıma bir inanabilsem!Yemin ederim baylar, şu karaladıklarımın tekkelimesine inandığım yok. Daha doğrusu belkiinanıyorum, ama bir yandan da nedense malınkötüsünü satmak isteyen tezgâhtar gibisözlerimin yalan olduğunu hissediyor, şüpheiçinde kıvranıyorum.
— Öyleyse ne diye yazdın bunları?diyeceksiniz.— Hiçbir iş güç vermeden sizi yeraltına sokup,kırk yıl sonra halinizin nice olduğuna bakmakiçin uğrasaydım, ne görürdüm acaba? İnsan kırkyıl işsiz, başıboş, bırakılır mı?Belki hakaretle başınızı sallayarak:— Yaptığınız ayıp, küçültücü şeyler değil mi!diyeceksiniz. Yaşamaya susadığınız halde hayatmeselelerini bir mantık hercümerciyle çözmeyekalkışıyorsunuz. Hareketleriniz sırnaşıklık,küstahlık dolu olduğu halde, ne kadar dakorkaksınız! Saçmaladığınız zaman kendinizipek beğeniyor, ama sert, küstah sözler sarfettikten sonra durmadan ürküyor, özürleryağdırıyorsunuz. Korku nedir bilmediğiniziiddia ederken bir yandan da yaltaklanıyorsunuz.Bizi hiddetten dişlerinizi gıcırdattığınıza iknaetmeye çalışırken, güldürmek için nüktelersavuruyorsunuz. Nüktelerinizin hiç de zekiceolmadığını biliyorsunuz, fakat herhalde edebideğerlerinden memnunsunuz. Belki gerçektenacı çektiniz, ama kendi ıstırabınıza dahi zerre
kadar saygı duymuyorsunuz. Samimisiniz,bununla beraber iffetiniz eksik; küçük bir gururuğruna ortaya dökmek ve aşağılamak için,içinizde ne varsa piyasaya sürüyorsunuz...Gerçekten bir söylemek istediğiniz var, fakatkorkudan son sözlerinizi daima kekeleyipduruyorsunuz, çünkü bunu açıkça söyleyecekkadar metin değilsiniz; sizinki sadece korkak birarsızlıktan ibaret. Anlayışınızla övünüyorsunuz,ama bir yandan da tereddütlerle dolusunuz,çünkü kafanız işlediği halde kalbinizahlaksızlıkla kararmış; halbuki temiz kalpliolmayan kimsenin idraki tam değildir. Ya oyılışıklığınız, sırnaşmanız, kırıtmalarınız! Yalan,yalan, hep yalan!Şüphesiz yukarıdaki sözlerinizi de benuydurdum. Bu da yeraltı mahsulü. Kırk yılmüddetle orada otururken konuşmalarınızıdeliğimden dinledim. Bu yüzden hepsini rahatçauydurabildim. İyice bellediğim, ezberlediğimsözlerinize edebi bir şekil vermem de pektabiidir...Fakat bunları yayımlayacağımı, üstelik sizlere
okutacağımı düşünüyorsanız aklınıza şaşarım.Bir konu daha var: Neden sizlere, \"baylar\" diyehitap ediyorum, neden karşımda gerçektenokuyucular varmış gibi davranıyorum ki?Başlamak istediğim itiraflar ne yayımlanabilir nede başkalarına okutulabilir. En azından benkendimde bunu yapacak cesareti bulamıyorum,buna lüzum da görmüyorum. Yalnız içime pekgarip bir heves düştü, ben de hevese uymayakarar verdim. Mesele bu.Her insanın hatıralarında, herkesesöyleyemeyeceği, ancak dostlarına açabileceğitaraflar vardır. Hatta dostlara bile açılamayacak,insanın yalnız kendine saklayacağı sırları dabulunur. Bunlardan başka, kendi kendimize bileaçmaktan çekindiğimiz konular da vardır ki,bunların sayısı şerefli bir insanın dağarcığındabile hayli kabarıktır. Hatta daha doğrusu, bunlarsahibinin haysiyeti ölçüsünde artar. Kendihesabıma ben, pek yakında şimdiye kadar adetaendişeyle hatırlamaktan kaçındığım bazımaceralarımı kafamda canlandırmaya kararverdim. Şimdiyse yalnız hatırlamaya değil,bunları yazmaya da kalkışacağım; şunu bir
denemek istiyorum: İnsan kendi kendine karşıtamamıyla samimi olabilir mi? Sırası geldiği içinsöyleyeyim; Heine inandırıcı bir otobiyografiyazmanın hemen hemen imkânsız olduğu,insanın kendisi hakkında mutlaka birtakımyalanlar uyduracağı iddiasındadır. Ona göreörneğin Rousseau, itiraflarında mutlaka yalanlaruydurmuş, hatta gururu yüzünden bunu bile bileyapmıştır. Heine’nin haklı olduğuna ben deinanıyorum; gerçekten, insanın bazen sırf gururyüzünden kendi kendini cinayete varıncayakadar çeşitli yalanlara bulaştırabileceğini biliyor,bunun ne çeşit bir gurur olduğunu da gayet iyianlıyorum. Fakat Heine, itirafını topluma sunanbiri hakkında yargı veriyordu. Halbuki benyalnız kendim için yazıyorum; okuyucularahitap edişim bunun daha kolay bulduğum biryazış şekli olmasından ileri geliyor, bunu kesinolarak bir daha belirteyim. Evet, sadece üslupmeselesidir, yoksa yazdıklarımı kimseokumayacak. Bunu açıkça söyledim zaten...Notlarımı belli bir düzene göre yazmakistemiyorum. Hiçbir üslup, düzen degözetmeyeceğim. Aklıma ne gelirse kâğıda
aktaracağım.Fakat sözlerime takılarak, \"Gerçektenokuyucunuz olmadıktan sonra kendi kendinize,hem de yazılı olarak birtakım şartlar koşmanıza,yazınızda herhangi bir üslup, düzen takipetmeyeceğinizi, hatırlayabildikleriniziyazacağınızı vs. vs. bildirmeye ne lüzum var?Bu açıklamayı neden veriyorsunuz? Niçin özürdiliyorsunuz?\" diyeceksiniz.Buna:— Ne bileyim ben! diye cevap vereceğim.Bu tam manasıyla psikolojik bir meseledir.Belki sadece korkağın biri olduğum için böylehareket ediyorum. Belki de yazarken daha ciddiolmak için gözlerimin önünde okuyucularıgörmek istiyorum. Binlerce sebep olabilir.Bir nokta daha var: Bu notları yazmaktaki esasmaksadım nedir? Sebep okuyucular değilsehatıralarımı kâğıda dökmeden zihnimde detutabilirdim, değil mi?Orası öyle efendim, ama kâğıt üzerinde daha
azametli görünüyorlar. Böylece daha içe işleyiciolacaklar, hakkımda daha ciddi olarak hükümverebileceğim ve bir üslup tutturacağım. Sonrabelki içimdekini kâğıda dökmek bana bir çeşitferahlık verir. Mesela şu sıralar çok eski birhatıra beni son derece bunaltıyor. Geçen günkafamda bütün açıklığıyla canlanıverdi ve ozamandan beri de insanın yakasına yapışıp birtürlü aklından gitmeyen hüzünlü bir musikinağmesi gibi adamakıllı rahatsız etmeye başladı.Halbuki ondan kurtulmam lazım. Buna benzeryüzlerce hatıram var; zaman zaman bunlardanbiri durup dururken canlanıp beni ezmeyebaşlıyor. Nedense yazmakla onu defedeceğimeinanıyorum. Denemekten ne çıkar sanki?Hem canım sıkılıyor, daima işsiz güçsüzoturuyorum. Yazmak ne de olsa bir iştir sonuçta.İnsanın çalışmakla daha iyi, daha namusluolduğunu söylerler. Pekâlâ, bu da bir şans işte.Bugün kar yağıyor, daha doğrusu sulusepken;sarı, bulanık... Dün de, geçen günler de yağdı.Galiba beni rahat bırakmak istemeyen zırıltıyı dabu sulusepken yüzünden hatırladım. Öyleyse bu
da sulusepkene dair bir hikâye olsun.
İKİNCİ BÖLÜM
SULUSEPKENE DAİRYakıcı sözlerimle inandırıpKurtarınca düşkün ruhunuO yanlış yolun karanlığından,Saf, derin bir azap içinde,Bükerek ellerini, lanetler ettin,Seni çembere alan kötülüğe;Unutkan vicdanınıHatıralarınla cezalandırmak içinBenden önce olanınHikâyesini anlatırkenBirden yüzünü kapadın ellerinle,Utanç ve dehşetleSarsılıp, isyan duydun,Ve gözyaşlarına boğuldun...vb. vb. vb.N.A. Nekrasov’un bir şiirinden
IO sıralar ancak yirmi dört yaşındaydım.Hayatım o zaman bile sönüktü, derbederdi;yabani sayılacak derecede bir başımaydım.Kimseyle arkadaşlık etmiyor, konuşmaktankaçıyor, gitgide daha çok kabuğumaçekiliyordum. Vazifemde, çalıştığım dairedekimsenin yüzüne bakmamaya gayret ediyordum;meslektaşlarımın bana yalnız acayip bir adamolarak değil –hissettiğime göre– aynı zamandatiksintiyle baktığını da gayet iyi görüyordum.Bazen, \"Neden benden başka hiç kimsekendisine tiksinerek bakıldığını hissetmiyor?\"diye bir soru geliyordu aklıma.Memurlarımızdan birinin iğrenç, rende gibi delikdeşik, eşkıyaya benzeyen bir suratı vardı. Benimböyle münasebetsiz bir suratım olsa kimseyebakamazdım sanırım. Başka birinin redingotu,kokusundan adamın yanına yaklaşılmayacakderece eskimişti. Gene de hiçbirinin nekılığından, ne suratından ne de herhangi birmanevi kusurundan çekindiği yoktu. Hiçbiri,âlemin onlara tiksinerek baktığını aklına
getirmiyordu; getirse bile, böyle düşünen kişiamirleri olmadığı sürece aldırmazlardı. Hudutsuzgururum ve bunun doğurduğu aşırı titizliğimyüzünden boyuna kendimle meşgul oluyor,kendimden bazen tiksintiye varan çılgınca birhoşnutsuzluk duyuyor, başkalarının da banaaynı gözle baktığını düşünüyordum. Mesela,yüzümden nefret ediyor, çirkin buluyor, hattaalçakça bir ifadesi olduğundanşüpheleniyordum; hatta bu yüzden, her gündairedekiler bendeki alçaklığı fark etmesin diyekendimi azaba sokarak elimden geldiği kadarserbest bir tavır takınıyor, yüzüme asil bir ifadevermeye çalışıyordum. \"Varsın yüzüm güzelolmasın, fakat asil, manalı ve bilhassa fevkaladezeki görünsün,\" diye düşünüyordum. Ama biryandan da yüzümde asla bu kadar mükemmelmanalar bulunamayacağını kesin olarakbilmenin acısını duyuyordum. En kötüsü,yüzümü son derece aptal buluyordum. Halbukiben yalnızca zeki bir görünüşe razıydım. Hattayüzümü zeki bulmaları şartıyla o alçak ifadesinebile katlanırdım.En büyüğünden en küçüğüne kadar
dairemizdekilerin hepsinden nefret ediyor, onlarıküçümsüyordum, ama aynı zamanda onlardankorkar gibiydim. Bazen birdenbire kendimihepsinden üstün gördüğüm olurdu. Bu hal banadurup dururken geliyordu; ya küçümsüyor ya dakendimden çok üstün görüyordum. Kültürlü,kendini bilen bir adam kendine karşı hudutsuzbir titizlik göstermeden ve bazen nefretevardıracak kadar kendisini küçümsemedenmağrur olamaz. Fakat küçülürken de, kendimiherkesin üstünde gördüğüm anlarda da herkarşılaştığım kimsenin önünde bakışlarımı yereindiriyordum. Hatta bazen filan adamın bakışınadayanacak mıyım diye denemeler yapar,yenilen, gözlerini ilk kaçıran hep ben olurdum.Bu beni kudurtacak derecede üzüyordu. Gülünçgörünmekten marazi bir korku duyduğum içintüm kurallara körü körüne bağlıydım; genelhavaya seve seve ayak uydurur, en ufak biraykırılık göstermekten ödüm patlardı. Amadayanabilir miydim? Zamanımızın bütünaydınlarında olduğu gibi marazi derecededuyguluydum. Bizdekiler birbirinden hımbıl,aynı sürünün koyunları gibi farksız kimselerdi.
Dairemizde benden başka hiç kimse süreklikorkak, köle ruhlu olduğunu düşünmüyordumuhtemelen; galiba tam da bu yüzden kendimiaydın sayıyordum. Ama bu düşündüklerimsadece bir ihtimal değildi: Gerçekten korkak,köle ruhluydum. Bunu hiç çekinmedensöylüyorum. Zamanımızda her namuslu adamkorkak, köle ruhludur ve böyle olmalıdır. Buonun için tabii sayılan bir haldir. Buna dairsarsılmaz bir kanaatim var. Yaradılıştanböyledir, bu gaye için yaratılmıştır. Namusluadamların korkak, köle ruhlu oluşu yalnızzamanımıza, tesadüf sayılacak bazı koşullarabağlanamaz; namuslu insanlar her zaman korkakve köle ruhlu olmalıdır. Dünyadaki hiçbirnamuslu insan bu tabiat kanunundan yakayısıyıramaz. Kazara biri kabadayılık ederek başınışöyle bir doğrultursa, sakın buna sevinipböbürlenmesin, nasıl olsa başka yanda pesediverir. Bu asla değişmeyen, şaşmaz birsonuçtur. Kabadayılıkta ayak direyenler sadeceeşekler ve eşek soylulardır; ama onlarınki deduvarın önüne kadardır. Bunların hiçbir değeriolmadığından, önem vermeye değmez.
O sıralar beni üzen bir mesele daha vardı: Neben kimseye benziyordum ne de herhangi biribana. \"Tek başımayım, ama onlar hep birlik.\"diye düşünmekten kendimi alamıyordum.Pek toy olduğum meydandaydı.Bazen de bunların tam aksi hareketler yaptığımolurdu. Daireye gitmekten son derece yılıp işdönüşü hasta düştüğüm zamanlar vardı.Arkasından, durup dururken bir şüphe,kayıtsızlık nöbeti gelir (zaten bende her şeyböyle nöbet halindedir), hırçınlığımı,huysuzluğumu alaya alarak romantikliğimyüzünden kendi kendime etmediğimibırakmazdım. Kimseyle konuşmak istemezkenbirdenbire öyle değişiyordum ki, dairedekilerleyalnız konuşmak değil, artık arkadaşlık etmekistiyordum. Onlara karşı duyduğum soğuklukbirden kayboluyordu. Kim bilir, belki buduyguların zaten aslı yoktu; kitaplardan kapma,yapmacık duygulardı. Bu meseleyi şimdiyekadar çözemedim. Bir aralık dostluğumuz öylearttı ki, evlerine gidip gelmeye, prafa oynamaya,birlikte votka içmeye, şundan bundan, iktisattan
filan bahsetmeye başladım... Fakat müsaadeederseniz, burada biraz konu dışına çıkayım.Biz Ruslarda, genel olarak şu manasız, aklıyıldızlarda Fransız veya Alman romantiklerinerastlayamazsınız; hele Fransızlar, bütün Fransabarikatlarda can vermek üzere olsa, nezaket içinolsun değişmez, ömürlerinin sonuna kadar aptalaptal yıldızlara şarkılar söylemeye devamederler. Bizde, Rus toprağında aptalbulunmadığını biliyoruz; Alman diyarlarındanfarkımız da budur. İşte bunun içindir ki,Rusya’da saf, aklı yıldızlarda gezen hayalcitipler yoktur. Bütün o Kostancoğullarını, Pyotrİvanoviç amcaları[9] idealimiz olarak görmek,bazı \"ağırbaşlı\" yazarlarımızlaeleştirmecilerimizin budalaca hülyaları olmaktanöteye geçmemiştir; bizim romantiklerimiziAlmanya’nın, Fransa’nın aklı yıldızlardakiromantiklerine çeviren de onlardır. Halbuki Rusromantiklerinin nitelikleri, aklı yıldızlardakiromantiklerin niteliklerine taban tabana zıttır veAvrupa ölçülerinin hiçbiri bize uygulanamaz.(Müsaadenizle şu eski saygıdeğer, şerefli ve
herkesçe bilinen \"romantik\" kelimesinikullanacağım.) Bizim romantiğin özelliği, herşeyi anlamak, her şeyi görmek, hatta çoğuzaman en olumlu zekâların üstüne çıkarakonlardan daha açık görebilmek, hiç kimseyehiçbir suretle boyun eğmemek, ayrıca hiçbir şeyihor görmemek, ilgisiz kalmamaktır; bunlar siyasidavranıp dolambaçlı yollardan yürüyerekanlaşmazlıklardan kaçınmayı, (lojman, emeklilikhakkı, nişanla taltif gibi) maddi çıkarları gözönünde tutarak gayelerine estetik heyecanlarla,ciltlerce şiir kitaplarıyla ulaşmayı âdetedinmişlerdir, öte yandan ömürlerinin sonunakadar \"güzel ve yüksek şeyler\"i içlerinde saklar,hep o güzel, yüksek şeylerin uğruna kendilerinide sanki mücevhermişler gibi mahfazalar içindesaklamaya çabalarlar. Bizim romantik, geniş biradamdır, aynı zamanda madrabazınmadrabazıdır... bunu tecrübeme dayanaraksöylüyorum. Şüphesiz bu, romantiğin zekâsınabağlıdır. Aman, ben de neler söylüyorum! Bizimromantik daima zekidir; asıl söylemek istediğim,arada bir ahmak romantiklerin de çıktığıydı, amabunları hesap dışı bırakmak en iyisi, çünkü
bunlar, en verimli çağlarında tam manasıylaAlmanlaşıp, cevherlerini daha rahat muhafazaedebilmek için Weimar’a ya da Karaorman’ayerleşirler. Çalıştığım dairedeki görevimi bütünkalbimle küçümsüyor, sadece mecburiyetyüzünden, oradan ekmek yediğim için açıktanaçığa kötülemiyordum. Dikkatinizi çekerim,sonuçta kötülemiyordum işte. Bizim romantik,(pek seyrek olmakla beraber) aklını kaçırsa da,önünde başka bir iş fırsatı yoksa, işini kötülemezve \"İspanya Krallığı\"[10] vehimleri tam birçılgınlık hali alıp tımarhaneye gönderilmedikçede kapı dışarı edilmez. Fakat sapıtanlar ancakcılız, soluk, sarışın birkaç kişidir. Romantiklerinbüyük çoğunluğu zamanla birer kodamanolurlar. Hepsinde insanı şaşırtan bir duygubolluğu, birbirine zıt hisler beslemeye karşı öyleaşırı bir istidat vardır ki! O zamanlar budüşüncelerle teselli bulurdum, fikirlerim hâlâdeğişmemiştir. Bizde düşüşlerinin sonbasamağında bile ideallerini kaybetmeyen o\"geniş yaradılışlılar\"ın bu kadar çok olması dabu yüzdendir. Gerçi idealleri için kıllarıkıpırdamayan azılı birer haydut, hırsızdılar ama,
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266