Abide Şahsiyetler ların Orta As- tekrar ederken testere sesini andı- Allah dostudur. Şiirleri kısa zaman- ya’da hakimiyet ran bir hışırtı duyulduğu için bu- da Anadolu’ya kadar ulaşmış olma- kurmasının ardından na “zikr-i erre” yani testere zikri lı ki, Yunus Emre’nin “Bana seni ge- gözden kaybolup tari- denmiştir. 40 günlük halvet uygu- rek seni” nakaratlı şiiri, Yesevî’nin he karışmıştır. lamasının da bulunduğu Yeseviy- “Menge sen ok kerek sen” (Bana sırf Yesevîlikte manevî eğitim “in- ye tarikatında manevî eğitimini ta- sen gereksin) şiirinin mânâ ve şekil tisap”, yani bağlanmayla başlar, bu mamlayıp icâzetnâmeyi hak eden yönünden tekrarı gibidir. esnada şeyh tarafından mürid ada- müride şeyhi tarafından asa, secca- yının saçından birkaç kıl kesilirdi. de gibi emanetler verilirdi. Osmanlı Devleti’nde özellikle Bu, sembolik olarak gönülden dün- Nakşibendîlere ait Özbek tekkele- ya sevgisinin kesilmesi gereğini ifa- Hoca Ahmed Yesevî şiirleri, fikir- rinde Dîvân-ı Hikmet’ten bazı şiirle- de ederdi. Yesevî dervişleri boğaz- leri ve eserleriyle Orta Asya’da İs- rin ilahi tarzında okunduğu bilinir. dan Hayy ve Hû gibi zikirleri çokça lam ahlâk ve maneviyatının yayıl- Osmanlı Devleti’nin son dönemin- masına önemli katkıları olmuş bir de Nakşî-Hâlidî şeyhlerinden Hacı Hasan Şükrü Efendi (ö. 1327/1909) » Hoca Ahmed Yesevî’yi kuş ve tarafından bazı hikmetler Çağa- hayvanları selamlarken tasvir tay Türkçesinden Osmanlı Türkçe- ederken bir minyatür sine çevrilmiş ve Tercüme-i Dîvân-ı (Cihangir Aşurov). Ahmed-i Yesevî adıyla yayınlanmış- tır (İstanbul 1327/1909). Bu durum Yesevî’nin Orta Asya’dan binlerce kilometre uzaklarda bile asırlarca unutulmadığını ve fikirlerinden is- tifade edildiğini gösterir. Onun hikmet tarzı şiirleri asırlar- dan beri Kazak bozkırlarında yan- kılandığı gibi, Özbek köylerinde ve Kırgız çadırlarında da tekrarlanmış- tır. Özbekler çayhanelerde Yesevî hikmetleri okuyanlara “Yesevîhân” adını vermişler, bu hikmetler özel- likle Fergana vadisinde kadınlar arasında okunmuştur. Kırgızların Dîvân-ı Hikmet’i ve Hakîm Ata’nın Bakırgan Kitabı’nı çocuklarına oku- dukları bilinir. Ahiret’te Sırat Köp- rüsü’nde Yesevî’nin Kırgızlara yar- dım edeceği şeklindeki halk inancı da Yesevîliğin tesirini gösterir. Bugün Kazakistan’ın Türkistan şehrinde düğün yapan gelin ve da- matların Ahmed Yesevî türbesine gelip dua etmeleri bile bu büyük gö- nül insanının asırları aşan tesirinin bir göstergesidir. Necdet Tosun Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 99
CUMHURİYET BASINI İSLAMA KARŞI NASIL KILIÇ KUŞANDI? Sıradışı tarİh Toplumun manevî değerlerini yok sayan, diniyle dalga geçmeyi ilericilik sanan anlayış Cumhuriyet’in ilk yıllarında basında vücut buldu. İslamiyete karşı verilen bu utanç verici savaşı dergi ve gazete haberlerinden şaşkınlıkla okuyoruz. MehMet çelİk maya açıp çareler aradılar. Batı karşı- toplum üzerinde yönlendirici algı ope- sında bu geri kalmışlığın sebeplerinden rasyonları yapmak gerekecekti. “On- » Prof. Dr., Celal Bayar Üniversitesi biri de, sosyal hayata hâkim “din algı- lar” için toplumsal değişimin önündeki Fen - Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı sı” idi. Bu konunun Tanzimat’tan II. en büyük engel İslamiyetin kendisiydi. Meşrutiyet’e (1839-1908) kadar med- Bu gerçeği ve hedefi Hâkimiyet-i Milli- [email protected] yada tartışıldığına şahitlik ederiz. ye şöyle duyuruyordu: S anayi devrimini tamamlamış, Cumhuriyet’i kuran kadrolar böy- “Gazi’nin, memleketi tahtına fedâ teknolojik gelişmelerle güçlen- le bir iklimde yetişmişlerdi. Lozan’da ederek memleketin düşmanları arasın- miş, sömürgecilikle ekonomisini iyi- Osmanlı Devleti tasfiye edilip yeni bir da yer alan Sultanı hal’ ve sultanlığı leştirmiş, refah seviyesi yüksek bir devlet kurulduğunda kurucularının iki ilga etmekte istical (acele) edişi ko- Avrupa tablosu vardı 20. yüzyılın temel hedefi vardı: 1- Batılı tarzda bir layca anlaşılır. Fakat aynı zamanda başlarında. Karşısında da teknolojik ulus-devlet kurmak. 2- Bunun gereği siyasî ve dinî reis olan Sultan, ruhanî gelişmeleri takip edememiş, ekonomisi olarak bir ulus meydana getirmek. iktidarını muhafaza ediyordu. Gazi’yi güçsüz, refah, eğitim ve kültür düzeyi tanıyanlar için bu vaziyetin muvakkat düşük İslam dünyası… İlk hedef kolaydı, hatta fiilen baş- olduğu ve yalnız halifelik değil, İslâm- lamıştı. Saltanat ve Hilafetin ilgası, lık meselesini de halledeceği günün İletişim ve ulaşım araçlarının geliş- Cumhuriyet’in ilanı ve bir anayasa ile geleceği şüphesizdi. Bu mesele, haki- mesiyle bu iki dünyanın ilişkileri yo- kurumların teşekkülü meseleyi hallet- katte, en mühim mesele idi. Türkiye ğunluk kazandı. Batı ülkelerine tahsil mişti. İkinci hedef olan “toplumu dö- yenileşmesinin temel taşıydı…” için giden öğrenciler, başka sebeplerle nüştürme” ise hiç kolay olmayacaktı. giden aydınlar, gazeteciler ve iş adam- Yüzyıllar içinde oluşan değerleri, ha- Metinde hedef kesin olarak belirlen- ları “gelişmiş Batı”yla buluştular. Bu yat tarzını yasal düzenlemelerle değiş- miş “İslamlık meselesini de halledeceği karşılaşmayı -tahmin edileceği üzere- tirmek öyle basit değildi. günün geleceği şüphesizdi. Bu mese- kendi ülkelerinin geri kalmışlığını sor- le, hakikatte, en mühim mesele idi. gulama safhası takip etti. Bu nedenle bir yandan toplumun Türkiye yenileşmesinin temel taşıy- bir kesiminin desteğini almak, böylece dı.” Hedeflenen toplumsal dönüşümün Bilhassa Tanzimat’tan sonra aydın- diğer kesimini yönlendirmek gerekiyor- önündeki engelin “din ve dinî değerler” lar siyasî sistemden eğitime, ticarî ve du. Bunun uzun vadede çaresi elbette olduğu toplumun şuuraltına zerk edili- günlük hayata kadar her şeyi tartış- eğitimi kullanmaktı. Kısa vadede ise 100 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
12 3 yordu. Din “onlar” için kırsalda da en- yılanı.” isyanı bastırırken, İstiklâl Mahkemele- geldi: “Köy imamı oldukça, Kemalizm Saltanatın kaldırılması ve hane- ri eliyle bütün muhalefeti (Terakkiper- yerleşemez. Bunun için eğitmenler ver Cumhuriyet Fırkası, Gazi Paşa’ya gönderilmeli, köy muhtarı ve ihtiyar danın sürgüne gönderilmesi Anado- muhalif siyasal aktörler, Millî Mücade- heyeti ile işbirliği içinde olmalıdır.” lu insanında bir burukluk meydana lenin A kadrosu ve halk üzerinde etki- getirmişti. Bunun saltanatın lağvı ve li dinî liderleri) tasfiye etti. Hükümet “Taassup yılanı” Cumhuriyet rejiminin tesisiyle ilgisi nezdinde Şeyh Said meselesi, tarikat yoktu. Asıl sebep, hanedanın maruz ve tasavvuf çevrelerinin karalanması Cumhuriyet’in kuruluşundan he- kaldığı muameleydi. için bir fırsata dönüştürüldü. Ayrıca men sonra toplumu dönüştürme pro- basın üzerinden bunların gayri meşru- jesi kapsamında yasal düzenlemeler II. Meşrutiyet’ten beri parlamenter luğu algısı dayatıldı. arka arkaya geldi. 3 Mart 1924’te İs- sisteme yabancı değildi halk. Anka- lam dünyasının siyasî ve dinî birliğinin ra’daki meclis ve hükümeti meşru yö- İki gazetede kullanılan resimler ve sembolü olan Hilafetin ilgası, Tevhid-i netim olarak kabullenmişlerdi. Ancak dil her şeyi özetliyor. Tedrisat Kanunu’nun çıkarılması, hilafetin ilgası bu yeni yönetimin “din Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin ilgası karşıtı olarak algılanmasına” yol açı- 29 Haziran 1925 tarihli Cumhu- birbirini takip etti. Bu süreçte medya- yordu. Anadolu’nun her tarafında bir riyet’in manşeti Şeyh Said ve arka- da “irtica edebiyatı” yükselecekti. 28 hoşnutsuzluk ve tepki oluştu. Mesele daşlarının idamını şu ifade ile ve- Şubat günlerini hatırlayın, çok tanıdık “dine saldırı, dini yok etme” olarak riyordu: “Mel’un Şeyhler.” Resimli geliyor değil mi? görüldü. Gazete’nin(2) 6 Haziran 1341 (1925) tarihli kapağındaki karikatürün başlı- Din adamlarının, tasavvuf ve ta- Artık camide, kahvede, evlerde, ğı şöyleydi: “Millete Hücum Ederken rikat erbabının aşağılandığını, dinî sokaklarda herkesin gündemindey- Başları Ezilen Cehl ve İhtiras Yılan- değerlerin yozlaştırılarak adeta nef- di konu. Öfkeli halkın muhatabı din ları”. ret tohumları eken bir dille medyada adamları ve kanaat önderleriydi. Özel- servis edildiğini görüyoruz. O günlerde likle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 1908-22 arası bir cihan imparator- Akbaba dergisinde çıkan karikatür(1) -tekkelerin yaygın oluşu, şeyh aileleri- luğunun tasfiye sürecidir. Bu süreçte yönetimin dine ve din adamlarına kar- nin çokluğu ve halk üzerindeki etkin- toprak ve 2,5 milyonu asker 5 milyon şı tavır ve duygularını ifade etmesi açı- likleri sebebiyle- daha sert reaksiyon- insan kaybettik. Cumhuriyet kuruldu- sından yeterlidir: larla karşılanmıştı. Halk dinî önderlere ğunda nüfusumuz 14 milyon civarın- baskı yaparak bir an evvel harekete daydı. Bunun 8,5 milyonu kadın ve ço- “1 Mart nutkundan sonra kurtuldu- geçmelerini istiyordu. cuklardan oluşuyordu. Kuzey Afrika, ğumuz baş belalarından -şimdiye ka- Balkanlar, Yemen, Irak, Filistin, Sarı- dar Türkiye’nin başına sarılan taassup Şeyh Said İsyanı bu ortamda patlak kamış ve Çanakkale’de hemen her verdi. Hükümet sert askerî tedbirlerle 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 101
Sıradışı tarİh 4 MehMet çelİk ailenin bir ferdi şehit düşmüştü. Her Dönemin medyası bu kampanyayı memnuniyetle karşılanıyordu. İrtica ile evde 3-5 yetim vardı. sadece dinî liderlerin itibarsızlaştı- mücadele her Türk vatandaşının göre- Tarih şuuru yok edildi rılması, aşağılanması için yürütmez. viydi ne de olsa! Bu büyük felaket milletimizin şuur altında korkunç bir travmaya yol açtı. Ayrıca bu değerlerin geniş halk kitlele- Dinle ilgili objektif bir yazı/haber Her şeyini 1. Dünya Harbi’nde kaybe- den Anadolu insanı Millî Mücadele’yi, rinin nazarında zayıflatılması amacını ise hoş karşılanmaz, ilgili medya uya- “Vatan sevgisi imandandır” anlayışını pekiştiren dinî inançlarından güç ala- da güder. Gazetelerde sıkça yer alan rılır, gerekli cezaya çarptırılır, yazanın rak başarmıştı. Bunu, Mustafa Ke- mal Paşa Çanakkale Muharebelerini “Kolonya Harammış”, “Resimli Eve işine son verilirdi. Zaman zaman bu anlatırken, “Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, bilmeyenler Kelime-i Melek Girmez”, “Sinemaya Giden Ce- anlayış yazışmalarla resmiyete dökü- Şehadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini göste- 5hennemde Yanacakmış” lürdü. İşte bir örnek ren hayran olunacak ve tebrik edilecek daha!(4) Yazıda, ‘rica’ bir örnektir. Emin olmalısınız ki Ça- gibi başlıklarla sunulan nakkale Muharebesi’ni kazandıran, bu yüksek ruhtur” sözleriyle tarihe geçir- haberlerin amacı buy- kelimesi ‘emir’ ifade mişti. du. Dahası medya dinî etmektedir. Buna uy- Hal böyleyken basın, halkın dinî de- ğerlerinin aşağılanması kampanyasın- değerleri zayıflatmak mayan yayın organı da kullandığı tahkir edici dili az gör- müş olacak ki dinî düşüncenin vatan için alaycı ve aşağılayıcı mutlaka kapatılır, sahi- sevgisini yok ettiğini bile yazmaktan çekinmemişti. bir dil kullanmıştır. İki bi ve yazarı ise mutlaka Hakimiyet-i Milliye’de yer alan ifa- örnek verelim: hapisle cezalandırılırdı. de bu konuda bir fikir verme açısından yeterlidir: “İslamlık, Türk vatanı fikri- Fetva çıkar, niçin? / Hapishanelere tı- nin inkişafına mani oluyordu”. Çünkü dünya batıyor, kılan dindar halk da Bu sakat anlayış gazete sayfaların- da tartışılmış, koca bir imparatorluğun neden? / Çünkü kadın aşağılanarak medyada Lozan’da tasfiye edilmesini perdeleyip elimizde kalan 780 bin kilometrekarelik yaşmak tutunmuştur. servis ediliyordu. Hür- toprak kutsanmıştır. “Ne işimiz vardı Yemen’de, ne işimiz vardı Balkanlarda Fakat dünya işte hala riyet’te yer alan kari- veya Afrika’da?” edebiyatı Türkçülük boyasına batırılarak yeni nesillerin ha- yerindedir. Ve el-cevap- katür(5) nasıl bir algı fızası iğdiş edilmiş, zihinleri Edirne ile Kars arasına sıkıştırılmıştı. çılar batmıştır. yaratılmaya çalışıldığını Türk milletinin tarih şuurunu yok Ferman gelir, hatt-ı hümayun oku- ortaya koymaktadır (resim altı: Nur- etmek, “Her şey 1923’te başladı, önce- si Türk insanı için yoktur” anlayışını nur, sebep? / Başımıza gökten taş cu.. lar nur’a kavuştu). yerleştirmek için dönemin basın or- ganlarında yüzlerce haber/yorum yer yağmasın diye. / Niçin yağacakmış? / Not: Bu yazıyı günümüzde basın öz- alıyordu. Bunların hepsini naklederek Zira kadınlar iki atlı (koçu)’ya binme- gürlüğünden, fikir ve düşünce hürri- okuyucunun sinir uçlarıyla oynamak ye başlamışlar. yetinden ve Cumhuriyet döneminde istemiyorum. Sadece Milliyet’ten bir uygulanan laiklik anlayışından müspet örneği(3) alarak yorumu okuyucuya 1924-50 arasında medyada dine, mânâda mugalatalarla bahseden ay- bırakıyorum. dinî değerlere hakaret etmek ve aşa- ğılamak serbestti. Hatta resmî anlayış dınlara(!) ithaf ediyorum. tarafından bu tür yayınlar takdir ve 102 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
Kayıtlar DANGALAKLAR CEMİYETİ’NE ÜYE OLUR MUYDUNUZ? Trabzon’un işgalden kur- İşgal şehri tahrip ettiği gibi halkı da tarılmasından sonra Za- travmanın eşiğine getirmişti. Lakin ğanos Meydanı’ndaki ay- Karadenizlilerin kıvrak zekası bunun da nı isimli kahvede gayrı çaresini buldu; aydınların kurduğu cemiyet resmî bir cemiyet kuruldu: Danga- bezgin halka tebessüm dağıtacaktı. laklar Cemiyeti. Yanlış duymadı- nız. Üstüne üstlük üyelerin unva- tiği, devlet kurumlarının henüz leyman Mahir Durukan ise genel nı da “dangalak”tı. şekillendiği bir ortamda resmîleş- sekreterdi. Başkanlık, Eyübzade mek pek de kolay değildi. Yine de Murad Bey’in vefatı, Süleyman Ma- Kuruluş amaçlarını işgal ve göç- misyonu ve kurucuları itibariyle hir Bey’in de İstanbul’a yerleşme- lerin toplumda doğurduğu mad- resmî bir cemiyetten aşağı kalmı- siyle Avukat Kemal Hatiboğlu tara- di, daha önemlisi manevi tahribat yordu. fından yürütüldü. Önceleri “Deli karşısında hayatın olumsuzlukla- Kemal” olarak tanınan Hatiboğ- rını ciddiye almayarak sıkıntıları- Yeri, Zağanos köprüsünün batı lu, cemiyetin kurulmasından son- nı hafifletmeye çalışmak diye açık- tarafındaki kahvehaneydi. İçeri- ra “Dangalak Kemal” olarak bilin- lamışlardı. Dangalaklık mizaha, de kendilerine ayrılmış bir köşede di. Cemiyet Kemal Bey’le birlikte muzipliğe, cemiyette edinilen ye- sürdürürlerdi faaliyetlerini. aslî misyonunu tamamlamış olu- re göre derecelere ayrılmıştı. Sure- yordu. ti aptal görünen ve her şeyi ince Cemiyetin başkanı, sonraları alayla sürdüren muzip kimselerin Tekel’den emekli olacak olan Eyüb- Mehmet Akif Bal kurduğu cemiyetin toplantılarına zade Murad Bey’di. “Mihri” müste- esprisi bol kimseler katılırdı ha- ar adıyla yazı ve şiirler yazan Sü- liyle. Fakat esprili olmak yanında, üyeler Trabzon’un en kültürlü in- sanlarıydı da. İyi eğitim almış olup en az bir yabancı dil bilirlerdi. Bir- den fazla enstrüman çalanlar az değildi. Zaten cemi- yete üye olmanın en önemli şartı, kültürlü olmaktı. Cemiyet mensup- ları, mensubiyetin işareti olarak ceket- lerinin yakasına deri- den yapılmış siyah bir kopça takarlardı. Bel- ki de kurulduğu şart- lar itibarıyla resmîleş- mek istememiş, sosyal bir hareket olarak kal- mayı tercih etmişlerdi. Rus işgalinin yeni bit-
1915’in VAHŞi DÜnYASI 1915’te Osmanlı Çanakkale’de şanlı bir zafer kazanır- ken Batı cephesinde neler oluyordu? Yanlış hesaplar Prof. dr. NorMAN SToNE ve ölümcül taktik hataları bugün bize neler söylüyor? Y pres Savaşı’nın gürültüsü azalınca ve kış soğuğu do- yeterince açıktı: Napolyon zama- dünya üzerindeki Fransız nüfuzu ğuyu pençesine alınca İn- nında İngiliz gücü ile Fransız za- çökmüştü. Napolyon epeyce para tü- gilizler bir durum değer- yıflığını hesaba katma stratejisi uy- keten ikame sanayilerini teşvik et- lendirmesi yaptılar. Bu savaş nasıl gulanmıştı. Kraliyet Donanması mişti ama bunlar yeterli olmamıştı. kazanılacaktı? Rehber olarak tari- Fransa’nın dış dünyayla ticaretini Fransız ekonomisi bozulurken sö- he bakılıyordu, tarihin dersleri de ablukaya alıp boğmuştu. Brest, Bor- mürgeleri de berbat malları yüksek deaux, Toulon kuruyup kalmış ve fiyattan satın alma şantajına öfke- 104 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
İzdüşüm lenmişlerdi. Bu arada İngilizler de- Şimdi İngiltere’nin muazzam de- önce İngiliz çarkındaki dengi diş- niz aşırı ticareti tekelleştirdikleri niz üstünlüğü ortadayken, batıdaki li bir adam, her şeye ilgi duyan bir için epeyce para kazanmış, bu para- yenişememe durumunu aşmanın dilci, kamu işletmelerinin üst dü- yı kara savaşı yürüten Avusturyalı- bir yolu yok muydu? Parlak zekâlıla- zey yöneticisi ve Riezler gibi, 20 yıl lara ve Ruslara borç olarak verebil- rın ne düşündüğü merak ediliyordu. sonra nükleer bombanın sorumlu- mişlerdi. Bir süre sonra kendileri de Özellikle de olağanüstü kavrama ça- su (Alman Yahudi sürgünler bomba- Napolyon İmparatorluğu’nun en uç bukluğu ve imgelemi, nüktedanlığı, nın sırrını 1940’ta ona verdiler, o da noktası İspanya’ya büyükçe bir as- eski tarz ağır aksanı ve İngiliz tarihi Amerikalılara iletti) ihracatı durun- kerî kuvvet indirebilmişlerdi: De- bilinciyle Winston Churchill’in. ca Almanya’nın yıkılacağını söylü- nizden ikmali yapılan 80 bin asker, yordu. Ama diğer birçok zeki insan zamanın standartlarına göre bü- Donanma Bakanı olarak onun yö- gibi o da yanılıyordu. 900 Alman yük bir kuvvetti; oysa Fransızlar, netiminde –silahlı kuvvetlerin sivil- yük gemisi ele geçirildi ve Kraliyet Avrupa’nın azgın ve vahşi haydutla- lerin denetiminde olması, İngiliz ta- Donanması, Falkland adaları dahil rın kol gezdiği en çıplak ve zor kıs- rihine özgüydü; Almanya’da silahlı olmak üzere dünyanın her tarafın- mından dereleri ve tepeleri aşarak kuvvetler ordudan emir alıyordu– da düşman savaş gemilerini avladı ikmallerini yapmak zorundaydılar. deniz kuvvetleri erkenden hareke- (zorluk çekmeden). Gerilla, yani “küçük savaş” sözcüğü te geçirilmişti. Baştan kıça 29 km bu zamandan kalmadır. Aslında o gri savaş gemisi ortaya çıktı; böyle İngiliz ablukası ters tepti! kadar da “küçük” değildi. İngilizler, giderse Almanların çökeceğinin işa- İspanyollar ve Portekizliler büyük retiydi bu. Aslında İngiliz-Alman sa- Ne var ki, Almanya’nın ihracat bir taarruz başlattılar ama Fransız- vaşında ilk atışlar Avustralya’da Sid- yapması engellenince boşta kalan ların İspanya’dan temizlenmesi 5 ney Harbour Koyu’nda 4 Ağustos’ta makineler ve emek, savaş çalışma- yıl sürdü. Napolyon buna kendisini bir Alman ticaret gemisi limandan larına kaydı. Hamburg’da ayaklan- takatten düşüren “İspanyol ülseri” ayrılmaya çalışırken engellenince malar olmadı, aksine Alman sana- dedi ama söz konusu olan ülserden gerçekleşti. Almanya’ya abluka ilan yiini yöneten büyük tröstler savaş fazla bir şeydi: Karşısında iki, hatta edildi. Ne var ki Churchill’in tarih malzemeleri üretimine geçti. Ban- Portekiz’i de eklerseniz üç Atlantik bilinci bu kez yanıldı. Esas amaç Al- kalar bunu finanse etti ve Prusya imparatorluğu vardı. man ihracatını durdurmaktı. Mau- Savaş Bakanlığı, İngiliz rakibinin rice Hankey-Kurt Riezler’in 1914’ten aksine eli ayağına dolaşmadan kali- te kontrolünü sürdürdü. Alman ih- racatının İngilizlerce engellenmesi, bu nedenle Alman savaş ekonomi- sinin 1915’te herkesten iyi olması sonucunu doğurdu. Ablukanın bir paradoksu daha vardı: Almanya’da berbat olan gı- 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 105
» Fransız karargâhında tıraş olan askerler (1917). da arzı yönetimi için harika bir ge- ihracatı batınca yerini İngiliz ihra- sattığı tek yılın 1916 olması tuhaf rekçe oldu. Kıtlıktan büyük ölçüde catının doldurması bekleniyordu: bir olgudur. İngilizler sorumlu tutuldu, onlar- Latin Amerika pazarı yeniden ele dan nefret edildi ama asıl sebep on- geçirilebilirdi ya da öyle sanılıyor- Ne var ki ihracat, vasıflı emeği lar değildi. Almanya’nın ithalatını du. Bu ihracattan elde edilen kâr- alıp savaş işinden uzaklaştırdı ve o durdurmak kolay değildi; çünkü ta- lar savaş borçları ya da vergi yoluy- zamana özgü başka bir görüntü bü- rafsız limanlardan geçebilirlerdi ve la hazineye geri dönebilirdi, bu da, tün işi altüst etti: Çok sayıda vasıf- uluslararası hukuk (1909 Londra Bil- İtalya ya da Rusya gibi kara savaşı lı erkek orduya gönüllü yazıldı, bu dirgesi), gıda ithalatının engellen- yapan müttefiklere borç para ver- yüzden ihracatçılar emek kıtlığıy- mesine izin vermiyordu (tarımda mek demekti. la karşı karşıya kaldılar ve sürekli kullanıldığı için “şartlı kaçak eşya” ücret artırarak birbirlerinden adam sayılan dikenli tellerin ithalatı bile). Bunun da geçmiş örnekleri vardı: kapmaya çalıştılar. 1916’da zorunlu 1756-63 Yedi Yıl Savaşı’nda İngiliz- askerlik mecburiyeti getirilince bu İngiltere kurallarına göre taraf- ler Fransız İmparatorluğu’nun ne- sorun ancak kısmen çözüldü: Zo- sız gemiler denetime açık sayıl- redeyse tamamını tasfiye ederken, runlu askerlikte temel zanaatlara maktaydı ve bazen yüklerine el ko- İngiliz parası Büyük Friedrich’in (zorunlu askerlik, daha önceki gö- nuluyordu ama bu da ABD ile sorun Prusyası’nın Fransa, Rusya ve Avus- nüllülük dönemindekinden daha –savaştan sonra telafi etmek öneri- turya’ya karşı koymasını sağlamış- az adam aldığı ölçüde) muafiyet ta- siyle zorbela çözülen sorunlar– ya- tı. Savaştan 5 yıl önce ortalama de- nınabiliyordu. 1915’te bu karışıklık- şanmasına neden olmaktaydı. Ama ğeri 474 milyon pound olan ihracat lar İngiliz savaş ekonomisini etkile- (özellikle) Hollanda üzerinden gı- şimdi –1916-17’de– 527 milyon poun- di, bahar ve yaz aylarında ciddi bir da ithalatını engellemenin bir yolu da yükselmişti. Bu rakama 1951’e mühimmat sıkıntısı yaşandı; oysa. yoktu. kadar ulaşılamadı ve istatistik ka- yıtların tutulduğu tüm zaman bo- Almanlar daha uygun bir yakla- Ablukanın olumsuz bir sonucu yunca İngiltere’nin denizaşırı ülke- şıma zorlanmıştı. Bu nedenle ablu- daha vardı; bu kez öngörülen ama lere satın aldığından daha fazla mal ka eliptik bilardo topları kümesine yanlış anlaşılan bir sonuç. Alman dönüştü ve esas olarak Amerikan 106 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
İzdüşüm müdahalesi nedeniyle çeşitli taraf- PATATES KEKİNİN kıyıdan uzaklaşmak zorunda kaldı. sız ülkelerin Almanya’yla ticaretle- VEBALİ ABLUKA MI? Donanma komutanı hep basiret- rini sınırlandırmaya mecbur edile- bildiği 1918’e kadar gerçek anlamda Savaş sürdükçe Alman gıda liydi ve kıyı savunmasıyla bir kara uygulanamadı. arzının kötüleştiği, 1916-17 kışında kuvvetinin başa çıkacağını umu- daha da korkunçlaştığı doğruydu. yordu. Ama bu kuvvetin üssü Mı- Ölümcül hata Bu durumun suçu ablukaya yük- sır’daydı, onlar bile gecikmeyle lendi. Ama daha çok fiyat-kontrol geldi –ikmal gemileri yanlış sıray- Osmanlı ordusu Kafkasya’da ağır sistemiyle ilgiliydi: Tahıl fiyatları la yüklenmişti ve Komutan Sir Ian kayıplara uğramıştı ve Arap vilayet- kontrol edilirken, et fiyatlarında Hamilton, doğru sırayla yeniden lerinde isyan işaretleri vardı. Doğu kontrol yoktu; bu yüzden çiftçiler yüklenmeleri için hepsini geri gön- Akdeniz’e bir İngiliz hamlesi Türk- tahılı hayvanlarına yediriyorlardı. derdi. Sıtma bir sorun haline geldi lerin işini bitirebilir ve Boğazlar Aslında doğrudan yenilen tahıl, et (Rupert Brooke’u öldürdü) ve ordu Rusya’yla ticarete yeniden açılabi- üzerinden dolaylı yenilen tahıldan cimrilik edip burada ve Mezopo- lirdi. Balkan devletleri ve İtalya, İti- iki kat daha fazla enerji verir (900 tamya’da pencerelere sineklik bile laf devletleri safında savaşa girme- gram Victoria somunu, çalışan bir taktırmadı. ye teşvik edilebilirdi. 1914 sonunda adamın bir günlük ihtiyacını karşı- İngiltere Ruslara İstanbul’u teklif lamaya yetiyordu). Sonra Alman- İleri harekât üssü Yunanistan’ın etti ve bütün Osmanlı İmparatorlu- ya’da et fiyatları kontrol edildi; bu Limni Adası’ydı ve hazırlıklar her- ğu’nu Müttefikler arasında paylaş- sefer de hayvanlar satılmak yerine kesin gözü önünde yapılıyordu. mayı planlayacak kadar ileri gitti. toplu halde kesildi (1915 baharında Anadolu’nun demir ve kara yolları Türklerin ciddi bir direniş göstere- 9 milyon domuz). Daha az gübre bile Gelibolu’ya gemilerden çok da- bileceğini kimse beklemiyordu. ve dolayısıyla daha az hasat oldu. ha etkin bir biçimde asker ve silah Patates hasadının kötü olması işleri sevkiyatı yapabiliyordu. Bir tek tü- Silah sanayileri neredeyse yok daha da berbatlaştırdı ve 1916-17 menin sevkiyatı için 50 gemiye ih- gibiydi; Tuna üzerinden rüşvet- kışı “şalgam kışı” olarak anıldı; fakat tiyaç vardı ve karaya çıkmaları bir- çi Romanyalılar kanalıyla Alman sorunun temelinde beceriksiz fiyat kaç haftayı alıyordu. Türklerin çok yardımı ulaşabiliyordu ama gelen kontrolleri vardı. Prusya Tarım iyi kullandığı haftalardı bunlar. yardım az ve gecikmeliydi. Ege De- Bakanlığı ablukayı, sağcıların her nizi’nin şair Rupert Brooke gibi dev- zaman savunduğu tarım ürünlerine Ölümcül bir tehditle karşı karşı- let okullarında klasik eğitim almış uygulanan bir tür yüksek gümrük ya kalan Türkler vahim bir adım at- bir kuşak için çekicilikleri vardı, tarifesi olarak anlamış gibiydi. Her maya karar verdiler. Doğuda Van’da Churchill için ise Batı Cephesi ol- neyse, köylüler durumu iyi idare bir Ermeni ayaklanması olmuştu; mamasının avantajı vardı. ederken, kentliler şalgam yiyor Müslüman şehir büyük bir kırım- ve Köln’deki Noel pazarlarında la yerle bir edildi. İngiliz çıkarma- Britanya’nın elinde zırhlı patates kekleriyle yenilen tatlı bir sından hemen önce Enver ile Talat, Dreadnought’un daha önceki ge- şurup –Reibekuchen mit Rübenk- İstanbul ve İzmir hariç bütün ül- mileri köhneleştirdiği 1906 yılın- raut– üretmek için durmadan şeker kedeki Ermenilerin sadakatlerinin dan önceki günlerden kalma fazla pancarı kaynatıyorlardı. kuşkulu olduğu gerekçesiyle tehci- savaş gemileri vardı. Genişliği 750 rini emrettiler. metreyi geçmeyen, Yunan mitoloji- sinde yer aldığı ve daha sonra Lord Çarın, Rusya Ermenistan’ında- Byron’ın yazdığı gibi Sestos’tan ki patriğin, Anadolu’da önde gelen Abydos’a yüzülerek geçilen Çanak- birçok Ermeninin çağrıları ve ni- kale Boğazı’na bu gemiler sürülebi- hayet cephenin hemen gerisindeki lirdi. isyanlar, Jön Türkleri ciddi önlem- ler almaları gerektiğine inandırdı. 18 Mart’ta 16 savaş gemisi fela- Ermeniler kuşaklar boyunca “en ketle karşılaştı. Topları kıyı batar- sadık” azınlık sayılmışlardı; hatta yalarına uygun değildi ve Türklerin 1914’te liderleri Bogos Nubar’a ba- seyyar bataryaları da vardı, sonuçta kanlık bile teklif edilmişti (Türk- mayınlar temizlenmedi. 3 savaş ge- çesinin yeterli olmadığı gerekçesiy- misi battı, üçü de harekâttan çekil- le kabul etmedi). Büyük hunharlık di. Sonra Alman denizaltıları gelince sahneleri yaşandı, en az 700 bin iki gemi daha battı ve filo Mayıs’ta insan yürütülerek ya da trenle- 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 107
» Yürekleri ve kulakları dumura aşağıdaki İngiliz mevzilerine yu- ise en az 250 bin olmuştu. karıdan bakan Türk mevzileri söz Savaşın bu döneminde İngiliz- uğratan bir savaş konusuydu. Avustralyalı ve Yeni Fransa topraklarında gerçekleşen Zelandalı gönüllü kuvvetler özel- lerin başka yenilgileri de oldu: Ör- ve 1. Dünya Savaşı’nın en büyük likle zor bir alandaydı: “Anzak Ko- neğin bir etkisizlik destanı olan çarpışmalarından olan Somme yu”. Ancak her iki taraf da siper ka- Bağdat Harekâtı 1915-16 kışında Muharebesi’nde (1916) Kanadalı topçular zıp cepheden saldırılar düzenledi. durduruldu ve baharda bir İngiliz Britanya taburlarını desteklemek üzere İstilacılar için su bile bir sorundu; tümeni Kutü’l-Amare’de teslim ol- saatlerce atış yaptılar. Bu sebeple savaş fazla bir şey taşıyamayan ve yuka- du. Osmanlı müdahalesi, Almanla- sonrasında topçuların büyük kısmında rıdaki yamaçlardan ateşe açık bot- rı ilgilendirdiği kadarıyla şimdilik işitme kaybı yaşandı (Kenneth Keith larla getirilmek zorundaydı. iyi sonuç veriyordu. Forbes, “Canadian Artillery in Action”). Yanlış hesap ve yenilgiler Ama Almanlar da başka yerler- re tıkıştırılarak Kuzey Suriye’deki de iyi sonuçlar almıştı. Zira ablu- kamplara doğru yola çıkarıldı. Bu Ağustos’ta üç yeni tümenle bir- ka onlara gerçek bir insanların büyük çoğunluğu kamp- likte İngilizler daha kuzeyde Suv- savaş ekonomisi- larda açlıktan ve hastalıktan öldü. la Koyu sahilinde bir çıkarma daha nin yol ve irade- Yol boyunca da belgelenmiş katli- yapmaya çalıştılar fakat bu da başa- sini kazandırmıştı. amlar oldu. rısız oldu. Yaşlı komutan ilerleme- Yeni komutan (as- den önce tüm erzakın karaya çık- lında bu savaşta im- 25 Nisan’da İtilaf birlikleri Geli- tığından emin olmak istediği için paratorlar ismen bolu yarımadasının güneybatı ucu birlikler bir süre mukavemetle kar- başkomutandı, civarında karaya çıktı fakat sayıla- şılaşmamalarına rağmen çok fazla gerçek başko- rı daha azdı (5 tümene 6 tümen) ve içeriye girmediler. mutanlar ge- donanma topları, gizlenmiş sah- nelkurmay baş- ra toplarının karşısında etkili de- Bu arada Türkler çökmek bir ya- kanlarıydı) Erich ğildi. İngilizler çıkarma sırasında na, olağanüstü bir direnç gösterdi- von Falkenhayn, Molt- ağır kayıplar verdiler ve arazi şart- ler. Genç bir komutan Kemal (sonra- ke’den çok daha fazla larının çok zor olduğunu gördüler dan) Atatürk bu savaşta millî bir ün hesapçı bir adamdı. Üç ki, ormanlık ve tepelik arazilerde kazandı. Sonunda Londra’daki hü- büyük güçle uğraşmaya Al- kümet bu girişime inancını yitirdi manya’nın gücünün yetmedi- ve 1916 Ocak ayı başında harekâta ğinin farkındaydı (belki de Go- son verildi. İttifak güçlerinin zayi- ethe’nin ünlü “dâhi ne zaman atı 500 bin (çoğu İngiliz), Türklerin duracağını bilir” dizesinin örneği 108 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
İzdüşüm olarak) ve Kayzer’e “Almanya bu sa- » Asıl yük kimin omuzlarında? hayn da batının yalnızca yenişe- vaşı kaybetmezse fiilen kazanmış meme durumu sunduğunu bili- olacaktır” dedi. Yoğun ve kışkırtıcı bir propaganda yordu, oldukça da haklıydı. 1915 kampanyası neticesinde İngiliz erkeklerin Nisan’ında batıda, yine Ypres’te son Rusya’nın karşı taraftan ayrılıp cepheye koş(turul)masıyla Liverpool’da bir taarruza kalkıştı ve bu da, kısıt- 19. yüzyılın büyük bir bölümün- pek çok iş gibi sokakları süpürme vazifesi sız U-Boot denizaltı savaşı gibi bir de olduğu gibi Prusya’yla ortaklığa de kadınlara kalmıştı (21 Mart 1916). Prusya dangalaklığı alıştırması ol- dönmeye ikna edilebileceğini umu- du. Yeni bir silah bulunmuştu: La- yordu ve hareketlerini bu umut be- imkânlarını araştıran Alman dip- hey sözleşmelerince yasaklanan fa- lirledi. Bismarck’ın dediği gibi “do- lomatlar az çok görmezden gelindi. kat baştan savma bir gerekçeyle, nanımlı Prusya firkateynini kurtlu Batılı güçler Çar’a, Falkenhayn’ın Fransız tüfek mermilerinin de gaz Avusturya kalyonuna bağlamak” yapamadığı bir şeyi, İstanbul’u tek- çıkardığı gerekçesiyle haklı görü- istemeyen bir Bismarckçıydı ve süs lif etmişti ve ne olursa olsun, Rus- len zehirli gaz silahı. Gerçekten de düşkünü ciddiyetsiz Katolikler ola- ya’daki hatırı sayılır Alman un- korkunç bir silahtı, kurbanları kör rak gördüğü Avusturya-Macarlarını surlara karşı bir harekât vardı. Bu ediyor ya da akciğerlerini harap edi- sevmezdi (Prusya muhafız alayın- Almanların büyük çoğunluğu Rus- yordu. İlki Ocak’ta Rus Cephesi’nde da yalnızca bir Katolik subay var- lara tarımın nasıl yapıldığını gös- denendi ama aşırı soğuk, etkisini dı: Washington’da askeri ateşeyken termeleri için ülkeye Alman köy- azalttı. Nisan’da gaz tüplerden sa- Amerikan ekonomisini sabote et- lülerini getiren Büyük Katerina lındı ve İngilizler ile Kanadalılar meyi acemice örgütleyen ve daha zamanından kalmaydı. Toprak re- arasında paniğe neden oldu. Ama sonra Hitler’i fiilen atamasıyla ün- formu –köylüye toprak– 1914’ten gazın müteakip zamanlarda Al- lenen Franz von Papen). önce Rus siyasetinde önemli bir manları etkilemesi kaçınılmazdı ve temaydı ve şimdi bir savaş kahra- geçici çözümler bulundu: idrara ba- Bismarck gibi Falkenhayn da Al- manıysanız Alman toprağına el tırılan hidrofil pamuk, gazın etkisi- manya’nın Rusya’yla ilişkiyi hiçbir koymanızın karşılığı vardı. Çar’ın ni yarım saat uzak tutuyordu; sonra zaman koparmaması gerektiğini Alman karısı bir engel haline geldi. gerçek gaz maskeleri ortaya çıktı. düşünüyordu ve Conrad’la ilişki- Ama ne olursa olsun Çar fiilen baş- leri zaman zaman o kadar soğudu ka seçeneği kalmadığı için Alman- Her neyse İngilizler için Ypres gi- ki, Avusturya-Macaristan’ı büyük larla barış şartlarını tartışacak du- derek daha fazla rahatsızlık verici ölçüde etkileyen önemli kararları rumda değildi. olmasına rağmen ne bir atılım var- bildirmedi. Önemli bir evrede müt- dı, ne de Falkenhayn’ın atılımı dü- tefiklerine yalnızca bir hafta önce Doğudaki Alman saldırıları bu şündüğü. Onun ana hedefi Rusya’y- haber verdiği bir taarruza geçmek yüzdendi. Churchill gibi Falken- dı. için irtibat subayını Krakow’un ku- zeyindeki demiryolu kapasitesini Kaynak: 1. Dünya Savaşı, Norman Stone, Çev.: Ahmet Fethi Yıldırım, Doğan Kitap, 2010. gizlice öğrenmekle görevlen- dirdi. Daha da can alıcı bir noktada, Falkenhayn ile Con- rad, Fransa ve İtalya’ya yönelik –sözüm ona savaşı kazanacak– büyük taarruzları birbirlerin- den tamamen habersiz ayrı ay- rı planladılar. Çar’ın en par- lak emekli devlet adamları teklifi kabul etseler de, Rusya’yla barış 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 109
İSLAMIN YERİNE NE GEÇSİN? Guyau’nun vecibesiz, müeyyidesiz felsefî dini mi? TARİHÇİ GÖZÜYLE tartışmayı “İslamcılar arası” bir faali- vülgermateryalizm ya da küçük bur- yet düzeyine indirgerken, Osmanlı ana juva materyalizmi (kleinbürgerlichen m. şükrü hanİOĞLU akım düşüncesinin temel yaklaşımla- Materialismus) olarak adlandırılan ha- rının büyük çapta Batı fikir cereyan- reketin temel teziydi. Deneysel bilimin » Prof. Dr., Princeton Üniversitesi Yakın Doğu ları tarafından belirlenmesine neden tartışılmaz üstünlüğünü vurgulayan Çalışmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi. olmuştu. Bilimcilik (Scientism) akımının düşü- [email protected] nürleri, “din”lerin ortadan kalkması Bu çerçevede “din”in yakın ge- sonrasında bilimin her türlü felsefe ve 19. yüzyılın ilerleyen yıllarında lecekte ortadan kalkacağı tezi pek gerçekte bâtıl itikâttan başka bir şey “modernlik”i “din karşıtlı- çok entelektüel tarafından neredeyse olmayan inanç sistemlerinin yerini ala- ğı” üzerinden tanımlama pek çok di- bir tabiat kanunu gerçekliğinde iç- cağını öngörüyorlardı. Örneğin asrın ğer toplum gibi Osmanlı ülkesinde de selleştirilmişti. Ana akım entelektüel son yıllarında Osmanlı entelektüelleri- ciddi bir ivme kazanmıştı. Dolayısıyla tartışmada fazlasıyla etkili olan bu ni etkileyen Spiritualisme et matéria- asır sonunda Batı düşüncesine egemen öngörü, önemli ölçüde, en çarpıcı ör- lisme (Ruhçuluk ve Maddecilik, 1879) olan “dinlerin yakın gelecekte ortadan neğini John William Draper’in Ah- çalışmasının yazarı olan Félix Isnard, kalkacağı” yaklaşımının imparatorluk med Midhat Efendi tarafından Niza’-i bilimin bir “morale matérialiste (ma- entelektüelleri arasında yaygın kabul İlm ü Din başlığıyla Türkçeye tercüme teryalist ahlâk)” geliştireceğini var- görmesi şaşırtıcı bir gelişme değildi. olunan Conflict Between Religion and sayıyor, bunun da din ve dindarlığın Osmanlı modernleşmesi bir bağdaştır- Science çalışmasında bulan, insanlık yerini alacağını düşünüyordu. ma yaratma hedefiyle ortaya çıkmış, tarihi ve gelişiminin din ile bilim ara- ancak sonraki yıllarda Batı kaynaklı sındaki “çatışma” tarafından belirlen- Osmanlı entelektüellerinin kutsal felsefe ve düşünce akımları entelektüel diği tezine dayanması nedeniyle gele- kitabı haline gelen Kraft und Stoff tartışmaya egemen olmuştu. ceğin toplumunda “bilim”in her türlü (Madde ve Kuvvet, 1855) kitabını örgütlenmiş inanç sistemini ortadan kaleme alan Ludwig Büchner ise Na- Şüphesiz bu dönemde hakim ente- kaldıracağını savunuyordu. turphilosophie’nin de dahil olduğu bü- lektüel söyleme karşı duran, İslam ile tün felsefe akımlarını şiddetle eleştiri- modernliği bağdaştırmaya çalışan ha- Asır sonu toplumunda ortadan kal- yordu. Bu cereyanlara Schopenhauer reketler de doğmuştu. Ancak “dindar- kacak dinlerin yerlerinin nasıl doldu- ve Kierkegaard’ın Hegel’i eleştirmek lık”ın hızla “genel entelektüel alan” rulacağı konusunda ağırlıklı olarak üç amacıyla dile getirdikleri “Primum dışına itilmeye başlanması söz konusu temel ihtimalin varlığı kabul olunuyor- vivere deinde philosophari (önce yaşa, du. Bunlar “bilim”in kendi ahlâkını sonra felsefe yap)” ilkesi çerçevesinde yaratması, yeni “kutsal” haline gele- karşı çıkan Büchner, “bilim”in sade- cek millî değerlerin oluşacak boşluğu ce dinin yerini almakla yetinmeyerek doldurması ve diyalektik materyaliz- yeni çağın “felsefesi” haline geleceğini me dayalı olarak inşa edilecek sosyalist savunuyordu. toplumun bir moral inşa etmesi idi. Bu üç temel seçenek dışında değişik bağ- Büchner değişik yazıları ve özel mu- daştırmalar da gündeme getiriliyordu. haberatında Ersatzreligion ya da “ruh- banları, duaları, kutsal kitapları olma- Birinci görüş 19. asırda popüler dü- yan bir sevgi ve adalet dini (Religion zeyde fazlasıyla etkili olan ve Mark- der Liebe)”ne muğlâk atıflar yapmak- sistler tarafından kendi materyalizm- la birlikte1 aslında bilimci yaklaşımın lerinden ayırmak ve küçümsemek için 110 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
» Ludwig Büchner » John William Draper temel tezi olan “bilimin poloji temelli dinin yerini alacağı” yakla- seküler milli- şımını vurguluyordu. Benzer » Abdullah Cevdet yetçiliğin dolaylı » Herbert Spencer şekilde Ernst Haeckel’in “din olarak böyle bir dayanaklarından biri haline getirmiş- ve bilim arasındaki bağlantıyı varsayımı içselleştir- ti. Bu ideoloji bunun yanı sıra seküler milliyetçiliği de bilimcilikle eklemleşti- kurma iddiasındaki” pantheist, diği ve dile getirdiği riyordu. Bu çerçevede yaklaşıldığında dinin “avam”ın eğitimi amacıyla kul- monist tezleri de Osmanlı toplumunda doğrudur; ancak bu gelecek tasavvuru lanılabilecek bir araç olmak dışında herhangi bir işlevinin olmadığı, onun derin ilgi uyandırıyordu, ama idealist bilimciliğin “dinin yerini bilim alacak” geleceğin toplumunda antik pagan inançlar benzeri bir marjinalliğe ge- tonu güçlü bu yaklaşıma karşılık2 ge- teziyle kıyaslandığında oldukça marji- rileyeceği varsayılıyordu. Erken Cum- huriyet ideolojisinin bir yandan dine lecekte “tabiat âliminin dini”nin değil, nal kaldığı gibi “milliyetçilik içi tartış- yönelik olarak ders kitaplarına dahi yansıyan eleştirileri dile getirirken, “bilim”in egemen olacağı düşünülü- mada” da Türk-İslam sentezi savunu- öte yandan kapsamlı bir “dinî reform” projesi geliştirmesinin nedeni de buy- yordu. Din ile millî değerlerin çatıştığı su karşısında tedricen gerilemiştir. du. Geleceğin toplumunda “din” ol- mayacaktı ama o aşamaya ulaşılana ve geleceğin toplumunda ikincisinin Osmanlı sosyalist hareketinin za- kadar “din” “avam”ın eğitimi için bir araç olarak kullanılmalıydı. güçleneceği, asır sonu düşüncesi içinde yıflığı, “sosyalist ahlâk”ın dinin yeri- Erken Cumhuriyet ideolojisinin yaygın kabul gören bir diğer yaklaşım- ni aldığı bir tasavvurun müritlerinin vülgermateryalizmin kaba tezleriyle milliyetçiliği bağdaştırmaya çalışan dı. sayısının sınırlı olmasına yol açmıştır. yaklaşımının sığlığı, onun fazlasıyla etkilendiği son dönem Osmanlı ma- Kahire’de 1903-07 arasında ya- İlginç olan, Osmanlı toplumu ile Er- teryalistlerinin bazılarını dahi farklı seçenekler aramaya yöneltiyordu. Bu yınlanan Türk dergisinin naşirleri ken Cumhuriyet döneminde sosyalist kimselerin Büchner’in materyalist tez- lerinin doğruluğu konusunda şüpheleri din-milliyetçilik çatışması tezi üzerine düşünceyi benimseyenlerin vülgerma- yoktu. Ancak onlar bu kaba, her şeyin maddeden ibaret olduğunu söylemek- ciddi bir tartışmaya girişmişler, bunun teryalist “din-bilim çatışması” tezle- le yetinen materyalizmin kendi ahlâ- kını yaratabileceği konusunda ciddi sonucunda mecmuanın idaresi, millî rinden derin biçimde etkilenmeleridir. şüpheler taşıyorlardı. Onlara göre din ortadan kalkınca onun yeri bu tür ma- değerlere öncelik atfederek, İslamiye- İslam yerine felsefî din teryalizmden daha derin, toplumun tin Türklerin kültür seviyesinde geri- ve bireyin ihtiyaçlarına cevap vere- lemeye neden olduğuna inananlar ile Marx’ın, soyadına telmihen Büch- din-milliyetçilik sentezini savunanlar ner’i “bir kitap yapıcısı” olarak aşağı- arasında iki kez el değiştirmişti. Daha ladığı, onun materyalizm konusundaki sonra Durkheim’ın “moralité civic” temel tezlerini yeni Kantçı Marburg kavramının değişik biçimlerde yorum- Okulu’nun önde gelen düşünürlerin- lanmasıyla varılan neticeler, millî de- den Friedrich Albert Lange’den aldı- ğerlerin ortadan kalkacağı düşünülen ğını iddia ettiği, daha sonra Lenin’in, dinin yerini alacağı yolundaki kanaati Materializm i Empiriokrititsizm ça- güçlendirmek için kullanılmıştı. An- lışmasında Büchner, Moleschott ve cak bu tez nadiren, eski bir Teşkilât-ı Vogt’un yaklaşımlarını “mekanik, di- Mahsusa mensubu olup 1932-43 yılla- yalektik karşıtı ve idealist” olmakla rı arasında Samsun mebusluğu yapan suçladığı3 düşünülürse Osmanlı/Türk Ruşenî (Barkın)’ın Mustafa Kemal sosyalistlerinin vülgermateryalist yak- (Atatürk)’e sunduğu Din Yok Milliyet laşımları savunmalarının istisnaî bir Var: Benim Dinim, Benim Türklü- tutumu yansıttığı belirtilebilir. ğümdür çalışmasındaki açıklıkla orta- Erken Cumhuriyet ideolojisi 19. ya konulmuştu. asır vülgermateryalist tasavvurunu 1930’lu yıllarda yükselen antro- fazlasıyla içselleştirmiş ve onu temel 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 111
TarİhÇİ GÖZüYLE m. şükrü hanİOĞLU bilecek bir felsefeyle doldurulmalıydı. Guyau, 1887 senesinde neşrolunan tırması5 üzerinde derin etkiler yap- Bu konuda hissedilen ihtiyaç, Osmanlı L’irréligion de l’avenir (İstikbâlin mıştır. Bunun yanı sıra Guyau’nun materyalist hareketinin başını çekmiş Din Yokluğu) kitabının adından da ahlâk, din, estetik, eğitim, ırsiyet ve bazı entelektüelleri, Erken Cumhuri- anlaşılacağı gibi, geleceğin toplumun- zaman kavramının oluşumu üzerine yet döneminde, Avrupa’da asır sonun- da bilinen anlamda “dinler”in varol- bir bölümü vefatından sonra yayınla- da önemli etki yaratmış, ancak daha mayacağını ileri sürüyordu. Darwin nan çalışmaları Almanya’dan Kata- sonra unutulmaya yüz tutmuş bir dü- ve bilhassa İngiliz faydacıları üzerine lunya’ya, Uruguay’dan Şili’ye ulaşan şünürün tezlerini derin biçimde tartış- çalışırken Herbert Spencer’den derin bir coğrafyada ilgi uyandırmıştır.6 ma ve yeni toplumun “dini”ni bunlar biçimde etkilenen Guyau, geleceğin yardımıyla inşa etmeye yöneltmiştir. toplumu ile onun ahlâkî değerleri ve Böylesi bir alâkaya mazhar olması- dininin evrim neticesinde şekillenece- na karşılık Guyau, en önemli çalışma- Bu düşünür 1888 yılında henüz ğini düşünüyordu. Yaşanan toplumsal larından birinin dile getirdiği “gelece- 34 yaşında vefat ettiğinde arkasında evrimle bilimin gelişimi ve deneysel ğin din yokluğu” tezi nedeniyle uzun önemli eserler bırakmış olan Jean-Ma- çalışmaların neticeleri, geleneksel din- süre “immoralist (ahlâkçı olmayan)” rie Guyau idi. Üvey babası Alfred lerdeki esâtire dayalı anlatımın yerini bir düşünür olarak ele alınmıştır.7 Bu Fouillée’nin gözetiminde yaptığı kap- almıştı. Bu nedenle mevcut dinlerin tespit sadece Fransa ile de sınırlı kal- samlı okumalar sonrasında 19 yaşın- ahlâkî ve toplumsal amacı kalmamış, mamış, kendisinden etkilenen William da kaleme aldığı ve Epikür’den İngiliz felsefî bir dindarlığa geçiş süreci baş- Jones ve Josiah Royce benzeri Ame- Okulu’na faydacı ahlâkın gelişimini lamıştı. rikan felsefecileri de Guyau’nun tezle- ele alan 1,300 sahifelik Mémoire sur rini bu çerçevede değerlendirmişlerdir. la morale utilitaire deputs Épicure Bu yeni dindarlık temelde felsefî bo- jusqu’à l’école anglaise tezi asır sonu yut taşıyacak; bu dinin dogma, ritüel, Türkiye’ye etkileri entelektüel tartışmasında önemli tar- vecibe ve müeyyideleri olmayacaktı. tışmalar yaratan Guyau, eserlerinde Guyau’nun tezleri Nietzsche’den Kro- Guyau’nun gerçekte Maine de Bi- “anomi” kavramını Durkheim’dan potkin’e ulaşan bir yelpazedeki anar- ran’dan Bergson’a ulaşan “ahlâkçı”- önce kullanmış ve gelecekteki ahlâkın şist düşünce; anomi kullanımı, kita- çizgide önemli bir yere sahip olduğu sadece Kantçı anlamda mantık alanın- bına eleştiriler getiren Durkheim’ın fikri ancak sonraki tarihlerde kabul da muhtar olmayacağını, bunun yanı bilhassa işbölümü ve intihar üzerine görmüştür. Bu çerçeveden bakıldığın- sıra “anomik” bir karakter taşıyacağı- yaptığı erken çalışmalar; ahlâkı “ha- da Guyau’nun temel tezlerinin 1930’lu nı, yani belirli kurallarla sınırlanmaya- yat” üzerinden açıklama yaklaşımı ise yıllarda Türkiye’de oldukça anlamlı cağını iddia etmişti. Bergson’un “élan vital” kavramsallaş- biçimde yorumlandığını belirtebiliriz. Bu değerlendirme, son tahlilde, Gu- Guyau 1885’de yayınlanan Esquisse » Tanrı ve toplum yau’nun temel fikrini fazlasıyla vülga- d’une morale sans obligation, ni san- Durkheim’a göre inançlı biri rize etmiş, buna karşılık onun idealist ction (Vecibesiz ve Müeyyidesiz Bir davranışlarında tanrısını nasıl gözetirse ve materyalist yanlarını yansıtan bir Ahlâkın Taslağı) eserinde ise ahlâkın birey de davranışlarında toplumu aynı “din” tasavvuru şekillendirmeye mu- kaba pozitivist varsayımlarla kuşa- şekilde gözetir. Durkheim’ın felsefesini vaffak olmuştur. tılmasının sakıncalarına işaret etmiş, konu alan bir karikatür. “bilimsel ahlâk”ın sınırlarının altını Osmanlı materyalizminin önemli çizmişti. Ona göre ahlâkı bireylerin simalarından Abdullah Cevdet Bey, yaşadıkları dünya üzerine yoğunlaşa- Guyau’nun düşünceleriyle II. Meşruti- rak ve “olgular”ı inceleyerek anlamak yet öncesinde ilgilenmişti. Daha sonra mümkün değildi. Bunun nedeni ahlâkî ise İçtihad dergisi, bilhassa 1930’larda, ilkelerin sadece içinde yaşanılan ger- Guyau’nun eserlerinden alıntılar ve çeklik değil, bunun yanı sıra tasavvur onların temel tezlerine dayalı yazılar edilen ideal hayat tarafından belirlen- yayınlayarak yeni bir “din” tasavvuru mesiydi. Dolayısıyla katı pozitivist bir ortaya atma girişiminde bulunmuştu.8 yaklaşımla ahlâkı anlayabilmek müm- Bu açıdan bakıldığında Erken Cumhu- kün değildi. O nedenle nasıl sosyoloji riyet Türkiyesi, Guyau’nun eserlerinin ve siyaseti anlayabilmek için iktisadî ana yaklaşımlarından bir “din tasav- düşünceyi değerlendirmek gerekiyorsa, vuru”nun çıkarıldığı, onların felsefî ahlâkı kavrayabilmek için de metafizi- tartışma konusundan projeye dönüş- ği gözönüne almak zorunluluktu. türüldüğü bir toplum olma özelliği taşımaktadır. 112 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
Yaklaşımları ile Guyau’nunkiler » Felsefî bir dindarlık ması” olgusu gerçekleşmemiş, bunun arasında paralellikler kuran Abdullah yanı sıra İslam asır sonu düşüncesinin Cevdet, kendisini de fazlasıyla etkile- Guyau’nun (üstte) tasavvur ettiği yeni din tasavvuruna yönelik en şiddetli di- yen 19. asır Alman vülgermateryaliz- dindarlık anlayışı, felsefî boyut taşıyan, renci ortaya koymuştur. Bu ise Erken minin “din”in yerine neyin geçeceği dogma, vecibe ve müeyyidelerinden Cumhuriyet’in din projesi kadar, Bü- konusunda yarattığı boşluğa en an- sıyrılmış bir inanç sistemi idi. chner-Guyau bileşkesi bir “felsefî din” lamlı cevabın Fransız düşünür tarafın- tasavvurunun yaratılması girişimini de dan verildiğini savunuyordu. Abdullah bağdaştırıyordu. Bu, ahlâkçı felsefe ile anlamsız kılan bir gelişme olmuştur. Cevdet’e göre gelinen aşamada insan- her türlü felsefeyi reddeden vülgerma- lığın Kant, Comte ya da Bergson’un teryalizmin ortak paydasını bulduğu- Dipnotlar yaklaşımlarına ihtiyacı yoktu. Toplum na inanan, aynı zamanda hem bilimci, 1Mesela, Ludwig Büchner, Das künftige Leben und die için vecibesiz, müeyyidesiz, bireyleri hem de moralist olma iddiasından vaz- moderne Wissenschaft: Zehn Briefe an eine Freundin felsefî anlamda “dindar” yapacak bir geçmeyen bir bağdaştırma idi. (Leipzig: Max Spohr, 1889), s. 140-41 din fikrine dayanan Guyau’nun tezleri 2Bu ilginin en önemli göstergesi şüphesiz Haeckel’in yeterliydi.9 Abdullah Cevdet mahvi- Hayat ü kâinat âsudedir ağuşi nurunda, Monismus als band zwischen Religion und Wissen- yetten uzak bir yaklaşımla kendisini Değil dini husumet dinimiz dini muhabbetdir15 schaft çalışmasının Baha Tevfik and Ahmed Nebil bu yeni dinin peygamberi olarak gö- Beyler tarafından Vahdet-i Mevcud: Bir Tabiat Âliminin rüyordu.10 dizeleriyle özetlediği, ilhamını Gu- Dini başlığı altında 1911 yılında tercüme edilerek, Te- yau’dan alan ve peygamberi olduğunu ceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütübhanesi yayınları arasında Guyau’nun tezlerine uygun biçim- düşündüğü vecibesiz, müeyyidesiz ve neşrolunmasıydı. de “Kâ’inatı kendi keyfine göre idare dogmadan âzâde “sevgi dini”ni İsla- 3Bu vurgulanırken, Lenin’in Haeckel’i takdir ettiği ve eden Ecell ü A‘lâ bir zata itikad” dü- mın yerine geçirerek, temel tezlerine onun Die Welträthsel: gemeinverständliche Studien şüncesine şiddetle karşı çıkan, bunu katıldığı materyalist düşüncenin yara- über monistische Philosophie çalışması hakkında “tedavi kabul etmez bir mantıksızlık” tacağı toplumsal sorunların engellene- olumlu düşüncelere sahip olduğunu belirtmek biçiminde eleştiren11 Abdullah Cev- bileceğini düşünüyordu. Bu yaklaşım, gereklidir. det, buna karşılık, “bir milletin dinsiz tabii olarak Erken Cumhuriyet ideo- 4Guyau’nun Nietzsche kanalıyla Mussolini benzeri olması[nın] mümkin hattâ ca’iz”12 ol- lojisinin bu alandaki sığlığına duyulan siyasetçileri de etkilediğini belirtmek gereklidir. Emilio madığını düşünüyordu. Bunun yerine tepkiyi de yansıtıyordu. Buna karşılık Gentile, The Origins of Fascist Ideology, 1918-1925 Guyau okumaları çerçevesinde mü- Guyau ve Abdullah Cevdet’in var- (New York: Enigma Books, 2005), s. 5. eyyidesiz, vecibesiz, tanrısı olmayan, sayımlarının tersine, en azından bir 5Bergson yaptığı bir dizi kavramsallaştırmanın ama bireyi felsefî alanda dindar yapa- asırlık sürede “dinlerin ortadan kalk- Guyau’nun kullandıklarıyla benzerlik göstermesinin cak yeni bir “din” yaratılmalı ve “İs- nedeninin genç yaşta vefat eden düşünürün La genèse lam”ın akâidi değil, kişilere sorumlu- de l’ idée de temps (1890) çalışmasını ölümünden luk yüklemeyecek felsefî yorumları da sonra yayınlayan üvey babası Fouillée’nin bunu bu amaca ulaşım için kullanılmalı idi. gerçekleştirirken kendisinin (Bergson’un) doktora tezi Abdullah Cevdet bu nedenle, kendisi Essai sur les données immédiates de la conscience ve takipçilerine yöneltilen “din nâşir- (1888)’da kullandığı kavramlardan yararlanması leri esâfil” eleştirisine kaba materyalist olduğunu ileri sürmüştür. bir karşılık sunmak yerine “bizim dini- 6Anarşistler üzerindeki etkiye yoğunlaşmakla birlikte mizde asla adâvet yokdur... bizim rab- diğerlerine de değinen yeni bir çalışma bu konuda bimiz ‘semavât ve arzın nuru’dur ama ilginç bilgiler sunmaktadır. Bkz. L’effet Guyau: De nârı değildir” cevabını veriyordu.13 Nietzsche aux anarchistes, ed. Jordi Riba (Paris: L’Har- mattan, 2014). Abdullah Cevdet zikrettiğimiz gibi 7Bu konunun detaylı tartışması Geoffrey C. Fidler, Büchner’in genellikle arka planda “On Jean-Marie Guyau, Immoraliste,” Journal of kalan “ruhbanları, duaları, kutsal ki- the History of Ideas 55, no. 1 (Ocak 1994), s. 75 v.d tapları olmayan sevgi ve adalet dini” yapılmaktadır. düşüncesi ile Guyau’nun “sevginin 8Abdullah Cevdet, Guyau’nun Éducation et hérédité yaratıcı ile yaratılanlar arasındaki ger- kitabını Terbiye ve Veraset, şiirlerini ise Bir Filosof çek bağlantı”, “duanın sevgiye ulaşma un Şiirleri başlıkları altında 1927 ve 1930 yıllarında aracı olduğu” ve yaşanılan dünyanın tercüme ederek yayınlamıştır. Esquisse d’une morale ancak bu yolla “une société infinie”- sans obligation, ni sanction çalışmasının değişik ye dönüştürülebileceği yaklaşımıyla14 bölümleri 1929 yılı Mart, L’irréligion de l’avenir’den parçalar ise 1930 yılı Kasım ayından başlayarak İcti- had’da neşrolunmuştur. Abdullah Cevdet 1931 yılında Esquisse d’une morale sans obligation, ni sanction kitabının tercümesini tamamladığını ve bunun Maarif Vekâleti tarafından yayınlanacağını, L’ irréligion de l’avenir’in tam tercümesinin de “sıcak emeli” old- uğunu ama bu genişlikteki bir eseri basmanın içerdiği yüksek maliyet nedeniyle projeyi “istikbalin yüreğine “ koyduğunu belirtmiştir. İctihad, no. 326 (15 Temmuz 1931), s. 5506. 9Ab[dullah] Djevdet, “Bize Lâzım Olan Felsefe, ” İçtihat, no. 327 (15 Ağustos 1931), s. 5524 10 Ab[dullah] Dj[evdet], “Muhabbet Peygamberine,” İçtihat, no. 300 (1 Temmuz 1930), s. 5415 11İctihad’ın Müdir Fikirleri, no. 15. 12İctihad, “Din, Du‘a ve Halk,” İçtihad, no. 338 (1 Şubat 1932), s. 5651. 13[Baron d’Holbach], Akl-ı Selim, ter. Abdullah Cevdet (İstanbul: Kütübhane-i İctihad, 1928), s. 8. Abdullah Cevdet, sıklıkla düşülen bir hatayı tekrarlayarak, 1772 yılında Holbach tarafından kaleme alınan Le bon sens kitabının Jean Meslier’nin eseri olduğunu varsaymıştır. 14F. J. W. Harding, Jean-Marie Guyau, 1854-1888: Aesthetician and Sociologist; A Study of His Aesthetic Theory and Critical Practice (Cenevre: Librarie Droz, 1973), s. 46. 15Abdullah Djevdet, Karlı Dağdan Ses (İstanbul: İcti- had Kitabları, 1931), s. [31]. 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 113
TAŞI TOPRAĞI SARNIÇ İSTANBUL Sadece Yerebatan Sarnıcı’nın ismini duymuş olsak da İstanbul bir sarnıç cennetiymiş vaktiyle. Şehrin su depolarıydı, kabul ama bambaşka amaçlara da hizmet etmişlerdi. Bugün kimileri çöplük, kimileri de üzeri betonla kaplanarak gömülmüş. İşte farklı rantların pençesindeki kayıp sarnıçların birbirinden ilginç hikâyeleri. 114 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
» Yerebatan Sarayı Sarnıcı. Que post int vUesntias Kcoamlemloedr Prof. Dr. SEMAVİ EYİCE BDERİN TARİH İÇİN YAZDI izans döneminde İstanbul’da çok sa- yıda su sarnıcı yapılmıştı. Bunlar yabancı araştırmacıların dikkatini çekmekle beraber üzerlerinde faz- la durulmamış, teknik ve mimari bakımdan yeterli tetkikler yapılmamıştır. 19. yüzyıl başlarının Napolyon dönemin- de, aslen Macar olan ve Fransa elçisi olarak İstanbul’a gelen Comte Andreossy (Macar- ca Andraşi) sarnıçlara ilgi duymuş ve göre- bildiklerinin bir listesini çıkarmış, bu liste- yi de kitabına eklemiştir. Fakat İstanbul’daki Bizans dönemi sarnıçlarının uzmanlar tara- fından etraflıca incelenmesi ancak 19. asrın sonlarında mümkün olmuştur. O tarihlerde İstanbul’daki Mühendishane Mektebinde, yani Teknik Üniversitede görev- li, su yapıları ve su toplama-dağıtma tesisle- ri üzerinde uzman Prof. Phillip Forchheimer tarafından ilk defa etraflı bir ilmî çalışma yapmıştır. Kendisine yardımcı olarak aynı yıllarda inceleme yapmak üzere İstanbul’a gelmiş olan Avusturya Graz Üniversitesi’n- den Doç. Dr. Josef Strzygowski ile birlikte İstanbul’un Bizans Dönemi Su Hazneleri (Die By- zantinischen Wasserbehalter von Konstantinopel) başlıklı Almanca bir kitap hazırlamış ve 1893 yılında Viyana’da bastırmıştır. Bu bü- yük eserden sonra şehrin çeşitli yerlerinde çok sayıda sarnıcın varlığı tespit edilmiş, ne yazık ki büyük kısmı kayda geçmeden ve sözkonusu kitaba bir zeyl halinde toplanma- dan kaybolup gitmiştir. Üniversitede Bizans Sanat Tarihi Bölümü Başkanı olarak öğrencilerimden lisans tezi yapmaya hevesli birine bu kitabı tamamla- yacak bir zeyl yazılmasını tavsiye etmiştim. Bu öğrenci sarnıçlardan pek çoğunun fotoğ- raflarını çekti, notlar aldı; ne yazık ki bu te- zi hazırlamadan üniversiteyle ilişiğini kesti. Kendisine yaptığımız birkaç başvuruya da olumlu bir cevap vermedi. Bizans dönemi İstanbul’unda toprağın al- tı tamamen sarnıç yapılarıyla doluydu. 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 115
» Medusa’nın gözleri sarnıcı bekliyor te şunu da belirtmeliyim ki, başka rum) Camii’nin altında bulunmak- Bazilika Sarnıcı’ndaki suyun içinde bulunan gayelerle yapılmış bazı mahzenler tadır. Aslında bu, 30 metreyi aşkın kısa sütunun altında, kaide olarak geç Roma sonraları ihtiyaç duyuldukça sar- bir çapı olan Roma devrine ait yu- devrinden kalan kafası ters dönmüş Medusa nıca dönüştürülmüştür. varlak bir binanın (bir mezar bina- heykeli bulunur. Yunan mitolojisinde sı olması muhtemel) Bizans dev- Medusa’nın, gözlerine bakanı taşa İç duvarları su geçirmez bir sı- rinde içine sütunlar konularak çevirdiğine inanılır. vayla sıvandıktan sonra sarnıca dö- sarnıca dönüştürülmesiyle oluş- nüştürülmüş yapılardan biri Sulta- muş; Myrelaion Manastırı’nın sar- Gayet tabii olarak bunlar şehrin su nahmet’tedir. Eski hipodromun nıcı olarak hizmet vermiştir. Son ihtiyacını cevaplamak üzere inşa (At Meydanı) Marmara’ya hâkim 20 yılda kapalıçarşıya dönüştürül- edilmiş haznelerdi. Ancak başka kısmında arazinin meylini karşıla- dü. fonksiyonları da olduğu açıkça gö- mak üzere yapılmış olan yarım yu- rülmektedir. Başta, üzerlerine ya- varlak ucun altında yapılmış hüc- Suyu pek lezizmiş pılacak binalarla İstanbul’un iniş- relere böyle bir fonksiyon verilmiş li çıkışlı arazisinin düzlenmesini olduğu görülür. Esas sarnıç olarak inşa edilenler sağlıyorlardı. İkincisi, üzerlerine ise genellikle dikdörtgen bir plana inşa edilen -başta dinî yapılar ol- 1927-28’de bir İngiliz arkeoloji sahip olup içine bir veya sarnıcın mak üzere- çeşitli eserlerin gös- heyeti içine girmiş, fotoğraflarını büyüklüğüne göre daha çok mer- terişli bir görünüm kazanmasına çekmiş ve planını çıkarmışlar. O mer sütun dikilmiştir. Bunların hizmet ediyorlardı. Üçüncü görev- dönemde içinde bazı bölümlerin üzerleri tuğladan tonozlar ile kap- leri de su depolamaktı pek tabii. su dolu olduğu görülmüştü. İşin lanmıştır. Sarnıçların uç duvarla- garip tarafı, yıllar sonra bu uydur- rının su olan taraftaki yüzünde Zaman ilerledikçe sarnıçlara ma sarnıç kimsenin bilmediği ye- genellikle aşağı kadar inmeyi sağ- yenilerini ekleme ihtiyacı duyul- ni bir sarnıç bulunduğuna dair ha- layan taştan bir merdiven vardır. muştur. Şehrin gerçek bir kuşat- berlere konu olmuştu gazetelerde. ma yaşadığı günlerde bu kadar çok Sphendone adı verilen uydurma Eğer sarnıcın yan duvarların- sarnıca ihtiyaç var mıydı? Bu so- sarnıç, aslında araba yarışçıları- dan birinde arazi eğilimli ise içi- runun cevabını ancak bir su mü- nın, insanlarla çarpıştırılan vahşi ne konulacak tazyikli suyun pat- hendisi verebilir. Bununla birlik- hayvanların barındığı yerdi. Son- latmaması için duvarın çok kalın radan burasının içine su dolduru- yapılmasından başka, kemerlerle larak sarnıç yapılmıştır. de takviye edildiği görülür. Bunun dışarıdan dahi görülebilecek bir İstanbul’da uydurma ikinci bir örneği Atatürk Bulvarı’ndan Ha- sarnıç da Laleli’de, esasen bir Bi- liç’e inerken sol tarafta Zeyrek Ki- zans kilisesi olan Mesih Paşa (Bod- 116 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
Que post int vUesntias Kcoamlemloedr lise Camii’nin altındaki sarnıçta » Zeyrek Kilise Camii Sarnıcı. nen en büyük sarnıçlarından biri açıkça görülebilir. Duvar o kadar de Ayasofya’nın hemen yakının- kalındır ki, daha sonra bu duvarlar maz hale geldiğinden “leziz suyu” da olup Bizans devrinde Bazilika berduşlar tarafından odalara çev- ortadan kaybolmuştur. Sarnıcı denilen Yerebatan Sara- rilmiştir. Hatta kemerlere dahi ha- va almak için küçük ve kare pence- Su depolamak üzere yapılan sar- yı Sarnıcı’dır. Üzerinde Osman- reler açmışlardır. nıçlar İstanbul’da Roma devrin- lı devrinin çeşitli dönemlerin- den başlamakta ve Bizans’ın son de birtakım ileri gelenlerin Bu sarnıç 17. yüzyılda hâlâ su do- dönemine kadar uzanmaktaydı. konakları vardı. Hatta en dip lu halde olup üstünde 16. yüzyılda İlkçağ’ın erken dönemlerinde es- kısımdaki köşe Osmanlı dev- Sadrazam Piri Mehmed Paşa tara- ki Byzantion şehri aşağı yuka- fından yapılan bir mescid bulunu- rı Sarayburnu bölgesine tekabül rinde doldurularak desteklen- yordu. Son yıllarda ihya edilen bu etmekteyken su ihtiyacının o miştir. Ancak açıkça görüldü- mescidin bir adı da altındaki sar- devirde yapılmış bir sarnıçla sağ- nıç suyundan dolayı Soğukkuyu landığını eski bir kaynak haber ğüne göre içindeki sütunlar Mescidi’ydi (Anıtlar Kurulu’nday- vermektedir. Bu sarnıç gü- ve sütun başlıkları tarzın- ken buranın ihyasını istediğimde nümüzde keşfedilememiştir. daki malzemeler Roma ilerici ve devrimci kurul üyeleri Topkapı Sarayı’nın altında da devrinden devşirilmiştir. benimle büyük tartışmalara gir- Hatta bir sütun gövdesi geç mişlerdi. Nihayetinde mahalleli sarnıçlar olduğunu biliyo- benden sonraki dönemlerde müra- ruz; fakat bunların Roma devrinde rastlanan bu- caat etmişti. Şimdi ihya edildi). etüdü yapılma- danmış bir ağaç gövdesi şek- mış, içlerine gi- lindedir. En dipte, suyun için- 17. yüzyılda yaşamış olan Evliya rilmemiştir. de kalan bir sütunun gövdesi Çelebi “suyu pek lezizdir” der. Öy- İstan- çok kısa geldiğinden geç Ro- bul’un bili- ma devrine ait dev ölçüde bir le anlaşılıyor ki İstanbul’da- heykelin kafası ters biçimde ki korkunç 1766 kaide olarak bu sütunun altı- depreminde na konulmuştur. bu sarnıç da çatlamış ve su tut- » Cami merkezli Zeyrek Zeyrek, Haliç’e hâkim bir teras üzerinde yer alıp Molla Zeyrek Camii’ne ev sahipliği yapmaktadır. 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 117
» Kilise-cami-sarnıç üçlüsü rada geçer. Sonraları Reşad Ekrem gün avluda sarnıcın İstanbul’daki uydurma Koçu da aynı konuya dair bir hika- varlığı fark edilemi- sarnıçlardan biri Laleli’de, ye kaleme almıştır. yor. Mesih Paşa Camii’nin altındadır. 20-30 sene ev- Kiliseden çevrilen caminin sarnıcı Fatih civarında Vatan Caddesi’ne vel çok büyük bir Bizans döneminde Myrelaion inen yamaçta Orta Camii denilen sarnıcın kalıntı- Manastırı’na hizmet vermişse küçük bir ibadethanenin altında sı da Fatih’te At Pa- de şimdilerde kapalı çarşı olarak dört sütunlu küçük bir Bizans sar- zarı denilen meyda- kullanılmakta (sağda). nıcı vardır. Bu da aşağı yukarı baş- lıklara kadar su doludur. Genelde nın altında keşfedildi. Bu sarnıcın 1. Dünya Harbi yıl- sarnıçların tonozları o kadar sağ- Hakkında etraflı bir ya- larında (1914-18) Karadeniz’de faa- lam bir harçla bağlanmıştır ki, yın yapılmamakla birlikte liyet gösteren bir Alman denizaltı- Tuzla önlerindeki ıssız adada gör- işe yarar bir planı çıkarıldı. Fa- sının Haliç’te bakımının yapıldığı düğümüz bir manastırın sarnıcı kat bu arada bazı sarnıçlar da üze- sıralarda portatif botunun kulla- içindeki bütün sütunlar sökülüp rine yapılacak büyük binalar uğru- nılması suretiyle tam ölçüleri alın- götürüldüğü halde bir kubbe dahi na feda edildi. mıştır. Ölçüler yine Almanların çökmemiş olup sütunlar olduğu gi- Adeta Bizans sütun başlıkları Bizans İmparatorluk Sarayı hak- bi durmaktadır. müzesi gibi hepsi birbirinden fark- kında kaleme aldıkları bir kitapta lı başlıklara sahip bir sarnıç da yayınlanmıştır. Bir de tesadüfen ortaya çıkmış Edirnekapı’nın iç tarafında, Kara- çok büyük sarnıçlar var. Bunlardan gümrük semtinde, şimdi stadyum Çöplük yapılanlar var biri Topkapı Sarayı’nın birinci avlu- olan eski Çukurbostan’ın hemen sunda bulunmakta, diğerleri de sa- yanında bulunuyordu. Oldukça bü- Sultanahmet’te Adliye Sara- rayın binalarının altındadır. İkinci yük bir sarnıç olan bu yapının sü- yı’nın önündeki Binbirdirek Sar- kapıdan girdikten sonra ikinci av- tunları kısa geldiğinden altlarına nıcı ise halkın verdiği ad gibi luda sarnıç olduğu anlaşılır fakat bir veya iki sütun başlığı konul- 1001 direkten oluşmuş değildir. İs- zeminde sadece kubbelerinin eği- muştu. tanbul’un en eski sarnıçlarından mi görünüyordu. Buranın da me- Eski kaynaklarda, hemen ya- olup 4. yüzyıl başlarında İmpara- rak edilip içine girilmemiş, hatta kınındaki Kasım Ağa Mescidi’nin tor Konstantinus İstanbul’u yeni- turistlerin ayakkabıları zarar gör- evkafından olduğu anlaşılan bu den kurduğunda buraya göç etme- mesin diye toprak yolun üzeri be- sarnıç da sahip çıkılmadığından ye zorladığı Senatör Philoxenus’un tonla kaplanmıştır. Bu yüzden bu- kubbelerinin hepsi delinmiş ve içi- özel sarayının sarnıcı olarak bili- ne çöp doldurularak girilemez ve nir. görülemez hale getirilmiştir. 100 sene öncesine kadar bazı Ermeni Bütün sütunlar birbirinin eşidir ustaların iplik veya ip burma atöl- ve bu yapı için yontulmuştur. Bura- yesi olarak kullandıkları bu sarnıç sı da son yıllarda kapalı çarşı hali- bugün içine girilemez haldedir. Ca- ne getirildiği için gerçek mimarisi mi evkafından olduğu halde Vakıf- anlaşılmaz hale gelmiştir. Osmanlı lar’ın buraya sahip çıkmaması hay- döneminde yayınlanan Binbirdirek ret vericidir! Batakhanesi adlı cinayet romanı bu- İstanbul’daki sarnıçların hepsini anlatmamız mümkün olmadı. An- cak genel bilgilerle çok tanınmış bazı sarnıçlar hakkında kısa bilgi- ler verdik. Gayretli bir meraklının hem hâlâ mevcut olanları, hem de yok edilenleri tespit ederek bir şehir haritası üzerinde yerlerine oturtması faydalı bir çalışma ola- caktır. 118 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
Kayıtlar Çorbayı nasıl içerdik?Yemek medeniyetimizden bir sayfa Japonların bir yemek yiyişi Rahmetli Süheyl Ünver’in yazısı, artık var: Sanki bir mâbedde ibadet ortadan kalkmış bulunan kaşık, daha da ediyorlar, dersiniz. Bugün, Ja- önemlisi kaşığı kullanma medeniyetimizin ponya’da yemek faslı bundan ulaştığı noktaları belirtmesi açısından farksızdır. Tarihte de bizim büyük bir önem taşıyor. medeniyetimizin parlak, tıp- kı ibadet gibi şekilleri var, çorba- ğimize göre, kaşığın müşterek yemeklerimizde, hatta ya sokulacak kaşığa kadar dikkat istediğimiz tarafını evlerimizde bu derece rabıtalı idik. etmişiz. ağzımıza sokarız. Ama Bu ufak bahis, behemehal eskiden öyle değildi. yazdırılması üzerinde Hepimiz biliyoruz ki, kaşığın Çorba içmenin de bir usu- durduğumuz medeniyet önce sapı vardır. Sonra bu sa- lü vardı. tarihimizin bir ufak faslıdır. pın ucu, yarı yumurta biçimin- Eskiden kaşığın ucundan de bir oyukla sona erer. Kaşık bir şey içilmezdi. Kaşığın Tarihlerimiz yanlış bir teşhisle eskiden sağlam ağaçtan ve ba- dıştaki sağ kenarı çorbaya padişahlarımız devirlerine bağla- ğadan yapılırdı. Şimdi madeni daldırılmaz, sadece sathına narak, yalnız harp ve darp, idare yapılıyor. Doğrusu bu iş pek değdirilir ve hafifçe eğip ya- adamlarının iyi ve kötü tarafları ileri gitti. Temizlenmesi ve rısına kadar batırılarak alı- yazılmış. Bizler her asırda ne yer, kaynaması kolay. Hem de ne nırdı. Bundan sonra içenin ne içerdik? Ev hayatlarımızı, içti- bozulur, ne paslanır. tarafındaki sol kenarı or- maî [toplumsal] düzenimizi, ilim tasına dudak değdirilerek ve medeniyet çalışmalarımızı mil- Artık eskiye dönemeyiz. içilirdi. Yani kaşığın duda- let olarak, bunlara meraklı küçük Yalnız şunu unutmayalım ki, ğa değen tarafı çorbaya so- bir zümreyi istisna edin, bilmiyo- [yalnız] bugün değil, eskiden kulmazdı. Anane bunu ruz. Bu işittiklerimizi millet ola- de çorba, pilav, hoşaf ve sütlaç ayıp sayar, iğrenç bulur- rak toplayalım, ya yayınlayalım gibi tatlıların ayrı kaşıkları du. Şüphesiz bu ihtar edil- yahut yazanlara bildirmeyi bir va- vardı. Gelecek yemeklere gö- mezdi ama çirkinliği, hoşa tan borcu sayalım. re [kaşık] değiştirilirdi. Bağa- gitmeyen bakışlarla hafifçe dan yapılan kaşıklar daha çok ifade edilirdi. Biz, eskiden A. Süheyl Ünver, “Yemek medeniyetimizden bir sayfa: sulu tatlılarda kullanılırdı. Çorbayı nasıl içerdik?” Hayat Tarih Mecmuası, Sayı: 1, Şubat 1968, s. 9-10. Çorba kaşığı çukurunun sağ ve sol kenarları ile ucu vardır. Günümüz- de bu gibi yiyecekleri ve içecekleri önümüze çeki- len ayrı tabaklarda yedi-
Yaşayan en büyük İslam bilim tarihçisi Prof. Dr. Fuat Sezgin İstanbul’daydı... 2 ASIRDA YAZILACAK KİTAPLARI 60 YILDA YAZDI İstanbul’da yılın ilk karı, gece- di. Eşime sordum, bana ‘Fuat Bey, o larını yoğunlaştırır. 1967’de hocası- den usul usul yağmış, bütün çocuklar seni bekler, gitmelisin’ de- nın “yapamazsınız” dediği projenin Sultanahmet’i beyaza bürü- di. Ben de geldim!” Geschichte des Arabischen Schrifttums müş. Sabahın bu çok erken saa- (GAS) adlı ilk cildini yayınladığında, tinde meydanın ilk ziyaretçileri ben Prof. Dr. Fuat Sezgin ile kaldığı Ritter kendisine titrek bir elyazısıy- ve sevimli Japon turistler. Ayazdan otelin lobisinde yaptığımız sohbet la bir kartın üzerine şu notu yaza- buz tutmuş zeminde temkinli bir işte bu cümlelerle başladı. Hoca, adı- rak gönderir: “Hiç kimse böyle bir şekilde yürümeye çalışan turistle- nın üstün zekâlı çocuklara eğitim kitap yazamadı, bunu sizden başka rin şaşkın bakışları arasında, yağan veren Üsküdar Çocuk Üniversite- hiç kimse de yazamaz.” kara inat, adımlarımı sıklaştırdım. si’nin Libadiye kampüsüne verilme- Yolun sonunda dünyanın en büyük si münasebetiyle 2 Ocak’ta İstan- Bu çalışmayı İslam kültür tarihi- bilim tarihçilerinden birinin elini bul’daydı. ne dair bibliyografik eseriyle tanı- öpmek, onunla kısa da olsa sohbet nan Alman Şarkiyatçısı ve Türkolog edip aklımdaki sorulara cevap bul- Goethe Üniversitesi Arap-İslam Carl Brockelmann’ın Geschichte der mak mümkün olacaktı. Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nün ku- Arabischen Litteratur kitabına zeyl ola- rucusu Fuat Sezgin, 1959’da hocası rak düşünen Sezgin, kısa sürede işin Zihnimde konu ve soruların sı- Hellmut Ritter’e dünyadaki bütün büyüklüğünün farkına varır. Ardın- ralamasını yaptığım bir anda, tam elyazmalarına bakarak İslam bilim- dan Avrupa-merkezci bakış açısın- Hürrem Sultan Hamamı’nın köşe- ler tarihi literatürünü yazmayı plan- dan uzak bir yaklaşımla Müslüman- sinden dönerken, birden ayaklarım ladığını söylediğinde bu büyük Şar- ların “insanlığın ortak mirası olan” yerden kesildi, düşeyazdım. Neyse kiyatçıdan aldığı cevap şaşırtıcıdır: dünya bilim tarihine yaptığı katkı- ki, birkaç adımdan sonra sağ salim ları ihtiva eden ciltleri birbiri ardın- görüşme yerindeyim. Evet, artık o “Onu yapamazsınız. Bunu hiç ca neşreder. büyük hoca ile karşı karşıyayız: kimse yapamaz.” Hellmut Ritter’den söz açtığımda “Aslında Almanya’da çok yoğun Askerî darbenin ardından İstan- birden heyecanlandı, gözleri parla- bir çalışma programım var. Havalar bul Üniversitesi’nden ayrılmak zo- dı: “Hocam Ritter”, dedi, “çok büyük da malum, pek soğuk. Bu yüzden runda kalan ve 1961’de bir bavulun bir âlimdi, ondan çok şey öğren- Türkiye’ye gelmem mümkün değil- içinde 25 bin elyazmasının fişleriyle dim.” Almanya’ya “hicret” eden Sezgin, İs- lam bilimler tarihi üzerine çalışma- 120 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
İz Bırakanlar © SEDAT ÖZKÖMEÇ ama Hoca’nın hakkı var, yoksa bu buraya çocuklarım için geldim” di- kadar eseri nasıl yazabilir? Üstelik yerek devam ediyor. Prof. Dr. Fuat Sezgin ve Üsküdar eli boş da gelmemiş Frankfurt’tan. Belediye Başkanı Hilmi Türkmen ile. Yanında İslam bilimler tarihi lite- 60’a yakın ülkenin kütüphane- ratürünün son çıkan 16. ve 17. cilt- sinde araştırmalar yapan, kaynak- Kasım 2014’te Amerika’yı Kristof lerini de kurucusu olduğu İstanbul ları orijinal dillerinden okumak için Kolomb’un değil, Müslümanların İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Mü- onlarca lisan öğrenen, bugüne ka- keşfettiğine dair yaptığı açıklama- zesi’ne armağan etmek üzere getir- dar binlerce sayfa kaleme alan Fuat larının Türkiye’de büyük bir ilgiyle mişti. Sezgin’in uzun yıllar zihnini kemi- takip edildiğini, uzun süre tartışıl- ren bir soru varmış: dığını kendisine söyledim. Gülüm- Nihayet, geleceğin bi- sedi, “Gerçekten mi, işte buna çok lim adamlarıyla buluş- “Bir ilim adamı olarak bir cemi- memnun oldum” dedi. Söz Müslü- ma vakti! Bağlarbaşı yetin parçasısın. Senin yaptıkları- manların coğrafya ilmine yaptık- Kültür Merkezi’nin bü- nı o parçası olduğun büyük cemi- ları katkılara geldi. Hoca, bu ko- yük salonu çocuk ses- yet biliyor mu, bunun öneminden nunun son derece mühim olduğu leriyle çınlıyor. Müzeyi haberdar mı? Acaba yaptığım çalış- fikrinde: “İslam bilimler tarihi için- daha önce gezen yüz- malara dair kendi mensup olduğum de belki de en çok bu konuya emek lerce çocuk Hoca’yı gö- cemiyette bir reaksiyon görecek mi- verdim.” rünce büyük bir alkış yim? Evet, ben bugün bu salonda, tufanı koparacak. Ho- sorumun cevabını aldım!” Bir süre daha sohbet ettikten ca’nın da etrafında hal- sonra hem hocayı daha fazla yor- ka oluşturan çocuklar Hoca, 70 yaşına kadar günde en mamak, hem de “Prof. Dr. Fuat Sez- eşliğinde ağır ağır kür- az 17 saat çalıştığını, akşam 7’de eve gin Çocuklarla Buluşuyor” etkinli- süye doğru yürürken gittikten sonra gece yarısına kadar- ğinin saatinin yaklaşması sebebiyle sevinci görülmeye değer doğrusu. lisan öğrenmeye çalıştığını salonda müsaade istedim. Ayrılırken, “İn- Hıncahınç dolu salonda, kendisini büyük bir dikkatle dinle- şallah sizi Almanya’da da ziyaret ebeveynlerin “çocuklarım” tabiri- yen “çocuklarına” anlattı coşkuyla... etmek isterim” dediğimde birden ne alınganlık göstermemesini rica durdu, şaka yollu: “Ne yazık ki si- ederek başladığı konuşmasına “Ben Birden, konuşma boyunca elinde zi kabul edemem, benim bir çalış- tuttuğu 2 cildi hafifçe havaya kaldı- ma programım var. Kusura bakma- ÖnsÖzler rarak bilim tarihinin Müslümanlar yın” dedi. Fuat Sezgin için hava gibi, ekmek-su gibi zarurî bir şey olduğunu belirttikten sonra Bu cevap size şaşırtıcı gelebilir Timaş Yay., “Bu kitabın Türkçeye tercüme edil- mesini çok isterdim” dedi. “Maale- 688 Sayfa sef Türkiye bu konuda çok geç kal- dı. Bundan 3 ay evvel 16. ve 17. cildi Fuat Sezgin tarafın- bitirme saadetine ulaştım. 200 yıl- dan yönetilen ens- da yazılacak kitapları ben 60 senede titünün 30. kuruluş yazdım. Siz bin senede mi tercüme yıldönümü için özel edeceksiniz yoksa?” olarak hazırlanan kitap, 1984’ten Prof. Dr. Fuat Sezgin’in İslam ilim 2011’e kadar ensti- ve kültür dünyasının kapılarını bize tünün yayınlarına ardına kadar açacak olan bu serisi- yazılan önsözlerden nin birkaç yabancı dile çevrildiğini oluşuyor. size söylersem bu büyük âlimin ser- zenişinde ne kadar haklı olduğu da- Tanınmayan Büyük Çağ ha iyi anlaşılır. Fuat Sezgin 92 yaşın bütün tecrübe ve biri- Timaş Yay., 604 Sayfa kimi, bitmez tükenmez enerjisiyle Fuat Sezgin mi çok hızlı; yoksa öde- Bİlİm TarİHİ sOHBeTlerİ neklerimiz, paydaşlarımız, son tek- Fuat Sezgin nolojik imkânlarımızla biz mi çok Timaş Yay., 194 Sayfa yavaşız? HALİL SOLAK 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 121
ayın keliMesi Mülteci Mülteci İle Muhacir Arasında... Mülteci” (re- nan “ilticacı” henüz sözlükte yok... ileri yaşlarda Doğu Ro- fuge) Av- Muhacire karşılık uydurulan ma başkentinin surla- rupa’da yı- rına kadar taşıyan bir lın kelimesi seçilmiş... “göçmen” artık yerleşik bir kelime. tebliğci olarak İstanbul’un muha- Kavimler göçünü bir türlü hâfıza- Bunun sebebi, Türkiye’nin Cumhu- sarasına katılır ve şehid olur: Eba sından silemeyen Avrupa, mülteci- riyet’ten sonra da bilhassa Balkan Eyyüb el-Ensarî... O muhacir Pey- lerin yol açacağı meseleleri o çer- ülkelerinden sürekli göç kabul et- gamberimizi evinde misafir eden çevenin dışında kabullenemiyor. mesi ve gelenlerin resmen böyle Medine’li, ebediyete kadar bizim Mülteci dalgaları Avrupa dalga- adlandırılması... muhacirimiz ve misafirimizdir! kıranlarından/sınırlarından önce Müslüman muhacirse, gitti- şimdi “Ege” denilen Osmanlı’nın “Muhacir”in zihin kodlarımız- ği yerdeki Müslüman ensardır! Ya Adalar denizinde söndürülüyor... daki yerini göçmen alabilir mi? muhacirsin, ya da ensar. Başka tür- Nice Aylan bebekler Avrupa mede- Bunun mümkün olmadığını dü- lü bir Müslümanlık yok! Muhacir niyetinin hüsranını iliklerimize iş- şünüyoruz. Muhacir, bir tarih baş- olunca ensar da olmalı... Göçmen letiyor. langıcını hatırlatıyor bize. Müslü- için böyle bir mecburiyet yok! Hele man takvimi bir göçle, “hicret”le sığınmacı için, hiç! “Bizim rahatımız kaçmasın da başlar... Ve bu hicretin muhacirle- Muhacir kelimesini hayatımı- dünyanın bir yerlerinde ne olursa rinden biri de Hz. Peygamber’dir za karıştıran, dokularımıza işle- olsun, insanlar açlıktan, sefaletten (sav). “Muhacir”in bize çağrıştırdı- ten bir tarihimiz var. Bu kelime ölürse ölsün...” Bencilliğin Avrupa ğı ise “ensar” kelimesidir. Ensar, 18. asırdan itibaren başka din men- merkezciliği bu! “nasr”ın, “yardımcı”nın çokluk supları tarafından istila edilen Os- şeklidir. Ensarî ise ism-i mensubu- manlı topraklarından Türkiye’ye Bizim zihnimizde “mülteci”nin dur, aitlik adıdır. göç eden Müslüman ahali için kul- yeri farklı, “muhacir”in makamı lanıldı. ayrı... Her iki kelimenin de zengin En meşhur “ensarî”yi toprakla- 18. ve 19. asırlarda Rus istilasına arkaplanları var. O yüzden her iki rımızda misafir ediyoruz. O Pey- maruz kalan Kırım ve Kafkas coğ- kelimeyi de çöpe atmak istedik! gamberimizin fetih müjdesini rafyasından göçen Müslümanlar, 1935’in resmî Osmanlıcadan Türkçeye yine aynı dönemde Rumeli’deki Os- Karşılıklar Kılavuzu’nda iki kelimeye D. MehMet Doğan manlı vilayetlerinde kıtalden kur- de karşılık bulunmuş: Mülteci: Sığı- tulan Müslüman ahali ana vatana nık. Muhacir: Göçmen... [email protected] hicret etmiş ve memleketimizin muhtelif yerlerinde iskân edilmiş- “Sığınık” TDK sözlüğünün ilk tir. Şimdi kim yerli, kim muhacir baskısında da var. 7. baskıya, yani pek bilmeyiz... Yakın zamanlarda 1983’e kadar kullanılmadan söz- Balkan memleketlerinde barına- lükteki yerini koruyor. 9. baskıda mayarak Türkiye’ye gelmeye de- (1998) yine var, fakat tarifin sonu- vam eden kütlelere muhacir yerine na “sığınmacı” da eklenmiş. 2011’de göçmen denilmesi o dinî muhteva- yapılan 11. baskıda sığınık sadece yı dışlamaktan başka nedir? “sığınmacı”ya atıf için konulmuş, böylece sığınmacı mülteci yerine ikame edilmiş. Basınımızda rastla- 122 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
» Umuda yolculuk ölümle bitiyor hür olacak…” İstanbul, uzun yıllar Suriye’deki savaşın pençesinden canlarını zor kurtaran mağdur halk, Avrupa yolundaki azgın Polonyalı mültecilerin en önemli dalgalara kurban gidiyor. Yunanistan’a geçmeye çalışan mülteciler (üstte) tehlikeli yolculukta. sağınağı oldu. Rusya, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na onların ia- Kamus-ı Türkî’de “muhacir” şöy- o halkların kralları, yöneticileri ve desi ile ilgili hüküm koydurdu. An- le açıklanıyor: “1. Ailece yerleşmek meşhur şahsiyetleri de vardı. İsveç cak Osmanlı antlaşmanın o mad- üzere diyar-ı âhire (başka ülkeye) Kralı Demirbaş Şarl, Macar hürri- desini uygulamadı. giden adam; Dobruca, Kırım, Bos- yet savaşının öncülerinden Ferenc na muhacirleri; muhacirin; Ame- Rákóczi (Rakoçi), Lajos Kossuth (Ko- 19. yüzyılda Polonya’nın Rus- rika’daki Avrupa muhacirini (mu- şut) ve Polonya’nın millî şairi Adam yayla çatışması devam etti. Polon- hacirleri). 2. Fahr-i Kâinat (sellem) Mickiewicz (Mekyeviç) gibi… yalılar için Osmanlı ülkesi gerçek Efendimiz’le birlikte veya mütea- bir ilticagâh, yani sığınak idi. Polo- kiben (ardından) Mekke-i Müker- İsveç Kralı 12. Şarl’ın 18. asırda nezköy işte o dönemin armağanı… reme’yi terkle Medine-i Münev- Poltava’da Rus ordusuna yenildik- Rusya ile Avusturya, mültecilerin vere’ye göç eden sahabe-i kiram: ten sonra Osmanlıya sığındığı bi- iade edilmesini ısrarla talep ettiler; Muhacirin ve ensar.” liniyor. Onun mülteciliği o kadar ama Sultan Abdülmecid, “Tahtım- uzun sürdü ki, yeniçeriler demir- dan vazgeçerim; fakat devletime Peki, mülteci ile muhacir aynı başa kaydettiler, “Demirbaş Şarl” sığınanları asla iade etmem!” diye- şey olabilir mi? Onu da Şemseddin oldu! Ruslara yenilen Şarl, intika- rek Osmanlı tavrını ortaya koydu. Sami’nin sözlüğünden okuyalım: mını Osmanlıları tahrik ederek “ilca’dan iftial”. İltica eden, bir yere almak emelindeydi. Nitekim Bal- Polonya’nın ünlü şairi Adam veya bir âdeme kaçıp himaye talep tacı Mehmed Paşa Rusyalıya sefer Mickiewicz de aziz mültecilerimiz eden: Mültecilerin iadesi musalaha açtı. Prut zaferinden sonra Ruslar- arasındaydı. Mickiewicz 1855 yaz (barış) şeraitinden (şartlarından) la yapılan anlaşma sonucu Şarl ve sonlarında İstanbul’a geldi. Bur- idi. askerleri 1 Şubat 1713’te Edirne’de- gaz’da savaşa hazırlanan Polonya ki devlet misafirhanesi Demirtaş birliklerini ziyaret etti, kuman- Mülteci olması için “mülteca”, Kasrı’na yerleştirildi. Bir süre son- danları hemşerisi Çayka Paşa ile “ilticagâh”, yani sığınılacak yer de ra ülkesine dönmek üzere ayrıldı görüştü. İstanbul’da Beyoğlu’nun olmalı... ve Norveçlerle savaşırken başından Kalenci Kulluk (şimdi Tatlı Badem) vurularak hayatını kaybetti… Sokağı’nda köşebaşında, 29 numa- Osmanlı: Emin ilticagâh ralı binada hayatını tamamladı. Osmanlılar Polonya’nın istiklâ- Osmanlı ülkesi emin bir sığınma line bilhassa önem verirlerdi. Os- Mülteci olmak kişinin elinde de- yeriydi... Osmanlı asırlarca Müslü- manlı divanı, yarım asır esaret ğil. Şartlar insanları yurtlarından manları muhacir olarak kabul etti, altındaki Polonya’nın kurtulup el- çıkmaya zorluyor. Fakat mülteca diğerlerini mülteci olarak... Bilhas- çisini göndermesini bekler. Şu söz olmak, melce olmak, sığınak ol- sa İsveç, Polonya, Macaristan halk- Polonya halkının: “Osmanlı atlıları mak tercih meselesi. Biz işte o ter- ları başları sıkıştığında Osman- Vistül Nehri’nde su içince, Lehistan cihi her zaman yapan nâdir millet- lı’ya iltica ettiler. Elbette içlerinde lerdeniz. Zengin bir muhaceret edebiya- tımız var. İslam coğrafyasının bit- meyen ızdırapları, Müslümanları yerlerinden etmeye devam ediyor. Sahte sınırların ötesindeki halkın iki, iki buçuk milyonu “Suriyeli” olarak ülkemizde. Onlara “mülte- ci” mi demeliyiz? Doğrusu: Muha- cir! Ve Türkiye sınırları içindeki mülteci kamplarını gezen yaban- cıların sözü şu: “Mültecilere bu ka- dar iyi davranırsanız, bir daha ül- kelerine dönmezler!” 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 123
Tarihte Garip Olaylar Bir başka olur kralların ölümü! T arihin büyük şahsiyetlerinin sadece hayatları değil, ölümleri ve definleri de bir başka oluyor! Mesela Büyük İskender ve Justinian gibi birçok kral bal içine konularak gömülmüş. Balın balmumu ile karışınca çürümeyi engellediği bilinen en eski tahnit geleneklerinden biri. İngiltere Kralı I. Henry’nin cesedinin bir kasap tarafından nasıl tahnit edildiğini keşiş Matthaeus Parisiensis şaşırtıcı bir soğukkanlılıkla anlatır. Önce cesedin bağırsakları, beyni ve gözleri çıkarıl- mış. Asıl gövdesi ufak parçalara bölünerek kesiklerin arasına tuz serpilmiş ve ardından ceset bir sığır derisine sarılmış. Sızan kokuyu önlemek için de deri dikilmiş. Ne var ki bunca tedbire rağmen etraftakiler bu kötü kokudan zehirlenerek hastalanmışlar. Cesedin kafasını yarıp beynini çıkarması için para verilen adam dahi kokuya dayanamayıp hayatını kaybetmiş. Böylece Parisiensis’e göre kra- lın kurban listesine biri daha eklenmiş. Bu garip tahnit usullerine göre vücudun sert ve yumuşak kısımlarının farklı yerlere gömülmesi geleneği de söz konusuydu. Mesela Arslan Yürekli Richard öldüğü zaman kalbinin Rouen’a, gövdesinin Fontevrauld’e, bağırsaklarının, kanının ve beyninin ise Chaluz’a gömülmesini vasiyet etmiş. BÜŞRA SEZGİNCellat mezadı da At binenin kılıç kuşananın değilmiş! [email protected] 1 6. yüzyılın Osmanlı’sında İstanbul’da padişahtan başka üç kişi daha ata binme şerefine sahipti: olur mu?üslüman Şeyhülislam, Rumeli ve Anadolu Kazaskeri. Eğer imtiyaz verilirse vezirler, devlet ricali ve ayan mensup- Minancına göre ecel ları da ata binebilirlerdi. 17. asrın ilk yıllarına kadar bu kişilerin dışında kalanlar büyük bir servet kapıyı çalıp fani dünyadan göçüldüğünde dökse dahi ata binemezlerdi. Bu uygulamanın mevtanın giysileri ya fakir fukaraya dağıtılır bazı garip hadiselere yol açtığını ya da yakılır. Osmanlı’da olağan ölümler tahmin etmiş olmalısınız. Mese- için geçerliydi bu. Ya eceli celladın elinden la: Hâkânî Mehmed Bey Hilye-i olanların eşyaları? Osmanlı’da mahkûm Hâkânî eserini yazdığında cellada verildi mi artık ona zimmetli hale Babıali kaleminde görevliydi. gelirdi. Üzerinde neyi var neyi yok, hepsi cel- Eserinin beğenilmesi üzerine ladın olurdu. Bu eşyalar toplandıktan sonra sadaret makamı onu mükâfat- senede en çok iki defa açık artırma usulüyle landırmak istemişti. Şaire isteği satılır, toplanan para cellatlar arasında bö- sorulunca Edirnekapı’da oturdu- lüştürülürdü. Buna “cellat mezadı” denilirdi. ğunu, her gün işten eve yürüdü- Kimse bir idam mahkûmunun üzerinden ğü için çok yorulduğunu söyleyerek çıkanları almak istemediği için eşyalar çok bir at istirham etti. Gereği düşünüldü ve ucuza satılırdı. İdama mahkûm edilmiş dev- 70 yaşını aşmış şairin yorulmaması için ona let adamlarının cellada yalvarıp yakarma- Babıali’ye yakın bir ev tahsis edildi. Böylece ne kimse- dan önce üzerindeki değerli eşyaları çıkarıp nin kalbi kırıldı, ne de kanunlar çiğnendi! “Belki beni anar da bir Fatiha okursun” diye hediye ettikleri de hazin rivayetlerden! Avrupa’da burun temizlemek bir sanattı! T arihte Avrupa’nın temizliğe düşkünlüğü meşhurdur! Öyle ki mendilin bir Avrupalının cebinde kendine yer bulması 15. asrın sonunu bulur. O zamana dek burunlarını elleriyle temizliyorlarmış çünkü. Jean Sulpice 1545’de yazdığı eserinde bu- run temizliğinin parmaklarla değil, mendille yapılması gerektiğini belirtir. Erasmus’un Civilité Moral des Enfants adlı risalesinde (1613) kimler çıkmaz ki karşımıza: burnunu kasketine ya da elbisesine sümküren mi istersiniz, dirseği veya koluyla temizleyen mi! 1797’de de pek bir şey değişmemiş. De la Mésangére sümkürmenin bir sanat olduğunu yazmış. Makbul olan ise ne az, ne de çok gürültülü sümkürmekmiş. 124 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
Mazinin ŞEYMA AYDIN Kalbinde Tüter Tülden Buhur [email protected] “Dua ve dileklerin “ Y anardı ateş-i aşkıyla yer yer çifte mic- Allah’a yükselişini merler/Buhurdanlar semâya neşrederdi amber-i sârâ” diyor şair. Aşığın bağrını sembolize eden dağlayan ateş semaya bir buhur gibi buhurdan, bu ince bir âh ile amber gibi tüter, mis kokularını et- mukaddes gayeye rafa yayar. Beyti yazan gibi buhurdandan tüten ko- yakışır bir işçiliğe kunun yayıldığı diyarlar da muamma. Şurası kesin ki, bağrı yanarken etrafa hoş bir rayiha bırakan tütsü, sahiptir.” sükûnet ve asaletin müstesna bir remzi olmuş. Buhurun Mezopotamya’da MÖ 4000 sularında tan- rılara sunulan bir hediye olarak ortaya çıktığı rivayet edilir. Hoş kokulu ağaçların yakılmasıyla çıkan buhur, kabile hayatının hâkim olduğu toplumlarda öncelikle din ve büyü ayinlerinde kullanılırdı. Dahası yakılan kurbanların üzerinde manevi olarak temizlenmeleri için hoş kokulu tütsüler gezdirilirdi. Buna mukabil buhurdanın tarihi buhur yakma geleneği kadar eski değil. Buhur Farsça bir kelime. Arapçası bahur, Türkçesi tütsü. Türk toplumunda Arapların buhurdana verdikleri mibhare ve mıkta- re isimleri pek tutulmamış, bunların yerine micmer veya micmere (ateşlik) benimsenmiş. Buhurdanların şamdan şeklinde olanlarına “mic- mer” denir, çeşitli madenlerden yapılırdı. Micmere, am- ber veya diğer hoş kokulu ağaç tozlarından yoğrularak yapılan ve mum şekline getirilen çubuklar dikilir ve yakılırdı. Şekil itibariyle buhurdanın mangalın çok küçük bir türü olduğu söylenebilir. Mangal biçimli topa benzeyen bu buhurdanlara “tombak” demiş eskiler. Osmanlı’da en çok bu tip buhurdanların tercih edildiğini not dü- şelim. Türk-İslam maden sanatında önemli bir yer işgal eden hayvan motifli buhurdanların ilk örneklerine 8. yüzyıl Horasan atölyelerinde rastlanır. M. Zeki Kuşoğ- lu’nun Dünkü Sanatımız, Kültürümüz adlı kitabına göre ortaya çıkışı milattan asırlarca önceye uzanan Çin bu- hurdanları daima ağız ve burunlarından duman çıka- cak biçimde resmedilen ejder ve aslan gibi figürlerle bezenmiş. Üstelik bunlar tunç veya porselenden ma- mul bir kaide üzerinde duran üç yahut dört ayaklı ve kapaklı mangal tipi buhurdanlarmış. Tunç veya pirinçten yapılan, yırtıcı hayvan ve kuş bi- çimli Türk-İslam buhurdanlarının en güzel örneklerine ise Büyük Selçuklular devrinde rastlanır. Hayvanların genellikle göğsünden menteşeli bir kapak, bazılarının ağız ve burunlarında, bazılarının da kafes gibi hemen bütün vücutlarında bir süsleme düzeni içinde açılmış 126 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
delikler bulunur. Türklerin buhur- zel kokuyu seven Hz. Muhammed Tibet kokusu danları ekseriyetle gümüş kakma (sav), mescitlerde hoş bir rayiha Antik dönemlerden (dövme) usulüyle ve delik işi tek- bulunması için tütsü, yani buhur bu yana nice yollar niğiyle yapılırmış. Gümüş dövüle yakılmasını tavsiye etmiştir. aşan Tibet buhurdanı dövüle levha haline getirilir, tasar- Doğu’nun mistik lanan ana formu elde etmek için 10. yüzyılda yaşamış İranlı coğ- çeşitli çekiç ve örslerle şekil kazan- rafyacı İbn Rüste tütsünün daha kokusunu bugünlere dırılırmış. çok saray ve konaklarda halife ve taşıyor. beyler tarafından kullanıldığını, Reyya buhurdan Ardından kakmacı ustasına gön- Cuma ve bayram namazları ya da Selçuklu döneminden derilen buhurdanın içine zift dol- teravihlerde cami ve mescitler- yadigar Kasaba Köyü durulur, ustanın hünerli ellerinde de yakıldığını yazar. Mahmud Bey Camii’nin tezyin edilir, kubbesine çelik ka- giriş kapısı bu buhurdana lemlerle delik işi yapılırmış. Buhur Geleneğimizde buhur- ilham vermiş. sunaklarında buhurun ateşin orta- danlar ile birlikte kulla- sına atılabilmesi için maşa niyetine nılan “gülâbdân” ile gül Balıktan yükselen buhur seramik, tunç, gümüş ve altından suyu dağıtılırdı. Onun Yenilenme, doğurganlık ve yapılan avuç şeklinde kaşıklarla içindir ki buhurdanların değişimin sembolü balık, daha küçükleri kullanılırmış. gülâbdânlarla beraber satılma- ları adettendi. eski zamanlarda benzer Buhurdanlar genellikle zarif ve metaforlara sahip kıvrımlı üç ayak üzerinde oturur- Âlimler derslerine başlama- buhura da mekan olmuş. ken, ayakların altında kendi yapım dan önce boy abdesti alır, gül tekniği ve şekline uygun bir tablası sularını dökünür, meclise hoş Buram buram Osmanlı hazır beklerdi. Yine üç tarafından ve mistik bir hava katması için 18. yüzyılda el emeği göz nuru zincirlerle asılanları da vardı. Bu de buhur yakarmış. Abbasi Hali- olarak üretilen buhurdanlar, zincirler 40-50 santim uzunluğun- fesi Me’mun her Salı günü âlim- ilim ve zikir meclislerinin da olup yukarıda birleşerek bir hal- leri huzuruna kabul etmeden kalbinde usulca tüterdi. kaya bağlanırdı. Zincirli olanların, önce yemek yedirir ve hayır daha fazla duman çıkması maksa- olsun diye buhurdan yakılmış Kem gözlere buhurdan dıyla genellikle büyük toplantılar- odalarda tütsülermiş. Tavus kuşu detaylı da ve kiliselerde cemaat arasında Uzakdoğu buhurdanında dolaştırılmak için kullanıldığını Lakin buhur farklı emellere çeşitli otlar özel sözler belirtelim. Bunların diğer adı asma hizmetten geri durmamış. Me- eşliğinde yakılır, bunun buhurdan. sela yaydığı duman gönül iş- nazardan koruduğuna lerinin halline ya da kötü na- inanılırdı. Gönül işlerine, kem nazara zarların def’ine vasıta olmuş. Eski Yunan ve Roma buhurdanla- İstanbul dilindeki “Ok meydanında buhur yakmak” rı (thuribulum) hayvan motiflerinin sözü geniş bir yeri ufacık bir buhurdanla ısıtmaya çalışmanın aksine ağırlıklı olarak ayaklı ve iki lüzumsuzluğunu anlatsa da, gü- kulplu meyvelik şeklindeydi. Üze- zel bir havayı solu- ri sahan kapağı gibi yüksek ve ko- mak için ille de kapa- nik, süslemeli bir kapakla kapatılır, lı mekâna ne hacet! dumanlar kapaktaki deliklerden çıkardı. Tevrat’ta Hz. Musa’ya tarif Vakt-i zamanında nadir edilen buhur sunağının akasya ağa- bulunan buhurlar, Mevlânâ cından yapıldığı ve altınla kaplandı- hazretlerinin teşbihi ile “dua ğı rivayet edilir. gibidir”, yanan bağırdan usul- ca semaya süzülür vesselam. Hz. Süleyman’ın Mescid-i Ak- sa’ya koydurduğu buhur sunağı ve kaşıkları ise som altındandı. Gü- 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 127
OSMANLILARIN ‘ŞİİR’DEN DÜNYASI HALİL SoLAk Bir atasözü, bir espriyi, ritüel ya da şiiri kavrayamadığımız zaman, bir şeylere yaklaştığı- mızı biliriz. Belgeyi en karanlık noktasından yakalayarak, yabancı bir anlam sistemini çöz- [email protected] meyi başarabiliriz. İzlenen yol tuhaf ve harika bir dünya görüşüne kadar bile uzanabilir. İ lgi alanlarımıza göre hepimi- Robert Darnton zin derinlemesine bilgi sahibi olmayı arzuladığımız mevzu- Şentürk, 1976’da İstanbul Üni- yeni bir sözlük hazırlanmalıdır. lar vardır. İşte öyle bir kitap versitesi Edebiyat Fakültesi’nde kla- Osmanlı şiir denizine daldıkça elinizde tuttuğunuz. Bir yanınızda sik şiire meraklı bir öğrenci olarak, rengârenk kalemleriniz hazır, altı metin şerhinin büyük üstatların- mana incileri çıkarmanın güçlü- çizilecek satırlar için. Öbür tarafta dan Ferid Kam ve Ali Nihat Tarlan ğünü daha çok hisseder ve hocası- da ileride aradığınızı rahatça bula- çizgisinin son temsilcisi, Prof. Dr. nın yayınlanmasını ümit ettiği söz- sınız diye yapışkanlı not kâğıtları- Mehmet Çavuşoğlu’nun derslerini lüğü hazırlamaya talip olur. Tabii nız var. Sonsuz bir şevkle okuyorsu- büyük bir ilgiyle takibe başlar. Ça- eski metinleri anlamak üzere baş- nuz, aniden gözünüzün rotası tabii vuşoğlu’nun karşısında anlam örtü- vurulan çağdaş sözlüklerin araştır- seyrinden çıkarak sayfanın sonuna lerini birbiri ardınca üzerinden atıp macıyı nasıl tehlikeli bir zemine sü- iniyor: “Bu konuyla ilgili ayrıntılı kolaycacık çözülen beyitler, kendi- rüklediğini fark etmesi gecikmez. bir çalışma hazırlıyoruz.” sine içinden çıkılmaz bir bilmece Farklı coğrafyalar ve zaman kesitle- gibi gelir. Hocasının derslerde sık rinde kelimeler, asıl manalarından Bu dipnottan sonra okur olarak sık vurguladığı bir husus zihnin- çok değişik anlamlara bürünebil- yapacak tek şeyiniz var: Sabırla ya- de yankılanır: Bu edebiyatı layıkıy- mektedir. Aynı şekilde şiirdeki bir zarın sözünü tutmasını beklemek. la anlayıp yorumlamak için mevcut tabir, eskiden bugünkünün tam ter- Tabii bu sırada boş durmayıp gör- sözlükler yetersizdir ve muhakkak si bir anlama da gelebiliyordur. düğünüz her yerde -yolda, durakta, derste, seminerde, hatta kullanı- Zira bu şiir dünyası, “Türklerin yorsa facebook ya da twitter’da bi- Müslüman olmalarından sonra bu le- yazara sorarsınız: “Kitabınız ne yeni kültür havzasında ağırlıklı ola- zaman çıkacak?” rak Arapça ve Farsça kelimelerin de ilavesiyle yeni bir dünya görüşün- Ben de aynen böyle yaptım: Yak- den güç alarak” meydana gelmiştir. laşık 10 yıl önce klasik şiire dair bir Arap-Fars edebiyatının kötü bir tak- kitapta böyle “vadeli” bir dipnotla lidi olduğu yönündeki bayatlamış karşılaştıktan sonra bütün fırsat- söylemin devrin şartları gereği or- lardan istifade yazarına sordum. taya atılan gayriciddi bir iddia oldu- Zaman zaman ümitsizliğe düşme- ğunu açık. dim değil… Acaba bu eser de “pek yakında neşredilmek ümidinde” Yazara göre klasik şiirimizdeki olunup da yazılamayan kitaplar kü- pek çok söz ve tabiri Arapça, Fars- tüphanesinin demirbaş listesine mi ça ya da başka bir dilde ifade etmek kaydedilecekti? neredeyse imkânsızdır, zira bu şiir Şükür ki bu sefer talihliydik: asıl güç ve güzelliğini Türkçeden Beklenen kitap, Osmanlı Şiiri Kılavu- alır. Türkçedeki bir kelimenin zu, klasik Türk edebiyatının önde yüzyıllar boyunca uğradığı gelen uzmanlarından Prof. Dr. Ah- anlam değişikliklerini göste- met Atillâ Şentürk tarafından yeni yılın ilk günlerinde yayınlandı. ren bir lügatten mahrum oldu- ğumuzdan dolayı Şentürk şöyle bir çözüm bulur: Metni metinle çözmek! Sözlükte yer alacak keli- me ve kavramların anlamları, me- 128 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
tinlerde ön plana çıkan hususiyet- ha var: Necatî Bey’in “Tat- çörekçisinden bahsediliyor. leri, benzediği ya da benzetildiği lı dilin insanlarla hoşça ge- Kültür tarihimiz açısından son de- nesneler, bir arada kullanıldığı iba- çinsin, kimseyi incitmesin, rece önemli ayrıntılar bunlar. relerle şairlerin geliştirdiği yorum- şanına ne layıksa öyle yap- lar örnek beyitler eşliğinde önce sın” anlamındaki “Halk ile Görsel malzemelerle desteklenen binlerce kâğıda yazılır. Bilgisayar tatlu dirilsün kimseyi acıtma- bu emek mahsulü kitap, Osman- teknolojisinin gelişmesiyle 1.5 mil- sun/İşlesün şîrîn lebün her ne lı Türkçesi metinleri neşrinin pirî yon beyti ihtiva eden “Metinbanka- sığarsa adına” beyti. Şentürk, Prof. Dr. Mertol Tulum’a ithaf edil- sı Projesi” sayesinde kelime ve kav- sözlüklerde yer almayan bu ta- miş. Bu tarz kadirşinaslık misalle- ramlar daha kolay taranır. birin bazı müstensihler tarafın- rine ne kadar da az rastlıyoruz bu dan da bilinmediğini, bu nedenle dünyada… Sonrası beyitlerin girift ve renkli Divan’ın Latin harfli neşrinde “adı- dünyasında uzun ve yorucu bir se- na” ibaresinin “adaletine ya da tadı- Kitabı okurken güzel bir tevafuk yahattir. Bir kelime ya da tabirin na” anlamında “dâdına” nüsha far- eseri, rahmetli Prof. Mehmet Kap- tam olarak ne anlama geldiğini öğ- kıyla değiştirildiğini belirtiyor. Tek lan’ın, talebesi ve “hayrü’l-halefi” renmek için yüzlerce seyahatname, başına bu misal bile elimizdeki kı- Orhan Okay Hoca’ya yazdığı, 1985 sözlük, arşiv vesikası taranır, min- lavuzun edebiyat ve dil tarihi çalış- tarihli bir mektubuna rastladım. yatürlere, gravürlere müracaat edi- malarındaki önemini göstermeye Adeta Osmanlı Şiiri Kılavuzu’nun yak- lir, resmî ve özel müzelerdeki ob- yetmez mi? laşımını tarif ediyordu: jelerin peşine düşülür… Nihayet 20-25 yıllık bir mesaiden sonra kı- Çeşitli yönleriyle, şiirlerde geçen “Çokları Osmanlıcaya Arapça, lavuzun ilk cildi iki kapak arasına mekânlar da ihmal edilmemiş ki- Türkçe, Farsça karışığı acayip bir dil girer. tapta. Mesela Ayasofya maddesinde gözüyle bakıyorlar. Hâlbuki o, Ana- bu abidevî yapının unsurlarının şii- dolu Türklerinin yarattığı bir me- “Ahter” mesela. Arapça “yıldız” rin kurgusuna nasıl incelikli bir şe- deniyet dilidir. Osmanlıcanın arka- manasındaki bu kelimenin “kılıç, kilde aktarıldığını görüyoruz. sında bir kültür ve medeniyet dili hançer vb. silahlarda kemik, boy- vardır. (…) Eski metinleri, vücuda nuz gibi malzemeden imal edilen Büyük bir tencerenin ters çev- geldikleri medeniyet ve kültür için- kabzaları namluya bağlayan per- rilmesiyle sofraya konulan pilavın de inceleseydik hem onları, hem de çinlerin ucunda kalan parlak me- şekli Ayasofya’nın kubbesine ben- Osmanlıcayı daha iyi anlardık. (…) tal noktalar” anlamına geldiğini zetiliyor şu beyitte: “Ayasofya kub- Gerçek bir lügat ancak metne daya- öğreniyoruz. Sözlüklerde “ahter”in besi sandum görüp nâ-geh seni/ narak metni tahlil ederek yapılabi- bu karşılıklarını boşuna aramayın, Yüregüm kopdı hemân ey dînüm lir.” çünkü yok. “Bir çenber oldı kubbe-i îmânum pilav.” Mesela “Ayasûfiyye hargâhun içre çarh/Bir ahter oldı civârında pişer halka çörek/Şehr-i Prof. Kaplan’a göre eski edebiyat- kabza-i şimşîrüne Sühâ (Senin ota- İstanbul içinde gün gibi meşhûr çılar hep evin dışında dolaşıyor, içi- ğında felek bir çember, kılıcının olur” beytinden ünlü bir Ayasofya ne bir türlü giremiyorlardı. Şükür kabzasında ise Süha yıldızı bir ah- ki, mektubun yazılışından tam 30 ter oldu)” beytinde parlak bir perçin OSMANLI ŞİİRİ KILAVUZU 1 sene sonra neşredilen bu kitapla es- ucu ya da kabza üzerindeki bir süs- Ahmet Atillâ Şentürk ki edebiyatçılar artık evin içindeler leme Süha yıldızına benzetiliyor. (Acaba beyt’in mi demeliydim!). OSEDAM Yay., 2015, 518 sayfa “Adına ne sığarsa” maddesine ta- Üstelik evin kapıları dileyen her- kılıyor birden gözüm. Bugün kulla- kese ardına kadar açık. nılmayan bu tabir, metinlerden an- laşıldığına göre “şanına ne layıksa” anlamına geliyormuş. “O sevgilim şanına ne layıksa yapsın, biz zaval- lı kulları ona hizmette kusur etme- yiz” anlamında şu beytte geçiyor: “Biz kemîne kulları hıdmetde tak- sir itmezüz/İşlesün ol dilberüm her ne sığarsa adına” Bu maddede ilginç bir nokta da- 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 129
Balkan Savaşları gibi dramatik, ulusal coşku ve duygusallığın dizginlenemediği bir dönemde bir Bulgar bilim adamı çıkmış, bilimsel ve ahlakî vicdandan taviz vermeyerek haykırmıştı: Selimiye’ye dokunmayın! 130 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
Öteki Tarih CAMİ KATLİAMINA DİRENEN BİR BULGAR: BOGDAN FİLOV HÜSEYİN MEVSİM hem birebir anlamda– sert rüzgâr ve keskin dönüşümler bu katman- [email protected] lar üzerindeki uygarlık izlerini silip alkanlar denince, biraz süpürmek için bütün hünerini ser- da Ivo Andriç’in roman giler. ve denemelerinden çağ- rışımlı olsa gerek, köprü, Bundan dolayıdır ki, Balkan dil- kavşak gibi imgeler canlanır hafıza- lerinde ‘köklemek’, ‘kökünü kazı- mızda. Yanlış da değildir. Doğu’yla mak’, ‘kökünü sökmek’, ‘kökünü Batı’nın, Müslümanlıkla Hıristiyan- kurutmak’, ‘kökten çözüm’, ‘kökten lığın kucaklaştığı, iç içe geçtiği, Bul- halletmek’ gibi kelime ve deyimle- gar şairi Elisaveta Bagryana’nın da rin anlamı bu denli nettir. “Batı’da ifade ettiği gibi rüzgârın yelkenleri da öldürürler, ama bizdeki gibi pas- şişirdiği ve her renkten bayrakların lı baltayla değil, altın iğneyle” der kesiştiği bir coğrafyadır Balkanlar. Bulgar şair ve oyun yazarı Peyo Ya- vorov’un bir piyes kahramanı. Zira Onlarca uygarlık katmanını ba- Balkanlar, engebeli rölyefinden ol- rındıran Balkanlar, dünyanın çok sa gerek, yumuşak geçişleri, doğası- az yerinde görülen medeniyet, tarih na o denli yakışan pastel tonları ve kültürün, renkli ve örgülü geliş- tiği ve serpildiği bir yerdir. Ancak yarımadaya özgü olan –hem mecaz, 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 131
sevmez; her şey olabildiğince bıçak lığın dizginlenemediği bir dönemde fedakârca ve büyük bir adanmışlık- sırtı keskin ve sert olmalı: Sil geç, bile bilimsel ve ahlakî vicdandan ta- la, kar, yağmur, kış, soğuk, salgın izi bile kalmasın, esamesi okunma- viz vermemek, umumî akımın bula- hastalık demeden, adı geçen coğ- sın… nık sularına kapılmayarak ödünsüz rafyanın cephe arkasını adeta adım bir duruş sergileyebilmek, gösteriş- adım dolaştı. Trak, Eski Yunan, Ro- Aykırı Bulgar: Filov siz bir selâmı ve saygıyı hak eder. ma, Helenistik, Bizans ve Osmanlı dönemine ait eski eserleri derleme- O yüzdendir ki, bu topraklarda Dünya ölçeğindeki bu Bulgar bi- ye koyuldu. çok kısa zaman içinde radikal de- lim (ve daha sonra, ne yazık ki, si- ğişimler, bir uçtan öteki uca savrul- yaset) adamının adı: Bogdan Filov Bogdan Filov, tuttuğu günlük ve malar yaşanır. Beğenseniz de beğen- (1883-1945). Balkan Savaşları başla- üst makamlara sunduğu raporlar- meseniz de böyledir Balkan gerçeği. dığında Freiburg’da arkeoloji dokto- da gözlem ve tespitlerini ayrıntıyla Her kim olursanız olun bir yerden rasını Almanca savunmuş, ülkesin- not etti, çizimler yaparak fotoğraf- elinizi ayağınızı çektiğiniz anda izi- de kendini durmadan geliştirmiş, lar çekti. niz kazınır. Hatıranın hatırı yoktur. Ulusal Müze’nin ilk Bulgar asıllı Hemencecik dibine kibrit suyu dö- müdürü olmuş, ‘asarıatika’ yasası- Selimiye’ye dokunmayın! külür, ocağına incir ağacı ekilir, adı nın çıkarılmasına öncülük etmiş, silinir, mahallesi, mezarlığı, sokağı, antik Trak ve Roma yerleşimlerinde Kavala’dan gönderdiği 30 Ocak evi, hele de mabedi yok edilir. Ya yol yaptığı kazılarda önemli buluntula- 1913 tarihli raporda “Şimdiye kadar geçer üzerinden, ya yağmurlu bir ra ulaşmış çiçeği burnunda ve gele- yaptığım geziden, birçok yerde ga- gecede düşen yıldırımdan yangın ceği parlak bir bilim adamıydı. yet değerli eski eserlerin, gerek ya- çıkar, ya yer sarsıntısında temeller pılan aramalarda, gerekse Türkle- çöker veya göçer. Elbette ki minare- Savaş başlar başlamaz, Millî Eği- rin terk ettiği mal ve mülklerden yi çalan kılıfını da hazırlar. tim Bakanlığı kanalıyla, arkeolojik silâhların toplanması sırasında, as- ve etnografik malzemenin ortaya kerî ve sivil idarecilerin eline düştü- Karanlık bir özne olan Balkanlı- çıkarılması, derlenmesi ve korun- ğüne tanık oldum” diyordu. nın ketumluğu, benim iyi olmam ması amacıyla Trakya ve Makedon- önemli değil, önemli olan komşum ya’ya bilimsel gezilere çıktı. Genç Bulgar ve Yunanların savaş sıra- darda olsun gibi bir paranoyak fel- arkeolog için bu aynı zamanda bir sında ele geçirdikleri topraklarda sefe doğurmuştur. Kimse kendine arazi çalışması fırsatı olduğundan, camileri kiliseye dönüştürme ko- ait olanı daha iyiye, daha mükem- nusunda adeta yarışa girdiler. Dr. mele eriştirmek için çaba sarf et- mez. Kendine ait olmayanı yok et- meyi, olmadı dönüştürmeyi, daha birincil ve kutsal bir görev sayar. Her dönüşüm, kırılma anı, kopuş, sökün bir fırsata, bir yağmaya dö- nüşür. Yarımadada, yabancı geçmi- şin ve mirasın tahrip edilmesi, silin- mesi, beşerî hafızada derin boşluk bırakılması için sarf edilen üstün ve rafine gayrete sanki başka hiçbir yerde rastlanmaz. Bütün bu genel eğilime ters dü- şen, uygarlık mirasına gerçek bir bilim adamı soğukkanlılığı ve ta- rafsızlığıyla yaklaşan, sorumluluk taşıyan aykırı bir örnek de vardır. Kanımca da, bu örneklerin olabil- diğince karanlıklardan çıkarılma- sı ve çoğaltılması lâzım gelir. Çün- kü özellikle de Balkan Savaşları gibi dramatik, ulusal coşku ve duygusal- 132 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
Öteki Tarih Filov bu ko- » Kavala’dan tarihî bir kare görülüyor, diye kesin yargıda bulu- nuda yapılan Balkan Savaşları sırasında bölgede bilimsel nur ünlü arkeolog ve sanat tarihçisi. ve ileride yapı- gezilere çıkan Bogdan Filov (aşağıda) lacak aşırılıkları gördüklerini günlükler halinde kayıt aldına 5 Şubat’ta Drama’dan, Bulgar ve tehlikeyi önceden aldı ve pek çok fotoğraf çekti. 30 Ocak Çarlığı Millî Eğitim Bakanlığı’na, tahmin etmiş olacak ki, da- 1913’te Kavala Kalesi’nden çekilmiş yandaki Yunanların sahiplendiği Ayasofya ha 1 Kasım’da Kırklareli’de bulundu- kare de bunlardan biri. Kilisesi’nin eski eser olarak korun- ğu bir sırada, her an Edirne’nin dü- ması için telgraf çekti. Hükümetin- şebileceği öngörüsüyle, camilerin sının önlenmesi den kilisenin asarıatika olarak Yu- özellikle de Selimiye’nin uğraya- için, caminin ve nanlardan alınması talimatı geldi. cağı tahribattan çekinerek Müslü- ona ait yapıla- Ancak yerli idareci ortamın gergin- manlığın bu eşsiz ibadethanesinin rın derhâl ka- liğini göz önünde tutarak herhangi özenle yağmadan korunması ge- patılması ve bir girişimde bulunmaktan kaçın- rektiğini savundu. burada topla- dı. nan eşyanın Bundan dolayı Hareket Ordusu yetkili kişiler- Ertesi gün, Serez’de Aziz Boris Genelkurmay Başkanı’na gönderdi- ce incelenince- Kilisesi’ne dönüştürülen Eski Ca- ği mektupta, İslâm mimarisinin en ye kadar korun- mi’nin kütüphanesini görmek iste- önemli anıtları arasında yer alan ması en doğrusu di. Cami halılarının çoğunun özel Sultan Selim Camii’nin korunma- kişiler tarafından yağmalandığını sı için gereken her şeyin yapılma- olacaktır” tavsiye- öğrendi. sı için emirlerini rica etti. Aslında sinde bulundu. bu açık bir uyarıdır da. “Çok önem- Bulgar ve Yunanlar, 21 Şubat’ta Yenice Karasu’da, Aziz li belgeler içeren cami kütüphane- camilerin alelacele kiliseye Boris Kilisesi’ne dönüştürülen Bü- sinin korunmasına özellikle dikkat dönüştürülmesinin gerekçesi ola- yük Camii ilginç bir örnektir. Bu edilmesi gerekmektedir. Askeri- rak, bu camilerin daha önce zaten arada camiden dönüştürülen kili- mizin Edirne’ye girişi sırasında bu kilise olduğu ve şimdi eski halleri- selerin çoğuna simgesel olarak 9. belgelerin her kim tarafından olur- ne döndürüldüğü hususunu öne sü- yüzyıl ortasında Bulgarlara Hıristi- sa olsun yakılması veya yıktırılma- rüyorlardı. yanlığı kabul ettiren Han Boris’in 29 Ocak 1913’te Dr. Filov, Kava- adı verilmişti. Görkemli mermer la’da bulunduğu sırada “şimdi Bul- dış kapı, türünün en iyileri arasın- garların Aziz Boris Kilisesi’ne dö- da yer alır. Mabedin başlıca özelli- nüştürdüğü Çarşı veya Şadırvan ği, gri ve beyaz mermerden süsle- Cami’yi gördük” diye not düştü. me unsurlarının kullanılmasında Genel coşkunun aksine, bunun ne yatar. Mihrap da aynı şekilde ya- denli yanlış ve tutarsız bir yaklaşım pılmış, ancak süslemeleri daha sa- ve uygulama olduğunu açıklamak- dedir. Bu kısa tasvirden sonra Dr. tan çekinmedi. Delil olarak kendisi- Filov, daha önce caminin kilise ol- ne güya camide bulunan iki bronz duğu söylense de cami avlusundaki haç ve iki vaftiz leğeni gösterildi. büyük dörtgen tuğlalarla yapılmış Kısa notun satır arasından sanki bir eski duvar kalıntılarının bu yargıyı ironi de sezilir: “Oysa haçlar, çapraz çürüttüğünü söyledi. konmuş iki bronz kazık, sözüm ona vaftiz leğenleri ise mihrabın yanı- Çariçe’nin Selimiye na konan büyük mumlukların alt- mücadelesi lıkları.” Yapının şekil ve yönlendi- rilmesinden cami olarak yapıldığı Edirne’nin düştüğü 13 Mart’ta Kılkış’ta bulunan Dr. Filov, ilk fır- satta yönünü doğuya çevirdi ve bir an önce eski Osmanlı payitahtına ulaşmak istedi. Nitekim 2 Nisan’da Dedeağaç üzerinden trenle Edir- ne’ye geldi. Şehrin girişinde Bulgar Çarı Ferdinand’ın Alman asıllı ikin- ci eşi Çariçe Eleonora (1860–1917) 2016 ŞUBAT / DERİN TARİH 133
» Cami kapısında haç! oluşturduğundan söz etmektedir. miş olan yapıyla beraber ya- Yenice-Karasu’da yer alan Mustafa Paşa Kendisi böyle bir dönüşüme karşı pılmasına rağmen, yine de Camii Bulgar ve Yunanların kiliseye çıktı, bilim adamlarından kendisi- yapının daha önceden ca- çevirmeye çalıştıkları eserlerden biri. Filov’a ne destek sağlamalarını istedi. Filov mi olduğu açıktır” demek- ait 27 Şubat 1913 tarihli fotoğrafta caminin bu konudaki düşüncesini “Bence tedir. sivri kemerli ahşap giriş kapısının üzerine mimarî açıdan önemli olan camiler konulan haç dikkat çekiyor. devlet malı ilân edilsin ama Müslü- Balkan Savaşlarının ön- manların camileri kullanmalarına cesinde Ulusal Arkeoloji Mü- ile karşılaştı. Çariçe otomobilinden izin verilsin. Aynı zamanda bunlar zesi Sofya’nın merkezinde, inerek belirli bir yere kadar Filov’la herkesin ziyaretine açık olsun” şek- ayrıcalıklı bir konumdaki Bü- yürüdü. linde açıkladı. yük Cami’de (Koca Mahmut Paşa Camisi, yapımı 1494) açıldı. 20. yüz- Eleonora, Sofya’da Sultan Selim 18 Nisan’da yolu Vize’ye düşen Fi- yıl başlarında cami yıkılarak yerine Camii’nin kiliseye dönüştürülme- lov, Aziz Nikola Kilisesi’ni ziyaret yeni bir müzenin yapılması günde- sini isteyen subayların bir komite ederek “Kare bir yapı, uzunluğu 10 me geldi. Filov, “Büyük Cami Bulgar m, bütün mekânı kaplayan büyük topraklarında kalan en önemli Os- bir kubbesi var. Apsisten kalıntı ol- manlı eseridir” gerekçesiyle bu giri- mamasına ve minarenin, aralarına şimi önledi. tuğla konan kesme taşla inşa edil- 1940’lı yıllarda bakanlık, başba- kanlık gibi siyasî görevler de üstle- nen Filov 1 Şubat 1945’te Sofya’da yeni iktidar tarafından acımasızca kurşuna dizildi ve yüzlerce kişiyle birlikte topluca bir çukura gömül- dü. Bogdan Filov’un Osmanlı mirası- na yaklaşımını, Müslümanlığa ve- ya Türklere duyduğu yakınlık veya sempatiyle mi açıklamalıyız? Ka- nımca, böyle bir sorunun sorulma- sı da, cevabının aranması da anlam- sız ve gereksizdir. Ortak medeniyet mirası namına kendine ait olma- yanı korunmaya çalışan Bulgar bi- lim adamı tarihî mirasın bir değer olarak görülmesi, gelecek nesillere aktarılması gerektiği bilinciyle ha- reket etmiştir. Böyle bir amaca hiz- met etmek, hele de barut fıçısı gibi her an patlamaya hazır bir ortamda yürek ve vicdan ister. Çünkü Bulgar kadın şair Blaga Dimitrova’ya göre, bohçaya bağlan- mış ve sırta yüklenip nereye sürük- lendiği bilinmeyen yazgıdır Balkan- lar… Hüseyin Mevsim Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim Üyesi. 134 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
VİTRİNDEKİLER DOĞU’NUN YILDIZI: ÜMMÜ GÜLSÜM Gramofon, plak kayıtları ve rad- yoların yaygınlaşması derken ismini taşıyan kitabını okurken Hayali besiyle mümkün olacaktı. İşte bu ortamda 20. yüzyılın ilk yarısında müzik Cemaatler’in yazarına hak vermemek elde Ümmü Gülsüm Arap kasidelerinden dinlemek modern hayatın değil. Danielson’un peşine düştüğü soru- bestelenen şarkılarıyla onuru çiğnenen Mı- kültürel bir öğesi oldu. Müzik, bir taraftan lar aslında bambaşka. O, köyde dünyaya sırlılara umut aşılıyordu. Halkın çoğu gibi büyük bir tüketim sektörü haline gelirken, gelen küçük bir kızın nasıl Mısır’ın sesi ve alt tabakadan gelmişti. Değerlerine bağlı diğer taraftan da melodi ve sözler yoluyla yüzü haline geldiğini anlatmak için aban- biriydi ve bunu şarkılarına da yansıtıyordu. kitleleri aynı duygu durumunda birleştire- mış kaleme. Kalburüstü politikacılar niçin bilen, etkileyebilen bir güce de dönüştü. eğitimsiz köylülerle aynı şarkıları dinliyor- 1948-49 Arap-İsrail Savaşı, İngiliz Hatta Benedict Anderson’a göre, uluslaş- lardı? Neden onu dinliyorlardı? işgaliyle zaten kimliği yara alan Mısırlılar ma sürecindeki toplumlarda şarkılar millî için bir balyoz etkisi yaptı. Yenilgi sebe- bilinci harekete geçirme ve aynı gaye Sayfalar bize modern Mısır’ın ortaya biyle büyük bir utanca gark olan Arap etrafında birleştirme misyonu yüklenmişti. çıkışı ile Ümmü Gülsüm’ün yükselişi dünyası teselliyi yine Ümmü Gülsüm’ün arasındaki paralellikleri gösteriyor. 1904’te şarkılarında arayacaktı. Bu yenilgi aynı Virginia Danielson’un Ümmü Gül- Mısır deltasındaki küçük bir köyde dün- zamanda Mısır Kralı Faruk’un da sonunu süm’ün hayatını incelediği Mısır’ın Sesi yaya gelen Ümmü Gülsüm’ün yeteneğini hazırladı. Ümmü Gülsüm’ün radyo kon- fark eden ilk kişi babasıydı. İyi bir Kur’an serleri 1952’den sonra bir süre yasaklansa BVMaiğIrSglaIRimn’IiNYaaSDyE.,aS2nİ0i0e8l,s3o6n6 s., 23¨ eğitimi almıştı. Erkek kıyafetleri içinde ba- da Cemal Abdünnasır’ın emriyle yeniden basıyla birlikte köy ve kasabalarda ilahiler, başladı. Süveyş Krizi ile halkın takdirini kasideler söyleyerek başlamıştı kariyerine. kazanan Nasır, Arapların yerle bir edilen Sesi o kadar güçlüydü ki gelen teklifler şerefini yükseltmek için “Arap Birliği” fikrini savunuyordu. 1958’de Suriye ile kurulan doğrultusunda aile Kahire’ye taşındı. birlik ancak 3 yıl sürebilmişti. Böyle bile Bir taraftan özel hocalardan dersler olsa Nasır hâlâ Arapların nazarında, onların alan Ümmü Gülsüm, diğer taraftan hayallerini gerçekleştirebilecek tek liderdi. da konaklarda şarkı söylüyordu. Ta ki, 1967’deki Altı Gün Savaş’ında İsrail, Ünü kısa zamanda Kral Faruk’un Mısır’ı bir kere daha yenilgiye uğratana sarayına kadar ulaştı. Plak kayıtları kadar… ve sinema filmlerinin yanında onu büyük kitlelerle buluşturan asıl Nasır’ın Pan-Arabizm politikaları Ümmü gelişme her Perşembe akşamı rad- Gülsüm’ün şöhretini daha da artırdı. yoda yaptığı programlar olmuştu. Radyolar yaygınlaşmıştı. Ayrıca Tunus, 1937’den sonra bu radyo konserleri Fas, Libya, Irak ve Bahreyn gibi farklı Arap sırasında Mısır sokakları onu adeta ülkelerinde verdiği konserler de onun nefesini tutarak dinliyordu. Peki ismini Arap milliyetçiliğiyle özdeşleştirmiş- neden? ti. Nasır’ın Arapları birleştirmek ve ayağa kaldırmak siyaseti, Ümmü Gülsüm’ün Arap Ümmü Gülsüm 1882’den itiba- kültürü ve dayanışmasını işleyen şarkılarıy- ren İngiltere tarafından işgal edilmiş la örtüşüyordu. Hatta yazara göre, Ümmü bir ülkede açmıştı gözlerini. Sömür- Gülsüm Nasır’ın yapamadığını şarkılarıyla ge yönetiminin onur kırıcı politi- başarmıştı. 1976’da vefat edince cenazesi kalarına karşı “Mısır, Mısırlılarındır” Nasır’ınkinden daha görkemli olmuştu. söylemiyle patlak veren Urabî Paşa direnişi başarısız olmuştu. İngilizler Kitap, köylü bir kızın nasıl Mısır’ın bunun bedelini 1. Dünya Savaşı sembolü haline geldiğini biraz biyografi ve yıllarında fazlasıyla ödetti. 1919’daki siyasî tarih, biraz müzik sosyolojisi tadında Sa’d Zağlul hareketi başarılı olsa da okumak isteyenler için yazılmış diyelim. Mısır’ın bağımsızlığına kavuşması ancak 1952’deki Hür Subaylar dar- Munise Şimşek 136 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
VİTRİNDEKİLER BİZANS, BİR GAYBUBET Oxford Üniversitesi’nde Bizans RÖNESANS SANATINDA tarihi profesörü olan yazarının deyi- BAĞDAT OPTİĞİ miyle “birçok tarihçi için bir gaybubet olan” Bizans, geç antik çağdan 1453’e siyasî tarihi, halkın yaşayışı, eğitim, kültür ve din faaliyetleri, Akdeniz Sanatta perspektif teorisinin Bağdatlı Perspektifin bayraktarlığını yapan Rö- ve Avrupa’daki varlığı âlim İbn Heysem tarafından geliştirildiğini nesans sanatçıları bu görme teorisini bir biliyor muydunuz? Perspektif Rönesans resim teorisine dönüştürünce, perspec- gibi başlıklar altında resminde odağa izleyicinin bakış açısını tiva’nın anlamı değişti. Bugünkü deyişle yerleştirerek devrim yarattı, kabul. Fakat ‘analog’ bir resim icat etmek isteyen anlatılıyor. 2006’da John perspektifin teorisi Avrupa’dan çok uzakta, Rönesans sanatçıları, perspektifte bizim Bağdat’ta daha 11. yüzyılda formüle tabiatta gördüğümüz imgelerin adeta D. Criticos BİZANSLILAR edilmişti. Tarihçi ve sanat kuramcısı Belting birer kopyasını görüyorlardı. Arap görme Arabistan Bağdat’ı ile Rönesans Floransa’sı teorisi daha 13. yüzyılda Batı’daki üniver- Ödülü’ne layık Averil Cameron, Türkiye İş Bankası arasında bir mukayese köprüsü kuruyor ve sitelerce bilinse de, ancak 15. yüzyılda bir görüldüğünü Kültür Yayınları, 2015, 323 sayfa, 28¨ Doğu’nun geometrik soyutlamaya daya- resim teorisi haline geldi”. Arap Arşimed hatırlatalım. nan görsel teorisi ile Batı’nın resim teorisini diye bilinen İbn Heysem’in ışık ölçümü kıyaslayarak yürüyor üzerinde. camera obscura’ya geniş bir bölüm ayıran KELİMELERİN KALBİNE Belting, perspektifin sadece adını değil, SEYR-Ü SEFER Yazara göre “resimdeki perspektif yeni pek çok kuramı da ona borçlu olduğunu bir icat değildi, eski bir bilim olan optik ispatlıyor. Ve bir soru işareti bırakıyor İddia ediyoruz, bu kitabı okuduk- teorisine dayanıyordu. Optik teorinin önümüze: Rönesans perspektifi tarihinde tan sonra kullandığınız her kelime, bir perspectiva adıyla bilindiği, bunun da İbn Heysem’in adı niçin geçmez? mıknatıs gibi kökenine çekecek sizi. Arapçadan Latinceye çevrilen bir optik Hangi yollardan, kimlerin memleketle- kitabının adı olduğu genellikle unutulur. “Allah’ın bakışları altında hikâye rinden geçip de yanınıza vardı? Yakanızı olarak resim, Arap matematiği ve Batı bırakmayacak bu soru. “Şehri nasıl ‘kent’ KHDFoOLaçOnĞÜRUsnA’BiDvNeeASrlAsVtiitEVneEBsgiABYTaAIyĞ’D.,DA2A0BT1A2,K3I1Ş9INs.T, A30R¨İHİ sanatı, meşrebiyetin simgesel biçimi” gibi yaptık? Turfanda ‘Turfan’dan mı gelir? başlıklardan da anlaşılacağı gibi çapraz Cadı, caddenin neyi olur? Eczacının okumaları ve asgarinin üstünde bir devâsı var mı?” öne çıkan bazı başlıklar. Sadece kökenleri mi? Kelimeler münbit sanat tarihi bilgisini zorunlu kılıyor. bir kültür tarihini de yanlarına katarak Albenili kapağa aldanıp harcıâlem katılıyorlar kitaba. Mehmet Doğan’ın her bir Bağdat-Floransa karşılaştırması ay dergimiz için kaleme aldığı kelime ta- okuyacağınızı sanmayın. Talibini rihi yazıları da yerini almış kitapta. Hem zorlayan bir kitap bu! Her cümle- ne söylediğine, hem de sinde kendini ele veren konuya nasıl söylediğine ehem- hâkimiyet ve boşluk bırakmayan miyet verenler başuçla- tafsilatlı aktarımları göz önünde rında yer açsınlar. bulundurursak, okurdan bunu beklemeye hakkı var doğrusu. KELİMELERİN SEYİR DEFTERİ D. Mehmet Doğan Orhan Pamuk’un kitabından esinlenilen, Osmanlı toplumuna Yazar Yayınları, 2015, 200 s., 16¨ ve Batı’daki moderniteye yaklaşımı- na yoğunlaşan bölüm şefin tavsiye- HALK CEPHESİNDEN si! Sanat, matematik, İslam ve Arap DEVRİM tarihi terimlerinin yoğunluklu olarak karşımıza çıktığı kitabın tercümanı XVI. Louis Fransa’sından Tenis Kortu da tebriği hak ediyor. Bir Batılı kale- yeminine, Federasyon bayramından minden çıkıp tercüme kokmayan ki- Brissot-Robespierre düellosuna, Jiron- tapları özler olmuştuk. Muhte- denlerin düşüşünden Cordelierler ve viyatın onca yüküne rağmen Dantoncuların yargılanmasına, devrim dil işimizi kolaylaştırıyor ve hafifletiyor, rahatlatıyor kitabı. liderlerinin ve halkın gözünden Koç Üniversitesi Yayınlarının günümüz ulus-devletlerinin diğer tercüme neşirlerindeki fikir babası Fransız Devrimi’ne aynı ihtimamın gözümüzden buyurun! kaçmadığını söyleyelim. FRANSIZ DEVRİMİ TARİHİ Eric Hazan Say Yay., 2016., 455 s., 30¨ 138 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
VİTRİNDEKİLER Aliya’ya da bu yakışırdı! HECE okuru. Mehmet Doğan, Rasim Özdenören, zetbegoviç ve Topçu, Aliya İzzetbegoviç’in Özel Sayı: 31, Mehmet Aycı, Erol Göka’dan, Ian Traynor, “İhlas Ahlakı”yla Immanuel Kant’ın “Ödev Abdulvahab El-Mesiri, Atasoy Müftüoğ- Ahlakı” Üzerine, İzzetbegoviç’e Göre Doğu İz Yayınları, 2015, lu’na 80’e yakın isim anlatmış Bilgemizi. Batı Düalizmi ve İslam ilk bakışta zihnimizi 832 s., 42.50¨ çelen başlıklar. A. İzzetbegoviç’ten Üstad N. Fazıl’a Yeni yıla 31. özel sayısıyla giren Hece, Doğu-Batı Arasında Şehirlerimizi Düşün- Aile üyelerinden hapishane arkadaş- doğumunun 90. yıldönümü anısına Aliya mek, Rahman Sûresi’nin İkliminde ve larına Aliya ile yolu kesişmiş birçok kişiyle İzzetbegoviç’i kapağına taşıdı. Bilge Kral Komünizmin Pençesinde Bir ‘Orman İşçisi’, yapılan röportajlar okurun hatırında derin dense de o ne bir “kral” gibi yaşadı, ne de Aliya İzzetbegoviç’in Eserlerinde Tarih’in izler bırakıyor. Türkçede Aliya İzzetbego- öyle hissetti. Bu yüzden kapakta “Bilgemiz Değerlendirilmesi, Osmanlı ve Türkiye’ye viç bibliyografyası, tezler, hakkında çıkan Aliya İzzetbegoviç” ifadesiyle selamlıyor Ait Düşünceleri, Turgut Özal’a Yazılmış haberler ve Türkçede yayınlanmış kitapları Mektuplar, Mostar Köprüsü’ne Bir Roman da atlanmamış. Aliya’ya ancak 832 sayfalık Taslağı, İki Hür Müslüman Mütefekkir: İz- böyle bir özel sayı yakışırdı zaten! İNGİLİZ ORYANTALİZMİ DOĞU’YU NASIL ALGILIYOR? HOMEROS’UN TüRKLERİ yazar klasik metin örneklerine yer vererek “İslam ve Doğu algısı yaratmak için klasik Jerry Toner bu tarihî süreç içinde nasıl algılandığının Yunan ve Romalı yazarlardan, İngiliz politik peşine düşüyor. Üstelik “gerçek bir klasistin eserleri ve historiografiden yararlanan” Tarih&Kuram, 2015, 237 sayfa, 16¨ asla oryantalist olamayacağı”iddiasıyla kitapta gözümüz Toner hakkında yeterli bir bu sorgulamaya soyunuyor. Tercüme biyografi ile derli toplu bir kaynakça aradı İngiliz tarihçiler ve seyyahlar ‘İslam’ve kitabın editoryal eksiklikleri ve bölümlerin doğrusu. O da artık ikinci baskıya! ‘Doğu’ya ait algılar oluşturmak için Yunan tasnifindeki dağınıklık benim için sıkıntı ve Roma klasiklerini ellerinden düşür- doğurmaz derseniz İngiliz oryantalizmi mezler. Yeri geldiğinde İncil’den bile daha üzerine objektif sayılabilecek kitabı tavsiye fazla önem atfedilen klasiklerin İngilizlerin edebiliriz. Toner hususen vurguluyor, biz de pragmatik ellerinde, kendi çıkarları için es geçmeyelim: İslam veya Doğu gerçeğini nasıl dönüştürüldüğüne şahitlik etmek anlatmak gibi bir misyon edinmiş değil isteyenler bu kitabı incelemeli. İngiltere’nin kitap. Sadece İngiltere’de yaratılan Doğu erken modern, altın çağ, sömürgecilik, algısıyla ilgilendiğinin altını çiziyor. Durham imparatorluğun sonu ve post modern Üniversitesi’nden Richard Hingley’e göre dönemlerini kronolojik olarak ele alan dumanı Silah ve zeyTin dalı yezidiler üstünde David Hirst, Çev: Timur Ahmet Turan, Hitabevi Tek ParTi CumhuriyeT Demirtaş, İyidüşün Yay., 2015, 209 s., 16 ¨ ve Şefler Yay., 2015, 666 s., 40 ¨ Cemil Koçak, TİMAŞ, 2016, 320 s., 24,50 ¨ 140 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
Hediyeli Bulmaca e-mail: [email protected] SOLDAN SAĞA: Ocak ayının çözümü. İstanbul Fındıklı’da inşa ettiği cami. 16- Sanat 1- Mimar Sinan’ın kalfalık devri eseri olarak - Genişlik - Bir nota. 17- Bir yaban hayvanı - Bir nitelendirilen, 1551-57’de yapılan İstanbul’da- YUKARIDAN AŞAĞIYA: ki cami - Osmanlıcada ‘adlar, isimler’ - Kuman 1- Sinan’ın “Ustalık eserim” dediği resimdeki zaman birimi. 18- Dokuzuncu Hariciye Koğu- - Peçeneklerin soyundan gelen Türk kökenli, cami - Gümüş. 2- Beyler - Okuma yitimi. 3- ‘... şu’nun yazarı. 19- Şırnak ilçesi - Osmanlı’da Slavlaşmış Müslüman bir halk. 2- ‘... Devle- Atlı’ (1869-1945’te yaşamış bestekâr) - Ermin - ti’ (Dört Halife döneminden sonra kurulan Bir ilenme sözü. 4- Konut - MÖ 49-44’te hüküm yüksek düzeydeki devlet adamlarından oluşan Müslüman Arap devleti) - 1508-11’de Hasan sürmüş Roma diktatörü. 5- Ek çizgisi - Dille il- büyük meclis. 20- Sergüzeştçi - Suyla çevrili Paşa tarafından Ankara’da yaptırılmış tarihî gili. 6- Müsavi - Düzen. 7- Arsenik’in simgesi kara parçası. 21- Arınmış - Fasıla - Bildirme. 22- bina - Antik Yunan’a bilgeliği Pisagor ve Pla- - Seyrek dokulu bir kumaş - Laos internet kodu. Sinan’ın İstanbul Tophane’de inşa ettiği cami. ton’dan önce getirdiği kabul edilen mitolojik 8- Kahramanmaraş ilçesi - Şafak vakti. 9- Vila- şair - Halis. 3- Osmanlıcada ‘parıldama’ - Bir yet - Duman kiri. 10- Bir okul öncesi eğitim Bulmacanın çözümünü kimlik, adres ve telefon bağlaç - Gerçek - Hayırhah. 4- Yeşilırmak’ın kurumu - Elazığ ilçesi. 11- Yarı memnunluk bilgileriyle 20 Şubat’a kadar dergimize ulaştıran antik dönemlerdeki adı - 1543-48’de yapılmış, anlatır - Bir organımız. 12- Ödünç alınan şey 5 okurumuza Zekeriya Yıldız’ın Küskün Paşalar Mimar Sinan’ın “Çıraklık eserimdir” dediği - MÖ 330-327’deki olaylarla bağlantılı Türk des- (Nesil Yay.) kitabını hediye ediyoruz. cami - Olağan. 5- Fas internet kodu - 1952’de tanı. 13- Arapçada ‘Ben’ - ‘Mescid-i ...’ (İlk kıble 33 yaşındayken ölen, adına müzikal yapılmış olduğuna inanılan Kudüs’ün doğusundaki me- Adres: Derin Tarih Dergisi Arjantinli First Lady’nin lakabı - Tarla sınırı - kan). 14- Sümerlerde su tanrısı. 15- Sinan’ın Maltepe Mah. Fetih Cad. Göğe çıkma. 6- Yetmez miktarda - Süslü cadde No:6, 34010 kemeri - Gönül alan. 7- Kanuni - Temel - Os- Zeytinburnu - İstanbul manlıcada ‘yaratmak, halk’. 8- Yabancı - Bu- [email protected] run iltihabı - Osmanlı’da mahkeme başkanı. 9- Rütbesiz asker - 1550-55’de Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş Beşiktaş’taki cami - Bantlarla süslenmiş - Kalın sicim. 10- Slovakya internet kodu - Bir kümes hayvanı - Hz. Mu- hammed’in (sav) sancaklarından birinin adı - 1397-1912’de Osmanlı hakimiyetinde kalmış Balkan şehri. 11- Bir peygamber adı - Kimileri uğur sayar - Bir bağlaç - Kaz Dağlarının mitolo- jik çağlardaki adı - Adları aynı olan. 12- Mimar Sinan’ın 1540-48 arasında Üsküdar’da inşa et- tiği cami - Tasvip etme. 142 DERİN TARİH / 2016 ŞUBAT
Çizgisel Tarih hasan aycın [email protected]
EMEKLİLİK HAYALLERİNİZ İÇİN HEP DAHA FAZLASI… Bugün biriktirmek sizden, yarın keyfini sürmek yine sizden. Doktorundan ev hanımına, çiftçisinden öğretmenine her kesime avantajlı ve uygun emeklilik planları sunan Ziraat Emeklilik, bugün de yarın da mutluluğunuz için hep daha fazlasıyla yanınızda.
Mareşal Fevzi Çakmak AçıklıyorMustafa Kemal Paşa’yı Kurşuna Dizilmekten Nasıl Kurtardım? MAREŞAL 9e ÇAKMAK AÇIKLIYOR 34 h
MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK AÇIKLIYOR Mustafa Kemal Paşa’yı Kurşuna Dizilmekten Nasıl Kurtardım? Anlatan: Adnan Çakmak Yazan: Murat Sertoğlu
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277