Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore 47 - Derin Tarih_ Şubat 2016

47 - Derin Tarih_ Şubat 2016

Published by sedatfurkanileri, 2019-10-27 12:27:59

Description: 47 - Derin Tarih_ Şubat 2016

Search

Read the Text Version

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI 32 MECLİS’TEKİ OLAYLAR VE 12 TEMMUZ BEYANNAMESİ Meclis hayatım milletvekili olarak yeniden başladı Benim Demokrat Parti listesinde bağımsız aday olarak yer al- mayı kabul etmem üzerine memleketin her tarafından mektuplar ve telgraflar almaya başladım. Evimdeki telefon ise hiç durmadan çalıyordu. Ve aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin gazete- lerinde beklediğim gibi aleyhimde ağır yazılar ve iftiralar çıkmaya başladı. Bu gazetelerden biri benim hasta olduğumu ve iyiden iyiye bunamış bulunduğumu bile yazdı. Ulus gazetesinde ise benim İs- tanbul’a gidişim ve kızım Muazzez’in Eyüp Sultan’daki mezarını ziyaret edişim üzerine başıma bir sarık geçirip bazı gericilerle bir- likte âyin yaptığım yazıldı. Bana karşı girişilen bu iftira kampanyalarının hiç birine cevap vermek tenezzülünde bulunmadım. Böylelikle benimle polemiğe girmek isteyenlere aradıkları imkânı vermedim. Seçimler 21 Temmuz’da yapıldı. Ben liste başı olarak girdiğim hem İstanbul’dan, hem de Kastamonu’dan çok büyük oy farkı ile milletvekilliğine seçildim. Bu iki yerden birini seçmek gerekince İstanbullu olduğum için İstanbul Milletvekilliğini tercih ettim. Böylece benim için yeni bir hayat başlamış bulunuyordu. Poli- tikadan uzak kalmaya o kadar gayret etmiş olduğum halde başarı kazanamamıştım. Talih beni 70 yaşına bastığım sırada milletvekili olarak Büyük Millet Meclisine sokmuş bulunuyordu. Demek kade- rimde bu da varmış. Yolsuzluk iddiaları Demokrat Parti daha teşkilatını bile tamamlamadan bu seçime girmek zorunda kalmış olduğu için 60 kadar milletvekili çıkarta- 102

MURAT SERTOĞLU bilmişti. Buna karşılık pek çok yerlerde vahim seçim yolsuzlukları yapıldığı, Demokrat Parti’ye verilen oyların büyük çapta çalındığı ileri sürülüyordu. Bu iddialar 1950 yılına kadar sürdü durdu. Yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Demokratlar oylarını ol- duğu gibi bana verdiler. Tabii İsmet Paşa Halk Partisi’nin oyları ile yeniden cumhurbaşkanlığına seçildi. Büyük Millet Meclisindeki hava son derece gergindi. Recep Pe- ker’in başkanlığında kurulan hükümet, Demokratları sindirmek için elinden gelen herşeyi yapıyor fakat bir türlü muvaffak olamı- yordu. Sayıca az olmalarına rağmen Demokrat Partili milletvekil- leri kendisine cesaretle karşı koyuyorlardı. Karşılıklı olarak çok ağır suçlamalar yapılıyordu. Ortada halledilmesi gereken bunca mesele, çıkarılması gerekli bunca kanun varken Mecliste karşılıklı döğüşmeler ve söğüşmelerle vakit geçiriliyordu. Sonunda Demokrat Partililer ortada bulunan bazı antide- mokratik kanunlar değiştirilmedikçe ve aynı zamanda Cumhu- riyet Halk Partisi’nin değişmez Başkanı olan Cumhurbaşkanı İnönü’nün bu sıfatı ortadan kalkmadıkça, tarafsız olmadıkça Mec- lise girmeyeceklerini ilan ettiler. İşte 12 Temmuz Beyannamesi bunun üzerine ilân edildi. İsmet Paşa Halk Partisi’nin başkanlığından vazgeçerek tarafsız bir cum- hurbaşkanı gibi davranmaya karar verdi. Celâl Bayar’la bu konuda birkaç görüşme yaptı. Demokrasiye Meclis’teki gergin hava da bi- raz olsun yumuşayabildi. Celâl Bayar ve arkadaşları bunu partilerinin bir zaferi olarak ilân ediyorlardı. Buna karşılık onlar da artık Halk Partisini oy hır- sızlığı ile suçlamayacaklardı. Ama bu 12 Temmuz Beyannamesi hiç beklenmedik başka akisler uyandırmakta gecikmedi. O zamana kadar Demokrat Partiyi kuvvetle desteklemiş olan bazı kimselerin yavaş yavaş bu partinin aleyhinde cephe almaya başladıkları görüldü. Bunların en başında geleni Avukat Kenan Öner olmuştur. Bir gazete de hemen Demokrat Parti’nin kuruluşunda bir mu- vazaa olduğu iddiasını ortaya atıverdi. Ona göre Celâl Bayar par- tisini İsmet Paşa ile anlaşarak, ondan izin alarak kurmuştu. Delil olarak da İsmet Paşa’nın Giresun’da bir sohbet sırasında, - “Demokrat Parti’yi, ben istedim, ben kurdum” demiş oldu- ğunu ortaya atıyordu. Ve Demokrat Parti’nin 12 Temmuz Beyan- 103

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI namesini kabul etmekle muhalefet görevinden vazgeçmiş sayılaca- ğını ileri sürüyordu. Ben bu gelişmeleri şaşkın şaşkın seyrediyordum. Demokrat Parti içinde hemen bir kaynaşma başlamıştı. Milletvekillerinden bazıları Celâl Bayar’ı açıktan açığa suçlamaya başlamışlardı. Ne var ki Celâl Bayar Partiye hakimdi. Ve politikayı da hepsinden iyi biliyordu. Bu gibi durumlarda gerilemenin ne derece aleyhinde olacağını pek güzel hissediyordu. Hemen o da hücuma geçti. İlk hamlede kendisini suçlayanlar- dan beş milletvekilini partiden ihraç etmeye muvaffak oldu. Bunun hemen arkasından altı milletvekili de kendiliklerinden Demokrat Parti’den istifa ettiler. Böylece Demokrat Parti milletvekillerinden beşte birini bir anda kaybetmiş oldu. Hem bunların arasında De- mokrat Parti için çok çalışmış kimseler de bulunuyordu. Ama po- litikada acıma ve vefa diye bir şey yoktu ki!.. 104

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI de bütün Demokrat Partililer oylarını olduğu gibi, tek noksansız bana vermiş bulunuyorlardı. Belki bu da Demokrat Parti’nin lideri Celâl Bayar’ı için için düşündürüyordu. Aradan geçen süre içinde memleket içindeki büyük çoğunluğun iktidar partisinden ne derece yüz çevirmiş bulunduğunu iyice anlamıştı. Önümüzdeki seçimlerde rahatça çoğunluğu elde edebileceklerine inanmıştı. Bu takdirde cumhur- başkanlığına neden kendisi seçilmesindi? Buna tek engel bendim. Ben cumhurbaşkanı olacak olursam Celâl Bayar ancak başbakan olabilecekti. Halbuki başbakanlık- ta bilhassa Adnan Menderes’in de gözü vardı. Ve onun başbakan olabilmesi için ancak Celâl Bayar’ın cumhurbaşkanı olması gere- kiyordu. İşte bütün bu hesaplar beni bu partiden uzaklaştırmak için birer sebep olabilirdi. Hakikaten işin içinde böyle gizli hesaplar var mı idi, bunu açık bir şekilde bilmiyordum. Bilemezdim. Ama aklıma geliyordu işte… Her şeyden önemli nokta ise benim muhalefetin böyle birdenbire yumuşamasından hiç de hoşlanmamam idi. Bu hal ister istemez ortada bir muvazaa bulunduğu inancını yaratıyordu. İşte bu sırada Demokrat Parti’den çıkartılan veya ayrılan ar- kadaşların yeni bir parti kurmak üzere harekete geçtiklerini öğ- rendim. Bunlar hemen bana gelmişler, bu partinin şeref başkan- lığını bana teklif ederek kendilerinin kurmak istedikleri hakikî ve samimî bir muhalefet partisi için benden yardım istemeye başla- mışlardı. Benim için karar vermek hakikaten güç bir işti. Bu teklifi kabul ettiğim takdirde hiç de hoşlanmadığım politikaya iyice gömülmek zorunda kalacaktım. O zamana kadar sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nin saldırılarına uğradığım halde şimdi Demokrat Partili- ler de hedef olarak beni seçeceklerdi. Ben tam bir kararsızlık içinde iken Demokrat Parti kurucuları benim İzmir ve çevresine bir yolculuk yapmamı ısrarla istediler. Çok sevdiğim İzmir’e de çoktan beri gitmiş değildim. Bir süre için olsun Ankara’dan uzaklaşmayı ben de istiyordum. Aynı zamanda halkla da yakından temas edebilecek, onların meyillerini yakından görüp öğrenecektim. Belki onlar da benim Ankara’dan uzaklaşma- mı ve halk üzerinde nüfuz derecemi görüp öğrenmek istiyorlardı. 106

MURAT SERTOĞLU Önce İstanbul’a, oradan da İzmir vapuruyla İzmir’e gitti. İzmir halkının bana karşı gösterdikleri büyük karşılama törenini ve sev- gi gösterilerini unutabilmeme hiçbir şekilde imkân yoktur. Vapur, halkın toplanmasına imkân vermemek için her zamanki saatinden çok daha önce İzmir’e varmış, üstelik İzmir acentesine geminin 3 saat geç geleceği bildirilmişti. Bu küçük oyunlara rağmen karaya çıktığım zaman ortalık mahşer gibi kalabalıktı. Çok büyük güçlüklerle parti merkezine gi- debildim. Ve oradan bir çeşit geçit resmi yapan İzmirlileri selâmla- mak için saatlerce otelin balkonunda ayakta durmak zorunda kal- dım. Bu bana hayatımın en gurur verici, en tatlı saatlerini yaşattı. 107

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI 34 MP’NİN FAHRİ GENEL BAŞKANLIĞINI KABUL ETTİM Ankara’ya döndüğüm zaman İzmir halkının bana karşı gös- termiş bulunduğu bu aşırı sevginin Halk Partilileri bir kat daha kızdırdığını, Demokrat Partilileri de ürküttüğünü fark ettim. İz- mir’de bilhassa gençlerle yaptığım bazı konuşmaların Demokrat Parti kurucuları tarafından şiddetle tenkit edilmiş olduğunu öğ- rendim. Herşey apaçık ortada idi. Onların arasında artık yerim yoktu. Sonunda olacaklar oldu. Mademki ister istemez bir defa poli- tikaya karışmıştım. Hiç bir zaman heveslenmediğim bu hayatta yerimi kesin olarak almalı idim. Millet Partisi’nin kurucuları bana çok daha samimi görünüyorlardı. Onların memleketin muhtaç bu- lunduğu ciddi muhalefet görevini daha iyi yapacaklarına inanmış- tım. Beyanname neşrettim Kader ağlarını örmüştü. Sonunda Millet Partisi’nin fahri baş- kanlığını kabul ettim. Parti resmen kuruldu. Ben de bu partinin fahri başkanı olarak halka bir beyanname neşrettim. Bu beyanna- mede Demokrat Parti’yi asla açık bir şekilde suçlamadım. Düşün- cemi ve kanaatlerimi şu şekilde belirttim: “Bu günkü gidiş vatanımızı ancak uçurumlara sürüklüyor. Millet hâkimiyeti lâftan ibaret kalıyor. İktidarı elinde tutan ufak bir zümre istediğini yapabiliyor. Halk her gün daha fakir ve peri- şan bir duruma giriyor. Bu hâl milletin mâneviyat ve ruhiyatı üze- rinde yıpratıcı tesirler yapmaktan geri kalmıyor. İşte bu sebepledir ki milletimizin kendi işlerini bizzat kendisi görmek ve tanzim etmek hakkı, vatandaşların binbir emek ve zah- metle kazandıklarından faydalanmak ve asgarî bir geçime sahip olmak hakkını, halkımızın yüksek ahlâkî geleneklerimize uygun bir surette yaşamak hakkını, hülâsa olarak bizlerin, insanlık hak- 108

MURAT SERTOĞLU larımızı müdafaa edecek ciddi, samimi, ivazsız bir muhalefetin vü- cuduna ihtiyaç görülüyor. Öyle bir muhalefet ki iktidarın tehditlerinden korkmasın. Onun her türlü baskısına göğüs germeye hazır olsun. Ondan gelecek oyalayıcı vaatler ve sun’i dostluk nümayişleri karşısında sebatsızlık göstermesin. Yumuşayıp mücadelesini gevşetmesin. Ve yarı yolda bırakmasın. Ancak son hadiseler dolayısıyle şimdiye kadar bağımsız kalmak hususunda ihtiyar ettiğim hareket hattının artık maksadı temin edemediğine ve millete tam iyilikler getirebilmek için daha geniş ve rahat bir surette çalışmanın zamanı geldiğine kanaat getirdim. Bunun için de kendilerine güvendiğim bazı arkadaşlarla işbirliği yaparak Millet Partisi adıyla bir parti kurduk. Vatan ve milletimizin ihtiyaç ve isteklerinden ilham alarak uzun incelemelerden sonra bir program yaptık. Bu programdaki başlıca hedeflerimiz şunlardır: Milleti dürüst ve herkese güven verici seçimler sayesinde ger- çekten hâkim mevkie geçirmek. İktidarı onun efendisi değil, hiz- metkârı kılmak. Bütün devlet mekanizmasını yalnız halk için işletmek. Herhangi bir kimsenin kanunen haiz olmadığı hakları kullanmasına ve sorumlu olmadığı halde sorumlu imiş gibi karar- lar alarak bütün işleri bozmasına engel olmak. Kötülükleri önle- yerek hem hayatı kolaylaştırmak hem de birtakım ezici vergileri azaltmak imkânlarını sağlamak. Devlet sermayeciliğinin tahrika- tını durdurmak. Hususi teşebbüsü serbest bırakarak vatandaşlara geniş çalışma imkânları vermek. Memleketin ihtiyaçlarını esaslı ve ilmî bir tetkike tâbi tutarak ona göre faaliyete geçmek. En çok ih- mal edilen ve milletin en büyük kitlesini teşkil eden köylümüzün ve bütün halkın refahını ilme ve namuslu çalışmalara dayanarak sağlamak. Devlet ve hazine menfaatlerini bahane ederek yapılan haksızlıkları kaldırmak. Ahlâkı hem siyasî hem hususî hayatta hâ- kim kılmak. Aile müessesesini yükseltmek. Halkımızda ve genç- liğimizde millî duyguların gelişmesi için azami gayret harcamak. Ve bunu istikbalimizin en esaslı teminatı saymak. Çocuklarımızın din bilgileri edinmeleri imkânını geniş bir surette sağlamak.” Görüldüğü gibi bu beyannamede partimizin esas prensipleri yer almış bulunuyordu. Bu beyanname ve Millet Partisinin kurulu- şu bütün memlekette büyük akisler yarattı. Bize karşı olanlar bize 109

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI çatmak için bula bula çocuklarımıza din bilgisi vermek yolundaki kararımızı bulmuşlar ve bize çatmaktan geri kalmamışlardı. Bu masum ve bence lüzumlu nokta hemen yobazlık, irticaı desteklemek şeklinde yorumlandı. Sözde programımıza böyle bir madde koymakla Atatürk ilkelerine ve lâiklik prensibine aykırı davranmış oluyormuşuz. Bu adamlar lâikliğin hâlâ dinsizlik ol- madığını bilmiyorlardı. Yahut da bildikleri halde bilmez görünü- yorlardı.. Demokrat Parti listesiyle milletvekili olmaya razı olduğum an- dan itibaren ise bu iftiralar bir kat daha artmıştı. Hiç unutamam, 1947 yılının sonlarında Konya Ereğlisi’nde Halkevi başkanlığı ya- pan biri benim komünist olduğumu ve Ruslardan 100 bin lira almış bulunduğumu, Celâl Bayar’ın başbakan iken devlete ait uçakları satarak parasını yediğini, Refik Koraltan’ın uzun süre hamamlarda tellaklık yapmış bulunduğunu açık açık söylemekten çekinmemiş, hatta bu yüzden hakkında iftira davası bile açılmıştı. Görüldüğü gibi dün komünist olmakla suçlanıyordum. Bugün ise bunun tam aksi olarak yobazın biri olduğum ileri sürülüyordu. 110

MURAT SERTOĞLU 35 MECLİS’TE İLK DAYAK OLAYI DP’ye rağmen büyüyen MP, boğulmak isteniyordu Millet Partisi benim fahrî başkanlığım altında, arkadaşların da samimî gayretleri sayesinde hemen gelişmeye ve yayılmaya başla- mıştı. Meclis’te ufak, fakat çetin bir grup teşkil etmiştik. Demokrat Parti’ye rağmen muhalefeti hemen hemen yalnızca biz temsil edi- yorduk. Tabii gerek Halk Partili, gerek Demokrat Partili gazeteler dur- madan bize çatıyorlardı. Bizi tutan sadece arkadaşların Ankara’da çıkarmaya başladıkları Kudret gazetesi idi. Ama biz bu saldırılara önem vermeden mücadelemize devam ediyorduk. Ve dediğim gibi Millet Partisi bütün menfi propagandalara rağmen büyümekte ve genişlemekte devam ediyordu. Bu sıralarda gazetelerden birinde bizim Meclis’te hükümeti sert bir dille tenkit edişimiz bahis konusu edilerek hükümetin otorite- sini sarstığımız ileri sürüldü. Bu gazeteye göre memleket işlerini iyi bir şekilde yürütebilmek için işbaşında mutlaka otoriter bir hü- kümet bulunmalı imiş. Hükümetin otoritesi sarsıldı mı bütün işler aksar ve memleket bundan büyük zararlar görürmüş. “İşleri aksatan bizdik!..” Bu taş tabii bize atılıyordu. En şiddetli tenkitleri biz yapıyor- duk. Hükümetin otoritesini zedeleyen bizim parti idi. Bu yüzden işlerin aksamasına sebep olan da bizdik. İşlerin iyi gitmemesinin bütün suçu bizde idi. Nitekim bu yazı üzerine bir gazeteci bana baş vurarak bu yol- da ne düşündüğümü sordu. Hatırımda kaldığına göre kendisine şu cevabı verdim: 111

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI - “Otoriter hükümet diye kastedilen şey nedir? Dış tehlikeleri hükümetin sert tedbirleri değil, milletin fedakârlığı ve kahra- manlığı bertaraf eder. Hükümet istediği kadar otoriter olsun, sert olsun, ona inanılmazsa, ona küsülmüşse bu hükümet hiç- bir iş yapamaz. Kimse Enver Paşa kadar otoriter olmamış. Kul- landığı ölüm cezalarına rağmen Harb-i Umumide dağ taş asker kaçakları ile doluydu. Biz İstiklâl Harbinde, Umumî Harbin kaçaklarını dağdan indirdik. Her birini şehit veya gazi yaptık. İttihat ve Terakki’nin otoritesine rağmen dağa kaçanlar Millî Hükümetin saflarında gönüllü olarak seve seve ölüme koştular. Otorite denilen şeyi, matbuat kanunu araştırmak, 159. maddeyi değiştirmek yolunda alıyorsanız büyük hataya düşersiniz. Bir hükümet ve parti için bu yollara sürüklenmek otoritenin değil aksine zaafın alâmetleridir.” Önce dille sonra tokatla Bu beyanatım o zaman basında kuvvetli akisler uyandırmıştı. Bizimkilere Meclis’te iktidar partisi tarafından önce dille teca- vüz ediliyordu. Ondan sonra bu usul yeterli görülmemiş olacak ki tokat, yumruk ve tekmeye döküldü. İlk dayağı yiyen de Kütahya Milletvekili Ahmet Tahtakılıç oldu. Kendisi yaptığı bir konuşma- dan sonra kürsüden inerken üç Halk Partili milletvekilin saldırısı- na uğrayarak dövülmüştü. Büyük Millet Meclisi’nde herkesin gözü önünde cereyan eden bu dövülme olayı Millet Partisi’ne karşı ikti- darın güttüğü siyaseti apaçık ortaya koyuyordu. İktidar partisinin ciddî bir muhalefet tarafından tenkit edilmeye artık tahammülü kalmamıştı. Millet Partisi milletvekilleri dövülmek suretiyle sindirilmek, henüz yeni yeni kurulmakta olan bu parti boğulmak isteniyordu. Aklıma hemen İttihat ve Terakki Fırkasının bir zamanlar bazı muhaliflerini öldürmek yolunu tutmuş olması gelmişti. Ne olmuş- tu bu tedhişin sonu? Üç beş milletvekilinin öldürülmesi bu partiye ne kazandırmıştı? Şeref mi, başarı mı, sürekli iktidar zevki mi? Bunların hiçbirisi olmamıştı. Aksine bunun memlekete büyük zararları bile dokunmuştu. 1327 (1911) yılında o zamanki Meclis-i Mebusan’da Serez Mebusu Derviş Bey, Arnavutluk Mebusu İsmail Kemal Bey’e bir tokat atmıştı. Bu tokat Balkan Harbinde koca Ar- navutluk’un aleyhimize dönmesine sebep olmuştu. Ufak görülen, 112

MURAT SERTOĞLU basit görülen bazı olaylar ileride memlekete bu derece büyük zarar- lar verebiliyordu. Yeni seçimler 1950 yılında yapılacaktı. Buna bir yıl kala, yani 1949 yılında iktidar partisinin Demokrat Parti ile anlaşarak Millet Partisi’ni belki de kapatmak ve böylelikle onu seçimlerin dışında bırakmak için bazı teşebbüslere giriştiği görüldü. Bunun nedeni ortada idi. Millet Partisi’nin büyük baskılara rağmen büyük bir hızla gelişmekte olması her iki partiyi ürküt- meye başlamıştı. Bu gidişle Millet Partisi’nin 1950 seçimlerinde, bu seçimler dürüst olarak yapıldığı takdirde her iki partiden fazla milletvekili çıkarmasından ve bir anda iktidara sahip olmasından korkuyorlardı. Bunu önlemek üzere iftira kampanyasına yeniden hız verdiler. Ortalıkta Millet Partisi’nin hem komünist, hem de gerici bir parti olduğu şeklinde birbirine uymaz garip iddia ve söylentiler dolaş- maya başladı. Hükümet de bu gibi cereyanları şiddetle önlemek üzere ceza kanununda bazı değişiklikler yapma kararını verdi. Meclis’te bir Demokrat Partili milletvekili buna itiraz edecek gibi olunca zamanın başbakanı Şemsettin Günaltay dayanamadı ve bu kanunu hazırlarken Celâl Bayar’la da birkaç defa görüştüğü- nü, onun da irticadan endişe ettiğini ve bu kanunu yerinde buldu- ğunu ağzından kaçırıverdi. Böylece bir çeşit intak-ı hak vâki oldu. Kanunun Millet Partisi aleyhinde olmak üzere Halk Partisi’yle Demokrat Parti tarafından el birliği ile hazırlanmış bulunduğu ifşa edilmiş oldu. 113

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI 36 NASIL OLMUŞ DA BAYAR’IN SÖZLERİNE KANMIŞTIM İsmet Paşa için düzenlenen uydurma suikast ihbarı üzerine Bölükbaşı ve Arna tutuklanmıştı Dediğim gibi Millet Partisi iktidar Partisinin şimdi baş düş- manı olmuştu. Bu gibi durumlarda muhalefet partilerinin birbirle- rine yardımcı olmaları gerekirken Meclis’te bizden çok daha fazla üyesi olan Demokrat Parti bize yardımcı olacağı yerde aksine bizi boğmak isteyen iktidar Partisine yardım eder bir tavır takınmıştı. Biz ise bütün bu zorluklara rağmen yılmadan çalışmakta, her zor- luğa, her kahra göğüs germekte devam ediyorduk. Kasım ayının ortasında hiç beklenmedik bir olayla karşılaştık. Bizim Partinin Ankara teşkilâtının başına geçirdiğimiz Denizli milletvekili Reşat Aydınlı, hâlâ anlayamadığımız bir nedenle hü- kümete başvurarak sözüm ona bir suikast ihbarında bulunuyor. Bu ihbara göre bizim partinin üç ileri gelen milletvekili General Sadık Aldoğan, Osman Bölükbaşı ve Fuat Arna İstanbul’da İsmet Paşa ile Celâl Bayar’a karşı bir suikast tertiplemiş imişler. Her iki- sini öldürdükten sonra Bakanlar Kurulunu da devirecekler ve bu komplonun sonunda iktidarı ellerine alacaklarmış. Böyle bir ihbar ancak hasta bir kafanın mahsulü olabilirdi. Fakat buna inanmak için de bir insanın aynı derecede bir dimağa sahip olması gerekirdi. Halbuki Şemsettin Günaltay’ın böyle bir kimse olduğunu hiçbir şekilde kabul edemem. Onun için, onun bu ihbarı ciddi olarak kabul etmesini ve hemen savcıları ve polisi ha- rekete geçirmesini hiçbir şekilde mâzur göremem. Ama o bu işi yaptı. Osman Bölükbaşı ile Fuad Arna hemen Ankara’da yakalanarak tevkif edildiler. General Sadık Aldoğan ve diğer bazı milletvekillerinin evleri inceden inceye arandı. Hükü- met bu vesile ile eline esaslı bir fırsat geçirmiş olduğunu ve Millet 114

MURAT SERTOĞLU Partisi’ne kuvvetli bir darbe vurabileceğini sanıyordu. Yakamızı bırakmıyorlardı Girişilen sıkı tahkikat kısa bir zaman sonra bu ihbarın bir ha- yal mahsulü olduğunu ortaya çıkarınca Osman Bölükbaşı ile Fuad Arna bir hafta sonra serbest bırakıldılar. General Sadık Aldoğan’ın evinden alınan kitaplar ve evrak da geri verildi. Fakat iktidar bir türlü yakamızı bırakmıyordu. Bizimkiler bütün kuvvetleri ile muhalefet görevini yerine geti- rirlerken onlar da bizi sindirmek ve cezalandırmak için ellerinden geleni yapmaktan geri kalmıyorlardı. Ne kadar yazık ki onlar bizi düşman gözüyle görüyorlardı. Bizi kötülemek için ellerinden gelen herşeyi yapıyorlardı. Bize her iftirayı reva görüyorlardı. Sesimizi kesmek, işlerine gelmeyecek şekilde konuşanları ceza evlerine dol- durmak, partimizi kapatmak için var kuvvetleri ile çalışıyorlardı. O kadar özlediğimiz demokrasi rejimi bu mu idi? Böyle mi olacaktı? Böyle mi olmalı idi? Çekilmiş olduğum köşemde otururken politikaya karışmış bulunduğum için büyük bir perişanlık duyuyordum. Nasıl olmuş da Celâl Bayar’ın sözlerine kanmış, politikaya gir- meye razı olmuştum. Ben milletvekili olduktan sonra Büyük Mil- let Meclisi’nde bağımsız olarak kalacağımı umuyordum. Bu da, ol- mamış olaylar beni politika gayyasına boğazıma kadar gömmüştü. Yaşım yetmişi geçmişti Ve ne yaparsam yapayım artık bundan sıyrılamayacağım da ortada idi. Boynumda bana inanmış, ümidini bana bağlamış mil- yonlarca kişinin vebali vardı. Bunları yüzüstü bırakabilir miydim? Elbette buna hakkım yoktu. Sonra bir defa söz de vermiştim. Ömrüm boyunca vermiş oldu- ğum bütün sözlere sadık kalmıştım. Şimdi ömrümün sonunda mı bundan vazgeçecektim? Elbette yapamazdım bunu. Öbür taraftan sağlık durumumun da iyi gitmemekte olduğunun farkında idim. Yaşım 70’i geçmişti. Partinin en ağır yükü benim omuzlarımda idi. Bu halimle birçok şehirleri dolaşmak, kalabalık halk kitleleri karşısında konuşmalar yapmak, dertlerini dinlemek, bunlara çareler aramak zorunda idim. Bir seferinde Trakya’da yap- tığım bir dolaşmadan sonra zatürreeye yakalanmış, aylarca hasta 115

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI yatmıştım. Bu arada en sevdiğim ve takdir ettiğim inandığım bana Mil- let Partisi’nin fahri başkanlığını kabul ettiren arkadaşım Kenan Öner birdenbire vefat etmişti. Bu da moralimi çok sarsmıştı. Zavallı Kenan Öner! O hakiki bir demokrasi âşığı, hakiki bir vatanseverdi. Ömrünü bu yolda tüketmişti. Nice ve nice kahırlara uğradığı halde hepsine cesaretle karşı koymuştu. Onun birdenbire aramızdan ayrılışı bizim için büyük bir kayıptı. Ama insanlar fâni değil miydi? Elbette bir gün ben de ölecek- tim. Ve dünyaya veda edeceğim gün hiç de uzak değildi. Bundan dolayı hiçbir tasam yoktu. Çok şükür Tanrı’ya da insanlara da bir borcum yoktu. Tek tasam memleketim içindi. 116

MURAT SERTOĞLU 37 ÖLMEDEN UNUTULMAM İÇİN HER ŞEYİ YAPTILAR En ağırıma giden olay, Harbiye’nin 100. yılını kutlama törenine çağrılmamış olmamdı Vakitsiz olarak emekliye ayrılmak istenmemden itibaren bana sürekli olarak bir çok haksız muameleler, hatta hakaretler yapıl- mıştır. Bu arada fotoğraflarım resmi ve yarı resmi binalarda asılı bulundukları yerlerden indirilmiş, okullarda okutulan İstiklâl Sa- vaşı tarihlerinde adımın geçmemesi için büyük dikkatler harcan- mıştır. Bütün bu gayretlerin nedeni ortada idi. Daha ölmeden unutul- mam için elden gelen her şey yapılıyordu. Bütün bu gayretler İsmet Paşa’nın emri ile mi oluyordu? Hayır buna da inanmam. Bu marifetler ondan çok etrafını çeviren ve frenklerin “Kraldan çok kral taraftarı” dedikleri dal- kavuklarının bir eseri olsa gerektir. Bunlar Milli Şeflerine yaran- manın en kestirme yolunu bana çatmakta, beni küçültmek, unut- turmak istemekte, beni kötülemekte, bana iftiralar yağdırmakta bulan yaratıklardı.. Böyle davranmakla onun bir kata daha gözüne gireceklerini ve mükâfatlandırılacaklarını umuyorlardı. Hakikaten bu mükâfatlara kavuşuyorlar mı idi? Elbette orasını bilemem. İçim kan ağlıyordu Bütün bu davranışlardan bana en çok dokunanı 1945 yılın- da Harbiye’nin 100. yıldönümü kutlanırken bana reva görülen muamele idi diyebilirim. Bir asker için Harbiye’nin ne büyük bir mânevî değer taşımak- ta olduğunu anlatmama lüzum yoktur. Bütün feyzimi bu kutsal ocaktan almış bulunuyordum. Onun hayatta bulunan en kıdemli 117

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI mezunlarından biriydim. Ve yine Harbiye Mezunlarının hayatta bulunanlarının en yüksek askeri rütbesini taşıyordum. Benden başka mareşal yoktu. Bu kutlama törenine emekli veya görevli bütün ileri rütbelerde- ki askerler davetli idiler. Yalnız evet, yalnız ben davet edilmemiş- tim. Beni unutmuşlardı. Bunu bir türlü aklım, havsalam vicdanım kabul etmiyordu. Böyle bir unutkanlığı nasıl yapabilirlerdi? Nasıl olur da bu törene beni çağırmazlardı. Beni nasıl unutabilirlerdi? Tabii kimseye bu derin üzüntümü belli etmiyordum. Lâkayd görünmeye çalışıyordum.. Fakat içim kan ağlıyordu. Ertesi gün gazetelerde yapılan törenin tafsilâtını, bu vesile ile verilen nutukları da okuduğum vakit oraya davet edilmemiş olma- mın hiç de korkunç bir unutkanlık olmadığını iyice anladım. Har- biye Okulu komutanı olan general, okulun tarihini ve yetiştirdiği kimseleri anlatırken beni yine atlamıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın ve Milli Şef dediği İsmet Paşa’nın da Harbiye’den mezun oldukla- rını parlak cümlelerle naklederken bu arada da benim adımı geçir- meye lüzum görmemişti. Mustafa Kemal Paşa aynı zamanda Büyük Millet Meclisi baş- kanı da olmak sıfatiyle başkomutandı. Ve Büyük Millet Meclisi sa- dece ona ve bana askerlik rütbelerinin en yüksek olan mareşallik rütbelerini tevcih etmişti. Mustafa Kemal Paşa üstelik Büyük Mil- let Meclisinin tarihî toplantısında Büyük Taarruzun plânını benim hazırlamış bulunduğumu söylemek suretiyle zaferin en büyük şe- ref payını bana vermek lütfunda bulunmuştu. Kıdem itibariyle de, rütbe itibariyle de bütün askerlik hayatım süresince İsmet Paşa’dan çok ilerde idim. Zaman zaman benim yanımda ve maiyetimde hiz- met görürken bahsetmek istemediğim bir çok hatalarını örtmeye çalışmıştım. Eğer Harbiye’den mezun olanların adları anılacak idi ise benim adımın İsmet Paşa’dan çok daha önce anılması gerekirdi. Bir hatırlayan çıktı Ne yazık ki okul komutanı da beni unutmuş bulunuyordu. Sonra gözüm Harbiye’nin en eski ve en yaşlı mezunu sıfatıyle konuşan Korgeneral Esat Bülkat’ın sözlerine ilişti. Kendisini Ar- navutluk ve Çanakkale’den tanıdığım, bana da, Mustafa Kemal Paşa’ya da komutanlık etmiş bulunan bu yaşlı generalin sözlerini 118

MURAT SERTOĞLU okurken gayri ihtiyari gözlerim yaşardı. Bir Esat Paşa beni unutmamıştı. Harbiye’nin yetiştirdiği ko- mutanlardan bahsederken benden de bahsetmek kadirşinaslığını göstermişti. En çok şaştığım şeylerden biri de Taksim’deki heykelde Ata- türk’ün yanındaki heykelime dokunmamaları idi. Göze mi çarp- mıyordum? Yoksa cüretlerini bu derece artırmaktan korkuyorlar mı idi? Bilmiyorum. Belki de akıllarına gelmemişti.. Yahut da be- nim heykelimi kırarlarken İsmet Paşa’nın ve Atatürk’ün heykelle- rine de bir zarar gelmesinden çekiniyorlardı. Herşey olabilirdi. İnsanlarda vefa aramanın çok boş şey olduğunu bilmez değildim. Ama bana karşı yapılan bütün bu şeyler vefasızlık sınırlarını çoktan aşmıştı. Bir çeşit düşmanlık halini almıştı. Bu davranış yalnız bana karşı yapılıyor da değildi. Vefakâr eşim Fıtnat, kızkardeşim Nebahat da Çankaya Hanımları diyebi- leceğim kimselerin zaman zaman alaylarına, hatta hakaretlerine uğramaktan kurtulmuş değillerdi. Evvelce kendilerine dalkavuk- luk yapmak için ellerinden gelen herşeyi yapanların yine en iyile- ri, şimdi onları görünce kendilerini selâmlamamak, selâmlamak zorunda kalmamak için yollarını değiştirenlerdi. Öbürlerini varın siz düşünün. 119

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI 38 NE KOMÜNİSTLİĞİM KALDI, NE YOBAZLIĞIM İktidar partisi gazeteleri bana karşı şiddetli bir hücuma kalkmışlardı İkinci Cihan Savaşı sırasında Alman Ordularının bir taarruz ihtimalini düşünerek Trakya’da bir müdafaa hattı vücuda getiril- mesini lüzumlu görmüştüm. Bu hat yapıldı ve ona adıma izafeten “Çakmak Hattı” denildi. Nazi orduları ileri geçseydi onları ilk olarak bu müdafaa hattında durdurmaya çalışacak, böylece birçok memleket evladının da hayatları kurtarılmış olacaktı. Almanlar Trakya sınırlarımıza kadar geldikleri halde bize sal- dırmadılar. Biz de bu müdafaa hattını kullanmak ihtiyacında şü- kürler olsun kalmadık. Bu Çakmak Hattı yapıldıktan sonra Edirne ile Uzunköprü ara- sındaki demiryolunda, Uzunköprü’den hareketle Yunan sınırına girilirken yapılan köprü durağına da benim adım verilmişti. Ben siyasî hayata atılır atılmaz yapılan ilk işlerden biri de durağın adını değiştirmek oldu. Resmî Gazete’de “Çakmak” olan durağın adının “Demirköprü”ye çevrildiğini okuyan bir arkadaşım bana bunu haber verdiği zaman buna hiç şaşmadım. Bazı gazeteler de bu haber üzerinde o zaman durmuşlar ve bu- nun ayıp bir davranış olduğunu yazmaktan çekinmemişlerdi. Beni asıl şaşırtan şey başka idi. O da, Adana’dan Ayıntab’a kadar uza- nan demiryolundaki Fevzi Paşa istasyonunun adının değiştirilme- mesi idi. Bunun eski adı Keller idi. Önemli bir kavşak yeri olan bu yere ilk olarak 1925 yılında gitmiştim. Halk beni büyük bir sevgi ile kar- şılamış ve benden buraya adımın konulması için izin istemişlerdi. Ben de bunu kendim için bir şeref bilerek kabul etmiştim. Bununla beraber yeni iktidar için unutturulmaya çalışan tek 120

MURAT SERTOĞLU insan ben değildim. Bu memleketin kurtuluşunda en büyük payı bulunan Atatürk de aynı şekilde sinsice kasıtlara uğruyordu. He- nüz resimleri resmî binalardan indirilmiş değildi ama paraların üzerinden ve posta pullarından çoktan kaldırılmıştı. Onun devrinde memleketin hayrına her ne yapılmış ise herşe- yi yapan İsmet Paşa idi. Çünkü Başbakan o idi. İcra kuvvetlerine o başkanlık ediyordu. Birinci İnönü, İkinci İnönü zaferleri onun eseri idi. Garp cephesi komutanı olmak sıfatıyla Yunanlılarla yapı- lan savaşları o kazanmıştı. Lozan sulhu onun eseri idi. Demiryol- ları ve bütün fabrikalar onun eseri idi. Memleketi harbin dışında tutmuştu. Peki ya Mustafa Kemal Paşa ne yapmıştı? O, yalnızca akşamları içki sofralarında vakit geçirmişti. Hani utanmasalar Millî Hareketi başlatanın, Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderenin de o olduğunu ileri süreceklerdi. Tekrar ediyorum ben bütün bu propagandaların hep İsmet Paşa’nın verdiği emirlere yapıldığına inanmıyorum. Bunu yapan- lar hep çevresini çeviren kişilerdi. Onu yeryüzüne eşi gelmemiş büyük bir dâhi, büyük bir kurtarıcı olarak tanıtmak istiyorlardı. Acaba buna kendileri de inanıyorlar mı idi? Hiç sanmam. Nitekim 1946 seçimlerinden sonra ona çok yakın bilinen pek çok kimse kendisini bırakarak istikbalini daha parlak gördükleri Celâl Bayar’ın etrafında koşmaya başlamışlardı. Ben daha politikaya girmeden önce bana reva görülen şeylerden sadece bir kısmını anlattım. Politikaya girdikten sonra ise iktidar partisinin gazeteleri tarafından bir kat daha ağırlaşan hücumları ile karşılaştım. Ne komünistliğim kaldı, ne yobazlığım.. Ama halk arasına katıldığım gün öylesine büyük bir sevgi ve muhabbetle karşılanmıştım ki şaşırmaktan kendimi alamadım. Halk tarafından bu kadar büyük bir sevgi ile, bu kadar yürekten se- vilmekte olduğumu hayalimin kenarından bile geçirmiş değildim. Demek istediğim şudur: Çok kimseler halkı kandırmanın kolay bir şey olduğunu sanır, buna inanırlar. Bu inanç kökünden yanlış bir inançtır. Millî Mücadele sıralarında Damat Ferid Hükümetleri Anado- lu’da başlayan Millî Hareketi az mı kötülemişlerdi. Hakkımızda az mı iftiralarda bulunmuşlardı! Bizi bağî, yani haydut; padişaha, halifeye karşı çıkmış eşkıya takımı şeklinde göstermek için az mı 121

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI gayret harcamışlardı. Bunların ne faydası olmuştu? Hiç.. Halk Anadolu hareketinin haklı bir hareket olduğuna inanmıştı. Onun başında bulunanlara da tam olarak güveniyordu. Bunların namuslu kimseler oldukları- nı biliyordu. Onun içindir ki hakkımızda yapılan en alçakça iftira- lar hiçbir akis bulamamıştı. Tarihimizde bunun gibi daha nice ve nice misaller bulunduğu halde dediğim gibi emekliye ayrıldığım günden itibaren beni kü- çük düşürmek, beni lekelemek, halkın sevgisini benden uzaklaştır- mak için yine de ellerinden gelen herşeyi yaptılar. Fakat bütün bu gayretleri boşuna oldu. Türk halkı bana hayatı- mın en büyük mükâfatını vermiştir. Bu mükâfat sevgi, muhabbet ve bana inançtır. Onun içindir ki onlara eğer kalmışsa bütün hak- kımı helâl ediyorum. Bana haksızlık ve düşmanlık edenlere gelin- ce, onları da bağışlıyorum. 122

MURAT SERTOĞLU 39 O DAĞ GİBİ ADAM BİR MUM GİBİ ERİYİP GİDİYORDU Hayat, Mareşal’ı çok yıpratmıştı, politikaya atılmasa belki daha çok yaşardı Mareşal Fevzi Çakmak’ın yeğeni sayın Adnan Çakmak amca- sı büyük asker Mareşal Fevzi Çakmak’ın rahatsızlığını ve vefatını şöyle anlatır: “-Amcanın yaşı 70’i geçmişti. Ve hayatı çok ağır şartlar altın- da geçmişti. Hiçbir suiistimali olmadığı halde geçirdiği askerlik hayatı ona iyiden iyiye yıpratmış bulunuyordu. Bilhassa Filistin Cephesinde yakalandığı amipli dizanteriden hiçbir zaman tam olarak kurtulmuş sayılmazdı. Sonra da kendisinde şeker, bu da yetmiyormuş gibi prostat hastalıkları belirdi. Eğer politika hayatına atılmasa, kendisini rahat bıraksalar- dı muhakkak ki çok daha fazla yaşardı. Onu, girmek zorunda kaldığı siyasi hayat haddinden fazla yormuştu. Hele yapmak zorunda kalmış bulunduğu bazı yolculuklar kendisini fazla- sıyla yıpratmıştı. Trakya’da yaptığı bir geziden sonra zatürreeye yakalanması bünyesini çok zayıf düşürmüştü. Aylarca yatağında hasta yatmak zorunda kalmış, çok da kilo vermişti. İşte prostat hastalığı da zaten kendisini bundan sonra göstermeye başlamıştır. Amcamı tedavi eden doktorlar bu durum karşısında ameli- yata lüzum görmüşlerdi. Çaresiz kabul ettik. Amcamın prostat hastalığı 1949 yılının Ekim ayında başlamıştı. Bu ameliyat iki seferde yapılacaktı. İlk ameliyat da Nişantaşı Sağlık Evi’nde 1950 yılının Ocak ayında yapıldı. Doktorlar bu ameliyatın başarılı geçmiş olduğunu söylemiş- lerdi. Bu da biz yakınlarını pek sevindirmişti. Paşa ameliyattan sonra bir kat daha zayıf düşmekle beraber oldukça iyi görünüyordu. Istırabı az çok hafiflemişti. Bir haf- 123

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI ta sonra da ziyaretçilerini yeniden hastanedeki odasında kabul etmeye başladı. Bunların bir kısmı Tayyip Gökbilgin gibi şahsî dostları fakat çoğunluğu parti arkadaşları idiler. Seçim kanunu değiştirilmiş, seçimler Türk hâkiminin mu- hakemesine bırakılmıştı. Seçim tarihi de 14 Mayıs 1950 olarak kararlaştırılmış bulunuyordu. Amcam seçim kanununun değiştirilmiş bulunduğuna pek memnundu. Bu durum karşısında seçimlerin dürüst olarak ya- pılabileceğini, seçimlere fesat karıştırılmayacağını umuyordu. Seçimlerin yaklaşmış bulunması bütün partilerin faaliyetini ar- tırmış bulunduğu gibi Millet Partisi’ndeki çalışmaları da sıklaş- tırmıştı. Halbuki doktorlar Mareşalin mümkün olduğu kadar fazla dinlenmesini, rahatsız edilmemesini istiyorlardı. İstiyor- lardı, ama olmuyordu. O dağ gibi adam adeta bir mum gibi eriyip duruyordu. Bize belli etmemeye çalışmakla beraber büyük bir ıstırap çekmekte olduğu ortada idi. Bunu gayet iyi anlıyorduk. Zaten az olan uy- kusu büsbütün yok olmuştu. Hemen hemen hiç uyumuyordu. Üstelik bu halde olmakla da kalmıyordu. Birincisinden daha ağır geçmesi beklenen ikinci bir ameliyat daha geçirmesi gerekiyordu. Doktorlar bunun şart olduğunu söylüyorlardı. Halbuki İngiltere’de bu çeşit ameliyatların bir defada yapıl- dığını ve çok başarılı sonuçlar alındığını biliyorduk. Nitekim Celal Bayar da aynı prostat hastalığına yakalanmış. Londra’da bir defada yapılan başarılı bir ameliyattan sonra tamamiyle iyi- leşerek memleketine dönmüştü. Sonradan pek çok kimseler bize neden bu yolu tutmamış ol- duğumuzu sordular. Bunun nedeni çok basitti. Mareşal bu ame- liyatın bedelini ödeyemeyecek derecede fakirdi. Hiçbir yerde birikmiş parası yoktu. Hatta ilk ameliyattan sonra doktorlar kendisini hastane ya- kınlarında kiralayacağımız bir apartmana nakletmemizi, orada belki daha iyi dinleneceğini, daha rahat edeceğini söylemişlerdi. Biz de bu öğüde kulak asarak bir yer aradık. Fakat bulmak mümkün olmadı. Kiraların çok yüksek olması dışında bizden en azından 10 bin lira hava parası isteniyordu. Ameliyat ücretleri, oda kirası ve hastane masrafları da göz önü- ne alındığı takdirde bizde bunları karşılayacak para yoktu. 124

MURAT SERTOĞLU Evet, Maraşalin İzmir’de İzmirlilerin kurtuluş hatırası ola- rak Atatürk’e, İsmet Paşa’ya olduğu gibi kendisine de hediye et- tikleri bir evi vardı. Ve buna büyük bir para veriyorlardı. Ancak Mareşal çok sevdiği İzmir halkının çok büyük manevî kıymet verdiği bu hediyesini satmayı aklının ucundan bile ge- çirmiyordu. Orasını yüksek tahsil gençliğine bir yurt yapmak gibi bir hayır işine vakfetmeye niyeti vardı. Ne yazık ki bu niyeti hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Bu mali imkansızlıklar yüzünden amcam hastaneden çıkamadı. Ve ikinci ameliyatını da aynı hastanede geçirdi. Bu ikinci ameliyat 3 Nisan Pazartesi günü yapıldı. Ameliyat- tan sonra ise kendisini daha rahat ve iyi hissettiğini söyleyince hepimiz bayram yaptık. Ne yazık ki bu iyi gibi görünen hali 48 saatten fazla sürmedi. Sonra birden ateşi yükseldi. Ağırlaştı.. Bir hafta sonra da hepi- mizi sonsuz acılar içinde bırakarak ebediyete intikal etti. 125

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI 40 MAREŞALİN TABUTU ELLER ÜSTÜNDE UÇUYOR GİBİYDİ İsmet İnönü’nün son saatlerini yaşamakta olan Mareşalı ziyaret talebi reddedildi ve dargın ayrıldılar Rahmetli amcam Fevzi Çakmak’ın 3 Nisan 1950 Pazartesi günü yapılan ikinci ameliyattan sonra vücutça çok zayıf düştüğün- den kendisine birkaç defa kan verilmişti. 40’a kadar yükselen ateşi de komaya girişi de bundan sonra başlamıştı. Biz büyük bir ümitsizlik içinde çırpınıyorduk. Doktorlar da bu durum karşısında Allah’tan başka ümit kalmadığını söylemek zo- runda kalmışlardı. İşte mareşalin bazen kendisine gelebildiği, fakat çoğunlukla büyük bir dalgınlık içinde yattığı o kahredici, ümitsiz günlerde eski silâh arkadaşı Cumhurbaşkanı İsmet İnönü kendisini ziyaret etmek isteğini göstermişti. Ve hastaneye de gelmişti. Fakat ailesi bu ziyarete izin vermedi. Mareşalin durumu çok ağırdı. Bu halde iken karşısında İsmet Paşa’yı görmek, üzerinde önceden kestirilemeyecek tepkiler yaratabilirdi. Zaten doktorlar da artık ona yapılacak bütün ziyaretleri yasaklamış bulunuyorlardı. Mareşal Çakmak 10 Nisan Pazartesi günü sabahı saat 6,5’ta dalgın halinden gülümseyerek uyanmış, fakat yanındakilerle ko- nuşacak halde olmadığı için bir şey söylememiş, bu hali bir saat kadar sürdükten sonra ağzından “Allah, Allah” kelimeleri çıkmış ve başını yanına çevirerek tertemiz ruhunu o büyük varlığa teslim etmişti. Büyük adamın ölüm haberi çok çabuk duyuldu. Ve hastaneye hemen ziyaretler başladı. Gelenler arasında zamanın vali ve bele- diye başkanı da vardı. Hükümet adına resmi taziyette bulunuldu. Amcamın parti arkadaşları ise hem üzgün ve perişan hem de şaş- kın idiler. Bu beklenmedik ölümün bir ay sonra yapılacak olan se- 126

MURAT SERTOĞLU çimlerde Millet Partisi’nin şansını çok sarsacağını gizlemiyorlardı. Mareşalı kaybetmekle Millet Partisi en büyük dayanağını kaybet- mişti… Bunu hepsi de kabul ediyorlardı. Nitekim de öyle oldu. 14 Mayıs seçimlerinde muhalefet oyları olduğu gibi Demokrat Partiye aktı. Ve Demokrat Parti’yi iktidara getirdi. Mareşal için askeri bir cenaze töreni tertip edilmişti. Bu tören iki gün sonra yapıldı. Ama bu tören hiç de umulduğu ve istenildiği gibi olmadı. Yüz- binlerce İstanbullu Mareşal’ın aziz naaşının içinde bulunduğu tabutu top arabasına bırakmadılar. Tabut birden havalandı. Eller üstünde âdeta uçmaya başladı. Ben tabutu bir defa Harbiye’de görebildim. Sonra kaybettim. Ancak Beyazıd’da bir defa daha görebildim. Ama kalabalıktan ya- nına bile yaklaşamadım. Yeniden kaybedince bu defa Eyüp’teki aile kabristanına koştum. Cenazenin oraya gömüleceğini biliyordum.. Ve ancak bu sayede amcama son görevimi yapabildim. Nasıl bir insandı? Rahmetli amcam Mareşal Fevzi Çakmak çok mazbut bir aile reisi idi. Özel hayatını da son derece sade geçirirdi. Sabahları çok erken kalkar, bir yumurta ile birkaç zeytinden ibaret olan hafif kahvaltısını yaparken gazetelere göz gezdirir, gi- yindikten sonra Bakanlıklara kadar yürür, ondan sonra arkasın- dan gelen makam arabasına binerek Genelkurmay Başkanlığı’na giderdi. Genelkurmay’daki çalışmaları akşam 19.00’a kadar sürerdi… Sonra yine arabasına binerek doğruca evine gelirdi. Eve varınca resmi elbisesini çıkarır, elini yüzünü yıkar, gecelik kıyafetini giyer ve saat tam 19.30’da sofradaki yerini alırdı. Hiçbir zaman fazla yemek yemez, tabii içki olarak da ağzına bir damla bile bir şey almazdı. Esasen ömrü boyunca ne içki ne de si- gara içmiş değildi. Aile sofrasında yediği akşam yemeğinden sonra salonda bir süre dolaşmak âdetinde idi. Bu arada ailesi efradı ile, pek nadir ola- rak varsa misafirleri ile konuşur, hoş beş ederdi. Böylece bir saat kadar vakit geçirdikten sonra okuma zamanı gelirdi. Bilmem ki dünyada onun kadar okumayı seven ve okuyan baş- 127

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’IN HATIRALARI ka bir kişi var mı idi? Hangi kitabı okuyorsa bunu alır, köşesine çekilir ve okumaya dalardı. Biz o zaman kendisini rahatsız etme- mek için aramızda ancak yavaş sesle, o da pek az olmak şartıyle konuşurduk. Amcamın bu okuma faslı tam 22.45’e kadar sürerdi. O zaman kitabını kapatır ve radyoyu açar, ajans haberlerini sonuna kadar büyük bir dikkatle dinlerdi. Ajans haberleri tamamlanınca kalkar; - “Allah rahatlık versin!” diyerek yatak odasına çekilirdi. Cumartesi günlerini kendisi için süt günü olarak kabul eder ve perhiz yapardı. O gün yalnız süt içerdi. Özel ziyaretleri de Cumar- tesi günü Genelkurmay’da kabul ederdi. Bunlar hiçbir zaman fazla olmazdı. Çoğunluğunu da askeri okul ve silâh arkadaşları teşkil ederdi. Onlarla konuşmaktan eski hâtıralarını tazelemekten çok zevk alırdı. Bunun için de Cumartesi akşamları eve geldiği zaman pek neşeli olurdu. Bakın, hatırıma geldi. Son defa tarihî bir hakikat olarak bunu da kaydetmek isterim: Cuma tatili Pazar’a çevrildikten sonra bazı kimseler Şeker ve Kurban Bayramlarını da resmî tatil günleri arasından çıkarmak is- tedikleri vakit Mareşal hemen Atatürk’ün yanına gitmiş ve gerekli şeyleri söyleyerek böyle Türk ve İslâm geleneklerine uymayan bir kararın alınmasına engel olmuştur. Allah’ın bütün rahmetleri onun üzerinde olsun!...” SON 128

DERİN TARİH’TEN M MUHTEŞEM FIRSAT K N M Derin Tarih ¨sa1de5c9e Mareşal Fevzi Çakmak Açıklıyor Ç yıllık abonelik (12 sayı) + 4 özel sayı Abone olun, her ay derginiz ayağınıza gelsin! Kampanya stoklarımızla sınırlıdır. ¨1191YIL Abonelik sadece Kredi kartı ile ödemelerde 9 taksit imkanı Ücretsiz kargo hizmeti Tele Sipariş: 0212 467 67 17 www.derintarih.com 34 Online Sipariş: www.birlikte.com.tr @derintarih /DerinTarih


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook