Kızgın bir virane tütüyor. Kâfir baca! Sallanır dayıkılmaz, ortada sipsivri kalmış. Tavaya bakın.Yangın bakırı derler ya, yamru yumru. Tuhafadamlar da vardır. Durup durup söylenirler:– Bir şeye acımadım! Bu taraftaki saçağınaltında bir kırlangıç yuvası vardı. Galibayavruları da yandı.– Zavallı kedi! Tavan arasında kalmış. Bağırabağıra gitti.– Lâkin ne alev! Ev değil, kavmış.130Üzerinden geçen kuşlar kebap olup düştü...– Neden çıkmış?– Patlıcan tavası yapıyorlarmış. Yağ tutuşmuş.– Söndürememişler mi?– Kadın kısmı ateş görünce şaşırır.– Fakat Sulu Manastırınkiler yetişmeyeydi, taYedikule’ye kadar dümdüz olacaktı.– Halk, malûm ya, el arkada gezinir. Kimsebacanın kurumunu görmez. Öyle ya! Akşam dışkalpakçıya çıkıp da dayılık edecek değil ya!Acaba belediye, ev sahiplerini veya kiracıları
mecbur edemez mi? Memur yollayarakocaklarını süpürtmeye zorlayamaz mı? Hay hay!Toplumun kurtuluşu adına hükümet her şeyizorlar.Taze HavadisMonitörve Oryantal, Sarıyer’de ‘bey’unvanının çımacı131 ve hamallardan renk alarakçoğunluk tarafından duyulmasına dayanarak,bundan sonra Beylerbeyi’nin Sarıyer, Sarıyer’inde Beylerbeyi olarak adlandırılması hakkındaPazarbaşı’nda bir dilekçe takdimine kararverildiğini yazıyor.Bakırköy’de, Zeytinlik’te açılan yeni sudeposunun üstündeki levha dikkate değerolmakla birlikte dizeleri aşağıdaki gibi sıralandı:Bu su bir sudur ki görülmemişKim içer ise yeni can olurGözü ferlenir beli doğrulurAçılır yüzü, seçilir boyuKim içer ise iyi hazım ederSöner ateşi durulur kanı
Başının ağırlığı def olurİçi şenlenir düzelir huyuBu ne Göztepe, ne KarakulakNe Kayışdağı, ne de TaşdelenYenidir benim gibi ismi de,Yakacık suyu, Yakacık suyuİmza: Yeni SucuKırk İkinci MektupŞu günlerde Galatasaray önünden tramvayabinip de Şişli’ye doğru gittiniz mi? Manzara pekkomik! Araba Ağahamamı’nı geçer geçmezduruyor. Arabacıda bir telâş, kondüktör hayrette.Önünde kılavuz beygirleri, yularına yapışmışçekiyor. Şaştım, sebebini sordum. Meğer oradakievlerden birinde hasta varmış, gürültü olmasın,araba patırtılarından rahatsız olarak incinmesindiye sokağa saman dökmüşler. Zavallı beygirlereğilip bir lokma almadan geçmiyorlar. Artıksormayın, arabacı asılır, asılınca beygirler durur,bırakınca hayvanlar eğilir.
Hatırıma bizim Muhsin’in bir macerası geldi.Bir gün meşhur İştayn’dan bir kat elbise alır,perukâr Istamat’a uğrar, tuvaletini yapar,bastona dayana dayana Galata’ya geçer.Karaköy’de tramvayların durduğu yerdearkadaşlarından biriyle konuşurken bir şeyinkolunu kemirmekte olduğunu hisseder. Bir debakar ki, iri bir ağız elbisesini yiyecek. Hemenkendini karşı kaldırıma atar. Meğer tramvaybeygiri açlıktan bizimkinin İştayn’dan aldığıottan yapılma elbisesinin kokusunu almış!Aman, Şişli’de Binbirçiçek denilen bir gazinovar. İçinde alaturka çalgı çalıyor. Fakat ne binbirçiçek! Nergis, şebboy; ondan başka bir şey yok.Yalnız akşama doğru Beyoğlu’nun, Galata’nınnadir çiçeklerinden bazıları düşüyor. Artıkyeşilliği seyredin. Bülbülderesi’nden demetdemet gül, Tatavla’dan sümbül, Yenişehir’denmenekşe, Çiçekçi sokağından karanfil, Venediksokağından lâle, Derviş sokağından mine,Timoni sokağından kamelya, Fıçıcı’dansarmaşık, Kalyoncukulluğu’ndan yasemin,Feriköy’den top salata, Kemeraltı’ndan
yediveren, Doğruyol’dan gündüzsefası,Kuledibi’nden yapışkan, Arnavutköy’dengecesefası, Dolapderesi’nden hindiba,Samatya’dan papatya, Yedikule’den marul,Papasköprüsü’nden manolya, Binardisokağından ortanca, Taksim’den salkım,Boyacıköy’den zambak… Fakat kokularındaninsanın burnu düşer.İnsanlar her şeyden ibret almasınıbilmelidirler. Geçen gün bizim meşhur DemirEfendi’yle gerçekleştirdiğimiz söyleşide yeni birhikmete rastladım. Adı geçen Hekim, nasihatettiği esnada:– Ben insanlığı eşek sıpasından öğrendim,dedi.Birdenbire şaşırdım. İzah ederek dedi ki:– Bir gün bir çingene, bir sıpanın yularındantutup hayvanı gazinonun önüne getirdi. Bize busıpanın bir hüneri var, şimdi gözlerinibağlayacağım, içinizden biri on para versin, buhayvan o adamı bulacaktır, dedi. Dediği gibi,hayvan gözleri bağlı olduğu halde para veren
adamı buldu. Şimdi insan böyle bir hayvanıterbiye ederse ben neden terbiye olmayayımdedim, çalıştım. (Demir Efendi okuyupyazmamakta fevkalâde bir kabiliyete sahiptir.)Ajans Enternasyonal Atpazarı, 2 Mayısİspanyalılar boğa dövüştürürlerken“Kahrolsun Amerika!” diye bağırmışlardır.Hayvanlar bu gürültüden ürkerek ahali üzerinehücum etmiş ve ortalığı darmadağın eylemiştir.BordoKıyıya düşen bir fok balığı, Amerikayunuslarının, uskumrunun Fransızca ismini(maquereau) duyar duymaz rezaleti men etmekamacıyla hepsini mahvetmeye karar verdiklerinibildirmiştir.WashingtonMiss Viliyes Adams’ın kumandasında bulunankadın alayında bir onbaşı bir oğlan doğurmuştur.Çocuk; “Mister in the Way” yani, “YoldakiAdam” adını almıştır.
Kırk Üçüncü MektupKurtarmaEvvelki gün Edirne Kapısı’ndan Zincirlikuyusemtine doğru funda yüklü, pupa kulak, kısıkkuyruk sefere çıkmış olan bir merkep; hernasılsa orta çamurlarına kapılmış veboğulmasına ramak kalmış iken, yardım isteyenanırışlarına ve komşuların feryadına yetişenkimseler tarafından güç hal ile kurtarılmıştır.Denildiğine göre, köşedeki bakkal dizlerinekadar batmıştır.Denizde İftarAkşamüstü, saat on biri çeyrek geçeKöprü’den hareket eden ‘tonton’ müşterilerininSelimiye Kışlası önlerinde iftara yetiştiklerinimuhabirimiz yazıyor.İhtarSırma gibi süpürgemin ince teli: Bum!Hiç toz koymaz süpürür her yeri: Bum!Süpürgeleri satarsam şimdi: Bum!
Döner gider evime rahat ederim: Bum!Hasır süpürgesiHasır süpürgesiHasır süpürgem varHasır süpürgem varkantosundaki ‘Bum!’ların Topatanlartarafından Dekadanlar’a birer ölüm çukuruaçmak üzere bulunmuş ve icat edilmiş olduğurivayeti kulağımıza geldi, yalanlamakta aceleeyleriz.SosyolojiHizmet132gazetesinde yazılı bulunanSosyoloji makalesinin Larousse’tan ve La GrandAnsiklopedisi’nden alınma olmayıpSpinoza’dan133 aşırıldığı hakkındaki rivayetiAhenk’in Şehir Mektupçusu reddederek bununkarmakarışık bir mahsul ve üstelik araştırma veincelemeden çok uzak olduğunu bildiriyor.Zihni karışık ve uzağı gören kimselere tavsiyesiyerinde olur.
GüneşSokak ve çarşılarda yer yer dikkatimizi çekençamur ve su birikintileri ile başka süprüntülerinbirleşmelerinden dolayı araba tekerlerinden,beygir ayaklarından, iri kunduralardan, sürçmeve türlü türlü düzensiz hareketler sebebiylefırlayan zifoslardan bezmiş ve lekelenmiş olanhalkın; “Ver Allah’ım ver, bir kızgın güneş”mısraı ile bir ağızdan türkü çağırdıklarıişitilmiştir.Kırk Dördüncü MektupEyvah! Beni görenler; “Vah! Vah! ŞehirMektupçusuna pek yazık oldu” diyorlar. Hem okadar hüzünlü ve o kadar acıyarak yazık oldudiyorlar ki herkes tarafından bilinendayanıklılığım ağır basmasa hüngür hüngürağlayacağım geliyor. Adeta garipsiyorum,yüksünecek gibi göğüs geçiriyorum, içimdenkabara kabara bir ah yükseliyor, dudaklarımıyaka yaka ağzımdan fırlayıp şu sıkıntılıgökyüzüne doğru yükseliyor. Gözlerim çok
ağlamaktan bozulan, kapaklarının kenarıkızaran, mosmor bir kader halkasıyla kuşatılan,akı lekeli lekeli kanlı çizgilerle bulanık durangözlere dönüyor. Tuhaf bir şaşılık ortaya çıkarakhem önümü, hem karşımdakini, hem de soltarafa düşen eşyayı bir anda görüyorum.Kaşlarımın uçları, eğiminden kurtularak ok gibikalkıyor, bana öyle geliyor ki burun deliklerimde şişiyor. Alt dudağım iki milimetre kadaruzayarak üst dudağımın bıyıkla kapanık tarafınauzanıyor. Acı bir yutkunma gırtlağımı aşağıyukarı ediyor. Kesik bir öksürük kuvvetli birhıçkırıkla birleşerek mide, bağırsak, ciğer,böbrek, dalak, içyağı, safra torbası yerindenayrılıp; daha ne varsa birer kere hoplayıp yineyerli yerine oturuyor. Kalbim, ah! Bin belâdanarta kalan kalbim o derece şiddetli vuruyor kizayıflık ve güçsüzlükten Bağdadî bölmelerinedönen zavallı göğsümün altında birinin çekiçvurduğuna ihtimal veriyorum. O anda soğuk birter, yaprak yaprak açılan, bir ürpermeyle beraberbelimin ortasından sızarak yanaklarımdanyukarıya doğru gidiyor, kıl ve saçların
dikilmesinden dolayı bir hışırtı duyar gibioluyorum. Dizlerim titriyor, bacaklarıma incebuzlu suya batırılıp epeyce sıkılmış bir tülbentsarılıyor zannediyorum. Avucumun içindekiparlak su damlacıkları, ince bir kanal gibi, hafifderince çiziklerden koluma doğru toplanıyor,otuz yediyle otuz dokuz arasında -hummahastalarında görülene denk- bir ateş ayalarımıcayır cayır yakıyor.Eyvah! Görenler bana boşuna “Mektupçuyapek yazık oldu” demiyorlar. Ben hepsinihissediyorum. Bu bozulma durumunun benigittikçe mahvedeceğini anlıyorum. Zirabeynimde nice zamandan beridir öten beyhudearzuların vızıltısı, artık ses vermez oldu.Kulağımda o günden itibaren çınlayan ümidimindehşetli sedası, aksede ede dağıldı gitti.Gözlerimin önünde dönen takatsiz hevesleriminhayalleri, söne söne görünmemeye başladı.Ağzımın tadı, gönlümü acıtan korkuylamahvolarak bir şeyden lezzet alamamak gibiderde tutuldum. Şimdi ne yapayım?Direktör Şirket-i Hayriye ile uğraşa uğraşa
hayrı dokunacak bir yerini bırakmadı, hepsinibenden bildiler. İdare-i Mahsusa’ya dokundu,benim teşvik ettiğim rivayet olundu.Tramvaylara takıldı, “Çekemediği için,Mektupçu’yu aleyhimize sürdü” dediler.Trenlere yetişti, “Mutlaka Mektupçu’nunhızıyladır” süsünü verdiler. Sakalara134 sataştı,yine benim için “Sulandı” söylentisini yaydılar.Tuhafiyecilere ilişti, “Mektupçunun zevzekliğituttu, eğleniyor” dedikodusu dilden dile gezdi.Hatta adada Yorgoli’ye kadar yayıldı. Tünelidaresiyle altüst oldu. Her taraftan bana beddua.“Yerin dibine girsin” diye eller açıldı. Sarraflar,ah sarraflar! Asıl yandığım bu!Direktöre hâlâ kırgınım; zerre kadar itibarımkalmadı. Hekimler, eczacılar, operatör vecerrahlar, sülükçü, tımarcı, hademe, bakkal,kasap velhâsıl bütün esnaf benden yüz çevirdi.Gerçi sevenler de var. Lâkin neye yarar? Benimhuyum değişti. Onun için ben de mesleğimideğiştirip artık herkesi methetmeyebaşlayacağım. Bütün muhabirlerin getirdiğisöylentileri bir tarafa bırakarak, güzelliklerle
alâkalı olan parçaları önemseyip yazacağım.İnsan sadece dedikoduyla değil, biraz da bilgi iledonanmalıdır.Kırk Beşinci MektupÇalgı’da Bir GeceBeyazıt’ta teravihi kılıp mahyacının havadakiiplere sıra sıra dizdiği üç çifte piyadeyi135seyrettikten sonra nazlı nazlı, salına salınaDireklerarası’na seğirttiğiniz var mı? Ne o? Kocameydanda geçecek yol bulamadınız mı? Buranınher tarafı çamur değil ya. Biraz da yandan gelin.Bizim memlekette serpintiyi, zifosu, damaktarmasını, oluk damlasını, duvar yaşlığını,kundura pastırasını hesap eden sokağa çıkamaz.Gelin, gelin. Kâğıtçılar kaldırımına çıkın. Buradaolsa olsa dükkân altlarına, bodrumlara düşüpbacağınız kırılır, incinir. Şemsiyeniz takılıp çıtdiye gaflet eseri dayanıklılığı kırılıverir. Ya,Köprü’den geçseniz ne yapacaksınız? Buradabari denize düşmek korkusu yok. Hele biraz
daha yürüyün, parke kaldırım, VeznecilerHamamı. Ay! Yeniçeriler, dayılar hâlâ ayakta.Vay! Fonografçı dükkânı. Gelsin Yakomi’ninbası, allının allısı. Ayvaz’la Nısfışeb’insöyleşmesi, Afet’in kantosu, Vasil’in taksimi,nüktedan Muhsin’in hicazkâr kürdîsi.Muhallebiciler de artık çok oluyor. Söyleyin,Baba Yaver’e bir tabak tavukgöğsü versinler!Vah, vah! Başı sarılı, benzi uçuk, ağlamış çehrelibir kişi var. Bunlar ne duruyorlar? Anladım.Hamdi Bey’in eczanesi. Aman! Bu geçen nebiçimsiz herif! Pazar kayığı gibi ayağıyla azkaldı çiğneyecekti... Of, omuz başım! Al, birkakma daha! Canım bu arabalarla halimiz neolacak? Caddeyi kapamışlar. Ooo! Oo! HayalîKâtip Salih! “Sahte Sakal” oynuyor. MatmazelKâğıt Amelya bir perde, Matmazel Devederisiiki perde kanto söyleyecekmiş. Haydi! Bir sürüinsan! Çare yok, arasına katılacaksınız!Osmanlı Tiyatrosu, “Sefih Tahsildar”ıoynayacak. İşitiyor musunuz? Amerika’dandeniz canavarı gelmiş. Hem canlı, hem sağ imiş.
Ah! Sahne-i Âlem, Handehane136 ile karşıkarşıya. Bir tarafında Mösyö Pati! Her tarafçaycı! “Buyurun beyim! Buyurun efendim!”naraları, iskemle takırtıları ile beraber havaboşluğuna uçuyor. Kel Hasan ne kadar şıkolmuş! Saçlarını dökmüş, kapının önündeduruyor. Galiba “Firaklı Nameler”i okuyacak!Oturmaz mısınız? Hacı Reşid-i Bî-nevâ’yıbırakıp nereye gidiyorsunuz? Çalgıya mı?Diyorlar ki: Musikimize ait bütün nağmelerburaya birikmiş. Fakat ne kadar kalabalık!Çıkarın çantaları. Kapının yanındaki bankalaraüçlükleri teslim edin. Alın markaları. İleriye!İleriye! Oh! Hele yer bulabildiniz. Musikiüstatlarımız istedikleri kadar iddia etsinler.Herkes bir telden çalıyor. İşte, saz takımı.Kemanî Memduh: Zayıf, sivri koz fes, tütündumanından gözleri ağrımış da siyah gözlüktakmış. Enli kaytan bıyık, yağızın açığı incegerdan, güleç yüz.İşte Boğos: Kondurma fes, yarım alabrossaçlar, o da esmer, kalın dudak, okurken ağzısulanır gibi pek iştihalı. Acaba yanındaki kim?
Ay Karakaş imiş! Altı üstü bir fes, kâküllerinidökmüş, az sakallı, gözleri fırıl fırıl. Şimdikanuncumuza bir harf atacak, defteri önünde.Sağlam alışveriş ister. Şemsi Efendi “Perdeanlatacağım” diye tıngırdıyor. Fakat kim dinler?Udî Selim, hâlâ falso nevâda. Zır zır Seatik’isormayın. Gözleri kapalı. Sabırlı, tahammüllü,ne olacak diye düşünceli. Ahmet Bey’iunutmayayım diye, sol kulağına yakıyapıştırmış. Memonun dördüncü beytiyleşarkıya başlamaya hazırlanıyor. Yahu, nekıyafet! Dört yüz fesin dört yüzü de ayrı.Paltolu, ceketli, lâtalı, cübbeli, sakallı, bıyıklı,beyaz, habeş, esmer, zenci, çopur, bodur,şemsiyeli, bastonlu... Hepsinden birer, ikişernumune var.Bakın şu derya gönüllü adama, hem oynuyor,hem dinliyor. Yanındaki esnemek üzere ağzınıaçmış. Garsonun biri bin paraya. Havagazları,salkım söğüt fanuslar içinde dumandanhalelenmiş. Derin bir gürültü kıraathaneninduvarlarına vurduktan sonra ön, arka kapılardanfırlıyor. Artık dinleyin, size bir rast faslı. Deve
katarı gider gibi pes bir inleyiş. Beş taş oynargibi köşeden köşeye kaçar bir iki çarpma.Tavlada kapı alır gibi bir durak, bilardoda sürdösu, yani üç topun tokuşması denilen tarzdakayma bir taksim, alaca kumaşı andırır bir aranağmesi! Dinleyene ne mutlu.Herkes küme küme olmuş. Musiki bahsi önesürülmüş. Aristo’nun damından, Beyazıthamamından, gözlük camından, ötekininhıramından, Dede Efendi’nin hüzzamından,birinin Sahne-i Âlem’e sık sık devamından, hâlâyılbaşı akşamından, önümüzdeki ŞekerBayramı’ndan, aşkın keder ve gamından,Dekadanların “saat-ı semen-fâm”ından,137Topatanlar’ın badem gözlerinden, tontonlarındurup dinlenmez çarkından, Köprü’nüngürültülü son vapur zamanından tutturarak İzmirgazetesinin terbiye dışı muhabirini,Abdürrezzak’ımızın üzücü ölüm haberini,Osmanlı Tiyatrosu’nun içerisini, Sahne-iÂlem’in maymununu, “Et-tekrar ü ahsen…”dedikleri üzere, yine Kadıköy tontonunu, on birnumaranın dümeni kırılarak Haydarpaşa’ya
uğrayayım derken saat ikide güç hal ileKadıköy’e düşebildiği bahanesini de katarakkonuşuyorlar.1 Beyoğlu’nda bir restoran.2 Beyoğlu’nda bir tuhafiye dükkânı.3 Adı geçen şahıslar Ahmet Rasim’in yazılarındasıkça kullandığı iki kahramandır.4 Sesleri yazıp söyleyen alet, gramofonun ilkşekli.5 Burada kastedilen ezan saatidir. Bu saatölçümüne göre, güneşin batışında saat 12’yiyani akşam ezanı vaktini gösterir.6 Bir mısrada, beyitte, cümlede, şiirde, parçada,sözde gizlenen anlam, çağrışımlar yaptıransanatlı söz, deyiş.7 İstanbul’a yakın, bugün bir ilçe teşkil edendört ada: Büyükada, Heybeli, Kınalı, Burgaz8 1850 – 1944 yılları arasında, İstanbul ŞehirHatları’nın bazı kesimlerinde vapur işleten birTürk anonim ortaklığı.9 İstanbul’da bugünkü Vatan Caddesi ile Surlarve Malta arasına düşen bir semt. AhmetRasim’in anlattığı zamanda, orada bir koru
vardı; yanından dere geçerdi, çayırlıkta koçgüreşleri ve başka şenlikler yapılırdı.10 Ses tertibatı, işitme düzeni.11 Bir dönem, Beyoğlu’nun en meşhur ve enlüks otellerinden biri.12 Bir dönem, Beyoğlu’nun en meşhur ve enlüks otellerinden biri.13 Beyoğlu restoranlarından biri.14 Beyoğlu gazinolarından biri.15 Haliç’in ucundaki kıyının kuzeydoğusunukaplayan Kâğıthane semtine, Lâle Devri’ndeverilen ad.16 Boğaz’ın Anadolu kıyısındaki Küçüksu’nunarkasında, deresi, çayırlığı ve buralardayapılan eğlenceleri ile ünlü bir gezinti yeri.17 Burada “baş belâsı” anlamında kullanılmıştır.18 Ahmet Rasim’in yazılarında sıkça kullandığıbir kahraman.19 Doku ve organların vazifelerini ve bugörevlerin nasıl yapıldığını inceleyen bilimdalı.20 Frenk tarzında olan, Fransız usulü.21 Alman tarzında olan, Alman usulü.
22 Rus tarzında olan, Rus usulü.23 Demir yolu katarı, tren.24 Burada şebeke suları kastediliyor.25 Türk usulü.26 Güzel koku veya iğne, iplik gibi şeylerinsatıldığı yer.27 Arap alfabesindeki ‘nun’ harfine dair birkaside.28 Kırk; kırk gün devam eden kara kış.29 Erbainden sonra gelen elli günlük kış.30 Erbainden sonra gelen altmış günlük kış.31 Banyodan sonra kullanılan havlu benzerikumaş.32 Buharla işleyen makinelerin kazanındabirikip makineyi işleten buğu, buhar.33 Vücudun bazı yerlerinde su toplanmasıhastalığı.34 Boğaziçi’nde birbirilerine karşı kıyılardanbakan Rumeli ve Anadolu hisarları.35 Kadıköy tarafının, Marmara kıyısı boyuncauzanan başlıca semtleri.36 “Sağlığı korumak, deniz hamamlarındayıkanmakla olur.”
37 Arap harfleriyle oluşturulan bir yazı türü.38 Divandan çıkan notların yazıldığı bir çeşityazı.39 Arap harfleriyle oluşturulan bir yazı türü.40 Arap harfleriyle oluşturulan bir yazı türü.41 Oruca başlama zamanı.42 Su taşıyan ve satan kimse.43 Camilerde iş gören kimse. Cami hademesi.44 Cennette bir çeşme veya ırmak. Tatlı, lâtif,leziz su.45 1895’ten itibaren Baba Tahir’in çıkardığı,tanınmış bir gazete. Uzun bir süre haftalık, biraralık da günlük olarak çıkmıştır. A. Rasim,“Şehir Mektupları” yazılarının çoğunu, ilkin bugazetede yayınlamıştır.46 İstanbul’da Şişli ilçesinden Boğaziçi’ne inenyol üzerinde bir gezinti ve dinlenme yeri.47 Turunçgillerden bir meyve olan bergamotunrenginde; sarımsı pembe.48 Koyu kahverengiye çalan bir renk.49 Bisiklet.50 “Sağa dön” anlamına gelen denizcilik vetrafik terimi.
51 Allah’ın yeri geniştir52 Argoda hafifçe yaralanmak.53 Büyük konaklarda kadın ve erkeklere ayrılanyerler54 Mutfak ve yemek hizmeti gören uşak.55 Eskiden misafirlere ibrikle su döken kimse.56 Büyük bir binaya ek ve gerekli olan küçükbinalar.57 At uşağı.58 Dadı.59 Cariye.60 Dört tekerlekli el arabası.61 Tek atlı, üstü kapalı, dört tekerlekli, yanlarıaçık araba.62 Tek atlı, iki tekerlekli, oturulacak yerleriyanlarda olan araba.63 Her tarafı kapalı, dört tekerlekli ve iki yandapencereleri olan araba.64 Çift körüklü, dört tekerlekli, büyük araba.65 Alaca benekli.66 Eskiden, kadınların giydikleri ve ferace adıverilen manto ile beraber başlarına örttükleritül. Yalnız gözleri açıkta bırakan bu tülün
uçları, boyna dolanırdı.67 Eskiden, kadınların yazlık mantolarınaverilen isim. Yeldirme ile yaşmak kullanılmaz,başörtüsü kullanılırdı.68 Ayakkabı çivisi, kabara.69 Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü.70 Eski edebiyat anlamına gelen bu terkip,Tanzimat öncesi edebiyat için kullanılmıştır.71 Yeni Edebiyat anlamına olan bu terkip,sonradan Servet-i Fünûncuların sıfatı olmuştur.72 Vesikalı dergi anlamındadır.73 Devletçe posta idaresinin kurulmasındanevvel mektup ve emanet götürüp getirenkimseler.74 Gemilerin güvertesini çepçevre saranparmaklık.75 “Tam yol!” anlamında kullanılan denizcilikterimi.76 O zaman İstanbul Şehir Hatlarının bir kısmıile bazı memleket sularında vapur işletenşirket.77 “Bey” (kiryel) ve “buyurun” (oriste)anlamlarına gelen Rumca hitaplar.
78 Düzelti memuru.79 “Cahil, makama ereceğim hevesiyletelâşlıymış gibi görünür.”80 Odun.81 Yeşile çalan mavi.82 Beyaz-pembe-sarımtırak bir süs bitkisi.83 Dalga dalga renkli.84 Mora yakın kırmızı.85 Morumsu renkte üstlük.86 “Ben bu ateş ile mezara girersem, ıstırapanımın şulesinden cehennemin tutuşacağınıbiliyorum.”87 Önce varlıklı olup sonradan düşkünleşenkimselerden, yokluktan karakış ortasındayazlık elbise giyenler. Zurafa; Zarif’in çoğulu.88 Birden fazla sessiz harfin benzeşmesiyleyapılan zengin (tunç) kafiye. A. Rasim burada,o zaman moda olan kafiye tartışmalarınakatılıyor ve “Kafiye göz içindir” diye Yenilerleeğleniyor.89 O zaman İstanbul şehir hatlarının bir kısmı ilebazı memleket sularında vapur işleten birşirket.
90 Büyükdere ve Sarıyer sırtlarında Çırçır suyu,Hünkâr suyu, Fıstık suyu vb.91 Hayvanların sırt kemiklerinden alınan et.92 Büyükdere’den gidilen ve Belgrat Ormanıyakınlarına düşen barajlar.93 Türk musikisinde bir makam.94 Birbirine bağlı iki küçük dümbelektenmeydana gelen çalgı.95 Kolu çevrilmek suretiyle çalınan müziksandığı.96 Burada kastedilen ezan saatidir. Bu saatölçümüne göre, güneşin batışında saat 12’yiyani akşam ezanı vaktini gösterir.97 1855-1913 yılları arasında yaşamış Ermeniasıllı Türk besteci.98 1920’de ölen, Yahudi asıllı meşhur fasılhanendesi.99 Servet-i Fünûncular’a Ahmet Mithattarafından takılıp onların bütün muhaliflerincede benimsenen ve alay konusu olan bu isim,aslında Fransız edebiyatında sembolistlerikötülemek için kullanılmıştır.100 Bir çeşit küçük keman.
101 Tambur şeklinde kısa saplı saz.102 Edebî bir sanat.103 Kelimenin asıl manasıyla mecazî manasıarasında benzerlik olmasından başka bir alâkabulunmasıyla meydana gelen mecaz.104 Sultan Abdülmecid zamanında, 1840’tabasılmış 20 kuruş değerinde gümüş para.105 Nohut rengi, açık kahverengi.106 Burada mor kelimesinin Arap alfabesiyleyazılışı kastedilmektedir.107 Dakikada birkaç kılığa giren bir vantrlog.108 Paul Bourget (1852-1935): Derin tahlilleri,ruh incelemeleri ile tanınmış ünlü Fransızromancı. Servet-i Fünûn’un çok benimsediğiustalardandır. İdylle Tragique: Acıklı kırtürküleri.109 Buradaki anlamı, hile ve oyun.110 Cidal, kavga, patırtı.111 Fransız profesörü ve tenkitçisi.112 Eski zamanda kadınların başlarına giydiklerisüslü takke.113 Birçok manaya gelebilen söz.114 “Beklemek ateşten daha şiddetlidir.”
115 Devrin en tanınmış Karagözcüsü.116 Büyük bir Ortaoyunu sanatçısı.117İkdam, Tarik, Tercüman ve Sabah, o zamançıkan başlıca gazetelerdir.118 Süt ve süt ürünlerini elde edildiği, süt verenhayvanların barındığı yer.119 Karagöz tiplerinden biri.120 Yalova Sefası, Kanlı Kavak, HamamOyunu, Ferhat ile Şirin, Karagöz’ün Beyliği,Bahçe Daveti, Bekrî Mustafa vs. hayaloyuncularının, Karagözcülerin repertuarındaen çok geçen ünlü fasıllar ve Karagözoyunlarıdır.121 Çok eskiden beri tanınmış Ortaoyunukollarından biridir. 1850 yıllarından sonra,doğrudan Ortaoyunu manasında kullanılmıştır.122 Çemberlitaş yakınında bir yer.123 Tanzimat devrinin tanınmış şair veyazarlarından.124 Şairlik taslayan.125 Başkasının yazısını kendisinin gibigöstermek.126 Zurnaya benzeyen tulumlu bir müzik aleti.
127 Terci: Divan Edebiyatı nazım şekillerindenbiri.128 Manzumeyi bugünkü dile çevirirsek:“Elimde pembe kalem, zümrüdümsü hayallerkurarım. Gözümde mavi siyah bir gözlük vegümüş kaplama sapı. Yanımda bir küme kâğıt,fikri geliştirir ve ben çılgınca âşık tabiatımauyarak, karayı, denizi, semayı, bütün kâinatıpembe iktidarımla yeşil hayal ederim. Vebukalemun renkli nüktelerimin kazandırdığışöhretle on dokuzuncu asırda kimseyebenzemeden sivrilmek için, elimde pembekalem, zümrüdümsü hayaller kurarım.Gözümde ince, yeşil, tek gözlükle baştanbaşa,yanımdaki bir yığın intihal evrakını karıştırırdururum... Pembe uğraşmaları niçin, nedenedelim terk, söyle ey Yaver (Baba Yaver)?Devam ederse bu hal, Üsküdar’a dek giderim.129Odun parçası.130 Kibrit.131 Vapurda ve iskelede çımayı atıp tutmakvazifesiyle görevli tayfa.132 1885’ten sonra İzmir’de çıkan ve Halid Ziya
Uşaklıgil’in ilk yazılarını yayınladığı gazete.133 Musevî asıllı, Hollandalı bir filozof. “Tanrıile kâinat aynı şeydir” diyen Spinoza, Türk-İslâm tasavvufundaki Vahdet-i Vücûdgörüşlerini andıran fikirler ileri sürmüştür.134 Sucu.135 Üç çift kürekle giden hafif bir kayık çeşidi.136 Abdürrezzak’ın Şehzadebaşı’ndakitiyatrosu.137 “Yasemin renkli saatler”, CenabŞahabeddin’in kullandığı bir terkiptir.
Kırk Altıncı MektupVay efendim vay! Yeni Cami’den Köprü’yeonluğu toka edinceye kadar insanda ne kafakalıyor, ne beyin. Bu satıcılarla ne yapacağız?Herifler kulak belâsı, baş ağrısı, avazı çıktığıkadar bağırıyor.– Haydi biş, haydi biş!– Karı da biş, buzu da biş,Bahçelerde bal kabakGetirdim tabak tabakİnanmazsan ye de bakOn paraya bir tabak– Buyurun gözüm!.– Buzzz....– Buz!!.. Otuz iki dişine güvenen...– Buz deryası...– İkdam, Sabah, Malûmat...– Efendi! Efendi! Bir kuruş daha...– Destur!Bu sesler birbiri ardınca aksediyor, bir
kıyamet. Araba, tramvay, hamal, beygir, küfe,sepet, demet, bohça, omuz başı, baston ucu,şemsiye kenarı, bütün bu görünür kaza oralardadönüp dolaşıyor.Yolda yürümeyi bilmek de hüner! Alık alıkyürüyenlere kızmamak mümkün mü? Ya birininayağına basar, sürçer, düşer, birikmiş sularadalar, ortalığı zifoslar. Hele elinde şemsiye veyabaston varsa iş dehşetlenir, ellerini arkaya çevirironu da kuyruk gibi sallar.Bir kere Eminönü’nü düşünün, kalabalığı gözönüne alın ve arabacıların kırbaçlarını hatırlayın,insan mutlaka dehşet içinde kalır. Ya o muhacirarabaları? Allah esirgesin, işin en rezalet olanciheti bizim sokak köpeklerinin yayakaldırımlarına serilmeleridir. Geçebilirsen geç!Uyandırmaya cesaret edebilirsen uyandır! Ben,uyku sersemliğinden ‘Hart!’ diye kapacağındankorktuğum için bir kavis çevirerek geçerim!Şehrimizde her yerin bir şöhreti vardır. MeselâBeyazıt’ın tozu, Unkapanı’nın çamuru,Eminönü’nün lokantaları. Efendim, bu üçyerden geçebilirseniz geçin. Rüzgâr ‘Puf!’ dedi
mi Unkapanı’nın çamuru kabarır, sabah oldu muEminönü lokantacıları dizilirler, gözünüz gözüneilişmesin, maazallah! Kaç bin buyurun! Bereketversin, herifler gözlerine kestiremiyorlar, yoksainsanı yaka paça tutup içeriye sokacaklar!Zannederim ki artık bu arsızlığa son verilmesininzamanı geldi.Galiba yine bize uyku haram olacak!Sivrisinek, tahta biti geliyor, pireler dizlikleriçekmiş, tatarcıklar uyanıyor, karasineklerbüyüyor. Dün sabah bir feryatla uyandım. Saatdokuz, kalaycı geçiyormuş. Biraz dalayımdedim, simitçi ünledi. Bir iki esnedim, gözlerimkapanırken sütçü fırlamış, arka odaya koştum.Kırdan anırtı koptu, sofaya atladım. Mutfak dakıyamet, aşağıya indim; civarda ne kadar horozvarsa muhabbet ediyor, ne kadar tavuk varsagıtgıdakta. Hele biraz daha sabredeyim dedim,bizim kara oğlana saldırmışlar, meydanınortasında bir hırıltı peyda oldu. Bunlar susar gibiolurken komşunun yavrusu çınladı, o narasınıbitirdi bizimkiler patırdadı. ‘Ey artık, susun!’demeye kalmadı, ‘Fos!’ diye kahve taştı, ben
bağırmaya başladım. Derken baruthanenin sonugelmeyen düdüğü aksetti, trenler ondan aşağıkalır mı ya! O mübarek de öttü. Derinden birses:– Ne güzel pantuflalar, basmalar, makaralar,düğmeler diyerek dura dura geçti. Patlayacağım,haydi! Bir çan sedası! Bre aman! Fena haldehırslandım. Bön bön avluya indim, kapıya “Pat!”diye dehşetli bir şey indi. Dışarıdan ince bir ses:– Bak...ka...l!Hiddetle onu kovdum. Bir türlügiyinemiyorum, şaşırdım. Al sana bir belâ daha!Bahçedeki kuzu zır zır öter. “Yallah, keserim”diye bağırınca küçük tutturdu. Sus, kızım! Buarada kalın kötü bir ses:– Sakız kabaklar, diye nağmelenmesin mi! İştesabahları böyle, şimdi geceleri dedondurmacıları beklemeli.Ajans Enternasyonal Binbirçiçek19 Mayıs; hanımeliyle katırtırnağı arasınasoğukluk girmiştir.
Taksim Bahçesi19 Mayıs; garsonlar, Bomonti birasınınbayatını sürerek müşterilerin paralarını payetmektedirler.Şişli19 Mayıs; tramvay şirketinin birinci, ikincisınıf yürümeyen arabalarından birkaçı karayadüşmüştür.Kırk Yedinci MektupÇocuklar! Hem ağlayacak, hem de sevinecekzaman geldi. Göreyim sizi! Geçen sene verdiğimnasihatleri unutmayın. Fakat akla uygun olannedir? Henüz burasını bilemediğiniz için, bensize bazı dostça bilgiler vereyim:Geceden erken yatın. Sabaha karşı uyanın.Babanız, anneniz oruçlu oldukları için henüzuykudadırlar. Asla aldırmayın. Sofaya çıkıp,önce sol kolunuzu dirsekten duvara yanaştırıpbaşınızı üzerine dayayın. Bel ve kalça taraflarıile duvarın düzlüğü arasında kırk, kırk beş
derecelik bir açı meydana gelsin. Bu vaziyetegelince 9/8 veya 27/24 veya 24/27 ile çarparakufaktan “diyez”lemeye başlayın. Bilirsiniz ki “rebemol”ü “do diyez”e geçirmek için, ilk önceburundan sık sık nefes almaya çabalayarak,gözkapakları kirpiklerle beraber hızlı bir hareketyapmalıdır.Baktınız ki gözyaşı gelmiyor; bayramdavulunu, bekçinin yemeni, mendil, çorap, grep,kese, astar, basma, kumaş asılı olan büyülühalini göz önüne getirin. Artık düşünün, bütünmahalle çocukları giyinmiş, siz giyinmemişsiniz.Elde horoz şekeri, dilde kaymak macunu, ceptesarılı koz helvası olduğu halde berabercegezinemiyorsunuz. Hayali daha da geliştirin:Fatih salıncaklarını, dönme dolapları, Felek’inkarakaçanını, Salkımkuyruk’un tek gözmidillisini, Topal Kevork’un baklakırı beygirini,Cündî Meydanındaki atlıkarıncayı, ÜçbıyıkHaralambo’nun lâternasını, sarı soluk paltoluLehli’nin panoramasını, kuşlokumcuyu,revaniciyi, köşedeki lokmacıyı, şekerli fırıldakçeviren Hacı’yı, al örtülü arabayı hatırlayın...
Nefesleriniz sıklaşır. Ağzınızda ağır ağır sularcoşar. Bu taşkın ve coşkun başlangıçtankirpikleriniz de sulanır. Aman gayret, birazdaha! Hele bir damla yaş gelsin. Geldi mi?Boğazınızda bir sıkışma olmaya başladı mı?Kendinizi verin. Dudaklarınız kımıldamasın.Gözünüzden inen tuzlu suyu dilinizin ucuylayalayın. Ağlamanın bundan büyük çaresiolamaz. Bakın, ikinci damla da iniyor. Eğer birparça da hafiften inlerseniz, bütün bütünağlarsınız. Ha çocuğum, ha! İçini çek, koyuver.Ha, bir daha! Oh, ne âlâ!İnsan garipsemeyince ağlayamaz. Herkesinçocuğu çiçek gibi giyinsin de sen böylekalasın... Bu olamaz. Zavallı yavru, bayramgünü eski elbise ile gezinecek! Ötekiler gıcırgıcır potinli, hışır hışır elbiseli, sırma mendilli...Halası yüz para, dayısı bir ikilik, yengesi ipeklimendil, babası çil kuruş, anası kıkırdak poğaçasıvermiş. Komşunun hanımı içeriye almış da reçelyedirmiş. Katlanılır şey değil, ağla! Ey gözlerim,ağla! Ne gelen var, ne giden! Vay, sen iyiağlayamıyorsun. Eğer böyle devam edecek
olursan, akşama kadar iş göremezsin. Sözümüdinlersen, sol bacağını biraz kımıldat. Sesiniçıkar. Sen hiç dikiş makinesi görmedin mi? Birtaraftan ayakların işlesin, bir taraftan ağzın.Burnun da kaneva yapsın! Tepin! Biraz dahagürle. Gözlerini ovuştur. Ooh! Başardın işte!Sakın durma, ha bire ağla, sızla! Aman tepin!...Biraz daha!.. Bak, içeriden bir ses geliyor:– Oğlan, yine ne ağlıyorsun?Sesini yay! Sedalar çatlak çıksın! Biraz burunnağmesini, göğüs terennümünü fırlat. Öksüreöksüre ağla. Aksıra aksıra zıpla! Bak, babankalktı. Oruç hali. Belki döver, dayan. Vurursa,avazın çıktığı kadar bağır:– İsterim! diye, kendini yerden yere vur.– Ne istiyorsun, derlerse bir şey söyleme.Yalnız:– İsterim, diye hüngürde.Babandan kaçar gibi yaparken, kahveçömleğini devir. Merdivenlerden bir, iki adımhızlı atlayıp düş. Burnun kanasın. Kanasın ki,annen de babana sırtarsın. Ağzına geleni
söylesin. Kırk yılda bir bayram diye, seniezdirmesin. Aman... Rica ederim. Şangırtıyıunutma. Vah! Yamansın. Gaz tenekesini öyleyuvarladın ki, Kel Hasan bile böyle gürültüyapamaz.Hah! Hah! Haay! Bahçedeki tavuklara bak!Şerrinden duvara uçmuşlar! Aferin! Gözünetabak mabak ilişmiyor mu? O köşede durannedir? Lâmba mı? Ufacık dokun! Haydi! Gazlarda döküldü. Pat! Vay! “Aman babacığım!” diyeyalvar, bağır. “Anneciğim, anneciğim!” diye varkuvvetinle haykır. Oh! Bu manzara olur mu?Baban yanlışlıkla paça tenceresine girmiş.Ortalık allak bullak! Ne korkuyorsun? “Geliyor”diyerek camlı odaya kaç. Kapıyı sürmele. İkisinidışarıda bırak. Şimdi tepinme sırası onlarındır.Yarın çarşıda neler yapacağını yazarım.Kırk Sekizinci MektupTercüme edilmiş bir fıkra:Bizim Fransızca Servet, ekseriye “Nuvel
Alamen” başlığı altında oldukça güzel fıkralarda yayınlar. Ben bunları heceleye heceleye okur,genellikle gülerim. Hele arada sırada karıkocalara ve yayın dünyasına dair öyle güzelşeyler bulup sıkıştırır ki, açıklansa insanın birhakikatin yuvarlana yuvarlana maskaralaştığınainanacağı gelir, bakın bir tanesini size tercümeedeyim:Mösyö ve Madam Malariyö, karı kocaymış.Evliliklerinin üzerinden henüz on bir ay geçmiş.Sıcaklar basmış, yazlığa gitmişler. Otur bre otur.Madam, her gün kaşlarını çatarak tabiatınmanzarasını seyredip duruyor. Mösyö, her gündalgın dalgın gazetesiyle uğraşıyor. Yine bir günMösyö Malariyö, gazetesinin sayfasınıçevirirken madam bu anı fırsat bilerek demiş ki:– Kocacığım! Artık sen beni sevmiyorsun.Beni gönlünden çıkardın, ben anlıyorum... Ah!Ne olurdu, bir kitap, romanlar güzeli bir sahifeolsaydım da her gün beni okusaydın.– Evet karıcığım! Keşke öyle olsaydın. Fakatbir takvim olsaydın daha iyi olurdun?
– Neden?– Her sene değiştirirdim de ondan.Fıkra zararsız. Bizde de incir aşısı fıkrasımeşhurdur: Adam bahçesindeki incirikesiyormuş, komşusu görmüş, sormuş:– Niçin kesiyorsun?– Nasıl kesmeyeyim? Şu dalında birinci karımkendini astı. İkinci karım ötekinden düşereköldü. Sizin bahçeye sarkan dalda üçüncü karımafenalık geldi, dördüncü günü gitti. Şimdi dedördüncü karımı ağacın dibinde yılan soktu.Adamın sözü biter bitmez bir aman çığlığıduyulur. Komşu der ki:– Allah aşkına sabret, aşısını alayım. Zirayirmi üç yıldır çekiyorum.Kim bilir bu yazıyı okuyanlardan kaçı bu ikihikâyeden birincisini; kaçı ikincisinibeğenecektir?Tesadüf bu ya! Ben bu fıkrayı hatırlayıp dasırıttığım esnada Altımermer’de bir evinönünden geçiyordum. Çıngırak gibi bir ses, evinpencerelerini çak çak ederek sokağa fırladı. Bir
kadın köpürmüş, haykırıyor. Sakallı bir adam:– Hasbinallah, diyerek sokak kapısınıkapıyordu. Sese kulak verdim. Kadın bağırıyor:– Aman! Dürri Hanım! Öyle söyleme! Bendört koca gördüm, böylesini görmedim. Nedirbenim çilem! Otuz yaşında kocakarı oldum... Nemızmız herif! Gece evde, gündüz evde. İş yok,güç yok, yesin, içsin, yatsın, keyfine baksın;sonra da adı koca. Hay başına koca taş düşsün!Bu sefer de sana fırladım.“Deliye taş atma, başını yarar” derler, iştegelenler bunun da aşısını alırlarsa fena etmezler.Hem Hanımlara Mahsus Gazete, ‘Duyulanlar’faslında şu hikmetli cümleyi boşuna yazmamış!“Ailesini geçindirmenin üzerine farz olduğunubilen erkekler, zevcelerini bahtiyar etmişler.”Taze HavadisMatbaada, başyazar:– Oğlum! Demek bizde yazarlık yapmakistiyorsun?– Evet efendim.
– Fakat gazetenin kendisine özgü âdetleri var,onları biliyor musun?– Âlâsını. Her şeyden önce, daha işebaşlamadan yüz elli kuruş kadar avansverirsiniz.Kırk Dokuzuncu MektupFikrine güvenilir birisine “İrtika ile Terakkiarasındaki fark nedir?” diye sormuşlar. Demişki:– Biri okunur çıkmaz, diğeri okunmaz çıkar.Yine o zata “Yeni Edebiyat-ı Cedide ile EskiEdebiyat-ı Cedide arasındaki fark nedir?” diyesormuşlar. Demiş ki:– Biri okunur anlaşılmaz, diğeri anlaşılırokunmaz.Yine o zata sormuşlar:– Tünel ile tramvay arasındaki fark nedir?Demiş ki:– Biri karanlıkta gider adam çiğnemez, diğeri
aydınlıkta gider gözü görmez.O zata sormaya devam etmişler:– Rumeli ve Anadolu trenleri arasında farknedir?– Biri fesli, diğeri şapkalı kondüktör kullanır.– Rejinin tütünüyle tömbekisi arasında ne farkvar?– Biri içilmez, diğeri geçilmez.– Beyoğlu ile Galata arasında ne fark var?– Kırk sekiz merdiven!– Vapur ile yelkenli arasında ne fark var?– Biri nefes alır, diğeri nefes verir.– Kadıköy ile Haydarpaşa arasında ne farkvar?– Yıkık bir rıhtım.– Boğaziçi vapurlarıyla Kadıköy vapurlarıarasında ne fark var?– Biri seri yürür, diğeri aheste.– Tarik gazetesiyle Saadet gazetesi arasındane fark var?– Biri tamir edilmez, diğeri bulunmaz.
– Edebiyat-ı Cedide ile Edebiyat-ı Atikaarasında ne fark var?– Biri şık, diğeri bozuk düzen.Ajans Enternasyonal İzmir, 20 MayısSol majör, fa minör diye öten bura ŞehirMektupçusu’nun ahengi falsolaşmıştır, tamirineçalışılıyor.Küba, 20 MayısZayıf balıklar açlıktan şikâyet ediyor.Merkuman dönmek niyetindedir.New York, 20 MayısKadınlar alayında yeni doğumlar vardır.Doğanlardan biri ‘Gönül’, diğeri ‘Alâka’ ve birkız çocuğu da ‘Mahsule’ ismini almıştır.Olmaz şey! Bizim Veled Çelebi büyük birziyan içinde kalmış. Lâtife bir tarafa, ciddendikkat edilmesi gereken bir vaka! Arkadaşımızevindeki bir hizmetçinin ihanetinin eseri olarakaltı yüz cilt kitabını kaybetmiş! Hizmetçi, yukarıkonsolda bulunan sekiz yüz lira kıymetindeki
mücevherleri aşırmak ve belli etmemek için eviateşe vermiş. Geçenlerde Defterdar’da meydanagelen yangına sebep buymuş. Hain, bu suretlekötü fikirlerinin kıymetini artırır; paraları,elmasları çalar; evi barkı yakar. Hazret-iVeled’in kitapları da yanar. Hususiyetle, kendinibildiğinden beri uğraştığı Türk Lugâtı da bunedenle kül olur, yazık! Hakikaten üzücü! Kötühizmetçi, bizi neredeyse nihayete ermek üzerebulunan nefis bir kitaptan mahrum bıraktığı içinlânet edilmeye lâyıktır.Gerçi Hazret-i Veled’in mesaisi azalmaz, fakatsarf edilen emeklere acımamak da bizimelimizden gelmez. Kendi kendimizi teselliederiz.Bizim direktörün rivayetine, idare memurunundirayetine, arkadaşların gayretine, dizgicilerinehliyetine, makinecinin maharetine, kahvecininkuvvetine, uşakların haber yaymalarına,hamalların dayanıklılığına bakılacak olursaServet gazetesi hazirandan itibaren YeniEdebiyat-ı Cedide’ye etkili bir ibret olsun diyeFransızca’dan ayrılacak, her ikisi de ayrı ayrı
yayınlanacakmış! Acaba ben orada da şehirmektupçuluğu edecek miyim? Duruma göreyazacağım galiba.Ellinci Mektupİki yazıcı çıktı meydâne, biribirinden merdâne“Yâr, ey ... Cif cof cof cif cof...”Çiçekçi Oğlu– Benzer, benzer!– Neye benzer?– Servet-i Fünûn’un söylemesine göre,palyaçoya!– Bilemedin, külhani!– Sabah’ın türetişine göre, uzun kulakyavruya!Tuhaf değil mi? Biri, ötekinin vukuf ve bilgikulağından yakalamış, çeker. Diğerleri, berikininsokakları süpüren kuyruğundan tutmak ister.Bendenizle birlikte muhterem okuyucularınhepsi de güler, durur. Bütün Dekadanlar âlemi
gücenmiş, dünyanın bütün komedya tiryakilerikasık bağı kullanmak zorunda.Okmeydanı Mektupçusu, akşama değinsarmaşıp konuşmaları seyrederek büyülenmiş.Haliç Gevezesi, vapurların hantallığından dolayıseyir zevkinden ayrı düşmüş; Hisar’ınki,mesafeden dolayı mahrum ve uzak; AksarayGülü, sefanın renginden mahmur; DireklerarasıBülbülü, şakşak çokluğundan sessizliğe vedinlemeye mecbur; Andelib’imiz, ağlamaklagülmek arasında kalmış, ağzını açmak bileistemez; Halıcıoğlu Yazıcısı, Altımermer’deoturmuş, karnı eder gurgur. Hiçbir kabahatiolmadığı halde, içlerinde ‘O da vardır!’ diyeŞehir Mektupçusu dahi katıştırıldığından çaresizve büsbütün mazur olup, gece gündüz çelik eliile demir kaleminin vuku bulacak taarruzlaraferyat etmekten uzak kalmaları duası ilemeşguldür.138Herkesin bildiği gibi “Dekadan” kelimesihiçbir zaman “sıpa” manasına olmayıp “balkabağı”, “sukabağı” ve “intihalci, taklitçi, şair,
naşir, nazım taslağı” manaları ile dahi aralarındabenzeyen taraf yoktur. Yalnız “Haber-iSahih”in139 açıklamalı sözlüğünde anlatılıpyazıldığına göre, birbiriyle eşmanalı sözlerinvarlığına inananlar indinde “Topatan” gibi hasbir sözle omuz öpüştükleri; hatta aralarındamücadele olduğunda dövüşüp, tarafların nezaketve zarafet sermayeleri ile doğru, rakiplerinasılsız şüphe ve düşünüşleri ile eş orantılı olaraksövüştükleri doğrudur. Bunların her ikisi deramazanda oruçlu, sahurdan sonra uyur ve ikiger üzerinde durur olmakla beraber, iddialarındadirenip vazgeçmez olduklarından, açıları toplamıkavis bakımından geniş açıdan küçük ve daraçıdan büyük; yükseklikleri ise tepelerdengramer kaidelerine indirilen vurucu dikeydengüdüktür. Geometricilerin “Eşek davası” diyeandıkları üzere, bir üçgenin üç açısı toplamı ikidik açıya eşit olalıdan beri, milletin ve uzağıgörenlerin kulaklarına ufuklardaki gökkubbeyibu yolda çınlatan bir seda erişmemiştir.Taze Havadis
Tramvay arabalarında rüzgâr çarpması ilegedikler açılması dolayısıyla, müşterilerinyağmurlu günlerde yanlarında birer şemsiyebulundurmaları gerektiğinin müdüriyettarafından lüzum görülenlere hatırlatılması;evvelki akşam değil, daha evvelki akşampiyasada dolaşan sevindirici haberlerdendir.Figaro’dan alınma tuhaflık:(İmlâ bahsi, yalnız bizde değil, Fransa’da dagariplikler uyandırmıştır. Bereket versinimlâcılarımız bizim üzerinde durulmaya değerolmadığımızı anladılar da bahsi kestiler. Fakat,Fransa’da hâlâ devâm ediyor.)Frengistan’ın Nailî-i Cedîd’i olan Buvaro,geçenlerde bir mağazaya girmiş. Genç, güzelkızların yazı makineleri işlettiğini görmüş. Hattamakineleri son derecede beğenmiş ve kızlardanbirine demiş ki:– Bari, işlediklerine göre, imlâları doğruyazıyorlar mı?
Elli Birinci MektupYeni Edebiyat-ı Cedide’ye göre şair...Öyle zannederim ki şair de bizim gibi insantürlerinden birine benzeyen bir adamdır. Meğeröyle değilmiş. Yeni tarifler bu şüphemi iptal etti.Bakın ne kandırıcı bir tarif ki, o günden beri bukıyafette bir adam aradım. Ancak göremediğimiçin belki Çin Maçin’de veya Avustralya’daveyahut Patagonya ile meçhul Afrika’da yiyipiçen bir ruhtan bahsedildiğine inandım. Çünkübir kere düşününüz:Açık bir alın, insana yakın bir bakış, içerisinikimse görmeyecek derecede kapalı bir yaratılış,ucu bucağı bulunmayan bir boşluk. Denizler,dalgalar, henüz tanyeri ağarmadan evvelgörünen uyanık ışıklar, gecelerin karanlığı,yanardağlar, şiddetli şimşekler, gök gürlemeleri,serpilip küsmesinden yüzünde meydana gelenrenk renk haber... İşte bu garip yaratılış bir âlemdeğil midir? İşte bu âlem... Durun... Biraz dahasabredin, zira bitmedi. Açıklayayım. Gözünüzünönüne şu koca tabiatı getirin. Ondan büyük, hem
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311