Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Yeraltından Notlar-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Yeraltından Notlar-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-20 23:37:03

Description: Yeraltından Notlar-Fyodor Mihailoviç Dostoyevski

Search

Read the Text Version

HASAN ÂLİ YÜCEL KLASİKLERDİZİSİ



YERALTINDAN NOTLAR



FYODOR MİHAYLOVİÇ

DOSTOYEVSKİ



RUSÇA ASLINDAN ÇEVİREN:

NİHAL YALAZA TALUY









TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜRYAYINLARI

Yeraltından NotlarFYODOR MİHAYLOVİÇDOSTOYEVSKİusça aslından çeviren:NİHAL YALAZA TALUYeditör:ALİ ALKAN İNALgörsel yönetmen:BİROL BAYRAMredaksiyonKORAY KARASULUdüzelti:MÜGE KARALOMgrafik tasarım ve uygulama:TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜRYAYINLARITÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜRYAYINLARIistiklal caddesi, no: 144/4 beyoğlu 34430istanbulTel. (0212) 252 39 91Fax. (0212) 252 39 95www.iskultur.com.tr

Genel Yayın: 1507Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuşmerhalesi, insan varlığının en müşahhas şekildeifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiylebaşlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, buifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır.Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletleredebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendiidrakinde tekrar etmesi; zekâ ve anlamakudretini o eserler nispetinde artırması,canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. İştetercüme faaliyetini, biz, bu bakımdanehemmiyetli ve medeniyet dâvamız için müessirbellemekteyiz. Zekâsının her cephesini bu türlüeserlerin her türlüsüne tevcih edebilmişmilletlerde düşüncenin en silinmez vasıtası olanyazı ve onun mimarisi demek olan edebiyat,bütün kütlenin ruhuna kadar işliyen ve sinen birtesire sahiptir. Bu tesirdeki fert ve cemiyetittisali, zamanda ve mekânda bütün hudutlarıdelip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir.Hangi milletin kütüpanesi bu yönden zenginse omillet, medeniyet âleminde daha yüksek bir

idrak seviyesinde demektir. Bu itibarla tercümehareketini sistemli ve dikkatli bir surette idareetmek, Türk irfanının en önemli bir cephesinikuvvetlendirmek, onun genişlemesine,ilerlemesine hizmet etmektir. Bu yolda bilgi veemeklerini esirgemiyen Türk münevverlerineşükranla duyguluyum. Onların himmetleri ilebeş sene içinde, hiç değilse, devlet eli ile yüzciltlik, hususi teşebbüslerin gayreti ve genedevletin yardımı ile, onun dört beş misli fazlaolmak üzere zengin bir tercüme kütüpanemizolacaktır. Bilhassa Türk dilinin, bu emeklerdenelde edeceği büyük faydayı düşünüp deşimdiden tercüme faaliyetine yakın ilgi ve sevgiduymamak, hiçbir Türk okuru için mümkünolamıyacaktır.23 Haziran 1941

Maarif Vekili

Hasan Âli Yücel

BİRİNCİ BÖLÜM

YERALTI[1]

IBen hasta bir adamım... Kötü bir adamım.Suratsız bir adamım ben. Galiba karaciğerimdenzorum var. Doğrusu hastalığımın ne olduğununda farkında değilim ya, hatta neremin ağrıdığınıbile iyice bilemiyorum. Tıbba ve doktorlarasaygım olduğu halde tedavi olmuyorum ve aslaolmayacağım. Bir yandan da aşırı ölçüde,mesela tıbba saygı besleyecek kadar boşinançlara bağlıyım. (Boş inançlara kapılmayacakkadar tahsil gördüm, ama inanıyorum işte.) Yokefendim, sadece inadımdan tedavi olmakistemiyorum. Siz herhalde bunu anlayamazsınız.Ama ben pekâlâ anlıyorum efendim.Huysuzluğumla kimin canını yakacağımıaçıklayamayacağım tabii; fakat tedavilerindenkaçınmakla doktorlara hiçbir \"fenalık\"edemediğimi, böyle hareket etmekle kimseyedeğil, yalnızca kendime zarar verdiğimi deherkesten iyi biliyorum. Tedavi olmamakta ısraredişim hep inadımdan geliyor. Karaciğerim miağrıyor, varsın daha beter ağrısın!Belki yirmi yıldır bu haldeyim. Kırk yaşıma

geldim. Eskiden çalışırdım, şimdi işi bıraktım.Fena bir memurdum. Kabaydım; kaba olmaktanzevk alırdım. Rüşvet almadığıma göre hiçolmazsa kendimi böyle tatmin etmeliydim.(Zevksiz bir nükte, ama üstünü çizmeyeceğim.Yazarken pek ince olur sanmıştım, halbuki adibir tafradan öteye geçemediğini kendim degörüyorum. Gene de, bunu bile bileçizmeyeceğim!) Masama gelen iş sahipleriyledişlerimi gıcırdatarak konuşur, içlerinden birinincanını sıktım mı, dehşetli zevk duyardım. Bunuçoğu zaman becerirdim de. Bilirsiniz, ricacılarınçoğu ödlekçe olur. Yalnız bunlardan züppece birsubayı hiç çekemezdim. Bir türlü yola gelmekistemez, karşımda iğrenç bir şekilde kılıcınışakırdatıp dururdu. Bu kılıç mücadelemiz tambir buçuk yıl sürdü. Sonunda zaferi benkazandım. Adam kılıcını şakırdatmaktanvazgeçti. Hoş, bu gençliğime ait bir vaka. Asılkötülüğüm nereden geliyor bilir misiniz baylar?En büyük kepazeliğim her an, en kızgın anlardabile, hiç de kötü, hırçın bir insan olmadığımı,sadece serçeleri ürküten kaynana zırıltıları misalikuru gürültü çıkardığımı utana sıkıla idrak

etmemdir. Hiddetten ağzım köpürmüşken birazyüzüme gülüp, önüme bir bardak şekerli çaysürerek gönlümü alırsanız, belki hemen o andayelkenleri suya indirirdim. Üstelikduygulanırdım da; ama ihtimal, sonradan kendikendime kızar, utancımdan aylarcauykularımdan olurdum. Huyum böyleydi işte.Demin, sert bir memurum demiştim ya, yalan.Hırsımdan yalan söyledim. İş sahiplerine de,subaya da laf olsun diye dikleniyordum;gerçekte hiçbir zaman zararım dokunmadıonlara. İçimde her an bunların tam tersi bir sürüduygunun kaynaştığını hissederdim. Bunlarıniçimde uğuldayıp durduğunu hissederdim. Buduyguların ömrüm boyunca kaynaştığını, dışataşmak için fırsat kolladıklarını biliyordum, fakatbırakmıyordum, bile bile bırakmıyordum. Beniutanç verecek kadar öyle bir sıkıyor, hırstanpatlayacak hale getiriyorlardı ki, sonunda bıktımusandım artık! Bunları yazarken pişmanolduğumu, adeta özür dilediğimi falansanıyorsunuz, değil mi baylar?.. Eminim öyledüşünüyorsunuzdur... Ama öyle bile olsa, inanınhiç umurumda değil...

Kötü biri olamamak bir yana, herhangi bir şeyolmayı da beceremedim: Ne kötü ne iyi, nealçak ne namuslu, ne kahraman ne de haşereninbiriyim. Şimdi bir yandan köşemde pinekliyor,bir yandan da acı, faydasız bir teselliyleavunuyorum: Zeki insanlar asla bir baltaya sapolamaz, olanlar yalnız aptallardır. Evet efendim,on dokuzuncu yüzyıl adamı en başta karaktersizolmalı, böyle olmaya manen mecburdur;karakter sahibi, çalışkan bir insansa oldukça darkafalıdır. Kırk yıllık bir ömürden sonra buinanca vardım. Kırk yaşındayım artık, şakadeğil; kırk yıllık koca bir ömür, ihtiyarlığın takendisi. Kırk yaşından fazla yaşamak ayıptır;bayağılık, hatta ahlaksızlıktır! Tümsamimiyetinizle, dürüstçe söyleyin, kırk yaşınıkim geçer? Ben söyleyeyim size: Aptallarlanamussuzlar. Bunu tüm ihtiyarlara, osaygıdeğer, ak saçlı, mis kokulu ihtiyarlarınyüzüne de söylerim! Tüm dünyanın yüzüne desöylerim! Buna hakkım var, çünkü ben de altmışyaşına kadar yaşayacağım. Hatta yetmişe kadar!Seksenimi bulacağım!.. Durun! Müsaade edin debiraz soluk alayım...

Sizi güldürmek istediğimi mi sanıyorsunuzbaylar? Bunda da yanıldınız. Sandığınız ya dasanabileceğiniz kadar neşeli bir adam falan dadeğilim; sonunda gevezeliğime sinirlenerek(zaten sinirlendiğinizi hissediyorum) kimolduğumu soracak olursanız, size sekizincidereceden memurum diye cevap vereceğim.Yalnızca karnımı doyurmak için çalışıyordum(ama sırf bunun için), sonra geçen yıl uzakakrabalarımdan biri bana altı bin ruble mirasbırakınca hemen istifayı basıp, oturduğum şuköşeye yerleştim. Önceden de buradaotururdum, ama şimdi iyice temel attım. Şehrinbir ucunda berbat, kötü mü kötü bir odam var.Hizmetçimse ahmaklığı yüzünden hırçın mıhırçın, çevresine iç bayıcı, pis kokular saçan,köylü bir kocakarı. Öteki beriki, Petersburghavasının bana dokunmaya başladığını, başkenthayatının ufacık gelirime göre olmadığınısöylüyorlar. Hepsini bütün bu tecrübeli, akıllıöğütçülerle dalkavuklardan daha iyi bilirim.Ama gene de Petersburg’da kalacağım, buradanbir yere gidecek değilim! Gitmeyeceğimçünkü... Eeh! Zaten gitsem de bir, gitmesem

de...Bununla beraber namuslu bir adamınbahsetmekten en çok zevk aldığı konu nedir bilirmisiniz?Cevap: Bizzat kendisi.Şu halde ben de kendimden söz açacağım.

IIDinlemek isteseniz de, istemeseniz de, şimdisize niçin bir haşere bile olamadığımı anlatmakistiyorum baylar. Tamamıyla ciddi olaraksöyleyeyim ki, böcek olmayı çoğu zamanarzuladım. Yazık ki buna bile layık olamadım.Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıylaanlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıylabir hastalık. İnsana, gündelik hayatınısürdürmesi için gereken anlayışın yarısı, hattadörtte biri dahi, yeryüzünün en soyut, en inatçışehri olan Petersburg’da oturmak gibi katmerlibir felakete uğramış, talihsiz on dokuzuncuyüzyıl aydınımıza yeterdi. (Öyle ya, şehirlerin deinatçı olanları ve olmayanları vardır.) Şu haldeinsan, örneğin içi dışı bir, işadamı denenkimselerin sahip olduğu anlayışla yetinmelidir.Bahse girerim ki, bunları gösteriş olsun diye,hem de kılıcını şıkırdatan subayımızınkitüründen zevksiz bir gösteriş için, işadamlarınıalaya alarak yazdığımı sanıyorsunuz. Fakatbaylar, siz hiç hastalıklarıyla övünen, helebunlarla gösteriş yapmaya kalkışan birini

gördünüz mü?Ama ne diyorum ben? Bunları yapanlar daoluyor; illetleriyle pekâlâ övünüyorlar, belki deherkesten çok ben övünüyorum. Boşunatartışmayalım, karşılığım manasız olur. Bununlaberaber, anlayışın yalnız çokluğunun değil,kendisinin bile hastalık olduğuna dair güçlü birinancım var. Bunda da ısrarlıyım. Bunu bir aniçin bırakalım. Bana şunu söyleyin: Bazen,eskilerin söyleyişiyle \"bütün güzel, yüksekşeyler\"in inceliğini kavramaya hazır olduğumsırada, ama neden ille de tam o anlarda öylebiçimsiz hareketler yapıyordum... yani bunlarınyapılmaması gerektiğini anladığım anda mahsusyaparmış gibi böyle hareketlere kalkışmamneden ileri geliyordu? İyiyi, \"güzel ve yüksekşeyleri\" ne kadar çok anladıysam, o kadarderinlerine battım, sıkıştım kaldım içlerinde.Bundaki önemli nokta, bu halimin tesadüfi değilde, adeta kaçınılmaz bir nitelik taşımasıydı.Sanki bu hal bir hastalık, bir düzensizlik değil,benim doğal halimdi; sonunda buna karşı koymaisteğim bile kalmamıştı. Bu halin benim içindoğal olduğuna neredeyse inanacaktım (belki de

inanmıştım). Başlangıçta bu mücadele beni öyleüzdü ki! Başkalarının da aynı durumlakarşılaştığına inanmadığım için, bunu ömrümboyunca sır olarak sakladım. Kendimdenutanıyordum (belki şimdi bile utanırım); bayağıbir Petersburg gecesinden sonra evime dönünce,o gün gene bir kepazelik yaptığımı, bunu tamireimkân olmadığını bütün varlığımla hissedereksinsi, anormal, adi bir sevinç duymaktankendimi alamaz, içimi dolduran acılıkzayıflamaya başlayıp ilkin alçakça, melunca birhazza, sonunda da ciddi bir zevke dönüşünceyedek gizliden gizliye kendi kendimi yiyipbitirirdim. Evet, tam manasıyla zevkti bu! Bununda arkasında dururum. Bu konuyu başkalarınında bu çeşit zevkler duyup duymadıklarınıanlamak için söz açtım. Biraz açıklayayım: Bu,küçülmenizi olanca şiddetiyle idrak etmeninverdiği zevktir; o kötü halinize rağmen başkatürlü olamayacağını, tek bir kurtuluş çaresibulunmadığını, artık değişemeyeceğinizi, hattabunun için zamanınız, inancınız olsa bilekendinizin istemeyeceğinizi anlamanın zevkidir.Ayrıca değişmek isteseniz de fark etmezdi, zira

sizin için başka yol kalmamıştır muhtemelen. Enönemli nokta, hadiselerin doğrudan doğruya,üstün anlayışın tabii ve temel kanunlarındankaynaklanması veya bunlara bağlı olmasıdır;dolayısıyla hiçbir şeyi değiştiremeyeceğin gibi,yapacak bir şeyin de yoktur. Üstün anlayışteorisinden örneğin şöyle bir sonuç çıkarılabilir:Alçağın biri alçak olduğunu gerçektenhissediyorsa, alçaklığından avunma payıçıkarmaya hakkı vardır. Fakat yeter... Bir yığınlaf ettim, ama bir şey açıklayabildim mi? Bu işinzevkini nasıl açıklayacağız? Ama ben açıklarım!Başladığım işi sonuna kadar götürürüm! Elimekalemi bunun için aldım zaten...Örneğin, ben son derece onurlu bir adamım.Bir kambur ya da bir cüce kadar da evhamlı,alınganımdır, gene de öyle zamanlar oldu ki,birisi yüzüme bir şamar aşk etse sevinçduyardım belki. Ciddi söylüyorum; herhaldebunda bambaşka bir zevk, şüphesizumutsuzluktan doğan bir zevk bulabilirdim;umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle de içindebulunduğun durumun çaresizliğini açıkçakavramışsan. Tokadı yiyince, bilinç öyle bir

ezilir ki, pestile döner. Bana en çok dokunan,suçlu olsam da olmasam da her zaman bir çeşittabiat kanununa uyar gibi, herkesten öncekendimi suçlu görmemdi. Bu, ilkin çevremdeherkesten akıllı olmamdan ileri geliyor.(Kendimi daima etrafımdakilerin hepsindenakıllı sayar, hatta inanır mısınız, bazen buyüzden utanç duyardım. Zaten hayatımdakimsenin yüzüne doğruca bakamaz, hepbakışlarımı kaçırırdım.) Ayrıca bir suçum dahavardı: Âlicenap değildim, âlicenap olmakelimden gelmiyordu; olsam bile bu duygudanfaydalanamayacağım için daha çok azapduyacaktım. Herhalde bu erdemimi yerindekullanamazdım: Affedemezdim, çünkü suçlutabiat kanunları gereği bana vurmuş olabilirdi vetabiat kanunlarını affetmekten de söz edilemez;unutamazdım, çünkü tabiat kanununa uysa dabir hakaret unutulamaz. Ama öte yandanâlicenap değilim diye hakaret edenden öç almakistesem de elimden bir şey gelmezdi, çünkühiçbir zaman, hiç kimseye bir şey yapmayacesaret edemezdim herhalde. Peki, neden cesaretedemezdim? Bu konuda bir iki söz söylemek

isterim.

IIIÖç almak isteyen veya genel olarak kendinikorumasını bilen dişli kimseler bunu nasılyapar? Böyleleri kendilerini öç hissinekaptırdılar mı, bu duygu varlıklarında her şeyisiler süpürür. Böyle bir adam kudurmuş bir boğagibi, boynuzlarını öne eğerek hedefe doğru atılırve ancak önüne çıkan bir duvar onu durdurabilir(bu arada, o içi dışı bir adamlar, o iş güçsahipleri böyle bir duvarla karşılaşınca içtenlikleduruverirler. Onlar için duvar, düşünebilen vebu yüzden de eli böğründe bekleyen bizler içinolduğu gibi, ciddiliğine kendimizi dahiinandıramasak da sevinçle, dört elle sarıldığımızbir geri çekilme bahanesi değildir. Hayır, onlarınvazgeçişleri son derece içtendir. Duvarın onlariçin yatıştırıcı, huzur verici, hatta bir dereceyekadar mistik bir anlamı vardır... Neyse, duvarbahsine sonra döneriz). İşte ben, içi dışı birinsanı, tabiat ananın şefkatle, özene bezeneyarattığı, gerçek, normal insan olarak görürüm.Böyle bir adamı delicesine kıskanırım. Ahmakolmasına ahmaktır; bunun aksini iddia edecek

değilim, fakat normal adamın ahmak olmasıgerekmediği ne malum? Belki bu halin kendinegöre güzelliği bile vardır. Bu konudan bir çeşitşüphe duymamın nedenlerinden biri de normalbir adamın karşıtının, yani tabiat ananınyarattıklarından değil de laboratuvar imbiğindengeçmiş, üstün anlayışlı bir adamın (bu da birazmistisizm gibi oldu galiba, ama bundan da emindeğilim), bazen tüm manevi üstünlüğünerağmen, zıddının karşısında acizliğini kabullenipkendisini samimi olarak bir fare gibi görmeyebaşlamasıdır. Üstün anlayışlı olmasına üstünanlayışlıdır, ama olup olacağı bir faredir; halbukikarşısında bir insan vardır... vs. vs. İşin enönemli tarafı bu adamı fare sayanın bizzatkendisi olmasıdır, yoksa kimsenin ona bundansöz açtığı yoktur ki, bu da gayet önemli birnokta. Şimdi de faaliyet halindeyken bu fareninyaptıklarına bir bakalım. Diyelim ki, onu incitenbir hadise olmuştur (bu hemen hemen her zamanolur) ve fare intikam almak istemektedir. İçindebir l’homme de la nature et de la vérité’den[2]daha çok fenalık birikir. Hakaret edene,kendisine yapılan kötülüğe kötülükle karşılık

vermek için duyduğu iğrenç, alçakça istek,muhtemelen bir l’homme de la nature et de lavérité’den daha çok içini kemirir, çünkü birl’homme de la nature et de la vérité, doğuştanahmak olduğu için öç almayı düpedüz bir haksayar; halbuki fare üstün anlayışı yüzündenbunu adil bulmayarak reddeder. Nihayet sıramaksada, yani öç alma fiiline gelir. Zavallı fareilk kepazeliğinin yanına bir sürü sual, şüpheşeklinde o kadar çok yeni yeni kepazelik katmış,bir sorunun etrafına öyle çok çözülmemişmesele yığmıştır ki, tam manasıyla neyapacağını bilmez haldedir; varlığına isteristemez giren şüphelerden, heyecandan veonunla açıktan açığa alay eden içi dışı bir iş güçsahipleriyle hâkim durumdaki tiranlarıntükürüklerinden meydana gelmiş uğursuz birkarışım, kokuşmuş, cıvık bir çamur yığını, onuçepeçevre sarmıştır. Farenin bu durumkarşısında tutacağı tek yol, her şeyden vazgeçipyapmacık, kendisinin de inanmadığı küçümserbir gülümsemeyle delikçiğine kaçmaktır. Oradapis, leş kokan yeraltında hakarete, alaya uğramışzavallı faremiz derhal kesin, zehirli ve özellikle

sonsuz bir kin beslemeye başlar. Artık kırk yıl,durmadan, uğradığı hakareti en ufak, enutandırıcı ayrıntısına kadar hatırlayacak, herseferinde kendinden de büsbütün yüz kızartıcışeyler ekleyerek bu uydurmalarına alabildiğineüzülüp sinirlenecektir. Bir yandankurduklarından utanır, bir yandan da kafasınıkurcalaya kurcalaya \"olabilirdi\" bahanesiyleolmuşları alabildiğine şişirir, eklemeler yapar vehiçbir şeyi affetmez. Belki öç almaya da kalkışır,ama bunu miskince, sinsi sinsi, ne öç almakhakkına ne de başarısına inanarak yapar; buteşebbüsün onu öç almak istediği kimseden yüzkat daha fazla üzeceğini, ötekininse kılının bilekıpırdamayacağını önceki tecrübeleri sayesindeta baştan beri bilir. Ölüm döşeğinde bunları birkere daha, hem de birikmiş faiziyle hatırlar ve...Ama sözünü ettiğim o garip zevkin özü de busoğuk, bu çirkin yarı ümitsizlik ve yarı inançta,üzüntüden kendini şuurlu olarak kırk seneliğineyeraltına gömmede, mahsus tertiplendiği haldedurumun pek o kadar içinden çıkılmazolmamasında, içe işlemiş ama bir türlü tatminedilmeyen o zehirli arzularda, kesin olarak

verilen kararlarla hemen ardından duyulanpişmanlıklar arasındaki hummalıduraksamalardadır işte. Bu zevk o derece ince,anlaşılması o kadar güç bir duygudur ki, pek darkafalı olmayan, hatta sinirleri çok sağlamkimseler bile bundan zerrece nasiplerinialamazlar. Şimdi siz sırıtarak, \"Belki tokatyemeyenler de anlamaz?\" diye ekleyecek venazik bir şekilde, yediğim bir tokat yüzündenböyle uzman gibi konuştuğumu imaedeceksiniz. Bu hususta düşündükleriniz benihiç ilgilendirmiyor ya, yine de hiç tokatyemedim baylar, merak buyurmayın. Hattahayatta tokat atmak için pek fırsatbulamadığımdan üzülmesi gereken belki debenim. Ama yeter, sizi epey ilgilendiren bukonuda tek sözcük daha etmeyeceğim artık.Zevklerin bazı inceliklerini kavrayamayansağlam sinirli insanlar hakkında sakin sakinyazmaya devam edeyim. Bu zatlar, sırası gelinceöküz gibi boğazlarını yırtarcasına böğürmekledahi yükselebilir, ama demin de söylediğim gibi,bu çeşit insan imkânsızlıkla karşılaşınca derhalsiner. İmkânsızlık bir taş duvar mıdır yani? Nasıl

bir taş duvar? Elbette tabiat kanunlarından, tabiatbilgilerinden çıkarılan sonuçların, matematiğintaş duvarı. Biri çıkıp da atalarımızın maymunolduğunu ispat ederse, ister istemez kabul etmekzorundasın. Gövdendeki tek bir yağ damlasınınsenin için yüz binlerce hemcinsininkinden dahadeğerli olması gerektiği, erdemlerin, ödevlerin,inançların ve öbür safsataların hep bu sonucagöre çözümleneceği ispat edilirse, yine olduğugibi kabulleneceksin; itiraz edemezsin, çünkübunlarda matematiğin iki kere iki dört kesinliğivardır. Biraz itiraz etmeyi deneyin isterseniz.\"Aman efendim, nasıl itiraz edersiniz, bu ikikere ikinin dört ettiği gibi açıktır.\" diye çıkışırlarsize, \"Doğa size danışmaz; beğenmediğiniz,şahsi istekleriniz ona vız gelir. Tabiatı olduğugibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmekzorundasınız. Duvar, duvardır vs. vs.\" HeyTanrım, ya herhangi bir sebeple bu kanunlardanve iki kere ikinin dört etmesindenhoşlanmıyorsam, tabiat kanunlarından, iki kereikinin dört etmesinden bana ne? Şüphesiz böylebir duvarın hakkından gelmeye gücüm yetmezseboşu boşuna yırtınacak değilim, ama karşımda

gücümün yetmediği bir taş duvar var diyebüsbütün boyun eğmeye de razı olamam.Sanki bu çeşit taş duvarlar gerçekten insanırahatlatan, sırf iki kere ikinin dört edişi gibikesinlikleriyle kâinatı etkileyebilecekkuvvetlerdir. Saçmaların en büyüğü! Öte yandanbütün imkânsızlıkları, bütün taş duvarları görüpanlayabilseniz, yetersizliklerin ve taş duvarlarınbiriyle olsun uzlaşamamaktan iğrenseniz, hattahiç suçunuz olmadığını bile bile mantığınmutlak, kaçınılmaz kurallarına uyarak, oölümsüz taş duvar konusunda kendinizisuçlayacak kadar çirkin sonuçlara varıp,aczinizden sessizce diş gıcırdatarak kendiniziadeta bir şehvet duygusuyla atalete teslimetseniz, sonra da ortada hırsınızı alacak tek birvarlık bulunmadığını, çevrenizde dönenlerin elçabukluğu, hileler ve düzenbazlıktan meydanagelmiş bulanık bir karışım olduğunu fark etsenizbile, bütün bilinmeyenlere, hilelere rağmeniçiniz sızlar, bilmedikleriniz arttıkça sızılarınız oölçüde çoğalır!

IV— Hah-ha-ha!.. Şu halde sizin için dişağrısının da zevki var, diye güleceksiniz bana.— Neden olmasın? derim. Diş ağrısının dakendine göre zevki vardır. Tam bir ay çektiğimiçin gayet iyi bilirim. Tabii bu halde içten içe birhiddet duyulmaz, iniltiler çıkarılır; ama bunlariçten gelmeyen yapmacıklı inlemelerdir ki,mesele de bunda zaten. Acı çeken kimseinlemekten zevk alır; almasa inlemesini pekâlâtutardı. Bu çok hoş bir örnektir okuyucularım,üzerinde durulmaya değer. Bütün bu inlemeler,bir yandan ağrılarınızın küçültücü gayesizliğinianladığınızı gösterir; öte yandan da varlığınıumursamadığınız halde, kılı kıpırdamadan sizihırpalayan tabiat anaya karşı yükselen şikâyettir.Karşınızda bir düşman olmadığını bildiğinizhalde ağrılarınızın sürdüğünün, Wagenheimlarınmüdahalesine rağmen dişlerinizin esiri olmaktankurtulamadığınızın, sizin dışınızda bir kuvvetinistese diş ağrınızı hemen kesebileceğinin, amaistemediği için üç ay daha süreceğinin ifadesidir;son olarak, hâlâ boyun eğip isyanınızdan

vazgeçmemişseniz, kuru teselli olarak ya kendikendinizi kırbaçlayın ya da mahut duvarınızahürmetlice birkaç yumruk indirin, başka hiçbirçare yoktur zira. İşte efendim, kimden geldiğibelli olmayan, fakat içinize işleyen hakaret vealaylardan, bazen şehvete varan bir zevkduyulmaya başlar. Baylar, rica ederim, diş ağrısıçeken şu on dokuzuncu yüzyıl aydınınıniniltilerine, hastalığının ikinci, üçüncü günündeartık inlemesi, ilk günkü gibi, yalnız dişağrısından gelen, kaba bir köylünün iniltileriolmaktan çıkıp, şimdikilerin söyleyişleriyle\"topraktan ve halk kökünden\" sıyrılıpmedeniyetten, Avrupa kültüründen nasibinialmış bir insanın inlemesine dönmüşken birkulak verin. İnlemesi gitgide çirkinleşir, pis birhırçınlığa dönerek günlerce, gecelerce devameder. Bunun bir fayda sağlamadığını,dırlanmalarıyla kendisi kadar başkalarını daboşu boşuna rahatsız ettiğini herkesten iyi bilir;önünde yırtınıp durduğu dinleyicilerin, yaniailesinin ona zerre kadar inanmadığından,bıkkınlık içinde, bu adamın yapmacıklı, şımarıkhalini bırakarak ıstırabını daha sade, daha tabii

şekilde ifade edebileceğini düşündüklerinden dehaberi vardır. İşte zevk de tüm bunları vekepazeliğini anlamasındadır. \"İşte sizleri rahatsızediyor, içinizi parçalıyor, ev halkına uykuuyutmuyorum. Uyumayın, hepiniz her an,dişlerimin ağrıdığını duyun. Artık karşınızdailkin görünmek istediği gibi bir kahraman değil,sadece miskin, şirret bir adam var. Pekâlâ, öyleolsun! Foyamı meydana çıkardığınızamemnunum. Pis pis dırlanmalarımı dinlemekteniçinize fenalıklar geliyor, öyle mi? Gelsin, bende sesimi değiştirip büsbütün berbat bir makamtuttururum...\" Hâlâ anlamadınız mı baylar?Galiba bu zevkin bütün kıvrımlarına nüfuzedebilmek için daha gelişmek, daha üstün biranlayışa sahip olmak lazım. Ama sizgülüyorsunuz, öyle mi? Memnun oldum.Şüphesiz şakalarım oldukça zevksiz, karışık vedüzensiz; insanda bir güvensizlik yaratıyor. Bu,kendime saygı duymayışımdan ileri geliyor.Anlayışlı bir adam kendisine saygı duyabilir mihiç?

VKüçülmekten bile zevk almaya kalkışan biradamın, biraz olsun öz saygısı kalır mı? Bunuusanç veren bir pişmanlığın etkisindesöylemiyorum. Öteden beri, \"Affedersinizbabacığım, bir daha yapmam.\" demekten nefretettim; bunu söylemek bana güç geldiği içindeğil, tam tersine gayet kolay söylüyordum.Hatta mahsus yapar gibi, zerre kadar suçumolmadığı durumlarda bile kendimi suçluçıkarırdım. Bu da hepsinden kötüydü. Bu seferyine duygulanır, pişmanlık duyar, gözyaşlarıdökerdim; bunları da öyle yalandan falanyapmazdım, ama şüphesiz hepsi kendi kendimikandırmak içindi. Kalbimde bir kötülük nüvesivardı... Tabiat kanunları beni ömrüm boyuncaher şeyden çok hırpaladığı halde, bu durumlardaonları suçlamak da imkânsızdı. Şimdi aynışeyleri hatırlamak içime fenalıklar veriyor, ozamanlar da verirdi. Bir dakika geçince kendikendimi yiyerek, bütün bu pişmanlıkların,duygulanmaların, değişme antlarının hepsininyalan, kocaman çirkin bir yalandan başka bir

şey olmadığını anlıyordum. Kendimi türlü türlüşekillere sokarak hırpalamamın, işkenceetmemin sebebini soracak olursanız, size, boşdurmaktan canım sıkıldığı için çeşit çeşitmarifetleri denedim, diye cevap veririm ki,gerçekten de öyle. Siz de kendinizi iyice biryoklayacak olursanız, bunun böyle olduğunuanlarsınız baylar. Kendi kendime macerahayalleri kuruyor, kafamda uydurduğum birhayatı yaşıyordum. Durup dururken, ortada folyok yumurta yokken kendi kendimigücendirdiğim çok oldu; aslında hiç sebepolmadığını bildiğim halde kendimi öyledolduruyordum ki, sonunda gerçekten gücenipiçerliyordum. Bu çeşit oyunlar yaşamımı öyle birsarmıştı ki, nihayet adeta kendime hâkim olamazhale geldim. Bir defa, hatta bir de değil, iki defa,zorla âşık olmayı bile istedim. İnanın ıstırap bileçektim baylar. Ruhumun uzak bir köşesinde buıstıraba inançsızlık, alay kıvılcımları titreşiyordu,ama gene de maddi bir ıstırap çekmeye devamediyordum; üstelik dört başı mamur bir âşık gibikıskanıyor, kendimi kaybediyordum... Sebephep can sıkıntısıydı baylar, hep can sıkıntısı;

atalet beni eziyordu. Zaten şuurun meşrumahsulü atalet, yani gönüllü avareliktir. Bundanyukarıda da söz etmiştim. Tekrar ediyorum:Bütün samimi insanlar ve işinde gücünde olanlarahmak, dar kafalı oldukları için faal kimselerdir.Nasıl açıklamalı? Bakın şöyle: Bu çeşit insanlar,akılları kıt olduğu için herhangi bir konuda anasebepleri araştırmadan hemen el altındaki ikinciderece sebeplere bağlanıverir ve doğru hareketettiklerinden emin oldukları için de rahatlarlar;en önemlisi de budur zaten. Herhangi bir işebaşlamadan önce, ilkin rahatlamak, bütün şüpheve tereddütlerden kurtulmuş olmak şarttır. İyiama, ben kendimi nasıl rahatlatayım?Dayanabileceğim esaslar, ana sebepler nerede?Nereden bulacağım bunları? Sırf fikir jimnastiğiyapmak için ele aldığım herhangi bir ana sebepbile arkasından daha önceki bir sebebisürüklüyor ve bu böylece aralıksız devamediyor. Anlayışın, derin düşünmenin esası dabudur. Demek yeniden tabiat kanunlarıylakarşılaşıyoruz. Peki ne sonuca vardık bundan?Yine aynı şeye. Hani demin öç almaktanbahsetmiştim (herhalde üzerinde durmamıştınız).

İnsanın hak yerini bulsun diye öç aldığı söylenir.Şu halde esaslar da, ana sebep de bulunmuştur:Adalet. Bu durumda her açıdan içi de rahatlarsa,artık tamamıyla sakin, hatta iyi, doğru bir işyaptığına emin olarak öç alır. Halbuki benbunda ne adaletle ne de erdemle ilgili bir yönbulurum, intikam almaya kalksam, bunu sırfkinimden yapacağımı bilirim. Kin gerçektenbütün kuşkularımı yok edecek sebep olmadığıiçin, temel sebep yerine geçebilirdi elbette. Gelgelelim, kin bile duyamıyorum (zaten deminbundan başlamıştım ya). Kinim, hep o uğursuztabiat kanunları yüzünden adeta kimyasal birbozulmaya uğruyor. Bir de bakarsın, esas maddeuçmuş, sebepler buharlaşmış, suçluyu bulmakimkânsız olmuştur; hakaret hakaretlikten çıkıp,kaderin bir cilvesi, kimsenin suçu olmayan dişağrısı gibi bir şey haline gelmiştir ve elbetteduvar yumruklamaktan başka çare kalmamıştır.Esas sebebi bulamayınca vazgeçer, bıkarsınız.Bir kere kendini duygularına kaptır, bir anlığınaşuurunu susturup, düşünmeden, esas aramadanhakaret et, nefret et, birini sev, daha doğrusu boşdurmamak için bir şeyler yap bakalım. En geç

öbür gün bu bilinçli kandırmaca yüzünden kendikendini küçümsemeye başlarsın. Sonuç: Sabunköpüğü ve atalet. Ah baylar, belki de benömrüm boyunca başlamayı da, bitirmeyi debeceremediğim için kendimi akıllı bir adamsayıyorum. Ben de herkes gibi gevezenin,zararsız ama can sıkıcı boşboğazın biri olayım,ne çıkar. Ne çare ki gevezelik, daha doğrusuelekle su taşımak her zeki adamın kaderineyazılıdır.

VIKeşke sadece tembellik yüzünden hiçbir şeyyapamasaydım. Tanrım, o zaman kendime nebüyük saygı duyardım. Tembellik de olsa belirlibir özelliğe sahibim, buna eminim diye kendimesaygı duyardım. Benim için, \"Kim bu adam?\"diye sorulunca \"Tembelin biri.\" cevabınıverirlerdi ki, bunu duymaktan da son derecehoşlanırdım. Benim de kendime göre birniteliğim, hakkımda söylenecek söz olurdu.\"Tembel!\" Şaka değil, bu bir unvan, bir mevki,başlı başına bir istikbaldir efendim. Alayetmeyin, gerçekten öyledir. O zaman haklıolarak en gözde kulübün üyesi olur, kendikendime saygı göstermekten başka bir iştutmazdım. Ömrü boyunca Lafitte şarabındananlamasıyla övünüp duran bir adam tanırdım.Bunu eşsiz bir erdem sayıyor, kendi hakkında enufak bir şüphe duymuyordu. Ölürken yalnız içhuzuru duymamış, zafer kazanmışların o enginsaadetini de tatmıştı ve bunda yerden göğe kadarhaklıydı. Öyleyse ben de tembel bir obur olmayıkendime iş diye seçebilirdim; ama öyle sıradan