— İngilizler aflarını talep edenlere versinlerMösyö, affı zalimler değil, mazlumlar verir.Çanakkale’de dövüşürken ne asi ne esirdik.Namuslu bir millet gibi dövüştük, öldük,öldürdük. Ne zamandan beri ve hangi milletleharb edilir de mağlûb olduğu zaman ona katildenilir?— İngiliz kanıyla Türk kanı bir mi, Madam?— Mikroskop altında İngiliz kanınıgörmedim. Rengi bizimki kadar kırmızı mıyoksa mavi mi, bilmiyorum. Fakat Türk kanıateş gibi sıcak ve kırmızıdır.— Peki Madam, Türk kanını tahkiretmiyorum350. Yalnız kendinizi İngilizlereaffettirmeye muhtaçsınız, demek istiyorum.— Siz bizden af talep ediniz351. Dünmütareke yaptınız, dün silâhlarımızı bizebıraktırdınız. Bugün memleketimize hırsızlarıkatilleri gönderiyorsunuz ve katilleri, hırsızları,
tarihî bir şerefi olan büyük donanmanızhimaye etti. Yeşil İzmir’i kan ve alev içindebıraktınız. Bakınız sokaklarına, üniformalıhırsızlar, katiller silâhsız ahaliyi kurşunla,dipçikle öldürüyor. Her evden koltuğunda birbohça, bir Yunan neferi çıkıyor. İhtiyarlarınbaşı taşla ezilmiş, siyahlı kadınlar mütemadiyenbu vahşi sürüden kaçışıyor. Elleri bağlı masumkafileleri süngüleyerek, yüzlerine tükürerek,kan içinde sürükleyerek gemilerinizin önündengeçiriyorlar. Haydutluğu alkışlamadığı için iştenamuslu bir adamı parçalıyorlar, bir sürüYunan askeri onu kendi kapısının önündebağırarak, söverek parçalıyorlar. Sırf eğlenceiçin beş yaşında bir çocuğa nişan alıyorlar.Zavallı yuvarlak küçük mahlûk! Siyahgözlerinde yaşlar kurumadan kalbindenvuruldu, nişan o kadar iyi alındı ki, küçükdudaklarından “anne” diye bir şikâyet bileçıkmadı.
İhsan, Ayşe’nin sandalyesinin arkasını ikielleriyle koparacak gibi tutuyor, yüzü öylekorkunç ve gergin ki. Mister Cook,mazlumların zalimlerden kuvvetli olabileceğiniduydu mu bilmem, fakat odanın havasını fazlakorkunç ve bârid352 buldu. Tuhaf birciddiyetle kalktı. Biraz kısık bir yılan ıslığı ile:— Bugün bana İzmir Kızı’nı dinlettiniz,teşekkür ederim, dedi. Kimse elini uzatmadı.O, Salime Hanım’la çıkarken ben de kapıyakadar gittim.Odaya dönünce genç askerleri Ayşe’ninsandalyesi etrafında diz çökmüş buldum.Haşmet Bey ve ihtiyar Sabri Paşa da dahilolduğu hâlde, İzmir Kızı’na kılıçlarını vakfediyorlardı353. İhsan’ın biraz kısık sesiniduydum:— Her azamız354 kopuncaya kadar İzmiryolunda kılıcımızı kınına355 koymayacağız.
Deminki kavî, muzaffer Ayşe, âciz356 birçocuk gibi, zavallı bir ana gibi hıçkıra hıçkıraağlıyordu.— Ne oluyorsunuz, dedim. Milletin bizimgibi gayri müsellâh357 kısmı kılıçlılardan dahaçok. Harp bitti. Medenî sulhün nimetini358bize Mister Cook anlattı. Bunun üstüne çayiçmez misiniz?Bunu kâğıt kokuları ve daire söyledi, Ayşe!Ben hepsinden daha aşağı yüzükoyun yattım.İçimden haykırdım.Her azam kopuncaya kadar Ayşe! Senduymadın, bilmedin, yeşil gözlerinde yaşkurudu. Bana merhametle baktın. Hâlâbilmiyorsun. Bak iki bacağım koptu, fakatdövüşmek için iki kolum daha var. Aç gözleriniAyşe, alnındaki kırmızı yarayı kaldır. Yanındayatan şehitten, etrafındaki ölenlerden ben aşağıdeğilim. Ben de, ben de senin için, İzmir için
her azam kopuncaya kadar vuruşacağım.211. 5 Kasım 1921.212. İlk önce213. Şaşılacak.214. Dayanma, dayanıklılık.215. Sonsuz, ucu bucağı olmayan; burada; çeşitli,sayısız.216. Sığınmış.217. Acısının, kederinin.218. Renksiz, hoş kokulu, daha çok anestezidekullanılan yatıştırıcı ve uyuşturucu bileşik(CHCl ).3219. Korkunç.220. Acımasızlığı.221. Dayanıklı.222. İzmir’in işgalini protesto nedeniyle 6 Haziran
1919’da Sultanahmet Meydanı’nda yapılan büyükmiting. Halide Edib burada etkili bir konuşmayapmıştır.223. Kutsanmış.224. Kendilerine zulmedilenlere, boynubüküklere.225. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protestonedeniyle 19 Mayıs 1919 günü Fatih’te yapılanmiting.226. Mahfil’in çoğulu. Oturulacak, görüşülecekyerler, toplantı yerleri.227. Kaynamasını.228. Kararsız, çekingen.229. Aşırı heyecan.230. (Yun.) Palikaria. Kabadayı Rum delikanlısı.Yermeli olarak Yunanlı.231. Mümkün.232. Yolcu trenlerinde biletleri denetleyen vevagon işlerine bakan görevli. Bu metinde vatmanveya biletçi yerine kullanılmıştır.
233. Dikkat çeken.234. Oscar Wilde. İngiliz şair, oyun yazarı,romancı.235. Kapalı ve yalnız arkada oturulacak yeri olan,dört tekerlekli araba.236. Heyecana kapılmış, heyecanlı.237. Birdenbire öfkelenecek, köpürecek,parlayacak.238. Anlamlı, manalı.239. Karanlık, belirsiz.240. Gürültülü.241. Öfkeden, hınçtan.242. Ayrıntıları.243. Belirtisi, işareti.244. Yoğunluğunu.245. Abartan.246. Oturanlarını, sakinlerini.247. Asık suratlı, somurtkan.248. Sessiz.
249. Düz yakalı, önü ilikli bir tür ceket.250. (Fr.) Arkası yırtmaçlı, etekleri uzun çift sıradüğmeli, resmî erkek ceketi.251. Herkesin gözü önünde.252. Versailles Sarayı.253. Aydının.254. Yoğun.255. Kümeleri, yığınları.256. Girecek ya da geçecek yer.257. Sakat.258. Beyin depremini.259. Dinî törene, ibadete.260. Müslümanlıkta Tanrı’nın büyüklüğünü,yüceliğini anmak için söylenen ve Allahu ekbersözü ile başlayan duanın kendine özgü makam ileokunması.261. Sesi.262. Yüzeyini.263. Eşsiz, eşi benzeri olmayan.
264. Hâkim olan, hükmeden.265. Gürültüsü, bağırıp çağrışması.266. Umut bağlanan yer.267. Daimî, sürekli, ebedi.268. Bu metinde kastedilen: Alanı.269. Vatansever şair Mehmet Emin Yurdakul.270. Sakat, hastalıklı.271. Görkemli, şatafatlı.272. Tanrısal.273. Istırap.274. Tekrarlanıyor.275. Yeminimizi.276. Heybetli, azametli.277. Katıldılar.278. Parıltı.279. Açık, belli.280. Taçlandırılmış.281. Yardımcı.
282. Avunma, avuntu.283. Saygı ve heyecanı.284. Hor görülmenin, alçalmanın.285. Somut.286. Bayrağı, sembolü.287. Güçlü, kudretli.288. Silâhlanmış.289. Tepkisi, reaksiyonu.290. Boşaltmışlardı.291. 7 Kasım 1921.292. Yası.293. Olumlu.294. Hayal etme gücü.295. Resmini yaptı.296. (Fr.) Heykel.297. Parlak, renkli bitkilerin.298. İslam kaynaklarında Cennet’ten kovulan Hz.Adem’in ayağını bastığı ada, bugünkü Sri Lanka.
299. Tutkulu.300. Kılıklar, şekiller.301. Kadere boyun eğmiş.302. Susma, somurtma; burada: Durgun.303. Sıkıntısı, üzgüsü.304. Gümüş renginde olan.305. Büyüklük taslayan.306. Bakışla.307. Habersiz.308. Üstün.309. Koruyucu.310. Yeri.311. Sonuna.312. Zihinde beliren soruyla.313. Bilgi.314. Bir şeyi yapmaya, başarmaya gücü yeten.315. Neticelerinden, sonuçlarından.316. Düşünceli, sıkıntılı, kederli.
317. Şaşırtıcı bir şekilde.318. Yatıştırdı.319. İncitmek.320. Yakınlık duymasını.321. Kendine çekmek.322. Politika, siyaset işleri.323. Karşılık vermedi.324. Albay.325. 9 Kasım.326. Şekilleniyor.327. Açık, göze çarpan.328. Gizli ve ince alay.329. Kibirli, kendini beğenmiş.330. Alaycı.331. Yorumladığı.332. Sömürge.333. Örneği.334. Kudretli.
335. Kandırmaya, inandırmaya.336. Beyhude, anlamsız.337. Boşuna.338. Albay, miralay.339. Çok tekrarlandığından usanç verici birdurum alan söz.340. Gereksiz yere harcadınız.341. Yargılaması.342. Yanlış anlamaları.343. Gidermeye, yok etmeye.344. Pişmanlık.345. Soğukluk.346. (Fr. Yabancı erkekler için) Bay.347. Sonsuz, ucu bucağı olmayan.348. Kendine güven.349. Eksiksiz, emin, doğru.350. Aşağılamıyorum.351. Dileyiniz, isteyiniz.
352. Soğuk.353. Adıyorlardı.354. Parçamız, organımız.355. Bıçak, kılıç gibi kesici araçların kabı.356. Güçsüz.357. Silâhsız.358. İyiliklerini.
3Ayşe ayrı eve taşınıyorMister Cook’un, Salime Hanım’ın artıkhayatımızda yerleri kalmamıştı. Zâbitarkadaşların hepsinde İzmir’e gitmek için birhumma359 başlamıştı.İstanbul’da garip bir ihtilâl havası esiyordu.Herkes İzmir hailesinin360 içine gitmek istiyor,herkes gidebilecek vasıta, kendini gönderecekmerkez arıyordu. Muhabirlerle konuşmak, çayziyâfetinde propaganda yapmak yalnızmektepliler ile Şişli hanımlarına kalmıştı. Aynızamanda İzmir Müdâfaa-i Hukuku361 diye birpropaganda bürosu teşekkül ediyordu362.Bütün bunlar arasında benim ev hayatımdada bir tebeddül363 vardı. Salime Hanım,
kocasının dostları, bizim salonu birer birer terketmişlerdi. Bu, annemi endişeye düşürüyordu.Evimizin İngilizler tarafından tarassutedildiği364, benim tevkif edilmem365lâkırdıları, Malta’ya sevk edilen İttihâdcılarannemi korkutmuştu. Bizim fazla ileriyegittiğimize, etrafında setleri aşan coşkunhayatın, Ayşe’nin vücuduyla doğduğuna kaniolmuştu. Açıktan açığa izhar etmemekle366beraber, Ayşe’nin ve Cemal’in bizde daha nekadar kalacaklarını düşünüyor, benisıkıştırıyordu. Ayşe “İzmir Kızı” unvanını aldığımeşhur günden bir hafta sonra, annem beni veİhsan’ı yakalamış, bu meseleyi açmıştı. Cemalhenüz gelmemişti, Ayşe odasında idi. Serbestserbest konuşuyor, bir daha kan sergüzeştinemilleti atacak hiçbir şeye taraftar olmadığını,ihtiyarlığında evi ve şahsı etrafında velveleistemediğini söylüyordu. Hele Şişli hayatında
mevkiini kaybetmeye, salonunun bir merkezolmadığını görmeye hiç mütehammildeğildi367...— Hepinizin aklını çelen benim bu vilâyetliyeğenim Ayşe oldu. Korkarım bu iş çok ileriyegidecek, diyordu.İhsan nasıl ve neden bilmiyorum, bizimaileden gibi oluvermişti. Annem onunİstanbullu kıyafetine, tavrına bakıyor, onu ençok sergüzeştten uzak buluyor, hep onunladertleşiyordu.— Bak yavrum, diyordu. Bir çaresinibulunuz, Ayşe’nin çiftliği filân yandı, amaparası vardır. İki kardeş ev tutsunlar, gitsinler,yoksa Peyami’nin Malta’ya götürüleceğimuhakkak.Ben, “Anne!” diye başlamak isterken kapıaçıldı. Ayşe girdi. İhsan’ın yüzü gergin, fakatsessiz, oturuyordu. Birdenbire kalktı, Ayşe’yedoğru gitti.
Ayşe, İhsan’ı askerlerin yemin ettiği gündensonra ilk defa olarak görüyordu. Birbirlerinedoğru geldiler ve birbirlerine baktılar. Ayşefelâketten beri, İstanbul’a geldiği günden beriİhsan’ı ilk defa olarak dimağının gözüylegörüyordu. Ayşe’nin solgun yüzünde, birhumret368 vardı, Ayşe’nin gözlerinde hayatbaşlıyordu. Mahpus olduğu ye’s ve zulmet369içinde, gözlerinden ruhuna, İhsan sarı küçükbir güneş gibi giriyordu. Onların anî ve ilknazarlarından, biraz birbirini uzun tutanellerinden, odada aydınlık ve sıcaklık olmuş gibibir hava hâsıl olmuştu. Annem, dertleri ve benyoktuk. Felâket o kadar karanlık değildi.Meşale gibi, oyuncak gibi düşünülmedenbaşlanılan şeylerin çok derin bir ma’nâsıdoğuyordu. İkisi karşı karşıya oturduklarızaman birbirlerine bakmadan görüyor,birbirlerini hissediyorlardı. Ayşe’deki bu hissin
vâzıh370 ve şuurî371 olduğuna kail değildim.Fakat İhsan rıhtımda ona araba kapısını açtığıan, hayatta başka şeylere yer kalmayacak kadargözünün ve gönlünün rüyet372 sahasını Ayşeile doldurmuştu.Ayşe, annemin tahavvülünü373 belkisezmiş ve odaya girer girmez hâsıl olansükûttan kendisine ait gizli bir şey duymuştu.Fakat İhsan’la ikisi arasında doğuveren isimsizşey bunu ikinci dereceye indirmişti.İhsan:— Ayşe Hanım, dedi. Sizin ürküttüğünüzMister Cook’a Hükûmet iki bin lira vermiş, busırf bizim aleyhimizde yazmaması içinhakkısükût374. Daha fazla verirlerse lehimizede yazacakmış. Buna ne dersiniz?Ayşe güldü:— Allah, derim. Herhalde İngilizlerin biziaffettiğini ilân için birkaç milyon isteyecektir.
O gün, dünyada hissettiğimiz sıkışık, fazlaciddî havada görünmeyen şua375 ve hararetintişâr ediyordu376.Bugünden bir ay sonra üç büyük hâdiseoldu. Ayşe Gedikpaşa’da iki odalı ayrı bir evetaşındı ve annemle oldukça soğuk ayrıldı.Mister Cook’un geldiği gün yemin edenlerdenİhsan’dan başka hepsi İzmir’e kaçtılar. Uzunmüddet para bulmak için sıkıldıktan sonraAyşe’nin bankadaki üç bin lirasından birkısmını buna sarf etmeye Ayşe’nin icbarı377 ilekarar verildi. Cemal başta olarak on zâbitceplerinde yüzer lira ile meçhule, ölümegittiler.Üçüncü hadise benim zihnimdeki birtahavvüldü. Onlar Ayşe’ye vedaya geldiklerizaman bu tahavvülü sarahatle378 hissettim.
Hepsi, be-tahsîs379 Ayşe’nin, Yunanlılarınkırdığı sol elini öptüler. Kurtuluş Harbi’ninalemi olan bu el hepsinin kalbinde Kerbelâ380ihtirası, şehadet381 humması uyandırmıştı.Her biri o eli öperken, Ayşe her biriningözlerine, bir ay evvel annemin odasındaİhsan’ı kalbinin gözüyle ilk gördüğü andaki gibibaktı. Yanaklarında aynı humret, gözlerindeaynı ateş ve ümit vardı. Bu zihnimde bir ayevvel farz ettiğim382 ve her an onunlayaşadığım fikri târ ü mâr etti383. İhsan acaba,Ayşe için, yeşil İzmir’in, siyah gözlü şehitçocuğun mezarının yolunda dövüşecekmuhayyel384 ordunun bir ferdinden başka birşey değil miydi? Ben yanılmış mı idim?Herhalde İhsan’ın hissinde yanılmamıştım.İhsan’ın gözlerinde yanan çırağ385 yalnız Ayşeiçin, yalnız Ayşe’yi gördüğü zaman parlıyordu.
15 Teşrîn-i Sânî386Şimdi Ankara’nın bu soğuk günlerindeİstanbul’daki son yazın ağır ve meşum387günlerinin sıcaklığını, yorgunluğunuduyuyorum. Her gün daireden çıkınca Bâb-ıÂli’ye tırmanıyor, Gedikpaşa’ya, Ayşe’yiziyârete gidiyorum. Ayşe Şişli hayatından,bizim o hayatımızdan silinmiş gibi. OnunMister Cook’a verdiği biraz ateşli cevap İngilizmahafilinde388 şübheyi celb etmiş, İzmirli birkadının İngilizler aleyhine propaganda yaptığısöyleniyormuş. Annem etrafa Ayşe’nin İzmir’edöndüğünü yayıyor ve hiç nerede olduğunuaramıyor. Ben ondan bahsetmiyorum. Cemal’e,Ayşe’ye bir kardeş gibi bakacağıma söz verdim.O sözü tutuyorum.Ayşe her gün bana yeni ve şayanı hayret birkadın görünüyor. On sene evvel adı Ayşe,
kendi vilâyetli diye evlenmekten korkarakAvrupa’ya kaçtığım bu kadının, bizim Avrupataklidi kadınlardan daha ziyâde şahsiyeti var.Fikri terbiyesi nümayişkâr389 olmayanselim390 ve basit hayat görgülerinden alınmışhakikatlerle, biraz okumuş ve lisan bilir birkadın. Beni en çok hayrete sevk eden şey onuntarzı hayatı391. İki odalı evinde yapayalnızoturuyor. Mahallede yegâne tanıdığısebzevatçı392 Zeyneb kadın. Siyah esvabınınyaması ikiyi aştı. Elinde daima bir dantelveyahut dikiş, çalışıyor. Elindeki parayı İzmir’eait addettiği393 için hayatının büyük birkısmını ders vermekle, dantel yapıp satmaklaçıkarıyor. Haftada üç dört gün ders veriyor vedinlenmek veyahut eğlenmek için İzmirmuhacirlerinin394 çocuklarına çorap örüyor.Ders verdiği evlerde kimse onun hakiki
hüviyetini bilmiyor. Kocası Harbi Umumî’deşehit olmuş dul kadın zannediyorlar. Çok basitve sessiz olduğu için kimsenin nazarı dikkatinicelb etmiyor. Bu mesainin395 haricindeİzmir’de başlayan millî hareketle, Cemal’inarkadaşlarının mücadelesiyle meşgul. Onlarher fırsat buldukça mektup yazıyorlar. Bütünbu kudret, kabiliyet ve vatan kadınınınmuntazam hayatı ve fedakârlığı ortasında onuinsana bir çocuk gibi sevmeyi ve himayeetmeyi telkin eden396 bir cazibesi var. Hayatınfena taraflarını, İstanbul’un mücadele ettiğiçirkin ve kirli şeyleri görmüyor. Fena şeyleregüzel gözlerinin öyle mütebessim397, acıyanve anlayan, insanî bir nazarı var ki, birdenbireen fena addettiğim şeyler önünde düşüncemideğiştiriyorum. Fakat bu iyiliği ve bu sükûnunaen kani olduğum zaman, hayat ufkunukarıştıracak fırtınalı bir kalp köşesi açıyordu.
Her akşam yokuştan çıkarken evvelakendime onun faziletlerini398 sayıyorum.Sonra zihnimde küçük odasının sedirindeelindeki danteli bırakıp bana doğru nasıl birkardeş tebessümü ile geldiğini görüyorum.Temiz masası üzerinde çay semaveri daimatüter ve masanın yanındaki koltuğu her akşamişgal eden adamı da zihnimin gözünde Bâb-ıÂli’nin kapısından itibaren görürüm. Oİhsan’dır... Eldivenleri masanın köşesinde,ağzında sigarası, sessiz ve dalgın oturuyor.Beraber çay içeriz ve İhsan’la çıkar gideriz.Yolda zihnimi işgal eden bu hâdise İhsan’ıorada sâkin ve kavî, Ayşe’nin karşısında birkardeş samimiyeti ile görünce zail olur399. İlkon dakika, müteyakkız400, ikisinin degözlerini, tavırlarını ararım. Bundan daha tabiîbir şey olamaz. Fakat bu tabiîliğe rağmenbiliyorum ki İhsan, Ayşe’yi seviyor. Ya Ayşe?
Onu bilmiyorum. Ne sevdiğini, ne sevmediğini;Allahım, bunu ne zaman bileceğim? Son dakikaonu İhsan’ın yanına gömdüğüm an bile hâlâvuzuhla401 bilemedim.İhsan’ın İstanbul’da vücudunu arkadaşlarıfaydalı gördüğü için buradadır. Ondan dolayıAyşe’nin gözünde bütün İzmir’e doğru gidenleriçin yanan ateş İhsan için de yanıyor. Bazan buateşin İhsan köşesi daha parlak zannediyorum.Fakat bu benim zihnimin bir mübalâğası402olamaz mı?Ayşe, halk ihtilâline ümidini bağlamıştır.Dağlarda dövüşen efelerini, genç İzmirlileri çokseviyor. İhsan bu işi daha asker gözüylegörüyor.— Ancak bunu muntazam bir orduhalleder, diyor.— Muntazam ordu Yunanlıları değil,İngilizleri bile yenmişti. Fakat İstanbul’da
darmadağınık hâlâ birkaç kumandan var. Ahordu bir mucize gibi çıksa da Yunan’ı mutlakhalkın isyanı bir daha Anadolu’ya gelemez birhâle koymalıdır, diyordu.Ve Ayşe henüz ordu günlerinden uzaktı.İhsan mütebessim başını sallıyor:— Lâzım geldiği dakika ihtilâl başındakilerde yine ordudan olacaktır; bu ihtilâlin ruhuaskerler olduğunu biliyorsunuz, değil mi,diyordu.İhsan’ın bu dakikalarında gözlerinde öylederin bir taabbüd403 yanıyor ki, bu muntazamaskerin ihtilâl çetesi başında çalışması onunmazbut404 ruhu için fedakârlıktan fazla birzulüm, bir acı olduğunu görüyorum. FakatAyşe anlamıyor. Onun nazarında İzmir’ikurtaracaklar arasında hiçbir fark yoktur. Yeşilgözlerine koyu mavimtırak bir loşluk verensiyah, ipek kirpikleri arasından İhsan’ın ta
kalbine ateşle, heyecanla bakıyor. Ve o zamanbiliyorum ki zavallı İhsan hemen kendini ateşeatacak bir vesile405 çıkmamasındanmuztaribdir.Her gün Türbe’ye kadar beraber yürürkenzihnimden aynı şeyler geçiyor. Yüzünün nasılsarardığını, gözlerinin nasıl içinden yandığını,bu sert ve sâkin asker vücudunun içinde nasılbir volkan kaynadığını düşünüyorum. Kendikendime, “İşte,” diyorum, “şu dikerkânıharp406 yakasının altında kızıl birgömlek, ateşîn bir gömlek var.” Bu zavallınınteninden içine bu ateşin nasıl geçtiğini kendigömleğim gibi biliyordum. Bu kızıl gömleğiAyşe’nin gözleri tutuşturdu. Bu garip gömleğiİhsan’dan başka acaba kaç kişi taşıyacak?İhsan’ın içindeki fırtınanın, ihtilâlin soğumasınaimkân vermeyen, insanı; keselerli407 vetaabı408 ateş sathında yakan “Gömlek!”
İnsanları en korkak, en mazbut itiyat409esaretlerine, ocaklara, köşelere bağlayan kadıngözleri bazan ta cehenneme götürüyor.Bu hayat martın başına kadar sürdü.Anadolu harekâtı, harekât-ı millîye isminialmış, reis tayin etmiş, bir merkeze doğru,seyyal410 bir mayi411 hâlinden bir cismedoğru gidiyor, tasallüb ediyordu412. FakatAyşe bu işlerin ne rüesasını413, ne de fikirkısmını biliyordu. İhtilâlin yaktığı ateşortasında dövüşen, ölen, öldüren bir halk vardıki, Ayşe onlardandı ve Ayşe yalnız onlarıbiliyordu. Ben onu kızdırmak için derdim ki:— Senin efelerin, zâbitlerin, çetelerin kimoluyorlar? Yüksek bir dimağın sevk ettiği ikibacak.O hemen kızarır:— Bacak değil, arka kemiği414, derdi. Sevk
eden kafadır; fakat ölen mizâc415 ve kalbdir,Peyami, kardeşim.Martın onuncu günü idi. Ayşe’nin evindeİhsan ile beraber Haşmet Bey’i de buldum. Çaymasasının etrafında hararetli hararetlikonuşuyorlardı. Haşmet Bey herhalde millîhareketin mühim olmasa bile faal bir uzvu idi;onun olgun ve erkek başının Cemal’den veİhsan’dan bütün bütün başka bir ma’nâsı vardı.Herhalde onun enli omuzlu uzun boyunda,biçimli ellerinde, şakakları ağarmış siyah saçlı,çıkık çeneli, iradeli başında Osmanlıİmparatorluğu’nun en kudretli asker örneğiteressüm ediyordu416. Bu baş, bu kartal gibigözler yalnız Harbi Umumî’nin askeri değildi.İmparatorluğun kim bilir hangi köşesinde, belkiArnavutluk’un sarp kayalarının pişirdiği,yetiştirdiği bir askerdi. Bundan başkakonuşmasında, bakışında çok okumuş,
düşünmüş, yaşamış bir adam hâli vardı. Onuniçin Ayşe ile karşı karşıya İhsan’dan fazlabirbirleriyle kafalarıyla olgun ruhlarıyla dahaarkadaşça anlaşıyor gibiydiler. Ben de İhsangibi, onu Ayşe’nin yanında derinden tetkikettim. Ayşe’ye nâdiren gelen bu adamladostluklarının derecesini ölçmeye çalıştım. Oda bizim onunla olduğumuz gibi, bizimlemeşgul oluyor mu idi? Herhalde bir şey ihsasetmiyordu417.İstanbul’da son günlerde oldukçamühlik418 bir hava esiyordu. İngilizlerinİstanbul’u işgali ağızdan ağıza söyleniyordu.Meclis kendini emin bulmuyor, Pâdişâh’ınoyunu anlaşılmıyordu. Hep filân gün filânpapaz yahut filân paşa Saray’ın arkakapısından girmiş çıkmış, İngiliz Sefaretikâtiplerinden Mister filân Şişli’de siyasîbeyanatta bulunmuş419, gibi dedikodular
vardı.İhsan’ı bizimkiler hemen Adapazarı’nagönderiyorlardı. Orada Anadolu’yu karıştırmakiçin yapılan tertibat ve teşkilâta karşı o dateşkilât yapacaktı. İngilizler, Türklerden mucibişübhe420 gördükleri adamları Haydarpaşatreniyle seyahat ettirmiyorlardı. Hele zâbitlerihiç bırakmıyorlardı. İhsan karadan kaçıpgidecekti. Bütün bu teferruatla421 Ayşe sonderece alâkadar görünüyordu.Nihayet ciddî kısmı bitirdik. Çay içtik, Ayşeneşeli olmaya çalıştı. Türkçe ders verdiğievlerden birinde Salime Hanım’atesadüfünü422 anlattı:— Moda’da tüccarların evinde, dedi. SalimeHanım bir İngiliz römorkörüyle423 gelmez mi?Ev altüst oldu. Talebem küçük hanım masabaşında duramaz oldu. Ben hakikat[en]korktum. Nihayet ders odasına Salime Hanım’ı
getirmezler mi? Ben başımı eğdim, meşguloldum. Salime Hanım başımdan bir arşın424yüksekten baktı:— Bu çocuğa bir İngiliz mürebbiye425alsanıza, dedi. Salime Hanım, Ayşe’yi tanısanasıl hareket edeceğine dair hepimiz ayrı ayrıfaraziyatta426 bulunduk. Nihayet lâkırdı bitti.İhsan:— Yemekte İstanbul’dayım, karşıyageçmeden uğrar, son emirlerinizi alırım, dedi.Ayşe’nin yanaklarının hafif kızardığını, banabir şey istiyor gibi baktığını zannettim.— Ben de İstanbul’da yemek yiyeceğim,gece İhsan’la beraber döneriz, dedim.İhsan bir şey söylemedi. Üçümüz beraberçıktık.Haşmet Bey’in yüzü Beyazid’e gelirken çokendişeli göründü. İkimizin de elini sıkarkenHarbiyye Nezâreti’ ne gözleri dalmıştı:
— Bu milletin mukadderatına427 bu dairebelki, bir daha vaz’ı yed428 edecek, dedi.İhsan’la biz beraber tramvaya bindik.Sokaklarda lambalar yanmış, köşelerden incekadın gölgeleri süratle dönüp gidiyorlardı.— İstersen beraber yemek yiyelim, yani biryere davetli değilsen...— Hayır, değilim.— O hâlde İstanbul Lokantası’na gidelim.— Olur.İhsan ya pek büyük bir teessür429 içindeidi veyahut benim huzurumdan müteezzi430idi. Ayşe’nin gözlerinden bu akşam İhsan’layalnız kalmayı istemediğini muhakkak doğruanlamıştım. Ya yanılmışsam!İstanbul Lokantası’nın camlarındanSirkeci’nin karışık kalabalığını görüyorduk.Birkaç zenci Fransız asker camdan bizebakıyor, kırmızı dillerini çıkarıyorlar,
yumruklarını sallıyorlardı. İhsan biraz fazlaşarap içmesine rağmen susuyor vedüşünüyordu. Bir aralık zencilere gözü ilişti.Acı bir merhametle güldü:— Türk milletini terbiyeye gelen medenîordu, dedi. Gece yine Ayşe’ye beraber gittik.İhsan pek az oturdu ve pek az konuştu. Aradabir gözlerinde derunî431 bir ihtizaz432görüyorum. Sonra yine gözlerinin bebekleridonuyordu. Ayşe nemli gözlerle ve açık birarkadaş teessürü ile, “Sizi çok arayacağız İhsanBey,” dediği zaman çok sarsıldı. Fakat kendiniçabuk topladı. Eldivenlerini dalgın dalgın aldı:— Haşmet Bey, Peyami Bey sizi yalnızbırakmazlar. Kim bilir, belki siz de geleceksiniz.Hem niçin gelmiyorsunuz? Biz size dağ başındada bakarız.Ayşe’nin yüzündeki müphem433 ma’nâyıanlıyorum. Ayrıldıktan sonra bunun nasıl
bârid434 bir veda olduğunu, hepimizin içi nekadar endişe ve azapla dolduğunu hissettim.Tramvay çan çan öterek Köprü’nün ışık hatlarıarasından kayarken İhsan son defa Haliç’inkaranlık suları üstünde çalkalanan yelkenkayıklarının yaprakları dökülmüş çıplakağaçlara benzeyen direklerine bakıyordu.Tepebaşı’nın önünde mızıka ile hayatla taşanbahçeyi İhsan’a gösterdim:— İstersen eve dönmeyelim; saat daha onbir, dedim.— Ecnebi üniforması görmeye bu gecetahammül edemeyeceğim Peyami, Pangaltı’daineceğim. Bazı hanım dostlara veda edeceğim,dedi.Benim ateşten gömleğim o an azıcık serinledizannettim. Bütün bu felâket havası ortasındaİhsan’ın boynuna sarılmak, öpmek istiyordum.
359. Ateş360. Çok acıklı olay.361. Kurtuluş Savaşı’ndan önce Atatürk tarafındankurulmuş olan bir örgüt.362. Oluşuyordu.363. Değişme.364. Gözetlendiği.365. Tutuklanmam.366. Açığa vurmamakla.367. Dayanamazdı, katlanamazdı.368. Kırmızılık, kızıllık.369. Karanlık.370. Açık, belli.371. Bilinçli.372. Görüş.373. Değişmesini.374. Susmalık.375. Işın.
376. Yayılıyordu.377. Zorlaması.378. Açıklıkla.379. Özellikle.380. Irak’ta İmam Hüseyin’in şehit edildiği vetürbesinin bulunduğu yer.381. Şehit olma.382. Varsaydığım.383. Dağıttı, perişan etti.384. Hayal edilen.385. Işık.386. 15 Kasım.387. Uğursuz, kötü.388. İngiltere taraftarı gruplarda.389. Gösterişli.390. Doğru, kusursuz.391. Yaşam biçimi.392. Sebzeci.
393. Saydığı.394. Göçmenlerinin.395. Çalışmanın, emeğin.396. Aşılayan.397. Güleç.398. Erdemlerini.399. Ortadan kalkar.400. Tetikte, uyanık.401. Açıklıkla.402. Abartısı.403. Tapma.404. Düzgün.405. Sebep, fırsat.406. Kurmay.407. Tembellikleri, uyuşuklukları.408. Yorgunluğu.409. Alışkanlık.410. Akışkan.
411. Sıvı.412. Sertleşiyor, sağlamlaşıyordu.413. Reislerini.414. Belkemiği.415. Huy, tabiat.416. Şekilleniyordu.417. Sezdirmiyordu.418. Tehlikeli.419. Demeç vermiş.420. Şüphe çekici.421. Ayrıntılarla.422. Rastlayışını.423. Yedeğinde başka taşıtlar götüren taşıt veözellikle deniz taşıtı.424. Yaklaşık 68 cm’ye eşit olan uzunluk ölçüsü.425. Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımıverilmiş olan kadın.426. Varsayımlarda.427. Yazgısına.
428. El koymak.429. Üzüntü.430. Sıkılmış, üzülmüş.431. İçten.432. Titreşme.433. Belirsiz.434. Soğuk.
4Anadolu’ya doğru17 Teşrîn-i Sânî435Martın yirmi beşinde kendime gelir gibiolmuştum. İhsan’la döndüğüm son akşamınsabahı kırk derece hararetle436 uyandım.Hastalığımı belli etmemeye ne kadar çalıştımsamuvaffak olamadım. Üç gün kadar doktorlarbunu İspanyol nezlesi diye teşhisediyorlardı437. Esasen bir haftadır kırıklıkhissediyordum. Buna İstanbul’dan döndüğümgece aldığım soğuk inzimam edince438enflüanza439 olduğumu zannettim. Ayşe’ninyalnızlığını, kimsesizliğini ne derin bir azapladüşünüyordum. Fakat bu azap uzun sürmedi.
Hastalığım ağır bir tifo imiş. İrademi440,benliğimi hararetim aldıktan sonra ne oldu,bilmiyorum.Ne garip bir hastalıktı. İçinde uzun biryatak olan bir tayyarede müthiş bir süratlemütemadiyen İstanbul’un üstündeuçuyordum. Kalbimi vücudumdan ayıran busürat içinde gözümü kapamaya çalışıyorum.Fakat uçtuğum tayyarenin üstündeki boşluktabir İngiliz tayyare filosu dolaşıyor ve tamkarnımın üstüne bir bomba atmaya çalışıyordu.Havada tarrâkalar441 oluyor. Başımda beyazbulutlar didik didik oluyor, onların arasındamuazzam at sinekleri kırmızı yeşil kanatlarınınuçları pırıldayarak bulutların arasındauçuşuyorlar. İki elimi karnıma bastırıyor, güyakendimi koruyorum. Bir defa bulutlar arasındaMister Cook’un çıplak başı, uzun bıyıkları, sarıkocaman dişleri meydanda, küçük gözleri kan
içinde bana baktı. Galiba haykırdım. Anneminsesi:— Vah Peyami’ciğim, vah yavrum, diyor.Sonra başıma soğuk bir şeyler temas ediyordu.Hava daima çok sıcaktı. Kalbimle beraber boşmavilik de hafif hafif atıyor gibi geliyordu.Bazan yerde insanlar koşuşuyor, silâhatılıyordu. Tayyarede ayağa kalkıp aşağıyabakmaya çalışıyordum. Bir defa HarbiyyeNezâreti’nin meydanında namütenahikımıldanan siyah insan gölgeleri arasından yineMister Cook’un kafası yükseldi. PeerGynt’deki442 hayal gibi gözleri ateşlendi.Yükseldi, yükseldi kafası tayyareyedokunuyordu. Ondan sonra kafamı hiçtayyareden kaldırmadım. Gözlerimi açmadım.Fakat aşağıda daima insanlar koşuşuyor. MisterCook tayyarenin altından ayrılmıyordu. Nasıltayyare sallanıyor ve kalbim gidip gidipgeliyordu? Pek nâdir olarak beynimin içinde iki
zümrüt ziyâ hâleleri443 arasından yanıpsönüyordu. Fakat onları sımsıkı kapamış,görmemek istiyordum.Nihayet dumanlı bir oda içinde dolaşan başısiyah örtülü bir kadın hâsıl oldu ve bir gün bukadın bana uzun uzun bakarken ben de küçüksiyah gözlerinin etrafındaki çizgilere, azıcıkkısık, uzun burnuna çok dikkat ettim.Annemdi, başıma soğuk su koyuyordu. Yavaşyavaş anladım ki, beni benden alan birhummadan tekrar kendime geliyorum.— Anne, ayın kaçı, dedim.— Martın yirmi altısı oğlum, dedi.Doktor, bana İstanbul’u İngilizlerin işgalettiğini, Meclisi Mebusan’ın444 kapandığını,birçok mebusların da Malta’ya götürüldüğünüve birçok adamların, kadınlar da dahil olduğuhâlde, Anadolu’ya geçtiklerini söylediği vakitaczimden445, zavallı Ayşe’nin geçirmiş olması
lâzım gelen heyecan ve ıztırâbdan başımdöndü. Anneme Ayşe’den bahsedemezdim.Çünkü onun son zamanlarda artan şübhelerini,titizliklerini gidermek için Ayşe’nin İzmir’edöndüğünü söylemiştim. Şimdi?Doktorun yüzünü ne derin bir ihtiyaçlaaradım. Ayşe’ye onunla haber göndermek,Ayşe’yi aratmak kabil446 olup olmadığınıdüşünüyordum. Ne zaman sokağaçıkabileceğimi sorunca bana gülüyordu.Annemin öyle bir hâli vardı ki, “Bütünfelâketlere siz sebep oldunuz, sizi sivri kafalıgençler!” diyor gibiydi. Doktor bana fazlaheyecan vermemek için hiç tarzı işgalden447,İstanbul’da olandan bitenden bahsetmiyordu.Kafam hayli karışık ve zayıftı. Fakathissediyordum ki bu zulmet, bu Ayşe’denhabersizlik devam ederse kafamı alıp bir dahainmemek üzere tayyareye bineceğim. Ne acz
ile işkence ile dolu miskin günler...Nisanın başında idi. Bir gün Katina’yıçağırdım. Eline birkaç banknot sıkıştırdıktansonra Hâriciyye’ye kadar gidip bana oradanhademe Ahmed Ağa’yı çağırmasını söyledim.Ahmed Ağa güya beni yoklamak için geldiğigün ne kadar sevindim. Onun ne kadar gâvurdüşmanı, nasıl Erzurum’da Ruslarla gelenErmenilerin bütün Erzurum’da kendiçocuklarını, karısını öldürdükten sonraTürk’ün ocaklarını söndüren Ermenilerimazlum bir millet diye gösteren Avrupa’yagayzını bilirdim. Tıktım, doldurdum. OnuAyşe’ye gönderdim. Ayşe’nin, Türk’ünzalimlerine isyan etmiş bir kadın olduğunu,İzmir felâketini anlattım. O andan itibaren o,Ayşe’ye ait en küçük bir işin en heveskâr birhizmetkârı oldu. Ertesi sabah beni görmeyetekrar geldiği vakit heyecanımdan ölüyordum.
Nefes alır gibi dedi ki:— Ayşe Hanım’ın evini ilk işgalde İngilizler,Gedikpaşa’da silâh aramak bahanesiyle altüstetmişler. Ayşe Hanım oradan gitmiş.Gedikpaşa’da çok Ermeni, Rum esnaf olduğuiçin derin tahkikat yapamadım. Onunla oturansebzevatçı Zeyneb Kadın var. Yarın öbür günbir bahane ile kadını bulup konuşacağım; biripucu elde ederim, merak etmeyiniz.Hakikat[en], çok sürmedi. Ahmed Ağabayramlık bir yüzle bana geldi. Setresininaltından bir demet kâğıt çıkardı. Dedi ki:— Bu mektupları okuyunuz. Ayşe Hanımyerini saklıyormuş. Yalnız Zeyneb’e, sizkendisini aradığınız zaman verilmek üzere bumektupları bırakmış. Zeyneb gelmiş siziburada aramış, hasta diye kapıdan çevirmişler.Tehalükle448 atıldığım bu mektuplarınbirincisi mektup kâğıdına, diğerleri sarı talebedefterinden koparılmış kâğıtlara yazılmıştı.
Bunlar Ayşe’ye ait evrakın çok kıymetliparçalarıdır. Bunları defterime aldıktan sonrahepsini gözümün önünde neferimeyaktıracağım. Ta ki Gökçepınar’da yatanınyazılarına benden sonra hiçbir insan gözübakmasın.Ayşe’nin Mektuplarından18 Mart GedikpaşaKardeşim Peyami,Sana iki gündür ne oldu bilmiyorum.Evvelâ seni çok merak ettim. Fakat şimdihalamın evden çıkarmadığına inanıyorum. Sende İstanbul çocuğu, tabiî annenin sözündençıkmazsın, değil mi? Bununla beraber bufevkalâde şeyler olduğu günlerde senin beniaramamanı biraz acayip ve gayri tabiî449buluyorum.İstanbul iki gündür zavallı İzmir gibi. On
Altı Mart Salı sabahı İstanbul garip bir hisleuyandı. Sokaklarda mütemadî450 ayak sesleri,telâş, gidiş geliş var, fakat kimse konuşmuyor.İstanbul’un bu kadar sustuğunu bir de mitinggünü görmüştüm. Fakat o gün havada korkuyoktu. Salı günü öyle tutulmaz, melun451 birkorku hissi vardı ki. Saat dokuzda Zeynebgeldi. Gece yarısı işgal başlamış olduğunu,sabahleyin İngilizlerin kafile kafile insanlarımuhafaza altında yürüterek zırhlılarınataşıdıklarını, Hilâl-i Ahmer’i452 basıp haylitahribat yaptıklarını ve Nuruosmaniye’de göztabibi453 Esat Paşa’yı454 tahkirle455, hattagecelik ile götürdüklerini, hafif de yaralıolduğunu söyledi. Sokaklarda alay alay İngilizaskeri dolaşıyordu. Başımı örttüm, Zeyneb’leberaber ne olduğunu anlamak için sokağaçıktım. Harbiyye Nezâreti’nin meydanındaüniformalarıyla büyük küçük rütbeli bütün
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 495
Pages: