Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Ateşten Gömlek-Halide Edip ADIVAR

Ateşten Gömlek-Halide Edip ADIVAR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-16 15:12:42

Description: Ateşten Gömlek-Halide Edip ADIVAR

Search

Read the Text Version

anlıyorum ve hayatımda yegâne bir dakikaAyşe’nin de ona ve gözlerine bakan herhangi[bir] kadının da onu şifasız, ezelî birdüşkünlükle seveceğine inanıyorum. Ayşe’ningözleri bir an bu levhayı görse. Fakat o zümrütziyâlar, bu boynunda lâlesi, elinde zinciri demirparmaklıklar arasından cellatlarına kudretle,imanla bakan ruhu daha evvel sezmemişmidir?Ellerim daha titriyor, yanaklarım alnımdanakan buz terleri daha kudretle duyuyor.Mehmet Çavuş şimdi bu küçük halkın zayıfyerine dokunuyor. Eğer ellerinden kurtulursaİhsan’ın, köylerini nasıl yakacağını, karı, kızanbütün ahaliyi nasıl ipe çekeceğini anlatıyor. Birhomurtu ve tereddüt var, demin MehmetÇavuş’u karanlık ve anut757 yüzlerledinleyenlerin gözleri parlıyor, artık İhsan’ınyaşayacağı dakikalar sayılıdır.At nalları topraklarda akisler yaparak

yaklaşıyor, Mehmet Çavuş’un kulaklarıkabardı; bütün küçük halk birbirlerine bakıyorve kapıya geliyorlar. Sokakta yine kaçışan,tepişen bir halk ve dörtnal yaklaşan bir süvariheyeti.Muhsin Bey’in süvarileri arasında İhsan’ıbaşından sızan kanıyla ayakta gördüğüm ankâbusun zulmeti ve ağırlığı dağılıyor ve sonrayine bir kadın gibi bayılmış olacağım.Çadırda İhsan, başında sargısı ile bir şeyolmamış gibi zâbitleriyle konuşuyor ve MuhsinBey anlatıyor:— Hepimiz yatmış uyumuştuk. İnce birkadın sesi, bir çocuk sesi gibi bir feryatnöbetçiyi uyandırmış. On beş, on altı yaşındakadar Çerkes kostümlü ince, güzel bir çocuk“Zâbit, zâbit!” diye bağırıyormuş. Banagetirdiler. Yarı ölü gibi idi. Dişleri çarpıyor,çeneleri kısılıyordu. Hamza Bey çetesindenmiş,“İhsan Bey’i tuttular, öldürüyorlar, yetişin!”

diye bağırıyordu. Hemen ata atladık, gittik.Geldiğimiz vakit tahkik edemedim. Fakatnöbetçi daha çok bilecek. İsterseniz sorunuz.Nöbetçi de bir mahkeme huzurunda gibigeldi, anlattı. Sesi mühtez758, gözleri gamlı idi.Muhsin Bey gittikten sonra nöbetçinin yanındabiraz oturmuş, konuşmuş, kendisine İhsan BeySarılar Köyü’nde yardım etmiş. SonralarıMehmet Çavuş’un eline düşmüş, nasılsaHamza Bey çetesine girmiş. Mehmet Çavuş,İhsan Bey’i öldürmeye andetmişmiş.Köylülerin ekserisi hakikat hilafet ordusunaaleyhtarmışlar, fakat Mehmet Çavuş onlarıkandırmış. Bu çocuk İhsan Bey’e [karşı] onunbu hırsını bilmiyormuş. Köyün önünde İhsanBey’i pusuya düşürdükleri zaman anlamış,koşarak yola çıkmış. Yaya olarak altı saat ötedeberide koşmuş, heyecandan, yorgunluktan,korkudan ölü gibi imiş.

İhsan bunları dinlerken sarardı sarardı:— Bu çocuk nerede, dedi.— Irmağın yanında yattı, uyudu.Sonra arıyorlar, arıyorlar. Çocuk yok.Irmağın kenarında bir Çerkes paltosu, birçift de çizme var.Nahiye merkezini İhsan te’dîbe759 gittiğizaman ben yatağımda kaldım. Başımdamuzlim760 ve ağır bir şey var, ellerim hâlâtitriyor. Te’dîb üç gün sürdü galiba.* * *Bir gece İhsan, yüzü toz içindemahmuzlarını şakırdatarak yanıma geldi.Alnında hâlâ küçük bir sargı var, yatağımınüstüne oturdu. Alnını sildi, gözlerindenamütenahi bir yorgunluk ve ıztırâb vardı.— Köyü temizledik, dedi. Bizim üç neferincesedinin gömüldüğü yerde Mehmet Çavuş’u

astık.— Kezban, Kezban!..— Bilmiyorum Peyami. Bütün yeşil gözlükadınlar gibi o da bir sır, bir peri. Karanlıktangeldi, karanlığa gitti. Bana bak Peyami, seninasabın iyice bozuldu. Kolunda hâlâ yarageçmedi. Seni Eskişehir’e göndereceğim. Fakatbana namusun üzerine bir yemin vereceksin.— Nedir İhsan?— Bu hâdiseden Ayşe Hanım’abahsetmeyeceksin.— Senin yaptığını yapan bir erkek bunu herkadının duymasını ister, İhsan!— Yemin edecek misin?— Ederim İhsan.Kendi ölümüne telâşsız gözlerle bakanİhsan, hainleri gözünü kırpmadan öldürenİhsan, yatağımın üstünden başını ellerinin içinealdı, birdenbire bir çocuk gibi ağladı.

735. Karabasan.736. 1 Aralık.737. Parıldayan.738. Bucak.739. Bağlılığını bildirmiş.740. Sevgi.741. Her duruma her ihtimale karşı, ilerisinidüşünerek.742. Eşkıyalık eden.743. Karşılamaya.744. Çırpınması.745. Bile bile.746. Çeviren, kuşatan.747. Aydınlatıyorlar.748. İğrenç.749. Esirlerin ve cezalıların boyunlarına takılandemir halka.750. Ceza evi, hapishane.751. Kasılma.

752. Topluluğu, grubu.753. Merhametsiz, zorba.754. Tiksinmeyle, iğrenmeyle.755. Aşırı heyecan.756. Gönlü korku ve saygı ile dolu olarak.757. İnatçı.758. Titrek.759. Yola getirmeye.760. Gizli, belirsiz.

9Perde arası5 Kânûn-ı Evvel761Bu sabah doktor geldi. Yanımda uzunoturdu, konuştu. Bu haftanın sonunda ameliyatmuhakkak. Bende bu günlerde düşüklük var.Zannediyorum ki, ben denilen şey başımdakibirkaç sima762 ve onların hâtıralarından ibaret.Bunları anlattıkça boşalıp yavaş yavaşbitiyorum. İçimde dökeceğim son bir Sakaryakaldı; asıl facia ve son perde...Bugün notlarıma bakıyorum. İhtilâl günleriile Sakarya arasında hayli hâdise var, fakatbende ancak son perdeyi anlatacak kadar nefesvar. Ondan evvelki günler hep perde arası.Birkaç nağmesini mırıldanıp geçeceğim.

Hâkim763 terâneler Ayşe’nin o zaman yazılmışbirkaç mektubudur.Hayat masalıma bakıyorum da hikâyedenziyâde bir operaya benziyor. Mütemadiyenayakta ve dekor içinde, mütemadiyen el ve kolsallayarak konuşuyor, bağrışıyor,mütemadiyen öteye beriye düşüp ölüyoruz.İşte perde arası. Eskişehir’e trenden inen kolusargılı adam benim, değil mi? Ne gülünçhislerim var. Yeşil gözlü yeğenimin bu sargılıkola nasıl bakacağını düşünüyorum. Ah, bunubir müsademede764 almak ne iyi olurdu.Doğru Hilâl-i Ahmer’e765 gideceğim. Ayşeorada olmasa bile mutlak onun hakkındama’lûmatım olacak.Caddeyi bir türlü geçemiyorum. Askergeçiyor, sıcak rüzgârlarla savrulan tozlar buuzun müteharrik insan hattıyla karşıdakibinaları bile örtmüş. Ne bülend ve genç bir

unsur. Önde davul, zurna var. ÇocukkenŞişli’de selâmlığa766 geçen askeri seyr içinkapıya çıkardım. Her zaman içim tuhaf tuhafkarışırdı. Şimdi de çocuk gibi o eski heyecanıduyuyorum.Ayşe’yi beyaz önlüğü, siyah baş örtüsüylehastahane kapısında buldum. Askerlere gözüdalmış, bir şey görmüyordu.— Ayşe, ben geldim.— Sen misin Peyami? İzmir yolundakilerçoğaldı. Bak, artık askerimiz de var. Koluna neoldu? Nerede yaralandın?Ne güzel bir endişe ve biraz takdirle baktı.Nasıl harikulâde şeyler söylemek istiyorum.Fakat ben yine eski bârid Peyami oldum.— Serseri bir kurşun geçti Ayşe, yalnızetimi deldi. İyi bakılmadı da azıcık azdı. Buradabaktırıp Ankara’ya ta’lîm-gâha gideceğim;Cemal nerede?

— Burada, akşamları Tadia’da767 beraberyemek yiyoruz. Sen de gelirsin, hele içeri girbakayım, İhsan ne yapıyor?— İhtilâli teskin ediyor, asileri birer birerasıyor.— Bu İhsan ne garip çocuktur. O küçükKezban’dan haber aldınız mı? Zavallı çocukacaba ne oldu?Ne kadar sıkıldım. Yalan söyleyemiyorum.Hikâyeyi anlatamıyorum. Sustum. Kabahatligibi, bir şeyler bilip de söyleyemeyen adamlargibi sustum. Ayşe’nin sâkin yüzü bulutlandı.Ne için İhsan’ın kalp hikâyeleri onu bu kadarsarsıyor?Gece, Tadia’nın salonunun köşesindeyemek yiyoruz. Cemal eskisi gibi canlı selâmveriyor. Eski günler gibi kolumu koparacakgibi sıkıyor ve yanaklarımdan bir kardeşsamimiyeti ile öpüyor. Fakat mavi gözleri biraz

dumanlı. Yemekte baş başa yavaş yavaşkonuştuk. Hayli içi dolu. İzmir etrafındakiihtilâlde, Yunan istilâsı arasında hiyanet edilmişve Yunanlılara teslim edilmiş arkadaşlarınınYunan mahbesinden birer birer götürülüpkurşuna dizildiğini görmüş. Nihayet hapishanenöbetçilerine para yedirerek marifetli [bir]firarla tekrar buraya gelmiş. Efe ve Ethemihtilâfı eski zâbitlerden olan ihtilâlcilere bileorduda azıcık emniyetsiz bir nazar768uyandırmış. Bu Cemal’i en ince yerindenincitiyordu. İhtilâlin güzel olmayan yerlerini,ihtilâl anasırı769 arasında maddî menfaatlerarkasından koşanlar olduğunu biliyordu. Lâkiniyi kötü ihtilâli imanlı, fakat isimsiz insanlarbaşlatmıştı. Şimdi iki devre arasında buimanıyla, canıyla yeni devir için kurbanolanların asıl Yunan Ordusu’yla başlayacakordu çarpışmasında İstiklâl Ordusu haricinde

kalmasından korkuyordu. Fakat Ayşe, birazendişeli ve biraz incinmiş görünen bütünihtilâlci zâbit arkadaşlara karşı hemen kadınrolünü aldı. Onca, ordu ihtilâle, ihtilâl orduyao kadar karışmıştı ki, bu iki unsuru birbirindenayırmak gayri kabildi770. Bu, muvakkat771bir kardeş kavgasıydı. Yine boru çalınırçalınmaz herkes silâhını alacak, koşacaktı.— Sen Kumandan’a git Cemal, diyordu.Geçen gün geldi, hastahaneyi gezdi. Bunlarıtamamen iyi anlayan, iyi ve mert bir yüzü var.Sen ona hayatını açıkça anlat, olmaz mı?Göreceksiniz, hepiniz yine el ele beraberçarpışacaksınız.Nihayet Madam Tadia’nın pastalarıetrafında neşemizi bulduk. Tam o sıradadışarıda bir mahmuz şakırtısı, kapı açılıyor,Haşmet Bey elinde kamçısı giriyor, askerî başıyine eski gördüğümüz gibi, fakat birazşakakları ağarmış ve yüzü tamamıyla

tunçlaşmış; geldi, Ayşe’nin elini öptü. Cemal’inomzunu okşadı ve kahvemize, pastamızaiştirâk etti. Benim kolumdaki yara ile birazeğlendi. Çok neşeli, bu iki kardeşle çok dostgörünüyordu. Hemen ona Cemal’inKumandan’a gidip ordudan iş istemesi fikriniaçtılar. O, zaten bu işle meşgulmüş. Gecedışarıya beraber çıktık. Ayşe’yi hastahaneyeüçümüz beraber bıraktık. O yol, bu iki askerarasında dönerken bana çok dost, çok aşinagöründü.Sonra hayatımda ne oldu? Sahnede,muzikada susmuş gibi ben daireden daireyesürünüyorum. Beni derhal Ankara’ya,Müdâfaa-i Milliyye’ye772 tayin ettiler.Masadan masaya, odadan odaya gidiş geliş.Kâğıt, kâğıt, kâğıt. Ayşe çok ender yazıyor.Cemal alay kumandanı, Haşmet Bey fırkakumandanı. Ayşe Eskişehir’de, ona sadece

Hemşire Ayşe diyorlar. İhsan da alaykumandanı. Benimle hakikî hayat arasındakalın bir perde var ve o perdenin arkasındaonlar. Hayatın yegâne merkezi ve yegâneâmili773 olan yeşil gözler de orada. Neyapıyorlar? Ne oluyor? Yaz geçti, kış geldi.Birinci İnönü774 oldu bitti. Ben bu aralıkMüdâfaa-i Milliyye’nin bir işi için İnebolu’yagittim. Biraz sahilde istihbaratta775 kaldım.Gazetelerin, kâğıtların ne ehemmiyeti var.Ankara’ya dönerken Anadolu’nun haşmetligüzelliği bana bir şey söylemiyor, çünkükalbim hep önüme inen perdenin arkasında.Orada oynayanların İkinci İnönü776 perdesinide oynadıkları zaman, seyahatten yinedöndüm. İhsan’ın ve Cemal’in Ankara’ya gelipgitmiş olduklarını haber aldım. Ayşe’nin buzamanki mektupları pek cansız. Onun dabenim gibi içi boş mu? Yalnız İkinci İnönü’nde

yazdığı iki mektup var ki, İstiklâl oyuncularınınprova ettikleri sahneyi insana sezdiriyor. Bazantiyatro perdelerinde harice bakılan bir delikolur ve oyuncular içeriden gözlerini bu deliğeuydurup seyircilere bakarlar, işte ben budelikten içeriye bakmak isterdim.Ayşe’nin MektuplarıEskişehir’den yazılanlarİkinci İnönü geldi, geçti. Çok zamandırsenden haber alamıyorum. Seyahatte olduğunusöylediler. Ben de Birinci İnönü’nden sonrabiraz maddî, biraz manevî yorulmuştum. İkinciİnönü şifa verdi.Sen Birinci’den biraz evvel aramızda idin.Bu Anadolu’nun İzmir yolunda ilk askercengi777 oldu. Bana delikanlı olmaya başlayanbir pehlivan yavrusunun ilk muvaffakıyetli778güreşi gibi geldi. Fakat bizim hastahane bu

devirde cerrahî değildi.İkinci İnönü’nde mükemmel bir cerrahîhastahanemiz oldu ve ağır yaralılar hep bizegeldi. İkinci İnönü beni çok askerlereyaklaştırdı. Bir daha Yunan kavgası olursa birseyyar hastahaneye gitmeye çalışacağım.Hakikaten askerlerin sıtmasız, nümayişsiz779,sessiz bir kuvvetleri var. Bizim sevgili ihtilâlintabanca sesleri ve fazla rakı kokusu yok. Ah,şimdi zavallı Ahmed Rıfkı’yı nasıl hatırladım.Bunlar ihtilâlciler kadar sövmüyorlar da...Tamamen sessiz adamlar.Ben en çok ameliyathanede çalışıyorum.Fakat bir nefer koğuşunun nezâretini780 banabırakıyorlar. Boş beyaz yataklar hazırlandıkça,“Acaba kimler gelecek?” diye yüreğimçarpıyor. Hastahane azıcık düğün evinebenzedi. Doktorlar benim kadar heyecanlı...Öyle bir hazırlık ki...

İlk mecruhlar781 geleceği zamanEskişehir’in heyecanını görmeliydin. İstasyonkıyamet gibi kalabalık, sedyeler üstünde gelenhâkî782 insanlar bize başka dünyanın adamlarıgibi geliyor. Fakat bizim Mehmetçik,etrafındaki heyecandan bîhaber ve tamamenlakayt.Hepsi kendini düşünmeyen çocuklarabenziyorlar. İlk gelenler geri hizmetindeyaralananlar. Çayhaneye sedyeleri dizdik. Çayverip gönderiyoruz. Onların aklı çaya pekermiyor, hepsi elindeki somunu sıkı sıkıtutuyor, nereye koyacağını bilmiyor.Kocaman kafalı esmer bir nefer sargıda olanbacağından şikâyet etti, “Zıkın, zıkın şubacağımı bir onar!” diyordu. Sıhhiye neferihakikaten müşfik783 bir mahlûk. Harp, yaraonun şefkati ile beraber biraz da gıbtasını784

tahrik ediyor785. Türk neferi bu. Kollarınıkadın gibi uzattı, neferi kucakladı. Çekti,düzeltti:— Nerede yaralandın kardeşim?— Ayağımı gatır depti, gırıldı.Hastahanede ayağından ve karnından yaralıbir esmer çavuş daha var. Başı arslanabenziyor. Ameliyathanenin yanında koğuştayatıyor, girip çıkarken gidip bakıyorum. Daimasu istiyor. Kendini bilmiyor: “Ah ölmesem, ahölmesem!” diyor. Herhalde hayatını bu kadarsevmesinin bir sebebi var. Su vermek için kaçdefa başını kaldırdım, her defasında “Haticem,Haticem!” diyor. İlk akşam yaralılarbirbirleriyle meşgul olmadılar, fakat sabahleyinkeyifli idiler.İkinci gün harb yaralıları, ağır yaralılargeldi. Hastahanenin kapısından ameliyat vepansuman salonuna kadar sedyedengeçilmiyor. Bahçe bile sedye ile dolu. Birçoğu

ayakta, kolları, bacakları sarılı topallayarakgeliyorlar. Bu zâbitlerin hiçbiri şikâyet etmiyor.Cesur ve vakur786 yüzleri çamur, kan vebarut içinde; hepsi sigara içiyor.Nefer iki sınıf, bir kısmı çocuk gibinazlanıyor, herkesin kendisiyle meşgul olmasınıistiyor. Şehit olmuş bir arkadaşın veyahutzâbitin matemini yüksek sesle ağlayaraktutuyor. Öteki kısmı ziyâ gibi, göğsü açık, çokzaman kan içinde başının ay yıldızlı başlığıaltında yanık ve kavî yüzü bir tablo gibiduruyor. Bu yüzde hiçbir şey değişmiyor, sabitve sinirsiz gözleriyle öylece bakıyor.Gece ameliyat yoktu. Büyük koğuşa gittim,neferlerle dost olmaya çalıştım. Ekserisi çavuş.Çavuş, ordumuzun en mehîb787 ve kavîunsuru. Şikâyet etmez, temiz ve terbiyelidir,son derece mağrurdur. Ne neferle, ne dehastabakıcı ile konuşmaya tenezzül eder788.

Yanında yarasından şikâyet eden nefer olursatebessümsüz ve ağır sesle:— Ulan sus, ne zırlıyorsun, askere ayıpdeğil mi, der.Koğuşa ben girince çavuşlar doğrulmayaçalışıyorlar, endişe ile:— Harpten ne haber, Hemşire Hanım,diyorlar. Hastahanenin önünden taburlargeçerken kımıldanabilen her asker pencereyekoşuyor. Sabahleyin iki asker, kalbimitamamen aldı. Taburların ilk sıralarında idiler.Esasen ilk dizi en boylu, en güzel, ensağlamlarından seçiliyor. Bir tane sarışın, uzun,haşin yüzlü bir Rumelili vardı. Şarkıya obaşlıyor, ötekiler aldırıyor: “Yürüyelim ileriye,girelim Rumeli’ye,” Kim bilir Rumeli’dekalbinin neresini gömdü? Öteki gibi; Anadoluuşağı ve tablo gibi bir sıra neferin arasında. Başıbütün taburdan bir karış uzun ay yıldızlıkahverengi kalpağı var, gözleri bu ay yıldızdan

daha büyük ve daha ateşîn kestane renginde.Öyle güzel, öyle güzel ki, ancak insan bunu birromanda, belki de bir dramda temsil eder.Azası kavî, kolları kırmızı bayrağın direğinesarılmış ve su içinde yürüyen bir sancaktar:“Senin için ey sancağımız, ölürüz devermeyiz...”Arkamdan bütün koğuş gürleyerek devametti: “Senin için ey sancağımız güle güle kurbanoluruz.”İnatla, ısrarla, heyecanla içeriden dışarıdanetrafımı saran bu sancak aşkı gözlerimdençocuk gibi sıcak sıcak yaşlar boşandırdı.Yanıbaşımdaki çavuşun bu seslere nedeniştirâk etmediğini anlamak için döndüm.Hüseyin Çavuş yatağının içinde çocuk gibibüzülmüş ağlıyordu.— Ne var, Hüseyin Çavuş!— Bursalı, çam ağacı gibi, delikanlı birsancaktarımız vardı. Metris Tepe’de bizim

taburla beraberdi; yanı başımda sancağıkucağında çam gibi devrildi, şehit oldu, onudüşündüm de.İhsan’ın yaralandığını ve benim kendisinebaktığımı tabii biliyorsun. Şimdi MadamTadia’da yatıyor, hayli iyidir. Cemal’denmektup aldım. Haşmet Bey harbi şükür yarasızgeçirdi. Yalnız İstanbul’dan beraber geldiğimizSeyfi şehit oldu. Genç karısı yazıp banasoruyor. Nasıl cevap vereceğim? Bana mektupyaz.AyşeAyşe’nin İhsan’dan bu kadar azbahsetmesine taaccüp ettim789. O kadaralelâde bir şey mi? Hele daha sonra yarasınabaktığı Haşmet Bey’den hiç bahsetmedi.Mektupları nefer ve çavuşla dolu, demek bu ikiadam Ayşe’nin hayatında mühim değiller.

Ayşe’nin Kütahya Harbi’nde yazdığı sonmektup bu hissimi kuvvetlendirdi. ArtıkAyşe’nin kafasında ve gönlünde İzmir’denbaşka bir şey olmadığına inanmak istiyordum;kısa bir mektubunda da diyordu ki:Ben Ankara’ya geldim, gittim. İki gecekaldım, Cemal orada idi. Sen seyahatte imişsin.Dönerken İhsan’a tesadüf ettim. Ankarakendisine yaramış. Orada bize hiçbahsetmediği akrabaları varmış, herhalde çokneşeli şeyler. Sumut790 ve sakin İhsan’ı neşeile sıhhatle doldurmuşlar. Doğrucakolordusuna gitti.Ben Ankara’da galiba sıtma aldım.Hararetim ve düşüklüğüm var. Haşmet Bey iyioluncaya kadar ayakta sebat ettim791. Onuşimendifere792 bindirip gönderdikten sonraben de birkaç gün yattım. Cemal cenûbda793

süvari alaylarında... Ben bazan yatıp bazankalkıyorum. Bana Madam Tadia bakıyor.Ufukta yine harb sesleri var. Harp olursahücum borusunu duymuş kumandan atı gibiiçim kabaracak, ben de iş başına koşacağım.Her asker geçtikçe Madam Tadia penceredenbakıyor, önlüğü ile gözünü siliyor, hep ağlıyor:“Ne kadar ana daha ağlayacak, hepsi ne güzel,neden bu kadar güzel, nasıl bu kadar güzel?”diyor.Ayşe* * *Kütahya Harbi çok ıztırâb ve meşakkat794çektirdi. Fakat merak etme, meyus795 değilim.Sana son mektubu yazdıktan sonra harbhemen başladı. Ben yine sıtmadan yatıyordum.Hava ağır, tehditkâr796 bir intizarla797 dolu

idi. Ben kalkamamaktan içimi yiyordum. Fakatöyle yüksek bir hararetim vardı ki... Kafamdahastabakıcılık hayatım devam ediyor.Hastahanenin merdivenlerinden aşağı yukarıinip çıkıyordum. Ameliyathanede kol bacakkesiyorlar, kafatası açıyorlar, göğüsten,karından kurşun çıkarıyorlardı. “Hemşire Ayşepamuk, Hemşire Ayşe gaz, Hemşire Ayşekloroform ver; Hemşire Ayşe hastanın başınıbiraz aşağıya indir.” Kafamda hep böyle doktorkumandaları ötüyordu. Güya hastahanedeimişim gibi bütün yaralı ordu elimden geldi,geçti. Çıplak göğüsleri kırmızı yaralar içinde,genç yüzleri ıztırâbla mütekallis798 gözlerisevgililerin acı hayalâtıyla dolu, ince uzunvücutlarıyla birçok zâbit doğradık durduk.Sonra ne kadar nefer vardı. Esmer, dört köşe,hiçbir kasırganın koparamayacağı meşekütüklerine benzeyen kavî vücutlarıylamütemadiyen bıçak altında inlediler.

Bilir misin Peyami, İstanbul’da Anadoluluhizmetçilere, bilhassa askerlere hiddet edince“meşe odunu” dersiniz. Bu istihfa799 içinsöylenen lâkırdının onların rasanetini800 yalnızvücutlarının değil, ruhlarının ve sinirlerininrasanetini en iyi ifade ettiğini sıtma arasındahastabakıcılık hayatımı yaşayanmuhayyilem801 buldu. Bana Anadolu Ordusumuazzam ve muzlim, eğilmez bir meşe ormanıgibi geliyor.Bizim İzmirliler bambaşkadır. Bunlar Ortave Şarkî802 Anadolu. Nasıl bizimkiler esmeryüzleriyle ekserî803 mavi gözleriyle çevik,çâlâk804 vücutlarıyla rüzgârla sallanan inceçamlara, uzun servilere benzerler. İstanbulludaha beyaz, daha başka bir ruh meşesi, dahazarif ve mütekâmil805 bir insan örneği. Bütünbu ezelî meşelerin rasanetini, çamların,

servilerin zarafetini ve salıntısını birleştirdiktensonra hepsinden müteşekkil, hepsinden dahamütekâmil bir ağaç ismi bulsam onuİstanbullu’ya vereceğim. Anadolu kadarrasin806, İzmir kadar çâlâk; fakat bunlarınortasında bir de kendi güzel İstanbul’undan, binbir türlü Türk ruhunun rüyası olan beyazİstanbul’undan, güzelliği ve çirkinliği ile gelenharikulâde bir mahlûk.Bu hulyadan sonra kafamda, ordumuzuötesinde berisinde ince serviler ve çamlargörünen engin bir meşe ormanı hâlindegörüyordum. Gölgeleri ezelî, gövdelerinâmağlûb807, dalları hulya ile çok ciddî vederunî bir ıztırâbla dolu bir ormanı. Kocadünya bunu mütemadiyen biçiyor, büyükağaçlarını yere seriyor. Fakat yere dökülentohumlardan daha zengin genç bir ormanfışkırıyor. “Bu orman İzmir’e girecek,” diye

sayıklamış ve haykırmışım.Bir akşamüstü şakaklarına kirli siyah saçlarıyapışmış, sarhoş gözleri kan içinde, nara ataraklâterna808 çalarak Yunan askerlerinin MadamTadia’nın oteline hücum ettiklerini rüyamdagördüm. Gözümü açtım, top ve bombasesleriyle otel, sarsılıyordu. Yataktan fırladım,merdiven başına gittim. Zavallı ihtiyar kadıntopallaya topallaya yukarıya geliyordu.Tayyare hücumu olduğunu söyledi. Sonrayavaşça hastaları naklettiklerini ve tahliyeyekadar verildiğini fısıldadı, bana yardımını ricaettim, giyindim, hastahaneye gittim. İstasyonunelektrikleri yanmış, katırların, öküzarabalarının başında başları önlerinde nakliyeneferleri mütereddit ve telâşsız gidiyorlar.Müşa’şa809 bir mehtap var. Bazan da bir taburtozları kaldırarak geçiyor. Zâhiren810tahliyeye benzer bir şey yok. Bununla beraber

içimde İzmir yolundan bir adım gerilediğimizhissi var. Bunu onlar da belki hissediyorlar.Hep o meşenin eğilmeyen rasaneti, ona busükûtu veriyor, onu kesersiniz, yakarsınız,fakat eğemezsiniz. Bu yolun ortasında dövüşedövüşe ileri geri mutlak bir gün İzmir’eyetişeceğiz.Hastahanenin kapısından girince taş avluyusedye ile dolu buldum. Elektrikler yanmıştı.Sedyelerde hâkî esvapları, yıldızlı, aylıbaşlıkları ile aziz meşeler yatıyorlar, bazısınınceketinin kolları boş, bazısı yüzükoyun yatıyor,kaba etleri topla parça parça olmuş, üzerine birbattaniye çekilmiş. Bahçe kapısından iki sedyegetiriyorlar. Beyaz çamaşır parçaları, hâkîkumaş parçaları, et parçaları didik didikbirbirine kırmızı bir yaşlıkla karışmış. İnsansesine benzemeyen boğuk bir ıztırâb figanı811bu et parçaları arasından haykırıyor. Taşlıktamutlak bir sükûn var. Bu esmer, muzlim

başların, yaralarından daha derin ve derunî birıztırâbları var; gözleri, dalgın ve uzak.Merdiven başında doktoru gördüm. Beyazgömleği, hatta beyaz takkesi kan içinde,alnından ter taneleri akıp duruyor, benigörünce haykırdı:— Hemşire Ayşe, ne iyi zamanda geldiniz,hemen yukarıya çıkınız, size o kadar ihtiyacımvar ki.Merdivenlere dayana dayana çıktım.Bayılmamaya, içimdeki zaafa812 mağlûbolmamaya karar verdim. Ben de bir meşeormanı ortasında değil miyim? Onlar gibi,eğilmemeye, mağlûb olmamaya mecburum.Yukarıda iki yaralı kloroform alır almazameliyatın birinci kısmında dünyadan geçtiler.İkisi de arslan gibi iki nefer. Gözlerini elimlekapadım. Kocaman soğuk esmer ellerinituttum, okşadım, “Allahaısmarladık

hemşehrim,” dedim. “İzmir yolundagörüşeceğiz.” Bundan sonra gelen bir topçuneferi idi. Yüzünün yukarı kısmı tamamenmorarmış, çürümüş, başında beyaz bir sargıvar, ayakları ihtilâç813 içinde, çocuk gibibağırıyor:— Allah aşkına diyin gardaşım; beni gününaltına ne bırakıvidiniz. Gafam yanıya, ne va?Desenize bana, Allah aşkına beni günün altınane gakıvidiniz?Ameliyat masasında bir meşe pâdişâhı gibidevrilmiş düşmüş olan bu asker son neferdi.Bundan sonra zâbit ameliyatları vardı. Doktor,dal keser gibi iki kol budadı. Onların dahaşuurlu ve daha içinden bir hüzünleri vardı. Birtanesini yatağına koyduktan sonra benigözleriyle çağırdı. Eğilmemi işaret etti.Dudakları kımıldıyor, gözleri acı birinhimâkle814 bana bir şeyler anlatmaya

çalışıyor; fakat bir kelime söyleyemiyordu.Gözlerinde anlamayan bir neferin verdiği ye’sledaha acı, daha münhemik815 anlatmayaçalışıyor, fakat dudaklarında yalnız bir makinehareketi görülüyordu. Istırabını derhalanladım. Yüzüme anlayan bir ma’nâ verdim.Mütebessim816 ve müşfik817 esasendurduramadığım yaşlarla kulağımı dudaklarınayaklaştırarak dinler gibi yaptım. Muztaribgözlerine biraz sükûnet geldi.— Peki kardeşim, dediklerinin hepsiniyapacağım, dedim.O hâlâ dudakları sessiz kımıldanarakgözlerini kapadı, öldü.Başımı çevirdim, arkamda doktorun gözleriyaşlı idi. Kocaman çocuk yüzlü bir neferbirdenbire hıçkırarak ağlamaya başladı:— Anasının bir tanesiydi. İstanbul’da banaemanet etti. Ben şimdi ona ne diyeceğim,

diyordu. Odadan çıktım, merdivenleri yavaşyavaş iniyordum. İçimdeki zaaf bayılmaktanfazla bir şeydi. Avluda sıhhiye818 neferleribeyaz gömlekleriyle sâkin ve kavî, yaralılarayemek yediriyorlardı. Öyle kadına benzer,kadından fazla bir rikkatleri var ki...Ben de hemen onlara iltihak ettim.Sedyelerin yanına diz çöktüm, çocuğumubesler gibi kaşıkla ağızlarına lâpa vermeyebaşladım. Yüzükoyun yatanı biraz kımıldatmakistedim, yüzüme kuvvetini hiçbir vakitölçemeyeceğim elâ gözleriyle baktı:“Hemşirem, sol omuzum gırık,gımıldanamıyom,” dedi. Sonra yavaş yavaşkonuştuk:— Yeni asker mi oldun? Nerelisin?— Sekiz senedir askerim. Çanakkale’deharbettik biz, dedi.Sivaslı olduğunu ve sekiz yaşında Kevserisminde kızını üç çocuğu arasında en çok

sevdiğini söyledi. Bir harabe olan vücudu,konuşurken bazan fazla acıyor, susuyor, fakatyine başlıyordu. Kevser Hanım bir İstanbul kızıgibi içli imiş, güzelmiş, memleketine dönerseonu okutacakmış. Baktım, bütün bumihnet819 ve işkence arasında hayat kabiliyetihiç sönmemişti. Yavaşça:— Guzum Hemşire Hanım, dedi. Bizihemşire olan bir hastahaneye göndert, insanabacılar bakarsa yaralar daha çabık geçiyor.Dizlerimizin üstünde memleketini veadresini cebimdeki küçük deftere yazdım.Gözlerinde bir çocuk sevinci hâsıl oldu.Yanından kalkınca karşısındaki de seslendi,eğildim. “Beni de yazıve!” diyordu. Neyazdığımı bilmiyordu. Arkadaşına imtiyazlı820bir şey olmuş zannediyor ve o şeyi kendisi içinde istiyordu. Hepsi birer birer yanlarınaçağırıyorlar, alçak sesle konuşuyorlardı. O

ıztırâb ve kan yerinde birdenbire bir sükûn veteselli821 hâsıl olmuştu ve bu teselli ile derinkuvvet benim de içime yerleşiyordu.Birdenbire feci bir şey oldu. Yan taraftakikoğuştan başı sarılı, beyaz donlu ve gömlekli,gözleri humma ile çıldırmış bir zavallı hastafırladı, zavallının beyni artık kendinin değildi buAnkaralı bir neferdi:— Beni Ankara’ya iletin, tabanını öpem,tohtora di, beni Ankara’ya iletin!Sıhhiye neferleri etrafını aldılar. Zorlagötürdüler. Beynindeki humma ile daimaAnkara’ya gitmek istiyor ve sekiz adamlagüreşebiliyordu. Bu cinnet ve ıstırabın tekçığlığı zannettim ki yerde yatanların içindehasret ve ıztırâb akisleri uyandırdı. İnliyorlarmıydı, inlemiyorlar mıydı? Kulağımla işittim,fakat içim onların iniltisini duydu ve bu sumutıztırâb arasında zavallı deli neferin çığlığıumumî ıstırabın tek ve tiz bir nakaratı gibiydi.

Hastahaneden acele çıktım. Zavallı gençkadın hizmetçiler bu şeylerle asapları tamamengevşemiş, başlarını duvara dayamış,ağlaşıyorlardı. Hastahanenin kapısından birazöteye sürünerek yürüdüm. Hep evlerinduvarlarına dayanarak gidiyordum. Sonra birköşede durdum, çömeldim. Tıpkı bir Anadoluanası gibi başımı ellerimin içine aldım:— Rabbim, daha ne vakte kadar bu mihnetve bu acı? Yer yüzünde bize çektirdiğini çekenbaşka kulların var mı? Bizi sevdiğin için mi bunihayeti gelmeyen meşakkat ve gözyaşıyladeniyorsun?İlk defa İzmir yolunda çektiğim mihnet, buan ruhumdan taştı, dudaklarımdan fırladı. Birses duydum. Ne kadar zaman geçtibilmiyorum. Bu seste ıstırabın yenemediği birhayat cesaretini hissettim. Bana doğrugeliyordu. Arkasına döndü, birisine seslendi:— Belki Madam Tadia’ya kadar gitmiştir.

Ben gider kendisini bulurum, teşekkür ederimdoktor, zahmet etmeyin.Bu Haşmet Bey’di. Hemen ayağa kalktım,ona doğru yürüdüm. İki ellerimi birden tuttu,sıktı.— Nasılsınız Hemşire Ayşe? Deminden berisizi arıyorum.Cevap vermedim. Arkamı duvara dayadımdurdum. Bu sefer teessürle söyledi. .— Nasıl, cesaretinizi kayıp mı ediyorsunuz,Hemşire Ayşe? Size kılıçla yemin edenlerhenüz ölmediler. İzmir’e yine girecekler ve sizde geleceksiniz. Fakat bu sefer Hilâl-i Ahmerfilân yok, doğrudan doğruya cepheye, dedi.Bu kan ve acılık ortasında kalbim öyle birkuvvetle atıyordu ki...— Hemen beni beraber götürünüz, dedim,ben silâh atan muharip822 bir insan olamam.Fakat İzmir yolundakilerin yarasını sarar,

ıstırabını hafifleştiririm ve Allah isterse onlarlaberaber ölürüm.— Polatlı’ya gider gitmez sizi bizimKolordu Seyyarına823 veririz. Ben de Fırkamla...…’inci Kolordu’ya iltihak ettim. Cemal degelecek.Bilsen nasıl hayat karşısında yenilmeyencesaretlerin sarhoşluğunu duydum. Çocuk gibiağlıyordum. Fakat bu biraz içimde kırılmayayakın eğilen zembereğin bu kadar canlıolduğunu görmekten, biraz da Ahmed Rıfkı’yıhatırlamaktan ileri geldi, göğsünde lâle gibikırmızı yarasıyla onu yanı başımda çocukgözleri kahkaha ile dolu gibi görüyordum.— Haydi bakalım Hemşire Ayşe, bu Yunankeratalarını beraber atmayacak mıyız?Gece yarısından sonra açık bir vagondayaralılarla Polatlı’ya geldim. Vagondaaskerlerimle, avluda bıraktığımız dost

hasbıhaline824 devam ettik, alçak seslekonuştuk, konuştuk.İhsan’ı ilk günlerde çok merak ediyordum,sıhhatte ve Seyit Gazi’de olduğunu HaşmetBey söyledi. Ne kadar merak etmiş olduğumubu haberi alınca hissettim. Fakat düşünüyorumki o Haşmet Bey’in yerinde olsa beni cepheyedeğil, cephe gerisine bırakırdı. Beni iki yaşındabir çocuk gibi ihtimam825 altına alırdı.Anlıyorum ki beni Geyve’de tehlikedenuzaklaştırmasını henüz içim affetmemiş.Sen Peyami, İzmir yolunda hâlâ sararmışkâğıtlara bakarak mı yürüyeceksin?Ayşe761. 5 Aralık.762. Yüz, çehre.

763. Başta gelen.764. Silahlı iki grup arasındaki kısa çatışma,çarpışma.765. Kızılay’a.766. Eskiden padişahların cuma namazına gitmetöreni.767. Eskişehir’de küçük bir otel işleten Çek asıllıbir kadın. Madam Tadia adını taşıyan bu kadıngösterdiği sevgiden ötürü Tadia Ana, Mama Tadiadiye anılıyordu. (H. E. Adıvar. Türk’ün Ateşleİmtihanı, 1962, s.181).768. Bir konu hakkında düşünme, görüş.769. Unsurları, öğeleri.770. İmkânsızdı.771. Geçici.772. Milli Savunma Bakanlığı’na.773. Etkeni, etmeni.774. Birinci İnönü Savaşı (9-11 Ocak 1921). Batıcephesinde millî ordunun Yunanlılarla yaptığı ilkönemli savaştır. Bu savaş, 9 ve 10 Ocak 1921

günlerinde Eskişehir’in 40 km kadarkuzeybatısında Gündüzbey-İnönü hattında oldu.775. Bilgi toplama, haber alma.776. İkinci İnönü Savaşı (23-31 Mart 1921).Birinci İnönü Savaşı’nda yenilgiye uğrayarak Bursabölgesine çekilen Yunanlılar, gün geçtikçekuvvetlenmekte olan Türk Ordusu’nu kesinyenilgiye uğratmak amacıyla 23 Mart 1921’deBursa’dan İnönü; Uşak’tan Afyon yönünde ileriharekete geçtiler. Türk kuvvetlerinin iki katıkuvvete sahip olan Yunanlılar 31 Mart 1921 deyenilerek geri çekilmek zorunda kaldılar.777. Savaşı.778. Başarılı.779. Gösterişsiz.780. Denetimini, kontrolünü.781. Yaralılar, yaralanmış olanlar.782. Toprak rengi, toprakla ilgili.783. Sevecen, şefkatli.784. İmrenmesini.

785. Kışkırtıyor.786. Ağırbaşlı, onurlu.787. Heybetli, azametli.788. Kendi durumuna, düzeyine aykırı düşen birşey veya işi kabul etmek.789. Şaştım.790. Sessiz.791. Direndim.792. Trene.793. Güneyde.794. Güçlük, sıkıntı, zorluk.795. Üzgün.796. Korku verici, gözdağı verici.797. Bekleyişle.798. Büzülmüş.799. Küçümseme, hor görme.800. Sağlamlığını, metanetini.801. Hayal etme gücüm.

802. Doğu.803. Çoğu.804. Tez canlı.805. Olgunlaşmış, gelişmiş.806. Sağlam, metin.807. Yenilmeyen.808. Kolu çevrilerek çalınan, sandık biçiminde birtür org.809. Parlak.810. Görünüşte, görünüşe göre.811. Acı ile bağırması, inlemesi.812. Düşkünlük, dayanamama.813. Çırpınma.814. Bir şeye aşırı düşkünlük göstermeyle.815. Bir işin üstüne çok düşen.816. Gülümseyen, güleç.817. Sevecen, şefkatli.818. Sağlık işlerinin tümü.

819. Sıkıntı, üzüntü.820. Ayrıcalıklı.821. Avutma, acı bir olayı unutturmaya çalışma.822. Savaşa katılan, savaşan.823. Gezici kuvvet.824. Sohbetine.825. Özen, itina.

10Sakarya günleri8 Kânûn-ı Evvel826Yerleri boş olan dizlerimin Ayşe’den sonmektubu aldığım zaman nasıl kesildiğini,kalbimin, ellerimin nasıl tehalükle827titrediğini, vücudumun bir hâtırası olarak busabah yâd ettim828. İçimde çaresiz birarzunun acısı var. Ayşe benim İzmir yolundabacaklarımı bıraktığımı bilmedi. Hâlâ da eğercephede top patlarsa ve kollarım, kafamla sağkalırsam sürünüp gideceğimi bilmiyor.Dün gece rüyamda sabaha kadarGökçepınar Mezarlığı’nda dolaştım. BunuAyşe’ye anlatmak istiyordum; onunsandalyesinin etrafında yemin edenlerin ister

şehit, ister gazi, öyle şiirli ve yaldızlıkahramanlık destanları oldu ki... Hâl-bu-kibenim yeminim gibi İzmir yolunda akıttığımkan da gizli kaldı... Sakarya’nın ötesindebacaklarımla gövdemi top ayırdığı günlerde,Ayşe’siz ve boş seyyarda yatarken Haşmet Beykulağıma eğildi:— Senin bacaklarını GökçepınarMezarlığı’na gömdüreyim, dedi, ben acı acıgüldüm ve dedim ki:— Benim hayatım böyle şairane şeylere hiçde müsait değil, İzmir yolunda çekilenmihnetin829 korkunç yekûnu arasında benimbacaklarım, hatta kafam kaç para eder?Halbuki şimdi o mezarlığın kenarında tazeve şirin mezarın üstüne eğilmek, ıstırabımıanlatmak istiyorum.İçimde öyle bir sızı, sırtımda öyle bir ateşvar ki... Bu haftanın sonunda muhakkak başımıaçacaklar, ne içimdeki sızıyı ne de sırtımdaki

ateşi bırakacaklar. Ondan evvel o kadar damladamla akıtarak içtiğim hayatımın münferit830,fakat zehirli heyecanını burada acele ileyaşamak ve bitirmek lâzım. Ondan sonragözlerimi sükûnla kapar, ameliyat masasınayatarım. Yine şimdi o günlere gidiyorum.* * *Ordu Sakarya’nın bu tarafında, ben hâlâMüdâfaa-i Milliyye’de kâğıtlar arasındayım.Bütün varlığımla ileriye atılıyorum, mutlakcepheye gitmek istiyorum. Burada nafiz831 birdostum yok ki, müracaat edeyim. Buradakihayatımın dışı bir askerî memurun hayatı,fakat içi hiç öyle değil... Nasıl ve ne suretlecepheye gitmeli? Bu işkencemin en fazlaolduğu bir gün beni, bizim âmir birdenbireçağırdı. Rumca bildiğimi, fotoğrafi yaptığımıduymuş olduğunu söyledi. Lâkayd bir tavırla

tasdik ettim832.— O hâlde hemen hazırlanınız, GarpCephesi istihbaratı bir Rumca mütercimi833ile bir fotoğrafçı istiyor, ikisini birdenyaparsınız. Yarın akşamki trene behemehal834yetişiniz.Müdâfaa-i Milliyye’den sarhoş gibi çıktım.Ankara İstasyonu’ndan gece dokuzda hareketettim. Benimle beraber kompartımanda birzâbit vekili, üç muvazzaf835 zâbit vardı. Trenaskere ceb-hâne götürüyordu. Ömrümde bukadar sessiz, bu kadar havası kavî bir askerkitlesi içinde seyahat etmemiştim. Herkestesonuna kadar yürümeye karar vermişlerin hâlivardı.Karargâha son istasyondan iki saat vardı.Sabaha karşı vasıl olduk836.En iyi hatırladığım şey mehtabın parlak

olması ve bu ışığın içinde hâkî bir insankitlesinin vagonlardan hayvan ve ceb-hâneindirişi oldu. İnsanlar konuşmuyorlardı. Fakathayvanlar kişniyorlar ve rampadan inerkenhuysuzluk ediyorlardı. İstasyonun arkasında ikisüvari ile bir atlı zâbit duruyordu. ...’inciFırka’nın hücum tabur kumandanıymış. Kesikve sert hecelerle ağzından taş, kaya parçası gibiemirler çıkıyordu. Trenin ötesinde hâkî birbulut dağıldı, toplandı. Hendesî837 bir şekilaldı. Zâbitin nal sesleri, sonra sükûnet içindehavayı yırtan bir kelime darbesi: “Arş!..” Rapraplar evvela sert, sonra yumuşayarakuzaklaştılar. Ben karargâha gidecek zâbitarkadaşlarla kendime bir hayvan buldum. Dörtkişi yabancı, ıssız ve sarı bir beyâbân838 gibigörünen meçhul araziye daldık gittik.Benim gideceğim şubeden Zihni Efendiisminde zayıf, Rumeli telaffuzlu839, çekik


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook