Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Ateşten Gömlek-Halide Edip ADIVAR

Ateşten Gömlek-Halide Edip ADIVAR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-16 15:12:42

Description: Ateşten Gömlek-Halide Edip ADIVAR

Search

Read the Text Version

Bu adam bana nasıl hayret ve takdir telkinetti. Altı gün devam eden meşakkat vezahmetten sonra silâhları Geyve’yeyaklaştırırken İhsan’a bu hikâyeleri nasıl lâkaydbir sesle anlatacağımı ve Ayşe’ye kendimdenbahseder görünmeden bu sergüzeşti nasılyazacağımı düşünüyordum. Bunun ikisini deyapmadım. Bu Saffet Bey’i pek çok sevmiştim.Hariçte, dahilde düşmanla muhat676, beş onkişi ile sessiz ve eli titremeden karanlıkta ölümeyürüyen bu cazip677 adamın ruhundan içimebiraz bir şey aldım galiba.Mehtapta birbirimizin gözlerine bakarakayrılırken hangimizin daha evvel ötekininöldüğünü haber alacağını düşündük, sonrakağnı gıcırtısı. Mütemadî, ebedî...İlk ışıkta yığılan ve gömülen fişek sandıklarıakşamın ilk esmer gölgesinde sırtımızayüklettiğimiz aynı sandıklar. Her akşam ve her

sabah. Mütemadî yol değiştirerek, bin ihtiyatlakağnılar yanında yürüyüş ve karanlık kesifolurken Mehmet Çavuş’un bütün bütünAnadolulaşan şivesiyle anlattığı ilk ceb-hânelerin İstanbul’dan kaçırılışı:— Gırk araba gadan vadı...596. 27 Kasım.597. Olumsuz.598. Alında yazılı olan.599. Ortaya çıkan, görünen.600. Hikâyelerinden.601. Bile bile, bilerek ve isteyerek.602. Alışması, yatkınlığı.603. Güçlü.604. Sonu olmayan.605. Ayrıcalığımdan.

606. Haydut.607. Biricik.608. Uymaya, benzemeye.609. İnancı.610. Düşüncelerinde, fikirlerinde açıklık yoktu.611. Hayalî çalışmalarını, uygulamalarını.612. Ulusun fertleri, bireyleri.613. Bir görev ve hizmetle yükümlüydüler.614. “İşte o kadar” anlamında kullanılır.615. Ülküsü, ideali.616. Uyarak.617. Donanmış.618. Dindirmeye, yatıştırmaya.619. Dolaylı olarak.620. Zorlamayacaksınız.621. Hâkim olan, hükmeden.622. Eli başa götürerek verilen selâm.623. Küçümseme, hor görme.

624. 28 Kasım.625. Uyumu.626. Koşarken bir yandaki iki bacağını aynı andaatan binek hayvanlarının biniciyi sarsmadan koşmabiçimi.627. Tekdüze, monoton.628. Sonsuz bir dünya.629. Çeşitlenme, çeşitlilik.630. Büyülenmiş.631. Çevrede.632. Söylentileri.633. İncinen.634. Yayılması.635. Görüş açısından.636. Bir çeşit küçük ve ince asker battaniyesi.637. Gözetlemesi.638. İçten.639. Hoş görüyorum.640. Tek kurşun atan bir çeşit tüfek.

641. Uğraştılar.642. Gururlu.643. Taşa veya duvara delik açmak için kullanılanuzun, ağır ve ucu sivri demir.644. Hayrette kaldığımız, şaşırdığımız.645. Bağırış, çığlık.646. Yoğun.647. Tepki.648. İnmiş.649. Peygamber sayıyordu.650. İleri gelenlerinden.651. Üzerinde düşünmeden.652. Alçakgönüllü.653. Açıklık kazanmasını.654. İpekten, sarımtırak dallı nakışlarla işlenmiş birtür beyaz kumaş.655. Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olankimse.

656. Arka tarafında kırmaları çok, bacakları dar birtür pantolon.657. Bir kimsenin buyruğu altında bulunan kişiler.658. Durdurdu.659. Karma, karışık.660. İstiklâl Savaşı boyunca Anadolu’da kurulanhükümet ve bu hükümetin askerî kuvveti.661. Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülüdavranan, önlem alan, sakıngan.662. Karanlığına.663. Derinliğine.664. Sıkıntı.665. Üyelerinden.666. Ünlü.667. Belirsiz.668. Kuzey.669. Hayat eseri.670. Toprak yığını, küçük tepe.671. Kubbe biçiminde toparlak kabartı.

672. Gösterişli.673. Yer değiştirebilen, hareketli.674. Onurlanmak, onur kazanmak.675. Öldürecektiniz.676. Kuşatılmış, sarılmış, çevrilmiş.677. İlgi uyandıran, çekici.

7Kezban29 Teşrîn-i Sânî678Mehmet Çavuş’la uzun bir münakaşadansonra ceb-hâneyi Sarılar Köyü’nün arkasındakiağıla yığmaya karar verdik. Arabalar gecedönüp yükleyeceklerdi. Ben de ceb-hâneyihaber vermek üzere İhsan’ın karargâhınagidecektim. Karargâhın yeri değişipdeğişmediğini bilmiyordum. Öğleye doğruSarılar’a girip köylülerden ma’lûmat alacaktık.Yeni baştan atların üstünde rahvan, tıkırtıkır gidiyoruz. Söğütlerin arasına dalmıştık.Karnı yerde sürünen birkaç kaz kanatlarınıçırparak uçuştular. Sıcak, tozlu bir gündü.Söğütlerin gölgesi arasından Ayşe’nin küçükhastahanesi görününce kalbim birdenbire

atmaya başladı. Kabaklar dizili beyaz terastaonu beyaz gömleği ile çıkacak zannediyordum.O kadar daldım ki, etrafımı göremiyordum,hatta atın nereye gittiğinin bile farkındadeğildim. Birdenbire ta önümden gözlerime pekaşina679 görünen küçük bir köylü kızı çarptı.Köy kadınlarının en sevdikleri bir vaziyettearkasını bir söğüde dayamış, gözleri benimdaldığım beyaz eve dalmış, donmuş gibiduruyor.Bugün hâlâ, o küçük köylü kız çocuğununresmi gözlerimde, kırmızı şalvarlı dizlerinidikmiş, çömelmiş, yanık çatlak ayaklarınınbaşparmakları garip bir surette ayakta,dirsekleri sımsıkı dizlerine dayalı, kirli beyazbir bezle küçük başını sarmış, ellerişakaklarında oturuyor.— Kezban ne yapıyorsun?Bir yerinden vurulmuş gibi fırlıyor, atımınbaşını yakalıyor. Onu tozlu yollarda İhsan’a

ağlarken gördüğümden beri bir ay geçmedi.Fakat görüyorum, Kezban artık bir kız çocuğudeğildir. Mucize gibi uzanmış görünen dal gibibir genç kız vücudu, henüz olmaya başlayanmeyvelerin zengin yuvarlaklarını hatırlatıyor.Biraz sararan, incelenen güzel yüzü tamamenbir kadın harareti, bir kadın ma’nâsıyla insanıtazip ediyor680.Beni görünce canı gözlerine toplandı. Bir ayevvel İhsan’ın âmir sesiyle eriyen, boynubükük köye dönen çocuk tekrar İhsan’ın sesiniişitmiş ve bu çağıran ses içindeki kadınıuyandırmış gibi bana baktı.— Kumandan Bey, gayrik beni isteyo değilmi? Dün Elek Köyü’ne vadımdı, bir garı banaarvatların da asker olduğunu dedi.Gözlerindeki ateşi söndürmek istemedim:— Seni nasıl olsa alacağız Kezban, fakat benşimdi Kumandan Bey’in yanından gelmiyorum.

Kumandan Bey’in karargâhı buraya yakın mıdiye ben de sana soracaktım.— Doğançay’a yaklaşmış diyolar amaDoğançay’da yok.Zavallı çocuk bana sonra, Doğançay’da nasılavare dolaştığını (Doğançay’la Sarılar dört saat)ve yengesinden nasıl dayak yediğini anlattı.İhsan’ın kuvvetleri arasında onun da bir ağasıvardı. İhsan’ın kuvvetleri arasında pekâlâolabilirdi. Mutlak İhsan’ın kuvvetleriyle gitmekistiyordu. Başka kadınlar gitmişti. O niçingitmesin? Ağası gideli yengesi onu daha fazlaişletiyor681 ve dövüyormuş, hatta el işiyapmasa karnı bile doymuyormuş. Kimsesiyokmuş. Babasını öldüren ve kendini aç, çıplakbırakan gâvurlarla artık o da dövüşmekistiyordu. İki elleriyle atın dizginlerini sımsıkıtutmuş, küçük yüzü daha sararmış, gözleriyabani ve güzel bir kedinin atılmaya kararverdiği anın tehlikeli ışıklarıyla yanıyordu. İlk

defa olarak Ayşe ile onun yüzündekimüşabeheti682 gördüm, aynı yeşil gözler vekat’î çene. Ayşe’nin nâdir çiçekler gibi garip birkızıllıkla açılan büyük dudaklarına mukabilbunun küçük ve ma’nâsız bir çocuk ağzı var.Fakat hep o şimşek gibi karanlık daireleri içindetehlike, ateş ve ihtirasla çakan yeşil ışıklar. Bu,Anadolu’nun gözleridir. Yalnız Ayşe’ninkilerdaha derin, olgun ve faydalı bir kadın ruhutaşıyor, o kadar. Buna dikkat ettikten sonra buçocuğu, bu vahşi elemiyle nasıl bırakırgidebilirdim. Hâl-bu-ki İhsan’dan galiba ben dekorkmaya başlamış olacağım ki götürmeyecesaretim de yok.Ağaçların arasından biraz kısık ve çokgazablı683 bir kadın sesi haykırdı:— Ciğerine bit düşesi zilli kine684,askerlerle ne ediyon, ha!— Yenge, şimdi geliyom. Sen beni biraz

bekle, e mi!O gider gitmez atımı çevirdim:— Mehmet Çavuş, dedim, bu çocukgelmeden ben Doğançay’a doğru gidiyorum.Karargâhı bulur, sana Doğançay’dan birkılavuz yollarım, sen bu çocuğa görünmedenburadan savuş, kumandanla başımız belâyagirmesin.Ne cevap verdiğine dikkat etmeden atımısürdüm, gittim. Fakat şimdi gözlerininkanlanmış olduğunu, ürkmüş ve azmış bir atgibi soluduğunu hatırlıyorum.Doğançay’dan pek uzak olmayan bir ağaçlıkarasında karargâhı buldum. İhsan,kuvvetlerinin bir kısmı ile ilerideçarpışıyormuş. On beş gün içinde bizimkarargâhın asker unsuru685 fark edilecekkadar artmış, gün gün galebe çalan686,meydana çıkan ordu bu heyet içinde bile

tebellür ediyor687. Hakikat, kozadan çıkankurdun kelebek olduğunu görür gibi ihtilâlordusunun daha çalak688 ve halkçı, fakat eskiTürk Ordusu’nun simasıyla ihtilâl sahnesinegeldiğini görüyorum.İhsan’ın ertesi gün dönmesi kabildi689.Mutlak öğleden evvel ceb-hânenin gelmesiniistiyordum. Gece ancak üç saat uyudum,şafakla Doğançay’a ceb-hâneye karşı gittim.Öğleye doğru kağnılar başlarında MehmetÇavuş sökün ettiler690. Mehmet Çavuş benimyanıma geldi. Kağnıları çekenler arasında dalgibi bir çocuk vardı ki, uzaktan nazarı dikkaticelb etti. Arkasında kendine bol gelen meşinlieski bir ceket, ayağında koyu renk potur vardı.Tüfeğini acemi bir nefer gibi taşıyan bu çocuğuacaba nerede gördüm, diye düşündüm.Mehmet Çavuş heyecanlı, ateşli ve yüzütehlikeli idi. Yolda bana muhtelif çetelerdeki

kadınlardan bahsetti. Hatta Bulgar çetelerindekiBulgar kadınlarının vatanî rolünü bile dilidöndüğü kadar anlattı. Şehit olan RahimeÇavuş, hâlâ harb eden Ayşe Çavuş, AtiyeÇavuş, hep bu kadın çavuşların askerîmenâkıbını, bana korkunç gelen hayatlarınımübalâğa ile fazla renklerle muhayyilemderesmediyordu. Niçin bunlardan o dakikabahsetti. Sonra anladım.İhsan’ın yüzü o gün ne katı ne sertti. Rengisoluk, gözlerinde ma’denî bir parıltı vardı.Mehmet Çavuş’la beraber ceb-hânelerigetirdiğimizi ona söylemek için çadırınagirdiğimiz zaman bize uzak ve yabancı gözlerlebaktı. Elinde[ki] beyaz bir sargının,yaralandığına delâlet ettiğini691 anladığımhâlde bir şey söylemeye cesaret edemedim.Zannettim ki, bilhassa Mehmet Çavuş’abakarken gözlerinde bariz bir bürudet692 hâsıl

oluyor. Evvelâ bunu Mehmet Çavuş’un aşkınazannettim; sonra anladım ki bu sırf MehmetÇavuş’un nevinedir. Ve İhsan’ın ruhunda gayrimuntazam kuvvetler ne olursa olsun ordununtahammül edemeyen gayzı onun gözlerindenfırlıyor. Bütün günahlarına rağmen bana iyi veşuursuz çocuklar gibi gelen gayrimuntazamların imhası günü yaklaştığını birkelime işitmeden İhsan’ın gözlerinin verdiğihükümden anladım.— Şu yandaki Sarılar Köyü’nden birisigönüllü gelmek istedi. Çete yazılacakmış.Getirdim, ne dersiniz?İhsan’ın gözleri hâlâ soğuk, sağlam elimasasının üstündeki rövolverle693 oynuyordu.— Fazla genç ve kadın olmasın yeter. GötürMuhsin Bey’e yazdırt.Mehmet Çavuş’un gözlerindeki kırmızılığınarttığını, suratının karardığını gördüm. Fakatbu sadece İhsan’ın tavrının aksülâmeli

olabilirdi. Onlar reisleriyle lâubali694 vearkadaş olmaya alıştıktan sonra bu askerîemirleri müşkül hazmediyorlardı.Mehmet Çavuş çıkınca elini tuttum. Başınıeğmiş bir şeyler yazıyordu. Dudaklarında acıbir tebessüm hâsıl oldu:— Dün asi bir köy te’dîb ettik695. Hayliçete usulü oldu. Hele elimizde her emre itaateden eski asker makinesi kuvvetlensin, biz buortalığı kasıp kavuran, bize kafa tutankeratalara göstereceğiz.— Eski jandarmanın zulmünden daha fenadeğil ya, diyecek oldum. İstihza ile yüzümebaktı ve başını korkunç bir ma’nâ ile salladı.O gece uykum kaçtı. İhsan’ın çadırınınyanındaki çadırda yatıyordum. Akşamdanonunla beraber biraz rakı içmiş ve İstanbul’ugarip bir acı ile anmıştık. O, biraz kendisiyleeğleniyor ve belki ilk defa bana kendisinden

bahsediyordu.— Ben, diyordu. Her zaman böyle askerruhlu bir adamdım. Fakat çok ham birgençtim. Sonraları hayli de alafrangalığaözenirdim. Hâlâ medenî şeyleri, güzel şeyleriseverim, diyebilirim. Yalnız biraz bunlardanuzaklaştık. Anadolu’nun ta ortasına gelenleriyenmek ile memleketimizi muhafaza kabilolamayacağını düşünüyorum. Onlar,düşmanlarımız, kendi memleketlerine sahipoldukları gibi biz de sahip olmalıyız. Şimdiyekadar zeytin yağıyla su gibi duran bu halkla bizkaynaşmalıyız. Göreceksin Peyami, bu halkıkendi memleketine sahip edecek yine bizimyaratacağımız ordu olacak.— İzmir’e inelim, yeter İhsan.— Bu akşam içim hulya yapmak istiyor.Yalnız İzmir’i almak yetmez. Memleketitemizlemek lâzım. Anadolu ordusu İzmir’densonra öyle bir harb açacak ki... Köhne şeyleri,

karanlık şeyleri, halkı sefil ve esir eden şeylerihep temizleyecek ve yıkacak... Hemşire Ayşeile biz bunları daima konuşurduk. O banaİzmir’in ne mamur, ne mesut olduğunu hepanlattı. Biz Yunan’ı çıkardıktan sonra biz, evetordu, Anadolu’yu baştan başa mamur vemesut edeceğiz. Artık İstanbul’a hiçdönmeyeceğiz.— Dayanamazsın İhsan.— Bak görürsün; seninle gider İzmir’de birçiftlik yaparız, olmaz mı?Yunan taarruzu696 imtihanı devam ediyor,ihtilâl kuvvetleriyle ordu ihtilâfı697 bariz birşekilde meydana çıkıyor. Hariçten, dahilden binbir belâ başımızda dolaşıyor. Anadolu ordusuhâlâ çekirdek hâlinde bulunuyordu.Fakat onun genç erkânıharbı etrafını sarantehlikeler karşısında müstakbel698 ordununkayalardan taşan berrak ve ebedî şelâleler gibi

terütaze699 ruhuyla konuşuyordu. Bunlarıİhsan belki de Ayşe’nin yeşil gözlerininhayaliyle tekrar ediyordu. Nihayet gözleridalgın, yanakları kırmızı humma700 içindedüşünmeye başladığı zaman çadırımadönmüştüm. Fakat uykum kaçmıştı. İçimdeisimsiz bir çocuk korkusu ve ye’si vardı.İhsan’ın nikbin701 hulyaları bende aksi tesiryapmıştı. Nihayet uyuyamayacağımı tamamenanlayıp yataktan kalkmaya karar verdiğimdakikada yanımdaki çadırdan İhsan’ın sesiniduydum. Azıcık kısık, fakat ne bileyim, azıcıkda hasretli ve zebûn702 bir eda ilehaykırıyordu:— Sen burada ne arıyorsun?Karanlıkta birdenbire oturdum ve dinledim.Küçük bir kız çocuğu ağlar gibi tatlı ve nazlı birses ağlıyordu. İhsan artık yavaş yavaşkonuşuyordu. Ne söylüyorsa bu nazlı ve

elemli703 sesi daha derin bir ye’sle ağlatıyordu.İçim nasıl altüst oldu. Bu zavallı kadın veya kızkimdi? Herhalde İhsan’ın haberi olmadançadırına girmiş; evvelâ isyan eden, serthaykıran İhsan şimdi daha erimiş daha mağlûb,onu dikkatle, şefkatle oradan çıkarmayaçalışıyordu. Müphem704 bir surette Kezban’ıhatırladım. Garip şey. Kabil değil buradaolamazdı. Yanı başımda, böyle bir akşamdagönül mücadelesi olacağı kimin hatırına gelirdi.Gözlerimde Ayşe’nin yeşil gözleri parladı,karanlıkta öyle hain ve barîd705 parıltılarıvardı ki...— Zavallı küçük Ayşe, zavallı küçük Ayşe,aç gözlerini bakayım, artık ağlama Ayşe!Demek İhsan’ın buralarda Ayşe isminde birsevgilisi var. Doğançay’dan gece çadırlardakinöbetçilere görünmeden sürünmüş gelmişyalvarıyor. Fakat beni sevindirmesi icap eden

bu hâdise daha çok karıştırdı. Çadırı açtım,dışarıya çıktım. İçimdeki sıkıntı beni boğuyorgibi. Çadırın kapısından ilerideki ağaçlarabaktım; her yer sessiz ve karanlıktı. Hava birazbulutlu sıcak ve rüzgârsızdı. Bu sessizlik içindebende bilmem neden bana yakın bir insanolduğu hissi uyandı. Cebimden bir çakmakçıkardım, çaktım. Anı bir ışık içinde İhsan’ınçadırından otuz adım ötede uzun tüfeği ile biradam gördüm. Dalgın ve gergin tüfeğinimuayene ediyor, başı İhsan’ın çadırınamüteveccih706 bütün vücuduyla dinliyordu.Çakmak yandı, söndü, fakat bana o ziyâ anındagösterdiği adamla beraber bir kitaplık faciayı,bir anda aydınlattı. Bu, Mehmet Çavuş’tu. Herşeyi derhal anladım, ömrümde ilk defa olarakyıldırım gibi karar verdim. Yavaş yavaş oistikamete yürüdüm; hem lâkayd hem tabiîseslendim:— Mehmet Çavuş ne yapıyorsun?

— Siz misiniz Peyami Bey?— Benim!Bu sıkıntılı gecenin ruhların ağzını açıpvücuttan taşıran tılsımlı bir hâli vardı. MehmetÇavuş yeni doğmuş bir çocuk gibi açık, fakatson derece müteheyyic707 beni aşağıya doğruyürümeye davet etti, söyleyeceği vardı. Hiçtereddüt etmeden yürüdüm. Cebindentabakasını çıkardı, karanlıkta bir sigara sarmayaçalıştı.— Ne var Mehmet Çavuş, uykun mu kaçtı?Sigaralarımızı yakmak için tekrar çakmağıçakarken yüzünü hakikaten korkunç buldum.Kocaman bıyıklarının altında dudaklarının çokçirkin kıvrılışı vardı. Fakat anlatmayabaşlayınca tasavvur ettiğim708 facianın birazhafif olduğunu hissettim. Bununla beraberkorkularımın sebebi olduğunu anlıyordum.Kezban, Sarılar’da ben gittikten sonra

Mehmet Çavuş’u tekrar bulmuş, karargâhagönüllü kadın çete olarak gelmek istemiş. Kızınyalvarmasına Çavuş dayanamamış, arkasına birerkek esvabı giydirmiş, getirmiş. Anlaşılan kıza,İhsan’a sözü geçtiğinden ve kendisinin hatırısayıldığından bahsetmiş. Fakat çadırda İhsan’ınsert muamelesi işi bozmuş. Kağnılarla gelenKezban, Mehmet Çavuş’un kendisini kabulettiremeyeceğini anlayınca ağasından korkmuş,karargâhtan korkmuş, kendisi gidipKumandan’a yalvarmaya karar vermiş. Buaralık Mehmet Çavuş, Kezban’ın güzel yüzüneâşık olduğunu da kıza itiraf etmiş ve Allah’ınemriyle istemiş, kemerinde çok para varmış vekız razı olursa onu hangi köyde isterseoturtacak, elini soğuk sudan sıcak suyasokturmayacaktı. Kezban bunlara kulakasmamış, hep Kumandan kovarsa köyedönemeyeceğini, rezil olacağını, kendini çayaatıp boğacağını söylüyormuş. Nihayet Mehmet

Çavuş onu gece yarısından sonra usulcaKumandan’ın çadırına getireceğini söylemiş,şimdi de kıza bir fenalık gelmesin diye silâhıylabekliyormuş. Bana da kızı Kumandan’danistemek ve Allah’ın emriyle kendisine nikâhiçin yalvartmak istiyormuş. Fakat şimdi zihni,kapalı ve sessiz çadırdadır. Kız çadıra girinceKumandan sert sert haykırmış, sonra kız tuhaftuhaf ağlamış, şimdi de sesi tamamen kesilmiş.Kezban’ın Kumandan’la mülâkatı709 uzunsürdüğünü bana Çavuş anlatırken sesi bütünbütün yavuzlaşıyordu.Mehmet Çavuş öyle bir sesini kesti ki busükûtu çadırında yazı yazan bir genç zâbitinbeynini delen bir mavzer kurşunu tarrâkası gibiiçimden duydum. Çok sakin bir sesle:— İhsan Bey göründüğü kadarmerhametsiz değildir, dedim. Belki Kezban,senin kendisini istediğini de anlatıyordu. ÇünküKezban’ı o, eskiden tanır. Ona bir asker kızı

diye acır.Karanlıkta başını salladı. Mehmet Çavuş’unruhu İhsan’ın ruhunun temsil ettiği resminarkası gibi idi. Mehmet Çavuş bir askerin, birçetenin saadetine hadim olacağına710inanmıyordu. Sonra Kezban’ı alıkoyan şeyinböyle bir masal olduğuna kani değildi. Oaskerlere, bilhassa erkânıharplere hiç itimatetmiyordu. Onlardan öyle galiz711, öyle çirkinithamlarla bahsediyordu ki, iş tamamdı. Fakatbütün gayza, bu ademi itimada712 rağmenbenim söylediğim şeylere inanmak istiyordu.Artık horozlar ötüyordu.— Kezban arabaların yanına dönmüşolacak, dedim. Sen git ona söyle, bugünmeydana çıkmasın, ben gider İhsan Bey’ingönlünü ederim. Sizi de şurada bir baş gözederiz vesselâm.O, tuhaf tuhaf güldü. Sesi kısıktı. İhsan Bey

izin verse de vermese de kızı almaya yeminettiğini söyledi:— Ya ölüsünü ya dirisini, diyordu.Çadıra döndüm ve İhsan’ın uyanmasınıbekledim, mesele çok nazikti. Mutlak MehmetÇavuş’u çabuk tatmin etmek713 lâzımdı,yoksa bir felâket muhakkak görünüyordu.Öğleye doğru İhsan uyandı. Ayakta bir zâbitleceb-hânenin tevziini714 ve ileri sevkinikonuşuyordu. Yalnız kalması için bekledim.Zâbit çıkmadan Mehmet Çavuş girdi.Tavrından çağırılmış olduğu anlaşılıyordu.Yüzünde biraz ümit ve intizar715 vardı. Helebeni orada görmesi vahşi gönlüne biraz suserpmişti. İhsan’ın yüzü hâlâ sert ve kapalı idi.Mehmet Çavuş’a Geyve civarında bir iş siparişetti. Ona geceyi orada geçirtecek bir iş.Mehmet Çavuş’un yüzüne bakıyor, ilk defaiptidâî insanların da bizler kadar derin kalp

kasırgalarını örtebildiklerini düşünüyordum.Suratı gerilmiş, sararmış, dişleri mühlik716surette ikide birde açılıyordu. Fakat emrisükûtla telâkki etti717. İhsan arkasındanseslendi:— Seninle çalışan bir Mustafa vardır.Sarılar’dan kardeşi Kezban ceb-hânearabalarına takılmış buraya gelmiş; Mustafa’yasöyle, dönen arabalarla kızı köye göndersin. Buçocuğu burada bir akşam daha kim alıkoyarsaasarım, anladın mı?Yalnız kalıp da bu meseleyi açmak istediğimzaman İhsan sert sert yüzüme baktı:— Muhârebe başlarken bir de çoluk çocukmasalı dinleyemem, dedi.Fakat çocuk masalının hatimesi718 birhaile719 olduğunu gördü.İhsan aynı gün bana da müşkül bir vazifeverdi. Zihnimin endişesine rağmen Kezban

meselesini takibe zaman bulamadım. Akşamyemek yer yemez o, atına bindi, birmüfreze720 ile hareket etti.Sabaha karşı döneceğini söylüyordu. Havayağmurdan sonra açılmış, serin serin toprakkokuyordu. Yıldızlar o kadar berraktı kikarşıdaki ağaçların yaprakları seçiliyordu.Çadırın karşısında epeyce oturdum. AcabaKezban gitti mi? İhsan dönse de bunu bir dahasöylesem. Nihayet bugün vücudumda, geçenakşamların yorgunluğu, tatlı tatlı uyudum.Gece gözlerimi çadırda bir adam varhissiyle açtım. Hakikat çadırın aralığından geçdoğan ay, perdeli bir ışık gönderiyor,göremediğim bir insan sesleniyordu:— Peyami Bey, Peyami Bey!— Kim o?— Benim!— Sen kimsin? Gir içeri bakayım!

Derhal başucumdaki lâmbayı yaktım.Çadırdan korkak küçük bir gölge içeriye kaydı.İki gün evvel kağnıların başında gelen çocukçete idi, siyah başlığı altındaki sarı yüzebakmadan Kezban’ı tanıdım.— Ne istiyorsun Kezban?Kıyafetiyle biraz gülünç biraz da acıklıtezad yapan küçük bir sesle için için ağlıyordu.Ne uzun zahmetle niçin geldiğini ve derdinisöyletebildim. Bir akşam evvel MehmetÇavuş’un açıldığı gibi o da açıldı.Evvela İhsan’a olan iptilâsından721bahsetti. Bütün iptidâîliği, çocukluğu, kadınlığı,hatta yeni hâsıl olan muğlâk722 hislerle İhsan’ıseviyordu. İhsan, Sarılar’da onun babasınınİstanbul’da işgalde şehit olduğunu anlaranlamaz bütün çocuklara ve bî-çârelere723yaptığı gibi buna da rakik724 ve kavîhimayesini açmıştı. Bununla başlayan iptilâ,

İhsan’ın yılmaz hareketleri, bahadırlıkları725ile artmış buna biraz korku biraz de ye’skarıştıktan sonra zavallı çocuğun bütündünyası İhsan oluvermişti. İhsan köydengittikten sonra öyle azap ve hasret çekmiş ki,Mehmet Çavuş kendisini gezmeye ikna ettiğizaman İhsan’ın yüzünü görmekten başka birşey düşünmemişti. Bir defa görsün, bir defaçizmesinin altına kendini atsın, sonra onunmahmuzları altında ezilip ölmeye razı. Buradayaşından ümit edilmez bir gayz ve kıskançlıklaşehirli avrattan, yani Ayşe’den bahsetti.Şehirli avrat kabil değil İhsan’ı kendisi kadarsevmezmiş. Ben oldukça dürüst, Ayşe’ninİhsan’ı sevmediğini, İhsan’ın da diğerarkadaşları gibi onu kardeş telâkki ettiklerinianlatmaya çalıştım. Küçük başını hırçın hırçınsalladı.— O yiğit bir avrat, dedi. İki elim yanıma

gelecek neyleyim, kahbe değil, emme kahbegibi erleri birbirine gatıyo. Yiğit canlar uğrunatelef olup gidiyo. O sarı oğlan, MülâzımAhmed Rıfkı neden öldü? Emme ben biliyom.Şehirli avrat garnından asıl Cumandan Bey’eyanıyo. Tıpkı benim gibi.— Peki bundan bana ne, dedim.Yeniden ağlamaya başladı. Dün akşamİhsan’ın çadırına girmiş. İhsan evvelâhaykırmış ve kolundan tutup dışarı atmakistemiş, fakat Kezban yere yatmış, çizmelerinesarılmış, boğula boğula ağlamış, yalvarmış. Ozaman merhamet etmiş ve teskin etmeyeçalışmış.Burada Kezban’ın hıçkırıkları coşuyor,yalnız bu coşuşta ıztırâbla beraber zavallıçocuğu benliğinin umkundan726 sarsan birsaadet dakikası var. Söylemiyor ama biliyorum.Kezban’ın çenesinden tutmuş kaldırmış,gözlerine bakmış ve ona “Ayşe” demiş. İhsan da

çocuk gibi Kezban’la beraber ağlamış. İhsan’ınAyşe tarafından büyülenmiş olduğuna ve bugâvur büyüsünden kurtuluş olmadığına kani,her şeye rağmen dün akşam bütün ömrünücehenneme çevirecek olan bu ıztırâbda tasmimettiği727 fedakârlığın pahalı satın alınmış kısabir ciheti var.Sabaha karşı Mehmet Çavuş, bunu yinebulmuş, izaç etmiş;728 fakat Kezban bu izacıntehlikesini, İhsan’ı ilka edeceği729muhatarayı730 anlamış. Mehmet Çavuş’tanbir kuşun yılandan korktuğu gibi korkuyor.Ona “zebani”731 diyor, fakat MehmetÇavuş’un teklifini İhsan’a bir ziyân gelmesindiye kabul ediyor. Köye dönecek, MehmetÇavuş’la evlenecek, sonra ilk fırsatta... Bufırsatlar ne olduğunu, kendisi için nasıl birhalâs732 tahayyül ettiğini bir türlü anlatmadı.

Mehmet Çavuş’a arabalarla köyedöneceğini vaat ettiği hâlde gidememiş. Fakatgittiğini haber alınca bana hem MehmetÇavuş’tan İhsan’ı sakınmamı tavsiye etmeğegelmiş, çünkü Mehmet Çavuş onun zaafınıbiliyor, kıskanıyormuş, er geç İhsan’ahıyanetinden733 korkuyor; hem de son defaİhsan’ın çadırına girmek istiyor. Kendisini busebeple oraya gönderirsem nöbetçi bırakırmış.Ne olur, son defa. Sonra köye gidip o zebanininpençesine girecek.Çadırın kapısını açtım, nöbetçiye seslendim:— Posta! Kumandan Bey’in çadırına buçocukla gazeteler gönderiyorum. Bırak geçsin.— Peki efendim.Köşeden bir yığın gazete aldım:— Haydi çabuk gir ve çık!Fakat Kezban çadırdan bir türlüçıkamıyordu. Kendim gittim, çadırda ne

olduğunu anlamak istedim. Zavallı çocukİhsan’ın asker yatağının dibine çömelmiş,çizmelerini kucaklamış, yanağı meşinparçasının üstünde, gözlerinden yaşlar siyahkirpiklerinin uçlarından süzülüp topraklaradüşüyor. Elinden tuttum; çektim. Kendim onukarargâh hududunun haricine kadar götürecekbırakacaktım. Ondan sonra Mehmet Çavuş’unhaşin aşkının girdâbına düşecekti.Çadırların arasından yan yana yürüdük,çıktık. Başı önünde gözleri yerde rüyada gibibenimle geldi. Karargâhtan hayli uzaklaştıktansonra selâmetledim. Doğançay’ı yakındı.Ondan öteye gidebilirdi.En son biraz para kabul ettirmeye çalıştım.Bir ağaca arkasını dayamış:— Alaman, alaman, diyordu.Ben zorla aldırmaya çalışıyor; oreddetmekte devam ediyordu. Tam elini tutupküçük avucuna parayı koymaya çalışırken bir

tüfeng patladı. Döndüm. Kolumda garip biryıldırım darbesi duydum. Yere su gibi bir şeydamlıyordu. Kezban telâş içinde sağa solakoşuyordu. Mehmet Çavuş’un gölgesi ağaçlararasından bir kaplan gibi sıçradı, kızı belindenyakaladı.— Köyde aradım, beni aldattın kahpe,diyordu. Hele dur bununla İhsan’ın da ciğerinibir deleyim.Kızı belinden yakalamış silâh sesleriylekoşuşan nöbetçilerden olanca süratiylekaçıyordu.— Bir şey yok hemşerim. Uzaktan atılan birkurşun kaza ile koluma dokundu. Ben çadırımagidiyorum. Bana sargılarla doktoru gönderin.Ertesi gün İhsan avdetinde734 ordu ilegayri muntazam kuvvetler arasındaki ihtilâfınolanca gayzı ve ateşi ile meydana çıktığınısöyledi. Ordu onları tepelemedenyaşayamayacağını söylüyordu. İhsan’dan

itibaren her zâbit, hatta her nefer Yunantaarruzu kadar orduya rakip olan ihtilâlkuvvetleriyle alâkadardı ve İhsan beni olancakuvvetiyle kolumu tedavi ettirmek vedinlendirmek için Eskişehir’e göndermekteısrar ediyordu.678. 29 Kasım.679. Bildik, tanıdık.680. Üzüyor.681. Çalıştırıyor.682. Benzerliği.683. Öfkeli.684. Kahpe (kine, “gidi” anlamındadır.)685. Elemanı.686. Yenen, üstün gelen.687. Beliriyor.

688. Eline ayağına çabuk.689. Mümkündü.690. Birbiri ardından geldiler.691. Gösterdiğini, anlattığını.692. Soğukluk.693. Tabanca.694. Senli benli, teklifsiz.695. Yola getirdik, uslandırdık.696. Saldırısı.697. Ayrılığı, anlaşmazlığı, uyuşmazlığı.698. İleri bir tarihte; gelecekte.699. Çok taze, taptaze.700. Ateş.701. İyimser.702. Güçsüz, zayıf, âciz.703. Üzüntülü, kederli.704. Belirsiz.705. Soğuk.

706. Yönelmiş.707. Heyecanlı.708. Zihnimde canlandırdığım.709. Görüşmesi.710. Yarayacağına.711. Kaba, iğrenç.712. Güvensizliğe.713. Karşısındakine güven vererek onu istenilenbir biçimde hoşnut etmek.714. Dağıtımını.715. Bekleyiş.716. Öldürücü, tehlikeli.717. Kabul etti.718. Sonu, neticesi.719. Çok acıklı olay.720. Türlü askerî görev ve hizmetlerin yapılmasıiçin, küçük birliklerden, belli bir kuruluşa bağlıkalmadan geçici olarak oluşturulan gruplara verilenad.

721. Düşkünlüğünden.722. Anlaşılması güç, anlaşılmaz, karışık, çapraşık.723. Çaresizlere, zavallılara.724. İnce, narin, merhametli.725. Savaşlarda çarpışmalarda gücü ve yılmazlığıylaüstünlük kazanan kimse.726. Derinliğinden.727. Tasarladığı.728. Bunaltmış, tedirgin etmiş.729. Bırakacağı, terk edeceği.730. Korku verici durumu, tehlikeyi.731. Cehennem bekçisi.732. Kurtuluş.733. İhanetinden.734. Dönüşünde.

8Kâbus7351 Kânûn-ı Evvel736Hikâyemde bir kopuk halka, yanık sayfavar. Kezban’ı Mehmet Çavuş belindenyakalayıp ıssız ovalara kaçtığı karanlık gecedensonra onları bir daha gördüm mü? Kafamdakimüşa’şa737 alevler, silâh sesleri, zincirşakırtıları ve ihtilâlin korkunç sesleri arasındanonları bir daha gördüm, zannediyorum. Bukısa, fakat hayatımın en korkunç kâbusu. Bunudüşünürken alnımdan soğuk terler, arkamdaalevler, dudaklarım kupkuru, gözlerim hummaiçinde titriyorum. Bu muhayyilenin bir icadımı? Böyle bir şeye inanmak istemem, sonraötekilerden, hatta kendimden şübhe ederim. Bu

kâbus, fakat hakikî bir kâbus ve onu nasılgördümse, hâlâ nasıl görüyorsam, öyleanlatacağım.Konya ihtilâlini bastıranlar arasındayız.İhsan kuvvetleriyle ismini hatırlayamadığım birnahiye738 merkezine yakınız. Merkezin henüzihtilâle bulaşmadığını söylüyorlar. Nahiyedenbir küçük heyet İhsan’a gelmiş, arzı sadakatetmiş739 ve nahiyeye asileri sokmayacaklarınıtemin eylemiş, fakat buna mukabil bizimkuvvetlerin de girmemesini, nahiyeyi heyecanasokmamasını yalvarmış, İhsan’ı yalnız nahiyeyedavet etmişler, kuzu kesecekler, şerefine köyşenlik yapacakmış, gelen iki sarıklı ihtiyarla üçköylü ağa İhsan’a muhabbet740 ve emniyettelkin etmiş.İhsan ihtiyaten741 bir müfrezeyi nahiyeyeyaklaştırdıktan sonra beş süvari ve bir debenimle beraber davete gidiyor. Şübhe ederse

süvarilerden birini gönderecek ve kuvvetlerTahsin Bey’in kumandasında köye girecek.Muhsin Bey buna şiddetle aleyhtar: “Bugünkuzu gibi olan köylüleri yarın bir kasırga gibiKonya’dan geçen ihtilâl sıtması tutabilir,”diyor.Ovada, üç yüz hanelik bir köy; sarı, çoraktopraklar arasında, sarı topraktan yapılmışküçük bir sırtın üzerinde, önü yeşil birAnadolu nahiyesi. Akşam güneşi sarı topraklarıeflâtuna boyamış, köyün önünde yeşilmeydandan davul zurna sesi geliyor. İhsan’laatlarımız yan yana koşarak gidiyoruz. MehmetÇavuş’la Kezban’ı konuşuyoruz. Ne oldular?Nereye gittiler? Kezban bir daha köyedönmemiş. Mehmet Çavuş’un da Türk-Çerkeskarışık, hilâfet ordusu namına icra-yı şekaveteden742 Hamza Bey çetesine iltihak ettiğisöyleniyor. Onun ihtilâlci ve bilhassa pâdişâh

düşmanı ruhunu düşünüyor, Kezban’ın yeşilgözlerini kıskanarak bütün hayatını inkâredişine hayret ediyorum. İhsan dalgın:— Zavallı küçük Kezban, zavallı çocuk,diyor.Yeşil meydana yaklaşırken büyük siyah birkalabalık görüyoruz. Bizi istikbale743bekliyorlar belki. Fakat ne kadar kalabalık; nasılöyle toplu ve sessiz duruyorlar.Yeşil meydanı geçmek için önündekioldukça derin ve uzun hendekten İhsan’ın atıkanatlı gibi uçtu, geçti. Sonra ben ve süvariler...Yeşillikte on adım ilerlemedik, solda harap veboş duran ve bir değirmen binasından bir kümeinsan fırlıyor ve arkamızdan koşuyor, İhsanzemberekli gibi atını çeviriyor, fakat o kadaranî bir kâbus başlangıcı ki... İşte beş süvari, ellikişi arasından taşlar, küfürler, sopalar vetırpanlar fırlıyor ve bu cehennemî gürültüarasında iki süvarinin hendeğe atıldığını

görüyorum ve arkamızda korkunç ayak seslerivar; ne derin ve yeraltından gelen bir gürültü,evet, köyün önündeki siyah küme, bir insankasırgası gibi geliyor, buradakiler süvarilerinişini bitirmişler, koşuyorlar ve biz kudurmuşbir insan kütlesi arasındayız. Evet, korku nedir,korkunun rengi, ihtilâcı744, gözleri, bütünbünyesi nedir, biliyorum. Fakat o ince ve yavuzçocuk henüz dumanı çıkan, kurşunu bitmiştabancası elinde, kırmızı kalpağı bir tarafaeğilmiş, ayakta duruyor, kafasını hiçkaybetmiyor. Kurşunları kimseye atmıyor,bililtizam745 kimseyi belki öldürmüyor, fakatbütün bu halkı, gittikçe daralarak daha sıkı birhalka hâlinde onu ihata eden746 halkı birkaçdakika durdurdu. Hepsi o ayakta duran, gözlerisoğuk, ma’denî bir parıltı ile onlara bakankudretli mahlûkla meşguller; ben, ne garip, busöven, bağıran, baltasını sallayan, ter kokan

halktan imişim gibi kimse benimle meşguldeğil.— Bıyıklarını görüyon mu?— Alın aşağı!— Gebertin!— Boğazlayın!Bum bum iki tarrâka, sonra kudurmuş birhalk ve mütemadiyen havada vızlayıp gidentaşlar, insan dalgası ve bunun üstünde, ufuktakandan bir tepsi gibi kayıp ovanın altına gidengüneş.Artık İhsan’dan ayrıyım. O müthiş vekudurmuş kütle ne yapıyor, bilmiyorum;kollarını sallayanlar, birbirlerine bağıranlar yinetaş, koşuş ve mütemadî çirkin bir tepinme.Hep bu insan kasırgası kızıl karanlıkta köyedoğru gidiyor. Önde ellerinde meş’aleler, islibir alevle bu korkunç yüzleri tenvirediyorlar747 ortada zincirlerini sallayarak ikineferle beraber İhsan’ı sürükleyip

götürüyorlar. Ölü değiller, diyorum. Ölselerdionları da hendeğe atarlardı, benim yanımda ikiköylü konuşuyor, yavaş yavaş:— Arslan delikanlı be! Bizim Çanakkale’dezâbitimizdi. Bir hücuma koşardı, hepimizin içideprenirdi. Bu Hamza Bey keratası da kimoluyor?— O Mehmet Çavuş yok mu, hep yaptırano.— Bizim köylü de eşek gibi be!Köye giriyoruz; yine duyuyorum:— Kumandanı nidecekler?— Mahpusa götürecekler.Ben de bu meş’aleli, kanlı halkla sürüklenipgidiyorum. Köyün muhtelif köşelerinden kadınçığlıkları geliyor ve bir davul, cehennemî birgümbürtü ile mütemadiyen çalıyor, kısık, vahşinaralar duyuyorum ve her yerde havaya silâhsıkıyorlar.Nihayet tozlu, yamru yumru bir köy

sokağındayız. Köşede hayvansız boş bir arabaduruyor ve karşı köşeden kapısı açık büyücekbir toprak eve küfür, gürültü arasında İhsan’ıve neferleri getiriyorlar. Ben arabanın yanındasıkıştım, kaldım; yine yanımda konuşuyorlar:— Herifi niçin öldürmüyorlar?— Ne bileyim ben.— Ankara’dan bir paşa geliyormuş diyorlar,acaba onun için bunları rehin mi tutuyorlar?— Ne bileyim ben ulan!Sokak yine karışıyor, kaçışanlar, meş’aletutanlar, davul gümbürtüsü, sonra:— Boğazlıyorlar, boğazlıyorlar.Şakaklarımdaki soğuk ter, ellerimdekititreme, boşta gibi sallanan yüreğimlekendimden geçmiştim.Yine ayak sesleri ve tanıdığım bir şive ile birköylü nutku. Arabanın kenarına tutunarakayağa kalkıyorum. Karşıda açık kapının içindeisler ve dumanlar arasında mütemadî alevler ve

daima söyleyen, bağıran korkunç ağızlargörüyorum. Orada ne yapıyorlar? Yürüyorum.Sokaktan geçen beş on köylü ile beraber ben dekapıda durup içeriye bakıyorum.Karşıda açık, müstekrih748 helâ kapısı, onabitişik bir merdiven yukarı çıkıyor; toprak, pisbir avlu, bir köşesinde zincirler, lâleler749yığılmış, sağında demir parmaklıklı bir kapıdaha ve iki meş’ale bu demir kafesin arkasınıgösteriyor. Anlıyorum, burası nahiyeninhükümet konağı ve bu kapı mahbesdir750.Demir parmaklığın arkasında başından sızankanlarla İhsan ayakta duruyor. İki ellerindekiuzun kalın zincir, ayaklarına kadar düşüyor veboynunda kalın bir lâle var. Parmaklığın butarafında ihtirasla, nefretle, müstekrih birtakallüsle751 Mehmet Çavuş, beş on kişiyemahbesin kapısını kırıp İhsan’ın işinitamamlamaya teşvik ediyor. Nahiye

müdürünü, jandarmaları boğazlamışlar da bupis, bıyıksız oğlanı ne bırakıyorlar? Bu daHalife düşmanı, din düşmanı, hemengebertmeli.Her nasılsa bu on kişilik köylü zümresi752akşamki galeyan ve cinayetten sonradüşünüyorlar. Mehmet Çavuş istediğiniyaptıramıyor. Ben ışığa konan kelebek gibi,gözlerim ve gözlerimle beraber kalbim İhsan’ayapışmış bakıyorum. Ne kadar güzel, ne kadarkavî, ne kadar ilâhî bir yüzü var. Kumralbaşından sızan kanların altında ayrık, açıkgözlerinde şimdi yalnız yılmaz bir ceberut753değil, acı ve derin bir merhamet, istikrahla754karışık bir merhamet var. Gözlerinikırpmadan, cellâtlarına öyle derin ve kavîbakıyor ki. O zaman, Kezban’ın neden onunçizmelerine vecd755 ile huşû ile756 sarıldığını


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook