— Gidiyor Ahmed, artık üç gün sonraburalar temizlenmiş olacak. Sen göğsünübedava deldirmedin ya.— Biraz su bacım.— Bacağım ufruluyor. Tohtor ne zamangelecek?— Vay anam, vay anam!Bu bir feryat.— Ah bir limon iletemez misin, bacım?Bu bir dilek.— Senin için ey sancağımız, ölürüz devermeyiz.Bu şikâyet etmeyenlerin acılarınıboşaltışları.— Ayşe, benimle beraber gelemez misin?— Sen misin Peyami, dur şimdi geliyorum.Mustafa Çavuş biraz hastaların yanına gel.Şimdi çadırın kapısındayız. Ayşe’nin yüzütamamen esmer ziyâ ile karışmış, gözlerininetrafı simsiyah, gözlerinin içi siyah, siyah.
— Yunanlılar hakikat ricat ediyorlar, değilmi Peyami?— Evet, Ayşe.— Yarın Haşmet Bey’in fırkası da, Cemal demutlak harbedecekler.— Mutlak İhsan’ın alayı da harbe girecek.— Sayıklıyorsun, Peyami?— İhsan’ın ......’inci Alay’a kumandanolduğunu bilmiyor musun?— Üç gün evvel gördüm; bir şey söylemedi.Alay’ın karargâhı nerede?— İşte şu sırtlarda.— Demek üçümüz de yarın İzmir yolunda.Ne garip gülüyor, içim yırtılıyor gibi.— Sen kolorduya mal oldun mu Peyami?— İhsan’ın emir zâbiti oldum.Hayretle gözlerini açıyor:— Sen de mi ateşe? Hepiniz pervaneleralayı gibi ateşe koşuyorsunuz.— Öyle ya.
— Bir ben kaldım.İçeriden bir ses:— Ah bacım, bacım!— Bu Hüseyin Çavuş’un sesi Peyami.Kolundan yaralı. Mutlak alayına dönmekistiyor. Hüseyin Çavuş’a ben Eskişehir’debaktımdı; bir peritonit1021 geçirdiydi. Bu seferdokuz yaradan aşağı almayacağını söylüyor.Biraz kapanık ve soğuk yüzünde yeni sıcakbir heyecan var.— İhsan’ı ateşe girmeden görmek istemezmisin? Sakarya Harbi’nin en büyük hususiyetialay kumandanlarından cennete bir şehit alayıgöndermek.Birdenbire arkasını bana çevirdi. Uzaklarabakıyor. Sonra yine dönüyor. Karanlık dahaderin, yüzünü göremiyorum. Sıvalı kolunuuzatıyor, benim kolumu okşuyor.— Sen de, Cemal de, o da, belki HüseyinÇavuş da hepiniz gidiyorsunuz. Bugünlerde
insanları yumuşatmak iyi bir şey değil. Bugünordu İzmir yolunda ben de sizinle berabergelmiyor muyum? Allahaısmarladık Peyami,ben hastalarıma dönüyorum.— İhsan’a selâm götüreyim mi?— Zaferine dua ettiğimi söyle.Gece Ayşe bilmecesinin nasıl hall edilmezbir şey olduğunu düşündüm. Gece yarısı İhsankaryolasının üstüne çizmeleri ve mahmuzlarıile uzandı. Ne kuru, ne fena bir soğuk. Dışarıdanöbetçi mütemadiyen dolaşıyor. Ayşe’denbahsedeyim mi? Yüzü hiç cesaret vermiyor.Kalpağını masanın üstüne fırlatmış, elleribaşının altında, gözleri çadırın tavanındadolaşıyor. Yarım saat kadar söylemeye cesaretedemedim. Sonra başlamaya karar verdim,fakat o an İhsan’ın sesini duydum. Sayıklıyor:— Bölük ateş, haydi çocuklar, düşman
kaçıyor. Tepeye, tepeye!Öyle müthiş soluyor ki. Elinde tüfeğiaskerle beraber koşuyor. Bende acayip birheyecan var. İlk defa büyük ateşe gireceğim.İlk defa askerler gibi ölümün suratınaihtiyarî1022 atılan mümtaz1023 sınıftan biriolacağım. Ne Ayşe ne kimse beni artık gerimahlûkatından addetmeyecek.Gözümü sabahleyin açtığım zaman İhsan’ıçadırın direğine dayanmış kahve içer buldum.Seyyardan atladım. Ortalıkta bir bayram günühususiyeti var; insanları tamamen susturan birbayram. Toplar gümbür gümbür atılıyor.İhsan beni görünce ilk ve son defa sırıttı:— Bekçi baba geldi; Peyami kalk!Dışarıdan bir vızıltı duyuyorum. Yunantayyareleri var. Alayın yerini keşfetmişlergaliba. Allahım, korkmaktan korkuyorum,tayyarelerin kendisinden değil. İhsan çadırınkapısına gidiyor, başını kaldırıyor, yukarıya
bakıyor. Gözlerinde uçurtma seyreden birçocuğun hazzı var.Birkaç cayırtı oldu. Öteye beriye birkaçbomba düştü, kimse aldırmıyor. Neferlerellerinde kovalar gidip geliyorlar.Top sesleri azıyor, önümüzde on beşliklerköpürüyor. Anlıyorum, harb hummasıbaşlamıştır. Öyle sessiz ve derin bir hava varki, içimiz bomboş; asabımız yerinde yok.İhsan büyük bir tecessüs içinde...Önümüzdeki sırtlar muhârebeyi kapıyor.Öbür tarafta Duatepe Muhârebesi var.Vadiden, seyyarın etrafındaki hâkî kümelerdenparça parça kıtalar ayrılıp gidiyor, önümüzdekisırtların hattı bâlâsına gelmeden biraz duruyor,sonra kaynaşıyor, sonra hattı atlayıpkayboluyorlar. O hattan sonra ateş var. Biz deoradan geçeceğiz. Ne zaman? Saniyeler nekadar uzun, sükût gittikçe ne kadar elimizletutulur bir cisim gibi sert, etrafımızı alıyor.
Alay, karavanasını bir saat evvel yedi.Karınca gibi hazırlanıyor. On ikide İhsan’ıKumandan Haşmet Bey çağırdı. Bir saat sonraİhsan da çadırın etrafında bölükkumandanlarını topladı, talimat veriyor. İştebiz de gidiyoruz. Bizden evvel Cemal’in alayıgeçiyor. Biz atların üstündeyiz. Cemal’inalayının son neferi hattı bâlâyı geçerken İhsanrikkatini örtmeye çalıştığı sert bir sesle:— En evvel Cemal’in alayı gitti... diyor.Gözleri seyyara bakmadı. Fakat ozahirî1024 bir şeydi. Bütün varlığı ile seyyarabaktığından eminim. Kendi kemiklerimde,etlerimde, kalbimde, kafamdaki müthiş çekintiİhsan’ın ıstırabının eşi değil mi? Bu büyük azabıiki vücut bir kalp taşıyor gibi İhsan’la berabertaşıyoruz. İhsan’la manen bir oldukzannediyorum.Bir dalga daha. Bizim kütle de harekette...
Bir rap rap... asker, yanında demir gibiyüzleriyle zâbitler atlarda gidiyorlar. Birincitaburumuz hattı bâlâyı geçerken biz vadideyiz.İkinci tabur sırtı aştı. İhsan yanımızda atınınüstünde öyle sabit ve kavî ki, dört nal, sağa solakoşuyor ve emirler veriyor. Biz etrafında,süvariler arkasında, toplardan sonra yegâne sesibizim atlarımızın nalları çıkarıyor. Alay’ınyâveri Mülâzım1025 Muhsin Beymuvazzaf1026 bir zâbit. Bütün işleri arasındabana öyle geliyor ki, benim ihtiyat zâbiti1027olduğumu hissediyor ve beni koruyan bir tavrıvar. Hâl-bu-ki ben her emir götürürken ondandaha süratle uçup gidiyorum.İhsan artık insan değil. Etrafında insan olankimse yok gibi, emir verirken beni bilegörmüyor. Son bölük aşarken beni taburkumandanına yolluyor. Hattı bâlâya yalnız,İhsan’sız vasıl oldum. Dönerken mendilimi
çıkarmak, seyyara sallamak istiyorum.Allahım, nasıl yakıcı ve âmir bir arzu. Fakatdönmedim, hattı bâlâyı aştım.Hattı aşınca dağlarla çevrilmiş bir vadiyegirdik. Ortasında bir yol ve yol üstünde bir tozbulutu içinde siyah insan hatları geçiyor.Dağdan dağa toplar atılıyor, bir toprak bulutukaldırıp kaçıyorlar. Sırtlarında karıncalar gibiinsanlar var.Önümüzdeki hattın sonu Polatlı’nınönündeki küçük menfeze1028 varıyor. SağıKartaltepe sırtları, solu Polatlı tepeleri.Menfezin sağındaki küçük tarlayı top ateşipamuk atar gibi atıyor, siyah sarı bir toprakyerden fışkırıyor, kabarıyor. Biz de oradangeçeceğiz. Yolun sağındaki solundaki tarlalardaikide birde bir tarrâka ve topraklar kalkıyor.Yalnız atlar ürküyor, asker sessiz ve sabityürüyor, akıyor.Artık ne sağımızdaki ne solumuzdaki ateşe
bakıyoruz. Gözlerimiz Polatlı’nın arkasındanbaşı siyah bir ehram1029 gibi yükselenKaradağ’ın tepesinde, oraya gideceğiz ve onuzaptedeceğiz. Herkesin iradesi kendindenyüksek bir elde. Kimse o ateş tarlasını nasılgeçeceğini düşünmüyor. Her kütle orada birdefa karışıyor, açılıyor, bağlanıyor, bir şeyleroluyor, sırtların diplerinden kaybolupgidiyorlar.Biz oraya ancak bir saatte varırız. Daimarap, rap rap.Yanımızdan bir otomobil rüzgâr gibi geldi,geçti. Fırka kumandanına Başkumandanlık’tanbir emir getirdi; galiba kütle daima hareketediyor. Dörtnala bir zâbit geldi; İhsan’ayaklaştı, selâm vaziyetinde emir tebliğediyor1030. Sabırsızlanan atlarımızı zorlazaptediyoruz, emir bitti. Yine hareket. İhsan’ınyüzü biraz açıldı.
— Biz merkezden hücum edeceğiz. İlkateşte biziz Peyami... Sanki bugünkü bayrambizim için oluyor, en güzel mendilleri, şekerleribize verdiler kardeşim, diyor.Ben dörtnala sağa sola gidiyorum. O ateştarlasını en az zayiatla1031 geçebilmek içinkumandanın talimatını götürüyorum. Yineİhsan’dan evvel ateş tarlasına girdim. Soldakihöyüğün arkasından taburu geçirecekler.Polatlı’nın kırmızı damlarında siyah birinfilâk1032 gördüm. Sağımda iki hâkî cenazeyerde yatıyor. Bunlar ilk kurbanlar galiba.Menfezi geçtikten sonra Polatlı’nınarkasından Karadağ’a kadar hayli ehemmiyetlibir meyil ile bir sırt daha karşımıza çıktı.Soldan gidip meyli aşacağız.Deniz fırtınasından pek korkardım. Bir günMarsilya’dan gelirken azim bir fırtınayatutuldum. Fırtına başlarken daha vapur kayık
gibi çalkanmaya, beyaz köpüklerin üstündekendini kaybetmeye başladı. O zaman kaptanınve tayfanın yüzünü mütemadiyen aramıştım veher defasında henüz tehlike dakikasınıngelmediğine inanıyor ve korkumu asıltehlikenin vüruduna1033 talikediyordum1034. Kendi kendime:— Eh fena dakika geldiği zaman korkarım,diyordum.Deniz azıyor, azıyor, ben yine kumandamevkiinde kaptanın dalgalar arasında yükseksesle kumandasını takip ediyordum; bu sesbana garip bir teselli ve sükûn veriyordu.Burada da, bu korkunç sükûn içinde de, topseslerinin kulakları patlatan iniltileri arasındada İhsan’ın ve küçük zâbitlerin insan sesindenziyâde çelik sesine benzeyen kısıkkumandalarını dinliyor, etrafa yavaş yavaşekmeye başladığımız arkadaş naaşlarını1035
aşıp giderken korkacak dakikanın gelmediğinekani oluyordum.İşte mitralyöz tıkırtıları... İşte top, iştekurşun vızıltıları. İşte mütemadiyen yereserilen atlı ve yaya askerler. Hâlâkorkmuyorum. Ne garip şey... Harpte yegânekorkunç şey insanın korkusu galiba.Hezimet1036 ve ricat olmayan yerde meğerkorku yokmuş. Harp ne basit bir şey.Akşam karanlığı geliyor. Soğuk artıyor.Rüzgâr asker saflarını sağa sola sarsıyor. Vız,vız üzerimizden ölüm aşıp geçiyor.— Vay anam, vay anam!On adım ötede uzun kaputuyla, sonışığıyla, teneke matarası parlayan bir neferyerde yatıyor, uzaklardan sedyeler geçiyor.Kumanda sesleri daha kısık, daha çelik gibi.Önümüzde sırtın hattı bâlâsına yetişen biryerde tabiî ve siyah kocaman bir çukur var.
Ateşten nispeten masun1037 görünüyor. Alaysargı mahalli1038 orası. Alay kumandanı oradamevki aldı ve hakikî dağ hücumu oradanbaşladı.Karanlık basmadan evvel kafamda bir levhayerleşti. Son sırttan sonra Karadağ ile aramızdaküçük, pek küçük meyillerle uzanan bir vadi.Kartaltepe sırtları ile Polatlı sırtları veKaradağ’ın kendisi hep bu vadiyi ateş altındatutuyorlar. Merkezden hücum edecek olanalay buradan geçmeye mecbur ve en uzun topateşine bizim alayımız maruz kalacak. Karanlıkbasmadan bu vadiyi kumandan gözdengeçirmek istiyor. Herhalde vadiyi iyi tanımak,bütün avarızını1039 görmek lâzım.Alayın hareketi biraz tevakkuf etti1040.Kumandan yâveri ile sırtın en yüksek noktasınatırmandı. Hava kızıl esmerlikten siyahesmerliğe geçiyor. Yunanlılar karanlıktan evvel
mutlak kuvvetlerimizi buradan geri çevirmekistiyorlar. Dünyanın bütün topları buradaazmış köpürüyor ve o an hattı bâlâda iki yağızatın geçtiği yerde bir toprak bulutu havayakalkıyor. Hep birden kısık bir feryat:— Kumandan Bey, Kumandan Bey!Kalbim durdu. Hissetmeye vakit kalmadantoprak bulutu dağıldı. Hattın üzerinde bir tekşaha kalkmış yağız at, süvarisi tarafındanzaptedilmeye uğraşılıyor. Atın başı ortayadöndü. Bir dakika sonra tekrar bu tarafa vesırttan aşağı süratle geldi. Uzaktan İhsan’ınsesini daha kısık duydum:— Peyami, Muhsin yaralandı. Sıhhiyeyiçabuk gönder.Karadağ’ın eteğine gelmeden burada haylizayiatımız var. İhsan tabur kumandanlarınıtopluyor, dağın eteğine karanlıkta yaklaşmayakarar veriyor ve onların yürüyüşistikametlerini tâyin ediyor. Onlara top ateşi
altında öbür tarafa bakan vadinin bütünavarızını ezberletiyor. Şimdi karanlığıbekliyoruz. Etrafımı ve kendimi dinliyorum.Harbin ruh tarifini tespit ediyorum: Harpteyegâne korkulacak şey korkudur. Nihayet gecetekrar, onda harekât başlıyor ve vadiyigeçiyoruz. Artık harb yalnız kumanda değildir.Kuvvetin, hissiselimin1041 kendi kendineyürüyüşüdür. Gece yarısı Karadağ’ıneteğindeyiz. Önümüzde o, siyah mahrutî1042bir heyûlâ gibi... Yunanlıların tenvir1043tabancaları harb sahnesini güzelleştiriyor. Topve mitralyöz düellosu, bomba harbi olancaşiddetiyle devam ediyor. Karadağ’ın eteğineavcıya yayılan, tırmanan gölgeler, yeşil ve kızılziyânın inikâsıyla1044 yanıp sönüyorlar.Hareket kızışmış, sedyeler sık geçiyor. Hep oyeşil ve kızıl ziyâların anî tutuşması; avcıhatlarında biçilmiş gibi, koparılmış gibi diş diş
avcıların yere serpildiğini görüyoruz. Fakatharb devam ediyor, devam ediyor.Yunanlılar dağın tepesinde kayadan birterasta tahassun etmişler1045, birinci taburonlara çok yakın, ikincisi de geçti.Birinci, ikinci tabur kumandanları şehitoldu. Bir an var ki manevî bir tevakkufhissediyorum. Alayın zayiatı yarı yarıyadır.Bizim süvarilerden ikisi şehit. Karanlık gittikçekesif oluyor. Top ateşi artık durdu. Alay ileriyegidiyor mu, yoksa tevakkuf mu etti?Yandan küçük beyaz bir ziyâ dağlarınüstünden yavaş yavaş karanlığa serpiliyor, etrafbiraz seçiliyor. İhsan’ın sesini bu bitmeyen ateşhumması içinde kudretle1046 duyuyorum.Üçüncü taburla kendisi hareket ediyor.Taburun önünde keçilerin geçemeyeceği yerleritırmanıyoruz. İhsan daima askerden çok önde...Öyle sabit, öyle kat’î yürüyor ki arkasındaki
siyah kütlede en küçük bir tereddüt yok. “Vayanam”, “Allahım”, “Amanın”... Ne derin iniltive hırıltı. Fakat İhsan’ın hayatı büyülenmişgibi, başının üstünden kurşunlar vız vızuçuyor, sağına soluna bombalar düşüyor; oelinde tüfeği daima tırmanıyor, tırmanıyor.Zannediyorum ki artık tepeye pek yakınız.İhsan’ın yüksek sesle Yunanlılara sövdüğünüduyuyorum. Ne garip, ne garip bağırıyor.Kudurmuş gibi gidiyor. Anadolu’nun kalbindekara kaya parçasına kadar gelenlere öylegayzla, ihtirasla sövüyor ve koşuyor ki... Onlarda sövüyorlar, bomba ve kurşunla beraber taş,çamur atıyorlar, “Türkos, Türkos!” diyegaliz1047 bir küfürle bağırıyorlar.Kayanın tepesinden onların ortasında sontaburun bakiyesinden kalmış kahramanlar var.Orada gırtlak gırtlağa dövüşüyorlar. İhsanarkasına haykırıyor:— Kayanın tepesine, asker! Kayanın
tepesine!Kızıl bir “tenvir tabancası” askere İhsan’ıkayaların birine sarılmış, yükseğe atlarkengösterdi. Bir yaralı, şehit kümesi içinde, arkadaaskerin canı gırtlağında haykırıyor, tamamenkendinden geçmiş, “Allah, Allah, Allah, Allah!”Bombalar ve mitralyöz ateşi bir avuçtırmananların üstünde. Ben bir şeybilmiyorum, sarhoşum, kendimden geçmişim.Onlarla beraber ben de sövüyorum vehaykırıyorum.Bir an İhsan’ı kayanın tepesinde ayaktagördük. Ay tamamen çıkmış, Karadağ’a beyazağını germiş. Gırrr... bir yaylım ateşi, sonraduruluyor. Hepimiz kayaların dibindeyiz. Okendine kollarını açan ve koşan siyah kardeşkütlenin kucağına dibinden kopmuş bir ağaçgibi devriliyor.— İhsan kardeşim, İhsan, İhsan!— Allahım, Allahım!
Yunanlılar o küçük kayadan terası terketmiş olacaklar ki ateş kesilmiş gibi, onukollarımın arasında kayalardan indiriyordum.Beş on çift kardeş eli benim üzerimde:— Gumandan Bey, Gumandan Bey!Hepsi onu tanımak, hepsi onun etrafındakalmak istiyor. Bıyıkları ayakta, gözleridönmüş, yüzü barutla simsiyah, başından,göğsünden kanlar akan bir çavuş bağırıyor:— Kumandanın intikamı! Arkadaşlar,arkamdan gelin!Bu karanlık kütle yeniden kayalarınüstünde. Allah, Allah, Allah, Allah! Gırrr...Tüfengler ve sesler uzaklaşıyor, biz de daimainiyoruz. Küçük bir kayanın dibinde onundudaklarını mataramla ıslatıyorum. Yarası yinegöğsünden, ceketi kan içinde. Başı yanına doğrudüşmüş, gözlerinim kapalı, zaman zaman birhırıltı arasında:— Allahım, Allahım, diyor.
Ne zaman sargı mahaline geldik, ne zamansedyeye koyduk, bilmiyorum. Dağın eteğindebir sıhhiye arabası, yoldan gidiyoruz.— İhsan, İhsan kardeşim.Dönmeye çalışıyor; fakat aynı hırıltı.Saat, sabahın dördü... Büyük seyyarınönündeyiz. Çadıra koşuyorum. Genç birdoktor, çadırın içini, dışını istilâ edensedyelerde pansuman yapıyor.— Alay Kumandanı İhsan Bey vuruldu,getirdik, Hemşire Ayşe yok mu?— Mustafa Çavuş sedyeciler, hey!Kumandanı Hemşire Ayşe’nin çadırınagötürelim, burada yer yok.Onu Ayşe’nin küçük çadırında vücudununşeklini muhafaza eden asker karyolasınayatırıyoruz. Doktor o kadar dikkatle ve rikkatleüniformasını çıkarıyor ki. Gözleri hâlâ nimkapalı, dudakları mosmor, büsbütün yüzündeacı, uzak, yabancı bir tebessüm var. Biliyorum
ki hakikat o bizden uzak ve bize yabancı birülkenin kapısından bakıyor. Doktorunarkasından fırlıyorum:— Hemşire Ayşe nerede?— Fırkanın sıhhiye bölüğü ile gitti. Telâşetmeyin, hemşireye filân ihtiyaç yok. Nihayetyarım saat sonra hiçbir şeye ihtiyacıkalmayacak.Kafam benim değil gibi. Ayşe’den bir an içinnefret ediyorum. Demek Ayşe onun gözlerinibile kapayamayacak. Seyyar karyolanın yanınadiz çöküyorum. Başım demirinde, ağlıyorum.Bir an oldu ki burada son dakikalarınıyaşayan gencin ölümü hayatımda en kuvvetliıstırabı verdiğine kani oldum. Soğuyan eliniarada ellerimin içine aldım, hafifçe sıktım.Belirsiz, pek belirsiz bir mukabele var, zavallıgenç başta etrafı dinleyen ve bir şey bekleyenbir hâl var. Ayşe’yi bir an bulabilsem...Dışarıda horozlar öterken ayak sesleri arttı,
neferler hızlı hızlı konuşuyorlar, sabahleyinbaşlayan sükûn bitiyor, hava daha hafif.— Yunanlılar Karadağ’dan çekildiler, hertaraftan kaçıyorlar.Sonra dışarıdan feci bir ses:— Sedyeyi kaldır, yana çevir, diyebağırıyor.Ayağa kalktım. Çadıra bir sedye dahageliyor.— Ayşe, Ayşe de mi vuruldu?Elimde İhsan’ın eli gerildi. Parmaklarımasoğuyan parmakları sarıldı. Parmaklarımıkoparır gibi çektim. Sedyenin üzerindekikaputu fırlattım. Altında Ayşe’nin baş örtüsüaçıldı, siyah, kesik saçlı başı bir çocuk gibi çıktı.Beyaz hemşire gömleği kan içinde, sağadönmüş yatıyor, sol kaşının üstünde çirkinkocaman bir yara var, saçlarının dibindenbaşlıyor, kaşını ikiye bölüyor. Kapalıgözkapağından akan kan uzun kirpiklerinin
ucunda donmuş. Yüzü küçük, balmumu birçocuk heykeli gibi. Dudakları sakin.Sıhhiye neferi sesinde hıçkırıkla, fakatiftiharla, aşkla söylüyor:— Topla yaralandı. Hemen şehit oldu.Tutamadık. Kumandan Bey şehit oldudemişlerdi. Sıhhiye bölüğünden bir sedye ileçıktı. Sonra yolda yaralı bir neferin yarasınısararken vuruldu. Hayır efendim, bir şey, birşey söylemedi.— Getir evlât, buraya!Onu da İhsan’ın yatağının yanına sedyesiyleuzattım.— İhsan, İhsan, bak kardeşim. Ayşe deyanında.Evvelâ hareket etti sandım. Eğildim.Ayşe’ye iltihak etmişti. Şimdi çadırın içinde yanyana yatıyorlar. İhsan’ın arkası dönük, yüzü acıve uzak. Ayşe’nin yüzü nâdim1048 bir çocukyüzüne benziyor. Çirkin siyah yarasından akan
kanlar kırmızı birer yaş gibi ipek kirpiklerindedonmuş. İhsan’a yalvarıyor. Zannediyorum kikalkıp beyaz kollarını İhsan’ın boynunadolayacak ve Eskişehir’de verdiği kanlıbuseyi1049 itmam edecek1050.— İşte birbirinizi aldınız. İzmir’e girdiniz!Sesimin ne kadar acı olduğunu hissettim.Çadırdan fırladım. Bana İhsan’la Ayşeevlenmişler gibi geldi.Sabahleyin iki arabada, iki al bayrak örtülütabut öteki şehitler arasında köyün küçükmezarlığına girdi. Haşmet Bey’in iki tazemezara toprak attığını, Cemal’in ayakta şişgözlerle alık alık baktığını gördüm. Sonrahayatı ve elleri boşalmış bir adam oldum. Ayşeile İhsan’ı ben evlendirmedim mi? Onları el eleben vermedim mi? Şimdi yan yana şu sarıtopraklar altında yatıyorlar. İhsan’ın mezarıAyşe’nin mezarına o kadar bitişik ki, âdeta
koyun koyuna yatıyorlar.— Peyami Bey, sen benim emir zâbitimolacaksın, Yunanlıların arkasından Ayşe’ninİzmir’ine beraber gireceğiz.Haşmet Bey’in demir kolları beni ileriyegeriye sallıyor. Siyah ateş gözleri gözlerimdebeni, kaybolan Peyami’yi çağırıyor. Bir saatsonra Basri Köyü’nde, bir köy odasında HaşmetBey’le Cemal arasında oturuyordum. Cemalhıçkırıyor ve beni kolları arasında sıkıyor:— Kardeşim, kardeşim!Artık tamamen aklım başımda... HaşmetBey’in yüzüne bakıyorum. Onun da ruhundakiörtü sıyrıldı, gitti. Hepsinin maksadınıanlıyorum. Kurnazlık, benden evvel Ayşe’yeiltihak etmek. Ama bu kabil mi? O şimdiİhsan’la yan yana yatmıyor mu? Allahım, şimdibu şehit İhsan’a ne bitmez tükenmez, ne acı birkin taşıyorum. Bütün bu feci şeyleri Ayşe’yiarkasından öldürmek için yaptı. Sonra kendi
beş adım gitti, hayvan gibi vuruldu. Haniİzmir’e girecekti. Kalbim atıyor, atıyor.Hatırlıyorum. Ne parlak bir fikir zihnimikurcaladı. İzmir’e en evvel ben gireceğim.Sonra Gökçepınar’a gelip Ayşe’yesöyleyeceğim. O, İhsan’a İzmir’e girerseevleneceğini söylemişti. Yoksa İhsan’ısevmemişti. Ben biliyorum. O kimseyisevmemişti. Yalnız İzmir’e girecek adamısevecekti. Haşmet Bey bu kurnazlığı yapacak;ha, ha, gülerim, ben ondan evvel İzmirrıhtımında al bayrağı taşıyacağım.Bu sabah doktorla kavga ettik. Yazıyazmayacaksın diyor. Başımda soğuk bir bezyatıyorum. Yarın ameliyat yapacaklar. Yaameliyattan sonra iyi olursam. Hayattatanıdığım kimse kalmadı. Cemal benimbacaklarımla beraber toprağa düştü. HaşmetBey, onu da Gökçepınar’a gömdürdü. Kendisihâlâ İzmir yolunda...
Ayşe’ciğim, bak benim de kollarım hâlâsağlam, her azam parçalanıncaya kadar İzmiriçin dövüşeceğime yemin ettim. Gözündekikanlı yaşları sil. İstersen İhsan’ı sev. O zavallıseni çok severdi. İki sene sırtında AteştenGömlek taşıdı. Nihayet İzmir’e senin kollarınınarasına düştü. Bir tek insana bu kadar saadetyetmez mi? Benim arkamdan bu ateş gömlekhiç çıkmayacak, öldükten sonra da, ebediyentaşıyacağım. Fakat ben onu, o ateşi, o ıstırabıseviyorum Ayşe. Senin, sizin ayakucunuzdabana el kadar yer verin, oracıkta sizi beklerim.Tek sana lâyık olayım Ayşe, istersen İhsan’ınayağının altına yatayım. O senin sahibin değilmi? Ayşe, dünya kuruldu kurulalı böyle azapolmamıştır.17 Kânûn-ı Evvel 13381051Bu sabah her şeyi Salim’e vasiyet ettim.
Göğsümde bir ölünün başından çalınmış birtutam siyah saç var. Beni onların ayak ucunagömmelerini yazdım. Bu, bir hıyanet olur mu?Darılma İhsan, kardeşim. Senin göğsün bir defakanadı; bak benimki mezarın öbür tarafında da,toprağın altında da, senin ayak ucunda da heran kanayacak. Bu kadın gibi, çocuk gibi, gülyaprağı gibi bir şey. Bana darılma... Benayağınızın altında yatarken siz yan yana...17 Kânûn-ı Evvel, akşamBak bak, Ayşe sedyeden kalktı. Kollanİhsan’ın boynunda. Ne kadar uzun bir buse. Biran ayrılsınlar, ne olur? Ne kadar zamandır bubuseyi istiyorlar ve bekliyorlardı.1010. 15 Aralık.
1011. Bitkin.1012. Gerçek yokluk.1013. Doruk çizgisi, tepelerin en yükseknoktasından geçen hayali çizgi.1014. Piyade mangasındaki erlere verilen ad.1015. Amerikalı şair Henry WadsworthLongfellow.1016. Utangaç, sıkılgan.1017. Heybetli.1018. Köpürüyor, coşuyor.1019. Dayanılmaz, karşı durulmaz.1020. Belirsiz.1021. Karın zarı iltihabı.1022. İsteğe bağlı, seçimlik.1023. Seçkin.1024. İçten olmayan, yapmacık.1025. Teğmen.1026. Silâhlı Kuvvetler’de çalışan meslekten subayve astsubaylarla askerlik hizmetini yapan erler.
1027. Yedeksubay.1028. Girecek veya geçecek yer, delik.1029. Mısır firavunlarının piramit biçimindekimezarlarına verilen ad.1030. Bildiriyor.1031. Yitiklerle, kayıplarla.1032. Güçlü bir biçimde patlama.1033. Gelişine, gelmesine.1034. Erteliyordum.1035. Cesetlerini.1036. Bozgun.1037. Korunan, korunmuş.1038. Yeri.1039. Engebelerini, tümseklerini, yüzeybiçimlerini.1040. Durdu.1041. Sağduyunun.1042. Konik.1043. Aydınlatma, ışıklandırma.
1044. Yansımasıyla.1045. Sığınmışlar.1046. Güçle.1047. Kaba ve çirkin, iğrenç.1048. Pişman.1049. Öpücüğü.1050. Tamamlayacak.1051. 17 Aralık 1922.
Hâtime1052Cebeci Hastahanesi’nin yolundan inerkeniki doktor konuşuyorlardı:— İhtiyat Mülâzımı Peyami Efendi’ninevrakındaki isimleri tetkik ettim.— Ne çıktı?— Ayşe isimli bir hemşire hiçbir kolorduseyyarında çalışmamış, İhsan isminde alaykumandanı yok.— Akrabaları yok mu?— Cemal isminde şehit olan bir dayızadesivar. Cemal’in bir de kız kardeşi varmış, fakatkimse ne ismini ne de ne olduğunu biliyor.— O hâlde?— Kurşunun dimağındaki1053 tesiri.İki doktor çok uzun ve fennî birmünakaşadan sonra beyninden kurşun çıkarkenölen Peyami’nin Ateşten Gömleği’ne çetin ve
Latince bir isim koydular.15 Nisan 1338, Ankara1052. Son, sonuç.1053. Beynindeki.
Bugüne bir “Ateşten Gömlek...”Edebiyat tarihleri Ateşten Gömlek’inKurtuluş Savaşı sürüp giderken, henüz sonaermemişken yazıldığını belirtirler.İmparatorluk göçmüş, Ankara hummalı birçaba içinde.Cepheden izinli gelen Halide Edib yoğunduygularınımların etkisi altında bu ünlüromanını... Kurtuluş Savaşı’nın “ilk” romanınıyazmıştır.Ama Ateşten Gömlek’in bir başlangıçöyküsü var:Öyle kaç kez Halide Edib’le YakupKadri’yi, benim “biricik” romancılarımıAnkara’da, 1920’lerde bir evde karşılıklısöyleşirlerken tahayyül etmişimdir. Vakitakşamüzeri olmalı. Ankara “gelecek” coşku vetasasıyla donanmıştır.Yakup Kadri Bey Ateşten Gömlek adlı birroman yazacağını dile getirmektedir.Halide Edib Hanım o an mı düşünmüştür:
“(...) bu kadar Anadolu’ya yakışan ve kendibaşına bir şaheser olan” bu ad...Romanın başında yer alan eşsiz mektubuyeniden okuduğumuzda, Ateşten Gömlek’lerinen az iki tane olması umudu karşımıza çıkar.İleride bu eserler, güzel, mutlu günlerde,kitaplıklarda yan yana duracak, geçmiş acızamanların masalını söylemeye devamedeceklerdir.Yakup Kadri’den ödünç aldığı adı, YakupKadri’nin bir romanında yine görmek isteyenHalide Edib, bir bakıma, yaşanmakta olan“tarih’”in romanlar, yazılar çiziler, “edebiyat”aracılığıyla gelecek kuşaklarda iz bırakacağı,bilinç yaratacağı umudunu taşımaktadır.Kimbilir, Ateşten Gömlek’ler birken iki,ikiyken üç... dört olabilecektir.Güzel ve önemli Kurtuluş Savaşı romanlarısonradan yazılmıştır. Birçoğunu bugün detutkuyla okuyabiliriz. Ama pek azı HalideEdib’in Ateşten Gömlek’i ölçüsünde “içten’”tanıktır.Handan’da aşkı ve kadın özgürlüğünü
sayıklamalarla dile getirmiş romancı, AteştenGömlek’te de bir toplumun, bir ulusun yenidenvaroluş mücadelesini aynı şiddetle, aynıbuhranla, adeta nöbetler içinde söylüyor.Romanın başındaki o mektup, doğrusu,günlerimi gecelerimi büyülemiştir. Birromancının bir başka romancıya yazdığı ve“Yakup Kadri Bey’e” diye başlık attığı “açıkmektup”, edebiyatımızdaki –hemen hementek– “romancıdan romancıya” teşekkürmektubudur.Zaten Halide Edib mektubunda yalnızcaödünç aldığı roman adı için teşekkür etmez.Milli Mücadele’yi bir kez daha, puslar içinde,billûrlaşmış olarak görür. Çöken payitahttanAnadolu’ya geçiş günleri, belki daha dageçmişte kalmış günlerden yarına, hem birulusal savaşım, hem de toplumsal ve bireyselözgürlük arayışı kendisine kılavuzdur.Ateşten Gömlek’e yol alışı izleyebilmek, oyol alışta düşsel bir yolcu olabilmek için hemHandan’a, hatta Mev’ut Hüküm’e, hem Mor
Salkımlı Ev’e, özellikle Türk’ün Ateşleİmtihanı’na ille uğramamız gerekmez mi?Handan, dediğim gibi, “bireyselbaşkaldırı”nın sessiz sözcüsüdür. Yakup Kadrianılarında bu romanı ne çok sevdiğini, buromandaki genç kadına handiyse âşık olduğunuyazmıştır. Duygularını yansıttığı yazısı ozamanlar söylentiler, yankılar yaratmış.Handan’da Halide Edib’in kişisel yaşamındanesinlendiği Yakup Kadri’ye fısıldanmış... Birroman, muhakkak ki, sadece “roman”dır. Amabazı romanlar, yazarlarını “fazla” tanıtırlar.Handan, Halide Edib’in gençlik dünyasınıtanıtıyor. Mev’ut Hüküm, karanlık, karabasanlı,ama hep tutkulu sahneleriyle Halide Edib’inyaşadığı toplumsal-bireysel ortamlardan derinmutsuzluğunu söylüyor.Nihayet Mor Salkımlı Ev ve Türk’ün Ateşleİmtihanı anı kitapları, silkiniş ve gelecekumudu için mücadele isteklerini “yaşanmış”ınizlenimleriyle saptar. Ateşten Gömlek’e yolalışta, bireyselden toplumsala, gerçekten birateşten gömlek sırta geçirilmiş, o ateşten
gömlekle yanıp tutuşulmuş, ama hiç pişmanolunmamıştır.Tekrar Ankara’ya dönüyorum:O gün, benim hayal edişime göre, oakşamüzeri Ankara’da, Halide Edib Hanım’ınevinde başka neler konuşulmuştu? Başkakimler vardı? Çöken İstanbul’dan, geçmişten,imparatorluğun son yıllarından söz açılmışmıydı?Yakup Kadri Bey, “kendi” AteştenGömlek’ini nasıl tasarladığını, nasıl kalemedökeceğini ifade etmiş miydi? Onun AteştenGömlek’i, sonra, dönüşe dönüşe, şekilden şekilegirerek Ankara mı olmuştu?Halide Edib Hanım, kendisini, kendisininAteşten Gömlek’ine götüren koşulları, anıları,yaşantıları, ürkütücü gelişmeleri birdenbire mialgılamış, her şey birdenbire mi üşüşmüş;yoksa yaşantılar, izdüşümler, kaygılar belleğeusul usul mu birikmişti?Ateşten Gömlek, en az iki yönüyle dikkatçekmelidir: Anadolu’ya kimler, hangi
duyguların, ülkülerin, düşüncelerin itkisiylegeçmişlerdir ve “savaş”ı nasılyorumlamışlardır...Önce “Şişli”yi tanırız. Bugünün Şişli’sine hiçmi hiç benzemeyen, sosyetik, alafranga,özentici Şişli’yi. Sosyete, alafrangalık, özentiama, her şeye karşın “memleket ülküsü”hissedenlerin de yaşadığı Şişli.Hâriciyye memuru Peyami, o Şişli’yi,payitahtı, şimdi, Sakarya Savaşı’nın ardından,hastanede yaralı olarak hatırlamakta,yazmaktadır.Dekor hastane olunca, bütün MilliMücadele seslerle, yankılarla, inildeyişlerlebelirir. İstanbul artık aradan çekilerek, Anadoluve Anadolu Türk’ü varlığını söylemeyekoyulur.Fakat başlangıçta hep Şişli vardır.Peyami’yi, Ayşe’yi, İhsan’ı, Cemal’i oradatanırız. Şişli hanımlarının, Şişli beylerinin, Rumhizmetçilerin neredeyse habersiz kaldıklarıMillî Mücadele’ye ilk uğrak Sultanahmedolacaktır. Böylelikle Halide Edib ünlü,
unutulmaz “Sultanahmed Mitingi”ni ilk kezkâğıda dökme olanağına kavuşur. Ayşe’ninsiyah giysilerle katıldığı o gün, sonra Türk’ünAteşle İmtihanı’nda “belgesel” bir anlatımaevrilecek ama aradan yıllar geçtikçe, başkaromanlarda, sözgelimi Kemal Tahir’in EsirŞehir üçlemesinde yine can bulacaktır.Miting, Halide Edib’in hem büyük vecoşkun bir romancıya yaraşır, hem usta birgazetecinin nesnel anlatımına denk tasvirleriyleAteşten Gömlek’i Anadolu’ya açar.İmparatorluğa son bir kez seslenen İstanbulluiçin tek umut kapısı bundan böyle Anadolu’daaralanacaktır.Ateşten Gömlek de bundan böyleAnadolu’daki savaş, yıkım ve zaferlerinsözcüsü olacak, acılar ve kırık sevinçlerortasında “yarın”ı özleyecektir. O kadar ki,romancı, Peyami’nin anlattığı korkunçgerçekleri insanlık için utanç verici bulur ve neinsanlığın ne Türkiye’nin bir daha böylesiacılardan geçmemesi temennisiyle, romankahramanının bir “kâbus” gördüğünü ileri
sürmekten kendini alamaz.Ateşten Gömlek işte o çok çarpıcıtemenniyle son bulmaktadır.Edebiyat tarihleri Ateşten Gömlek’in 6Haziran-11 Ağustos 1922 tarihlerinde İkdamgazetesinde tefrika edildiğini de yazarlar.Ateşten Gömlek bugün yetmiş beş yaşında.Yetmiş beş yıl boyunca okunmuş, herhaldebir dönemler çok sevilmiş, çok etkilenilmiş buroman, yalnızca anlatımının ateşi, humması,buhranıyla değil, “anlattıklarıyla” da bugünyeniden anlam kazanıyor; yetmiş beş yıl sonrabiz Ateşten Gömlek’i yeniden gereksiniyoruz.Doğu ve Batı kültürlerinin sentezineulaşabilmiş Halide Edib, efsanevi konuşmacısıolduğu Sultanahmed Mitingi’nde“hükümet”lerin düşman, “millet”lerin dostolduğunu söylemişti. Geçen onca zaman onunsözünü ne yazık ki doğrulamaya devam ediyor,hükümetleri bir türlü “ferdin ezeli hürriyetmücadelesinde” fertleri dost kılamıyor.Belki bu yüzden ferdin sırtında hâlâ ateşten
gömlekler var.Yakın tarihimizin hangi sancılardan geçtiğiniben en çok romanlardan öğrendim. Tarihkitapları, hatta ilk elden, ilk tanıklıktan anılarher zaman yetmedi.Ateşten Gömlek’e gelince; o romanlar,öğretici, aydınlatıcı romanlar arasında, bir de,“coşkun” yaradılışıyla gönlümü yakar.Anlatımının çapraşıklığına –haksızca– işaretedilmiş Halide Edib, bu romanında, Handankimliğiyle başlattığı coşkun yaradılışları artıkbütün bir romanın tek kimliği kılmaktadır.Halide Edib diyor ki:“Sen kitaplar ve kâğıtların dilindenanlıyorsun, yanık şeyler söyle, iyi şeyler söyle,beni istesin!”Belki bu yüzden bugün de Ateşten Gömlek’iistiyoruz.SELİM İLERİ1997, İstanbul
KİTABI YAYINAHAZIRLAYANLARINYARARLANDIĞI KAYNAKLARAdıvar, Halide Edib; Ateşten Gömlek, İkdamNr. 9059-9122, 6 Haziran 1338/1922-11Ağustos 1338/1922.Adıvar, Halide Edib; Ateşten Gömlek,Teşebbüs Matbaası, İstanbul, 1339/1923.Adıvar, Halide Edib; Ateşten Gömlek,Muallim Ahmet Halit Kitap Evi, İstanbul,1937.Adıvar, Halide Edib; Ateşten Gömlek,Ahmet Halit Yaşaroğlu Kitapçılık ve KâğıtçılıkT.L.Ş., İstanbul, 1957, 6. Basılış.Adıvar, Halide Edib; Türk’ün Ateşleİmtihanı, Çan Yayınları, İstanbul,1962.Devellioğlu, Ferit; Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lügat, İstanbul, 1970.Enginün, İnci; Mukayeseli Edebiyat, DergâhYayınları, İstanbul, 1992.Hançerlioğlu, Orhan; İslâm İnançlarıSözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984.İslâm Ansiklopedisi; Türkiye Diyanet Vakfı,İstanbul, 1989-1996.İstanbul Ansiklopedisi; Kültür Bakanlığı veTarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul, 1993 -1995.Türk Dil Kurumu; Türkçe Sözlük, Ankara,1988.Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi; DergâhYayınları, İstanbul (Tarihsiz).Uyguner, Muzaffer; Halide Edip Adıvar;Yaşamı, sanatı, yapıtları, seçmeler, AltınKitaplar, İstanbul, 1992, 2. basım.Yücebaş, Hilmi; Bütün Cepheleriyle HalideEdib, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul,1964.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 495
Pages: