— Tebrik ederim be yahu, insan nişanlanırda arkadaşlarına söylemez mi?Bu öyle anî bir sevinçle kalbimi yerindenoynattı ki, bir zaman cevap veremedim.Demek Ayşe kardeşine söylemişti. Demek hâlârüya korkusuyla beni titreten Eskişehirhâdisesi sapasağlam bir hakikat. Fakat Ayşe nedereceye kadar söyledi? Zannedersemkekeledim:— Sana kendisi mi söyledi?— Rüya mı görüyorsun be birader. Benkendisini nereden bileyim? Herkesin ağzındaolan bir lâf. Hem gören göze kılavuz ister mi?— Sen neden bahsediyorsun Cemal?Yüzü biraz karardı:— Sen neden bahsediyorsun İhsan?— Ne bileyim, sen muamma949konuşuyorsun.— Canım seni Ankara’da Dikmen
bağlarında gözümle gördüm. O kadar baş başaçifte kumrular gibi idiniz ki...— Ha, şu!— Busu da var mı?— Ne demek istiyorsun Cemal?— Sana kendi mi söyledi, diye tuhaf bir sualsordun. Benim bildiğim başka bir hanım nişanlıda var mı?Müthiş bir diplomatlık yaptım:— O kadar bizim sarı kızı beğenmişsin ki,belki talip oldun da seni reddetmek için benibahane etti zannettim.Başını arkaya attı, güldü güldü.— Eğer sen nişanlı değilsen fena olmaz.— İşin doğrusu, amcazadem o güzel kızlabeni evlendirmek istedi. Fakat ben bu serserihayat ortasında evlenmeyi ma’nâsızbuluyorum.— Demek bu işler bitince evleneceksin?— Hayır, herhalde amcazademle değil.
— Niçin?— Yavrum, senin zihnin hakikat benimamcazademe takılmış, sen istiyorsan söyle,büyük bir sevinçle bu işi sana yaparım. Fakatdaha evvel sen benim hakkımdakidedikoduları, senin niçin Ankara’ya geldiğini vebeni neden yanımda görmemezliğe geldiğinianlatmalısın.— Şaka söylüyorum. Kardeşim, bizim Ayşebacı beni evlenmeye bırakır mı? Gelelim senindedikodulara. İkinci İnönü’nden sonra Ayşebana Karahisar’a gelecekti. Hayli beklediktensonra telgrafla hastahanedeki işibırakamayacağını, gelmesini tehir ettiğini950bildirdi. O aralık kumandan bana dişlerimiyaptırmak için bir buçuk ay izin vermişti, bende Eskişehir’e geldim. Ayşe’nin senden sonramühim bir hastası daha oldu. İnegöltakiplerinde yaralanan bir eski arkadaş.
— Kim? dedim.— Şu bizim fırkaya kumandan olan zat, eskidost ve arkadaş.— Haşmet Bey!— Ha şunu bileydin. Madam Tadia’nınotelinde senin yattığın odada yatıyordu. Ben buizinden istifade ederek birkaç gün içinAnkara’ya geldim. İki gün sonra da Ayşe geldi,“Hastanı nasıl bıraktın?” dedim, yalnız üç güniçin geldiğini ve hastasını bir başka hemşireyebıraktığını söyledi. Taşhan’da benim yanımdakaldı.Ertesi gün seni aramak için çıktım. Birarkadaşla Dikmen bağlarına geldik. Şu YüzbaşıHaydar Remzi yok mu? Onunla beraber... Birde ne bakalım, zat-ı âlileri ve küçükhanımçalılar arasında kumrular gibi...— Pekâlâ, sonra?...— Birdenbire, doğrusu sıkıldım. HaydarRemzi’ye, hanım olan yere Ayşe’siz
gelmeyeceğimi söyledim, döndük. Yolda banasenin nişanlanmış olduğunu, Ankara’da bunuherkesin bildiğini söyledi. Tabiî pek memnunoldum. Akşam ilk işim Ayşe’ye anlatmak oldu.Nasıl kalbim atıyor, ellerimin titremesinebile mani olamıyordum. O görmedi. Karnıdoymuş, elinde kahvesi, çubuğu, bir hikâyeanlatır gibi anlatıyordu.— Ayşe yol bozanlık etti. Kabil değil, senive nişanlığını ziyârete razı olmadı.— Rica ederim tashih et951, nişanlım değil.— Ne ise... “Onlar alafranga şeyler. Benacıklı ve Anadolulu bir kadınım,” diyordu. “İkimesut genci rahatsız etmekte ne ma’nâ var?Nasıl olsa Eskişehir’e gelince tebrik ederiz.” Neyaptımsa ikna edemedim.Hatta üç gün kalacak iken iki gün kaldı gitti.Birdenbire hastasını merak etmeye başladı.“Peki,” dedim, yolladım. Hatta sen aynı trende
imişsin, haberim olaydı, Ayşe’ye müfid952 oldiye sana haber verirdim. Bilmem gördün mü?— Evet, gördüm. Şimdi Ayşe Hanımnerede?— Polatlı’da kaldı. Hilâl-i Ahmer’leAnkara’ya gelmedi. Mutlak seyyarlardan biriylegitmek istiyordu. Ben de sizin kolorduseyyarının sertabibini953 tanıyorum. Bakalımsöyleyeceğim. Zaten bizim fırka da şimdi sizinkolordu emrine giriyor.İhsan birdenbire sustu. Köye iniyorduk.Önümüzdeki köy bembeyaz, vadide çadırlarınışıkları tek tük kalmış, yalnız seyyarda ışıkparlak.İhsan durdu baktı:— Ah, bu kadını ömrümde bir defa olduğugibi bilseydim; bilmedim ve bilmeden bir sırişkencesiyle beni öldürecek; ne kadar üşüdüm
Peyami. Çabuk yürüyelim.İhsan’ın hikâyesinin asıl işkence kısmı şimdibaşlıyordu. Onun Ateşten Gömlek’i çoktansırtını yakmış, canına geçmişti.Odasında bir mangal dolusu ateşin önünetek sandalyesini çekip oturmadan hikâyesinebaşlamadı. Küçük yüzü kuru bir ihtiyarkafasına benziyordu. Sigarasını uzun ve dalgınçektikten sonra yine hikâyesine atıldı.— Cemal’in çadırımda söylediği şeylerdenüç gün evvelsine kadar iğneli fıçı içinde idim.Güldüm:— Ateşten Gömlek, İhsan!— Gömleğin içinde ateşten uçlar olmasa,sadece ateşten satha954 çoktan razıyım.Azabımın955 bin bir yüzlü ve daim elimdenkaçan bir sır müphemiyeti956 oldu. Ayşenişanlandığımı haber aldı, kıskandı, trendeonun için soğuk davrandı ve ağladı. Ankara’da
izzetinefisi957 onu beni aramaktan menetti958. Ah ne güzel, ne cazip işkence...Eteklerine kapanıp bu yanlış fikrini tashih içinbeynimi parçalamak bile vecd veren bir fikir...Son defa kafamdan akacak kanlara onun sıcakdudakları karışacak ve canımı saadetle veripöleceğim. Buna karar verince diğer bir şübhe,insan şeklinde bir azap karşıma çıkıyor.Haşmet Bey, daima irademin en müthiş vecehdiyle959 düşünmek istemediğim adam.Şakakları ağarmış siyah saçlarıyla karşımda.Yumrukla kafasını gözlerimden itiyorum.“Olamaz, olamaz!” diyorum. Ayşe en bârid velâkayd tavrıyla gözümün önünde bu nişanlıefsanesinden bahsederken nasıl derin bir istihzaile gözlerime baktıydı. Kabil mi o kadın benikıskansın? Hastahane sahnesi beynimin birhumması, belki de bir bî-çâreyi ölümdenkurtarmak için verilen bir söz, bir merhamet
sadakası idi. Fakat o kadar ciddî ve samimî birkadın merhamet sadakası diye bu kadarmühim bir söz verir mi? Gözleri gözlerimde,ağır ve biraz kalın sesiyle tekrar ediyor. İştegözlerimi kapayan sıcak temas. Bütünvücudumda, canımda dolaşıyor.Top iniltileri, kağnı gıcırtıları, çamur,çamur, çamur... Nihayetsiz bir meşakkat960içinde ölümle karşı karşıya insanlar ve bütünbunların ortasında Ayşe ve Ayşe’nin bin birişkencesi.— Bana bak Peyami, siz neden bana hepgenç dersiniz. Bak yüzüme, ben HaşmetBey’den daha yaşlı değil miyim?Hakikat bakıyorum. Mangalın karşısında elkadar yüzünün ince derisi gözlerine doğruderinleşen namütenahi çizgiler içinde, gözlerisayısız senelerden beri yaşayan muazzep961bir ruhun yaşı olmayan, mazisi, atisi962
ölçülemeyen ezeliyeti963 ile bakıyor. Bilmemneden, Viyana müzelerinin birine Felemenk964mektebinden büyük bir ressamın portresinihatırlıyorum. Gözkapaklarına kadar çizgiler verenkler büyük bir vuzuhla965 görünüyordu.İki ellerimle İhsan’ın yüzünü okşadım. O anakadar onun ruhunu kendi azabımdan da bukadar yüksek, bu kadar başka görmemiştim.— İki yüz yaşında kadar gösteriyorsunİhsan, dedim. O işitmemiş [gibi] gözleri kendikalbinde devam etti:— Eskişehir Muhârebesi geçti. OrduSakarya’nın şarkında966 mevzi aldı967, harbbaşlamak üzereydi. Ayşe’nin bizim seyyarailtihak edip etmediğini haber almak uzunmüddet kabil olmadı. Nihayet öğrendim.Gelmişti, fakat seyyar kolordu karargâhındanhayli uzaktı. Haşmet Bey fırkasının yanındaGökçepınar’da bulunuyordu.
— Cemal’in Haşmet Bey fırkasında olması...— Evet, evet, benim de teselli ve ışıknoktam o oldu, Peyami. Yalnız Haşmet Beyfırkasını teftiş için sebep bulmak ve bizzatgitmek lâzımdı. Bunun için ne manevra, nederin düşünceler ve siyasetler. Emin ol, Misâk-ıMilli’ye968 ancak büyüklerimiz bu kadar fikirve emek sarf etmişlerdi969. Nihayet telefonla,tahriratla970 hall edilemeyecek bir arazimeselesi çıktı; kumandandan emir aldım veuçtum. Ne yağmurlu, soğuk ve sefil971 birhava idi. Çamur atın dizlerine kadar çıkıyordu.Fakat ben yine uçuyorum. Köye girerkenarkamdaki süvarilerden birine seyyarın yeriniöğrenmesini, kumandanın yanından çıkıncahastahaneyi teftiş edeceğimi söyledim. Attanatladım, Haşmet Bey’in karargâhına koştum.Çavuş odanın kapısını açınca karşımdakütükleri ızbandut gibi kocaman bir ateşin
gölgesi ocaktan saz tavanlara vuruyor veoynuyordu. Bu alevlerin oynadığı noktanınaltında beyaz örtülü bir masa var. Bu masaetrafında üç insan, üç sihirbaz gibi oturuyorlar.Haşmet Bey, Cemal ve Ayşe... Ben kendivücudumdan çıktım. Ocaktaki kızılkütükteyim. Kendisini de bir yabancı gibigörüyorum. Hepsi ayağa kalkıyorlar. HaşmetBey bariz972 bir saadet ve inkişaf973 içindemültefit974 ve memnun. Cemal, o eski Cemal.Ayşe sıcaktan sıkılmış, üniformasını çıkarmış,beyaz hemşire gömleği ile oturuyor ve odayagiren binbaşıya hiç bakmıyor. Odaya giren ben,yalnız siyah baş örtüsünün altında kısa siyahsaç hattıyla gömleğinin beyaz yaka hattıarasında bir parmak boynunu görüyorum.Fildişi gibi muntazam, yuvarlak ve kavî birboyun. Keskin bir kılıç bu dilber yuvarlakboynu bir vuruşta bu iki hat ortasında keser
düşürür mü?Üniformasını ocağın yanında Haşmet Bey’inkürkünün üstüne asmış. O erkek kürkü ile okadın hemşire üniformasının öyle birbirlerinesokuluşu, sarılışı var ki... Alevdeki ben sadeonu görüyorum. Ben, asıl odaya giren, ellerindekamçısı ve eldiveni ile etrafı selâmlayan binbaşıne kadar makine gibi terbiyeli ve bârid.Hemen konuşacağım işe giriştim. Tabaklarıkalkmayan masanın üstüne haritayı serdim vemünakaşaya başladım:— Affedersiniz Ayşe Hanım, sizi askerîmünakaşalarımızla sıkacağız.Haşmet Bey cevap veriyor:— Hemşire Ayşe’ye o kadar minnettarımki, bu kolumun yarası bana dert oldu; hâlâsızısına tahammül edemiyorum975. HemşireAyşe her akşam masaj yapmak için lûtfengeliyor ve askerî işlerimize de tahammülediyor. Fakat ileri hareketi başlarsa
lütuflarından mahrum976 kalacağım.— Cenûbdan aşağı inen şu hat...Ben sade harita üzerinde konuşuyorum. İşharicinde bir şey söylememeye karar verdim.Fakat bu çok ciddî iş arasında hatırıma bir şeygeldi. Ayşe’nin iki kaşları arasına ısrarlabakıyordum. Acaba kaşlarının güzelbaşlangıçlarını bozmadan o beyaz noktaya birkurşun sığar mı? Ta yakından rövolverle başınıiki siyah hat ortasından delmek kabil mi?— Cemal, bir kurşunun deldiği sahanın kaçmilimetre kutru977 olur?Hep birden bu ma’nâsız suale gülüyorlar;ben de gülüyorum. Ayşe benimvücudumdan978 hiç bozulmamıştı. Lâkayd,nazik, dost idi. O kadar iyi bildiğim tebessümleve nazarla979 hepimize aynı surette bakıyor vekonuşuyor. Bu kadını hiçbir şey yerinden
sarsamaz. Alnının ortasına bir kurşun dahigelse aynı sükûnla980 gözleri bakacak.Biliyorum ki asabî ve mütereddit olsa onu dabaşka bir sebebe atfedip981 yine muazzepolacağım, işi çabuk bitiriyor ve kaçıyorum.Haşmet Bey’in kapısının önünde hayli yüksekbir odun yığını var. Arkamdan bağırıyorlar:— Dikkat, İhsan!Fakat ben hayvanımın karnını delecek gibimahmuzladım, kuş gibi atlıyorum; sonra yineuçuyorum. Arkamdan nefer seyyarın yerinianlatmaya çalışıyor. Dinlemiyor, kaçıyorum,fakat kimden kaçıyorum? Kafamdan, kafamıniçindekinden kaçmak kabil mi?Nasıl bir gece geçti bilmiyorum. Sabaholurken ilk ışıkla biraz hararet ve sükûngeliyor. “Yarasını tedavi ettiği bir hastanınkoluna herhangi [bir] hemşire masaj yapamazmı?”, “Üniformasını nereye assın?”; bu iki
cümleyi kısık çenelerim açılınca bağıraraksöyledim. Yine hayat makinesinin dişleri bütünordu ile beraber beni de çevirdi, yürüttü.O günden itibaren harb raporları kadarbana hâkim bir şey daha var, kolorduseyyarıyla Haşmet Bey’in fırkası arasındakimesafe. Bunu adım adım takip ediyor, her günseyyarın yerinin değişip değişmediğinianlıyorum.Sakarya’da, hiçbir kolordu, seyyarınınhastahane levazımıyla982 bizimki kadarmeşgul olmadı.Haşmet Bey fırkası uzaklaştığı dakika bende göğsümü kıskıvrak tutan pençenin biraztırnaklarını gevşettiğini duydum. Temin ederimki maddî ma’nâsıyla daha rahat nefesalıyordum, o kadar göğsümdeki tazyik983 banaağrı veriyordu.Harbin en sıkışmış dakikalarında bir akşam
kumandanla Haymana’ya gittik. Haymana,muazzam bir hastahane hâlini almıştı.Sokaklarda kağnı, at arabası, sedye ne varsayaralı taşıyordu; yaş, çamurlar ve karanlık,kasabanın her tarafında yağmurun ortasındaötede beride elinde fenerlerle beyaz gömleklisıhhiye neferleri, emir veren, koşuşandoktorlar vardı. Bizim kolordudan birçok alayve tabur kumandanı yaralanmıştı. Bunlardanikisini sen de bilirsin. Ahmed Selim ile Hayri...Hani şu bizim Meserret Kırâathânesiarkadaşlarından iki yüzbaşı. Bizim Kumandanyaralılarla son derece alâkadardır. Kendisipaşalarla görüşürken beni yaralıları ziyâretegönderdi.Gece yarısı saat on iki, hâlâ Haymanasokaklarında aynı ıztırâb ve kan levhası. Harpolanca şiddetiyle devam ediyor. Top kasabanıneteklerine kadar düşüyordu. Ev, han hepsinidolaştım. Bizden kimseyi bulamadım. Nihayet
Haymana Camii’nin önüne geldim. Orası da birnevi “sevk-i mecrûhîn hastahanesi”984 hâlinegelmiş. Sedyelerin, yaralıların arasındansekerek geçtim. Camiin bütün kandilleriniyakmışlar, yere tamamen yığar gibi sedyedoldurmuşlardı... Havada biraz buğu ve dumanvar. Sargılı başları, çocuk gözleriyle neferlerher giren zâbite dikkat ediyorlar. Hızlıhaykırdım:— ...’inci Alay Kumandanı Sabri, TaburKumandan’ı Hayri, Ahmed Selim beylerburada mı?Çok derinden, mihrabın yanında bir sesduydum. Oraya doğru ilerledim. Bu inilti, bukıyamet, bu duman bu kırmızıya boyalı hâkîinsan bakiyesi985 arasında kimi buldum,tasavvur edersin? Mihrabın yanında, kafasısargılar içinde yatan zavallı Ahmed Selim’ebakamadım bile. Oracıkta bir nefer sedyesinin
önünde Ayşe diz çökmüş, yüzükoyun yatan birneferin belindeki yaraya doktorla beraberpansuman yapıyor. O sarı kirli ziyâda neferinçıplak vücudunu hâlâ görüyor gibiyim. Zavallı,bir boğa gibi ıstırabından haykırıyor:— Aman bacım, ayağını öpem bacım!Ayşe’nin kolları sıvalı, becerikli elleri şayanıhayret986 bir sürat ve sükûnla kâh yarayı birpens ile çekiyor, kâh tentürdiyot, gaz kaplarınıdoktora uzatıyor. Mihrabın sırasında bütünyaralılar Ayşe’ye sesleniyorlar, bir şeyistiyorlar:— Benim pansumanım ne zaman olacak?Gözlerimin sancısına dayanamıyorum.Bunu ayakta iki nefere dayanmış ikigözünden yaralı bir zâbit söylüyor. Ayşeönündeki neferin üstüne bir battaniye çekiyor,kocaman başındaki başlığı düzeltiyor.— Allah selâmet versin hemşerim.Yüzükoyun biraz sıkıntı çekeceksin ama çabuk
geçer. Hemşeriyi kağnıya yatırın, daha azsarsar.Sonra gözlerinden muztarib zâbiti ellerindentutup mihrabın yanına götürüyor. Uzun incebir doktorla kandiller altında pansumanınıyapıyorlar.Pes, derin iniltiler, garip ayak sesleri hepkulağımda ve hepsinin ortasında beyazgömlekli Hemşire Ayşe. Azıcık sararmış,yorulmuş yüzünde gözleri zümrüt gibi siyahkirpiklerinin içinde yanıyor. O akşamki kadargözlerini güzel görmedim. Ne kadınlık necinsiyet ne de beşerî987 bir zaaf988 vardı.Hiçbir şeyin dokunamayacağı bir kudret vesükûn, sonra dudaklarının etrafındaşefkatin989, muhabbetin en lâhutî990 ikiçizgisi camiin muztarib ve yaralı sâkinlerinetebessüm ediyor.Onu nasıl ve ne derin sevdim. Çocukken bir
kitapta resmini görmüştüm. Hindistan’dataştan Buda heykelini dinî bir gündegezdirirlerken Hintliler onun taş tekerleklerialtına uzanıyor, orada dinî bir vecd içinde ezilipölüyorlardı. Ben de orada, merhametin,kuvvetin ve bütün muztarib vatanımın birtimsali991 gibi orada ateş ve kan içinde bizimolan kadının ayaklarının altına yatmak veezilmek istedim. Bir an için onun oradaolmasının sebebini bile aramadım. YanımdanAhmed Selim seslendi:— Beni görmüyor musun, İhsan?— Nasılsın kardeşim, ben de sana geldim.Ahmed Selim’in üstüne eğiliyorum:— Nerenden yaralandın?— Başımdan.— Arkadaşlardan daha kimler yaralandı?— Alay Kumandanı şehit oldu.— Senin taburun kimde şimdi?— Takım Kumandanı Mülâzim Selim’de.
— Biraz rahat mısın?— İyiyim, sevk edilmeyi bekliyorum.Hakikat bir sedye akını girip çıkıyor vesedyeciler mütemadiyen sedye bırakıp sedyekaldırıyorlar. Ayşe hâlâ benden haberdar değil.Nihayet ona dönüyorum.— Ayşe Hanım, siz burada neyapıyorsunuz?Gözlerine pansuman yapılan zâbitin başını,kımıldamaması için sımsıkı tutuyor:— Biraz sabır kardeşim. Görüyorsunuz ya,yara sarıyorum. Siz nasılsınız?— Seyyardan uzaklaştınız.— Cemal’in fırkasındaki sıhhiye bölüğü ilegeldim. Burada çok adama ihtiyaç var. Hemendoktorla bizi buraya çağırdılar.Camiin penceresinde bir alev parladı ve birgümbürtü... Kasabada çok yakın bir yeremermi düşmüştü. Camiin ötesinden gür bir seshaykırdı:
— Pansumanları daha çabuk yapmalı,dışarıda yağmurda yaralı var, hemşire bu tarafageliniz.Ayşe yıldırım gibi geçti, gitti. Yolununüstünde çocuk sayılacak bir genç neferyatıyordu. Sesini çıkarmıyor, derin kara gözleriıztırâb içinde genç dudakları bembeyazolmuştu. Onun başında bir an durdu. Eğildi,bir şeyler söyledi. Örtüsünü omzuna çekti,geçti. Neferin dudakları daha az kısık, gözleridaha canlı oldu. Ahmed Selim’den sonra bizimkolordunun yaralılarını buldum, konuştum.Arzularını öğrendim. Kumandanın selâmınısöyledim.Çıkarken Ayşe’nin yanına gitmedim. Fakathayli ıztırâb sesleri çıkan bir kümenin ortasındabeyaz gömleği ile kımıldandığını gördüm.Camiin kapısından son defa dumanlı sarı ışıklıcamie ve hâkî esvaplı yaralılara baktım. İçimde
nihayetsiz bir taabbüt992 hissi vardı. Kalbiminsanî acizlerden993 bu kadar yüksek birmertebeye994 hiç vasıl olmadı. Birdenbireellerim göğe değmiş, kalbim yıkanmış gibi idi.Artık ne kıskançlık ne acı duydum.Gözlerimden yanaklarıma mütemadiyenyaşlar akıyordu. Kumandanla kasabadançıkarken ilk ışık doğuyor ve ezan okunuyordu.Gözlerim ve kalbimle uzaktan, HaymanaCamii’ni aradım. Hâlâ onlar yara sarıyor, hâlâo merhametin, muhabbetin en beyaz timsaliıztırâb ve ihtizar995 arasında gözlerindenkalbinin ziyâsını, hararetini İzmir yolundaölenlerin kalbine akıtıyordu.Haymana sahnesinden üç gün sonraseyyarın sertabibi hastahane noksanları içinyanıma geldi. İşini yaptıktan sonra hayli sert:— Doktor bey, Hemşire Ayşe’yi ...’inciFırka’nın Sıhhiye Bölüğü’ne vermişsiniz. Bir
kadın Sıhhiye Bölüğü’nde ne kadar tehlikeyemaruz bilirsiniz, hareketiniz doğru değil,dedim.— Efendim, dedi. Kumandan HaşmetBeyefendi bir gün geldiler. Hemşireye,Fırka’nın şayanı dikkat bir hareket yapacağınıve beraber gelmesini söylediler. Hemşirebüyük bir arzu gösterdi. Yalnız, “Ben muharipdeğilim; ancak Sıhhiye Bölüğü’nde gelirim,”dedi. Muvakkat olarak gitmesine itirazetmedim.— Hemşire Ayşe, bir harb hastahanesininhastabakıcısıdır. Derhal seyyara dönmesi içinemir buyurunuz. Avdetini telefonla banabildiriniz.Doktor oradan çıkmadan kalbim dışarıfırlamasın diye ellerimle bastım. Bu defa ateşliiğneler bütün canımı delip geçmekle kalmıyor,boynuma bir mahkûm ipi geçmesini veboşlukta sallanmam için son düğümün
vurulmasını bekliyordum. Haymana Camii’ninkandilleri içimde söndü. Üç gün evvelmerhamet ve şefkat timsali diye tanıdığımkadın bana bizim gibi zavallıların kalbininkanını damla damla sızdıran kadife pençeli bircanavar gibi göründü. Bununla beraber nemüphem ve ne garip bir korku duyuyordum.Ya emre itaat etmez ve seyyara dönmezse ozaman ne yapacaktım, ya Rabbim!O akşam kolordu karargâhı burayayerleşmiş ve seyyar da yerine kurulmuştu.Gece yarısına kadar bir deli gibi çalıştıktansonra saat birde ata atlamış, seyyarı teftişegitmiştim. Beş dakikada vasıl oldum. Seyyarınyanındaki küçük çadırdan bir hademe kadınçıktı. Sordum:— Hemşire Ayşe burada mı kızım?— Seyyarda pansuman yapıyor, efendim.Boğazımı sıkan ip biraz gevşedi. Seyyarauğramadan geldiğim gibi dörtnala döndüm.
Hâlâ atımın karşıki ıssız dağlara varan nalşıkırtılarını işitiyor gibiyim.Ertesi gün Yunanlıların ricati996 tahakkuketmeye997 başladı. İçimdeki yaranın sızısınıdaha az hissediyor, ufuklarda biraz daha ümitve ışık seziyordum. Ayşe’yi nasıl tanıdığımı,İstanbul’daki dost günleri, bilhassa Eskişehir’ibaştan başa düşündüm. Haşmet Bey’i, zamanzaman bana dev gibi görünen Haşmet Bey’iküçük görmeye başladım.İzmir yolu açılıyor gibi. Muhakkak İzmir’egireceğim ve muhakkak Ayşe benim olacak.Onu kimsenin elimden alması ihtimali yoktur.Bunu ben hayatım pahasına olsa, hatta HaşmetBey’i öldürmek pahasına olsa da yine eldeedeceğim. Bilmem nasıl oldu, bana bazanihtizarda olan adamlara gelen hayat ümidigeldi. Derunî kudretim ve gençliğim karşısındadünyayı eğilmiş buldum.
O sabah tesadüfî olarak amcazademinsarışın kızından bir mektup ve bir resim geldi.Mektupta gençliğimin bütün harareti ile banatemayülünü ifade ediyordu. Resimde DikmenBağı’nda bir söğüt altında ayakta duruyordu.Öyle inanan ve mesut bir tebessümü, öylegençliğinin ve sevdasının muvaffakiyetinekanaati vardı ki, birdenbire onunla kendiaramda acıklı bir müşabehet998 buldum. Veyine kalbim karardı. O ümit eder ve severkenben nasıl yabancı bir girdâp999 içinde idim.Ben ümit eder ve severken Ayşe’nin de yabancıbir girdâp içinde olmadığını nasıl iddiaedebilirdim. Yine Haşmet Bey, yine ye’s, yineebedî azap... Artık bu iş böyle devamedemezdi. Ayşe ile karşı karşıya vuzuhlakonuşacağım. Ne kadar ıztırâb çektiğimisöyleyeceğim, o bana kat’î bir şey söyleyecek,ondan sonra hayattaki nasibimi1000 bileceğim.
O gün akşama kadar tarassutta geçti.Gece soğuk ve rüzgârlı idi; yemek vaktiseyyara kadar gittim. Ayşe kendi çadırındaseyyar karyolasının üstünde dinleniyordu.Çadırın kapısını vurunca kalktı. Gözlerimdenkararımı anlamış olduğuna hükmettim. Çünkühiç konuşmadı, yegâne iskemlesini bana uzattı.Kendisi yatağının üstüne muntazır1001 birvaziyetle oturdu. Ne yorgun, fakat ne kapalı vemuzlim bir yüzü vardı. Hemen kat’î, hattaaskerî bir lisanla kendisinden EskişehirHastahanesi’nde söylediklerinin teyidi1002 içingeldiğimi anlattım. O da aynı askerî ve kat’î birvuzuhla dedi ki:— O günden beri sen ve ben değiştik, İhsan.İkimiz de iki dost ve aynı yolun yolcularıyız.Fakat bugün onların mevzû-i bahs1003 olacağıan geçmiştir.— Niçin Ayşe, dedim.
İlk söyledikleri tekrar etti, başka bir adamısevip sevmediğini sordum. Yüzü biraz dahakarardı:— Böyle bir zannı tevlit edecek1004 enküçük bir hareketimi gördün mü, dedi.Düşündüm. Zâhirde1005 bir şey yoktu.Hayır, görmemiştim. Fakat kalbim ıztırâb veişkence içinde idi. Haşmet Bey’den bahsetmekiçin çıldırıyor ve ilk defa olarak şübhemin teyitedilmesinden korkarak susuyordum.— Son sözün mü Ayşe, dedim.— Artık bu bahsi kapayalım, İhsan. Ben deHaşmet Bey’in koluna masaj yapmak için köyekadar geleceğim. Yolda eski günleri değil,bundan sonraki harikulâde şeyleri konuşarakgideriz.Bir makine gibi kalktım. Donmuştum. Fakatartık mukadderatımı1006 öğrenmiştim. O daüniformasını giydi, yürüyerek yola doğrulduk.
Karanlıkta hep konuşuyor, hep o anlatıyordu.Fakat benim zihnimde yapacağım şey takarrüretmişti1007. Nasıl söyleyeyim, bütün bunlarınarasında haysiyetsiz gönlüm bir mucizebekliyor, hâlâ köye gelinceye kadar fevkalâdebir şey olacağına, boynumdaki ipinçözüleceğine kaildim.Yolda birdenbire dedi ki:— Bu sabah ben seyyarın işleri için sanageldim, odana girdim.— Evet.— Seni seven genç kızın resmi meydandaidi, gördüm.— Evet.Ah yine kalbim nasıl yandı, sıçradı:— Onunla niçin evlenmiyorsun?— Evlenmezsem seni taciz etmemden1008mi korkuyorsun Ayşe?— Hayır, hayır!
— Seni temin ederim ki, seni hiç rahatsızetmem. Ben eskisi gibi Eskişehir’den evvelkigünlerin muti ve sâkin dostu olurum.İçini çekti:— Zaman her şeyi hall eder, İhsan.Onu niçin söyledi, bilmiyorum. Köyünkapısında büyük bir ateş yanıyordu. Alevleringölgesinde karşı karşıya durduk, birbirimizebaktık. Alevlerin aksiyle kıpkızıl görünengözleri gözlerimi öyle müthiş bir ısrarla aradıki, “Artık yetişir!” diye haykırmamak içindudaklarımı ısırdım. Köyün minaresinden,İstanbullu olduğuna kani olduğum bir seshasretle, ıztırâbla dolu bir yatsı ezanıokuyordu. Alevlerin önünde askerler köyedoğru gittiler. Küçülen, kül olan tahta parçalarıönünde yine biz iki düşman, iki muamma gibibirbirimizin gözlerinde dolaştık. Ezan uzadı,uzadı ve ikimizin gözlerinden de birdenbireyaşlar boşandı:
— Ağlıyor musun Ayşe, niçin, niçin, diyesordum. Başını salladı. Sönen kıvılcımlardabileğindeki saate baktı. Sesi birdenbire kavî vedürüst:— Geç kaldım. Allahaısmarladık İhsan,dedi. Köyün sol tarafındaki çadırlara, HaşmetBey’in karargâhına gitti.İhsan bir sigara yaktı, dışarıda bir horozötüyor, birkaç genç tay kişniyordu. Yüzü yineiki yüz yaşında gibi oldu.— Ben artık çalışacağım Peyami, sen uyukardeşim. Sabah seni halefime teslim eder,alayıma giderim.— Beni mutlak beraber alacaksın, İhsan.Yüzüme bakmadan cevap verdi:— Peki Peyami. Kim bilir, sen de belkisırtındaki ateş gömlek’ten daha sıcak, dahahâkim1009 bir ateşe girmek istiyorsun.İhsan’la birdenbire birbirimizin boynuna
sarıldık. Sonra eski sâkin ve asker sesiyle birdaha:— Yat Peyami, dedi. Ben çalışacağım.Onun yatağının üstünden, onun kâğıtlarıüzerine eğilen genç başına uzun uzun baktım.Buzağılar, atlar, horozlar güneşin ilk kızılışığında kendi sesleri ile uyanırken ben bir andalmışım.871. 10 Aralık.872. Yarı.873. Koruyan, acıyan.874. Girişinde.875. Kuşatılmış, çevrilmiş.876. Kullanılış yönünden başka bir yapı ilebağlantısı olmayan.877. Resim gibi şekilleniyor.
878. Bir asker karargâhında subay yardımcısı.879. Can atma, çok isteme.880. Birinin ardından gelip, onun yerine geçenkimse.881. Getirdiği, çağırdığı.882. Gözetleme yerine.883. Yoğun.884. Açık, belli.885. Girişin.886. Belirsiz.887. Hayal etmediğim.888. Veba hastalığına.889. Yumuşak başlı, itaat eden.890. Olmuş değildir.891. Savaştan.892. Savaş hattını.893. Gereği.894. Aşılayan.
895. Belirlemelerini, ortaya çıkmalarını.896. Rusya’da XX. yüzyıl başlarında doğan veLenin tarafından geliştirilen devrimci hareketinyanlısı olan kimse.897. Bağlıydı.898. İçi metal misket dolu top mermisi.899. Düzen.900. Doruk, zirve.901. İlgili bulunan.902. Görünüşteki.903. Rüya gibi.904. Kıvılcım.905. Hafifledi.906. Hükmedici.907. Yeniden başladı, depreşti.908. Zevk ve eğlenceye düşkünlük, uçarılık.909. Yapay, yapmacık.910. Cazibeye çekilmekle.911. Adaleli, kaslı.
912. Ortaktı.913. Özlemim.914. Hıristiyanların ve Yahudilerin belli günlerdeet, yağ gibi bazı yiyecekleri yemeden tuttuklarıoruca uyan kimse.915. Dokunuşunu.916. Düşkünlüğüyle.917. Başlangıcı olmayan, eski.918. Hava, hayal.919. Kutsal bir ülkü veya inanç uğruna savaşırkenölme durumu.920. Ölümlülerin.921. Bağışlayan, sunan.922. Kendimden geçmiş idim.923. Ilgınına, yalgınına,924. Nüansıyla.925. Güzellik.926. Evliliğinden.
927. El değmemiş.928. Titreyişini.929. Aşırı, güçlü isteğimin.930. Hırslı, ateşli.931. Sarsıntısı.932. Sancağı taşıyan kimse.933. Kutsallığını.934. Karşılık.935. Kutladıktan.936. Hava değişimine.937. Sürekli, aralıksız.938. Kurmay başkanlığına.939. İstekli.940. Anlatmaya.941. Çok isteme, can atma.942. Aydınlatmış.943. Gizli.944. Etkiyi.
945. Gevşeklik, tembellik, uyuşukluk.946. Kayıtsızca.947. Çalışma.948. Atlı tümenleri.949. Bilmece.950. Ertelediğini.951. Düzelt.952. Faydalı.953. Başhekimini.954. Yüzeye.955. Sıkıntımın.956. Belirsizliği.957. Onuru.958. Alıkoydu.959. Çabalamasıyla.960. Güçlük, sıkıntı.961. Acı çeken.962. Geleceği.
963. Başlangıçsızlık, öncesizlik.964. Avrupa’nın Kuzeybatısındaki bazı ülkelere(bugünkü Hollanda, Belçika ve Kuzeydoğu Fransa)tarih boyunca verilmiş olan ad.965. Açıklıkla.966. Doğusunda.967. Yer aldı.968. Türk istiklâl davasının temel taşını teşkil edenve Atatürk’ün başkanlığı altında toplanan Erzurum,Sivas Kongreleri’nde saptanıp Osmanlı Meb’ûsânMeclisi’nce 28 Ocak 1920 tarihinde kabul vebütün milletçe sonuna kadar tatbikine azmedilen 6maddelik millî ahitname.969. Harcamışlardı.970. Resmî yazışmayla.971. Aşağılık.972. Açık, belirgin.973. Gelişme.974. Güler yüz gösteren, hoş davranan.975. Dayanamıyorum, katlanamıyorum.
976. Yoksun.977. Çapı.978. Varlığımdan.979. Bakışla.980. Huzurla, rahatla.981. Yükleyip, isnat ederek.982. Malzemeleriyle.983. Sıkıştırma, basınç.984. Yaralı sevk hastahanesi.985. Kalıntısı.986. Şaşılacak, hayret edilecek.987. İnsanî.988. Düşkünlük, dayanamama.989. Acıyarak ve koruyarak sevmenin.990. İlâhî, tanrısal.991. Sembolü, simgesi.992. Tapma, ibadet etme.993. İnsanca güçsüzlüklerden.
994. Aşamaya.995. Can çekişme.996. Geri çekilmesi, geri kaçması.997. Gerçekleşmeye.998. Benzerlik.999. Tehlikeli yer veya durum.1000. Birinin payına düşen şey, kısmet.1001. Bekleyen, gözleyen.1002. Doğrulaması.1003. Söz konusu, adı geçen.1004. Sebep olacak, oluşturacak.1005. Görünüşte.1006. Yazgımı.1007. Karar verilmişti.1008. Rahatsız etmemden.1009. Baskın.
12Karadağ15 Kânûn-ı Evvel1010Ne kadar gündür bitap1011 yatıyorum.Yaşayan, artık bu yarım vücudum değil,kafamdır. Doktorun gözlerinden, tavrındanameliyatın mutlak iki gün sonra yapılacağınızannediyorum. Şimdi bundan çokkorkuyorum. Zannediyorum ki kafamın içiniaçtıkları gün kalbime de bakacaklar, kalbiminsırrını da okuyacaklar; sonra bu imansızinsanlar “divane genç” diyecekler. Kafamı,kalbimi altüst edecekler. İçindeki sevgili dünya,içindeki azap ve gözyaşı dünyası, ateş ve aşkdünyası, silinecek. Sonra benden ne kalacak? İkizavallı kol ve bir güdük gövde. Belki arkamdaki
Ateşten Gömlek’i de çıkaracaklar, o zamanetrafımdaki hakikî adem1012 olacak. Canımıkorkunç bir kasırga ile tutuşmuş gibi yakan bukızıl gömlek sırtımdan çıktığı gün, o azizdünyanın izleri kafamdan silindiği gün, onlarhakikaten ölecek, bana hayal gelen köyünküçük mezarlığı sevgilileri gömülmüş birertoprak mezar olacak, nasıl olur? Dumanlarsavrulunca ateşin ortasında yağız atıyla şahakalkan o genç, güzel kumandan, Sakarya’nınulu dağlarını yeşil gözleriyle delip İzmir’ebakan İzmir Kızı. Onun siyah kirpikleriarasında yeşil ateş nasıl söner? Kızıldudaklarındaki sıcak kan nasıl donar? Ve benimzavallı sakat vücudum bu geçmiş hülyalarınkalp kasırgalarının mezarı ve türbesi olmaktannasıl kalır?Bugün müthiş bir soğuk var. Ellerim buzgibi, yarım bacaklarım mütemadiyen donuyor.Karadağ’ın içimizden, içimizin ateşinden geçen
sert rüzgârı bugün hastahanede esiyor. Fakatöyle içimde bir Karadağ tahassürü var ki.Orada gözlerini kapayıp siyah kayalarınıngölgelerinde uyuyanlara gıbta ediyorum. Bugünson Karadağ gününü tekrar yaşayacağım. Bunuta başından başlayacağım ve bir anınıkaçırmayacağım. Sonra kafamda bir bıçakhayatımı ören bu altın telleri belki kesecek.İhsan alayını teslim aldı; ben de emir zâbitioldum.Yüzü artık hiç gülmüyor. Gökçepınar’dakalbinin çelik örtülerini kaldıran adama hiçbenzemiyor. Her an askerleri arasında... Arkasırtların sarı hattı bâlâları1013 üzerindeayırdığı küçük acemi kıtaların talimiyle kendiuğraşıyor. Gözümün önünde işte hâkî küçükasker hayalleri, arkalarında mavi ufuk, kollarınısallayarak gidip geliyorlar, birdenbire
avcıya1014 yayılıyorlar. Aralarında bir onbaşıgibi kumandan görünüyor.İhsan geceleri de sabaha kadar meşgul.Bizim küçük çadırda bir makine gibi telâşsız vesert emirler veriyor. Ona bakarken içimdeağlamaya benzer bir tebessüm hâsıl oluyor.Ona “Teneke Asker” diye bağırmak istiyorum.Hani Andersen’in masalında bir oyuncakteneke asker vardır. Masanın üstündekioyuncak kıza âşık olur. Bacağı yoktur, fakattavrı pek asker ve kendisi mert bir oyuncaktır.Bir gün hizmetçi kız onu kaza ile sobaya atıyor.Çıkardıkları vakit teneke vücudunu küçükkalp şeklinde buluyorlar. İhsan’ı onabenzetiyorum. O da şu seyyardaki yeşil gözlükıza âşık, onu karşıki dağdaki ateşe atacaklar, oda eriyecek ve kalp şeklinde, acı bir kalpşeklinde toprağa düşecek. Ah sevgili, çelikasker!O gün öğleden sonra karar verdim, Ayşe’ye
gideceğim. Eminim ki, o da İhsan’ı seviyor.Kabil mi bir sene geçmeden izdivaç vaadini gerialsın. Onlar köyün sönen ateşleri önündeayrılırken ağlamamışlar mı? Bu bir yanlışlık,İhsan’dan Ayşe’yi ziyâret için izin isterkensesimde bir ehemmiyet, belki de esrarengiz birima vardı. Fakat onun yüzü hiç değişmedi.Kapanık ve meşgul, âdeta resmî bir sesle:— Bir saat izniniz var, dedi ve hemenyanına emir almak için gelen dev vücutlusüvari çavuşu ile meşgul oldu.Seyyarın olduğu vadiye inen meyli aşarkenetrafta dalgalanan başaklara, Ayşe’yesöyleyeceklerimi anlatıyorum. O kadar ateşînve sıcak şeyler söylüyorum ki, o kadarmuztarib ve bed-baht bir İhsan, onunsevdasıyla ölen bir İhsan tasvir ediyorum ki,tahayyül ettiğim acıklı şeylerle kendim deağlamaya başlıyorum. Mutlak Ayşe de birçocuk gibi ağlayacak. Bana İhsan’la kalplerini
ve ellerini birleştirmek için yalvaracak, sonra,ben de... Yok, kalbim fazla atıyor. Bu hayaliburada kesmek lâzım.Akşam oluyor. Vadide çadırlar yine yandı.Siyah insan halkaları ortasında yine alevleroynuyor. Zannediyorum ki gözlerimden kaçanbaşak dalgaları tamamen karanlığa girmedenbana tuhaf bir şey söylediler, o zamangülüyorum, Longfellow’un1015 bir masalınısöylüyorlar. Bu ne kadar acayip bir masal.Sahne Amerika’nın ilk muazzam vahşeti. İşteSakarya Vadisi’nin ıssız, işlenmemiş sarıbeyâbânları, siyah dağlıkları gibi bir yer. İlkgidenlerden sarı kâğıt yığınları arasında yaşayanmahcup1016 ve genç bir kâtip var. Onunmehîb1017 vücutlu, kalbi altından, kollarıçelikten silâh ve kuvvet adamı olan kocamanbir dostu var. Ne nefis, ne muazzam bir insan.İkisi de aynı güzel kadını seviyorlar. Fakat
mutlak o diyarda kadınlar silâh ve tabiatadamını severler. Belki de her yerde öyledir.Bunu küçük kâtip biliyor ve güzel kadınınyanında bir kedi kadar bile sesini çıkaramıyor.Bir taraftan kavî kudretli dostu da yavaş yavaşhüküm ve nüfuzuna aldığı vahşi tabiattanfazla, kadının güzel gözlerinden korkuyor. O dasevgilinin yanında dilsiz ve korkaktır. Dostuna,kâğıtlar arasında oturan çelimsiz gence diyor ki:“Sen git aşkımı sevgiliye söyle, sen kitaplar vekâğıtların dilinden anlıyorsun, yanık şeylersöyle, beni istesin.”Ve genç, benim gibi daire ve kâğıt adamı,sevgiliye gidiyor. Bir yanardağ gibi feveranediyor1018. Tıpkı benim başak dalgalarınasöylediğim gibi, mukavemet1019 edilmez birkalp hikâyesi anlatıyor. Güzel kadın, güzelgözlerinde müphem1020 tebessümle onun takalbine bakıyor: “Kendin için söyle,” diyor. Ben
ne hain, ne kötü adamım... Bunu oradahatırlıyorum. Ayşe, çadırının loş kapısındanbana, “Kendin için söyle Peyami,” diyecek gibigeliyor. Kalbim nasıl atıyor, fakat ben o kadarfena bir adam değilim. Seyyarın arkasından biryere oturuyor, sükûnet bulmağa çalışıyorum.On sene evvel ben değersiz bir hariciyyememuru ruhu taşımayaydım, şimdi hikâyeyiböyle yazmayacaktım. Onun yanında ortayaşlı, ağabeyi tavırlı, sâkin ve hissiz amcazadeve dost olacağım. Her zamanki gibi bana itimatedecek ve mutlak İhsan’a avdet edecek.Çadırın kapısından baktım. İçerisi eter,tentürdiyot kokuyor. Çadırın biraz loşderinliğinde sedyeler üzerinde başlarındatakkeleriyle Ayşe’nin hastalarını görüyorum.Kendisi direğin dibinde iri bir askerin başınasoğuk su koyuyor. Çadırda başka kimse yok.Bir ses duyuyorum, kesik bir ses:— Yunan gidiyor mu bacım? Bu bir sual.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 495
Pages: