kalbine bir his giriyordu. Her iki ür şarasında bir kere genç kızlara diyordu ki:Bu gece kalbim Cem id'in kadehi gibi, şdolup bo alıyor, bo alıp doluyor.şşKüçük air, bütün co kunlu unu önünde şşğyürüyenden alıyordu. Gecenin bütünşiiriyeti Seniha'da tekasüf etmi ş(Yo unla mı ) gibiydi. Beyaz ğşşyeldirmesinin içinde vücudu ne kadar narin, ne kadar seyyaldi: Sanki, ayın aydınlı ından yapılmı tı. Belkıs Hanım da, ğşendamı pek mütenasip kadınlardandı. Fakat Seniha'nın yanında adeta kısa ve tıknaz görünüyordu. Hareketleri ahenksiz, yürüyü ü a ırdı. Ve imdi, o da şğşyanındaki genç kızlar gibi yürürken Cemil'e asılıyordu; Cemil ise bir eliyle onu belinden tutuyordu. Hakkı Celis,Seniha'nın yanında, Cemil'in bu hareketini pek kaba buldu. çin için: İ
Adeta birbirlerine sarılıyorlar;' dedi. Seniha görürse, kim bilir ne kadarutanacak! ve bir müddet için co kunlu u şğgeçer gibi oldu.Dil'e yakla mı lardı; fakat Seniha, daha şşileriye gitmek istemedi. Tozdan vekalabalıktan ikayet etti:şŞuracıkta, yoldan uzak bir yerde a açlar ğaltında oturalım, dedi.Nuriye ve Neyyire Hanımlar, Seniha'nın bu teklifini i itmemi ler gibi,şşHakkı Celis'i uzaklara götürüyorlardı. Seniha:Ayol, çocu u nereye götürüyorsunuz? ğdiye seslendi.Onlar, hala i itmiyorlarmı gibi, Hakkı şşCelis'i mütemadiyen çekiyorlardı.Genç air:ş
Dönelim... dedi.Seniha'nın, Çocu u nereye ğgötürüyorsunuz? sözü, ta kalbine bir ok gibi saplanmı tı. Bu sözde ya bir istihkar ş(A a ılama) manası veya bir sitem vardı.ş ğHep bir araya geldikleri zaman hala kollarına asılan genç kızlardansilkindi... Seniha'ya yakla tı, gayet şölçüsüz bir sesle ve bir çırpıda;dedi ki:Abla, bana çocuk, dediniz. Fakat ben, sizi bir büyük adam gibi seviyorum.Son kelimeleri söylerken sesi bo azında ğkurumu tu. Herkes gülmeye ba ladı.şşHali o kadar acayip, sözü o kadar sadedilane (Safça) ve bu hareketi o kadar aniydi. Yanyana, geli igüzel, yere şoturdular. Hakkı Celis, yaptı ı bu büyükği in tesiri altında a kın, ayakta şş şduruyordu. Seniha, uh bir kahkaha ile:ş
Öyleyse, gel yanıma, itirafını tamam et; fakat yava sesle, dedi.şHakkı Celis, kabahati affedilmi muti ş(Uysal) ve mahcup bir çocuk tavrıylegitti. Neyyire Hanımla Seniha'nın arasına sokuldu. Seniha, eliyle genç adamınensesini ok uyor ve daima aynı acı şşuhlukla:Haydi, ba la bakalım;' diyordu.şYanıba larında Belkıs Hanım, bir tarafını şgıdıklıyorlar gibi, fıkır fıkırgülüyordu. Hakkı Celis, yan gözle Cemil'e baktı. O, bu gülen kadının dizidibinde, yarı yatmı , yarı oturmu bir şşvaziyette, hareketsiz ve sükütigörünüyordu. Fakat, Belkıs Hanım, hala o arka arkaya kahkahalarında devamederek:
Hakkı Bey, Cemil Bey gibi yapınız. Mutlaka muvaffak olursunuz, diyordu.O zaman genç kızların üçü birden ba larını çevirip dikkatle onlardan tarafaşbaktı. Cemil, bir kolu genç kadının beline sarılmı , di er kolu ayaklarınaşğdolanmı bir haldeydi; ikide bir ba ını şşarka tarafından Belkıs Hanımınensesine do ru uzatıyor ve oraya üst ğüste hafif hafif öpücükler konduruyordu;her öpücük arasında:İşte böyle, i te böyle... Hakkı, baksana! şSana ö reteyim diye yapıyorum,ğvallahi senin için!.. Yoksa hiç fena bir niyetle de il! diyor ve gülüyordu.ğHakkı Celis utancından yere geçiyordu, büsbütün sersemlemi ti, yanında,şSeniha'nın mevcudiyetini bile unutmu tu. şKadınlıktan; erkeklikten tiksiniyordu ve etteki sır, ona korku veriyordu.
Ertesi gün bu korkusu daha ziyade arttı. Faik Bey, ilk vapurla çıkageldi.Onu, Hristos'ta bir kır yeme ine davet ğettiler. Sofranın üstünde birçok birave arap i eleri vardı, bunların arasında şş ştaze balık ızgaralarının kokusutütüyordu. Hava sıcaktı. Erkekler ceketlerini, kadınlar yeldirmelerinidallara astılar. Yalnız Necibe Hanım sıkı sıkı örtülü kaldı. htiyar kadın buİkadar genç arasında ve bu kadar i tah şverici bir sofra kar ısında bulunmaktanşson derece mahzuz görünüyordu. Yemekten evvel birkaç kadeh rakı istedi; fakat mecliste yalnız Cemil'le Belkıs Hanımdır ki, onun bu arzusuna i tirak şetti.Faik Bey viskiden ba ka aperitif' içemiyor şSeniha'ya gelince, onun yemekarasında birkaç parmak araptan ve şyemek üstüne bir iki kadeh likörden ba ka içki namına hiçbir eye tahammülü şşyoktu. Bununla beraber, ilk defa olarak
bu sofrada o kadar sık ve o kadar her şeyden içmeye ba ladı ki, bir kö edeşşbüzülmü kalmı olan Hakkı Celis, şşnihayet kendini zaptedemedi:Ne yapıyorsunuz, rica ederim, hasta olacaksınız! diye haykırdı.Seniha, yarı aka, yarı ciddi bir tavırla:şSen lakırdıya karı ma!.. Dün ak amki şşkabahatini ne çabuk unuttun? dedi.Ve herkes birbirinin yüzüne bakarak gülümsemeye ba ladı. Faik Bey,şSeniha'nın yanıba ındaydı; bir taraftan ştaba ında balık kılçıklarını ayırmakta, ğdi er taraftan solunda oturan Belkıs ğHanımın aya ına dokunmaklağme gul, Seniha'ya do ru e ildi; biraz da, şğğonunla alakadar görünmek için, sordu:
Dün ak amki kabahat mi? O nasıl ey şşbakayım?Seniha en uh kahkahasıyle güldü ve şcevap verdi:A, mon er, bu çocuk, bana mehtapta ilanı şa k etti ,şFaik Bey, balı ı çi neyen di lerinin ğğşarasından a zı kapalı:ğAh, zavallı Piyero...diye mırıldandı. Bunun üzerine Faik BeyleSeniha'nın aralarındaki mükaleme gittikçe sessizle erek, gittikçeşhususile erek devam etti:şNiçin zavallı?..Zira akıbeti bir a aç dalına asılmaktır; de ğBarnville'in mehtaptan daha
solgun Piyero'sunun a ktan çekti ini şğbilmez misiniz? Piyero'lar hep mehtaptaseverler ve mehtapta ölürler.Benim Piyerom neden mutlaka ölüme mahkum olsun?..Çünkü, sizi seviyor. Siz... Dünyanın en egoist, en kendini be enmi ...ğşSizi benden böyle bahsetmekten menederim.Görüyor musunuz, ne kadar mütehakkim ve zalimsiniz!..Sizinle öyle olmak lazım. Çünkü pek yaramaz, pek inatçı ve pek dikkafalısınız...Faik Bey, masanın altında hırçınla an bir şaya ı teskin için u ra ıyordu.ğğş
Seniha'nın son sözlerine cevap vermekte biraz gecikti; Seniha bir kadehşarabı bir yudumda içti ve imdiden şsüzgün gözlerinin ucuyla Faik Beyebakarak:Susuyorsunuz, neden? dedi.Susuyorum; fakat bu sükutumun manası, bir tasdik de il, bir protestodur.ğProtesto... Bu pek siyasi bir kelime... Benimle daha açık konu unuz! ,şNe kadar açık konu sam, beni o kadar az şanlayacaksınız ve... Yahut anlamakistemeyeceksiniz... Neye iyi...Faik Bey, bu ba ba a muhavereye şşnihayet vermek istiyordu; zira, hem a zı,ğhem ayaklan, hem de diliyle me gul şolmak ona biraz mü kül geliyordu. şBundan ba ka, sofradakilerin nazarı ş
dikkatini celbetmekten de çekiniyordu. Genç Hakkı'nın gözleri, hayret ve tecessüsle geni lemi , bir saniye şşüzerlerinden ayrılmıyordu. Nuriye ve Neyyire Hanımların kendilerini fazla ihmal edilmi bulan bir halleri vardı, vakıa aksi şbir tesadüf eseri olarak veyahutBelkıs'ın bir nisyanı (unutkanlı ı) ğyüzünden iki hem irenin arasına dü enşşCemil, ara sıra kadehlerine bira koymak ve kulaklarına çok fazla açık cinaslısözler fısıldamak suretiyle onlan me gul şeder gibi görünüyordu; fakat, pek azedebi olan Cemil'in bu his ve hayalden ari arkada lı ında ne Nuriye, ne deş ğNeyyire aradıkları zevki bulamıyorlardı.Hakkı Celis ise fazla susuyor, somurtuyordu. Onun bu halinde, herkesiiz'aç eden (Bıktıran, usandıran) bir ey şvardı. Etrafındaki gençleri esasenkafi derecede ne eli bulmayan Necibe şHanımefendi ise, çocu un bu hüznü ğ
önünde adeta öfkeleniyor ve onunla acı acı istihza etmek ihtiyacını duyuyordu; ikide bir:A, hiç böyle dilsiz air görmedim, şdiyordu.Sonra yava ça Belkıs'ın kula ına şğfısıldıyordu:Do rusu çekilmez ey... Bu ya ımda bile; ğşşbüyük sözüme tövbe...Belkıs, beyaz di lerinin dizisini ta uçlarına şkadar gösteren geni bir tebessümle şgülerek soruyordu:Yanımdaki için ne dersiniz?Bak, ona canım kurban. Allah için çekirdekten yeti me; azasının herşbiriyle bir kadın idare ediyor.
Faik Bey de sözü i itti ve çapkın gözlerle şİhtiyar kadına baktı:Yalnız size yeti emiyorum, dedi.şHakkı Celis, sofranın bu kö esinde şsöylenen sözlerin veya yapılanhareketlerin manasını ancak tiksinecek kadar hissediyordu. Nihayet, sa ındağoturan Nuriye Hanıma e ildi ve dedi ki:ğŞairlerin sözleri hep yalan, sevda denilen şey, mutlaka bunların yaptıklarıdır.Gözlerinin ucu ile, Seniha'dan itibaren sol tarafta fısılda ıp gülü enlerişşgösterdi. Elleri asabi, önündeki ekme i ğufalıyordu. Nuriye Hanım kim bilirkaç kadeh biradan sonra ve biraz da can sıkıntısından adeta uyukluyor gibiydi,lüzumsuz yere bir derin Ah! çekti ve ilk gördü ü bir insanmı gibi uzun uzun ğşHakkı Celis'in yüzüne baktı:
Benimle beraber gelir misiniz? dedi:Esasen Hakkı Celis'in arzu etti i ey, bu ğ şsofradan bir an evvel uzakla mak,şkaçmaktı; hemen aya a kalktı. Kar ıdan, ğşsa dan soldan deniz görünüyordu;ğtenha, durgun ve cilalı bir deniz... O kadar tenha ki, Hakkı Celis kendinigurbette sandı, o kadar durgun ki, ruhuna bir ölüm korkusu girdi ve sularınbu uzak pırıltısından gözlerine naho bir şkama ma geldi. Önde Nuriye Hanımşsendeleyerek, arkada o, kendisinden bezgin, çamlı ın ücra ve gölgelikğyerlerine do ru yürüdüler.ğNuriye Hanım:Ben biraz uzanayım. Siz ba ımda iir şşsöyleyin. Olmaz mı? diyordu.Genç adam bir otomat gibiydi. Her nereye çekseler oraya gidecek, her ne
deseler onu yapacaktı. A açlar altında, ğşurada burada oturanlara baktı.Bunlar, diki diken kadınlar ve tavla şoynayanlardı.Bu durgun ve sıcak ö le saati hepsinde ğmuayyen bir dü ünce veya muayyen birşhisle muayyen bir gayeye do ru hareket ğetmek kabiliyetini eritmi gibiydi.şKoruda sesi i itilen, fakat kendisi şgelmeyen bir rüzgar vardı.Nuriye Hanım, pembe ipekli ma lahını şyere yaydı, üstüne uzandı, kollarınıba ının altına geçirdi ve Hakkı Celis'e:şGeliniz öyle, ta yanıma! dedi.şHakkı Celis, genç kızın ayakları ucuna oturdu. Yer, üst üste birikmi kuruşçam dikenlerinden henüz cilalanmı şparkeler gibi kayıyordu. Genç adam
sırtını a aca dayadı ve dalgın dalgın ğönündeki vücuda baktı.Nuriye Hanımın etekleri ta dizlerine kadar sıyrılmı tı; beyaz ipek çoraplarının bitti i şğve etinin ba ladı ı noktalar gözüküyordu: şğHakkı Celis e ildi, eteklerini çekti, genç ğkızın bacaklarını örttü; o; yarı uykuda, yarı uyanık gibiydi:Hakkı Bey, bana Cenap'tan bir iir şokuyunuz, dedi.Küçük air, gözleri dalgın cevap verdi:şHayır, hayır... Bugün içimde çok gam var; birtakım ma mum ne ideler (Üzüntülü ğşşiirler) birtakım matemli ilahiler bilip söylemek isterdim.Zavallı çocuk, demek çok mustaripsiniz?
Hakkı, gözlerini yere indirdi. Nuriye Hanım, gözleri hala yarı kapalı, adeta mırıldanır gibi konu uyordu:şDe er mi?.. Yazık de il mi ki sizin ilk ğğa kınız Fikret'in Nef'i için dedi i gibi şğböyle, 'çorak yere akıp gitsin!' O sizi asla anlayamaz; asla!..Siz, sevgiyi destanlarda, çoban mua akası masallarında Romeo ve şJuliette'te oldu u gibi anlıyorsunuz. O ğise, Ingilizlerin flört dedikleri mua akaştarzından ba kasını bilmiyor. Flört şmua eret adabı icabatından (Görgüşkurallarının gerekliliklerinden) bir eydir, şhalbuki a k, sizin ve benimşbildi im a k öyle mi? Bu bir vah i ku tur ğşşşki, bir salonda, bir e lence ve bir süs gibi ğdizden dize, omuzdan omuza dola ması şşöyle dursun, gagasının dokundu u yerde ğkanamadık et parçalanmadık kuma ; şkanadının havasında devrilmedik e ya, ş
kırılmadık saksı kalmaz. O kadar vah i, şserke ve ha indir.şşDü ününüz. Seniha tarzında, Belkıs ştarzında kadınlar için böyle bir ku uşeteklerine ba layıp dola mak ne kadar ğşkaba, ne kadar zarafete aykırı birşeydir!.. Zira, bu haddizatında salona sı mayan bir mahluktur, yuvası yalçınğkayalar üstünde veyahut çöllerin içindedir.Hakkı Celis, mütehayyir ( a ırmı , Ş şşş şa kın) dinliyordu; Nuriye Hanım, birperi gibi gözleri önünde kıyafetten kıyafete giriyordu. Onu hiç bu kadargüzel görmemi ti.şHakkı Bey, dedi; siz, Seniha'ya gülünç görünüyorsunuz. Zira, ba ınızınşüstünde bu ku u ta ıyorsunuz. Siz bu şşku u gayet beceriksiz bir tarzda ve pekşbüyük bir ıstırapla ta ıyorsunuz. Ikide bir ştepenize gagasını indirdikçe, yüzünüze
bin türlü garip i mizazlar ş(Kasılmalar,buru malar) geliyor,şgözlerinizi tuhaf tuhaf açıp kapayorsunuz.Hakkı Celis:Ne yapayım, söyleyiniz ne yapayım?Tam bu sırada, küçücük kahkahalar, hafif çı lıklarla sofradakilerin kendilerine do ru ğğgeldi ini gördüler. Faik Bey, hala Seniha ğile Belkıs'ın arasında yürüyordu; Cemil, Neyyire ve Necibe Hanımefendi arkadan geliyordu.Hepsinin yüzü kıpkırmızı ve gözleri süzgündü. Seniha hiçbir zaman bugünkükadar güzel de ildi. Gözlerinin etrafındaki ğesmer daire yanaklarına kadargeni lemi ti; a zında olgun, sulu, serin şşğve taze bir meyvenin cazibesi vardı.Kızıla bakan saçları, ba örtüsünün şaltından bir alev gibi fı kırıyordu; ye ilşş
gözleri insana ta derinden ve bir pars bakı ıyle bakıyordu. Nitekim, kendineşmahsus uh ve laubali tavrıyle gelip de şHakkı Celis'in gö süne uzandı ı zamanğğbiçare çocuk kuca ına patlayan ve yanan ğcinsinden tehlikeli bir cisim dü müşşgibi ürktü. u saatte etraf tamamıyle Ştenha, onlar tamamıyle yalnız olsaydıda Seniha ona: te kendimi sana İşverdim, ne istersen onu yap! deseydi,genç adam hiç üphesiz bu vücudu silkip şitecek ve haykırarak, bayırlardantepelere, tepelerden sahillere kaçıp gidecekti. Bir kadın vücudunu zapt veidare etmekteki mü külatı adeta şadaleleriyle hissediyordu. Faik Bey,Seniha'nın ayakları ucuna oturur oturmaz, içinden bir rahatlık duydu; birtehlikenin önünde iki ki iydiler. Lakin, şFaik Beyin oturmasıyle kalkması biroldu. Belkıs Hanım, ta uzakta yalnız ba ına bir hasır üstüne uzanmı , gençşş
adama sesleniyordu. Seniha, ye il şgözlerinin en yırtıcı nazarıyle Faik Beyinyüzüne baktı:Nereye? dedi.Hakkı Calis, Faik Beyi ilk defa olarak ş şa kın bir halde gördü. Seniha emretti:Gitmeyeceksiniz!Ve parma ıyle ayaklarının ucunu i aret ğşverdi. Genç adam, tekrar yerineoturdu. Bütün nazarlar onun üzerindeydi. Nuriye, kirpiklerinin arasından yangözle, Neyyire, Necibe Hanımın omuzunun üstünden hayretle ve Necibe Hanım iki genç kızın arasında mütebessim, Faik Beye bakıyorlardı Belkıs Hanımın, yattı ı yerden onu ğça ırı ı, Seniha'nın ona, Gitmeyeceksiniz ğ şdeyi i, Faik Beye, birdenbire, iki di i şşarasında payla ılamayan bir erke in şğ
esrarengiz nüfuzunu verdi ve o andan itibaren bu genç adam, Ada'da e lenen ğbu küçük grubun yegane a ırlık merkezi ğoldu. Onun bu hareketi, umumi muvazeneyi bozuyor ve bu vaziyeti, herkesi etrafına topluyordu. Kahkahalar ondan geliyor, yine ona gidiyordu, fısıltılar onun ismiyle ba lıyor ve yine şonun ismiyle nihayet buluyordu, o öfkelendiriyor, o yatı tırıyordu. Nafile şyere Cemil, Belkıs Hanımı teselliye gitti; genç kadın, hasırın üstünde bö rüne ğkur un yemi bir geyik gibi gözleri ya lı, şşşa zı kasık kaldı. Nafile yere genç kızlarğHakkı Celis'in iirleriyle avunmak şistediler; fakat, ne gözlerini, nefikirlerini bir türlü Faik Beyden ba ka bir şyere çeviremediler; genç adamınbir saniyelik dikkatini celbetmek için bin türlü i veler ve cilveler yapmayaşba ladılar. Vücutlarının her hareketine bir şmaksat ve bir mana koydular.
Neyyire, ikide bir kollarını kaldırıp saçlarını düzeltiyordu: Ta ki kısa vebol olan yenleri tamamıyle sıyrılsın da mevzun ve beyaz kolları ta omuzba larına kadar görünsün diye; Nuriye, şyattı ı yerden muttasıl sa dan sola,ğğsoldan sa a dönüyordu: Ta ki kalçaları bir ğköpük kadar seyyal ve yumu akşkuma ı altında en sabit ve en mükemmel şşeklinde çizgilensin diye... NecibeHanımefendi bile yerinde duramaz olmu tu. Bu htiyar kurt, Faik Beydeşİkendisine, Gitmeyeceksin! Kalacaksın! denilen cins erke in kokusunuğalmı tı; mütemadiyen göz süzüyor, boyun şkırıyor ve her fırsatta bir cinaslısöz söylüyordu.Faik Bey ise, muti, mütevazi, Seniha'nın ayakları ucunda oturuyor ve yalnızara sıra ellerini bu ayakların üstünde hafifçe gezdirmekle iktifa ediyordu.
Seniha'da, serke bir atı zapt ve idare şeden mahir bir binici gururu veyahutnadir bir avı pençesinde tutan bir yırtıcı mahluk hazzı vardı; ara sıra gözlerinde madeni parıltılarla genç adama bakıyordu.Vakta ki gece mehtaba çıktılar. Seniha ile Faik Bey uzun bir müddet gözdenkayboldular. Yırtıcı ku , avını Ada'nın öyle şbir kö esine götürdü ki, gündüzşbile kimsenin bulup görmesi muhtemel de ildi. Faik Bey, ömründe ilk defağolarak bir genç kızın ve hususiyle Seniha'nın elinde kendini bu kadar zayıfve iradesiz buluyordu; vakıa bütün günün yorgunlu u, bütün günün sarho lu uğş ğsinirlerinde mukavemet ve muvazene namına ne varsa hepsini alıp götürmü tü.şSeniha önde, o arkada, yoku lardan şkayıyorlar, çitlerden atlıyorlar, küçücükyarlardan inip çıkıyorlardı; Faik Bey ikide birde:
Beni nereye götürüyorsunuz? diyordu.Yorgolu sırtının, tenha koylarından birine do ru iniyorlardı.ğSeniha:Ben de bilmiyorum, deyip gülüyordu. Bana hiçbir ey sormayınız, hiçşsesinizi çıkarmayınız. Bu gece bütün kaprislerime riayet edeceksiniz; i te oşkadar!..Böyle söyleyerek genç adamı, bazen elinden, bazen yakasından tutupsürüklüyordu. Epeyce dik ve tehlikeli bir yoku tan, elleriyle çam dallarına,şayaklarıyle ta parçalarına tutunarak, şnihayet sahile indiler. Ikisi de soluksolu aydı. Bununla beraber Seniha'da ğgittikçe artan bir ne e vardı; yerindeş
duramıyordu. Bir çocuk gibi denize ta lar şatıyor, sonra dönüp Faik Beyinyakasından çekiyor:Daha yüıvyelim, daha yürüyelim! diyordu; baksanıza, bu deniz de il, buğbir bahçe... Bu geni , geni nihayetsiz bir şşbahçe... Baksanıza, ne kadar çoksarı güller, ne kadar çok mor menek eler, şne kadar çok beyaz papatyalar var.Bu nihayetsiz bahçenin bölümlerinde türlü türlü çiçekler fı kırıyor; görmüyorşmusunuz, bu bölümler arasındaki yollar ki dola a dola a ta ufuklara kadarşşgidiyor. Bu yollarda yalnız ay denilen so uk hayalet mi gezinecek? Yürüyelim,ğyürüyelim. Bir daha dönmemek üzere... Niye duruyorsunuz? O kadar yorgunmusunuz? Ne çabuk, ne cabuk kuvvetten kesildiniz? Niçin nihayete kadargidemiyorsunuz? Niçin?
Genç kız, bir müddet böyle söyleyerek denizi ta lamakta ve Faik Beyinşelinden çekmekte devam etti; sonra birdenbire nefesi tükenmi ve dizlerininşba ı çözülmü gibi sahilin çakılları ğşüzerine çöküverdi. Faik Bey, hala sessiz,ayakta duruyordu; Seniha'nın ta kınlıklarından bezmi , sıkılmı bir halişşşvardı. Genç kız imdi, mahzun ve dalgın şgörünüyordu; neden, sonra ba ınışkaldırdı, munis ve durgun bir sesle:Niçin yanıma oturmuyorsunuz, Faik Bey? dedi.Faik Bey, a zını yüzünü buru turarak ğşta ların üstüne oturdu ve bir eyşşsöylemi olmak için:şGecenin aydınlı ı gökten mi iniyor, ğdenizden mi çıkıyor... Belli de il, dedi.ğ
Seniha cevap vermedi, sonra ikisi birden derin ve uzun bir sükuta daldılar.Faik Bey, bir sürü ufak tefek i lerini, şmüddeti gelmi borçlarını, Boter'eşısmarladı ı kostümünü, oteldeki yata ını, ğğisimleri unutulmu bazı kadın veşerkek simalarını dü ünüyordu. Neden şsonra, yine bir ey Söylemi olmak içinşşdedi ki:Bakınız kar ı sahillerdeki ı ıklar birer şşbirer nasıl sönüyor.Seniha yine cevap vermedi. Bir dua veya murakabe vaziyetindeydi. Vakıa birsalonda, bir musiki dinler gibi ayak ayak üstüne atmı ve ellerini dizininşüstüne kilitleyerek oturmu tu. Kolları şlüzumundan fazla uzun, ince ve beyazgörünüyordu. Genç adam, yan gözle Seniha'yı süzmeye ba ladı ve içinden:şHiç de fena de il! dedi.ğ
Seniha, bu mehtap gecesini te kil eden ştabii unsurlardan biri gibiydi.Giyindi i esvap, sudan ve köpükten, eti ğve derisi ay aydınlı ından; saçlarığate tendi ve mehtabın bütün esrarı şondaydı. Faik Bey yarı can sıkıntısı ile,yarı tecessüs ve merak saikasıyla bu ı ıldayan tayfa dokunmak, sokulmakşihtiyacını hissetti. Evvela, bastonun ucu ile genç kızın ayaklarına bir ikihafif darbe vurdu; di er elini sırtında ğdola tırmaya ba ladı, sonra e ildi,şşğeteklerinin kıvrımlarını düzeltir gibi birtakım hareketler yaptı. Seniha yinekımıldamıyordu, genç adam, genç kızı yava ça belinden kavradı ve onu kendineşdo ru çekti.ğTam bu sırada üst taraflarındaki korudan a ina sesler duyuldu.ş
VISenihaların Ada alemleri bununla nihayet bulmadı. Ertesi gün, Faik Bey,Yorgolu'da bir ak am ziyafeti verdi. şCemiyet aynı cemiyetti, fazla olarakFaik Beyin otelde tesadüf etti i eski ğtanıdıklanndan Beyo lulu bir genç kadınğve Ada'ya geldi i günden beri hastalıktan ğbir türlü ba alamayan MadamşKronski de vardı. O ak amki e lenti bu iki şğyabancı kadın yüzünden için içintedirgin ve üzüntülü geçti. Zira, Faik Beyi payla amayanlar, dörtken be olduşşve Frenk kadınları önünde mümkün mertebe terbiyeli, temkinli, medeni durmak lüzumunu, fazla haykırı malar, şfazla gülü meler, co kun ve laubali şşhareketler halinde dı arıya ta mak şşisteyen bütün bu ruhların, kaplarında sımsıkı kapalı kalarak ek imesine şsebebiyet verdi. Ferdası ak am, Necibe ş
Hanımefendinin kö künde yarı alafranga, şyarı alaturka bir alem daha yaptılar ve gece geç vakit e eklerle tur a çıktılar. Bu ştur safası ba tan ba a, nihayete kadarşşho , tuhaf hadiselerle geçti. Hakkı Celis'in şe e i mütemadiyen arkaya kalıyordu. ş ğKafile, çı lıklar, kahkahalar ve arkılarla ğşuzakla ıp gidiyor, genç air ikide bir şşgözden nihan oluyordu. O zaman:A, bizim anso nerede kaldı, yine nereye Şkaldı? deniliyordu.Her a ızdan Hakkı Celis'e dair bir tuhaf ğsöz çıkıyordu. Derken, çocu un tağderinlerden sesi i itilmeye ba lıyordu:şşHop, hop... Haydi, Aleksandra... Haydi hop, hop!Bu ses kah tehditkar, kah yalvarıcı oluyor, kah yeis ve hiddetten
kasılıyordu. Her merhalede kafilenin içinden biri ona kendi e e ini veriyor,ş ğfakat yine geride kalmaktan kurtulamıyordu.Seniha gülmekten katılıyordu:Bu çocukta bir sır var, mutlaka mutlaka bir sır var. Fakat bunu, yalnız e ekler şhissediyor diyordu.Vakıa bu sözde biraz hakikat vardı, en tırıs giden e ek bile, üstüne HakkışCelis'in bindi ini hisseder etmez, derhal ğkısılıp kalıyor, ba ı önüne do ruşğuzanıyor, ayakları köstekleniyor, sanki bir ba dönmesine tutulmu gibi, birşşsa a, bir sola yalpa vurmaya ba lıyordu. ğşHakkı Celis, yanında kah arabalardolusu kadın erkek hep bir a ızdan ğTürkçe, Rumca ve Fransızca arkılarşsöyleyerek, kah bir alay e ekli, bin türlü şne eli amatalarla tozu dumanaşş
katarak, birer rüzgar hamlesi halinde gelip geçenlere çevrilmi hayvanınşüstünde yolun yegane meyus ve avare yolcusu kalıyordu. Gezintinin sonlarınado ru artık onu aramaz ve beklemez ğoldular. Zavallı çocuk, Hristos'takendilerini bekleyen e ek sahiplerinin şyanına gelinceye kadar neler çekti...Fakat bütün bu me akkatler, onun için şeve girdi i zaman i itti i haberdenğşğdaha elveri liydi. Nuriye Hanımla Neyyire şHanım, ona pencereden ba ırıyordu:ğHakkı Bey, Hakkı Bey, yalnız mısınız? Yolda Seniha ile Faik Beye rastgelmediniz mi?Beraber de il miydiniz?ğViranba 'a kadar beraberdiler, hatta yine ğHakkı Celis'i beklemek niyetiyleorada bir müddet e eklerden bile indiler şve biraz da kahvede oturmaya karar
verdiler; fakat, tam kalkıp gidecekleri esnada, ortada ne Seniha'dan, ne FaikBeyden ve ne de e eklerinden eser vardı.şO gece Hakkı Celis, büyük dayasının torununu Necibe Hanımefendininbahçesinde ta fecre kadar bekledi ve akıbet, ba ı kolunun üstünde, bir tahtaşkanapede uyuyakaldı.Ve Seniha için mehtaplı geceleri beyaz fecirler, beyaz fecirleri pembeak amlar takip etti. Ne vakit oturuyor, ne şvakit yatıyor, ne vakit istirahatediyor, kimse bilmiyor, görmüyordu. Daima faaliyette, daima harekette, adetaku ve kelebek cinsinden bir acayip şmahluk haline girdi. Ada'daki bu sonhafta, onu tamamıyle de i tirdi; ortada, ğ şCihangir'deki kona ın o hodbin,ğhırçın, so uk ve müstehzi kızından eser ğkalmadı. Hatta yüzüne ve gözlerinebile yeni bir mana, yeni bir ifade geldi.
Evvelden rengi yanaklarının uçlarına do ru hafifçe pembe ve ekli de i meyeğşğ şyakın olan bu yüze sıcak bir solukluk ve narin bir uzunluk geldi, bütün kanıdudaklarına toplanmı gibiydi. Eskiden ay şaydınlı ı gibi gözlerine ise, çokğyıldızlı gecelerin rengini andırır laciverde yakın bir koyu gölge çöktü,fakat bu gölge, kirpiklerinin gittikçe ço alan sürmesinden mi, yoksağgözkapaklarının adeta çürümü gibi şgörünen esmerli inden mi geliyor, birğtürlü anla ılmıyordu. Kendisi de bu şde i iklikten hayrete dü mü gibiydi;ğ şşşzira, çehresinde a ırmı veya ürkmü bir ş şşşçocuk hali vardı; belki de simasınabu ifadeyi veren ey, ka larının yukarıya şşdo ru her vakitten ziyade çekik veğgergin durmasıydı.Seniha, bazen de sarho gibi şgörünüyordu; bakı larına sert bir ş
süzgünlük ve yürüyü üne, oturu una, şşkalkı ına latif bir peri anlık geldi; şşrüzgarda kımıldayan dallar gibiydi.Seniha, olur olmaz eylere gülüyordu. şFakat, bu gülü lerde ruhun saffetinişrencide eden bir ahenk vardı; uh, şşehvetli ve a ifte bir ahenk... Seniha'nınşkahkahalarında, bir sefahat sofrasında gıdıklanan bir fahi enin sesi duyuluyordu.şSeniha'yı böyle sesine varıncaya dek de i tiren ey neydi? Artık bu,ğ şşkimseye meçhul de ildi. Genç kızın ğetrafındakiler öyle dursun, fakat bütünşAda halkı bu sırra tamamıyle vakıftı: Naim Efendinin torunu Seniha Hanım ileKasım Pa anın o lu Faik Bey sevi iyorlar. şğşBu sırrı ilk ke fedenlerden birişNecibe Hanımefendidir. Sonra öbürleri sezdiler. Vakıa, öteden beri, FaikBeyle Seniha arasındaki münasebetin bir arkada lık derecesinden fazla oldu unu şğ
genç kızın bütün erkek ve kadın arkada ları bilirlerdi.şFakat, buna da, hafıf bir flört manasını verirlerdi. Zira, Faik Bey, pekçapkın bir delikanlı ve Seniha, pek uh şbir genç kızdı. A ka bu kadarşkabiliyetsiz telakki edilen bu iki mevcut arasında ve bir haftalık kısa birzaman içinde tutu uveren sevda şodununun alevi gözleri o kadar iddetleşkama tırdı, gittikçe, günden güne, şsaatten saate o kadar tehlikeli görünmeye ba ladı ki bütün o havai ve şşen dostlar, gizli bir endi eyle ürkek şürkek yerlerine döndüler ve ate i ştutu turanları kendi hallerine ve yalnızşba larına bırakmak lüzumunu hissettiler. şHatta Cemil'le Hakkı Celis bilegittiler. Fakat, ne Seniha, ne Faik Bey, etraflarında hasıl oluveren bubo luktan asla haberdar olmadılar. şBunlar, mizaçlarının so uklu una,ğğ
terbiyelerinin sathili ine, ya larının ğşküçüklü üne ra men az zaman içindeğğsevda yolunun öyle bir merhalesine vardılar ki, oraya hiç kimsenin sesigelmez ve oradan hiçbir ey gözükmez.şSeniha ile Faik Beyi yakından tanıyanlar, bu hale pek a ıyorlar. Fakat,ş şbilmiyorlar ki a k, mucizeyle doludur, şdaha do rusu a k, bizzat mucizedir.ğşBazı erkekler u veya bu tarzda şkadınlardan, bazı kadınlar u veya bu şbiçimde erkeklerden ho landıklarını şsöylerler: Benim tipim udur, benim şidealim budur derler, halbuki, günün birinde söylediklerinin büsbütün zıddınıseverler, aradıklarının büsbütün aksi bir insan arkasından ko arlar. Faik Beyşiçin de böyle oldu; bu ana kadar zevkinin en do ru ölçüsünü olgun ve ustağkadınların sinesinde bulan bu genç, birdenbire Seniha'nın ham ve sert
gö sünde hiç tatmadı ı müstesna bir ğğlezzet duydu.Vakıa Seniha, Faik Beyin önüne yalnız et ve kemikten müte ekkil bir mevcutşhalinde çıkmadı; ona en ziyade kaplayan ve nüfuz eden bir ruh ve sihir gibiyakla tı; öyle ki genç adam neye şu radı ını bilmedi. Bir hafta içinde ğğkendini sanki on yıldan beri bu kızın a ı ıymı gibi hissetti.ş ğşHer reziletin bir itiyat ve her itiyadın bir iptila haline girdi i maneviyatında ğSeniha'yı sevmek de birdenbire, vazgeçilemeyen itiyatlardan biri oluverdi. O, imdi kumara ne kadar dü künse, şşSeniha'yı da o kadar arıyor, Seniha'ya da kendini o kadar dü kün hissediyordu.şSeniha, Faik Beyin bu ani iptilasından nihayetsiz bir gurur duydu. Her
kadında, yırtıcı bir avcı hayvanattan bir şey vardır. Ku u yakalayan kedideşnasıl nihayetsiz bir hazzın ra eleri ve şdi lerini bir ceylanın etine geçirenşaslanda ne kadar derin bir ehvetin şemareleri görülürse, kadınlar dalalettayin herhangi bir erke i kendilerine ğram etmekte o kadar büyük bir hazve ne at duyarlar. Bu cins sevmenin ve şsevilmenin sırrı, yalnız bundan ibaretde ildir. Denilemez ki, uh ve müstehzi ğşSeniha, çapkın ve havai Faik Beyi,Juliette'in Romeo'yu, Leyla'nın Mecnun'u sevdi i gibi sevdi; hayır... Bunağinanmak için, bu genç kızın o genç adam tarafından bundan birkaç zaman evvelnasıl lakayt ve muhakkir bir muamele gördü ünü unutmu olmak lazımdır.ğşSeniha'yı Faik Beye do ru iten ey, ne ğşAda'nın mehtaplı geceleri, ılık vemahmur fecirleri, ne çamlıkta söylenen şarkılar, içilen içkilerdir. Onun ruhu,
ayın ı ı ı ile, arkı sesleri ve saatlerin ş ğşrenkleriyle beslenen co kun veşiptidai ruhlardan de ildir; Seniha, Ada'nın ğsevdavi gölgelerinde, Faik Beyinyanıba ında yabani bir kedi gibi dola tı ve şşaylardan beri kah yata ınınğiçinde, kah tuvalet masasının ba ında şbiledi i tırnaklarını nefret ve gayzağyakın bir hırsla batırmak istedi i etin en ğyumu ak tarafını, en gafıl anınışyoklamakla me gul oldu. Ne vakit ki şbuna muvaffak oldu, avını ba kalarındanşkaçırmak, uzaklara götürmek, yalnız ve asude kalmak ihtiyacını hissetti.Sabahları, Madam Kronski'nin refakatinde Ada'nın tenha sahillerinde denizegiriyorlardı. Seniha bir kayanın arkasında, Faik Bey di er kayanın ğarkasında, gizlenerek soyunuyor, sonra biri kırmızı, öbürü siyah banyo kostümleriyle kendilerini yava ça şdalgalara bırakıyorlardı. Faik Bey, Seniha'ya yüzme talimleri yaptırıyordu;
kah bir eliyle belinin altından, dirsekleriyle ayaklarının ucundan tutup sırt üstü yatmayı, kah karnı ile gö sü ğarasındaki noktayı avucunun içine dayayarak ve öbürleriyle ensesinden iterek dalıp çıkmayı; kah omuzlarından tutarak yarı oturmu bir vaziyette şyüzmeyi ö retiyordu. Kah yan yana ğyüzerlerken kendini takip etsin diye, onu yarı yolda bırakarak geni kulaçlarla şuzakla ıp gidiyordu. O zaman Senihaşyalvarmaya, haykırmaya ba lıyordu ve şMadam Kronski sahilden aya a kalkarakğsuni bir tela la:şDönünüz, dönünüz artık, çocuklar!.. diye sesleniyordu.Denizden çıktıktan sonra uzun müddet yan yana yürüyorlardı; Faik Bey, onaAvrupa hayatına ait hikayeler anlatıyordu. Bu hikayelere genç kızı güldürecek, merakını celbedecek, hayrete
dü ürecek bir sürü acayip, ho ve şşrindane tafsilat karı tırıyordu. Ara sıra bir şgölgelikte durup susuyorlar ve göz gözebakı ıyorlardı. Bazen a açların arasında şğküçük çocuklar gibi birbirlerinikovalıyorlardı. Genç adam, vücudunun adali taraflarını gösteren ve gö sünüğyarı açık bırakan beyaz tenis kıyafetiyle, ve hafif beyaz ayakkabılariyle birtazı gibi zarif ve çevikti.Seniha'ya çok maharetli jimnastik hareketleri yaptırıyordu. Genç kız,düzgün cevval ve taze bir erkek vücudunun bütün sırlarını bu hareketlerde, bu oyunlarda ö reniyor ğhayran kalıyordu. Ekseriya ö le ğyeme ini, kah Faik, Necibe Hanımın ğkö künde kalmak, kah Seniha, Faik'in şoteline gitmek suretiyle beraber yiyorlardı. Gerçi Seniha, Faik Beyin oteline gitmekte epeyce mü külatşçekiyordu.
Fakat bu oteldeki yemek saatleri -bahusus ak am yemekleri- gençşkızın o kadar ho una gidiyor, o muhitin şhavasından bütün hulyalarını ok ayanşöyle bir koku buluyordu ki, her eye şra men bir hafta zarfında iki üç defağgitti i oldu. Faik, Seniha'nın ikinci ğziyaretinde, sofralarına oteldekiHıristiyan dostlarından bazılarını davet etti ve yeme in sonuna do ruğğşampanyalar açtırdı. Sonra otelin hususi bir kö esine çekilip dans ettiler.şBunun içindir ki Seniha, Faik Beye gitmeyi, Faik Beyin kendisine gelmesinetercih ediyordu; zira, halasının evinde sofra saatleri pek o kadar ferahlıgeçmiyordu. Necibe Hanımefendi, muttasıl söylüyor, kah hatıralarından, kah tasavvurlarından bahsediyordu; ne bu hatıralar, ne de bu tasavvurlar ikigence hiçbir alaka vermiyor, canlarını sıkıyordu.
Yemekten sonra, yumu ak ve geni şşkanepelerde, gev ek gev ek uzanılan,şştembel tembel konu ulan, veyahut dalgın şbir tavırla ekarte ve piket partileriyapılan ılık gölgeli saatler geliyordu. En ziyade bu durgun saatlerdedir ki,Faik Bey, genç kızın önünde için için sarsıldı ını hissederdi ve Seniha'nınğmahmurla an gözleri, genç adama şbakarken bazı karanlık geceler uzak ufuklarda çakan im eklere benzer şşpırıltılarla dolardı. Saatlerce a ızları ğsusar; fakat gözleri, elleri, ayakları ve vücutları hiç dinmeyen bir hareketle konu urdu.şBu saatlerde her nedense, ne Madam Kronski, ne de Necibe Hanımefendiyanlarından hiç ayrılmazdı, vakıa a yar ğönünde bu sessiz lisanı konu makta veşderinden derine birbirini istemekte olgun, arif ruhlar için serbest visallerden ve en
geni hasbıhallerden bin kat daha tatlı bir şlezzet vardı.Fakat bu iki genç, henüz bu sırra eremedikleri için sabırsızlanıyorlar,öfkeleniyorlardı. Ak am üstü olup da şgezintiye çıktıkları veya geceleyinbahçede yalnız kaldıkları zaman, ölçüsüz bir co kunlukla sarılıyorlar,şöpü üyorlardı. Kaç defa Necibe şHanımefendi, yarı karanlıkta, balkonun bir kö esinde, bunları bu halde seyretti; şkaç defa Madam Kronski, Faik'in koluSeniha'nın beline dolanırken veya Seniha'nın ba ı Faik'in gö süne şğyaslanırken üstlerine geliverdi.Onları buna benzer vaziyetlerde görenler, yalnız evdeki htiyar kadındanİibaret de ildi. Necibe Hanımefendinin ğyakın ve uzak kom ularından birçokşkimseler, Nizam, Dil ve Hristos gezintilerine alı kın Ada halkından birçokş
mütecessisler, bu iki genç arasındaki maceranın bin türlü esrarına yakından,günü gününe vakıftır. Sevda i lerine, şizdivaç entrikalarına dair dedikodularora halkı arasında cereyan eden konu maların hemen özünü te kil eder. şşBu halk, ya sevi enlerden, ya sevi enlerle şşme gul olanlardan müte ekkildir. Ne şşbundan, ne ondan olmayanlar ise, hayatından bezgin birtakım hastalarla, oyuna dalmı kumarbazlardır. şBüyükada'da her mevsimin sonu, mutlaka birkaç izdivaç,birkaç talak veyahut da gayet meraklı birkaç macerayla nihayet bulur veİstanbul'un dört kö esinde bütün yıl şbunlara ait yankılar duyulur.Seniha ile Faik Bey arasındaki macera da bu mevsim sonunun en nadir, en tatlı meyvelerinden biri olmak istidadını gösteriyordu. imdiden bunlaraŞ
hayran kalanlar, dü manlık besleyenler, şşimdiden onları takip eden, ve kıskananlar vardı. Hele birinin Naim Efendinin torunu, di erinin Kasım Pa anınğşo lu olu u, meseleye büsbütün ba ka bir ğşşehemmiyet veriyordu. Zira, bu ikiismi stanbul'da bilmeyen, tanımayan İyoktur. Bunun içindir ki, az zaman içindeSeniha ile Faik Bey arasındaki bu ate li şsamimiyet stanbul'un bu iki büyükİailesine ait bir namus ve haysiyet davası halini aldı ve evvela Ada'nın Türkmuhitinde ba layıp stanbul'un bütün şİbüyük evlerine sirayet ederek kadın,erkek, genç ve htiyar herkesi ba ka İştürlü i gal eden hummalı bir dedikoduşmevzuu olmaya ba ladı.şNaim Efendi ile Servet Bey, birçok imzasız mektuplar aldılar.
VIIServet Bey, geni satrançlı robdö ambrı şşile kayınpederinin odasına girdi:Beni istetmi siniz, efendim, dedi.şNaim Efendi, odanın bir tarafını kaplayan uzun bir erkan minderinin ucundan,yarı diz çökmü , yarı ba da kurmu bir şğşşvaziyette, kafesi kaldırılmı , fakatşcamı indirilmi bir pencereden dı arıya şşbakıyordu. Arkasında beyaz pikedeniki sıra iri, sedef dü meli, pamuksuz bir ğuzun hırka, ba ında aynı pikedenşbir takke vardı. Ince uzun çehresi her vakitten ziyade solgun ve çizgili,gözleri her vakitten ziyade çukurla mı şşgörünüyordu; damadı içeri girergirmez yerinden kalkmak ister gibi bir hareket yaptı ve eliyle önündekikoltu u i aret ederek:ğş
Buyurunuz rica ederim, dedi.Dirse ini dayadı ı bir uzun yastı ın ğğğaltından küçücük bir anahtar külçesiçıkardı. Yanıba ında, minderin üstüne şkonmu sedef kakmalı büyükçe birşçekmeceyi açtı, içinden üç tane mektup çıkardı. Bunları, bir ey söylemeksizin şServet Beye uzattı ve ba ını tekrar şpencereye çevirdi. Servet Bey, ancak birer saniye devam eden bir müddet zarfında üç mektuba sırayla göz gezdirdi; sonra tıpkı kayınpederinin yaptı ı gibi, ğka ıtları lakayt bir tavırla sedef kakmalı ğçekmecenin üstüne bıraktı.Naim Efendi, göz ucuyla damadının mektupları okumadan iade etti ini gördüğve dedi ki:Niçin okumadınız, efendim?
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 490
Pages: