Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Kiralık Konak-Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Kiralık Konak-Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-18 14:53:38

Description: Kiralık Konak-Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Search

Read the Text Version

burada bırakamam, hem bu koca kona ın ğiçinde türbe bekçisi gibi, tek ba ınaşsenin i in ne? Vallahi ne söylesen, şdinlemem. Yarından tezi yok, seni alır,götürürüm. U ursuz kona ı da ğğdü ünmeden ya satar, ya kiraya verirsin!şNaim Efendi, korkulu bir rüya görmü şgibi ürkek ürkek gözlerini açtı, birameliyat masası üstüınde cerrahın elindeki alete bakan bir hasta nazarıylehem iresine baktı; hıçkırı ı tamamıyle şğdinmi ti. Selma Hanımefendi:şKuzum, a abey, itiraza filan kalkı ma! ğşSen adeta çocuk gibi olmu sun;şkendine malik de ilsin! Dünyanın bin ğtürlü hali var. Bak demincek, gittigittiydin, dedi.Odanın içinde dola an hekim, Selma şHanımefendiye döndü:

Rica ederim... imdi bu bahislerin sırası Şde il! diye ihtar etti.ğ

XIVKona ı kiraya verip hem iresinin yanına ğşta ınmak bahsi çıktı ı günden beri,şğNaim Efendinin rahatı, huzuru büsbütün kaçtı. Selma Hanımefendinin kararı okadar katiydi ki, hiçbir mazeretle bunun önüne geçmek kabil olmuyordu.Naim Efendi:Burada do mu um, burada ya amı ım, ğşşşİhtiyarlamı ım! Nasıl bırakır giderim?şdiyordu.Hem iresi cevap veriyordu:şGöreceksin, bu konaktan çıkar çıkmaz her ey öyle bir yoluna girecek ki!şBütün u ursuzluklar bu evden geliyor.ğ

Naim Efendi konaktan çıkmamak için daha mühim sebepler buldu. Dedi ki:Ben buradan çıktı ım gün ölürüm. Kabil ğde il, dayanamam ölürüm.ğSelma Hanımefendi buna kar ı öyle ş şcevap verdi:Burada, fareler, örümcekler ortasında yapayalnız ölece ine, benim yanımdağbenim gözüm önünde ölürsün!Biçare htiyar, bu çelikten irade İkar ısında ne yapaca ını bilemedi,şğmukavemeti kırılmak üzereydi; birden hatırına bir hile geldi; sonuncu defaolarak büyük bir lando içinde kendi ini şalmaya gelen hem iresine dedi ki:şHem ire, birkaç zaman daha burada şoturmaya mecbur olaca ım zannederim.ğ

Ciheti askeriye ne kadar bo ev bulursa şderhal i gal ediyormu ; imdi burasını da şş şbo bırakırsak di er evler gibi hemen şğaskerler yerle ecek. Ondan sonra ise evin şne satılmaya ne de kiralanmaya hayrı kalacak. Binaenaleyh ben dü ündüm, şta ındım. Bizam Hasan A a ile de uzun şğuzadıya görü tük. Nihayet uşşan karar verdik: Evvela kona ı el altından ğiyi bir fiyatla kiraya verece iz,ğsonra size ta ınaca ım.şğBu kuvvetli mantık ve bu maddi zaruret önünde her eyden evvel tedbirli veşhesaplı bir kadın olan Selma Hanımefendinin iradesi kırılıverdi:Ha, bakınız, buna diyece im yok! buna ğakan sular durur, dedi, fakatçarçabuk bir kiracı bulmalı, çarçabuk.Naim Efendi hem iresini bu suretle şba ından savdıktan sonra geni bir nefesşş

aldı; adeta ne elendi; kapıdan Cenan şKalfaya seslendi:Bana Hasan A ayı ça ırınız!ğğBiraz sonra Hasan A a da kapısının ğe i indeydi.ş ğSelma Hanımefendinin biraderi dedi ki:Hasan, evladım Hasan! Bugünden itibaren bu konak kiralıktır; fakat, sendenrica ederim; kapıya mü teri geldikçe bir şbahane ile savıver!Naim Efendinin, müddeti hayatında bu, ilk yaptı ı hileydi.ğFakat ne yazık ki, bu hileyle her ey şyoluna girmi ve Naim Efendi, yakayıştamamıyle sıyırmı olamadı. Selma şHanımefendi, bir eye karar verir de,ş

sonuna vasıl oluncaya kadar, hiç durur mu? Derhal, her önüne rast geleneCihangir'deki kona ın kiralık oldu unu ğğsöylemeye, adamlarını öteye beriyesaldırmaya; bütün ev arayanlara orasını salık vermeye; devrin zenginlerinealttan alta haber göndermeye ba ladı.şBunun içindir ki, bir hafta ya geçti, ya geçmedi; stanbul'da ev bakmayaİgezenler hep birden Cihangir'deki kona a ğsökün etti. Büyük kapının çıngıra ığsinirli bir kadın çı lı ı gibi günde hiç ğ ğolmazsa üç dört defa iç avlununsükununu tarumar ediyordu. Hasan A a, ğiki gün zarfında, kapıyı mütemadiyenaçıp kapamadan, her gelene bir yalan söylemeden bıkıp usanmı tı. Buşgelenlerden bazıları söz dinlemiyorlardı:Nasıl olur? diyorlardı. Bizi Selma Hanımefendi gönderdi. Daima içerdeadam vardır, girer, gezebilirsiniz, dedi.

Hasan A a:ğFakat efendim, bugün harem dairesi kapalıdır. Anahtarını kim aldı,bilmiyorum, her halde Efendi Hazretleri...Tarzında birtakım peri an cevaplar şvermek istiyordu. Fakat kimi Çamlıca'dan, kimi Sarıyer'den, kimi Şehzadeba ı'ndan, kimi Ayastafanos'tan şkalkıp gelen bu kiracılar hiç olmazsa selamlı ı, hiç olmazsa iç avluyu ğgörmeden gitmek istemiyorlar ve adeta u a ın gö sünden itip girmeye ş ğğçalı ıyorlardı. Gerçi o zamanlar mesken şbuhranı henüz ba lamamı tı; fakat; şşgeçim artlarının birdenbire de i mesi, şğ şekmeksizlik, arabasızlık o zamana kadar yazı kı ı sayfiyelerde geçiren birçok şaileleri ehrin merkezi yerlerine do ru şğitiyordu.

Hasan A a, bu hücum önünde yava ğşyava mukavemetini kaybetmeye şba lamı tı.şşGelenleri evvela avluya, sonra selamlık dairesine bıraktı. Daha sonra, NaimEfendinin yanına girip, kadınlı erkekli bir aile heyeti için kona ın her tarafını ğgezmeye müsaade istedi.Günün birinde Selma Hanımefendinin, bizzat kendisi,bir araba dolusu evbakıcıları getirdi ve bunları ta biraderinin yatak odasına kadar soktu.Zavallı Naim Efendi, o gün haysiyetinden büyük bir eyin kırıldı ını hissetti; kendini şğadeta bir hancı, bir bezirgan ya da bir dilenci derecesine inmi sandı ve şziyaretçiler gittikten sonra bütün bir gece sabaha kadar teessüründen hıçkırdı, durdu.Birkaç zamandan beri bu hıçkırıklar, bu ıssız ve koca evin içinde i itilebilen şyegane se ti ve bu ses etrafı yangın ş

harabeleriyle çevrilmi , bu eski, metruk şkona ın bir nevi nabız vuru u gibiydi.ğşNaim Efendinin hıçkırı ı a a ıdaki ğş ğta lıktan itibaren duyuluyordu; insan,şevvela ba ının üstündeki tavana iri şdamlalar halinde bir su aktı ınağhükmederdi; fakat daha ziyade yakla ınca, bu ses, iri su damlalarının birştahta üzerine dü ü üne benzemekten ş şçıkardı ve büyük, bozuk bir saatintiktaklarını andırırdı. Daha yakla tıkça, şdaha ba ka manalar, feci ahenklerşalırdı ve insanın kalbine bu derinden gelen yeknesak sesler bir hüzün, birürperti, bir korku verirdi. Hele sofayı geçip de, hastanın oda kapısınayakla ıldı mı, mutlaka sekeratta ş(Komada, can çeki ir durumda) bir şadamın yanıba ına gelindi i sanılırdı.şğBir gün, Selma Hanımın u a ı kona a ş ğğbirtakım yeni mü teriler getirdi. Bunlarş

çok süslü ve zengin kimselerdi; erke in ğparmaklarında yüzükler ve kadınlarınkulaklarında küpeler, Hasan A anın ğgözlerini kama tırdı. Esasen kapıyı açarşaçmaz burnuna çarpan bir koku onu sarho etmi ti; ürkek bir tavırla SelmaşşHanımın u a ına yakla tı:ş ğşBunlar da kim? diye sordu.Öbürü kula ına e ildi:ğğ... Mebusu Necip Bey, haremi, hem iresi şve annesi!Bunların gözlerinde insanlara ve e yaya şkar ı tahkir edici bir bakı vardı.şşKadınların en genci aya ını ğkunduralarının içinde bile yere basmaktan i reniyor gibiydi. Her adımda ğbir kere durup etraflarına bakınıyorlar vedudaklarını büküyorlardı, içlerinden biri, ta lı ı geçerek merdivenlerden çıkarken:ş ğ

Aman burası ne bakımsız, ne pis! dedi.Hasan A a az kaldı, bir ey söyleyecek, ğşkaba bir harekette bulunacaktı;kendini güç zaptetti. Yukardaki sofaya çıkılınca, Mebus Bey yanındaki kadınlara evin yapılı ı hakkında bir uzun konferans şvermeye ba ladı:şBu tereddiye (Yozla maya) u ramı bir şğşnevi tarzı mimaridir, (Yozla maya)şdiyordu. O kadar ki, men elerini bile şbulmak kabil olamıyor. Eski ecdadımızbütün ta binalarda otururlarmı ; şşTanzimat devrinden sonra bir ah ap ev,şah ap konak modası ba lamı . u şşş Şçerçevesi birer parmak ayrılmı koca şkoca pencerelere bakınız, bunlar neyi ifade ediyor; hangi ihtiyaç, hangi lüzumüzerine yapılmı tır?ş

Necip Bey öyle bir hayli söylendikten sonra kendisi önde, kadınlar arkadaNaim Efendinin odasına yönelen koridora do ru yürüdüler. Kadınlardan biri dedi ki:ğNe so uk, ne kasvetli ev!ğNaim Efendi, yata ı içinde evvela ayak ğseslerini, sonra bu sözü i itti;şyüre i hopladı, kendi kendine:ğYine kiracılar, yine kiracılar... Kim bilir... Ve sözünü tamamlayamadı;şimdi günde birkaç defa tutan o müziç hıçkırık birdenbire bo azındanğyyakalamı tı. Dı arıda bu hıçkırı ı şşğduyanlardan birisi:A, aman, nedir o! Bu ses de nereden geliyor? dedi.Bir di eri ilave etti:ğ

Tıpkı birisini bo azlıyorlarmı gibi... .ğşKadınlardan en genci ürkerek geri geri çekildi:Anne, anne, o kapıya yakla ma. Mutlaka şölen oradadır.Naim Efendi bu sözlerin hepsini i itiyordu. Cenan Kalfayı ça ırıp kapıyışğiçinden kilitlemek istedi, fakat sesi çıkmıyordu, birkaç defa elini birbirinevurdu, geçme kapı ile ayrılmı bir odada şdaima emrine amade duran htiyarİkalfa, ya bulundu u yerde uyumu ğşkalmı , ya ba ka bir yere çıkıp gitmi ti.şşşNaim Efendi, bin zahmetle yerinden kalktı, yata ının kenarlarına,ğkaryolasının demirlerine tutunarak kapıya do ru yürümeye çalı tı; fakat tamğşbu sırada kapı açıldı, birçok ba lar bir şanda içeriye uzandı. Naim Efendi

beyaz pike takkesi, beyaz entarisiyle boylu boyuna ayakta duruyordu. Kadınlarhep bir a ızdan bir çı lık kopardılar; ğğkapıyı açmalarıyle kapamaları biroldu; imdi koridordan u sesler şşduyuluyordu:Üstüme iyilik sa lık, bir mevta, kefeni ğiçinde dimdik ayakta duruyor.Ayol, ne diyorsun, mevta de il, tıpkı ğmezardan çıkmı bir kadit...şEvet, sanki bir kadite beyaz bir entari giydirmi ler.şLakin, ben gördüm, kımıldıyordu; kımıldıyordu, vallahi kımıldıyordu.Naim Efendi, can evinden vurulmu bir şhalde, yata ına atıldı. Evet, o, buğterbiyesiz ve izansız kadınların, bu çı lıklarla birbirlerine anlattıklarığ

gibiydi. Hala kımıldani ı, hala ses çıkarı ı, şşbakı ı, gülü ü, a layı ı,şşğşnihayet hala dü ünü ü, hissedi i tabiatın şşşen ayanı hayret, hatta en korkunçşhadiselerinden biri de il miydi? Kendi ğkendine:Cebin herif, cebin herif! Artık ölsene! dedi ve hıçkırıkları birbiri ardı sıra bo azını ğtıkadı.Naim Efendinin son senelerdeki bu fecaatini herkesten ziyade gören,hisseden Hakkı Celis'ti. Hayatta öyle şdursun, bütün okudu u romanlarda bileğbu kadar trajik bir htiyar simasına İtesadüf etmemi ti; bu adam, ona,şgittikçe bir eye alamet veya bir eyin şştimsali gibi görünmektedir. Eskimüverrihlerin hayatında zuhur edecek büyük hadiselerin gökte ve yerde birtakım alametlerle belirdi ini söylerler. ğE er bu do ru ise, Naim Efendi de yeniğğ

ba layan devrin e i indeki korkunç şş ğhayaletlerden biridir. Hiç üphesizşarkamızda bıraktı ımız mazinin son ğferyadı ve önümüzde hissetti imiz ğuçurumun ilk ürpertisi Naim Efendidir. Bundan ba ka, Hakkı Celis'e göre şSeniha'nın büyükbabası aynı zamanda, hem bir ceza, hem de bir cezalıydı. Bir cezaydı, arkasında bıraktı ı aleme kar ı; ğşbir cezalıydı, kendisini kar ılayan bedbahtşve avare zürriyet (Yozla maya) önünde... şBugün Naim Efendinin damarlarındai leyen zehir, dün kendinin ve kendi şgibilerin elleriyle kendi bahçelerineekilmi zakkumun tohumundan ve şözündendi. stanbul'da, parmakla İsayılmaya ba layan o Osmanlı şkonaklarından birini, Naim Efendinin kona ını, böyle hafif bir ökçe darbesiyle ğta temellerinden yıkıveren mahluk, hiç şüphesiz herkesten ziyade Naim Efendinin eseriydi.

O kadar necabet ve salabetle (Soyluluk ve sa lamlık) ba layan o büyükğşTanzimat cereyanı, döne dola a, nihayet şİstanbul'un ortasına Seniha gibi birkadınla, Faik Bey gibi bir erkek örne i ğbırakıp geçmi ti. Türk dehasınınşyaptı ı bu son medeniyet tecrübesi de ğgelmi ve gelecek nesillere acı birşimtihan olmaktan ba ka bir eye şşyaramamı tı.şHakkı Celis kendi kendine diyordu ki: Naim Efendinin hıçkırıklarıyleSeniha'nın kahkahalarındaki mana bir de il midir? Bu, her iki ses de biten bir ğşeyi ifade etmiyorlar mı?Bu genç, yı ınlarla ya amaya ba ladı ı ğşşğgiinden beri milletlerin hayatını,bahtını, kendi hayatından, kendi ruhundan ve kendi bahtından bin kat daha ziyade tetkike ayan bulmaktadır. şGittikçe görüyor ve anlıyor ki, ne Benim

sevincim, ne Benim elemim, dedi i eyler ğ şona kendi kalbinden gelen eylerşde ildir; kendi kalbi bir bo kadehtir ki, ğşbinlerce eller, onu bin keredoldurup, bin kere bo altıyor; bir ko u ta şğ şyüzlerce ki iyle yatıp kalkmak,şbir karavanada yüzlerce ki iyle yiyip şiçmek ve bir tabur içinde saatlerceyürümek ona en hakiki ahsiyetini ö retti şğve bir ferdin ba lı ba ına birşşkeyfiyet olmayıp, bir kemiyet içinde bir adet oldu unu hissetti. Onun gözündeğmünferit hadiselerin artık hiçbir kıymeti yoktur. Bunun içindir ki, Seniha'yıson senelerde türeyen yeni bir kadın neslinin muayyen bir örne i ve NaimğEfendiyi memleketin sallanan topra ı ğaltında, ürkerek, ba ırmak için çıkmığşbir acıklı müstehase (Fosil) telakki ediyor. Ya kendisi neydi?Kendisi bu bin çehreli, bin cepheli büyük ve esrarlı varlı ın hangi tarafını ve nesini ğ

temsil ediyordu? Hakkı Celis, kendi kendine diyordu ki:Havada de i en bir ey var. Ba larımız ğ şşşüstünde nereden geldi i bilinmeyenğyeni bir yel esiyor. Bu yel kızgın çöllerin içinden çıkmı gibi ate indir;şşalnımızı bir alev gibi yakıyor. Bu yel yüksek ve karlı tepelerden inmişgibidir; bize her temas edi inde derimiz şbiraz daha sertle iyor; kemiklerimizşbiraz daha katıla ıyor; bu yel, bazen şdenizlerde esen hafif rüzgarları, sıcakyaz günlerinin sonundaki serin meltemleri andırıyor; bin türlü karmakarı ık sıtmalarla yanan gö sümüz şğüstünde tatlı ve teselli verici bir öpücük halinde dola ı ları var. te, ben, bu ş şİşyolun önüne katılanlardanım! Fakat, nereye gidiyorum, bilmiyorum. Bir garip heyecan içinde sarho gibi yürüyorum veşkorkmuyorum. Çünkü koyu, uzun ve sayısız bir kafilenin içindeyim, yolumuzun

sonunda belki bir uçurum da olsa yürüyece im; zira benim için hiçbir eyğşgeriye dönmekten daha fena de ildir!ğHakkı Celis, imdi böyle dü ünüyordu ve şşonun için imdi, geride kalan alem,şSenihalardan, Faik Beylerden, Naim Efendilerden, Sekine Hanımlardan müte ekkil olan karı ık, mayasız ve şşçürümü alemdi. Bununla beraber, biraz şmerhamete, biraz da nefrete benzeyen bir his onu hala aleme ba lı tutuyordu; ğNaim Efendiye gidi lerinde, Seniha'ya şu rayı larında, i te, bu iki zıt histen birğşşşey vardı. Zira, Hakkı Celis son günlerde eskisi gibi sık sık Naim Efendiyiziyarete gidiyor ve ara sıra Seniha'yı gördü ü oluyordu. Esasen Seniha'yığgörmeye gitmek biraz da bu ziyaretleri tamamlayıcı bir eydi. Naim Efendi,şgenç adamla Seniha'ya dair konu maktan şba ka bir ey yapmıyordu.şş

Son zamanlarda torununa kar ı duydu u şğmuhabbet onu adeta bir sıtma nöbetigibi sarmı tı... Hakkı Celis kapının şe i inde görünür görünmez, yüzüne ş ğacayip bir ne enin aydınlı ı vururdu. şğBakı larına yeni bir can gelir:şE, ne haber; söyle bakalım, bugün ne haber? diye sorardı.Hakkı Celis bu istenilen haberin harp cephelerine dair olmadı ını pekalağbilirdi. Ne Almanya'nın ark ve Garp Ştaarruzları, ne bizim müdafaa hatlarımız,hatta ne de son günlerde müthi bir şsafhaya girdi i söylenilen ÇanakkaleğHarbi, Naim Efendinin vazifesinde de ildi. Bunun içindir ki, htiyar adam:ğİE, ne haber, söyle bakalım, bugün ne haber? diye sordu u vakit, HakkığCelis, derhal Seniha'ya dair son i itti i ve şğson gördü ü eyleri zihnininğ ş

içinde toplamaya çalı ırdı. Bittabii, büyük şdayısına fazla elem vermesi hatıra gelen tafsilat ve teferruatı mümkün mertebe sükutla geçerdi; mesela derdi ki:Dün, ak am üstü Do ruyol'da ona şğrastladım. Mükellef bir araba içindeydi,yanında... Yanında tanımadı ım bir ğhanım, pek tuhaf giyinmi bir hanım şvardı.Beni görür görmez arabasını durdurdu: Ben görmemezli e gelip geçmek istedim,ğarkamdan seslendi, gittim. Konu tuk. şDargın dargın: 'Bize niye gelmiyorsun?Bu hafta hiç görünmedin? Niye?..' dedi. Şimdi per embeleri onun günüymü .şşBirçok Alman ve Avusturyalılar geliyormu . Saatlerce musiki şyapıyorlarmı .şBa ka günlerde de misafir eksik şolmuyormu . Bazı, gece yarılarına kadar şsüren e lenceli saatler geçiriyorlarmı . ğş'Mutlaka gel!' dedi, sonra sizi sordu.

Büyükbabamı görüyor musun? dedi. Sıhhati nasıldır? Yine sık sıkhıçkırıyor mu?Bari, iyidir, hiçbir eyi yok; hıçkırıkları şdurdu, diyeydin.Öyle söylemedim. Fakat dedim ki: Teyzem kona a sık sık geliyor, ondanğhaber almıyor musunuz? Dudaklarını büktü: 'Sa olsun, annem o kadar ğmübala a eder ki, hiçbir sözüne lazım ğgeldi i kadar inanmam.' Sonra bana elini ğverdi; eli beyaz güderi eldivenler içindeydi, koyu nefti bir çar afı vardı. şArabanın içi çok iyi kokuyordu.Ba ka bir gün de böyle söylerdi:şCemil i ini uydurmu . Viyana'ya gidiyor. şşVakıa Viyana'da açlık müthi birş

dereceye varmı : Fakat Cemil bir kolayını şbulur oradan sviçre'ye geçerimİdiyor.Naim Efendi:Canım, bu ne biçim askerlik! derdi. Ne vakit talim etti ne vakit ö rendi? Ne vakit ğzabit oldu; ne vakit (...) Pa anın yaveri... şŞimdi de Avrupa'ya seyahate çıkıyor. Mutlaka bir misyonla... Mutlaka, öyle de il mi?ğYok efendim, zannetmem. Öyle bir ey şolsa söylerdi. Anla ılan, apartmanaşdevam eden Avusturyalı zabitlerden biri ile i i uydurmu , o alıp götürüyor.şşEsasen Seniha ablam da Viyana tarikiyle bir sviçre seyahatine hazırlanıyormu .İşNe diyorsun? Ne diyorsun? Yarabbi sen ıslah et! Bu kız ne durmak, ne dinlenmek biliyor.

Hakkı Celis esefle ba ını sallıyor:şSon zamanlarda öyle bir zayıfladı ki... diyordu. Hiçbir zaman bu kadarzayıflamamı tı. Onu Avrupa'dan geldi i şğvakit görenler imdi tanıyamazlar.şMamafıh; bana bu haliyle daha güzel, daha zarif görünüyor. Kendisi de pekmemnun. 'Büyük bir tehlike atlattım, az daha i manlayacaktım,' diyor. Geçenş şgün onu yakası ve kolları açık bir ropla gördüm. Boynu ne kadar narin,gö sünün çizgileri ne kadar seyyaldi. ğKolları etten ve kemikten de il; bunlarğoluklardan akan sular gibiydi. Yeni dikkat ediyorum. Seniha ablamın ne uzunparmakları var!Naim Efendi konu masının bu airane şştasvir cihetlerini pek iyi anlamıyordu.Mütemadiyen diyordu ki;

Acaba neden zayıflıyor? Bir tarafından rahatsız mı? Bir kederi mi var?Hakkı, bir gün yalnız kaldı ınız zaman ğbana unu kendisinden anlayıver.şFakat, Hakkı Celis onunla yalnız kalmak imkanını bulamıyordu. Bir gün, gençadam, Naim Efendiye Seniha'nın salonunu öyle anlattı:şİç içe oda a zına kadar doluyor. Birçok ğŞarkvari kö eler yapmı lar, bunlarşşüstünde ba da kurup oturmu Alman ğşşzabitleri, ellerinde bir tambur veya birgitara ile yan yatmı Viyanalı kadınlar; şduvardan indirilmi bir uzun çubu uşğtüttürmeye u ra an Beyo lulu gençler ğşğvar. Herkes kendi havasında gülüpe leniyor. Seniha, ayakta olsun, oturmu ğşbulunsun, daima hiç çözülmeyen birçemberle çevriliyor. Dört muhtelif lisanla konu an, dört muhtelif cinsten,ş

dört muhtelif ya ta, en az yedi sekiz şerkekten müte ekkil bu çember, Senihaşaya a kalktı ı vakit onunla beraber ğğkalkıyor. Seniha yürümeye ba lar şba lamaz onunla beraber yürüyor ve bir ştarafa çekilip oturunca o da beraber çekilip oturuyor.Hakkı Celis'in yarım yamalak tasvir etti i ğbu alem, Naim Efendiye; bazıseyahatnamelerde okudu u garaib ahvali ğ(gariplikler) hatırlatıyordu, gözünün önüne Çin'e dair bazı resimlergeliyordu. Hele Seriha'yı Zenciler diyarında, kiminin elinde tavustüylerinden yapılmı yelpazeler; kiminin şelinde at kuyru undan uzunğsineklikler, birtakım köleler ve cariyeler ortasından yava yava ilerleyenşşbarbar bir melikeden hiç ayıramıyordu; diyordu ki:

Seniha, etrafını bu kadar sıkıya alan bu adamlardan hiç sıkılmıyor mu?Eskiden sabırsız bir çocuktu. imdi Şanla ılan sinirlerine daha ziyadeşsahiptir.Sıkılmak mı? Bilakis yalnız bununla e leniyor. Bu adamlardan herbiri onağkendi dilinde bir ey söylüyor ve o derhal şgülerek cevap veriyor. çlerindeİöyleleri var ki, bir çocu a masal anlatan ğeski dadılar gibi sihirli birbelagate maliktir; birbiri ardınca birçok hikayeler anlatıyor. Bu hikayelerinbazıları hayret ve bazısı hüzün verici; bazıları insanı kahkahadankıvrandıracak derecede güldürücüdür. Seniha'nın peykleri arasında bir taneside var ki, emsali bulunmaz derecede mukallittir; muhtelif lisanda, muhtelifmilletlere dair bir uzun taklit repertuvarı ta ıyor. Numaralarını kah aya aşğ

kalkarak, kah oturdu u yerden yapıyor. ğBir di eri, gülünç ve manidar menkıbeler ğanlatıyor, öbürü mütemadiyen cinaslı sözler söylüyordu. Ben, hiçbirinin ne dedi ini i itmiyordum; fakat, uzaktan, ğşSeniha'nın halinden konu maların nev'ini ştayin edebiliyordum.Naim Efendi, hakikatin bu derece acayip ve harikulade olaca ına ihtimalğveremiyordu; için için diyordu ki: air Şçocuk, mübala a ediyor!ğHalbuki, zavallı Hakkı Celis, göri:ip i itti i şğşeylerin yarısını bile anlatmıyordu. Mesela bütün bu halkın içinde Asyai bir hükümdar gibi salınıp dola an, oturup şkurulan ve her tavrı ile: Bu salon, bu süsleri, bu a' aası ve etrafında kölelerle ş şdola an bu kadın bütün bu cazibesi, şbütün bu zarafetiyle benimdir, benim malımdır! diyen o adamdan, o üpheli şaile dostundan hiç bahsetmiyordu.

Naim Efendi, ara sıra: Böyle zamanda, bu kıtlıkta, bu pahalılıkta, bu kadar halkı izaz ve ikram için ne yapıyorlar? Ne kadar masraflara giriyorlar?Bu masrafları etmeye nasıl imkan ve ihtimal bulabiliyorlar? dedi i vakit,ğHakkı Celis kulaklarına kadar kıpkırmızı kesilerek ve güya yapılan pisliktekendisinin de bir payı varmı gibi şutancından yerin dibine geçerek:Servet Bey, diyordu; birtakım i ler şyapıyormu . O me hur (...) Mebusununşşşerikiymi . Bu adam milyonlar kazanmı , şşbittabii Servet Bey de epeyceistifade etmi olacak... Öyle diyorlar...şNaim Efendi, tiksinerek yüzünü buru turuyor:ş

Aman Yarabbi, u Servet bey ne şderekelere dü mü ! Ne derekelere! şşdiyordu.Ve bu htiyar ile bu genç adam böyle İkonu urlarken yava yava ak am oluyor, şşşşoda gölgelerle doluyordu. Hakkı Celis hiçbir yerde, ak amın bu kadar kasvetle, şbu kadar fena bir eyi haber verir gibi şgeldi ini hatırlamıyor, bilmiyor,ğdenizin dibine batan bir adam gibi tıkandı ını hissediyordu.ğGeç vakit, ruhu bir a ır kederle yüklü, ğeve dönüyordu. Karanlık ve tenhalıkiçinde, stanbul'un sokaklarında İyürümekle stanbul denilen eyi daha iyiİşanlıyordu. Bu, ne bir ülke, ne bir ehir, ne şde bazılarının dedi i gibi,ğbüyük bir köydü; stanbul'un güzelli ini, İğçirkinli ini, ihti amını ve sefaletini yapan ğşşeyler neydi? Ne tepeleri üstündeki camileri, ne sokaklarının bakımsızlı ı ve ğ

pisli i; ne ark'ın en büyük saltanatına ğŞpayitaht olu u, ne Fikret'in dedi i gibi şğalay alay Efvahı kadide ( skelet a ızlar, İğbir deri bir kemik kalmı insanlar) ile şmeskun bulunu udur.şHarbin ba ından beri bir haile (Trajedi) şperdesiyle örtülen stanbul'un taİderinliklerinden çıkan bu bo uk bo uk ğğsesler, bu çılgınca vaveylalar, bu atve araba gürültüleri yalnız bir büyük zehrin sefahat veya sefaletine ait birşey söylemiyordu; Hakkı Celis'in gözleri bu perdenin arkasında açlıktan,yoksulluktan daha büyük bir haile görüyor; Hakkı Celis'in kulakları buistimdat ve istihkar (Yardım isteme ve hor görme) seslerininmaverasında (Ardında) daha suzi li (Acılı) şbir feryadın aksisedasını duyuyordu.İstanbul, hudutları malum olmayan bir alemdi, genç adam, gecelerin ıssız

karanlıklarında, tek ba ına yürürken şİstanbul'un böyle bir alem oldu unu herğadımda daha ziyade hissediyordu. Bazen bir türbe önünde, bazen bir camikapısında durup, içi korkuyla dolu etrafını saran bir sükütu dinliyordu.Biraz ötedeki kanlı gürültünün bu sükuta hiç tesiri yoktu, bu sükut iklimininkapısında o kanlı gürültü, hiç üphesiz şher eyden mukaddes olan bu sükutuşmuhafaza etmek içindi, zira bu sükut, dünyanın en ulu evliyalarıyle enkahhar (Kahredici) cihangirlerinin uyudukları son uykunun yeganebekçisiydi.Ve bu ikinci defa idi ki, anlı ve mübarek şuyurların uykusu tehlikeyegiriyordu. Hakkı Celis, bundan iki üç yıl evvel yine bu sokaklardan, butürbeler, bu camiler arasından geçiyor, yine Cihangir'deki konaktan

dönüyordu; sa ında, solunda karanlıkta ğyalnız ba larının beyaz sargılarışgörünen yaralıların birer tabuttan daha matemli arabaları hareket ediyordu.Hakkı Celis, o zaman ne ba ını çevirip bu şyaralılara bakıyor, ne kulak veripo derinden gelen sesleri dinliyordu. Bütün varlı ını manasız ve adi birğsevdanın alevi sarmı tı. Genç adam, şkendi kendine: Ne kadar de i mi im?ğ şşdedi. Gerçi, bugünkü Hakkı Celis, dünkü Hakkı Celis'e tamamıyle yabancıydı.O zamandan beri yeni bir sevdanın alevi içinde, dünkü küçük adam,balmumundan bir bebek gibi eriyivermi ti. Bu sevda neydi? Kim içindi? şBu sevda, milli ideal diye birkaç seneden beri a ızdan a za dola an ve kısmenğğşsahte olan müphem ve sari (salgın) duygu muydu? Hakkı Celis, o kadar süslü ve muattar (Kokulu) Seniha'nın yerine şimdi, millet denilen eyi, oş

koyu, karı ık varlı ı mı seviyordu? Genç şğadam, millet denilince Naim Efendilergibi müstehaselerle (Fosillerle) Senihalar ve Faik Beyler tarzında sefil i tahlı şya arları hatırlıyordu. Millet, ona bazen şkilometrelerce toprak üzerinde yı ılmı ğşbir kocaman ceset halinde göründü. Bu cesedin üzerine dünyanın dört kö esinden çıkmı bir sürü ha arat şşşhücum ediyor ve kendi kıyafetinde alay alay insan bu ha aratları da ıtmaya şğko uyordu. Her ceset gibi, bunun da şbitmesi lazım gelirdi. Hakkı Celis, bu müthi fikir ve bu korkunç üphe ile bir şşhafta sonra Çanakkale'ye sevk edilece ini ğdü ündü. Evet, bu genç adam, şistemeyerek, bilmeyerek, Naim Efendi hıçkırıklarında devam etsin ve Seniha Almanyalı, Avusturyalı zabitlerle rahat rahat çay ziyafetleri verebilsin diye, bir hafta sonra Çanakkale'ye, hayatına doymadan ölüme gidecekti!

Hakkı Celis, biraz evvelki o anlı rüyadan şhakikat denilen bu mezbeleyedü er dü mez bir müddet muvazenesini şşkaybeder gibi oluyor ve sendeliyordu.Fakat bu ani buhran çok sürmüyor, genç adam, türbelerden, sebillerden,camilerden sızan hava içinde derhal kendini topluyordu: Hayır! Hayır! Milletdenilen ey Naim Efendi gibi şmüstehaselerle, Senihalar ve Faik Beyler gibi sefil i tahlı insanlardan mürekkep bir şvarlık de ildi. Bunlar milletinğçürüyen ve dökülen tarafıydı. Ve havaya kalkan sekiz yüz bin kılıç, i te, buşkangren olmu uzvu kesip atmak içindi.ş

XVHakkı Celis, veda ziyaretlerine, hareketinden birkaç gün evvel ba ladı.şEvvela Belkıs Hanıma, sonra Nuriye ve Neyyire Hanımlara gitti. Belkıs Hanım,tombul tombul bir kadın olmu tu ve şgittikçe eli o kadar yumu amı ve iradesişşo kadar azalmı tı ki, yanına bir genç şerkek yakla ır yakla maz ba ı dönüyor,şşşhemen bulundu u yere dü ecek gibi ğşoluyordu. Nitekim Hakkı Celis'le bir odada ba ba a kalınca o kadar ne şşyapaca ını a ırdı, hareketlerine öyle birğş şperi anlık geldi ki, genç adam az daha ştersyüzü dönüp gidecekti. Fakat BelkısHanım birdenbire kendini topladı ve büyük bir hem ire tavrıyle Hakkı Celis'inşiki elinden iki eliyle tuttu.Neden böyle birdenbire kalkıverdin! Ne acayip çocuksun, dedi. Hakkı

Celis'e genç kadının bu samimi ve laubali hali biraz emniyet ve sükunet verdi.Tekrar oturdu. Bir müddet Seniha'dan bahsettiler. Belkıs Hanım, eskiarkada ına kar ı pek o derece azılı şşde ildi; hatta Faik Beyi payla amadıklarığşzamana nispetle biraz daha iyi, daha dosttu. Esasen gittikçe hayvanizevklerin en basitine do ru inen bu kadın ğiçin karı ık, güç ve inceşrabıtaların bir manası kalmamı ve kalbi şher türlü kinden, garazdan bo almı tı. şşBununla beraber Hakkı Celis'e büyük dayısının kızına dair bazıyeni havadisler vermekten kendini alamadı:Senihacık, çok mü kül bir mevkide, dedi. şNerede ise Faik Bey gelecekmi .şO gelir gelmez mutlaka bir kıyamet kopacak. Deli çocuk bittabii gördü ü haleğtahammül edemeyecek, birtakım çılgınlıklar yapmaya kalkı acak, ş

İstanbul'un içinde yeniden bir gürültüdür kopacak. Bilir miyim ben... Vallahi u kıza şacıyorum...Hakkı Celis:Faik Beyin ne söylemeye hakkı olabilir? dedi. Seniha ile (...) MebusuNecip Bey arasındaki münasebet yarın resmi bir ekil almak üzeredir. Hatta,şzannederim, çar ambaya nikah merasimi şoluyor.Belkıs Hanım, hayretle yerinden fırladı ve geldi ta genç adamın yanına sokuldu:Gerçek mi? Gerçek mi? Bize neden haber vermediler? a ılacak ey! dedi.Ş şşVe bunları söylerken güya farkına varmaksızın yapıyormu gibi dizlerinişgenç adamın dizleri arasına soktu ve bir elini elinin üstüne bıraktı. A zı,ğ

kesilirken sulanan bir meyve gibiydi; fakat, gözlerinde ve elinde hala birçocuk saffeti vardı; Hakkı Celis bu sefer ürkmedi ve kadını kendi haline bıraktı.Hakkı Celis, Belkıs Hanımdan sonra Nuriye ve Neyyire Hanımlara u radı. ğGenç kızlar sokaktan henüz avdet etmi lerdi; çar afları henüz şşba larındaydı; arkalarından Hakkı Celis şgirer girmez ikisi birden bir çı lık ğkopardılar:Ne tuhaf, biz de, imdi sizi şkonu uyorduk, dediler.şSonra ilave ettiler:Haberiniz var mı? Faik Bey geldi... imdi, Şşimdi beraberdik.Hakkı Celis Neme lazım! der gibi omuzlarını silkti. Nuriye ve Neyyire

Hanımlar haki ve seferi elbisesinin içinde dimdik duran ve adalelerininsertli i hissedilen bu genç askerden ğdünkü dal gibi cılız Hakkı Celis'i güçtanıdılar. Tüylü geni ve az çok barbar şkalpa ının altında bir yıl evvelkiğsarı ın yüzlü, bakır rengini almi , bir şşTatar simasının ifadesini ba lamı tı.ğşNuriye Hanım dedi ki:Aman Yarabbi, ne kadar, ne kadar da de i mi siniz, Hakkı Celis Bey! Acabağ şşruhunuz da yüzünüz gibi de i ti mi? ğ şSakın o da bu kadar ha in olmasın... Oşpürhulya ve pür iir ruh! (Hülya ve iir şşdolu)Neyyire Hanım:Ah bu askerlik;' dedi, en hassas; en rakik kalpleri bile bir çelik haline sokuyor. Vah, vah, Hakkı Celis Bey; artık hiç iir şyazmıyorsunuz, de il mi?ğ

Hakkı Celis gülerek ba ını salladı:şÇoktandır, ne okudu um var, ne ğyazdı ım! dedi. Bütün eski ğme guliyetlerim bana imdi yavan şşgeliyor. Esasen sanat sunilik demek de il ğmi? airler birtakım suni adamlardır.ŞGenç kızlar ikisi birden kulaklarını tıkadılar:Aman susunuz, aman bari i itmeyelim; şdiyorlardı. Zavallı airler! Onlar ki, bize şruhlarının ıstırabından...Hakkı Celis genç kızların sözünü kesti:Onların ruhundan bize ne! dedi. Hiç tanımadı ım, bilmedi im bir adamınğğıstırabından, ne atından (Sevincinden), şa kından, bilir miyim daha nelerindenş

bahsetmesine ne lüzum var! Kimisi hatıralarını anlatır, kimisi endi elerinişsöyler, kimisi u veya bu mesele şhakkında ne kadar herkesten ba ka şdü ündü ünü anlatmaya çalı ır. Niçin, şğşniçin efendim? Onlara soran var mı? Herkesin kendi derdi, kendi ba ından şa kın... air denilen birtakım meçhul şŞkimselerin elemlerini de çekmeye hiç de ilse dinlemeye mahkum olmakta biraz ğfazla fedakarlık bulmuyor musunuz? Hele son zamanın airleri... Bize gündelikşhayatının hurda intibalarını, birtakım adi teferruatını, cetlerinden kendilerine miras kalmı küflü bir aletle anlatmadan ba ka şşbir ey bilmeyen bu küçük ve hodperest ş(Bencil) adamlar...Nuriye Hanım sordu:Bir zamanlar o kadar sevdi iniz Fikret ğiçin de mi böyle dü ünüyorsunuzşGenç adam:

Aman, dedi; bana hassaten bizim u son şşiirimizden, u son airlerimizden hiç şşbahsetmeyiniz! Geçen gün bir eski mecmuanın sayfalarını çeviriyordum; yan yana bir mensur, bir manzum iir gözüme şili ti; bunlardan birisi ' ntizar' unvanlıydı şİve unvanın altında 'pembe yeldirmeliye' diye bir ithafı vardı: Gayet yanlı ve şyavan bir Türkçeyle yazılmı bu şmensurenin meali bir cümleyle uydu: ş'Dün ak am, güne batarken ufukları bir şşpembelik istila etti; siz geliyorsunuz sandım ve bekledim.' Manzumenin serlevhası ' ftirak'dı ve 'E. C.' Hanıma İdiye ithaf olunmu tu; kırk mısraı şmütecaviz bu uzun manzumede, air, şhulasatan diyordu ki: Siz gittiniz. Arkanızdan mendilimi salladım ve a ladım.ğGenç kızlar, kendilerini tutamayarak gülü meye ba ladılar. Hakkı Celisşş

sözüne devam etti:Bu yavan, bu tuzsuz ve mayasız edebiyata -affedersiniz- bir tek isimbulabiliyorum: Zampara edebiyatı. Otuz yıldan beri kah 'Edebiyatı Cedide',kah 'Fecriati', imdi de 'hece vezni şcereyanı' adları altında hep bu çı ırğdevam ediyor duruyor. Mecmualar hala birtakım mahalle çocuklarıyla doludur.Bu mecmualar bu gibi mua akalara açık şmuhabere varakası (A klar, sevi melerşşiçin açık haberle me sayfası, aracılı ı) şğvazifesini görmekten ba ka bir eyeşşyaramıyor. Do rusu bütün bunlar, beni ğasıl iirden, asıl edebiyattan bileşnefret ettirdiler.Neyyire Hanım hemen söze atıldı:Demek ki asıl iir, asıl edebiyat da var, şdedi; demek umumiyetle iirdenş

edebiyattan de il, fena iirden, fena ğşedebiyattan müteneffirsiniz.(Nefretediyorsunuz)Hakkı Celis gülerek cevap verdi:Ona üphe mi var! Mensup oldukları şmilletin itikatlarını, gazalarını,hezimetlerini, elem ve ne atını terennüm şeden o büyük halk ve millet airlerişbenim için daima mübarektirler. air Şdenilen mahluk biraz evliya ve kahramanarasında bir ey olmalıdır; Garbın ve şŞarkın eski airleri böyleydi. Onunşiçindir ki, hala hepimize tükenmez birer membadırlar. Son devrelerin ortayaçıkardı ı cüceler, birtakım dola ık ğşyollardan sürüne sürüne bu membalarado ru gidiyorlar ve bize, oradan kah bir ğtas, kah bir avuç, kah bir katre sugetiriyorlar. Bütün bu cüceler bizim nazarımızda bu getirdikleri suyun,miktarı derecesinde aziz ve kıymetlidirler.

Kendilerini bildikleri günden beri, iirle şşairlerden ba ka bir eyleşşme gul olmayan genç kızlar, Hakkı şCelis'in bu yeni iir ve air tarifinişşanlayamıyorlardı; vücudu gibi ruhunun da sertle ip kabala tı ına hükmettilerşş ğve bir an evvel kalkıp gitsin diye beklediler.Hakkı Celis, genç kızların evinden çıktıktan sonra, Seniha'ya da gidipgitmemek hususunda bir müddet mütereddit kaldı. Zira Seniha'yı her görü ünde cinsini, mahiyetini tayin şedemedi i bir ey oluyor ve günlerce ğşhayatı zehirleniyordu. Yalnız günlerce hayatı zehirlenmekle kalmıyor, bütün fikirleri ve bütün hisleri sarsılıyor, ruhu me kuk (Ku kulu) bir hale giriyor, azim şşve iradesinin kuvvetini te kil eden bütün şunsurlar da ılıyor, kayboluyordu. Hakkığ

Celis, birdenbire kendini bir bo lukta asılı şkalmı zannediyordu. Mamafıh,şbütün bu tehlikelere ra men bu sefer ğmutlaka gitmek lazımdı, gitmemek kenditarafından affedilmez bir kabalık olacaktı; bundan ba ka Seniha, buna kendince şgülünç bir mana verecek, dudaklarının ucunu yukarıya do ru kaldıran o ğmüstehzi tebessümüyle gülümseyerek:Bana; bir a ık gibi kafa tutuyor! şdiyecekti. Halbuki, Hakkı Celis artıkSeniha'yı sevmekten veyahut sevmi şgörünmekten tiksiniyordu.Seniha, apartmanda yalnızdı. Sekine Hanım, Cihangir'e gitmi ve Servet Bey,şdaire dönü ü bermutat Cercle d'Orientda şkalmı tı. Cemil, çoktan Viyana'daydı. şGenç kızın yarı kocası olacak adama gelince o da mühimce bir i için Sofya'ya şkadar küçük bir seyahate çıkmı tı. Seniha şise, birkaç zamandan beri onun evde

hazır bulunmadı ı zamanlar misafir kabul ğetmekten çekiniyordu.Bununla beraber, bugün müstesna ziyaretçilerden birini bekleyen bir halivardı. Lacivert ve düz eteklik üstüne beyaz bir ipekli erkek gömle i giymiğşve uzun örme bir boyunba ı takınmı tı; ğşsaçları gösteri siz, muntazam, adeta -ştabir caizse- resmi taranmı tı. Bir derin şkoltu a gömülmü , kitapğşokuyordu. Ba ını kaldırıp birdenbire şkar ısında Hakkı Celis'i görünce,şyüzünde hayret ve a kınlıkla karı ık bir ş şşmemnuniyetsizlik belirdi:A sen misin? dedi.Bir ba kasını mı bekliyordunuz? diye şsordu.Seniha, kitabını yere fırlattı:


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook