Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Kiralık Konak-Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Kiralık Konak-Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-18 14:53:38

Description: Kiralık Konak-Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Search

Read the Text Version

Servet Bey, dik dik htiyar adamın İyüzüne baktı:Çünkü, dedi; bana verdi iniz mektupların ğüçü de imzasızdır. Bendeniz,müddeti hayatımda ne imzasız mektup yazdım, ne de imzasız mektup okudum.Terbiyem ve tabi oldu um prensipler ğbuna müsait de ildir.ğBunları söylerken acı bir tebessümle gülüyordu. Naim Efendi birdenbireyüzüne bir sille inmi gibi a ırdı kaldı; şş şne diyece ini bilemedi:ğVakıa ben de bu ya ıma kadar hiç şkimseye imzasız mektup göndermedim, ne de kimse bana gönderdi. Bu husustaki taassubunuza i tirak etmemekle beraber,şdo rusu prensibinizi ayanı takdir ğşgörürüm. Fakat bu sefer lütfen, benimhatırım için prensibinize mugayir bir harekette bulunuveriniz...

Servet Bey, kendisinden bir ey rica şedilen bir adam tavrını takındı:Ne hacet efendim... Bu mektuplardan bana da geldi, dedi; derhal yırtıpattım. Fakat, öyle bir göz gezdirmek şdolayısıyle neden bahsettiklerine a a ış ğyukarı vakıfim. Ne garip memleket! Herkes i ini gücünü bırakmı , nelerleşşme gul oluyor! Hey gidi, haysiyet, namus şhey!.. Haysiyetli, namuslu adam,imzasız mektup yazar mı, rica ederim? Imzasız mektup yazan bir adamınhaysiyet ve namus hakkında bir fıkri olabilir mi? Imzasız mektup yazıyorlar.Kime, niçin? Bir genç kızın babasına, kızının bir genç adamla sevi ti iniş ğsöylemek için... Lakin, bu nevi mektupları yazan kimseler bilmiyorlar,hissetmiyorlar ki kendi yaptıkları feci ve galiz hareketin yanında bir genç

kızın a ırması, bir kadının fahi eli i, bir ş şşğkumarbazın hırsızlı ı, hatta birğkatilin cinayeti hiç kalır. Bu gibi mektupları alır almaz yapılacak i ,şbirçok vesaite ba vurup aramak, ştaramak, sahibini bulmak ve cevap olarak, suratına bir sille indirmektir.Naim Efendi, damadına uzattı ı ğmektupları kendisi yazmı gibi, mahcupşoluyordu; oturdu u yerde ezildi, büzüldü:ğRica ederim, hiddet buyurmayınız, rica ederim... dedi. Maksadım, sizinleailemize müteallik bir mesele için hasbıhal etmekti. Ben de sizin gibi,çirkin bir dedikodudan ibaret...Iftira deyiniz, tezvir deyiniz... Abdülhamit devrinin bu millete terk etti i anane-i ğruhiye...(ruh alı kanlı ı)şğ

Evet, evet, hakkı aliniz var. Bunun bir dedikodudan ibaret oldu una zerreğkadar üphe etmiyorum. Fakat, anlamak şistedi im ey udur ki, acaba buğşşmektuplarda hakikate temas eden noktalar hangileridir? Mesela, bu mektupların birinde deniliyor ki...Naim Efendi, yanındaki çekinecenin üzerinden bir uzun mahfaza aldı, içindengözlüklerini çıkardı. Iki eliyle uçlarından tuttu, kemali ihtimamla kulaklarına taktıktan sonra, mektuplardan birini açtı, bir müddet sessiz sessiz kendisi okudu, tekrar yerine koydu; müteakiben bir di erini aldı, ötesine berisine göz gezdirdi ğve damadına:Dinleyiniz rica ederim, dedi. Sabahları çırçıplak denize girmeleri, alameleinnas (Herkesin önünde) sarılıp öpü meleri şyeti miyormu gibi, otelde her türlü şşkuyudu diniye ve milliyeyi (Dinsel ve

ulusal kuralları) ayaklar altına alarak birtakım ecanip (yabancılar) ileşampanyalar içtikleri ve badehu (Sonra) otelin salonunda dans ettikleri dahivaki olmu tur.şNaim Efendi, mektubun yalnız bu kadarcık yerini okuduktan sonra tekrargözlüklerini çıkardı, mahfazasına koydu. Mahfazayı tekrar çekmecenin üzerinebıraktı ve büyük bir saffetle adeta yalvarır gibi Servet Beyin yüzüne baktı:Ne dersiniz? Acaba bunu da yaptılar mı? dedi.Servet Bey, müstehzi bir tavır takınmı tı:şOlabilir a, bunda o kadar harikulade ne var, efendim? diye cevap verdi.Bunun üzerine Naim Efendi, ellerini kavu turdu, gözlerini yere dikti veş

damadı izahatını bitirip gidinceye kadar artık bir kelime söylemedi.Servet Beyin izahatı ise hayli uzun sürdü. Fakat Naim Efendi dinlemiyor,i itmiyordu. Sanki idrak ve uuru üzerine şşServet Beyin, Olabilir a, bunda okadar harikulade ne var? cümlesi bir yumruk gibi inmi ve onu benli inin taşğiçerilerine do ru itmi ti. Artık harici ğşhayatın bütün belirtileri, ses, söz,şekil ve renk, ona esasından de i mi , ğ şşanla ılmaz, tanınmaz bir hale gelmişşgörünüyordu. Bir müddetten beri önünde, yerde intizamla yan yana konulmu terliklerinin uçlarına dikili şnazarlarını a kın a kın odanın sair ş şş şe yası üzerinde gezdirmeye ba ladı. şşDuvarlarda muhtelif tarzda birçok el yazısı levhalar vardı. Iki pencere arasında bir büyük tablo, Naim Efendinin pederiniyuvarlak Mahmudiye fesiyle, ye il kaplı şbir samur kürk içinde gösteriyordu.

Bu, i man, top sakallı bir adamdı. Bir ş şelini gö süne sokmu , di eriniğşğvitrinin üzerine bırakmı tı. Bu elin orta şparma ında, gayet iri bir yakutğyüzük vardı. Naim Efendi, gözlerini ya lıboya resimdeki yakut yüzükten, ğkendi parma ındaki yakut yüzü e çevirdi. ğğBu, aynı ta , aynı yüzüktü. Fakat bu oda şhala aynı oda, Naim Efendi hala aynı adam mıydı? Birkaç sene evvel, yata ının ğayak ucuna seccadesini serip namazını kılan, sonra derinden birtakım dualar mırıldanarak kö esine oturan ve şmüteakiben sabah kahvesini yudum yudum içerken, üç gün üç gecedir kalıbının rahatını kaçıran bütün dedikodulara, o imzasız mektuplara dair damadıyle samimi bir hasbıhal ihtiyacını duyan ba rı dolu htiyar aile reisi bizzat o ğİmuydu? Naim Efendi, kendisini babasınınresmi kar ısında, duvardan minderin şüstüne yuvarlanmı bir ikinci resimş

zannediyordu, farkı neydi? iki pencere arasında yaldızlı kalın bir çerçeveiçinde asılı duran bu Mahmudiye fesli adam gibi o da sesini çıkarmamaya,zamanın ve saatlerin de i imine tabi ğ şolmaya ve ba kalarının elleri kendinişnereye bırakırsa orada kalmaya mahkum de il miydi? Naim Efendi, kendi eviğüzerindeki hakimiyetinin ne kadar sarsıldı ını, ne kadar hiçe indi ini enğğziyade bugün ve bu saatte hissetti ve kendi kona ı içinde kendi çocuklarığarasında varlı ını o kadar yabancı buldu. ğGönlü öyle derin bir gurbet acısıyle doldu ki az kalsın, gözlerinden ya lar şbo anacaktı.şServet Bey, sözlerinin sonuna do ru her ğnasılsa, kayınpederinin halindeki melale dikkat etti; htiyarı çok hırpaladı ını İğanladı:

Mamafih, emredersiniz, hemen yarın Seniha'yı ça ırtırız, dedi.ğNaim Efendi, ba ını salladı. Seniha şburaya gelmi veya orada kalmı , neyeşşyarardı? Olan oldu, biten bitmedi mi?Kasım Pa anın sefih, hayasız ve rezil şo lundan artakalmı bir Seniha'danğşburada olsun, orada olsun, artık ne hayır umulurdu. Naim Efendi, böyledü ünmekle beraber, yine için için şSeniha'nın saffetine ve masumiyetineinanıyordu. Kendi kendine: Daha kaç ya ında; yavrucuk, daha kaç ya ında?şşdiyordu. Ve kendi kendine böyle söyleyerek yava yava , o da damadı gibişşSeniha'yı, bu müfsit ve müfteri muhitin bir kurbanı halinde görmeye ba lıyordu.şNitekim Servet Beyle bu feci muhaverenin ertesi günü,ak am üzeri, şSeniha, Madam Kronski'nin refakatinde kona a döner dönmez, büyük pederi ğ

tarafından öyle bir efkat ve i tiyak şştu yanıyle (Özlem co kunlu uyla) ğşğkar ılandı, saatlerce o kadar ok andı, o şşkadar nazlandırıldı ki, kendini adeta ilkçocukluk devrine avdet etmi zannetti. şEsasen korulardan, denizlerden,tepelerden ve sevi meden avdet eden bu şkızın ruhu, kabına sı mayacak kadarğta kın ve sarho tu. Eski, sessiz kona ın şşğiçinde genç bir ceylan gibi, oodadan bu odaya, bu odadan o odaya ko up duruyordu. Mütemadiyen arkışşsöylüyordu ve karde i Cemil'le şçocukluklarında yaptıkları gibi sofalarda bin türlü gürültülü oyunlar icat ediyorlar, birbirlerini kovalıyorlardı.Naim Efendi, Seniha'nın kona a ğavdetinden sonra, birkaç imzasız mektup daha almakla beraber, bu sevinçli sesler ve bu ne eli gürültüler içinde kendindenşgeçmi bir halde hiçbir eye ehemmiyet şşveremiyordu. kide bir, kızı Sekineİ

Hanıma diyordu ki:Yavrum, ne iyi ettin de kızca ızı Ada'ya ğgönderdin. Sıhhati, ne esi yerineşgeldi; eski huysuzluklarından, eski buhranlarından eser kalmadı. Onu bu halde gördükçe ben bile yirmi ya daha şgençle iyorum.şSekine Hanım:Hem de ma allah, ne kadar serpildi, ştoplandı, güzelle ti, diyordu.şGitmezden evvel, bilekleri ipincecik, benzi sapsarıydı ve gözlerinde ferkalmamı tı. imdi, bakıyorum, yanakları şŞadeta pençe pençe pembele ti,şgözlerine can geldi.Naim Efendi:Bir eye daha memnun oluyorum; şdiyordu. Dikkat ediyor musun bilmem.

Eskisi gibi olur olmaz kimselerle de dü üp şkalkmıyor. O Nuriye Hanımlar, oBelkıs Hanımlar, Cemil'in o münasebetsiz arkada ları, etrafından çekilir gibi oldular.şServet Beyin haremi pederine mek uf şolmayan birçok hakikatlere vakıfmışgibi esrarengiz bir tavırla ba ını şsallayarak ilave ediyordu:Evet, evet. Ben de en ziyade buna seviniyorum. Do rusu, kızın huyunu ğbozan bütün bu münasebetsiz kimselerdi. İlle o iki kız karde ler yok mu? Ne sinsi,şne içlerinden i nelidirler, bilmez misiniz? ğSonra Belkıs, mebusun karısıBelkıs Hanım... Ni anta ı'nda kiminle şşgörü tüysem, bana, Seniha'nın buşkadınla dü üp kalkmasına hayret etti ini şğsöyledi. Me er yapmadı ı yokmu .ğğşDiyorlar ki nerede ise büyük bir rezaletle kocasından bo anacakmı . Evineşş

girip, çıktı ı saatler bile belli de ilmi . ğğşAdamca ız a zını açıp bir eyğğşsöyleyecek olsa: 'A, ne yapayım, ruhumu besliyorum. Insan yalnız vücuduylaya amaz ya!' diyormu .şşNaim Efendi:Şu Faik çapkınının da bir aya ını ğkesebilsek! diyordu.Zira, Faik Bey hemen her gün konakta gibiydi ve o gelir gelmez, htiyarİadamın rengi de i iyor, gönlüne endi e ğ şşdü üyordu. Bütün aldı ı imzasızşğmektuplardaki cümleler, onun kar ısında şbirer birer hatırına geliyordu. Kaçdefa genç adam yanına girdi i vakitte ğselamını almamak, merdivende veyasofada tesadüf eder etmez ba ını şçevirmek, hiçbir zaman hatırını sormamak, ara sıra yüzüne hu unet ve şistihkar (Kabalık ve ho görü) ile bakmak ş

suretiyle istiskal (Kovarcasına davranmak) kelimesinin tazammun etti i ğ( çerdi i) her eyi yaptı; fakat, Kasım İğşPa anın o lu aldırmıyor, anlamıyordu.şğDı arıda u aklara, içeride hizmetçilere şşevin efendisi gibi muamele ediyor;Servet Beyle laubali bir arkada ı tavrıyle şkonu uyor ve Naim Efendinin elinişadeta zorla tutup sıkıyor; Bonjur, efendim, nasılsınız bakayım? yisiniz,İiyisiniz, ma allah! diyor, sonra Sekine şHanımın bazı safiyane hareketleriylealay ederek, geçip bir koltu a kuruluyor, ğayaklarını kah birbiri üstüneatıyor, kah yarı yatmı gibi odanın şortasına kadar uzatıyor, bazen yüksek birşeyin üzerine kaldırıp koyuyordu. Daima geveze, daima akacı, kahkahalı veşşuhtu. Ekseriya, a zında bir sürü yalanlar ğve martavallarla gelirdi. Babıalicaddesinden, Do ruyol'a aksetmi birçok ğşsiyasi ayiaların, ehrin hayatınaşş

dair birçok dedikoduların kayna ı ve ğkav a ı sanki oydu. Ikide bir gayetş ğlaubali bir tarzda; zamanın vükelasından bahsederdi; mesela bazen:Geçen ak am kulüpte, Cavit'le hayli şkonu tum, derdi. Azizim, ba ımızdaşşbu kadar a ır bir harbiye bütçesi ğbulundukça maliyemizi ıslah etmeninihtimali yoktur, diyor. Hakkında ne söylenirse söylensin, Allah için zekiçocuk...Bazen de kendini devrin mühim şahsiyetlerinden biri eklinde göstermekşiçin:Yakında, mühim bir misyon'la beni Londra'ya gönderecekler sanırım, fakathenüz dü ünüyorum, derdi.şBütün bu sözler, Naim Efendinin gayz ve nefret nedir bilmeyen kalbine bir

zehir gibi damlardı. Ömründe hiç kimse ve hiçbir ey ona bu çocuk kadarştiksinme vermedi. Bazen kona ın içinde ğavazı çıktı ı kadar: Ya o, ya ben!ğdiye haykıraca ı gelirdi. Seniha'yı adeta ğhırçın bir htiyar koca gibi ondanİkıskanmaya ba ladı. kisini bir arada şİyalnız bilince ne rahatı, ne huzurukalıyordu; içine müthi bir vesvese şgiriyor ve tecessüsü ate ten bir gömlekşgibi bütün vücudunu sarıyordu.Fakat, ne çare ki tecessüsü tatmin eden yolların hiçbirini bilmiyordu. Ayakuçlarına basarak kapalı odalara do ru ğyürümenin; gözü veyahut kula ı anahtarğdeliklerine yerle tirmenin; gerilerden şgizlene gizlene insan takip etmeninusullerine zerre kadar vukufu yoktu. Zevcesi zamanından beri kendi hizmetinde bulunan, kısmen Seniha'ya dadılık etmi ya lı ve emektar bir kadını şş

iki gencin pe inde casuslu a sevk etmek şğistedi; fakat, bir türlü söylemeye dilivarmadı. Bu ya a kadar bu sınıf şkimselerle, görecekleri hizmete dairsözlerden ba ka bir kelime konu maya şşalı mamı tı.şşBununla beraber, bir taraftan hakikate de vakıf olmak istemiyor, hakikattenkorkuyor, ölünceye kadar üphe ve ştereddüt içinde kalmayı, Seniha'ya dairfena bir ey ö renmeye bin kere tercih şğediyordu. Nitekim günün birinde,kahyası Ragıp Efendi, gayet kederli ve esrarlı bir tavırla yanına girip:Efendim, müsaadenizle size gayet mühim bir ey arzedece im, der demez,şğzavallı htiyar, bunu mutlaka Seniha'ya İdair bir mesele sanarak, adetakalbinin durdu unu hissetti ve muhatabı ğdaha a zını açmaya vakit bulmadan:ğ

Kuzum Ragıp Efendi, bu meseleyi kapa. Ne bilmek, ne i itmek isterim; dedi.şHalbuki Ragıp Efendi ona, sadece kendi i lerinden bahsetmeye geliyordu.şNaim Efendinin Vefa hanındaki marhun hissesi, birkaç zamandan beritehlikedeydi. Esasen bu rehin muamelesi bey'ibilvefa (Satıcı ücreti geriverince mü terinin de satılan malı geri şvermesi) usulüyle yapılmı oldu uşğiçin, bir seneden beri parasını bekleyen alacaklı, Ragıp Efendiyi ikide bir,intikal muamelesini kati surette yaptıraca ını haber vererek tehdit ğediyordu.Naim Efendinin kahyasınca bu hissesinin elden gitmesi, büyük ziyandı:Ne yapıp yapmalı, buna bir çare bulmalı, diyordu. Zira, hanın istikbali büyüktür. Seneden seneye icarı artıyor. Günün birinde, Cenabı Hak müsaade eder de bir

de tamir olunursa, yalnız sizin hisseniz be aileyi müreffehen geçindirecek parayı şgetirir.Naim Efendi, meselenin Seniha'ya ait bir şey olmadı ını hisseder etmezğgeni bir nefes aldı ve güya Ragıp Efendi, şona bir müjde getiriyormu gibi be u şş ş( en) bir çehreyle:şO halde ne yapmalı? Sizin fkriniz nedir? dedi.Ragıp Efendi, kırçıl ve dik ka larını çattı; şbir müddet dü ündü, sonra yava ve şşmatemli bir sesle öyle bir tasavvurdan şbahsetti:Efendim, acizlerin fikrine kalırsa, yalıyı bu han için feda edivermeli!Esasen yalıdan hiçbir istifadeniz yoktur. Bu sene fevkalade olarak mevsimi

yüz liraya kiraya verdik; fakat her sene ele aynı fırsat dü mez. Bahusus kişKanlıca'ya ra bet gittikçe azalmaktadır. ğTarabya'da, Büyükdere veyahutYeniköy'de olsaydı anlardım. Fakat bundan sonra Kanlıca'da koca bir yalınıniçinde kim gider oturur?Naim Efendi:O halde, dedi, bu kadar i e yaramayan şmülkü kim satın alır ve kaça alır?Acaba bunu satarak tedarik edece imiz ğpara ile borcumuzu kapatabilir miyiz?Ragıp Efendi:Siz orasını bana bırakınız, dedi; yalnız, esasta mutabık kalalım, bu bendenize kafıdir.Naim Efendi yalıyı satmaya karar veremiyordu. Çünkü, oraya ruhi bir

irtibatı vardı, gençli inin en ho demleri ğşbu yalıda geçmi ti; htiyarlı ınınşİğen sakin ve en rahat günlerini yine bu yalıya medyundu. Kar ıdan görünü ünü;şşarka tarafındaki bahçesini; geni ve şaydınlık odalarını, denize do ru uzananğşehni ini daha birçok teferruatını adeta şulvi bir muhabbetle seviyordu. Vefahanını görmemi ti bile. Üçte bir hissesinin şbu donuk 'renkli, kirli binanınhangi tarafına isabet etti ini de ğbilmiyordu. Esasen bu mü terekştemellükün (Mülk edinme,sahip olma) manası, onun beyninde öteden beri müphem, mecazi bir mefhum mahiyetindedir.Bilmem neden, yalıyı satmaya bir türlü razı olamıyorum, dedi.Mütaleatınız (Dü ünceleriniz) do ru şğolabilir; fakat, bence acayip bir hismeselesidir. Çemberlita 'taki arsanın şgetirece i para ile hiç olmazsa birğ

müddet daha oyalamak kabil de il mi?ğRagıp Efendi, kızgın bir sükun içinde dinliyordu. Bütün emektar hizmetkarlargibi, onda da efendisine kar ı şmütehakkimane bir tavır vardı:Bu, hisse müteallik (Ili kin) bir ey de il, şşğefendim, dedi. Bu, bir hesap ve menfaat meselesi. Vakıa arsanın muamelesi bitmek üzeredir. Fakat, oradan alaca ımız ğparanın nereye gidece ini biliyor ğmusunuz? Bütün Beyo luğesnafları bu arsanın satılaca ı günü ğbekliyor. Hem, rica ederim, bendenize buarsadan bahsetmeyiniz. Zira, içim kan a lıyor, takrir günü yanınızda bileğbulunamayaca ım. Bilir misiniz, bugün ğbin iki yüz liraya sattı ım bu yer birazğdi imizi sıksaydık, elektirikli tramvay şi letmeye ba lar ba lamaz bize neşşşgetirecektir?

Naim Efendi, mütevekkilane bir eda ile omuzlarını silkti ve: Ne yapalım,kader böyleymi ! der gibi boynunu şbüktü. O, yumu adıkça Ragıp Efendişsertle iyordu:şAffınızı rica ederim, size acı bir söz söyleyece im: Bu gidi le pek yakınğşbir zamanda, yalnız Kanlıca'daki yalıyı de il, fakat bu kona ı... Evet, buğğkona ı da satmaya mecbur olacaksınız.ğNaim Efendi tepeden tırna a kadar ğürperdi, minderin üzerinde çok oturmaktan dizleri uyu mu gibi, elleriyle şşbacaklarını o u turmaya ba ladı. Mahzunğ şşmahzun:Şuracıkta ne kadar ömrüm kaldı? dedi.Ve dolgun gözlerle camın arkasından dı arıdaki aydınlı a baktı. Iki htiyarşğİ

uzun bir müddet sükuta daldılar. Sonra Naim Efendi ta ba rından gelen birğsesle, yava yava :şşNe yazık ki bu zamanları da gördük, dedi; hiçbir tat ve bereket kalmadı.Nefes almak bile güçle ti, kabahat bizde şmi?Ragıp Efendi, gittikçe merhametsiz oluyordu:Vallahi efendim, zamanın da pek o kadar kabahati yok, hiç üphesiz,şkabahat bizde, dedi; ba ımız sıkıya şgeldikçe zaman zaman, diyoruz. Fakat ozamane evlatlarına birer meram anlatmak kabilken...Naim Efendinin kahyası, sözünü ikmal etmedi, lakin Seniha ile Cemil'inbüyük babası, muhatabının bu yarım cümlesindeki maksadı kafi derecede

hissetti. Ne garip! Han, yalı, arsa meseleleri bile dönüp dola ıp bu ikişçocu a dair bir bahis haline giriyordu. ğLakin, Naim Efendi, zamandan ikayet şederken hiç onları dü ünmemi , şşbüsbütün ba ka eyler kastetmi ti.şşşOnun için zaman, bütün müesses eyleri ştemellerinden sarsan inkılaprüzgarıydı; onun için zaman, kalplerdeki ihtilaç (Çırpınma, çarpıntı) veyüzlerdeki endi eydi; herkes, arkasından şmütemadiyen itildi ini hissediyor;ğfakat, ne iteni, ne de gitti i yeri biliyordu. ğOnun için zaman, mazininbereketini, azametini, ismet ve nezahetini (Namus ve temizli ini) yapmığşbütün unsurları birer birer çi neyen gizli ğve obur canavardı. Halbuki, zaman,bir taraftan da Cemil ve Seniha'ydı, devrin bütün ihtilaçları, bütünhummaları herkesten ziyade onlardaydı. Mazinin bereketini, azametini, ismet

ve nezahetini çi neyen obur canavar, ğSeniha gibi, Cemil gibi erkekli di ilişbinlerce, yüz binlerce mevcuttan müte ekkil bir eydi.şşNaim Efendi; ara sıra: Zavallı çocuklar, biz yine epeyce gün gördük, fakatonlar hiç göremeyecekler! derdi; kendi kendine böyle söyleyerek, onlarakızaca ı yerde, acırdı.ğBir gece Cemil; kona a fena halde sarho ğşgeldi. Yürümek öyle dursun, ayakşüstünde durmaya mecali yoktu. Dı arıdan şbir u ak koluna girmi , adetaşşsürükleyerek bin bela alt katın mermer sofasında, bir kanepe üstüneoturtabilmi ti. Cemil, ba ırmakla şğhırlamak ve homurdanmak arasında birtakım sesler çıkarıyor ve muttasıl kusuyordu. Üst kattan bu gürültüyü i iten şNaim Efendi, -zira o, geç vakitlere kadar uyumazdı- yava yava merdivenlerdenşş

indi, torununa yakla tı ve i i anlar şşanlamaz, yanında duran u a a gayet ş ğsakin ve tabii bir tavırla bir le en ve ibrik ğgetirmesini söyledi. Cemil bir taraftan inliyor, bir taraftan Fransızca arkılar şsöylüyor, birtakım isimler söylüyor ve tekrar kusmaya ba lıyordu. Arada bir:şDokunmayın bana, dokunmayın bana!.. diyor, kendisine uzanan kolları,ba ını tutmak isteyen elleri itiyordu. şNaim Efendi; buna ra men çocu unğğba ını le ene do ru e di. Bir iyi su ile şğğğyıkadı; sonra kuruladı ve u akşayaklarından, kendisi kollarından tutarak yava yava yukarıya çıkardılar.şşNaim Efendi mütemadiyen:Sus, sus yavrum... Herkesi uyandıracaksın, ayıp de il mi? diyordu.ğSoluk solu a yata ına yatırdılar. ğğBüyükbaba, o gece torunu uyanıncaya kadar bekledi. Ikide bir, mendilini kolonya

suyu ile ıslatıyor ve çocu un alnına ğkoyuyordu. Onda, bu gibi i lere çoktan şalı mı mahir bir hastabakıcı halişşvardı. Halbuki imdiye kadar ne bir şhastaya bakmı , ne de bir sarho a buşşkadar yakla mı tı. te o gece, ilk defa şşİşolarak bu çocuk, ona bir eyin kurbanı şgibi göründü; kendi kendine soruyordu:Acaba bir derdi mi var? Acaba birini mi seviyor? Kim bilir, kim bilir!ZZaman o kadar acayip, zamane kadınları o kadar fena ki!..

VIIIAsıl dertli olan, asıl birini seven Hakkı Celis'ti. Henüz bu ya ta, zavallışçocuk gönül çekmek nedir bir büyük adam gibi biliyor ve bir büyük adam gibiyarasının acısını, kimseye sır vermeyerek ta ıyor. Benzine bir tatlı solukluk,şgözlerine bir derin bakı ve ba ına acayip şşbir dalgınlık geldi. Ne mekteptekiderslerine bakıyor, ne de evindeki kitaplarını okuyabiliyordu. BüyükannesiSelma Hanımefendi, ikide bir sert ve kalın sesiyle evin içinde:Bu çocu a bir hal oldu; bu çocuk ğavarele ti!.. diye haykırıyordu.şHakkı Celis gittikçe herkesten uzakla mak istiyordu. Tıpkı o hayvanlarşgibiydi ki, hastalandıkları zaman hemcinslerinden kaçarlar ve ölmezden

pek çok evvel ortadan kaybolurlar. Hakkı Celis, hatta Seniha'nın meclisini bilearamıyordu. Eskiden her eye ra men, şğonun yanında bulunmak, onun sesinii itmek, etrafındaki havayı teneffüs şetmek genç adam için bir büyükihtiyaçtı. Fakat imdi Seniha'yı görünce şadeta kaçıyordu. Zira sevdi iğSeniha de ildi. Bu Seniha, onu ğkorkutuyor, utandırıyor, acı, derin birümitsizli e dü ürüyordu. Bunu görünce ğşöbürü için ta ıdı ı hasret yüz kat dahaşğartıyor, tahammülfersa (Dayanılmaz) bir hale giriyor, ba rı onulmaz birğyerinden yaralanıyordu. Yoksa, Seniha büyük halasının o luna kar ı, bahususğşson zamanlarda, hiç olmadı ı kadar nazik ğve mü fikti. Ona her tesadüfünde,şbir büyük hem ire tavrıyla serzeni ler şşediyor, Seni bırakmam vallahi! diyorve bazen gitti i yerlere bile onu ğsürükleyip götürmek istiyordu. Ne

sözlerinde, ne bakı larında, ne şhareketlerinde o eski zalimli inden, o ğeski huysuzlu undan eser kalmamı tı. ğşDaima sakin, mütebessim bir hali vardı.Fakat, için için bir gizli endi eyle me gul şşve dalgın gözüküyordu ve i te asıl bu şhalidir ki Hakkı Celis nazarında Seniha'yı yabancıla tırıyordu.şTavırlarının her biri ayrı ayrı sahteydi. Hakkı Celis, dünkü hırçın kızınşimdiki sükunu altında kaynayan ihtiras alemini, bu yapma tebessümleringizledi i yüz ek itmelerini ve ok amaların ğşşancak zaptedebildi i tırnakları içgüdü ğfakat ayanı hayret bir vuzuh ( a ılacak şŞ şbir açıklık) ve isabetle seziyor, görüyordu. Kendi kendine; Ne kadar riyakar olmu ; şYarabbim! Ne kadar riyakar olmu ! şdiyordu. Her günve herkes önünde ta ımak lüzumunu şhissetti i bu maskenin arkasındaki yüz,ğ

kim bilir, ne i renç bir eydir! Ve genç ğşadamın saf, taze kalbinde ilk defaolarak, muhabbetin balına nefretin zehri karı ıyordu. Hakkı Celis, iyilikleşgüzelli in birbirine ne kadar zıt oldu unu ğğbu sefer Seniha'dan anladı ve sevdadenilen ey, ona mütemadi bir ihtilaç gibi şgöründü. iirdeki a kla hayattaki a k ne Şşşkadar birbirine benzemiyormu .şŞimdi, Hakkı Celis, Nuriye Hanımla Neyyire Hanım kendisine, iirdenşbahsettikleri zaman bu iki kızı, hayat ve his i lerinde fevkalade görgüsüzşve yavan buluyordu. çinde edebi İco kunluk namına hiçbir ey kalmamı tı.şşşSanki kinle kararmı sevdanın ate i, şşruhunun bütün tatlı usarelerinikurutmu tu.şFakat, ne gariptir ki, Hakkı Celis'in zıddına olarak, Seniha'nın içinde

yeni bir hislilik uyanıyordu. Ye il gözlü şkız, be altı aydan beri adım adımşdola tı ı kapalı bahçede, hayalata ş ğdalmayı, her dü en çiçe e ya lı gözlerleşğşbakmayı ve karanlıklarda sesler dinlemeyi çok seviyordu. Güya, birtakım hissi ve hayali tavırlarla sevdanın hudutlarını açmaya, geni letmeye şçalı ıyordu.şFaik Beye manidar yadigarlar veriyordu ve ondan airane hediyeler bekliyordu.şBirkaç zamandan beri genç adamın cepleri bir gözba cının torbaları gibiğmanaları ve kıymetleri yalnız ikisi arasında malum bir sürü acayip ufaktefeklerle doludur. Fındık cesametinde (Küçüklü ünde) küçücük bir altın kutu,ğüstü i lemeli, mini mini ipekli bir kese, şhiyeroglif i aretlerle oymalı birşmadalyon, sapı fildi inden küçük parmak şuzunlu unda bir hançer, Faik BeyinğSeniha'yı sevmeye ba ladı ı günden beri şğdaima üzerinde ta ımaya mecbur oldu uşğ

büyülü e yadandı; bunların her biri şSeniha'nın vücudundan esrarlı bir eyşsaklamaktadır. Faik Beyin kolunda bir de kızıl renkli bir bilezik vardı, bunuSeniha kendi saçlarından ördü.Faik Bey, vakıa, bütün bunları canı gibi ba kalarından saklı tutardı; fakatşfırsat dü tükçe ve lüzum hissettikçe şherhangi bir dosta, adi bir bahaneylebunlardan bir tanesini göstermekten çekinmezdi. Zira, bu eylerin sihri,şancak ba kalarının gözü de dikten şğsonradır ki; hükmünü icraya ba lıyor veşalemin nazarında Faik Beyi bir kahraman gibi gösteriyordu. Bununla beraber,o da Seniha'ya ba ka eyler verdi.şşEzcümle, üzerinde boydan boya kendi eliyle birtakım tarihler, sözler,mısralar yazılmı ipekten bir beyaz ku ak şşki, genç kız bunu, birkaç aydan

beri belinde, eti üstünde sımsıkı ba lanmı ta ıyor. Bazı co kum ğşşşdemlerinde genç adama derdi ki:Bu ku ak, senin kollarındır; beni, daima, şgece gündüz ilk defa sardı ın gibi ğsarıyorsun.Bazen hiç lizzumu yokken ona sayfalarca mektuplar yazıyordu. Bunların ço u,ğedebiyat kitaplarında a k üslubuna şnumune olacak kadar airane, selisş(düzgün, akıcı) ve güzeldiler. Seniha bu mektuplarında, ekseriya, Fransa'nına k airlerinden birçok uzun istinsahlar ş ş(Kopya etme,buradaalıntı anlamında)da yapıyor, kendi co kunlu unu ancak şğonlar vasıtasıyle ve onların haliyleanlatabiliyordu. Hiçbir kap onun ruhuna göre de ildi; her sözü dar ve az ğbuluyordu.

Faik Beyle yan yana yürüdükleri yolun her merhalesinde: Daha ileriye, dahaileriye! diye haykırmak istiyordu. Lakin, Faik Bey, daha ileriye gitmeninlüzumuna kani de ildi. Bahusus, Seniha ğile münasebetlerinin airane tarafınışhiç sevmiyordu; genç kızın co kunluklarını vah i ve zarafete aykırı şşbuluyordu.Bazı kimselere hayattaki manevra, gülünç ve kaba görünür; ta kın şhareketler, a lamalar, haykırmalar, bir ğideale do ru soluk solu a ko malar bu ğğşkimseler için ya cinnet, ya avanaklıktır. Faik Bey de bunlardan biriydi. Bu genç adam, kendi hayatının ne kadar düzme, kendi ruhunun ne kadar i reti oldu unu ğğhiç dü ünmeyerek Seniha'yı fena halde şsuni buluyordu. Vakıa gönlüne, gittikçedaha geni bir ufuk arayan bu genç kız, şgayesine varmak için her vasıtadanfayda umuyordu.

Tavır ve hareketlerine heyecanlı bir üslup, sesine ve bakı larına hissi birşahenk verebilmek için her gün, her saat şekilden ekle giriyor, adeta kendişkendini bir bezin üzerindeki resim gibi silip yapıyor, yapıp siliyordu;Seniha, öteden beri giyini inde olsun, şya ayı ında olsun, herkese benzemektenşşkorkardı. imdi de herkes gibi Şsevi meden korkuyordu. Istiyordu ki, şFaik'le münasebetlerine bir harikuladelik gelsin; büyük bir macera, iddetli birşrüzgar gibi onları alıp, hiç kimsenin yeti emeyece i kadar uzak bir yereşğsürüklesin, atsın. Seniha bazen de, esrarlı hadiseler ihtiyacını hissederdive ortada hiç yoktan birtakım vakalar icat ederdi. Mesela, on be gün FaikşBeye hiç görünmezdi. O, kona a geldi i ğğzaman, kendisini yok dedirtirdi, üstüste mektuplar alıp, cevap vermezdi ve günün birinde genç adamla bulu tuklarış

zaman, ona gaybubetini birtakım acayip sebeplerle izah ederdi. Randevularındasaatlerce bekletmek mutadıydı. Vakıa Faik Bey, intizar esnasında fazlaheyecana dü mezdi, ne de fazla can şsıkıntısı hissederdi. Nitekim, Seniha, onubir gün bulu tukları evin arka şodalarından birinde, yarı beline kadarpencereden dı arıya sarkmı bir kom u şşşRum kızıyla akala ırken gördü, di erşşğbir defasında, fesi ba ında, bastonu şelinde gelir gelmez veya gitmeküzereyken, bir kanepenin üstünde uyumu buldu.şSeniha, Faik Beyle münasebetlerine dramatik bir ekil vermek için, kahşihanet, kah lakaydiyi gösteren bir nevi hadiselerden azami istifadeyi bilirdi.Müthi bir tehevvürle (Kızgınlıkla) genç şadamın üzerine atılmalar yüzükoyun

yere yatıp saatlerce hüngür hüngür a lamalar veyahut bazı yeni piyeslerinğsonlarında oldu u gibi sesi ve gözleri ğdolgun, birkaç hazin söz söyleyerekçekilip gitmeleri, ba lıca muvaffak oldu u şğrollerdendi.Mamafıh bu rollerin hiçbiri Faik Beyi heyecana dü ürmezdi. Seniha'yı daimaşbir küçük çocuk gibi avutmasını bilirdi. Bunun için ne fazla söze, ne fazlaharekete lüzum vardı; Faik Beyin pi man şbir a ık tavrı takınması en feci kavgaların şderhal tatlıya ba lanmasına kafıydi. Genç ğadam, Seniha ile beraber iki ve hatta üç kadının bir arada idaresini o kadar mü kül bulmuyordu; onun belini büken şşey; asıl kumardı. Bu rakip kabul etmeyen iptila yüzünden a ıkane şhayatında çekmedi i sıkıntı, girmedi i ğğüzüntü kalmıyordu; zira bu sahada çıkan hadiselerde daima ma lup dü en, peri an ğşşve zelil olan kendisiydi. Bunun içindir ki,

Seniha'nın en ziyade korktu u rakip, Faik ğBeyi, Faik Beyin üzerindeki nüfuzunu o kadar hiçe indiren bu kaba ve adi iptiladır. Kalbindeki sevginin hala nasıl ve neden devam etti ine a ıyordu. Bugüne ğş şait en küçük teferruat bile genç kızındima ında bir çivi gibi saplanmı duruyor.ğşDört günlük bir ayrılıktan sonra bir sabah erkenden kona a gelmi ti. Henüzğşherkes uykudaydı. Saat ona do ru, ğSeniha'ya kahvaltısını getiren hizmetçi,onun sekizden beri Cemil'in odasında oldu unu söyleyince, hayrete dü tü.ğşÇarçabuk yata ından çıktı, yarım ğyamalak giyindi ve biraderinin odasına gitti.Cemil, bir koltu un içine gömülmü ve ğşayaklarını bir sandalyenin üstüneuzatmı , dü ünceli ve öfkeli bir tavırla şşsigara içiyor ve Faik Bey, o günekadar kendisinde görülmemi bir şheyecanla odanın içinde bir a a ı bir ş ğ

yukarı dola ıyordu. Saçları karmakarı ık, şşyüzü sapsarıydı, yanaklarını üç günlük birsakal, toz renginde bir kir tabakası gibi örtüyordu. Seniha:Ne var? Ne oldu? demek isteyen gözlerle bir bunun, bir de karde inin yüzüneşbaktı.İkisi de bir ey söylemiyordu. Faik Bey, şgenç kızla hatta selamla madı bile.şOdanın ortasında, dimdik durdu kaldı. Cemil, dudaklarının ucuyla hem iresineşbir Sus! i areti yaptı; sonra o da aya a şğkalkıp dola maya ba ladı.şşSeniha'nın a kınlı ı korkulu bir endi eye ş şğşinkılap etti (Dönü tü) ve o daşayakta durmaya mecali kalmamı gibi, şbiraderinin yata ı kenarına ili ti.ğşHatırına bir anda birçok vahim ihtimaller geldi. Fakat hiçbirini sormayacesaret edemedi, yalnız alı ık bir nazarla şFaik Beyin gözlerinin içine baktı.

O zaman genç adam, yarı sahte, yarı samimi bir facia tavrıyla:Ah, tasavvur edemezsiniz, ne felaket! dedi.Seniha, dudaklarının ucu ile aynı i areti şyapıyor mu diye tekrarbiraderinin yüzüne baktı; o, imdi şarkasını çevirmi , pencereden dı arıyaşşbakıyordu. Genç kız sobası yarı sönmü şodada ürperdi ini hissetti.ğRica ederim, söyleyiniz, merakımdan çatlayaca ım, dedi. Faik Bey,ğgözlerini yere indirdi, ellerini birbirine kilitledi, mahzun bir sesle söylemeye ba ladı:şGörülmemi , i itilmemi bir anssızlık!.. ş şşşBir gecede tam üç yüz lira kaybettim. Oyunda hiç bu kadar müthi ziyana şu radı ımı bilmiyorum. Bir ak amğğş

evvel be yüz liraya yakın kazanıyordum. şBunun üzerine kesmek lazımken...Kör eytan!.. Beni her eyde berbat eden şşiradesizli imdir; sonuna kadar kapılır, ğgiderim.Cemil, birdenbire ba ını çevirdi:şCanım, neyse olan oldu; imdi bu parayı şnasıl ödeyeceksin? Onu dü ünelim, dedi.şCemil'in bu sözü üzerine, odayı, bir mecliste kırılan bir potu müteakiphasıl olan sükuta benzer, a ır ve so uk ğğbir sükut kapladı. te bu sükutİşiçindedir ki, Seniha, kalbindeki sevginin sendeledi ini hissetti. Evvela FaikğBeyi, Cemil'in bu, Nasıl ödeyeceksin? sözünü kar ı protesto edecek, kızacakşveyahut hiç de ilse utanıp susacak ğzannetti. Lakin Faik Bey, asıl bu sözlemükalemenin ucunu bulmu gibi, yarı şhüzünlü, yarı müstehzi bir tebessümle

gülerek, ngilizce:İİşte asıl mesele bu! dedi.Sonra yarı Fransızca, yarı Türkçe öyle şdevam etti:Kabil de il, babamdan isteyemem; zaten ğistesem de veremez. Bazı dostlarımızdan ödünç istemek ise pek a rıma gidiyor... ğAsla; neyim var, neyim yok hepsini mezada götürür satarım, daha iyi! Allah belasını versin, borçlandı ım adamlar, ğbari tanıdı ım kimseler olsaydı, neyse!.. ğBiraz bekleyebilirlerdi, biraz laf anlatmak mümkündü. Fakat, bunlara kar ı neşdiyebilirim? Mutlaka yarına kadar ödemeli, veyahut...Sustu, evvela Seniha'ya, sonra Cemil'e baktı:

Veyahut, dedi elini gözle görülmez bir silah sıkıyor gibi aka ına götürdü; şğbundan ba ka yapacak ey kalmaz...şşGenç adamın bu hareketi ve bu sözü, Seniha'yı heyecanlandıracak yerde,kızdırdı:Mübala a etmeyiniz, rica ederim, Faik ğBey! dedi. Elbette bir kolayınıbulursunuz.Ve bunları söylerken Faik Beyin boynundaki yakalı ın kirden dalga dalgağoldu unu gördü; hayalinde o kadar ğbüyüttü ü bu adam, me er ne zibidi birğğşeydi! Onu daha ziyade görmek, dinlemek istemedi, arkasını döndü, çıktı gitti.Fakat ak ama do ru Cemil, Seniha'ya şğondan uzun bir mektup getirdi. Altlı

üstlü yazılmı sekiz büyük sayfa te kil şşeden bu mektupta genç adam,sevgilisinden muavenet (yardım) talep edıyordu ve aksi takdirde o gecemutlaka kendisini öldürece ini ğsöylüyordü. Seniha bu mektubu okuduktan sonra, hayretle karde inin şyüzüne baktı:Ben ne yapabilirim? dedi.Büyükbabamdan isteyemez misin?Büyükbabamdan üç yüz elli lira ne diye isteyebilirim, sen deli misin?..O halde yapacak bir ey var; elmaslarını şverirsin, rehine koyarız!Seniha, dolabını açtı, içinden bir çekmece çıkardı, çekmecenin içinden birkaç tane mahfaza aldı ve birer birer Cemil'e uzattı:

Bunlar bir eye yarar mı, bilmem... dedi.şVe hayatında ilk defa olarak a ır, ciddi ğdü ündü, kaldı. Hayat bir anşiçinde, ona, en çıplak ve en kaba haliyle görünmü tü. Bu dünyada her ey neşşbaya ı, ne beyhude, ne kirliydi!.. Bu ğdünyada güzellik bir hayal, sezgi birefsane, asalet ve zarafet, insanın üstünde hafif bir cilaydı.En güzel bir yüze bir iskelet ifadesi vermek için iki gecelik biruykusuzluk, bir sevgiyi bir alı veri e şşçevirmek için birkaç paket iskambilka ıdı, en zarif bir adamı bir dilenciye ğdöndürmek için üç yüz elli liralıkbir borç kafıydi. Giyinmi , ku anmı , şşşterbiyeli, haysiyetli ahıslarınşaltında hiç de i meyen ezeli mahluk, ğ şsaçı, sakalı, di leri ve tırnaklarışuzamı her zamandan ziyade gürbüz ve şkurnaz sırıtıyordu. Yapmacık ve

görene in, biraz da tesadüfün eseri türlü ğtürlü kalıplar içinde giden, gelen,dü ünen, tahlil eden, seven ve sevilen şhep o, daima oydu.Seniha ilk defa olarak, o gün Faik Beyin muhabbeti yoluna kendi vücudundanve kendi namusundan yaptı ı fedakarlı a ğğacıdı. Bir yaz gecesi orada, birkaçkahkaha ile, birkaç buse arasında farkına varamayarak i ledi i hatanınşğvahametini, geni li ini, derinli ini ancak ş ğğo gün anladı, ne yapmı tı? Bugünşmerhamete avuç açmaya gelmi u tıra ı ş şşuzun, yakalı ı kirden dalga dalgağdilenciye, bundan sekiz ay evvel ihsan etti i eye, demek üç buçuk mahfazağ şiçinde biraderine uzattı ı u ta lardan ğ şşdaha mı az kıymetliydi? Halbuki, FaikBey bu ta lara malik olmak için daha şziyade yalvarmı , daha ziyadeşa lamı tı!.. Nasıl ve hangi sihirle bu ğşadam, ona bundan sekiz ay evvel,

kendisine kurban verilmek ihtiyacı hissedilen bir ilah gibi göründüydü; nasılve hangi sihirli el de memi , körpe etini ğşiçi hiç titremeden onun önüne atmı tı?şSeniha, kalbinin bu bir günlük imtihanından epeyce de i mi çıktı. ğ şşA ktan evvelki alaycı, havai, uh ve i veli şşşhaline avdet etti. Cemil'in dostlarındanMacit Beyle küçük bir macerası oldu. Pangaltı'daki Italyan ahbaplarına sık sıkgitmeye ba ladı; orada bir genç adamdan şdans dersi aldı ını söylüyordu.ğYeniden Nuriye, Neyyire ve Belkıs Hanımlar her gün için kona a doldular.ğSeniha'daki bu ani de i iklik pek ziyade ğ şmeraklarını uyandırıyordu. BelkısHanımın gözlerinde kendisine bakarken: Zavallı! Nihayet bırakıldı mı? Oholsun! diyen bir nazar vardı; Nuriye ve Neyyire a zını aramak için yavağşyava Faik Beyin aleyhinde şbulunuyorlardı. Seniha bu zandan

kurtulmak için elinden geleni yaptı, birbirini takip eden flörtlerine pervasiz bir aleniyet verdi. Gizli kalan taraflarını da kendisi anlatmaya ba ladı. Bir gün BelkısşHanıma dedi ki:Şu Macit Beyi de gören, aklı ba ında bir şadam zanneder. Hayatımda bu kadarahmak birini daha görmedim. Biliyorsun ya, iki seneden beri pe imde dola ır,şşyalvarır, yakarırdı. Kaç defa tersledim, yine uslanmadı. Son günlerdebirdenbire bu inadı ho uma gidiverdi. şEpeyce mülayim davranmaya ba ladım;şanlamadı: 'Gel; hazırım!' diye i aret şettim, yine anlamadı. Daima aynı eda,aynı nezaketle bana yalvarmakta devam ediyordu. Geçen hafta tesadüfen, nasıloldu; bilmiyorum, siz gelmeden evvel miydi, siz geldikten sonra mı, bu odadaba ba a yalnız kaldık. Gözlerinin içine şşbakıyor ve gülüyordum. O, benden


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook