adeta kımıldayamayacak derecede a ırla ır; ye il çuhanın üstüne sarı altın,ğşşküreklerle dökülür, bo altılır.şSeniha, Madam Kronski ile hasbıhallerinin bu hasis tarafını hiç sevmezdi.İçin için tantana ve debdebeye, iyi kuma lara, nadide mücevherata pek şdü kün olmakla birlikte, haddizatında şparaya büyük bir ehemmiyet vermezdi. İsterdi ki bütün bu güzel eyler şkendili inden önüne yı ılsın. Nereden ğğgeldi ini, kimin aldı ını bilmesin. Halbuki ğğömründe ilk defa böyle bir geni li in ş ğtadını tatmamı tı. Gerçi, arzularının şbirço u tatmin ediliyordu. Fakat, o kadar ğa ır bir tarzda ve o kadar güçlüklerle ki, ğhepsinin sonunda ilk evkinden eserşkalmıyordu. Zaten pek maymun i tahlıydı; birçok gürültü, birçok inat ve şısrar ile istedi i eyler olur olmaz, kalbine ğ şderhal bir bıkkınlık gelir ve biraz
evvelki arzusu hemen bir isteksizlige dönüverirdi. Seniha'nın dolabında hiçgiyilmeden modası geçmi , sararıp şsolmu ne kadar elbise, senelerden berişkunduracıdan geldi i gibi duran kaç çift ğkundura vardır.Her Beyo lu'na ini te alınıp bir kenara ğşatılmı mendil, eldiven, çorap gibişe ya ise yı ınlar te kil etmektedir. Bütün şğşbunlara ra men Seniha, yineğbüyükbabasını lüzumundan fazla pinti, babasını hala a lanacak derecede zü ürtğğbulur ve bazı böyle sıkıntılı ak amlarda şkendisini dünyanın en bedbaht ve enyoksul kızlarından biri telakki ederdi.Gerçi, son zamanlarda Naim Efendi kona ında, bir yabancının bile gözüneğçarpacak derecede bazı de i iklikler oldu. ğ şBu sene yalıyı kiraya veri lerişbunlardan biriydi; atlardan birinin ölümü üzerine di er atı da satıp, hususiğ
araba kullanmaktan vazgeçi leri ve şarabacı ile seyisleri savı ları bunlardanşikincisiydi. Altı aydan beri Madam Kronski'nin maa ını veremeyi leri veşşBeyo lu'nda bazı terzi ve tuhafiyeci ğhesaplarını ödeyemeyi leri bunlardanşüçüncüsü ve belki de en a ırıydı.ğSeniha, ak am karanlı ında bütün bunları şğdü ünürken büyükbabası Naim Efendi,şyava yava salonun ortasına kadar şşgelmi ve:şSeniha, kızım! Seniha, sen misin? diye seslenmi ti.şGenç kız cevap vermedi. htiyar adam İsordu:Yavrum, niçin karanlıkta oturuyorsun?Ve arkasında koridordaki lambaları yakmakla me gul hizmetçiyi ça ırdı:şğ
Marika, buranın lambasını da yak!Sonra gitti, pencerenin yanında torununun tam kar ısında bir koltu a şğoturdu.Naim Efendi, evin içinde herkesten ziyade Seniha'yı severdi ve ona kendinisevdirmek için adeta yaltaklanırdı. Fakat bu ak am, Seniha'yı o kadar küskün ve şkasvetli buldu ki, a zını açıp bir kelime ğdaha söylemeye cesaret edemedi.Seniha hiç beklenilmeyen bir anda, birdenbire yerinden fırladı vebüyükbabasının dizlerine oturarak bir kolunu boynundan geçirdi -bu, onunmutat hareket tarzlarından biridir- ve a zını htiyarın kula ına yakla tırıpğİğşşu garip suali sordu:Büyükbaba, çok sefalete dü tük, de il şğmi?
Naim Efendi, kafı derecede kuvvetli olsaydı, kuca ındaki bu acayip mahlukuğsilkip yerinden fırlatacak ve koridorlardan ko arak, merdivenlerden şatlayarak kona ın dört bir kö esine, ğşYeti in, yeti in! Seniha'ya bir ey oldu! şşşDiye haykıracaktı. Bütün vücudu titriyordu.Sefalet mi? O ne fena söz? Niçin, yavrum, niçin? Neyin eksik! Neyin eksik?diyordu.Fakat Naim Efendi bunu söylemekle beraber, birdenbire, ta içinden bütüneksik eyleri hissetti ve o güne kadar, şgeni lik ve bolluk içinde yeti mişşşkimselere mahsus bir itminan (Güven) ile sefalete, zarurete inanmak öyleşdursun, hatta bir parça müzayakaya (Parasızlık,geçim sıkıntısı) bile ihtimal
veremeyen bu htiyar adamın kalbine İgenç kızın bu çılgınca suali üzerine ilkdefa olarak korkunç bir yoksuzluk endi esi dü tü. Gerçi, Vefa Hanındaki şşmerhun hissesinden, Çemberlita 'taki şsatılık arsasından, Kanlıca'daki yalısından, bir de tekaüt maa ından şba ka nesi kalmı tı. Bu tekaüt maa ı ise şşşancak gündelik masrafa yeti ebilirdi. şHalbuki Cemil'le Seniha her gün bu paranı iki mislini harcıyorlardı ve her tarafa biraz borçları vardı.Naim Efendi, o ak am yemekte şgörünmedi. Erkence odasına çekildi yattı;fakat sabaha kadar gözlerine uyku girmedi.
IIINaim Efendinin hem iresi Selma şHanımefendi Çemberlita civarında büyük şbir konakta oturur. Biraderinin küçü üdür. Fakat, genç kızlı ından beri ğğailenin içinde herkesten ziyade kendisine hürmet ettiren a ır, ha metli ve amirane ğşbir hali vardı. Naim Efendiyi genç ya ından beri kah yakından, kah uzaktan şsevk ve idare eden Selma Hanımefendidir. Naim Efendi, hatta evlendikten sonra bile birçok zamanlar hem iresinin tesiri altında kaldı; bu şkadının aklıselimine azim ve iradesine, dirayet ve basiretine hayrandı. Karısının vefatından beri hemen her soka a ğçıkı ında bir kere ona u rardı. Iki karde , şğşuzun uzadıya dertle irler, hasbıhal şederlerdi. Naim Efendi, bu hasbıhallerden ekseriya dayak yemi , kabahatli bir çocuk ş
gibi çıkardı. Zira, Selma Hanımefendi, pek ziyade tok sözlü bir kadındır. Herkesin kusurunu yüzüne vurmakta ve i lenilen hatanın hiç de ilse dille cezasını şğvermekte zerre kadar insafı yoktur.Nitekim torunuyle o garip konu maların şertesi günü, derin hasbıhal ihtiyacıyle hem iresine ko an Naim Efendi, Selma şşHanım tarafından o kadar sert bir muameleye maruz kaldı, o kadar sarsıldı ve tartaklandı ki, adeta kendinitutmasa kona a dönerken arabasının ğiçinde hıçkırarak a layacaktı.ğHem iresi, yan hiddetli, yan müstehzi bir ştavırla ona demi ti ki:şMa allah... Demek, Seniha'nın aklı böyle şciddi eylere de eriyor! Benşzannederdim ki, o, ipe in renginden, ğsürmenin cinsinden, Beyo lu'nunğ
kaldırımında sekmekten ve gençlerle Fransızca arkılar söylemekten ba ka birşşşey bilmez. Me er, ara sıra evin umuriyle ğde alakadar oluyormu , iyi ya, i teşşsevinin, a abey, sevinin: Torunun, ğkızından daha akıllı çıktı. 'Büyükbaba, çoksefalete dü tük, de il mi?' Sefalet mi? şğHayır kızım, hayır, rezaletdemeliydiniz. Öyle bir rezalet ki, Karun'un hazinesi olsa örtemez, İstanbul'un dört bir kö esinde çın çın şötüyor. A abey, a abey, kuzum, sizin ğğkulaklarınız tıkandı mı? Gözlerinize perde mi indi? Bir defa etrafınızı dinlesenize, birdefa etrafınıza baksanıza! Daha imdiden ştorununuz olacak yumurcaklarınşöhreti afakı tuttu.Damadınız delinin biri... Kızınıza gelince, o soylu soplu budala, fakatş şa ıyorum, size ne oldu? Siz ki, o kadar ince fıkirli, arif, zarif, kılı kırkyarar bir adamsınız, do rusu ya, bazı ğgünler size bir sihir ettiklerine
inanaca ım geliyor, çünkü, sizin ğtarafınızdan bu derece vurdumduymazlı a ba kağşbir mana veremiyorum!Naim Efendi, elleri dizlerinin üstünde, koltu un içinde iki kat olmu , dik dik yere ğşbakıyordu. Selma Hanımefendi devam etti:Geçenlerde buraya ekibe Hanım gelmi ti Şş-hürriyetten sonra bu ilk geli leri, dünya şbir acayip oldu- imdi Pangaltı'da şoturuyorlarmı . O lu askerden çıkmı ; şğşŞehremanetinde bir büyük memuriyete geçmi , söyledi ama, unuttum. Neyse, şmaksat bu de il... Ve kadın zaten bunları ğanlatmaya gelmemi .şDiyor ki, her ak am üstü cumbada oturup şgeleni geçeni seyrederim. Kadınca ızğyine bir gün cumbada otururken bir de bakmı ki, bizim küçük hanım, iki dirhemş
bir çekirdek. Peçesini açmı , bir arabada şyapayalnız. i li'ye do ru gidiyor.Ş şğŞekibe Hanım seslenmek istemi , fakat şsonra, nemelazım belki istemez, demi :şArabada öyle bir oturu oturuyormu ki, şştarif ede ede bitiremiyorlar. Neyse,yirmi dakika geçmemi , ekibe Hanım bir ş Şde bakmı ki, araba tekrar dönüyor,şfakat bu sefer, içinde bir de delikanlı ile beraber... Esmer, zayıf bir gençmi , şmutlaka o çapkın Faik olacak. Araba gelmi , be altı kapı ötede bir evin şşönünde durmu . ekibe Hanım bu ş Şevdekileri de tanıyor, bir Italyanailesiymi . Bizimkiler inerler ve tam şak amın ikisine kadar orada kalırlar.şNaim Efendi, maveradan gelir bir sesle:Evet, dedi. Bundan haberim var, Madam Kronski'nin dostlarıdır. Bize daima gelirler. Iadei ziyaret için olacak...
Selma Hanım, büyük bir hayretle biraderinin yüzüne baktı:Ya... Ne ala! dedi. Demek bu da alafrangalık icabatından!.. Ya bir geceta sabaha kadar Nedim Pa anın kızı şMemduha'nın evinde kalı larına ne şdersiniz?Bütün kom ular o gece sabaha kadar şgürültüden, ahenkten uyuyamamı lar.şBizimkiler, kadın erkek hep bir arada imi ler. Bir zaman gelmi ki, mahalleninşşbekçisi kapıyı vurup, susunuz, bu kadarı da fazla, diyecek olmu . Zatenşkom ular, bu hal bir daha tekerrür ederse şkarakola ikayet edece iz,şğdiyorlarmı .şNaim Efendi, tepeden tırna a kadar ğürperdi; kenarları , geni Aziziye fesinin şaltında yüzü küçücük görünüyordu; dedi ki:
Bu e lenceden de haberim var. Benden ğizin aldılardı... Hatta Memduha Hanım,bizzat kendisi geldi, bana yalvardıydı.Selma Hanım:Öyleyse size olan olmu a abey! dedi. ş ğBen de nafile yere nefes tüketiyorum. A abey, a abey, bütün bu rezaletleri size ğğalafrangalık icabatındandır diye yutturuyorlar. Bizim gördü ümüz terbiye, ğvakıa alaturkadır ama, zamanımızda alafranganın ne demek oldu unu da pek ğyakından gördük. Ingiliz Ahmet Beyin çocukları böyle miydiler rica ederim? Kendisi Hıristiyandan dönme halis muhlis Avrupalı oldu u halde bile, hatırlarsınız,ğevinde, o ne vakar, ne temkin, ne kapalılıktı!.. Bizim çocuklar da aynıterbiyeyi görmediler mi? Niçin aynı tarzda hareket etmiyorlar? Geçen günHakkı bile ya ına bakmadan diyordu ki: ş'Her yerde Seniha ablama rast
geliyorum.' 'Her yer neresi?' dedim. 'Labon, Mulatye, Tokatlıyan!' diye cevapverdi ve birdenbire gözlerini yere indirip kıpkırmızı kesildi. Bir çocu unğiçine bir utanmak kabiliyetini vermediniz mi, alafranga olsun, alaturka olsun,hiçbir terbiye usulünün faydası yoktur. Karde im, gücenme, Servet Beyinşçocuklarının en büyük noksanı utanmak nedir bilmemeleridir. Vallahi, size hiçgelmeyi imin sebebi, bu çocukları şgörmemek içindir; ya biri ya öbürütarafından, maazallah, saygısızca bir muameleye maruz kalırım diye adeta tirtir titriyorum.Selma Hanım, birdenbire samimile ti:şKarde im, karde im, dedi, bunlar bizim şşsebebi felaketimiz olacaklar.Naim Efendi, hem iresini bütün şsöylediklerinde haklı buluyordu. Bununla
beraber istiyordu ki, tamamıyle haksız olsun ve kendi kendine öyle diyordu:şHem irem, öteden beri her eyi fena şşgörmeye mütemayildir. Çocuklu unda neğkadar hırçın; ne kadar geçimsizdi! Bu mizacı hala de i medi. Etrafında herğ şzaman u ra acak bir kimse arar. Birini ğşparma ına taktı mı, nihayetine kadarğyapmadı ını, söylemedi ini bırakmaz; ğğzevci merhum Afıf Pa a, onun elinden azşmı çektiydi? Biçare ne kadar haluk ( yi İhuylu), usluydu; evlilik hayatındakıskançlı ı, üpheyi davet eden hiçbir ğ şhareketi yoktu. Bununla beraber, evindeher gün yeni bir istintaka (sorgulamaya) her gün bir istizaha (Açıklamaya),bir münazaa (A ız kavgası) veya ğmünaka aya maruz kalırdı.şNaim Efendi, Sa olsun diyordu, hem ire ğşkendini hala eski devirlerdezannediyor. Kıyafetler gibi ruhlar da de i ti. Büyüklere eski itaat, eskiğ ş
hürmet nerede, kimde var? Bizim gördü ümüz terbiyedeki insanlarla imdi ğşalay ediyorlar. Belki hakları da var, her eski ey biraz acayiptir, çocuklarımızınşçocuklarını kendimize uydurmaya çabalamak ne beyhude! Onlar, her şeyden evvel, zamanın icabatına uymaya mecburdurlar. Hem ire istiyor ki, Seniha şkendisi gibi olsun. Bu mümkün mü? Gençli imizde kendisinin ya ayı ı, ğşşgiyini i, dü ünü ü büyük valdenin şşşya ayı ına, giyini ve dü ünü üne şşşşşbenziyor muydu?Naim Efendi, hadiseleri böylece tevil etmekle (Yorumlamakla) beraber, içiniçin kendisini hem iresiyle mutabık şbuluyordu; fakat bu mutabakattaanla ılmaz bir acılık vardı, acılık ona a ır şğgeliyordu. Bunun içindir ki, kendisini hem iresine ba layan bütün o terbiyevi şğve ananevi rabıtalardan (Ba lardan) ğ
kurtularak, bir genç adam gibi mütebessim, çalak torunlarınınsafına atılmak istiyordu. Zira, kalbi bütün kuvvetiyle o taraftaydı.Denilebilir ki, hiçbir dede, torunlarını bu kadar derin bir efkatle sevemezdi. Naim şEfendi, Cemil ve Seniha için yalnız bir büyükbaba de il, bir nine, bir birader ve ğbir hem ireydi. Hele Seniha'yı adeta şco kunlukla, adeta a kla seviyordu.şşOnun sesi ve onun tebessümü, son senelerinin yegane saadetiydi. Seniha do up büyüyünceye kadar, konakta, ğNaim Efendinin kahkaha ile güldü ünü ğhiç kimse i itmemi ti. Yalnız bu ye il şşşgözlü, beyaz çocuk, tombul bacakları üstünde odadan odaya ko maya ba ladı ı şşğgünden beridir ki sabık Evkaf Nazırının günde hiç olmazsa birkaç kere kıs kıs güldü ü duyulurdu. Seniha, onun ğnazarında daima bu güldüren küçücük çocuktu. Ne zaman büyüdü? Ne
zamandan beridir ki kendisinden bu kadar ciddiyetle bahsettiriyor?Naim Efendi kona a avdetinde, kapının ğönünde ye eninin o lu Hakkı Celis'eğğrast geldi; htiyar adam, bu çocu u da İğtorunları derecesinde severdi; peka ır ba lı ve mahcup tavırlı bir gençti. ğşGerçi, biraz haylazdı ve beyhudeşeylerle me guldü. Naim Efendi şgeçenlerde, onun iir diye yazdı ı bazı şğgarip manzumeleri görmü tü de hayretler şiçinde kalmı ve çocu un aklına dair şğepeyce endi eye dü mü tü. O girerken şşşHakkı Celis çıkmak üzereydi.Nereye böyle, küçük air? dedi.şVe çenesinden ok adı. Küçük air, iki şşsaatten beri burada Seniha'yıbekliyordu. Genç kız bir gün evvel ona birkaç kitap sipari etmi ti ve ö ledenşşğ
sonra ak ama kadar kendisini şbekleyece ini söylemi ti. Halbuki, çoktan ğşçıkıp gitmi ve hala gelmemi ti.şşGenç Hakkı, mahzun mahzun:‘Efendim, çok bekledim, geç oldu, eve gidiyorum.’ dedi.Fakat, büyük dayısından ayrılır ayrılmaz, do rudan do ruya eve gitmedi.ğğCihangir'in arka sokaklarından dola arak şBeyo lu'na çıktı, bir a a ı beğş ğşyukarı dola maya ba ladı. Her hususta şşdalgın, yalnız bir eye uyanık veşdikkatliydi. Gözleri, halkın arasından caddeden geçen arabalardan, hiçyanılmayan bir nüfuz, hiç yorulmayan bir sebatla Seniha'yı arıyordu. Onun sıksık u radı ı ma azaların, dükkanların ğğğhepsine birer iki er kere girip çıktı.şKö e ba larında, kapı önlerinde durdu, şşbekledi. Bir müddet Taksim'den öteye
kadar yürümeyi dü ündü. Seniha'nın o şcivarda pek çok tanıdıkları vardı, belkionlardan birini ziyarete gitmi ti. Fakat, şhangisinin? Hakkı Celis, bunlarınhepsini tanır ve oturdukları evleri bilirdi.Saatine baktı, kendi kendine: Oh! Ne kadar gecikmi im! dedi.Büyükannesineşyine meram anlatmak lazım gelecekti. Son tünel gideli yarım saat olmu tu.şHakkı Celis, birdenbire yorgun oldu unu ğhissetti; kan ter içindeydi ve kalbinde nihayetsiz bir azap vardı. Bütün inece i ğini leri, çıkaca ı yoku ları, geçece i şğşğsokakları dü ündü. Her eye ra men, şşğCihangir'e dönmek için iddetli, şdayanılmaz bir arzu duydu; fakat mahcup, korkak ve iradesizdi. Sonrada için için Seniha'ya kızgındı. Kendi kendine: Beni neden beklemedi?diyordu. Ba kalarıyle dola mayı benimle şşkonu maya tercih edi indeki sebepşş
nedir? Bana kar ı hiçbir temayülü yok şmu? O kadar duygulu, o kadar heyecanlıbir ruh, benim ruhumdan ba ka kimin şruhuna e olabilir? Macit Bey benden şdaha mı zarif? Nazif Bey benden daha mı anlayı lı? Faik Beyde sevilecek ne var? şBu, ara sıra tuhaflık etti i ve hikayeler ğsöyledi i için herkesin ho una giden birğşadamdır. Hakkı Celis, ondan nefret ediyordu. Seniha'nın etrafındakilerden detiksiniyordu; fakat Faik Beye kar ı hususi şve derin bir kini vardı. Neden?Sebebini tayin edemiyordu. Bu adamda kendine kar ı tepeden bir bakı seziyorşşve bütün muamelesini küstah ve kaba buluyordu: Her eyi bilirim iddiasındadır, şdiyordu. On sene Avrupa'da dola mı , şşhala Musset'nin kim oldu unu bilmiyor. ğNe ımarık bir adam. Hakkı da var ya, o şkadar yüz veriyorlar. Do rusu; Seniha'ya ğş şa ıyorum.
Bununla beraber Seniha'nın kaç defa onun aleyhinde bulundu unu ğhatırlıyordu; hem de ne kadar iddetli bir şlisanla... Bir mükalemede Faik Bey ismi geçer geçmez daima Fransızca, 'Ah! le filou! diye haykıran Seniha de il midir?ğHakkı Celis kaç defa onun a zından Faik ğBeyin rezaletlerine dair hikayelerdinledi. Yok, yok, Seniha onu sevemez, bu kabil de ildir; diyordu. O da benim ğgibi bilir ki, bu adam gayet sathi, hissiz ve gösteri ten ibaret bir mahluktur! şHakkı Celis bu kati hükmün sonunda: Lakin u muhakkak ki beni de sevmiyor! şderdi. O halde kimi? O halde kim onun muhabbetine layıktır? Ve onun muhabbetine layık olmak için ne yapmak lazımdır? Hakkı Celis, her türlüfedakarlı a hazır oldu unu hissediyordu. ğğŞöhreti cihanı tutmu bir büyük airşşveya anı dillere destan bir büyük şkahraman olsa, acaba kendini ona
sevdirebilir miydi? Siyaset aleminde bir büyük rol oynasa, günlerce gazetelerkendinden bahsetmeye ba lasa, acaba şbir parça hayranlı ını, bir parçağalakasını celbedebilir miydi? Hakkı Celis: Hayır, bunların hiçbiri de il,ğfakat sevmek, daima sevmek! diyordu. Sonuna kadar, her eye ra men, ezalar,şğcezalar, hummalar ve gözya ları içinde ve şhastalıklar ve ölümler önünde daimasevmek.Çemberlita 'a geldi i, zaman, artık ne şğuzvi, ne manevi kuvveti kalmı tı.şİçi siyah, karı ık, kesif ve a ır bir eyle şğşdoluydu. Hakkı Celis, kona ınğkapısından girerken: Belki de en iyisi, bu muhabbet yolunda ölmektir, dedi.Bu içimdeki zulmeti uzun ve ate in bir şşür halinde onun önüne dökmek veölmek...
Fakat, merdivenlerden çıkarken sofadan ninesinin sesini i iterek, küçük birşçocuk gibi korktu, saat kaçta geldi ini ğgörmesin diye bir kö eye sindi,şsaklandı.
IVSeniha, iç sıkıntısından bitiyordu. Gönlü hiçbir eyle avunamıyordu.şEtrafındakilerin seslerinden, sözlerinden, kahkahalarından, daima aynı tarzdatekerrür eden seslerden artık usanmı tı. şBütün tanıdıklarından, kadın erkek,ayrı ayrı nefret ediyordu: Bahusus, Hakkı Celis'in in atlarına artık hiçştahammülü yoktu; geçen gün o kona a ğgelir gelmez, bu odasına çekildi vekendini yok dedirtti. Esasen birkaç günden beri odasından dı arıya hemen şhiç çıkmıyor gibiydi; ne görmek, ne görünmek istiyordu. Evin içindekilerden biri yanına girip çıktıkça, fena halde muazzep oluyor (Eziyet çekiyor,sıkılıyor) ve sorulan suallerin hiçbirine cevap vermiyordu.
Mütemadiyen okuyordu. Karde i Cemil'e: şAman kitap, aman kitap! diyordu veCemil eve her dönü ünde ona be on , şşcilt birden getiriyordu. Bu günlerzarfında Seniha'nın sabahtan ak ama şkadar üç romanı üst üste sigara içer gibiokudu u oldu. Hepsini de bitirdikten ğsonra, içi sıkılarak bir kö eyeşfırlatıyordu. Bu kitapların hiçbirisi arzusuna göre de ildi; bazısı budalacağhayali, bazısı hayvanca hakikiydi, bazısı da o kadar sönüktü ki, okunduktansonra hatırda hiçbir iz bırakmaksızın kapanıp gidiyordu.Seniha, tipiye tutulmu bir kimse gibiydi; şsaniyeler ve dakikalar sıkı birkar kasırgası halinde, yüzüne, gö süne ğçarpıyor, nefesi tıkanıyordu. Dört güniçinde birbirinden iddetli iki sinir buhranı şgeçirdi. Bir defasında Naim Efendi de hazırdı. Biçare htiyar, ömrü boyunca bu İkadar acılı bu kadar heyecan verici bir
manzara görmemi ti. Yavruca ın vücudu, şğgörülmez bir elin delice bir hareketle kıvırıp büktü ü bir urgan parçası gibiydi. ğSesi ve nefesi di lerinin arasına sıkı mı , şşşuzun, parlak tırnakları birer ince hançer uçları halinde avucunun etine saplanmı tı. Naim Efendi:şAman, ellerini açınız rica ederim, ellerini... diyordu.Ve hekimin ö retti i bir usul üzerine ğğyumruklarını var gücüyle genç kızınkursa ına bastıran Madam Kronski'yi ğomuzlarından tutup geriye çekmekistiyordu.O günden beri Naim Efendi, Seniha'nın bu derdine bir çare aramakla me guldür. şBa vurmadı ı hekim kalmadı. Tıpla şğalakası olmayanlardan bile salıkistiyordu. Bununla beraber, ne evin içinde, ne hariçte hiç kimsenin kendi
endi esine i tirak etti ini görmedi, onun şşğiçin kalbi biraz müsterih oldu.Di er taraftan hekimlerle mü averelerinin ğşneticesinde de anladı ki, bu öldürücü hastalık de ildir, evlenmek ve ğdo urmakla geçer, gider. Naim Efendiğo günden beri torununu evlendirmek çarelerini dü ünmeye ba ladı. Bu şşmaksadını evvela kızına açtı. Seniha'nın annesi her sözü tasdik eden kadınkadınlardandı.In allah sayenizde o mürüvveti de şgörürüm;' dedi; fakat, ne çare kiSeniha katiyen arzu etmiyor; babası da yirmisini geçmeden olmaz, diyor.Şimdiye kadar kaç görücüyü kapıdan çevirdik. Sa olsunlar, çocuklar dağbabaları da bir fikirde, bir tabiatta... Eski adetlerimizin hiçbirini kabul etmiyorlar. İlle, bey, görücü denildi mi, küplere biniyor...
Naim Efendi, görücülere kar ı evin içinde şböyle bir muhalefet ittifakınınmevcut oldu undan haberdar de ildi ve ğğevlenmek ça ına gelmi bir genç kızın ğşgörücüye çıkmasındaki mahzuru hissedemiyordu.Kızla erkek, birbirlerini bulup tanı acaklar, görü ecekler, sevi ecekler,şşşaralarında evlenmeye karar verecekler. Neden sonra bu karar, ana babayatebli olunacak ve nikah aktedilecek! Kim ğbilir, kimi intihap eder! (Seçer)diyordu. Hususiyle, bütün o tanı ıp şsevi melerinden sonraki nikah, ona, gayriştabii ve fuzuli bir merasim gibi geliyordu. Şüphesiz her ey bu nikahtan evvel,şkimsenin haberi yokken, kendili inden ğolup bitiveriyor ve bu hal, izdivaçtakime ruiyeti, ahlakiyeti ta esasından şmahvediyordu. O lan ve kız, karı kocağolmazdan evvel, ana ve babadan gizli a ık ve ma uka, yani zani veşş
zaniye (Zina eden erkek ve kadın) oluyorlardı.Bir zevk ve huzur yuvası olmaktan ziyade, analık ve babalık gibi kutsi veinsani birtakım vezaifın menbaı (Görevlerin kayna ı) olan mübarek aile ğoca ına; evvelce tanı ıp sevi mi bu ğşşşgenç çift, mü terek bir günahın lekesiyleşkirlenmi olarak girecekti.şNaim Efendi, kendi kendine:Badema, böyle bir çift arasında hürmeti mütekabile (Kar ılıklı saygı) nasıl caris şolabilir? O ilk zaaf ve ma lubiyet ğdakikasının hatırası, ikide bir onları utandırmaz mı? Kadın, erke in ne kadar ğnefsine ma lup, erkek kadının ne kadar ğmukavemetsiz, ne kadar haysiyetsiz oldu unu dü ündükçe bu ondan oğşbundan akıbet (Sonunda) nefrete ba lamaz mı?ş
Naim Efendi, mutaassıp bir adam de ildi; ğharem ve selamlık usullerindençoktan vazgeçmi ti. Seniha'yı ve kızını şerkekler içinde ba ı açık görmeyeşçoktan alı mı tı. Fakat, bazı yeni adetleri şşsadece güzel ve ho bulmuyordu.şNitekim, yeni tarz evlenmeler de ona, fena olmaktan ziyade, çirkin ve tatsızgeliyordu. Dü ünden evvel birbirlerini o ğkadar iyi tanıyan kızla o lan içinğgelin olmanın, güvey girmenin artık ne sırrı, ne heyecanı, ne cazibesi kalır?Duva ı açan el titremeden, duva ı açılan ğğyüz kızarmadan birbirineyakla anların dü ünlerindeki sevinç ve şğsaadetin manası nedir? Ah, yeni yeti enşnesil ne acınacak bir haldeydi? Yannki çocuklar saygı, itaat ve görenek gibikayıtlardan kurtulacak, fakat aynı zamanda bu kayıtların temin etti iğzevklerden, saadetlerden de mahrum kalacaktı. Gittikçe sathile ecekler;ş
gittikçe kabala acaklardı ve akıbet şba ıbo bırakılmı hayvanlar gibi,şşşoradan buraya, buradan oraya atılıp dururlarken, günün birinde ya bir çukuradü ecekler, ya da bir suda şbo ulacaklardı.ğSeniha, imdi böyle ba ıbo ahlanmı bir şşş şşhayvan üstünde gibiydi. Fakat,kendini daracık bir saha içinde, mahsur ve mahpus hissediyordu. Ruhunda çılgıncevelanların, bitmez tükenmez mesafelerin hasreti vardı. En küçük teferruatına kadar her eyini ve her ştarafını bildi i ve ezberledi i bu evden, ğğdo du u günden beri daima aynı havayı ğğyuta yuta adeta bunaldı ını hissetti i buğğmemleketten kaçmak, uzaklara, görülmemi , i itilmemi eylere do ru ş şş şğgitmek istiyordu. Avrupa'nın enlik ve şaydınlık ehirleri, onu büyülü bir suretteşkendine do ru çekiyordu. Çölde yürüyene ğserap neyse, Seniha'ya Avrupa oydu. Ne
yapsa, ne i lese hep oraya gitmek içindi; şbulundu u yerin hiçbir eyinde gözüğşyoktu. Bütün gün o ziyaretlere gidi leri, o şmisafır kabul edi leri, o ma azadan şğma azaya dola ı ları, etrafındaki ğş şgençlerle o uhlukları, o piyano çalı ları, şşdans edi leri, giyini leri, süsleni leri, şşşbütün o çılgınlıkları, durgunlukları hep bu hasreti avutmak; bu derdi unutmak içindi. Seniha'ya gore stanbul'da hiçbir İşey dikkate de mezdi; buradaki hayatın ğherhangi nevinde olursa olsun, gönül bulandırıcı bir yavanlık vardı. Ara sıra Faik'e:Size a ıyorum Faik Bey! derdi. Bu ş şşehirde hiç sıkılmıyor gibisiniz; dahado rusu, her eyle avunup ğşe lenebiliyorsunuz. Siz ki Avrupa'da ğbüyüdünüz, oradaki hayata alı tınız, nasıl şoluyor da oraya tekrar dönmek ihtiyacı bile hissetmiyorsunuz?..
Faik Bey gayet alafranga bir kahkaha ile güler:Avrupa mı? Ah! J'an ai soupe ma chere(Ah! Orası bıkkınlık verdihayatım!) derdi ve bu genç adam, Seniha'ya bu cihetten de harikuladegörünüyordu, zira kendi kalbinde en ate li arzuları, en yüksek emelleri te kilşşeden eyler bu adam için evvelce ştadılmı , duyulmu ve bıkılmı birtakımşşşbayatlamı tatlardan ibaretti.şSeniha, zevk ve haz bahsinde Faik Beyin çi neyip, emip yere attı ı meyvelerin ğğposasına, a zının suyu akarak, di lerini ğşuzatan bir obur dilenci gibiydi; kendisi de, Faik Beyin yanında biraz bu kadar a a ılara indi ini hissederdi. Bunun ş ğğiçindir ki kalbinin bir kö esinde bu genç şadama kar ı gayet gizli, fakat had bir kin şta ımaktadır. Di er taraftan Faik Bey de şğ
farkına varmaksızın bu kini beslemekte ve alevlendirmektedir. Seniha'ya karışmuamelesi ya so uk bir tarzda ğhürmetkar, ya arkada ça laubali veyahut şsadece akacıydı. Bazen sahte ve istihza şile karı ık çapkınlıkları, uhlukları daşşolurdu ve tam Seniha bunları ciddi telakki edece i sırada, bu hafif ve havaiğgenç, avucunun içinden kayıp giderdi: Geçen yıl öyle anlar oldu ki, Seniha,onu delicesine sevdi ini zannetti. Zira o ğzamanlar Faik Beyinşaklabanlıklarına nihayet olmuyordu. Gününe, saatine göre, kah efkatli, kahşsadece ok ayıcı, kah kıskanç ve şmütecessis bir adam ekline girerdi. şHerkesin önünde Seniha'nın ta gözleri içine bakı ları, yanına yakla tı ı zamanşş ğdizleriyle dizine bir temas edi leri, yalnız şkaldıkları vakit derin derin susu ları vardı şki, genç kıza o zamana kadar hiç tanımadı ı tatlı bir korku verirdi.ğ
Seniha, bütün a k ve macera oyunlarını şFaik Beyle kendi arasında geçen buiçin için yapılan münaka ada ö rendi ve şğne vakit ki Faik Beyin harekatındalakaydiye benzer bir de i iklik sezmeye ğ şba ladı, o zaman bu oyunda muvaffakşolmak için ne kadar çok maharete, ne kadar çok idmana muhtaç oldu unuğhissetti. Kendi kendine aylarca: Beni çok acemi buldu, mutlaka beni çok acemibuldu! dedi.Vakıa Faik Bey, onu çok acemi bulmu tu. şKüçük ya ından beri pek güzel, pekşzarif kadınlar tarafından sevilip ok anmaya alı mı bu genç adam için,şşşon altı, on yedi ya ında bir genç kızın şmuhabbetini kazanmaya çalı mak, onunşiçin bir züldü. Faik Bey, sevilmek için sevenlerdendi. Isterdi ki, kadın ona,gözleri ve dudakları ate içinde, dizlerinin şüstünde sürüne sürüne gelsin.
Ufacık bir gurur, ufacık bir mukavemet onun bütün gayretini kırardı. Senihaile i te böyle oldu. Vakıa bu genç kızda şhiç mukavemet niyeti yoktu. Fakat,vücudunda genç kızlı ın bütün vah eti ve ğştoylu u vardı. Mütemadiyen kaçmak,ğkovalanmak istiyordu. Faik Bey ise bu mütemadi kovalamaya hiç gelemezdi.Zira, Seniha'ya kar ı dü künlü ü geçici şşğbir hevesten ibaretti. Ona devamlıhisler telkin edecek, ancak olgun ve bilgiç kadınlardı. Faik Bey, arkada larına şkadından bahsederken: Otuzundan a a ısını geç! derdi ve hayatta yegane ş ğemeli, seçkin ve zengin bir dulla evlenmekti.Seniha'nın Faik Beye kar ı duydu u kinin şğba lıca sebeplerinden birisi de,şböyle zengin bir izdivaç pe inde şko u uydu. Belki bu genç adam, ş şkendisini zengin olmadı ı için ğ
horgörüyordu. Vakıa Seniha, paraya ehemmiyet vermeyen, daha do rusu, ğpara mefhumunu iddetle hissetmeyen şkibar ve hayali aile kızlarından de ildi, ğkanında bu hasis arzuyu epeyce yüksek bir hararet derecesinde tutan yabancı bir unsur vardı; zira, ne annesi, ne babasıtarafından böyle bir hırsa tevarüs (soyaçekim) etti ine ihtimal verilemez: ğBununla beraber, una daşhükmetmemelidir ki, Naim Efendinin torunu, parayı para için sevenkızlardandır; bu rezilet (Kötü huy) onda fazla süslenmek, fazla e lenmek,ğgeni ya amak, çok seyahat etmek şşarzularından do mu bir histen ba ka ğşşneydi?..Seniha'nın, i te bu emellerine mani olan şve adına müzayaka denilen eyle;şbo up mahveden havaya tahammülü ğyoktu. Bunun içindir ki, o da ara sıra Faik
Bey gibi, zengin bir izdivaç hulyasına kapılıyor ve fakat aynı hulyayıba kalarına bir ayıp eklinde şşgöstermekten de vazgeçemiyordu.
VHekimler, Seniha'ya biraz, yer ve hava de i tirmeyi, biraz kırlarda veğ şdenizlerde gezip e lenmeyi tavsiye ğettiler, bunun içindir ki, Naim Efendinintorunu, Madam Kronski ile beraber bir haftadan beri Büyükada'da bulunuyorlar.Burada, halası Necibe Hanımefendinin kö künde misafirdirler.şServet Beyin hem iresi, zevcinin şvefatından beri a a ı yukarı be senedir,ş ğşyaz kı hep Büyükada'da oturur. Kö kü, şşHristos'ta tamamıyle çamlar içinde,gölgeli ve asude bir kö ededir. ehre şŞnadiren iner, akraba ve taallukatıylehiç görü mez ve kar ıdan bütün zevkini şştek ba ına kalmakta bulan bir hanımşgibi görünür. Halbuki hayatı, için için gayet karı ık ve gayet gürültülüdür;ş
merhum zevci gibi delikanlılara, taze kadınlara, içkiye ve saza, ya la hiçşsönmeyen bir dü künlü ü vardır. Yaz ve şğkı , gece ve gündüz e lencesiz geçenşğzamanı nadirdir. Ya kendisi günlerce gider, ya ona günlerce gelinir.Bo zamanlarında ise birtakım izdivaç şi leriyle, mua aka (Sevi me,şşşkar ılıklı a k) entrikalarıyle me guldür. şşşDerler ki, Necibe Hanımefendi bui lerle kendine maddi menfaatler temin şediyor. Lakin bu bir iftiradır. NecibeHanımefendinin birçok gence kız buldu u ğve birçok dul kadınlara koca aradı ı,ğpek çok sevdalıları çatısının altında banndırdı ı do rudur. Fakat, uzaktanğğciddi gibi görünen bu i ler, onun için bir şe lence ve bir zevkten ibarettir.ğNitekim bu kadın, bir haftadan beri, biraderinin kızına belki ellinci defaolarak, yarı aka, yarı ciddi:ş
Kız, gönlünü avutmaya bak; kız, gönlünü besle! deyip duruyordu.Seniha, halasını çok sevmekle beraber, onu pek baya ı bulurdu. Ne giyini i,ğşne ya ayı ı, ne söz söyleyi i, onun şşşzevklerine göre de ildi. Necibe Hanım,ğyüzünün yüzlerce derin çizgisine ra men ğhala düzgün yürüyor, gözlerine sürmeçekiyor ve saçlarını açık sarıya boyuyordu. Kıyafeti yüzünden daha azşatafatsız de ildi; türlü renkte ipekler ğiçinde tıpkı egzotik rollere çıkmı bir şopera aktrisine benziyordu.Seniha, Ada'ya geldi i günden beri, ğhalasiyle gezintilere çıkmaktançekiniyor, fırsatını bulursa, madamla beraber yalnız çıkıyor veyahut evdekalıyordu. Zavallı Necibe Hanımefendi, bu acayip tabiatlı kızı nasıl e lendirece ini ğğbilmiyordu:
Bari, i li'deki arkada larını ça ır; Ş şşğhazzetti in kimseler varsa onlarla gez, ğe len! diyordu.ğZira Seniha, halasının evine gelip gidenlere ancak selam veriyordu. kideİbirde Madam Kronski'ye:Ne kadar fena giyiniyorlar; e lenceleri ne ğkadar adi! diye söyleniyordu ve halası, onun bütün tavırlarından, gizlice yüzünü ek itmelerinden, kendi cemiyetlerine ne şkadar yabancı oldu unu, hissediyordu. ğBir gün Seniha'ya haber vermeksizin Cemil'i ça ırttı ve dedi ki:ğO lum, zannedersem hem irenin burada ğşfena halde canı sıkılıyor; çünkü,ahbaplarından ve akranlarından uzaktır. Kendisine kaç defa söyledim. Burasısenin evindir. Istedi in kimseleri ça ır ğğdiye... Anla ılan, bana a ırlı ışğğ
olur fikriyle istemiyor. Halbuki bana u şkadarcık, a ırlı ı olmaz. Kö k geni , ben ğğşşkalabalı ı severim, bahusus etrafımda ğsizin gibi gençler olursa büsbütün içim açılır. Göreyim seni; git ne kadar ne eli şdostlarınız varsa, hepsini topla gel!..Cemil için bu, beklenmedik bir nimet oldu. O da halası gibi her türlüe lentiye dü kündü; hususiyle kaç ğşzamandır sevdi i kadın elinden gideliğBeyo lu'nda ne yapaca ını, nasıl vakit ğğgeçirece ini bilemiyordu. Halasıyleğmükalemelerinin (Konu malarının) ertesi şgünü, stanbul'a döndü ve çarçabukİbir arabaya bindi, do ru Belkıs Hanımın ğevine gitti, üç ay evvel zengin birİhtiyar mebusla evlenen bu genç kadın, evinde can sıkıntısından çatlıyordu.Bu daveti kabul etti. Cemil oradan, Nuriye ve Neyyire Hanımlara u radı. Buğiki hayali ve edebi genç kız için Büyükada adeta bir arz-ı mev'ut (Kutsal
kitaplarda Filistin için kullanılan deyim, tanrının kullarına vadetti i toprak) idi; ğikisi birden:Ah, ne iyi, tam da mehtap!.. dediler.Sonra: Kimler var? diye sordular. Cemil:Erkek namına, yalnız benle Faik, dedi.İki hem ire, suni bir hüzünle:şAh, Hakkı Celis yok mu? Bizim küçük şairimiz! Hakkı Celis! dediler.Cemil'in onu ça ırmaya hiç niyeti yoktu. ğO da hem iresi gibi bu sersemşçocu u manasız ve tahammül edilmez ğbuluyordu. Mamafih, garip bir tesadüf eseri olarak, onlar tam böyle konu tukları şsırada hizmetçi, Hakkı Celis'i odayagetirdi. Genç kızlar hem sevinci, hem hayreti ifade eder bir çı lık kopardılar:ğ
Gördünüz mü? Gördünüz mü? airin Şilhamı ne kadar kuvvetliymi !..şVe Cemil'in söz söylemesine meydan vermeksizin genç adamı kendilerinerefakate davet ettiler. Cemil, oradan biraz kızgın çıktı; bütün keyfi kaçmı tı. Ak am şşüstü Tokatlıyan'da Faik Beyi gördü ü ğzaman, Ada e lencesiğtasavvurundan ve halasının davetinden adeta yarım a ızla bahsetti. Ve ertesiğgünü sabahleyin hep bir arada, aynı vapurla gitmek mukarrerken(Kararla tırılmı ken) O, ak am üstü en şşşson vapura kaldı.Bir haftadan beri yalnızken epeyce bıkmı şolan Seniha için misafirlerin böyle hep birden geli i, beklenmeyen bir vakıa şoldu:
Ah, ne iyi ettiniz, ne iyi! Yarabbim, ne büyük sürpriz! Bunu Cemil mi yaptı? Aferin Cemil'e... Fakat, o nerede kaldı? diyordu.Seniha'nın dostları, onun ikide birde bu suali tekrar edi indeki saklışmanayı anlıyorlardı. O nerede kaldı? demek Faik gelmeyecek mi? demekti vegülerek:Gelmez olur mu? Mutlaka gelecek, Faik Beyle beraber...Fakat ak am, Cemil'i getiren son şvapurdan, Faik Bey çıkmayınca, Senihabiraz evvelki ne esini kaybeder gibi şoldu... Cemil:Mutlaka gelecekti. Nasıl olur? Çantasını gözümüzün önünde hazırladı. Hoteldes Etrangers'ye inecekti, sakın gelmi şolmasın!..
Ve Cemil'in bu sözleri kalplerde hiç olmazsa yarın için biraz ümitbırakıyordu.O geçe Büyükada'da zümrüt renginde tatlı ve durgun bir mehtap oldu.Çamların altında, yollarda sessiz bir kalabalık vardı. Bütün gezinenler,hatta e ekler üstünde ko u anlar bile şş şmahzun görünüyordu. Ayın berrakaydınlı ı her eye koyu karanlıkta daha ğşziyade esrar vermi ti. Zira, herkesteşbir hayalet hali vardı ve a açlar birtakım ğcanlı mahlukat gibiydi.Hakkı Celis, ikide bir:Seniha ablamın gözlerinin renginde bir gece... diyordu.Fakat Seniha, bu sözü i itmiyordu. şCemil'le Belkıs'ın ortasında epeyce
hararetli bir muhavereye dalmı , önden şyürüyordu. Nuriye Hanım:Ye il gözleri çok mu seversiniz? dedi.şNeyyire ilave etti:Oh, ben siyahlara, koyu siyahlara bayılırım!,.Bunun üzerine Hakkı Celis, gözlere dair yava sesle bir uzun iir okudu. Buşşiki genç kız üzerinde iirin tesiri adeta şşehvet uyandırıcıydı. Bazen birmısrada ate li bir duda ın temasını şğduyarlardı. Nuriye, ani bir heyecanlagenç adamın kolundan tuttu ve iddetle şkendisine do ru çekerek a zını kula ına ğğğyakla tırdı:şYe il gözleri sevmeyiniz. Sizi anlayan şsiyahlardır, dedi.
Kendininkiler kömür gibi simsiyahtılar.Hakkı Celis neye u radı ını bilemedi. Ilk ğğdefadır ki, bir kadın eli onu bukadar iddetle kendine do ru çekiyordu. şğBütün vücudu kuvvetli bir rüzgarhamlesine maruz kalmı bir dal gibi ştitredi. Genç kızlar, genç airinşsallandı ını hissetmi ler gibi biri bir ğşkoluna, öbürü öbür koluna girdi, herikisi de iki tarafından kuvvetle bastırıyordu. Hakkı Celis, bü iki vücutarasında kendini adeta bir kıskaç içinde hissetti. Yürümesini ve sözünü a ırdı. ş şFakat onlar konu uyorlar ve kendini şsürüklüyorlardı:Ah, ne sevdavi (sevda dolu) bir gece, ne sevdavi bir gece!..Bu gece, Hakkı Celis için de pek sevdavi idi. Ayın her huzmesinden onun
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 490
Pages: