vermezlerdi. Naim Efendi, küçük ye eninin sözlerini bazen hiç i itmezdi ğşbile.Hakkı Celis'e gelince, o, ekseriya konu urken evvelce ne dedi ini şğunutuverir ve en can alacak bir cümlenin ortasında birdenbire durarak bön bön dayısının yüzüne bakardı.O zaman Naim Efendi, zoraki bir tebessümle gülümseyerek:Küçük air yine daldın. Yine hayalata şdaldın! derdi.Bu dalgınlıklar çok kısa, Seniha'dan taze bir haber geldi i günler vaki olurdu. Yeni ğbir mektup geldi ini, Hakkı Celis, kona ın ğğiçine ilk adımında hissederdi. Nereden? Nasıl? Bunu kendisi de bilmezdi. Evin havasında de i en bir ey sezerdi ve ğ şşSekine Hanımın kar ısına çıkar çıkmaz, şkadınca ız daha bir kelime söylemeden:ğ
Teyze mektup aldınız de il mi? derdi.ğBu mektupların bazıları ona gösterilirdi; fakat birço undan yalnız bahsedilirdi. ğHakkı Celis, bu mektupların hiçbirinde kendine dair bir kelime bulunmadı ını ğbilmekle beraber hepsini ayrı ayrı, uzun uzun okumak ihtiyacıyle yanardı. Zira, bu mektuplarda Seniha'yı hiç de ilse ğhayaliyle adım adım, merhale merhale takip etmek imkanını bulurdu. Genç kız Paris'te mütevazi bir pansiyona yerle ti ini ve me hur bir musiki inastan ş ğşşpiyano dersi aldı ını yazıyordu:ğBurada hayat su gibi akıyor; diyordu. Saatlerin nasıl geçti ini bilmiyorum. ğSabahları Luxembourg bahçesinde dola maya gidiyorum. Tenha birşyere çekilip elimde bir kitap bir kanepenin üzerine oturuyorum ve beyaz
heykellerin omuzlarına dü en yaprakları şseyrediyorum. Ak amları geli igüzelşşherhangi bir caddede birkaç adım yürümek bana dünyanın bütün ne velerine denk gibi geliyor. Buranın şta ını, topra ını kendi memleketimden şğziyade seviyorum.Ahalisi ne kadar nazik, ne kadar zinde, ne kadar iyi insanlar!Seniha son mektuplarında biraz parasızlıktan ikayet etmeye ba ladı. şşHatta birinde Sekine Hanım epeyce tela a dü tü; elmaslarını rehine vermeye şşkarar verdi; fakat Servet Bey: Bırak biraz burnu sürtülsün! dedi ve mani oldu.Bir ay sonra Seniha önce bir mektup, sonra bir telgrafla do rudan do ruyağğNaim Efendiye ba vurdu:şMektupta: Büyükbaba, aç kalmak üzereyim. mdadıma yeti ! diyordu.İş
Telgrafında stanbul'a dönmek için yol İharçlı ı istiyordu. Naim Efendi, hemenğRagıp Efendiyi ça ırttı. Aralarında ğsaatlerce müzakereler oldu; günlerceöteye beriye ba vurdu; para bulmanın şimkanı yok gibiydi; Naim Efendi neredeyse maa senetlerini yüzde otuz şfaizle sarrafa kırdıracaktı. Nihayet, hanınkiracılarından iki senelik bedeli icara (Kira bedeli) mahsuben bir avans alındı.Seniha'nın mektuplarında Hakkı Celis'i alakadar eden eyler bu paraşmeseleleri de ildi. Paris'teki hayatını en ğküçük teferruatına kadar anlatan bukız Faik Beye' dair bir kelime yazmıyordu. Halbuki herkes Faik Beyin orada,onunla beraber oldu unu biliyordu. ğGeçenlerde, Nuriye ve Neyyire Hanımlarda Paris'teki bu garip bulu maya şdair söylenilmeyen hikaye ve yapılmayan ima kalmamı tı.ş
XIIServet Beyin, kaynatasına kar ı şhissetmeye ba ladı ı kin ve gayz sonşğzamanlarda had bir devreye girdi, araları gerginle tikçe gerginle ti. kisişşİde bir çatı altında ya adıkları halde şaylardan beri birbirlerini görmüyorlardı.Servet Bey, ikide bir zevcesine ayrı eve çıkmaktan bahsediyordu.Hayatımın sonuna kadar böyle her günümü zehir edemem; diyordu. Biraz damüstakil, hür ve kendi fikrime, zevkime göre ya amak, evimin hakiki sahibişolmak isterim. Gücenme ama bu içgüveyli i canıma tak dedi; son ğzamanlarda baban da çekilmez bir hale girdi. Anlamıyor de ilim beni; istiskal ğ(Kovarcasına davranmak) ediyor. Her
tavrı, her hareketiyle bir an evvel ba ından defolup gitmemi istiyor.şSekine Hanım itiraz edecek oluyordu; Servet Bey sert bir hareketle onususturuyor:Efendim, tevile (Sözü çevirmeye, ba ka şanlam vermeye) ne hacet; i te vakaşmeydanda. ki aydan beri bana yüzünü İgöstermeyen bir adamın evinde bundanfazla nasıl oturabilirim? Hem do rusu, bu ğevde bir türlü rahat edemiyordum;senelerden beri bu geni odalarda altı ay şkı bir türlü ısınmanın, senelerdenşberi altı ay yaz bir taraftan nefes almanın imkanını bulamadım. Bu ne çokpencere, bu ne çok kapı... Kanunusanide (Ocak ayı) duvarların arasından bilehava i liyor. Nasıl dö esek, ne yapsak şşnafile. Daima her tarafında birsı ıntı gibisin. Sana öteden beri söylerim. ğŞ şi li'de, o mükemmel ve yeni
apartmanlar dururken burada bir göçebe halinde ya amanın manasınışanlayamıyorum. Koca evde adamakıllı bir banyo odası bile yok. O hantal hamamıyakmak için üç gün evvel hazırlanmak, üç çeki odun yakmak, ikide birdekazanını sıvattırmak, ikide birde kurnalarını tamir ettirmek lazım geliyor.Bu erait dahilinde ayda bir kere bile şyıkanmak müyesser olamıyor.Ş şi li'nin yeni usul, eletrikli, banyolu, apartmanları Servet Beyi,gittikçe çekiyordu. Ara sıra bo şvakitlerinde bunlardan birkaçını görmeyegitmek onun için en müstesna zevklerden biri yerine geçti. Do du u gündenğğberi aradı ı havayı nihayet stanbul'un bu ğİmahallesinde ve bu yeni evlerdebulabilmi ti. Vakıa bu apartmanların şmerdivenlerinden çıkarken: Ne yazıkasansör yok! diye hayıflanıyordu, fakat, üzerinde zarif beyaz bir plaka
Türkçe ve frenkçe numarası yazılmı , zil şdü mesi parıl parıl parlayanğkapılardan içeriye girip de burnu boyanmı parkenin kokusunu alır almaz şadeta içi açılıyor; oca ı çini taklidi frenk ğtu lalarıyle dö enmi mutfaklardağşşdakikalarca kalıyor, sonra o odadan bu odaya fesi elinde hayran hayrandola ıyordu. Kendi kendisine: Burası ş'Salle a menger' burası 'fumoir',burası salon, burası kütüphane, burası budvar, bıirası yatak odası; ikincibir yatak odası! diyor ve nihayet alafranga apteshane ile banyo odasınıntokma ına elini uzatır uzatmaz çıkıp ğcaddeye bakıyordu; cadde,geni li i, gürültüsü, telgraf, telefon, ş ğtramvay telleri, otomobilleri,ortasından geçen rayları, duvarlardaki ilanları ile onun beyninde tamamiylebir Avrupa ehri manzarasını şcanlandırıyordu.
Hele yeni i lemeye ba layan elektrikli şştramvay arabalarının çıkardı ığsesler ona adeta bir bando mızıka gibi geliyordu. Bu apartman ziyaretlerinde,kona a döndü ü ak amlar Sekine Hanım ğğşkocasını adeta bir sefahat yerinden henüzçıkmı kadar ne eli buluyordu. Ekseriya şşsuküti olan Servet Bey, böyleak amlarda susmasını bilmiyordu. şKarısına uzun uzun, inceden inceye, en küçük teferruatına kadar o gün gördü ü ğapartmanları birer birer tarif ediyordu.Sekine Hanım kocasını o zamana kadar hiç bu derece ho sohbet görmedi inişğdü ünürdü. Filvaki, Servet Bey, apartman şbahsinin haricinde hala ya hiçkonu maz, ya pek fena konu ur bir şşadamdır. Fakat bahis bu yeni a kına şdokunur dokunmaz dünyanın en mükemmel bir hatibi kesiliverirdi:Tramvay tam kapının önünde duruyor, diyordu: Iniyorsunuz, birkaç adım ya
yürüyor, ya yürümüyorsunuz, büyük, muhte em bir demir kapı önündeşbulunuyorsunuz... Fakat, demir kapı denilince, rica ederim, u bizim mahzeninşdemir kapısını hatırlama! Bir dantela gibi oymaları var; üst kısmının arkasınabuzlucamlar konulmu ; iki tarafında her şgün silinen, parlatılan bir sarıtopuz... Bir kanadı daima açık duruyor. Giriyorsunuz; hemen 'concierge' ba ınışodasından dı arıya çıkarıyor. Elinde şanahtarlar önünüze dü üyor; yava şşyava merdivenlerden çıkmaya şba lıyorsunuz. Bu merdivenler tertemiz, şbembeyaz; tırabzanların tahta kısmı mavun boyalı ve demir kısmı haiıf yaldızlıdır. Her dirse e bir yol halısı ğserilmi tir. Her katta kar ılıklı iki daire şşvardır; benim gezdi im üçüncü kattaydı.ğServet Bey, i te bu eda ile, gevi getirir şşveya a zının içinde bir macunğ
çi ner gibi kelimeleri eze eze tada tada ğsaatlerce anlatır dururdu. Sonra butatlı apartman bahsi kapanır kapanmaz üzerine bir derin hüzün çöker, garipgarip etrafına bakınır:Burada nasıl ya anır? u duvarlara bak, şŞşu tavana bak! Bu ne oda! Bu ne sofa! Allahım, sen kurtar, bir an evvel sen kurtar!Nihayet, günün birinde, Servet Bey, kendi tabiri vechile canına tak diyeniçgüveyli inden kurtuldu ve gönlünün son ğemeli olan i li apartmanlarındanŞ şbirine ta ındı. Bu, cadde üzerinde, bir şsokak kö esinde gayet muhte em, yenişşyapılmı bir apartmandı; içi henüz boya, şalçı ve demir kokuyordu. Bu yenibina kokusu içinde Servet Bey on sene daha gençle ti; sabahtan ak ama kadarşşadeta sarho gibiydi. Dö emecilerle şşberaber e yayı kendi yerle tirdi;şş
perdeleri kendi eliyle taktı, halıları serdi; karısı ikide bir ona:Bey, yorulacaksın! Bu kadar adam var, bırak yapsınlar! dedikçe:Canım, bu benim zevkim, bu benim zevkim! diye cevap veriyor ve a zınınğiçinde birçok alafranga havalar mırıldanarak, kolları sıvanmı , ba ı açık,şşelinde bir çekiç, kula ının arkasında bir ğkur unkalemi oradan buraya, buradanşoraya ko up duruyordu. Yemek odasını şFransız tarzında dö edi; fümüvarlaşkütüphaneye Ingiliz üslubunda kanepeler, masalar aldı; salon biraz melez oldu; zira, bütün, konaktan getirilmi e yadan ş şte ekkül etti. Yalnız Cemil'le, Seniha için şiki yatak odası ısmarlandı. Zira, Seniha bugüne yarınabekleniyordu. Kona ın öyle birdenbire ğterk edili inin sebebi de biraz buş
olmu tu. Naim Efendi, Seniha'nın şgelece ini i itir i itmez Sekine Hanımağşşdemi ti ki:şBeni mazur tut! Beni mazur tut, kizım; badema (Bundan böyle) katiyen yüzünügöremem, katiyen! Sa olsun, var olsun, ğfakat benden uzak olmak artıyle...şİşte bu söz üzerinedir ki, Servet Bey, apartmana çıkmak emelini ciddi birtasavvur halinde ortaya atmı tı; güya bu ştasavvur aynı zamanda Naim Efendihesabına bir hal çaresiydi: Servet Bey:Ne yapalım, mademki ne beni görmek istiyor, ne kızımı; mademki bizimhuzurumuz onu bu evin içinde mütemadiyen rahatsız edecek. O halde bir ba ka eve çıkmaktan ba ka çaremiz şşkalıyor mu?
Naim Efendi, Sekine Hanımın a zından ğkendisine anlatılan bu çareyi öfkesizve elemsiz kabul etti:Nasıl bilirseniz öyle yapınız! dedi.Fakat, ne vakit ki kızı Sekine Hanım:Ya siz, baba! Ya siz, burada yapayalnız ne yapacaksınız? dedi i zaman gözleri doldu ğve ba ı mutattan ziyade titremeye şba ladı.şİhtiyar adam:Ben mi? dedi. Kızım, siz beni dü ünmeyiniz, urada kaç günlük ömrümşşkaldı ?Sekine Hanım hüngür hüngür a lıyordu:ğVakıa Cenan Kalfa size benden iyi bakar. Ragıp Efendi de gelip karısı ile
burada oturacak. Hasan, Dilaver daima yanınızda bulunacaklar. Ben de her günsize u rarım. Fakat yine içim razı ğolmuyor. Babacı ım, gözüm arkamdağgidiyorum. Yüre im parçalanıyor.ğNaim Efendi, kızının teessürü kar ısında şgözya larını tuttu ve kendisi o kadar şteselliye muhtaçken ona dedi ki:Belki ben hem iremin yanına giderim şveyahut oradan birini yanıma alırım.Yalnız kalaca ım diye hiç merak etme!ğDaima büyük felaket günlerinde metanetini hiç kaybetmeyen Naim Efendi, bu sefer de sonuna kadar vakarlı ve sabırlı kaldı. Hatta i in en garibi i li'de şŞ ştutulan evin altı aylık kirasını bile kendisi vermekten çekinmedi ve göçmasrafının mühim bir kısmını cebinden ödedi. Lakin, ak am olup da ilk defaşkoca evin içinde yapayalnız kaldı ını ğhisseder etmez, gözlerinden ya larş
sessizce akmaya ba ladı; pek acayip bir şteessür içindeydi. Adeta kendiölümüne a layan, kendi yasını tutan bir ğadam gibiydi. Naim Efendi, bazımü kül demlerde benli imizde hasıl olan şğçiftli in ( kilik anlamında) en maraziğİbir ekline duçar olmu tu. Kendi kendine, şşmütemadiyen:Hey gibi Naim! Hey gidi Naim! diyordu. Bahtın ne kadar karaymı zavallı Naim! şDaha ne bekliyorsun? Daha ne duruyorsun? Yetmedi mi? Yetmedi mi?İlk ak amdan beri yanından ayrılmayan şHakkı Celis onu ekseriya böyle kendikendine konu urken buluyordu. Bir şdefasında adeta korktu; büyük dayısınıaklını oynatmı sandı; kapının e i inden şş ğgeri geriye çekildi. Oda yarıkaranlıktı ve Naim Efendinin büzüldü ü ğkö eden yalnız sesi duyuluyordu. HakkışCelis, sesi titreyerek sordu:
Dayı, kiminle konu uyorsunuz, kiminle?şİhtiyar adam hafıfçe güldü:Kendimle, yavrum, kendimle! Benim derdimi benden ba ka kim anlar? dedi.şVe bu saatten itibaren Naim Efendi ile Hakkı Celis adeta arkada oldular.şÖyle ki, genç adam, ara sıra, büyük dayısına, Seniha'dan bile bahsediyordu.Bir gün dedi ki:Üç aydan beri gelecek, gelecek diye i itiyoruz. Fakat hala gelmedi!şNaim Efendi:Evet, dedi. Geçen gün yine teyzen geldi; söyledi, bir telgraf almı lar,şyola çıkmak için yine para bekliyormu . şBulduk, gönderdik: Bu, bilemem ki
kaçıncı defadır, böyle yol harçlı ı istiyor; ğgeliyorum, diyor ve arkası çıkmıyor.Hakkı Celis:Seniha ablam çok müsriftir; kim bilir ne tuvaletler yaptırıyor, diyordu.Naim Efendi, acı acı gülüyor:Öyle amma. Olsun da yaptırsın, olsun da yaptırsın! Yoktan ne çıkar! Yok, yok... Hiçbir ey kalmadı evladım! diye cevap şveriyordu.Hakikaten, Naim Efendinin mali vaziyeti gittikçe müthi bir devreyeşgiriyordu. imdiden denilebilir ki, tekaüt Şmaa ından ba ka bir geliri kalmadı.şşKaç senelik adamı olan Ragıp Efendi bile bu hal kar ısında ümitsizli e dü üpşğşi ten el çekti ve kona a gelip yerle ecek şğşiken, Naim Efendinin ba ına çökenş
sıkıntılardan kendine bir hisse dü mesin şdiye, Cihangir'den mümkün oldu uğkadar uza a gitti. Esasen kona ın ve ğğsahibinin i lerini çevirmek için birşvekilharca hiç lüzum kalmamı tı. Son şhaddine inen bu i leri bir u ak pekalaşşidare edebilirdi; nitekim, evin emektar u a ı Hasan, her ayba ı Naimş ğşEfendinin maa ını almaya gitmek ve her şgün bir miktar etle bir iki türlüsebzeden ibaret olan gündelik yemek masrafına bakmak için lüzumundan fazlakafi geliyordu.
XIIIHakkı Celis Bey, Hakkı Celis Bey!Genç adam, arkasına döndü; Neyyire ve Nuriye Hanımlar, caddenin kalabalı ığiçinden kendisini ça ırıyorlardı. ğGörmemezli e gelip yürümek istedi; zirağvakit geç ve vücudu yorgundu. Bugün iki saat talim etmi ve altı saat yolşyürümü tü; ayak üstünde duracak hali şkalmamı tı; bir an evvel eve yeti mek veşşesvaplarını çıkarmadan yüzükoyun yere atılıp rüyasız bir uykuya dalmak istiyordu. Genç kızlar gülerek yakla tılar:şSeniha'dan mı geliyorsun? dediler.Seniha mı, ne Senihası?A, sakın haberiniz yok mu? Dün, Seniha geldi.
Hakkı Celis kulaklarına inanamadı:Kabil de il, nasıl olur? dedi.ğKızların ikisi birden:Neden kabil de il? Biz kendisiyle ğgörü tük bile... dediler.şO zaman, güya birkaç kalbi varmı gibi şher tarafından çarpıntılar içinde kalan gövdesinin altında yorgun bacakları bükülür gibi oldu:Tuhaf ey, böyle habersizce, tuhaf ey...şşVakıa, Seniha'dan haber alınabilecek yerlere epeyce günden beri hiçu rayamamı tı. Seferberlik ilanının ilk ğşgününden itibaren kendini birmengeneye kaptırmı gibiydi. Ahzıasker şşubelerinin (Askerlik ubelerinin) oş
dürü t (Kaba,sert) muameleleri bu içli ve şhayali genci dört gün zarfındadü ünce ve duygudan mahrum mihaniki şbir varlık haline sokmu tu. Bu ubelerinşşkapıları önünde bekleyen koyu kalabalık arasında evvela bir sürünün içinde birkoyuna, sonra odadan odaya, daireden daireye dola ırken kirlenmi ve buru muşşşşbir ka ıt parçasına döndü. Amerika'da ğbazı makineler varmı ki, bir tarafındanşcanlı olarak giren bir hayvanı be on şdakika sonra di er tarafından sucukğhalinde çıkarırmı ; Hakkı Celis için de şaskere kaydedili ve ihtiyat zabitişmektebine giri böyle oldu. Genç adam şhala ne oldu unu bilmiyor, ba ında birğşgarip sersemlik bütün idrakini altü t şediyordu. Günlerce Seniha'yı bilehatırlamaya vakit kalmadı. Bu ona üç dört ya ına ait uzak ve müphemşhatıralardan biri gibi geliyordu ve kendinden birkaç ay evvel vakalara bile
dönüp bakmak kudretini bulamıyordu. Büsbütün ba ka bir adam de il mi idi? Oşğsolgun benizli, uzun saçlı genç kimdi ki, kah bir koruda, mehtaplı bir saatte,kah bir odada bir ö le zamanı ye il gözlü ğşbir kıza bakıp içini çeker vebirtakım tatlı hayalata dalardı? Kimdi, o genç adam ki, hafıf ak amşkaranlıklarında beyazlı ı daha ziyade ğartan, kokusu daha ziyadesarile en (Bula ıcı hale gelen, burada şşyaygınla an) büyülü bir mevcuda,şVerlaine'den, Claudel'den birtakım büyülü sözler söylerdi? Hafızasının ancaktespit edebilece i bu ufuk, ona bir yı ın ğğbulut altından güçlükle görünebiliyordu. Kendi kendine: Belki bunların hiçbiri olmadı! diyordu.Fakat talimden döndü ü o ak am üstü ğşSeniha'nın avdeti haberini alır almaz,biraz evvel kendisine o kadar uzak görünen bu geçmi , iki bin metre ş
yüksekten hızla inen bir tayyarenin içindeki yer nasıl yakla ırsa öyle şyakla maya ba ladı ve Hakkı Celis iki bin şşmetre yüksekten dü en bir adamın ba şşdönmesine tutuldu.Evine nasıl geldi, geceyi nasıl geçirdi; bilmedi. Sabahleyin erkenden talimegitmesi lazım gelirken solu u Naim ğEfendinin yanında aldı. Acele yürümedennefesi tıkanmı ve heyecandan yüzü şkıpkırmızı kesilmi bir halde htiyarınşİyanına girdi ve ilk söz olarak dedi ki:Büyük dayı, Seniha ablam gelmi . şİşittiniz mi?Naim Efendi, mahzun bir tebessümle gülerek ba ını salladı:şBiliyorum, dedi; bugün teyzen buradaydı. Yolda çok zahmet çekmi ; bereket versin ş
Paris Sefareti erkanından birisi kendisine refakat etmi .şYoksa, tren bulmanın, vapura girmenin imkan ve ihtimali yokmu . Avrupa'daşbütün garlar ve bütün limanlar mah er şgibi halkla doluymu .şNaim Efendi, böyle anlatırken Hakkı Celis yerinde duramıyor, bir an evvelŞ şi li'deki eve ko up Seniha'yı görmeye şcan atıyordu. htiyar adam neden sonraİsözünü bitirdi:Bugün gidip onu görecek misin? diye sordu.İçi içine sı mayan Hakkı Celis:ğBelki, vakit bulursam... dedi.Bittabii hiç vakti yoktu; bugün Ka ıthane ğtepelerinde endaht talimleri
yapılacaktı. Fakat, genç adam, her eyi şgöze aldı ve Cihangir'deki konaktançıkar çıkmaz do ruca i li'deki ğŞ şapartmana gitti.Servet Beyin evi pek acayip, adeta ihtilaçlı bir sevinç içindeydi. Herkesbirbirine kar ı fazla ne eli görünmekten şşkorkuyor gibiydi. Seniha, HakkıCelis'i kendisinden çok ya lı ve nadir şgörülen bir teyze tavrıyle kar ıladı.şToplanmı , uzamı , a ır ve ma rur şşğğgörünüyordu; genç adamın onda imdiye şkadar hiç tesadüf etmedi i bir yüksekten ğbakı ı ve bir alaycı tebessümü vardı.şJaponkari bir sabah esvabı içinde kolları ta omuzlarına ve gö sü oldukçağharim (Gizli, kapalı olması gereken) noktalara kadar açık duruyordu. Saçlarıyüksek, fakat aynı zamanda da ınık bir ğtarzda düzeltilmi ti. Her hareketindeşdizlerine kadar sıyrılan bacakları incecik ipek çoraplar içinde canlı, zeki
ve harikulade eyler gibi gözüküyordu. şHakkı Celis'e, Seniha'nın a zı veğgözleri geni lemi gibi geldi; zira genç kız şşdudaklarına kırmızılık sürmü veşgözlerinin sürmesini hadden bir kat ziyade fazlala tırmı tı.şşHakkı Celis, Seniha'da bir eye daha şdikkat etti; vücudu eskikımıldanı larını, eski ahengini, eski şmanasını kaybetmi ti; bu çevik ve kıvrakşbir kızdan ziyade, olgun ve yorgun bir kadına benziyordu. Bunun içindir ki,zavallı çocuk büyük dayısının torununa nasıl hitap edece ini, ne yapaca ınığğbilemedi. imdi efendim!, siz derken, Şşimdi abla!, sen diye konu mayaşba lıyor, sonra Seniha'nın yukarıdan bir şbakı ı üzerine yüzü kızararakşbüsbütün ne söyleyece ini a ırıyor, ğş şefendimli, sizli içinden çıkılmazdi er bir konu ma tarzına dü üyordu.ğşş
Ona, laf olsun diye, son zamanlarda ba ından geçen askerlik meselelerinişhikaye etti; imdi nerededir? Nasıl talim şediyorlar? Saatlerce nasıl yürüyorlar? Nasıl bir karavanada yemek yiyip, nasıl bir ko u ta, kimlerle beraber yatıp ğ şkalkıyor? Bunları anlattı. Seniha ekseriya dinlemiyor gibi görünüyor ve zavallı çocuk o kadar hararetle anlatırken bahisle hiç alakası olmayan bir sual soruyor, bir hareket yapıyordu.Hakkı Celis, hayatını ikiye ayıran bütün o ahzıasker ubelerine ait vakaların şhiçbiriyle Seniha'nın dikkatini çekemedi. Genç kız ara sıra, aklı ba ka yerlerde:şVah! Vah! Demek çok yoruluyorsun, neden o kadar yoruluyorsun? Vah Hakkıvah! diyordu.Bir kere olsun gözleri gözlerine isabet etmedi. Seniha'nın gözleri siyah
gölgeler altında rengini ve nazar denilen ifadeyi kaybetmi gibiydiler.şHakkı Celis dedi ki:Çok de i mi siniz Seniha abla!ğ şşSeniha:Sen de epeyce büyümü sün! dedi.şGenç adam kalbinin a zına kadar ğgeldi ini hissetti; kendinin çocukluktan ğne kadar uzak oldu unu ba ırarak ğğsöylemek ve Seniha'nın bütün o suni olgun hanım tavırları altındaki çi li ini, ğ ğbo lu unu, hiçli ini, anlatmak istedi.ş ğğYalnız büyümek de il, htiyarladım bile, ğİSeniha Abla, dedi. Siz çok gezdiniz, çok gördünüz. Fakat ben çok dü ündüm, çok şhissettim. O kadar ki, bütün fikirler, bütün hisler bana imdi yavan geliyor. Siz şbu bezginli e vasıl oldunuz mu? Nerede? ğ
Her tarafınızdan arzu, emel, gençlik fı kırıyor, imdi 'haydi!' deseler bir şşseneden beri yaptı ınız seyahatleri aynı ği tiha ile tekrar edebileceksiniz. Fakat, şben dü ündüklerimi tekrar dü ünmek, şşhissettiklerimi tekrar hissetmek istemeyece im. Seniha abla, bizi pi iren ğşıstıraptır; gezip görmek de ildir. Sizden ğevvel kaç ki i Avrupa'ya gitti geldi. şBunların bazılarının kıyafetlerinde epeyce de i iklik gördüm, fakat ruhlarında ne ğ şde i ti; bilmiyorum. Bunlar bize oradan, ğ şba larında bir acayipşsarho luk ve gözlerinde safiyane bir şhayretle avdet ettiler. Seniha abla,siz de bunlardan biri misiniz?Seniha zoraki bir kahkaha ile güldü:Ooo, daima felsefe! Sen hiçbir zaman hayat adamı olamayacaksın, hiçbirzaman, zavallı Hakkı!
Bunun üzerine genç adam acı acı gülümseyerek yarı ciddi, yarı aka cevapşverdi:Öyleyse ölüm adamı olurum.Hakkı Celis bu sözleri dü ünmeyerek, bir şşey söylemi olmak için söyledi:şEsasen bunun hırçın bir sitem olmaktan ba ka bir manası yoktu. Hatta, o kadarşki, bu sözün bo lu undan, ş ğso uklu undan genç adamın kendisi bile ğğürperdi.Fakat ekseriya dilimize dola an ve şgünlerce a zımızdan hiç dü meyen bazığşmanasız lakırdılar gibi bu da, nedendir bilinmez, birdenbire Hakkı Celis'inbeynine ve diline saplandı. Seniha'nın yanından çıktıktan sonra sokaktayürürken kendi kendine mütemadiyen bunu tekrar ediyordu:Öyleyse ölüm adamı olurum.
Bu ne demekti? Ölüm adamı olmak ne demekti? Ölüm adamı etrafına ölüm saçana mı yoksa ölüme do ru gidene, ya ğda ölmeye mahkum olana mı denilirdi? Hakkı Celis, bunların her ikisi de il miydi? ğBirkaç zamandan beri ya ölmeye yaöldürmeye hazırlanmıyor muydu? Bu önü parlak dü meli, yakası i lemeli veston,ğşbu belindeki kemer, bu bacaklarını sıkan dolaklar ne içindi? Nereye gitmekiçindi? Biraz sonra omzuna neden bir silah yüklenecekti? Birkaç zamandan beri, memleketin havasında, a ızdan ğa za dola an pek mebzul bir söz, imdi, ğşşonun nazarında ulvi bir belagat alıyordu; Hakkı Celis ancak, imdi, kaç zamandanşberi halkın: Ya gazi, ya ehit! diye şba ırı larının manasını anlıyordu. Yağ şgazi, ya ehit! Evet, kendisi de bunlardan şbiri olmak için hazırlanıyordu.Tevekkeli biraz evvel:
Öyleyse ölüm adamı olurum! dememi ti.şBu, bir hakikatti. Hakkı Celis imdiden bir şölüm adamıydı.Bu saate kadar askerli in ölümle bir ğmünasebeti oldu u hiç hatırınağgelmemi ti. Kendini alelade yorucu bir i e şşve bir angaryaya çatmı zannediyordu. şMe er bu i ne mehabetli ve bu angarya ğşne büyük bir eymi !şşHakkı Celis giydi i asker esvabının içinde ğilk defa olarak bir kahraman gururunu hissetti; kendi kendine, gö sü kabararak:ğBen bir ölüm adamıyım, ya ölmeye, ya öldürmeye gidiyorum, dedi.Me er kader ona neler hazırlıyormu da o ğşfarkında de ildi, bu cömert kadereğkar ı ne kadar nankör, ne kadar küçüktü! şHayatın hangi gayesi bir cenge do ruğ
gidi ten daha yüksekti? Bahusus ki, onun şgidece i cenk, cenklerin en büyü ü,ğğbir cihan cengiydi. Böyle bir cenkte bir küçük zabit olmak, o eski ordularınba ında bir serdar olmaktan daha şehemmiyetli de il miydi? Genç nefer:ğBen bir ölüm adamıyım, dedi.Ve ilk defa olarak air Hakkı Celis'e kar ı şşkalbinde bir nefret uyandı. Lo bir odada şsaatlerce Verlaine iirlerini in at eden ve şşyamru yumru bir kalemle kirli bir ka ıt ğüstünde birtakım topal mısralar sıralayan o cılız, o solgun çocuk neydi? Bu genç askerin topukları demir çivili çarıklarla tırmanmaya hazırlandı ı sarp, yüksek ve ğtehlikeli tepenin yanında, bu solgun benizli çocu un çıkmak istedi i serin ve ğğgölgeli yoku ne adi bir yerdi!şO tepede al bayra ın çırpını ları, yüz bin ğşki inin haykırı ları, ate in söyleni leri, şşşş
çelik sesleri ve kıvılcımlı dumanlar vardı; bu yoku ta ise birkaç ye il defne şşdalından, biraz su ırıltısından ve melul şbir ıssızlıktan ba ka ne vardı? Hakkı Celis şkendi kendine:Eve döner dönmez, imdiye kadar şyazdı ım yazıları ve bütün kitaplarığyakaca ım! dedi.ğVe bunu söylerken birden co up havada şsalladı ı elinden burnuna hafif birğkoku geldi; bu, Seniha'nın elinden onun eline sinen kuvvetli bir kokununartı ıydı. Hakkı Celis içinin titredi ini ğğhissetti ve hala bu kadar boşşeylerin tesiri altında kaldı ına a tı. ğş şBirtakım yapma tavırlar, sahtebakı lar ve isteksiz gülü lerle Avrupa'dan şşavdet etmi sathi (Yüzeysel) veşkokulu bir mahlukun ate e, dumana ve şkör kur un ya murlarına do ru a ır a ırşğğğğ
ilerleyen bir adam üzerinde hala hüküm sürü ü pek gayri tabii bir ey, adetaşşbir ayıp de il miydi? Hakkı Celis kendi ğnefsine kar ı Seniha'yı sevmişşolmaktan ve belki hala sevmekte devam etmekten utanıyordu. Sakın o da tanıdı ığbirçok gençler gibi, sakın o da u havai şCemil gibi hayata yalnız etiyle mimerbuttu? (Ba lıydı) Varlı ının bütün o ğğyüksek heyecanları, sakın birazevvelki tavırları, bakı ları ve gülü leri gibi şşbirtakım düzme ve yapmaşeylerden mi ibaretti? Zira, deminki kahramanca dü üncelerle, Seniha'nınşkokusunu duyar duymaz hissetti i ğürperi , birbirinin tamamıyle zıddı ikiştürlü ruhiyete alametti. Hakkı Celis kendi kendine diyordu ki; Ya o dü ünceler, ya şbu ürperi do ruydu. Acaba hangisinde şğsamimiyim?Genç adam, bütün gün kendini böyle tahlil etti; fakat bir türlü ne oldu unuğ
anlayamadı. Kalbi bir muamma halini aldı. Onun için üphesiz olan bir eyşşvarsa, o da Seniha'yı sevmenin, dünyanın bütün bo , sathi ve ehvanişşhazlarına ma lup olmaktan ba ka bir ğşşeye delalet etmedi idir. Zira Seniha,ğbu hazların özü ve timsaliydi. Onu ölümlere sürükleyen, onu ulvi divanelikler yaptıran büyük ve derin bir a kla sevmek şbile kabil de ildi. Bu acı hakikat, ona ğgenç kızı i li'deki apartmanda Ş şziyaretinden sonra tamamıyle ayan olmu tu.şGünler gittikçe birbirini takip eden birçok vakalar genç adama bu hissindene kadar yanılmadı ını ispat etti. Gerçi, ğHakkı Celis, o ilk ve son ziyaretinden sonra Seniha'yı tekrar göremedi ve yeni ya ayı ına, yeni ahbaplı ına dair şşğyakından hiçbir hadiseye ahit olmadı. şFakat, a ızdan o kadar sözler i itti, o ğşkadar birbirini te'kit eder (Do rular, ğ
peki tirir) eyler ö rendi ki, genç kızın şşğyeni hayatına dair kendi gözüyle mü ahedelerde bulunmasına lüzum bile şkalmadı.Diyorlar ki, Seniha Avrupa'dan gayet şüpheli bir yolda la avdet etti,şvakıa bu, haddizatında kırkını geçmi , şbasit, sathi bir sefaret memurundanba ka bir adam de ildi ve Seniha ile şğtanı ması yolda kendisine refakatşederken oldukça samimi bir dostluk halini almı tı; öyle ki, imdi, ServetşşBeyin evinden hemen hiç çıkmıyor gibidir. Seniha'nın eski arkada ları bu yeni dost şiçin:Tıpkı bir zamanlar Faik Bey, nasılsa öyle... diyorlardı.Vakıa, Seniha'dan birkaç ay evvel İstanbul'a dönen Belkıs Hanım, Seniha ile
Faik Bey arasındaki münasebetin asıl Paris'te ciddi ve ate li bir devreyeşgirdi ini söylemi ti. Faik Bey, hemen her ğşak am ta Brüksel'den Paris'e onuşgörmeye gelirmi ; birlikte yapmadıkları şsefahat kalmamı ; bir gece yarısı,şBelkıs Hanım kocasıyle beraber tiyatrodan çıkıp bir kahveye yemek yemeye girmi ler; bir de ne görsünler! şSeniha, yanında Faik Bey, kadın erkek biralay serseri refakatinde sarho olmu lar, şşçalgıcıları ortalarına almı lar,şavazları çıktı ı kadar hep bir a ızdan ğğşarkı söylüyorlar. Belkıs Hanım, yerindibine geçiyormu , koeasına demi ki: şşAman, buradan savu alım!şHakkı Celis, Seniha'nın Paris hayatına dair böyle yüzlerce hikaye dinlemi ti. şFakat bunların hiçbirisi son aylarda İstanbul'daki ya ayı ı hakkında söylenen şşsözlerden daha müthi ve daha feci şde ildi: Ara sıra, talim dönü ü, Neyyire ğş
ve Nuriye Hanımlara tesadüf eden Hakkı Celis, bu iki hem ireden büyük dayısının ştorununa dair en taze havadisleri alıyordu; genç kızlar diyorlardı ki:Hakkı Celis Bey, do rusu, Seniha'ya ğeskisi gibi sık sık gidemiyoruz. Bilirmiyiz, bin türlü eyler söylüyorlar. Güya şNedim Bey isminde biri varmış- u kendisiyle birlikte gelen sefaret şmemuru, olacak- evden hiç çıkmıyormu ,şvakıa Seniha zevahiri kurtarmak için ni anlı olduklarını söylüyormu ; fakatşşbu adamı tanıyanlar var, kendine sormu lar, katiyen inkar ediyormu : 'Benşşsadece evin dostuyum!' diyormu . Evin şdostu... u Fransızların Ami de laŞmaison dedikleri gibi cins ahbap yok mu? İşte öyleyim demek istiyor.Neyyire Hanım, susup Nuriye Hanım ba lıyordu:ş
Bunlara kim inanır? Herkes i in iç yüzünü şpekala biliyor. Seniha'nın bütüntuvaletlerini bu adam ödüyormu . Geçen şgün Belkıs'la bizim terzi madamagitmi ; kadın kendi anlattı; on be gün şşevvel üç kat elbise yaptırmı , üç günşsonra parasını, gelmi bizzat Nedim Bey şvermi .şBütün bu dedikoduların Hakkı Celis üzerindeki ilk tesirleri söylenenlerekar ı bitmez tükenmez bir hiddet ve bir şnefretti: Her defasında, iftiraediyorsunuz, susunuz! demek isterdi. Seniha'nın hayatında, bu kadar pisli e,ğbu kadar adili e ihtimal veremezdi. ğSeniha bu hayata kapılsa bile, Servet Beybütün o ahlak ve namus prensipleriyle, bütün o titizlikleriyle, Sekine Hanımbütün o melekane iffetiyle bu hale nasıl razı olabilirdi, nasıl tahammül ederlerdi? Hakkı Celis evvela böyle dü ünürdü. şFakat, sonra yava yava herşş
şeyi mümkün ve tabii bulmaya ba ladı.şServet Bey, bütün o alafranga namus ve haysiyet prensiplerinin arkasında,daima toplanıp da ılan dalgalı, de i ken ğğ şbir ahsiyetten ba ka bir eyşşşde ildi. Sekine Hanıma gelince, bu zavallı ğkadın, kim ne derse ona inanan,kim ne yaparsa ona kapılan, iyili i ğbudalalık derecesine varan biçarelerdenbiriydi. Bahusus, bu kadın yeni eve çıktı ı ğgünden beri, babasıyle kocasıarasında ne yapaca ını, ne söyleyece ini, ğğne dü ünece ini tamamıyle a ırmışğş şşbir haldedir.Iki günde bir, kalbi heyecandan tıkanmı , şCihangır'deki kona a ko uyor veğşsesi hıçkırıklarla bo ularak, babasından, ğSeniha'nın affını rica ediyordu:Geldi i günden beri her gün sizi anıyor, ğdiyordu. Yavrucak vallahi,
yemeden kesildi. 'Günahım ne ise yüzüme söylesin; beni istedi i gibi tekdirğetsin, sesimi çıkarmayaca ım; fakat bir ğdefa yüzünü göreyim' diyor. Kaç kerekapıya kadar gelmi , bir türlü içeriye şgirmeye cesaret edememi . Ne olur,şbabacı ım, affediniz, affediniz.ğNaim Efendi, hiç cevap vermiyor; dik dik yere bakıyordu. Zavallı htiyar,İkaç zamandan beri gönlü ile pençele mektedir. Seniha'nın hasreti, şonun için, bütün ömründe duydu u ğıstırapların en büyü ü oldu. Yanındaki ğsedef kakmalı çekmecede Seniha'nın her ya ta resimlerinden bir büyük deste şvardı. Bunları, odasında kimse olmadı ı ğzamanlar yava ça çekmeceden çıkarır; şbir müddet titrek elleri arasında evirir, çevirir, sonra gözlüklerini takar, herbirineuzun uzun, derin derin bakar, öper, koklar, gö sü üstüne basardı.ğ
Bazı kasvetli yalnızlık günlerinde oturmaktan, yatmaktan, ibadet etmekten, okumaktan bıkıp da kona ın ğiçinde bir a a ı bir yukarı dola maya ş ğşba lar ba lamaz, ilk u radı ı yer şşğğSeniha'nın odası olurdu. Güya içeride birisi varmı gibi bir müddet kapıyı şdinledikten ve etrafına bir hayli bakındıktan sonra, eli heyecandan donmu bir halde topuzu çevirirdi. şSeniha'nın odası, kona ın di er metruk ğğodaları gibi, perdesiz, e yasız, bakımsız, ştoz ve toprak içindedir. Tavanın kö e şyerlerinden, pencerelerden camla kafes aralarından külrengine girmi örümcek şa ları sarkıyor. Yalnız bir eski koltuk, ğyata ı kaldırılmı bir karyola ve aya ı ğşğkırık bir masa bu odanın yegane e yasınışte kil ediyor. Naim Efendi bu eski, tozlu şe yada Seniha'dan taze bir eyşşsezerdi ve ona dair do du u günden ğğbugüne kadar hafızasında kaç tatlı hatırakalmı sa, hepsini birer birer canlandırırdı.ş
Naim Efendi, Seniha'yı görmeye çoktan razıydı. Avrupa'ya gidi macerasındanşsonra yedi i darbenin acısını çoktan ğunutmu tu.şFakat, her gün Seniha'ya dair yeni bir şayia çıkıyor; ona, bu husustakendisini bile a ırtan, büyük bir inat ve ş şmukavemet kudreti veriyordu. Kimekar ı, ne için? Bilmiyordu. Zira, kalbi şdaima kinsiz, garezsiz, nefret vehiddetten uzaktı. Fakat, ta içinden, bir ses, ona, her dakika: Hayır,Seniha'nın yüzüne bakılamaz! diyordu. Ve Naim Efendi sebebini hiç aramaksızın bu sesin emrine tabi oluyor, söyledi ine ğinanıyordu.Vakıa o, bu meselede, biraz da, hem iresi şSelma Hanımefendinin tesirialtında kalıyordu. Zira, bu hanımefendi, son zamanlarda, kah bir adam
göndermek, kah kendisi gelmek artıyle şbiraderini bir gün yalnız bırakmıyor,onu adeta sıkı bir nezaret altında bulunduruyordu. Naim Efendinin böylenezaret altında bulunmaya ihtiyacı vardı; zira, o imdi yalnız kimsesiz birşİhtiyar de il, aynı zamanda alil ve sefil ğbir adam haline de girmi ti. Çokşgüçlükle yürüyebiliyordu ve o müziç hıçkırı ı en azı, haftada birkaç defağhançeresinden yakalıyor, onu saatlerce ate üstünde bir kıl gibi kıvrımşkıvrım kıvrandırıyordu.Selma Hanımefendi; onu bir gün böyle bir nöbet esnasında geldi, buldu ve tenha kona ın içinde avazı çıktı ı kadar ğğba ırmaya ba ladı:ğşKarde im, karde im, nihayet seni dertli şşettiler, gördün mü bir kere ba ımıza şgelenleri! imdi ne yapalım Kalfa? Allah Şa kına çabuk bir çaresini bul! Aman bana ş
da fenalıklar geliyor. Hay Allahtan bulasıcalar, buna can mı dayanır? Nasıl içlerine sinmi de bunu, böyle yalnız şbırakmı lar? Ayol, insanın kalbi nasıl şrahat eder? Nasıl e lenir, nasıl gezer ğtozar? Hele o yangın gecesi, hele o yangın gecesi... stanbul'un dört İkö esinden yedi kat yabancılar ko tu şşgeldi de onlar bir u ak göndermek şlüzumunu bile hissetmediler. Benim aklıma bakın ki hala nelere a ıyorum. ş şVah karde im vah, neyin var, neyin yok şhepsini, hepsini onlara verdin; imdi de şonlar için hıçkıra hıçkıra can veriyorsun! Bari biliyorlar mı? Bari neden bu halegeldi ini biliyorlar mı? Ne gezer, ne ğgezer! Vallahi vazifelerinde bile de il.ğOrada gece gündüz vur patlasın, çal oynasın!Naim Efendi, hem iresi böyle haykırdıkça şdaha ziyade hıçkırmaya ba ladı;ş
zira, gittikçe heyecanı artıyordu. Öyle ki, hastanın ne kadar süküna muhtaçoldu unu pek iyi bilen Cenan Kalfa, ğİhtiyar adamın hıçkırı ından evvel SelmağHanımefendinin ba ırmalarını ğdurdurmaya çalı tı. Fakat, esasen pek şyaygaracıolan Hanımefendi, kendi sesinden ba ka şbir ey i itmiyor, söyledikçe co uyor,şşşsöyledikçe co uyordu:şİ şn allah, bir gün gelecek, o kız, bahası önde, kendisi arkada sokak sokaksürünecek, dilenecek! Cenabıhak kimsenin yanında koymaz! Fakat, neye yarar?Biz göremeyece iz! diyor ve ellerini ğdizlerine vuruyordu; biraz sesini alçalttı:Gene bir tane yenisini bulmu ! dedi. Bu şbir nazırmı , imdiki vükeladanş şbiriymi ! Aman Yarabbim! imdiki şŞvükeladan biriymi !ş
Nihayet, Naim Efendi, sabredemedi; suda bo ulan bir adam gibi iki kollarınığhem iresine uzattı; yalvaran gözlerle şbaktı; sus! demek istedi; muvaffakolamadı, bulundu u yere yı ıldı, kaldı. ğğBayılmı tı.şKendine geldi i, zaman ev halkını ba ına ğştoplanmı buldu. Bunların arasındaşbir de doktor vardı; emektar u a ı Hasan ş ğA a, kapının önünde duruyordu; hekimğona bir eyler ısmarlıyordu. Naim şEfendinin, gözlerini açmasıyle kapaması bir oldu; zira kar ısındaki minderde, yüzü şa lamaktan kıpkırmızı kesilmiğşhem iresinin bir ey söylemek için şşkendisine baktı ını gördü.ğGerçi, Selma Hanımefendi söz söylemekten vazgeçmemi ti.şA abey, dünya bir araya gelse, bu halini ğgördükten sonra mümkün de il, seniğ
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 490
Pages: