Hayır, hayır, dedi. Yalnız, Faik... Faik Bey gelecekti de...Sonra birdenbire kendini topladı; genç adamı ba tan a a ıya bir süzdü:şş ğBu ne kıyafet, bu ne hal! Bir Kazak kadar vah isin! dedi.şGenç adam, gülerek, cevap verdi:Mamafıh, yarın, Kazakların almak istedikleri bir ehri müdafaaya gidiyorum.şSeniha:Nasıl Çanakkale'ye mi! diye haykırdı. A, çocuk, niçin bana evvelce söylemedin, seni oraya göndertmemenin bir kolayını bulurduk.Hakkı Celis, kibirli bir tavırla, dudaklarını büktü:
Bu esvabı giydikten sonra, dedi; herhalde bir yere gitmek lazımdı.Kısmet Çanakkale'ye çıktı. Hiç müteessir de ilim. Bilakis pek memnunum, ilkğdefa adamakıllı bir harp görece im; ğadeta içim içime sı ınıyor.ğGenç kız, müstehzi:Hey, koca kahraman! dedi.Tam bu sırada kapının zili çalındı. Seniha, kendi kendine söylenir gibi:İşte bu, mutlaka Faik Bey olacak! dedi.Do rusu, bir taraftan da Hakkı Celis'in ğyanında bulundu una memnundu; zira,ğbu suretle Faik Beyle kendi aralarında vukuu çok melhuz bir izah veistizaha (Olması beklenen bir açıklama ve bunu istemeye) imkan kalmayacaktı.
Birkaç zamandan beri, uzaktan, mektuplarla kendisini bir gün rahat bırakmayan bu eski sevdalı, kim bilir, şimdi, yüz yüze gelince hırıltı ve zırıltılarını ne kadar fazla bir dereceye çıkaracaktı. Seniha, hayatını ikiye ayıran bu maceranın içinden kolayca sıyrılıp çıkmak istiyordu. Bununla beraber, Faiko Bey odadan içeriye girer girmez, Hakkı Celis ikisinin de sapsarı kesildi iniğgördü. Seniha, ellerindeki ve sesindeki titremeyi güç zaptediyordu. Bu,şimdiden, için için heyecanlı, tehditkar ve sitemkar sessiz bir a k sahnesiydi. Onun şiçindir ki, Hakkı Celis; Faik Beyle selamla tıktan sonra hemen kalkıp şgitmek istedi. Fakat Seniha bırakmadı:Gitme, bu ak am yemekte kalacaksın! şFaik Bey de kalacak, dedi.Bunun üzerine Faik Beyin benzi daha ziyade sarardı, adeta dudaklarına kadar
bembeyaz oldu:Ben, maalesef, yeme e kalamayaca ım. ğğBiraz sonra gidece im, diye söylendi.ğSeniha:A, nasıl olur; söz verdiniz. Davet edildiniz. Kabil de il bırakmam! dedi.ğVe genç adama o kadar tuhaf gözlerle baktı ki, onda cevaba kudret kalmadı,ba ını e ip sustu.şğFakat Hakkı Celis, odanın havasında, hala gizli im ekler seziyordu, ikideşşbir: imdi tutu acaklar, imdi kavga Şşşba layacak, diyordu ve bu ihtimalşönünde kendi mevkiini ziyadesiyle nazik buluyordu.Mamafıh, korktuklarının hiçbirisi olmadı. İkisi de yava yava kendilerinişş
zaptetmeye ve so ukkanlılıklarını ğbulmaya ba ladılar. Faik Bey, kaygısız birşeda ile seyahatini anlattı; geçti i yerlere ğdair malumat verdi. Sonra ServetBey ve Sekine Hanım geldiler. Yemek saati gayet sessiz, a ır ve biraz dağma mum (Sıkıntılı) geçti. Faik Bey, ğyemekten evvel üst üste dört viski vesonra da bir hayli arap içti i halde, yine şğbir parça ne elenemedi; gittikçeşkasvetli, gittikçe sükuti bir tavır aldı. Seniha, ürkek ve endi eliydi; do ruşğdürüst yemek bile yiyemedi; gö sü daimi ğbir heyecan içindeydi. Koridordaufacık bir gürültü onu yerinden hoplatıyordu; her kapı çalını ında şkalkıyor, dı arıya bakıyordu.şFaik Bey, yemekten sonra çok kalmadı; saat henüz ondu, Hakki Celis'leberaber çıktılar. Seniha'nın eski a ı ı, ş ğSeniha'nın eski sevdalısına dedi ki:
Beyo lu'na kadar yürürüz; olmaz mı?ğHakkı Celis, Faik Beyin hiç bu kadar iyi bir çocuk oldu unu hatırlamıyordu.ğKendisine ilk defa akran muamelesi ediyordu; sesinde kalbi ok ayan bir eyşşvardı. Bir müddet yan yana sessiz yürüdükten sonra tekrar söze ba layan oşoldu:Demek yarın gidiyorsunuz, dedi. Bilmem size acımalı mı, sevinmeli mi?Zira cephenin arka tarafı pek de ferahlı bir ey de il.şğAralarına yine bir sükut çöktü. Osmanbey'den Pangaltı'ya kadar birbirlerine tek bir kelime söylemediler. Hakkı Celis'in yolda ı dalgın ve hızlı şyürüyordu.O kadar ki, Hakkı Celis ihtara mecbur oldu:
Böyle ko arak nereye gidiyoruz?şFaik Bey gülerek cevap verdi:Sahi, dalmı ım. Sizi yordum, affedersiniz.şHava a ır ve ılıktı. Fesini eline aldı ve hiç ğşüphesiz bir ey söylemişşolmak için deminki sözünü tekrar etti:Demek yarın gidiyorsunuz?Yürüdükleri cadde gittikçe kalabalıkla ıyordu. Birbiri ardı sıra birçokşotomobiller geçiyordu. Faik Bey:Ben görmeyeli, her ey epeyce de i mi , şğ şşdedi. Acaba Beyo lu'nda buğsaatte gidilecek yer neresidir?Hakkı Celis, hiç bilmiyordu. Yalnız bazı arkada larının Tepeba ı'nda birşş
bardan bahsettiklerini i itmi ti. Faik Bey şşdedi ki:Bu gece sizi bırakmayaca ım, yarın ğgidiyorsunuz. Biraz e leniriz.ğHakkı Celis, Beyo lu'nda e lenmenin ne ğğdemek oldu unu hep ba kalarınınğşhikayelerinden biliyordu. Belki de birkaç defa kendisinin de bu hayata birkenarından katıldı ı olmu tu.ğşBu kıyafetle nereye gidebilirim?Faik Bey babayani bir tavırla omuzlarını silkerek cevap verdi:Adam sen de, o kadar zabit var, her yere girip çıkıyorlar, yapmadıklarınıbırakmıyorlar.Biraz sonra, Tepeba ı bahçesinin şbarındaydılar. Faik Bey, Hakkı Celis'e
sordu:Ne içersiniz?Genç adamı içerdeki gürültü ve kalabalık biraz a ırtmı tı.ş şşHiçbir ey! dedi.şOlmaz; mutlaka bir ey içeceksiniz. şGarson, iki viski, iki viski.Sahnede bir Viyanalı kadın Almanca bir şarkı söylüyordu. Bazı Avusturyalızabitler, hep bir a ızdan, aynı arkının ğşnakaratını tekrar ediyorlardı.Locaların birinde, kıyafetlerinden dı arlıklı şveya harp zengini oldu uğanla ılan iki i man adam yanlarında şş şsaçları ve suratları boyalı yarı çıplakkadınlarla mütemadiyen ampanya şiçiyorlar, meyve yiyorlar ve mütemadiyen
sırıtarak birbirlerine bakıyorlardı. Hakkı Celis, oturdukları masanın yanındakendi gibi bir ihtiyat zabitini, masadan masaya her türlü vasıtalık vazifesinigören dilsiz adama elleriyle, gözleriyle, dudaklarının ucuyle bir eylerşanlatırken gördü; nihayet, eline bir ka ıt ğverdi, salonun sigara dumanlarıarkasında yarı kaybolmu bir kö esini şşgösterdi ve dilsiz o tarafa gitti.Biraz sonra o dumanlar arasından siyahlar giyinmi , kolları omuz ba larınaşşkadar açık ve sarı saçlı, uzun ince bir kadın belirdi; yava yava o gençşşzabitin yanına geldi ve otuz iki di ini şbirden gösteren bir tebessümle, eliniuzattı:Guten Abend.Biçare genç ne yapaca ını, ne ğsöyleyece ini a ırmı tı; kadına sigarağş şş
paketini uzatıyor, gayet fena oldu u ğanla ılan bir Almanca ile ne istedi inişğsoruyor, güya yüzlerce i nenin üstünde ğgibi iskemlesinde bir türlü rahatoturamıyordu.Buraya girdikleri dakikadan beri hiç konu mayan ve yarım saat zarfında üçştane viskiyi susuz, sedasız üst üste yuvarlayan Faik Bey, birdenbireyumru unu masanın mermerine vurdu:ğDünyada kadın kadar berbat bir mahluk var mı? dedi.Hakkı Celis, derin bir uykudan uyanır gibi silkindi. a kın a kınŞ şş şarkada ının yüzüne baktı. Faik Beyin şgözlerine sert ve ha in bir ifadeşgelmi ti:şBakınız, unlara bakınız; sarı ın, siyah ve şşbeyaz yılanlar ki, etrafımızda,kıvrana kıvrana kımıldanıyorlar.
Ve elinin hafif bir hareketiyle soldaki kadınları gösterdi; bir viski dahaiiçti ve büsbütün genç adama do ru ğçevrilip:Zanneder misin ki, diye sordu; bunlar hakikaten bizden, bizimcinsimizden olsunlar? Hayır... Bunlar insanlarla hayvanların haricinde, ba kaşbir cinsten acayip ve korkunç birtakım mahlukattır. Bizim gibi söz söylerler,tebessüm ederler ve a larlar, bizi anlar ğgibi bakan gözleri vardır. Fakatasla, asla bizden de ildirler; ne ğdamarlarında i leyen kanların, neşgö üslerinin altında çarpan kalbin bizim ğkanımız ve bizim kalbimizlemünasebeti vardır. Erkeklerin en büyük hatası ve felaketlerinin ba lıcaşsebebi onları da kendilerinden telakki etmeleridir. Onlara be eriyetinş
nısfı (Yarısı) demi iz; onların kuca ında şğana diye yatmı ız, onları karı diyeşevimize almı ız; onlara sevgili diye şkollarımızı açmı ız, i te, o zamandanşşberidir ki, ne vücudumuzda rahat, ne evimizde sükun, ne kollarımızda kuvvetkalmı . Haberimiz olmaksızın bize şsokuluvermi ler, zehirlerini gizli birştarafımızdan ah damarlarımıza şakıtıvermi ler.şFaik Bey, Hakkı Celis'e daha ziyade yakla tı, imdi, bir çelik rengi alanşşgözlerini genç adamın gözlerine saplayarak:Bir kadına hiç tutuldunuz mu? dedi. Ben, sizin ya ınızdayken epeyceşkadınlarla münasebete girmi , aldanmı şşve aldatılmı tım. Yirmi be ya ımaşşşgirdi im zaman artık bıkmı , usanmı bir ğşşadam gibiydim; kadınlı ın benimğ
nazarımda hiçbir sırrı kalmamı tı; kendi şkendime diyordum ki: 'Adam sen de,i te evveli de bu; ahiri de bu!' Hele a k, şşsevda, filan gibi sözler bana vızgeliyordu; bunlar hep romancıların uydurdu u martavallar diyordum; fakat ğbir gün... Yirmi be imi geçmi ve hiç şşolmazsa yirmi be kadın tanımı tım,şşbirdenbire ne oldu bilmem... On sekiz ya ında bir çocuk gibi... Siz kaçşya ındasınız?şHakkı Celis:Yirmi iki, dedi.Faik Bey, bir susuz viski daha içti ve sözüne öyle devam etti:şYirmi iki... Fakat siz de günün birinde on sekiz ya ındaydınız; o ya taşş
nasıl sevilir, bilirsiniz; mutlaka bilirsiniz. Zira, hatırlıyorum ki, siz de sevdiniz; siz de benim gibi... Siz de onu sevdiniz.Hakkı Celis, sapsarı kesildi ve kalbi şiddetli iddetli çarpmaya ba ladı.şşFaik Bey:Evet, evet, biliyorum, dedi. Fakat, mon er, hiç o sevilir mi? Ne kadarşzaman kendisinden kaçtım; ne kadar zaman bana uzanan elleri ellerimle ittim.Ben istemedikçe o arkamdan ko tu; uzun şuzun anlatmaya ne hacet... Herkes gibisiz de gördünüz, siz de ö rendiniz; benim ğkar ımda ne kadar zelildi.şBirdenbire gözleri meçhul bir noktaya daldı. Dakikadan dakikaya da ılanğzihnini toplamak istiyormu gibi ba ını şşsilkti ve kendi kendinesöylenircesine:
Fakat, vaktaki o benden kaçmaya ba ladı, ben kovaladım, dedi. Hem nasılşkovalayı , mon er, hem nasıl kovalayı ! şşşHudutlar a ıyordum, memlekettenşmemlekete ko uyordum ve yanına şvardı ım vakit de nefesim tıkanıyor, soluk ğsolu a kalıyordum, bir ey ğşsöyleyemiyordum, yalnız diyordum ki: 'Bırak seni seveyim. Bırak seni seveyim. Sen istedi ini yap, istedi ini sev; fakat,ğğmüsaade et ki, ben daima yanında bulunayım.' Zira, onun yanından ayrılırayrılmaz, sanki havasız kalıyordum, tıpkı sudan çıkarılan balık gibi cançeki meye ba lıyordum. Bilseniz bu şşıstıraptan kurtulmak için ne zilletlerekatlandım, ne zilletlere... Herkes sanıyordu ki, ben bilerek, ben isteyerekgöz yumuyorum; vallahi billahi herkes böyle sandı... O kızıl saçlı kız, birate in önünde duran bir cadı gibi, beni şyerden yere, çukurdan çukura
sürüklenir gördükçe, otuz iki di ini birden şgösteren bir gülü le gülüyor veşmemnuniyet mesamelerinden fı kırıyordu. Azizim, a k, bir izzetinefıs şşmeselesi, bir izzetinefıs yarasıdır. Ondan, mutlaka intikamımı alaca ım, mutlaka...ğVe yumru unu tekrar tekrar masanın ğüstüne vurdu. Hakkı Celis etrafını hiçgörmüyordu. Faik Beyin anlattı ı eyler, ğ şondaki zaman ve mekan mefhumunutamamıyle kaldırmı tı; imdi, tamamıyle, şşSeniha'dan ve Faik Beyden yapılmışate ten bir feza içinde ya ıyordu.şşTitreyerek dedi ki:Unuttunuz! En iyi intikam bu de il mi?ğFaik Bey acı acı güldü:Unutmak, unutmak! Ah, öyle ise sizin hiçbir eyden haberiniz yok, dedi.ş
Onu unutmak için neler yapmadım... Hiçbir ey kar etmedi, hınzır kızşbeynimin içinde burgulu bir çivi gibi saplanmı kaldı. Ondan daha çokşgüzelleriyle dü üp kalktım, ondan bin kat şdaha seçkinlerini tanıdım; fakathiçbiri, hiçbiri, onu bana unutturamadı, hiçbiri bir dakika için onuhatırımdan silemedi. Bazen kendi adımı unutacak kadar sarho oluyordum. Lakinşonun adı her vakitten daha canlı, daha manalı, dilimden hiç dü müyordu. Bazenşbir kumar masası ba ında kendimi şkaybediyordum, fakat onun hayalini daima yanıba ımda hazır, ka ıtların şğüzerine aksetmi ve ye il çuhanın şşortasında raksederken görüyordum. Niçin bu kız benim izzetinefsimle oynadı. Beniçamurdan çamura sürükledi. Vallahi billahi intikamımı alaca ım, göreceksiniz.ğMutlaka...
Ve yumıu unu tekrar vurdu; bu sefer ğkadehlerden biri devrilip yere dü tü.şFaik Bey:Garson, bir kadeh ve bir viski daha! diye ba ırdı.ğŞimdi, sahnedeki danslar bitmi , masalar, şiskemleler kenara çekilmi veşsalonun ortası umumi dans için hazırlanmı tı.şHakkı Celis'in yanındaki genç zabit kadına mütemadiyen bir eyler alıyordu.şMasalarının üstü çiçekle ve birtakım ufak tefek e ya ile dolmu tu. kide birşşİe ilip kadının kula ına bir eyler fısıldıyor ğğşve kadın daima, o geni tebessümüyle şgülerek, yarı anlamı yarı anlamamı bir şşkimse tavrıyle, gözleri hayretten büyümü , ba ını sallıyordu. Locadaki şşharp zenginleri oturdukları yerde gittikçe a ırla ıyorlar, yalnız bazen yanlarındaki ğş
kadınlara, bazen a a ıdaki halka ş ğsırıtmakla iktifa ediyorlardı. Sa dan ğsoldan birçok ecnebi zabitler kadınların bellerinden yakalayarak dans meydanına atıldılar. Bazı Rum ve Ermeni gençleri de onları taklit etti. Fakat, bu kadınlar dansaba lamadan evvel yorgun ve solgun şgörünüyorlardı; öyle ki, kavalyelerininboynuna adeta bir eski esvap gibi asılmı tılar. Hakkı Celis, içinden dedi ki:şNe acayip alem! Burada, herkes kendini e leniyor zannediyor; fakat, hepsiğde can sıkıntısından ne yapaca ını ğş şa ırmı , tepinen, ba ıran ve bir an evvelşğsızıp uyumak için sarho olan birtakım şbiçarelerdir. Zavallı insanlar kendikendilerini nasıl aldatıyorlar! Ve bir hayaliham (Gerçekle meyecek bir dü )şşpe inde ne çok para, ne çok vakit, ne çok şsıhhat sarfediyorlar.
Yüzünün çizgileri gittikçe a a ıya do ru ş ğğçekilen ve a zının içinde diliniğgüçlükle döndürebilen Faik Bey, Hakkı Celis'e saçlarına temas edecek kadarsokuldu:A k i lerine bu kadınların hiçbiri kadar da şşvakıf de ildi! dedi. Ne ö rendiyse benden ğğö rendi; bununla beraber daima so uk ğğve heyecansız kaldı, mizacına u kadarcık şbir hararet gelmedi, bu kız hep kafasıyle hareket eden bir kızdır; her hareketi bir hesap üzerinedir ve bence kadınların en müthi i i te böylesidir; esasen insan ş şolmayan bu mahluk, bir de akıl denilen şeyle silahlandı mı, adeta di li, tırnaklı bir şcanavar haline giriyor; kanınızlabeslenmeye ba lıyor ve tırnaklarını şetinize geçirmek yegane zevkini te kilşediyor.Faik Bey, viskiden bir yudum daha aldı ve üst üste birkaç nefes sigarasından
çekti; gözleri süzüle süzüle adeta yarı kapanmı , kaybolmu tu; dedi ki:şşCanlı eylerin hiçbirini sevmez. Ne insan, şne köpek, ne kedi, ne civciv.Sevdi i eyler hep kuma , ta , boya, ğ şşşrahat ve muntazam odalar, araba, kundura ve çoraptır. Bütün bunları kendisine temin eden adam nazarında bir ilah kesilir; zira bu adam bütün taptı ı ğputları avcunun içinde getiren harikuladebir mahluktur. imdi bunlardan bir Ştanesini bulmu ... Varaca ı adam çokşğzenginmi , öyle mi?..şHakkı Celis ba ıyle evet! dedi. Faik Bey, şvah i ve acı bir gülü le:şşÇok zengin, öyle mi? dedi; ah, ben ona gösteririm. Ben ona gösteririm.Zengin bir adamla evlenmek... O, buna asla muvaffak olamayacak; asla! Nikah
çar ambaya diyorlar, de il mi? şğÇar ambaya hah! hah! hah! şÇar ambaya...şBileklerimi urdan keserim, e er Seniha şğçar ambaya evlenebilirse... Vallah billah!şHakkı Celis:Nasıl mani olabilirsiniz? diye sordu.Nasıl mı mani olabilirim? Nasıl mı mani olabilirim? Hah! hah! Mon er, seninşde hiçbir eyden haberin yok...şFaik Beyin sesi, yüzü, konu ması, şhareketleri bütün muvazenesini kaybetmi , mevcudiyeti karmakarı ık bir şşhale girmi ti. Hakkı Celis, artık hem şondan, hem etrafındaki nafile gürültüden rahatsız olmaya ba lamı tı. Hele tango şşdenilen muhtelif dans silsilelerinin hayvani ve iptidai manzaralarını seyretmekten bıkmı ve usanmı tı... Faik şş
Bey de, yava yava kendisiyle şşkonu maktan yorulmu ve yanındaki şşkadınlara sarkıntılık etmeye ba lamı tı; şşbirdenbire aya a kalktı:ğBen gidiyorum, yarın sabah çok erken kalkmaya mecburum! dedi.Faik Bey, onu alıkoymak için pek çok ısrar etti; fakat genç adamın kararıönünde fazla mukavemete imkan göremedi. Yalnız Hakkı Celis elini sıkıpayrılırken:Göreceksiniz; o evlenmez, o evlenemeyecek! diye ba ırdı ve ğbulundu u yere yı ıldı, kaldı.ğğHakkı Celis, dı arıya çıkar çıkmaz geni şşbir nefes aldı. Ne kadar güzel birgece sonuydu. Gökyüzünde nereden geldi i bilinmeyen bir aydınlık geçti iğğyerlere beyaz ve tatlı bir gölge salmı tı. şGündüzün o kadar adi ve manasız
görünen Galata'nın o sıra sıra evlerine bile esrarlı bir hal gelmi ti. Gençşadam, günün bütün vakalarını dü ündü; şBelkıs Hanımdan itibaren, bütün gördü üğçehreler, dokundu u eller, i itti i sözler ğşğhep birden, karmakarı ık beynineşhücum etti. Bu ne kadar çok, acayip şeylerle dolu bir gündü.Hakkı Celis, on iki saat zarfında on iki senelik bir hayat tecrübesi yapmışgibiydi. Belkıs Hanımın, yalvaran ve titreyen etinde, ona, behimi (Hayvani)hazların ne kadar esrarı varsa bir anda açılıvermi ti.şNuriye ve Neyyire Hanımlar gibilerin i reti ruhlarında tecelli eden bir neviğzoraki içlili in ne gülünç sevaikten ğ(Güdülerden) çıktı ını ö renmi ti.ğğşSeniha'dan, kendisine ulvi, yüksek, derin, hudutsuz, ince, dola ık görünenş
şeylerin ne kadar a a ılık, düz, dar, kaba ş ğve basit oldu unu hissetmi ti ve Faik ğşBeyden a kın her türlü tecellilerinden ifa şşbulmaz bir tarzda i renmi ti; bardaki ğşalemde ise, sefahat denilen eyi i renç şğve müthi olmaktan ziyade yavan ve bo şşbulmu tu. Bütün insanların o kadar şco kunlukla, o kadar humma ile ştırmandıkları hayat, hep bu yavan ve bo şunsuzlardan mürekkep de il miydi? Bu ğunsurlar ki, Belkıs Hanımın titreyen vücudundan, Nuriye ve Neyyire Hanımların i reti ruhlarındaki içlilikten, ğSeniha'nın arzu ve tamahlarından, Faik Beyin öfkesinden, bar halkının o zoraki ne vesinden ibaretti. Hakkı Celis'in şaklına, zavallı Faik Beyin bir sözü geldi: Cephenin arkasındaki hayat daha iyi de il! Bu avare adam belki bu sözü bir ğşey söylemi olmak için söylemi ti. Fakat, şşne dereceye kadar bir hakikatintarifiydi...
Hakkı Celis, kendi kendine bu sözü tekrar etti:Cephenin arkasındaki hayat daha iyi de il!ğ
XVINaim Efendinin kona ı hala kiralıktır. ğFakat, henüz bir kiracı zuhur etmedi.Çok bakanlar, çok gezenler oldu; kah bunların artları Naim Efendininkine,şkah Naim Efendinin artları bunlarınkine şuymadı. Konak büyük, viran vekasvetliydi; burada, imdiki hayata göre şancak üç aile bir arada ya ayabilirdi; şbunun için de kona ı birtakım bölüklere ğayırmak lazım geliyordu. Halbuki Naim Efendi, buna asla razı de ildi:ğBen öldükten sonra, isterseniz, yıkınız, diyordu. Fakat, ben sa kenğhiçbir tarafına el dokundurtmam, hiçbir tarafına el dokundurtmam, hiçbirtarafına el dokundurtmam, hiçbir tarafına...
Hastalıktan, yalnızlıktan, biraz da yoksulluktan, son zamanlarda, huyu çokde i ti; hırçın, hiddetli bir htiyar oldu. O ğ şİkadar ki, Selma Hanımefendi bile, artık ona laf dinletemiyordu. Hele Sekine Hanım, babasının yanında a zını açıp bir ğtek kelime söyleyemez oldu; bütün hayatında uslulu u ve yumu aklı ıyle ğşğtanınmı bir adamda bu hiddet ve iddet, şşadeta, bir ateh veya bir cinnet alameti olarak telakki edilmekteydi. Bunun içindir ki, herkes, önünde boyun e mek ğmecburiyetini hissediyor ve bütün huysuzlukları bir delinin buhranları gibi, mazur görülüyordu. Bununla beraber etrafındaki bo luk derinle tikçe derinle ti; şşşevvelce hemen her gün gibi kona a gelen ğSekine Hanım, yava yava haftada bir şşiki defa gelmeye ba ladı, bu da ekseriya şbabasının yanına girmeyerek ve Cenan Kalfa ile e yasız, so ukşğodalarda, ayakta fısıl fısıl görü meye şmecbur olmak artıyle... Selmaş
Hanımefendi ise, bir aydan beri, bir defa aya ını kona a atmadı; ara sırağğadamlarından birini göndermekle iktifa ediyordu. Zavallı Naim Efendi busuretle büsbütün yalnız kaldı; yalnız kalmaktan da sıkılıyordu. Her saat, herdakika Hakkı Celis'i arıyordu. Adeta bu çocu un tiryakisi olmu tu. kideğşİbirde: Hiçbir haber yok mu? Daha gelmeyecek mi? Bu ne uzun harp, ne uzun!Artık bir nihayete erse; lehimizde yahut aleyhimizde, nasıl olursa olsun, birnihayete erse!.. deyip duruyordu.Vakıa Hakkı Celis'ten kah do rudan ğdo ruya kendine, kah hem iresine sık sıkğşhaberler geliyordu. Fakat Naim Efendinin ona ihtiyacı en ziyade kendi derdinidökmek, kalbini bo altmak içindi.şGerçi, yavrucak, ne kadar gönlüne göreydi; kendisini de ne kadar iyi dinler;
ne kadar iyi anlardı; ailesi içinde hiç kimse ne hem iresi, ne kızı bu çocukşgibi cana yakın de ildi. kide bir Cenan ğİKalfaya derdi ki:Cenan, bu çocu a bir ey olursa, rica ğşederim, benden saklayınız; zira,i itir i itmez, dayanamam, mutlaka şşderhal ölürüm!Herkese kar ı kapanan kalbi, yalnız bu şçocukla Seniha'ya kar ı açık kalmı tı; şşhayatta o kadar birbirinden ayrı duran bu genç kızla, genç adam, akıbet bu can çeki en htiyarın gönlünde birle mi ti. şİşşResimleri de bir arada ba ı ucunda şduruyordu. Kah birine, kah öbürüne bakıyor, bazen ikisini birdenyan yana tutup aatlerce dalıp kalıyordu.şNihayet, bir gün Hakkı Celis çıkageldi. ki İgün için mezuniyet almı tı. Buş
hadise, Naim Efendi için hayatının son sevinçli saatlerinden biri oldu. kideİbirde yata ın içinden ince uzun kollarını ğuzatıyor, genç adamın ba ını ok uyordu. şşHakkı Celis ona i manlamı , uzamı , ş şşşgeni lemi görünüyordu.şşMuharebe sana yaradı; ma allah, şma allah evladım... diyordu.şGenç adam, ona, Çanakkale Harbinin bazı müheyyiç (Heyecan verici) safahatınıanlatmak istedi. Fakat, Naim Efendi bunların hiçbirini dinlemedi; HakkıCelis'e baka baka ve arada bir elleriyle ba ını ok aya ok aya bir hal oldu.şşşSonra birdenbire ona kendi derdini anlatmak ihtiyacını duydu.Semtime u rayan kalmadı, dedi. Bir ay ğvar ki, ninenin yüzünü görmedim,haftalardan beri teyzen bir kerecik olsun gelip hatırımı sormadı. Bilmem ki,
onlara ne yaptım, evladım? Kabahatim nedir? Burada yalnız ba ıma çektiklerimişsana anlatamam; diri diri bir mezara gömülmü gibiyim. Geceleri Hasan'laşCenan'ı kar ıma alıp konu maya mecbur şşoluyorum. Kimsesizlik o kadar canımatak diyor... Seniha'nın izdivacı kalmı şi ittin mi?şVe genç adama cevap vermeye vakit bırakmaksızın sözüne devam ediyordu:Yalnız kimsesizlik olsa ne ise evladım; ya bu yoksulluk... Geçen gün ekmeksiz kaldım... Yeme i ekmeksiz yedim. Vallahi ğevladım; bu da ba ıma geldi... Bazı şgeceler, karanlıkta kalıyoruz. Gaza para yeti tirmek ne mümkün... Bir gün şCenan'a dedim ki: 'Bari yata ımı sokak ğüstündeki odalardan birine nakledelim, hiç olmazsa caddenin fenerlerinden biraz aydınlık alırız.'
Cenan acı acı güldü ve o gece taba ın ğiçine biraz zeyinya ı koydu, etrafınağpamuk ve bez parçaları sıraladı: Ben karanlıkta kalmayayım diye bu acayipkandili yaktı. Çoktandır kahvenin, çayın tadını unuttum... Diyorlar ki ServetBeyin evinde kemafissabık (Eskisi gibi) e lentiler, ziyafetler devam edipğduruyormu !şSöylendikçe sesi titriyor; gözleri sulanıyordu:Mamafıh bu sözler aramızda kalsın evladım, dedi, zannetmesinler ki,kendilerinden muavenet istiyoruın, hayır, hayır. Allah göstermesin, benburada her türlü felakete, mahrumiyete, zarurete katlanırım; fakat istemem kikimseler halime vakıf olsun, sana söylüyorum, çünkü sen ba ka bir şçocuksun, büsbütün ba ka bir çocuksun.ş
Tekrar kollarını uzatıp, genç adamın ba ını ok adı:şşHer gün evin e yalarından bir ey şşsatıyorum, dedi. Evvela fuzulimobilyalardan, tatlı takımlarından, büfelerden, masalardan, kanepelerdenba ladık; imdi sıra yataklara, yorganlara şşgeldi. Sofadaki o güzel halılarınhepsi gitti evladım, girerken dikkat etmedin mi?Hakkı Celis, Çanakkale'ye gitmezden evvel, bütün bu halıların, bu masalarınbirer birer mezada gitti ini biliyordu. Kaç ğkere biçare Naim Efendiyi busefaletten kurtarmak için büyük ninesinin ayaklarına kapanmı tı; fakat, bu sert şkalpli kadın demi ti ki:şSatmak, onun eski adetidir, eski illetidir; bırakmalı satsın, satsın, ta ki satacak bir şeyi kalmayıncaya kadar... Ancak o vakit
rahat edecek ve söz dinleyecek... Niye yanıma gelmiyor, niye bin türlü bahane ile o bayku yuvasında sakalını Hasan şA a denilen o hırsızın eline vermi ğşoturuyor?Konak, Naim Efendiyle beraber, her gün biraz daha yıkılıp gidiyordu. Vakıasa ı solu yangın viraneleriyle çevrilmi ğşolan bu evin harici manzarası pekma mum bir eydi, fakat asıl içine ğşgirildikten sonradır ki insanın kalbinekorku ile karı ık derin bir kasvet şçöküyordu. Zili bozulan sokak kapısı a ırğbir tokmakla vuruluyor ve birçok gıcırtılarla, mustarip bir hayvan gibisarsıla sarsıla açılıyordu. Içeriye atılan ilk adımda göze tesadüf edenmanzara kırık dökük, yırtık pırtık birtakım e ya yı ınları, buruna çarpanşğkoku bir nevi toz ve küf kokusuydu; kımıldamaktan ve söz etmekten bıkmı ,ş
yarı dervi , yarı meczup kıyafetli bir u ak şşarkasından ve bu e ya yı ınlarışğarasından iç avluyu geçip de harem dairesine varıldı mı, insanı istila edenhüzün daha ziyade artıyordu; burası tıpkı yer altında bir mahzen gibiydi,sanki, senelerden beri hiçbir tarafından ne hava, ne ziya almı tı; bununlaşberaber, divanhaneler ve dehlizler çepeçevre geni , perdesiz ve pervazlarışsökülmü pencerelerle muhattı ş(Çevrilmi ) ve bu pencerelerinşcamlarından birço u kırıktı; bu kırık ğcamları örten örümcek a larınınğarkasında kı , yaz nutubetten, adeta şbozulmu birtakım su yolları gibi sızanşyüksek bahçe duvarlarının esmer ekilleri şgörünüyordu; her basama ı bir ayrığses çıkaran merdivenlerden çıkıp da eskiden, büyük otellerdeki hollertarzında Psalti'ye dö etilmi büyük sofaya şşvarılır varılmaz en hafif bir ses
bile bo bir kubbenin altında gibi şaksisedalar çıkarıyordu. Bu sofada, imdişher tarafından pamukları fırlamı iki eski şotoman ile bir aya ı kırık cevizğbir orta masasından ba ka e ya namına şşbir ey kalmamı tı. Bu cevizden masanınşşüstünde çok zamandan beri i lemeyen şpirinçten bir antika saat duruyordu.Yerde her tarafından yırtılmı bir eski şkeçe her adımda insanın aya ınığçeliyordu; sonra lo ve çıplak bir şdehlizden bo odaların kapalı kapılarışönünden geçiliyordu. Bu odaların bazılarında ku lar yuva yapmı tı; şşbazılarında ise -Cenan Kalfanın iddiasına göre- periler ve cinler oturuyordu. htiyarİkadın:Vallahi, geceleri adeta bizim gibi konu uyorlar, gülü üyorlar, arkışşşsöylüyorlar, tepinip oynuyorlar. Bazı da bir kavga, bir dövü tür, gidiyor, diyordu.ş
Perilerle cinlere yuva olan bu odaların kapıları hiç açılmazdı ve karanlıkbasar basmaz Cenan Kalfayı öldürseler önlerinden geçmezdi.Konakta yalnız Seniha'nın odasıdır ki, zamanın ve nisyanın (Unutmanın) kahrına u ramadı; burası Naim Efendinin ğbir kapalı bahçesi halindekaldı. Hala aya a kalkabildi i günler, ğğduvarlara tutuna tutuna oraya kadargidiyor ve genç kızdan kalmı e ya ş şdöküntüleri arasında saatlercemurakabeye (Kendi iç dünyasına dalmak) dalıyordu. Burası bir mabet gibidaima süprülüyor, temizleniyor ve e yanın hiçbirine dokunulmuyordu.şNaim Efendi, Hakkı Celis'e biraz evvelki sözünü tekrar etti:İzdivaç kalmı diyorlar, öyle mi?ş
Genç adam:Zannederim, dedi; zira, ben gitmezden evvel birkaç güne kadar nikaholaca ı söyleniyordu, ben gittim, geldim, ğortada hala olmu bitmi bir eyşşşyok... Demek ki...Naim Efendi, Hakkı Celis'in sözünü kesti:Acaba bu i in bozulu unu neye şşhamledersiniz evladım?Hakkı Celis, Faik Beyle bir ay evvelki konu tuklarını hatırladı ve içinden:şBuna sebep mutlaka odur! dedi.Halbuki, Seniha'nın izdivacına mani olan sebep ne o, ne bu idi. Bundan biray evvelki bir i için Sofya'ya gitti i şğsöylenen (...) Mebusu Necip Bey, halaİstanbul'a dönmemi ti, bir haber de şgöndermemi ti. Bazı kimseler, Viyana'daş
bulundu unu, bazıları Münih'e gitti ini ğğsöylüyorlardı. Seniha, Berlin'leViyana arasında mekik dokuyan biraderi Cemil'den üst üste, ona dair malumatsordu, fakat hiçbir ey ö renemedi. Bu, şğher cihetten esrarengiz bir gaybubetti ve bin türlü faraziyeye meydan açıyordu. Mesela Belkıs Hanım diyordu ki:Bey söylüyor, bu adamın adeti böyleymi . şHer rast geldi i kıza izdivaçğvadeder, bir müddet e lenir, sonra ğvazgeçer, bırakır, gidermi . Berlin'deşböyle kaç Alman ailesi, Viyana'da kaç Avusturyalı kız bu zengin ni anlınınşyolunu bekliyormu . Bu, stanbul'da ilk şİmacerası oldu u için bize hayretğveriyor, vakıa, (...) Mebusu Necip Beyin oynadı ı oyunların bu en cüretlisidir. ğBakalım, bu sefer i in içinden nasıl şsıyrılacak!
Nuriye ve Neyyire Hanımlar ise, bu hadiseden dünyanın en hayali romanlarını yapıyorlardı. Diyorlardı ki:Bu adam ne mebus, ne de zengindi. Kendisine mebus ve zengin süsü verenacayip ve esrarengiz bir serseriydi. Belki de 'Arsen Lüpen' tarzında zarif vekibar bir hırsızdı. Seniha'nın evindeki tantana ve alayi i (Gösteri ) gördü,şşmühimce bir ey çalabilirim sandı, bir şyolunu buldu, sokuldu; baktı, tetkiketti; sonra anladı ki, çalmak zahmetine de er bir ey yok, ba ını aldı; çıktığşşgitti...Bu iki genç kızın bu garip gülünç hikayelerini dinleyenlerden bazıları birtuhaflık olsun diye:Çalacak bir ey bulmadı mı? Neden? şSeniha'nın kalbini çaldı, bundan dahakıymetli ne bulabilirdi? diyorlardı.
Vakıa, Seniha için, bu gayet a ır bir ğdarbe oldu, ve belki hayatta yedi iğdarbelerin en a ırı bu idi; zira bu sefer ğtamam can alacak yerinden, hulyalarının, hesaplarının, tasavvurlarının merkezinden, gurur ve nefsaniyetinden yaralanmı tı. Fakat bu felakete o kadar şvakar ve metanetle tahammül etti ki, hiç kimse eleminin derecesine vakıf olmadı, hatta kendisini pek yakından tanıyanlar bile: Ne kadar kayıtsız kız! Ne kadar havai ve geni yürekli dediler. Bunlar şarasında yalnız Faik Beydir ki, sevgilisininyüre inde açılan yarayı bütün çirkinli iyle ğğgördü ve ona gördü ünü hissettirdi. O ğgünden beri, genç kız, eski a ı ının ş ğamansız dü manıdır ve ona her vesileyle şhakaret etmekte vah i bir haz duyuyor. şHakkı Celis, Naim Efendiyi ziyaretinin ertesi günü, gidip Faik Beyi bulmak arzusunu bir türlü yenemedi. Onu evinde aradı. Tokatlıyan'a, Lebon'a baktı, nihayet, ak am üstü, Do ruyol'da şğ
gezinenler arasında tesadüf etti. Faik Bey, o bar gecesindeki kadar geveze de ildi; ne de Seniha'ya dair birtakım ğyeni hasbıhallere meyilliydi; yalnız için için birçok mühim eyler yapmı , birçok şşmühim eyler ö renmi gibi manidar bir şğşketumlu u ve izdivacın bozulu unu ğşkendine atfettirmek isteyen esrarlı bir tavrı vardı. Arada bir diyordu ki:Zavallı Seniha Hanım; en son emeli de mahvoldu. Senelerden beri o kadaritinalarla kurdu u bina iskambil ğka ıdından yapılmı atolar gibi bir ğş şnefeste yıkılıverdi. Ne kadar mustarip, ne kadar mustarip... Bilmezsiniz. Suratındandü en bin parça oluyor. Gidip gördünüz şmü?Hayır; belki bu ak am... Çünkü yarın şerken yine cepheye dönüyorum, dedi.Faik Bey sözüne devam etti:
Aman, bir defa olsun görünüz, küçük hanımın cephesi Çanakkale cephesindendaha müthi bir hal aldı. Güya i in şşbozulmasına sebep bizmi iz gibi...şBunu söylerken bıyık altından: Benim ya, ne ise! diyen bir tebessümle gülüyordu.Hakkı Celis'le Faik Bey, Do ruyol'da böyle ğkonu arak yürürken, birdenbireşta yanlarından lastik tekerlekli bir arabada Seniha geçiverdi. Genç kız,onları görmü tü, fakat, görmemezlikten şgeldi, kalabalı ın arasında Tünel'eğdo ru uzakla tı, gitti.ğşBiraz sonra Faik Beyle Hakkı Celis, Seniha'yı yine aynı araba içindeyukarıya do ru dönerken gördüler. Fakat ğbu sefer, genç kız onların önündengeçerken arabasını durdurdu ve tavrıyla onları ça ırdı ını anlattı. kisiğğİ
birden yakla tılar. Faik Beye elini bile şuzatmadı ve derhal Hakkı Celis'lekonu maya ba ladı; genç adamı güya şşsenelerden sonra ilk defa görmü gibiydi,şyüzüne hayret, efkat ve sevinçle şbakıyordu. Sesi ok ayıcıydı:şHaydi, arabaya bin, eve gidelim, dedi.Ve Hakkı Celis'in tereddüdü üzerine:Kuzum, rica ederim, mademki yarın gidiyorsun, diye yalvardı.Faik Bey, sapsarı kesilmi , kaldırımın bir şkenarında duruyordu; genç adam,ona selam verdi ve arabaya atladı. Seniha ise hafifçe ba ını e di. Eskişğçocukluk arkada ını ve büyük halasının şo lunu böyle yanıba ında hissetmektenğşpek memnun görünüyordu.
Seni kaçırdım, seni kaldırdım; ne iyi oldu, de il mi? Bu ak am çok e lenece iz, ğşğğgöreceksin... diyordu.Ve bir öpücükten daha tatlı bir tebessümle genç adamın yüzüne bakıyordu.Birdenbire dedi ki:Demincek o serseri sana neler anlatıyordu? Mutlaka benim aleyhimde bir eyler söylüyordu, mutlaka... Siz ne şvakitten beri bu kadar dost oldunuz?Hakkı Celis kızararak ba ını önüne e di:şğBir tesadüf; dedi. Gerçekten caddede rast geldim, birkaç adım beraberyürüdük ve gayet havai birkaç ey şkonu tuk, i te o kadar...şşBunları söyleyerek gözünün ucuyla Seniha'ya baktı, ona da birdenbire
mahcup bir tavır gelmi , yarı kapanmı ; şşuzun, kıvırcık ve sürmeli kirpiklerininaltında gözlerindeki mana seçilemiyordu; fakat yüzünün çizgilerinde zorlagizlenmek isteyen hareketler ve ifadeler vardı. Her ikisi de bir müddetsükuti kaldılar. Seniha silkindi ve deminki mü fik, memnun ve ok ar gözlerleşşgenç adama bakıp:Ne kadar memnunum, seni buldu uma ğne kadar memnunum; bu ak am yalnız,şyapayalnızdım; ne yapaca ımı ğbilemiyordum, dedi ve çıplak elini laubali,samimi bir tavırla Hakkı Celis'in dizi üstüne bıraktı. Hakkı Celis bir eyşsöylemi olmak için sordu:şNeden o kadar yalnızsınız, teyzem, eni tem yok mu?şSeniha:
Sahi, sana söylemeyi unuttum, dedi. Zavallı büyükbabam bu sabahbirdenbire çok a ırla mı . Hepimiz gittik, ğşşvakıa ne ben, ne babam yanınagiremedik; fakat annem odasından a layarak çıktı; bir dakika yanındanğayrılamayaca ını söyledi.ğHakkı Celis:Daha dün ak am orada yanındaydım; her şvakitten pek farklı de ildi; ne tuhaf! dedi.ğSeniha, yarı suni, yarı hakiki bir teessürle:Bugün içim çok fena oldu o konak ne hale girmi . O ne sefalet, ne harabi...şBiraz dü ündü, daldı, dudaklarını ısırdı ve şküçük bir kız tavrıyle Hakkı Celis'e sokulup dedi ki:
Bu gece, eski eylerden bahsedelim; şuzun uzun konu alım; ben sanaşanlatayım, sen bana anlat! Olmaz mı?Böyle konu arak apartmana vasıl oldular. şGenç kız, kapıdan içeriye girergirmez ilk sordu u ey bu oldu:ğ şMektup var mı?Hizmetçinin menfi cevabı üzerine biraz sinirlenir gibi oldu; boynundakikürkünü bir tarafa, man onunu bir tarafa şattı ve acele acele çar afınınşpelerinini çıkardı, sonra Hakkı Celis'e dönüp:Gel, odama gidelim, dedi.Seniha'nın odası büyük muhte em bir şparavana ile yata a ve tuvalete mahsusğiki kısma ayrılmı tı; o kadar ki, bir tarafta şoturan kimse di er taraftağ
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 490
Pages: