Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Kiralık Konak-Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Kiralık Konak-Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-18 14:53:38

Description: Kiralık Konak-Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

Search

Read the Text Version

Kiralık Konakwww.Sanal-Kitap.com1922Yakup Kadri Karaosmano luğ

Naim Efendiler bu yaz Kanlıca'ya ta ınmadılar. Zamanlar artık eski şzamanlar de il, iki sene içinde pek çok ğadetler de i ti. Kı ın konaklarda, yazınğ şşyalılarda oturan aileler gittikçe azalmaktadır. Hele, Mısırlılarınü ü melerinden sonra Bo aziçi'nde yalısı, ş şğkö kü olup da kiraya vermektenşsakınanlara ya çok zengin, ya çok hesapsız gözüyle bakılıyor. Naim Efendi ise, ne çok zengin, ne çok hesapsızdır. Babasından kalmı bir serveti şgençli inden beri oldukça büyük bir ğihtimamla idare ve muhafaza ediyor. Kendisi, kinci Abdülhamit devri İricalinden olmakla beraber bu servete hiçbir ey ilave etmedi. Ilave edebilirdi, şçünkü senelerce devletin yüksek mevkilerinde bulundu. Gençli inde babası ğgibi Mabeyni Humayun'a mensuptu, sonra birçok defalar valiliklerde dola tı. şŞürayı Devlet azası, Rüsumat Müdiri

Umumisi oldu ve nihayet Defterihakani ve Evkaf nezaretlerine geçti. Inkılaptan iki sene evveldi, dola ık bir tevliyet ş(Mütevellilik) davası yüzünden istifasınıverdi ve günden güne bulanan hükümet i lerinde tiksinerek bir kö eye çekildi.şşBununla beraber hiçbir zaman kenara atılmı bir memur haline dü medi, devrinşşricaliyle münasebette bulunur ve Muayede merasiminde (Bayramla ma) şhiç de ilse defteri mahsusa imzasını ğatmaya giderdi. Memuriyet hayatında yakından gördü ü resmi ve gayrı resmi ğbütün pisliklere ra men, devlete ve ğdevlet adamlarına kar ı hala derin bir şsaygısı vardı. Naim Efendi o terbiyeli kimselerdendir ki evliya, enbiya isimlerinin sonunda Radiyallahu anh demeyi hiç unutmazlar ve Pa a kelimesini şmed (Uzatarak) ile telaffuz edip, mutlaka hazretleri ile nihayetlendirirler. Bu gibi kimselerin ba lıca fazileti, itaat ve ş

hürmettir. Bütün terbiye ve ahlak düsturları onlar için yalnız bu iki kelimenin ifade etti i manadan ibarettir. ğBununla ,beraber, Naim Efendinin iki esaslı fazileti daha vardı: Bir ana kadar mü fik ve bir dul kadın kadar titizdi. şFakat, titizli i asla bir huysuzluk ğderecesine. varmazdı; bu, temiz ruhunun ve temiz vücudunun maddi ve manevi pislikler önünde bir nevi tiksinmesinden gelirdi. Gö üs üstünde bir ya lekesi, bir ğğkaba söz,mübalatasız (Dikkatsiz) bir hareket, onu müsavi derecede kederlendirenşeylerdendir; fakat, pek içli, pek nazik bir adam oldu u için, kederlendi ininğğkimse farkına varmazdı.İstanbul'da iki devir oldu: Biri İstanbul'un; di eri redingot devri...ğOsmanlılar hiçbir zaman bu stanbul'un İdevrindeki kadar zarif, temiz ve kibar

olmadılar. Tanzimatı Hayriye'nin en büyük eseri, stanbulinli stanbulİİEfendisidir. Bu kıyafet dünyaya yeni bir insan tipi çıkardı ve Türkler bukıyafet içinde ilk defa olarak vah i Asya şile ha in Avrupa'nın arasında gayetşhususi yeni bir millet gibi göründü. Ya ayı ve giyini itibariyle imalşşşŞkavimlerinden daha sade ve daha dü ünceli olan bu millet, duyu ve şşdü ünü itibariyle Akdeniz kıyılarındaki şşmedeniyetlerin bir hulasası eklinde ştecelli ediyordu. A ır kavuklu, alacalı, ğkesif Yeniçerilerin demir çarıklarınınçi nedi i bu toprakta hangi tohum, hangi ğğhava bu çiçe i veriyordu? Zira, buğbeyaz pantolonlu, beyaz yelekli ve lüstrin kalo lu Türkler, ince bir halattanşibaret endamlariyle biraz evvelki bo um ğbo um adamlara hiç benzemiyorlardı.ğSultan Mecit devri ricalinin, Halet Efendi muasırlarının çocukları oldu una kim ğihtimal verebilir? Bunlar, boyunlarından

ipekli bir mendille bo ulmu solgun ğşbenizleriyle onların cebir ve hu unetinden ş(Zorbalık ve sertliklerden ürkmü şkimseler gibidirler. Hepsi de umumi i lerden çekinir, hiddetlerinde veşhazlarında ölçülü, namuslu aile babaları ve kibar konak sahipleri idiler.Bizde, Çerkes halayıklan, harem a aları, ğBo nak bahçıvanlarıyla büyük evşhayatı asıl bu devirden ba lar. Yüksek şrütbeli devlet adamlarının tesisettikleri Osmanlı kibarlı ının kunda ı ğğcanfes astarlı ve serapa (Ba tanba a)şşilikli stanbul'un idi.İSonra redingot devri geldi ve redingotu içinden yarı u ak, yarı kapıkulu,şriyakar, adi bir nesil türedi. Bu neslin en yüksek, en kibar simalarında bilebir saray hademesi hali vardı. Ço u, ğIkinci Abdülhamit Han devri ricalinden

olan bu adamların her biri bir hile ile efendilerinin arabasına binmişseyisleri andırıyorlardı. Bunların elinde İstanbul'da konak hayatı birdenbirekö k hayatına intikal ediverdi. Ne şya ayı ın, ne dü ünü ün, ne giyini inşşşşşüslubu kaldı; her ey gelenek dı ına çıktı; şşher beyni tatsız ve soysuz birArnuvo ve bir Rokoko merakı sardı; binalarımız, e yalarımız, elbiselerimizşgibi ahlakımız, terbiyemiz de rokokola tı. şAbdülmecit devrinin o a ır; zarifğve için için gelenekçi Osmanlılı ından ğeser kalmadı. Naim Efendi, a a ı yukarış ğbu redingotlu nesle mensup olmakla beraber, vücudu henüz körpe ikenİstanbul'un içinde yeti ip geli mi şşşkimselerdendi.Maziden bize yadigar kalmı bu gibi şşahsiyetler, aramızda elan mevcuttur.Bunlar, pek eski zamanlarda bile, eski adamlardandı. Ruhları sanki bir

merhalede durmu gibidir. Nitekim Naim şEfendinin bütün hatıraları, bütünzevkleri, bütün muhabbetleri, kendisini güldüren ve a latan her ey mutlakağşbundan kırk sene evveline aittir. Onu dinleyen ve onu yakından gören birkimse zanneder ki, Naim Efendi yarım asırlık bir letarjiden (Uyanılmayan derinuyku) henüz gözlerini açıyor ve a kın ş şş şa kın etrafına bakınıyor. Vakıa o,yirmi be ya ından beri daima a an, şşş ştiksinen, ürken ve kaybolmu bir ömrünşhasretini çeken bir adamdır. Onu insandan kaçar ve huysuz zannedenleryanılıyorlar. Bütün çocuklu u ve bütün ğgençli i stanbul'un en kalabalık birğ İkona ında geçen Naim Efendi, e lenceli ğğmeclisleri, ahbap arasında sohbetleri,misafirlere ziyafetleri pek severdi. Fakat öyle bir zamanda ya adı ki,şbunların hepsi yasaktı; olmasa bile, eski devrin meclislerini, sohbetlerini,

ziyafetlerini, misafırlerini bulmak ne mümkündü? Naim Efendi, yeni sazdan,yeni arkılardan zevk almak öyle şşdursun, son senelerde artık yazılan vekonu ulan Türkçeyi de anlamıyordu.şBundan on be yıl evveldi, bir gün eline şdamadının okudu u kitaplardan biriğgeçti; kırmızı kaplı ve üstünün yazıları beyaz bir kitap... Epeyce bir müddetparmaklarının arasında evirdi çevirdi; sonra gözlüklerini taktı, önce uzunuzun kabı muayene etti, muharrin adını, kitabın serlevhasını (Ba lı ını) basımş ğtarihini okudu; bu kabta her gördü ü ği aret, her okudu u yazı, muharririn ismişğde dahil olmak üzere ona acayip geliyordu. Büyük bir tecessüsle cildin içiniaçtı, fakat okumak ne mümkün! Naim Efendi adeta yeni kıraat dersine ba lamışşbir çocuk gibi, kelimeleri heceliyor, bir cümleyi bin zahmetle sonuna kadar

ya tamamlıyor, ya tamamlayamıyor, veya tamamladıktan sonra da okudu u eyin ğ şmanasını iyice kavrayamıyordu. Vakıa bu, Edebiyat-ı Cedide külliyatından bir romandı. Naim Efendi ise, bütün ömründe hiç roman okumamı tı. Bununla şberaber, onun bu kitapta anlayamadı ı ğşey, ne eserin terkibi (Birle imsel) şmahiyeti, ne muharririn maksat ve gayesi idi, do rudan do ruya kelimelerin ğğmanasıdır ki ona müphem geliyor, do rudan do ruya cümlelerin ğğte kilindedir ki bir yabancılık, bir gariplik şbuluyordu. Fakat sonraları, torunları yeti ip de aynı dili evin içinde konu maya şşba layınca, onun nazarında bu şkelimelerdeki müphemlik yava yava zail şşolmaya ve bu cümlelerdeki garabet de yava yava kalkmaya ba ladı.şşş Naim Efendi, evvela damadı, sonra torunları sayesinde daha nelere

alı mı tı... Biçare adam, kızı evlendi i şşğgünden beri, a a ı yukarı yirmiş ğsenedir, her gün bir eski itiyada veda etmekten ve her gün yeni birmecburiyete katlanmaktan ba ka bir ey şşyapmıyor. Ne Cihangir'deki kona ında,ğne Kanlıca'daki yalısında htiyar ve İyorgun vücudunu dinlendirecek bir kö ecik kalmı tır.şşBundan be sene evveline kadar hiç şde ilse, karısı yanıba ında idi,ğşrahatını, huzurunu mümkün mertebe koruyordu. Zira, bu htiyar kadın İölünceye kadar, evinin içinde hakim ve amir kaldı. O, hayatta bulundukça ne kızının, ne damadının, ne torunlarının eve ait umurda (I lerde) o kadar hüküm ve şnüfuzları o olmadı.Gerçi, her biri kendi havasına, kendi dairesine ve kendine göre bir hayat

yapmı tı; fakat, gerek yalının, gerek şkona ın umumi nizamı bu iradeli evğkadınının elinde idi. Naim Efendinin haremi Nefise Hanımefendinin bu nizamıeski usul ile töreler arasında muhafaza ve idare etmek için dı arıda bir htiyar şİu aktan, içeride geçkin bir kalfadan şba ka icrail (Yürütecek ,yerine getirecek) şvasıtası olmadı ı halde, evin her eyi yine ğşyolunda giderdi; zira, her yeni gelen hizmetçiye birkaç gün içinde istedi i ğterbiyeyi vermek, bu kadına has fevkaladeliklerdendi. Vakıa fazla döverdi, fazla azarlardı; bununiçindir ki son zamanlarda yeni hizmetçi bulmak hususunda epeyce mü külat şçeker oldulardı. Biçare Nefise Hanımefendi, denilebilir ki, biraz da bu kahır yüzünden öldü.O öldükten sonra yerine kızı Sekine Hanım geçti; fakat Sekine Hanım, hiçbir

cihetten annesine benzemiyordu. Tıpkı babası gibi, çekingen, içinden titiz,iradesiz, tembel bir kadındı; hususiyle kocasının nüfuzuna ve çocuklarınınarzularına son derece uyardı.Kocası ise kırk be ya ında bir züppeden şşba ka bir ey de ildi. Alafrangaşşğhayat namına sabahtan ak ama kadar şbin türlü garabet yapan bu adam, BüyükHanımın vefatını müteakip, evi kendi heveslerine göre esasından de i tirmeyeğ şkalktı; ne kadar eski e ya varsa hepsini ştavan aralarına ve mahzenlereattırdı, her odayı Avrupa'dan gelmi şmobilya kataloglarına göre ayrı birüslupta, ayrı bir renkte Pisaltiye dö etti.şBüyük Hanımın yeti tirmesi ne kadar şhizmetçi varsa hepsine yol verdi, eviniçini Beyo lu'ndan gelmi beyaz önlüklü, ğşba ı topuzlu hizmetçilerle doldurduş

ve bütün bunların idaresini, çocuklarına mürebbiyelik eden Lehistanlı bir kadına verdi.Naim Efendinin damadı Düyunu Umumiye müfetti lerinden Servet Bey,şMüslümanlıktan ve Türklükten nefret eden bir kazasker o ludur. Aldı ı terbiyeğğile ya adı ı muhit birbirinin aksi olan her şğinsan gibi Servet Bey de daimi birihtilaç, (Çırpıntı) daimi bir isyan içinde ya ar. Pederi SadrişMolla'nın kona ında alafrangalı ı kendi ğğodasının e i inden dı arı çıkmazdı.ş ğşNasılsa küçükten beri Fransızca bilmek, bir müddet Galatasaray Mektebindebulunmak; bir müddet Beyo lu muhitinde ğtatlı su Frenkleriyle dü üp kalkmışşolmak ona bir softa evinde, çıplak kadın resimlerinden, dizi dizi Fransızcakitaplarından, vazolardan, biblolardan müte ekkil bir halvet yapmak ve buş

halvette yaylı bir ezlonga uzanıp, gözleri ştavanda, ayakları havada, bir taraftan Hollanda sigarını emerek, di er taraftan ğyabani ve peri an bir sesle birtakım şopera parçaları terennüm ederek saatlerce vakit geçirmek hakkını vermi tir. Daima muhayyel bir Avrupa şseyahati için hazırlanmı birşbavulu vardı, bu bavulun yanıba ında bir şde apka kutusu dururdu. Bazışsıkıntılı saatlerinde bir aynanın kar ısına şgeçip, bu kutudan çıkardı ığşapkaları birer birer tecrübe ederdi ve ba ını bu serpu ile örtülü görünceşşadeta kendinden geçerdi. Nitekim böyle şapkalı, seyahat kostümleriyle veyasuare kıyafetinde hala birçok resimleri vardır. Ve bu resimler, hala gençlikodasının duvarlarını süsleyen çıplak kadın resimlerinin yanında asılıdır.Türkler içinde kimse bu Servet Bey kadar ate le, co kunca alafrangalı a dü künşşğş

olmamı tır. Bu dü künlükte o derece şşsamimiydi ki, gerek babasının, gerekkayınbabasının muhitinde bütün ahval ve harekatı hürmetle de ilse bile, adetağkorku ve endi e ile kar ılanırdı; zira, şşgözlerinde sarsılmaz bir imana ermişadamların ate i vardı. te bu ate in şİşşkuwetiyledir ki Servet Bey, Naim Efendikona ında bütün iradesini istedi i gibi ğğyürütüyor ve hele inkılaptan beri bukonakta artık hiç Türkçe konu ulmuyordu.şNaim Efendiler bu yaz Kanlıca'ya ta ınmadılar ve bundan en ziyade ServetşBeyin çocukları memnun oldular. Zira, Bo aziçi'nin bu kö esi, asriğşe lencelerin hiçbirisine müsait de ildi; ğğtuhafiyeci camekanları önündegezinmelere, her adım ba ında bir şahbaba tesadüflere, ak am üstü çayşziyafetlerine, bin türlü a k ve alaka şoyunlarına Kanlıca'da oturulan aylarda

epeyce sekte geliyordu. Hususiyle, Servet Beyin o lu Cemil, henüz yirmiğya ında bir mektep çocu u olmasına şğra men, Beyo lu'ndaki büyük ğğlokantaların, gazinoların, barların, bazı e lenceli evlerin sadık bir gediklisidir; buğya ında birçok tiryakilikleri, şvazgeçemedi i birçok itiyatları ve ikinci ğbir tabiat haline girmi zevkleri, hazları şvardır. Hem iresine ara sıra delicesineşsevdi i bir metresinden bahsetti i de ğğolurdu. Bittabi, hu metresi de yaz kışBeyo lu'nda oturanlardandı. te, Cemil ğİşiçin sayfıye hayatı, bütün bu mahzurlar yüzünden katlanılmaz bir angarya haline girmi tir. Tam Beyo lu hayatının şğuyanmaya ba ladı ı bir saatte, Karaköy şğköprüsünden ko arak vapura yeti mek, şşvapuru kaçırınca veya kaçırmak isteyince eve kar ı vaziyetini düzeltmek, gece şkaçamaklarına makul bir sebep göstermek için maddi ve manevi

birçok zahmetlere girmek, onu son derece rahatsız eden i lerdendi. Her şşeyde hür fikirli olan babası da, bu geceyi dı anda geçiri leri asla mazurşşgöremiyordu; Servet Bey, ya ailevi ve terbiyevi bir kanaat eseri olarakveyahut sadece babalık hissiyle bu hususta her nasılsa kaynatasıyle birle iyor ve karısının endi elerini haklı şşbuluyordu:Ben demiyorum ki, gezmesin, e lenmesin, diyordu. Gençtir, ğtamperaman sahibidir. Asri, modern hayata göre yeti ecektir. Tabii bu hayatın şher türlü safahatını görecek. Bu hayatın her türlü safahatını ya ayacak. Fakat buşya ayı hiçbir zaman sıhhatini ihlal şşedecek bir dereceye varmamalıdır. Bendemiyorum ki, stanbul halkı gibi ak am İşgurup ile beraber evine sokulsun veyeme ini yer yemez uyusun. Hayır, ğhayır... Hiç de ilse gece yarısı ve kabilğ

olmadı ı takdirde sabaha kar ı mutlaka ğşevinde bulunmalı ve mutlaka yata ınağgirmi olmalıdır.şBiraderinin küçük sırlarına pek yakından vakıf olan Seniha ise, babası böylesöylerken çapkın bir tebessümle bıyık altından gülerdi; zaten bu alaycı gençkız için etrafındakilerin hangi hareketi ve hangi sözü gülünç de ildir!ğBüyükbabasının ahsiyeti, annesinin şahvali öyle dursun, ekseriya pederişServet Beyin efkar ve harekatı (Dü ünce şve Davranı ları) bile ona iptidai,şsakat ve garip görünürdü. Zira, bu, Frenklerin, asır sonu diyevasıflandırdıkları bir genç kızdı; asır sonu, yeni bir nevi içtimai örnektirki, harici ve dahili ya ayı ında hale ve şşmaziye ait her türlü kayıttan azadeve istikbalin henüz hazırlanan cereyanlarına tabidir. Seniha, daima en

son çıkan moda gazetelerinin resimlerine benzerdi. Körpe, ince ve çalak vücudu,ipekböcekleri gibi daimi bir istihale (Biçim de i tirme) içindedir. Günün ğ şaydınlıklarına göre mütemadiyen rengi de i en ye il gözleri gibi sesinin bestesi, ğ şşkımıldanı larının ahengi ve hatta ba ının şşşekli de mütemadiyen de i irdi. çi de ğ şİtıpkı dı ı gibiydi; tıpkı gözlerinin rengineşbenzeyen bir ruhu vardı, kah ihtilaçlı, kederli, bulanık ve fena, kah berrak,rakit (Durgun) ve ekseriya bir havai fı ek şgibi enlikli idi. Fakat bu küçük,şşeytan mevcudiyetinin hiç de i meyen ğ şbir hususiyeti vardır ki, o da alaycılı ığve uhlu udur. En ziyade zevk aldı ı şğğkitaplar, Gyp'in romanları, yeni tiyatropiyesleri ve Paris'in mizahi gazeteleriydi. Gyp, ona bir ikinci ana, bir ikinci mürebbiye olmu tu. Bu muharririn şromanlarındaki serbest tavırlı, yarıo lan, yarı kadın genç kızlar, üzerlerinde ğruhunu biçti i modellerdir.ğ

Denilebilir ki sabahtan ak ama kadar her şgün bütün me guliyeti bu genç kızştiplerini hayata tatbik etmekten ibarettir.Seniha, ya murlu bir kı günü, elinde ğştuttu u bir küçük kamçıyı sa a solağğsallayarak, kapılara, duvarlara ve e yaya şvurarak, gayet sıkıntılı bir tavırlaevin içinde dola ıyor, bir a a ı iniyor, bir şş ğyukarı çıkıyor, adeta duvarlararasında dar bir kafese hapsedilmi şbüyük bir ku gibi çırpınıp duruyordu. şTam bu esnada, kar ısına büyükbabası şNaim Efendi çıkıverdi: htiyar adam, İkürküne bürünmü , elinde kalın ciltli bir şkitap, bir odadan öbür odaya geçiyordu.Senihe, ikarını (Durgun) bekleyen bir ştazı gibi, Naim Efendinin üzerine atıldı ve kamçısıyle kalın ciltli kitabın üstüne birkaç kuvvetli darbe indirerek:

Büyükbaba, siz hayat kadar bunaltıcısınız!.. dedi. Sonra bir mahalleçocu u tavrıyle ıslık çalarak uzakla tı, ğşgitti.Naim Efendi, bir müddet a kın a kın ş şş ştorununun arkasından baktı, içinden:Lahavle, lahavle, diyordu; bu kızda acayip bir hal var!Zaten, Naim Efendi, evin içinde ne olursa daima bu acayip kelimesiyleadlandırırdı. Teessürleri asla bir öfke derecesine varmazdı, zira, gördü ü veği itti i eylerin hiç biri garabetlerinin şğ şderecesi itibariyle havsalasınası acak bir mahiyette de ildi. Kızmak ğğveya gücenebilmek için mutlaka birazanlamak lazımdır. Naim Efendi ise ne damadının, ne torunlarının ya ayışştarzlarındaki manayı anlayamıyordu. Alafranga, asrın icabatı... Bu kelimeler

kona ın içindeki yeni vaziyeti onun ğnazarında kafı derecede aydınlatamıyordu.Ekseriya kızıyla, bazen damadıyla aralarında hafif münaka alar olurdu. şNaim Efendi, kızına derdi ki:Yavrum, çocuklarının ahval ve harekatını hiç be enmiyorum. Bu Lehli kadınğzannederim ki, bunlara yanlı bir terbiye şverdi. Seniha on sekizine bastı,fakat hala sekiz ya ında bir çocuk gibi şhoppa ve yaramazdır. Cemil dahayirmisine girmedi. Fakat otuz ya ında bir şgencin hayatını sürüyor. O yemektensonra sizin önünüzde ayak ayak üstüne atıp sigara içmeler nedir? O eveistedi i saatte girip çıkmalar nedir? Ne ğbabasını dinliyor, ne seni... Benise, do rusu her eyi görmezlikten ğşgeliyorum. Ne kıza, ne o lana a zımı açıpğğ

bir kelime söylemiyorum; mazallah, bana kar ı da bir itaatsizlik ederler, bir ters şcevap verirler diye korkuyorum...Naim Efendi, biraz da torunlarını çok sevdi i için sesini çıkaramazdı. Yoksağher eye ra men kona ın içinde hürmet şğğedilen, korkulan yegane amir yine oidi. Biraz iddet gösterecek olsa, her şşeyin yoluna girmesi ihtimali henüzmevcuttu. Fakat ne yazık ki, o zayıf kalpli bir büyükbaba idi. Sonra da aldı ığterbiye onun -kiminle olursa olsun- yüksek sesle konu masına bile müsaitşde ildi. Bir gün, -inkılabın ilk aylarında ğidi- damadıyle siyasi birmübahaseye (Söyle iye) giri tilerdi. Naim şşEfendi, gazetelerden ikayet ediyordu:şEfendim, her ey iyi... Fakat, bu şgazeteler pek ileriye varıyorlar; diyordu.Memlekette, hiçbir eye kar ı hürmet şşhissi bırakmadılar; Padi aha, vükelayaş

kar ı en kaba elfazı istimalden ş(Sözcükleri kullanmaktan) çekinmiyorlar.Hayatı umumiye derken, herkesin hayatı hususiyesine de tecavüze ba ladılar.şGeçen gün Erenköy'ünde Hasip Pa ayı, şziyaret etmi tim; biçare adam öyle birştehevvür (Kızgınlık) içinde idi ki, haline acıdım, me er, Tanin gazetesiğmü arünileyhin (Adı geçenin) nezareti şesnasında da birçok ihtilaslar (Hırsızlık) ve suistimaller vuku buldu undan ğbahsediyormu ,şhalbuki...Damadı Servet Bey, sinirli bir hareketle sözünü kesti:Halbuki... Yok efendim, bir rejim gidip, yerine di er bir rejim geldi mi,ğtabiidir ki bu rejimin adamları öbür rejimin adamlarından hesap soracaklar.Bahusus, yıkılan idarenin nasıl bir idare oldu unu siz herkesten iyi bilirsiniz.ğ

Naim Efendi, bir çocuk gibi utandı:Hiddet buyurmayınız, efendim, dedi. Bendeniz hesap sorulmasın demedim...Ha a. Yalnız dü ününüz birkere... şşVicdanınıza müracaat ederim. Hasip Pa aşHazretlerinden nasıl hesap sorulabilir, bu kadar mübarek bir zat... Sizi teminederim ki, be parası yoktur. Zevcesinin şservetiyle geçinir.Servet Bey, kabili hitap (Kendisiyle konu ulması) olmayan kimselerle şkonu anlara mahsus bir iç sıkıntısıyle:şEfendim; dedi. Memlekette bir mahkeme ve bir adalet kapısı var. Hasip Pa a,şmahkemeye çekilir, adalete teslim edilir, e er masum ise ne ala, de ilse...ğğGiyotin efendim, giyotin temizler... Yalnız namussuz kafaların de il, fakat,ğeski kafaların hepsi de kesilmelidir!

Naim Efendi, son cümledeki bu vah i şimayı hissetti. Fakat, kendinde cevapvermek kudretini bulamadı, gözlerini yere indirdi ve derin derin dü ündü.ş

IIPazartesi günleri Seniha'nın çay günleridir. Avrupa'nın bütün kibarkadınları gibi o günleri giyinir; ku anır ve ştam saat be te kona ın büyükşğsalonunda kendisinde nadir görülen bir hanımefendi vakarıyle ziyaretçilerinibeklerdi.Bunların bazısı, mürebbiyesi Madam Kronski vasıtasıyle tanıdı ı birkaçğBeyo lu madam ve matmazelleri; ğdi erleri çocukluk arkada larından genç ğşkızlar ve aile dostu genç kadınlardı; bunlar arasında, biraderi Cemil'inarkada larından bazı genç adamlar da şbulunurdu. Hassaten Faik Bey isminde birgenç, kona ın daimi misafiri ve Servet ğBeyin çocuklarının ayrılmaz bir yolda ışidi. Bunun içindir ki Faik Bey, pazartesi günleri ö le yeme inden itibarenğğ

konakta bulunur ve ziyaretçilere, ev sahipleriyle birlikte intizar (beklemek)ederdi. Bu pazartesi de öyle oldu.Saat on biri henüz geçmi ti. Seniha'nın şoda kapısı bir dans havasıyle vuruldu. Seniha daha yataktaydı. Tembel ve mahmur bir sesle Fransızca:Ne var? diye sordu.Kapıya vuran Faik Beydi:Benim, benim; bu ne uyku, dedi. imdi ŞCemil'in odasına u radım, cevap bile ğvermiyor.Seniha, suni bir huysuzlukla mırıldanarak yataktan indi, arkasına bir penyuvar aldı, kapıyı açtı ve ımank bir tebessümle:şDo rusu, çok münasebetsizsiniz, Faik ğBey! dedi ve genç adama selam bile

vermeksizin bir sıçrayı ta tekrar yata a şğgirdi, yorganını bo azına kadar çekti, ğgözlerini kapadı.Faik Bey yatak kıyafetiyle, onu ilk defa görmüyordu. Bu genç kız vücudununbazı latif sırları, geli mesinin ilk şdevrelerinden beri onca malumdu. Faik Bey, Seniha için, elimde büyüdü' diyebilirdi. Zira, be sene evvel Seniha şbir çocuktu. Fakat Faik Bey, yine yirmi ya ında bir delikanlıydı ve yine böyleşCemil'in samimi dostu sıfatıyle kona ın ğiçinde dola ırdı, çocukların yatakşodalarına girer, çıkardı; bunun içindir ki, Faik, bu sefer de Seniha'nın penyuvardan sıyrılarak yata a atlarken ta kalçalarına ğkadar açılan biçimli bacaklarına ortası derin bir hatla ayrılmı sırtına ve omuz şba larının fildi i rengindeki yuvarlaklarına şşdikkat bile etmedi; lenfavi (A ır ,so ukkanlı) lakayt bir tavırla ğğtuvalet masasının önüne yakla tı. Uzun ş

bir müddet aynada kendine baktı, sonra bir tırnak takımı içinden ince bir törpü aldı, ezlonga uzandı ve tırnaklarını şyontmaya ba ladı.şKuniral, zayıf, uzun ve saçları iyi taranmı şbir gençti o. Yüzünün hatlarıgayri muntazamdı, a zı büyüktü. Fakat, ğgözlerinin yorgun ve aynı zamandahummalı bir bakı ı vardı. Esasen, şkadınların ho una giden tarafı -zira,şkadınlarca Faik Bey pek çok ra bet ğkazanmı bir delikanlıdır- en ziyade buşbakı ı idi. Küçük ya ından beri Avrupa'nın şşmuhtelif ehirlerinde dola mı , oturmu şşşşoldu u için tavır ve hareketlerinde hiç ğsahte görünmeyen bir Frenk zarafeti ve kıvraklı ı vardı.ğBir mecliste hikayeler anlatmayı, kadınlara üstü kapalı imalı lakırdılarsöylemeyi, oturup kalkmayı, piyano çalmayı, dans etmeyi, hulasa Garplı salon

adamının bütün gösteri lerini kendine ştamamıyle mal etmi , mevcudiyetineşsindirmi ti; sair gençler, onun yanında şbeceriksiz, çi , züppe, çocuk veğbaya ı görünürlerdi.ğSeniha, gözleri yarı kapalı, uzun kirpikleri arasından Faik Beyi süzdü. Ondahiç uyumamı bir adam hali vardı, şgözkapakları sarkmı ve a zının ikişğtarafındaki çizgiler derinle mi ti. Seniha, şşbir uyku arasından gibi seslendi:Faik Bey, dün gece neredeydiniz?Dün gece mi? Söyleyemem!Aman, ne kadar can sıkıcısınız.Can sıkıcı... Asıl sizin sualiniz...Genç kız yata ında sinirli bir hareketle ğdöndü, yüzünü duvar tarafına,

arkasını Faik Beye çevirdi ve bu hareketten sonra yarıya kadar sıyrılanyorganın açık bıraktı ı yerlerden ğSeniha'nın sırtı ta beline kadar göründü.Delikanlı bakmadı bile. Genç kız sayıklar gibi bir sesle, sözüne devam etti:Öyle ise, neredeydiniz size ben söyleyeyim.Ne iyi, beni zahmetten kurtarmı şolursunuz.Faik Bey, siz dün gece çok fena eyler şyaptınız.Faik Beyin dün gece yaptı ı ey gerçi çok ğ şfena idi. Sabaha kadar kumaroynamı ve hayli kaybetmi ti. Naim şşEfendi, Kasım Pa a -Faik Beyin babası- ile şpek eski ve pek samimi ahbap olmakla beraber, o luna, birçok sevimsiz veğ

serbest hareketleri bir yana, asıl bu kötü huyu için hiç tahammül edemezdi.Kaç defa Cemil'e münasebeti kessin diye damadı ve kızı nezdinde te ebbüsteşbulundu. Kaç defa Cemil'i kar ısına alıp şnasihat verdi ve hatta yalvardı.İhtiyar; dindar ve namuslu kimseler nazarında kumar, seyyiatın(günahların) en müthi idir. Ocakları şsöndüren bu, evleri yıkan bu, insanı hırsızlı a, cinayete, intihara sevk eden ğbudur; bunlar, kadını kumar nispetinde tehlikeli zannetmezler. Bunun içindir ki, Naim Efendi, Faik Beyin, Seniha'nın yatak odasına girip çıkmasından ziyade, Cemil'in onunla beraber geç vakitlere kadar dı anda kalmasından ürker ve şendi e eder.şBu hususta hissi onu aldatmıyor. Hakikaten Faik Beyde kumar iptilası her

iptilanın fevkindedir, o daha imdiden şkadından bıkmı ve sevdadanşyorulmu tur. Nitekim o gün, ak am üstü şşçaydan sonra kadınlar gülü üp şkonu maya o kadar meyyal, gençler şfısılda ıp söyle meye o kadar te ne iken şşşFaik Bey ısrarla, bir poker partisi yapmak teklifınde bulundu ve meclisin umumi itirazlarına ra men, salonun bir ğkö esinde bir kare te kil etmeye şşmuvaffak oldu. Zira, Cemil'den ba ka şMadam Kronski ve Beyo lulu di er birkaç ğğmadam, bu oyunun co kun şheveskarlarındandılar.Seniha, salonun di er bir kö esinde ğşarkada larından iki genç kızlaşbiraderinin dostlarından iki genç adam ve yeni evlenmi bir hanımdan bile ikşşbir grup ortasında büyük halasının torunu Hakkı Celis'in kendisine okudu uğşiirleri dinler görünüyordu. Ta içinden Faik Beye kızgındı. Zira, bu

meclislere revnak (süs) verebilecek yalnız onun sohbetleri, onunesprileri, onun akalarıydı. O, bir kö eye şşçekilir çekilmez oda, suyu çekilmişbir havuza dönüyor ve hiç kimse ne yapaca ını bilemiyordu. Seniha'nın ise,ğba kalarının sözlerinden deh etli bir şşsurette içi sıkılıyordu. Hele halazadesiCelis'in iirlerine hiç tahammülü yoktu. şBu genç, kendisinden ancak bir ikiay küçük olmasına ve imdiden birçok şşiirleri bazı mecmualarda çıkmı olmasınaşra men, ona, parmakları mürekkep lekeli ğve pantolonunun dizleri çıkmı zavallışbir mektep çocu u gibi görünmekten ğkurtulamıyordu. Hakkı Celis her okudu uğmanzumenin sonunda:Abla, dün gece bir sonnet daha yazdım. Haftaya Nihal mecmuasında çıkacak;derken, Seniha, aklı ba ka yerlerde: şGüzel! Güzel! diyordu ve genç çocuk

bundan cesaret alarak tekrar okumaya ba lıyordu.şMamafih, Seniha'nın yanındaki genç kızlar bu iirlerden pek çok zevk alırşgibiydiler. Gözlerinin içinde bir cezbe aydınlı ıyle genç aire bakıyor veğşher in adın (Okuma, okuyu ) sonunda:şşAman, ne fevkalade, ne fevkalade!.. Kuzum, bize bunu bir ka ıda yazıverin,ğdiyordu. Heyecanlarında az çok samimi idiler. Bu iki hem ire, iiri musikiyeşştercih edenlerdendi. Nitekim, yanlarındaki genç adamlardan biri kalkıp da Seniha'dan bir parça piyano çalmasını rica eder etmez, bunlar , Celis'i tadizlerinin dibine ça ırdılar ve yalvaran ğgözlerle:Devam ediniz, siz devam ediniz, dediler.

Seniha, bütün hıncını imdi piyanodan şalıyordu. O delikanlılaryanıba larında duruyor ve biri notanın şyapraklarını çevirmekle, di eri çalınanğhavayı terennüm etmekle me gul şoluyordu. Demincek onların grubunda bulunan yeni evlenmi bir genç kadın, şdinlemek için ta yakına geldi ve bir murakabes vaziyeti aldı. Seniha, bilinmez nedendir, hem bu , genç kadına hem de o genç adamlara kızıyordu.Macit Bey, yaprakları çabuk çeviriyorsunuz! diye çıkı mı ; birkaç şşdakika sonra, öbürüne: Amma da yanlı şsöylüyorsunuz, Nazif Bey! demi ti.şSonra, çaldı ı hava bitip de taburenin ğüstünde arkasına döndü ü zaman, halağdalgın ve co kun tavrını muhafaza eden şgenç kadına:

Belkıs, kendine gel, çaldı ımız bir bar ğhavası idi; diyerek güldü ve salonun bir tarafında pokerciler grubunu, di er ğkö esinde o genç kızlarla küçük Celis'i şgörür görmez derin bir can sıkıntısıyle tekrar piyanosuna döndü:Şimdi söyleyin, daha ne çalayım, Macit Bey? dedi. Macit Bey, notalarıkarı tırıyordu. Bu, kendini be enmi ve şğşher eyi bilmek iddiasında bir gençşadamdı. stanbul'da en iyi giyinen ve İkadınlar nezdinde en çok ra bet kazananğTürk gencinin kendisi oldu una emindi.ğGerçi, bazı geceler onun sabaha kar ı şBeyo lu barlarında Viyanalı fahi elerle ğşvals etti ini ve her ak am üstü, ğşkıyafetine ait bir i için, Mir'e u radı ını şğğbilenler vardı. Fakat zengin dostlar alemindeki muvaffakıyetlerinden hiç kimsenin haberi yoktu. Mütemadiyen kadın pe inde ko tu u görülür. Lakin şşğbunlardan birine yakla ıp da, konu tu u şşğhenüz vaki olmamı tır. Bir gün Seniha ile ş

biraz açılmak te ebbüsünde bulundu ve şgenç kızdan u cevabı aldıydı:şMacit Bey, siz benim tipim de ilsiniz. ğBen, esmer ve uzun boyluları severim. Siz, kısa ve beyazsınız. Ben, giyini te şbiraz itinasız olanları severim, siz ise, henüz ütüden çıkmı kostümlerinizle ve şdimdik duru larınızla tıpkı elbise şma azalarının camekanlarındaki ğmankenlere benziyorsunuz.Sesinizin ahengi ho uma gitmiyor. Sonra şben, her eyden evvel beni be enenşğerkekleri severim, siz ise kendinizden ba ka kimseyi be enmez gibişğgörünüyorsunuz.Nazif Beye gelince, o da Macit Beyden pek farklı bir insan de ildir. Esasenğbütün gün, bütün gezmelerinde, bütün e lencelerinde beraberdirler. ğBeyo lu'nda, Do ruyol'da onları ayrı ayrı ğğ

gören hiç olmamı tır. Biraz da şakrabadırlar.Macit Beyin babası Abdülhamit devrinde ailesiyle beraber Beyrut'a sürüldü üğzaman, uzun müddet Nazif Beyin babası Afif Pa anın evinde misafır kaldılar veşteyzesinin kızını, Nazifin halazadesine verdiler. Afif Pa a, imdi ayanşşazasındandır, Macit'in babası Enis Pa a şise, ilanı me rutiyeti müteakip sıra ile şbirçok nezaretlere geçmi ti.şPoker masasından yükselen gürültü adeta piyano sesini bo uyordu. Seniha tu lara ğşdaha büyük bir iddetle bastı. Sonra, yarı şciddi yarı sahte bir asabiyetle yerinden kalkıp oyunculara do ru gitti:ğYeter artık, burayı bir tripo'ya çevirdiniz;' dedi ve Faik Beyin önündeki fi leri şkarı tırmak, da ıtmak istedi. Fakat, şğdaima o kadar lakayt, akacı,ş

tahammüllü ve rint olan Faik Bey, oyunda gayet ciddi ve asabiydi, genç kızın omzunun üstünden uzanan elini bile inden yakaladı, arkaya do ru itti. ğğCemil, gayet gevrek bir kahkaha ile gülüyor:Seniha, bırak! Kaybediyor, kaybediyor, zavallı! diyordu. Beyo lulu madam pek ğzarif bir nükte söylüyormu gibi:şE, oyunda kaybeden a kta kazanır, dedi.şVe madamın ba ucunda duran Macit Bey şbu sözü üzerine alınarak gülmeyeba ladı. Seniha, gittikçe artan bir şasabiyetle iir okuyanlara do ru gitti veşğafacan, ımarık bir çocuk tavrıyla Hakkı şCelis'in uzun perçemli saçlarındanyakalayıp yukarı do ru çekti. Biçare genç ğsapsarı kesildi ve a zında yarım kalmı ğşbir mısra ile gülmeye çalı tı. ki şİ

hem ireden birisi, Nuriye Hanım, saçları şçekilen genç aire efkatle bakarak:şşZavallı air! te sizin nasibiniz bu... dedi.şİşÖbürü, Neyyire Hanım, Celal Sahir Beyden birkaç mısra okudu:-Saçlarım, saçlarımla e lenme!ğBırak onları nasıl peri ansaşÖyle kalsın ve ihtizaz-ı mesa...Seniha, imdi munis bir kedi gibi Hakkı şCelis'e sokuluyor, bir kolunu gençadamın ensesinden geçirip, dizlerinin üstüne oturuyor, di er eliyle çenesiniğok uyordu.şZavallı çocuk, zavallı çocuk... Ne kadar sarardın! A, ne kadar sapsarı kesildin! Söyle bana, 'mesa' ne demek?

Küçük air heyecandan tıkanıyordu. Genç şkız, elini halazadesinin gö süneğgötürdü ve birden sanki o gö üs üstünde ğgezinen eline bir i ne batmı gibi,ğşyerinden fırlayıp hayretle geri çekilerek:Ayol baksanıza, kalbi yerinden kopacak, kalbi yerinden fırlayacak... Öyle çarpıyor, öyle çarpıyor ki!.. diye haykırdı.Nuriye ve Neyyire Hanımlar sıra ile ellerini Hakkı Celis'in gö sü üstüneğkoydular ve aynı hayretle genç adamın yüzüne baktılar. O, artık heyecanınısaklayamayacak bir haldeydi; ko arak şsalondan çıktı. Neyyire Hanım:Biçare genç, çok hassas! dedi.Ve manidar gözlerle Seniha'nın yüzüne baktı. Seniha imdi poker grubuylaşme guldü, dalgın dalgın cevap verdi:ş

Evet, lüzumundan fazla.Akıbet saat yedi buçukta oyun nihayet buldu. Birer birer masanın ba ındanşkalktılar. Faik Bey ziyanını çıkarmı , hatta şbiraz da kazanmı tı: Gülerek,şSeniha'ya yakla tı:şHangi elinizdi, bakayım, önümdeki fi lere şdokunan?Ve kendine uzatılan eli dudaklarına getirerek ilave etti:Sevgili el, biraz dokunur dokunmaz öyle bir ans getirdi ki, bu adeta bir peri eli...şBeyo lulu madam, yine aynı so uk ğğzarafetiyle bir nükte daha söylemek istedi:

Ama, bu sizin için bir cihetten hiç iyi de il, dedi. O el fi lerinize dokunur ğşdokunmaz kaybetmek sizin menfaatinize daha uygundu.Faik Bey, geni bir kahkaha ile cevap şverdi:Oh, kalpten evvel kese... diyerek Neyyire Hanımların yanına se irtti.ğOnlar, Faik Bey daha söze ba lamadan şkırıtıp gülü meye koyuldular; ziraşbiliyorlardı ki bu genç adam, tuhaf ve şakacıdır. Biraz ötede Cemil,arkada larıyle koltuklara kurulmu lar, şşsigara içiyorlar ve yüksek seslekonu uyorlardı. Faik Bey biraz da onların şyanında kaldı, sonra piyanoyayakla arak, ayak üstünde yarım bir hava şçaldı. Daha sonra birden mihaniki birhareketle salondakilere döndü. Yerlere kadar bir reverans yaptı:

Hanımlar, efendiler, au revoir!Seniha:A, niçin? Bu ak am yeme e kalmayacak şğmısınız? Öyle dememi miydiniz? diyeşsoruyordu. Faik Bey:Kalmak isterdim, fakat kabil de il, ğbilseniz... Kabil de il, dedi ve çıktığgitti.Öbür davetliler de sekiz buçu a do ru ğğbirer birer çıkıp gittiler. Cemil desıvı tı. Madam Kronski odasına çıktı.şSeniha alacakaranlıkla dolan salonda bir müddet yalnız kaldı,alacakaranlıkta, bu genç kız, bembeyaz görünüyordu. Pencerenin önündekoltu un içine atılmı bir demet zambak ğşgibiydi. Düzgün ve narin endamışeklini kaybetmi , bu ılık yaz ak amında şşsanki eriyordu. Ruhunda da böyle bir

eriyi vardı. Derin bir iç sıkıntısı bu şalacakaranlık gibi asabını sarmı tı.şNiçin öbürleriyle beraber çıkıp gitmemi ti? Bütün gece bu koca evin şiçinde yapayalnız ne yapacaktı? Bu ev, bazı günler, bazı saatler ona bir mezar gibi görünüyordu. Nefesi darla ıyor ve şsoka a fırlamak, ko mak, haykırmakğşistiyordu. Ta on dört ya ından beri şkalbinde bilmedi i yerlerin, görmedi iğğşeylerin, tanımadı ı kimselerin hasreti ğvardı. Fransızca, Nereye kaçmalı?sözü dilinde daimi nakarattı. Bu memlekette ve bu konakta ona her ey şdar, az ve adi görünüyordu. E ya, şarzusuna göre de ildi. Evin nizamı her ğtürlü ihti amdan ari idi (Uzaktı), büyük şbabası, annesi, hatta bazen babası ona,lisanlarını anlamadı ı, hareketlerinden ğürktü ü ba ka cinsten birtakımğşmahlukat gibi geliyordu.

Biraz Madam Kronski ile anla abiliyordu. şBu kadın, ona Avrupa'da sürülenyüksek hayatın bazı safahatına dair hikayeler anlatır ve hayalindeki alemecari verirdi. Zira, Madam Kronski -kendi iddiasına göre- Lehistan'ın en eskive asil ailelerinden birine mensup bir devlet dü künü idi. Avrupa'nın muhtelifşyerlerindeki ato e lencelerine, Çar şğsarayının merasimine, at üstünde sürgünavlarına, Almanya'nın, Isviçre'nin kür yerlerindeki palas hayatına,Fransa'nın cenup sahillerindeki gazino safalarına ve nihayet Paris'insalonlarına, bulvarlarına, kahvelerine, tiyatrolarına dair birçok eylerşbiliyordu. Seniha bütün bunları dinlerken kendinden geçerdi ve gözlerinde birhumma ate iyle:şMadam, söyleyin, bu hayata karı mak şiçin ne lazım? diye sorardı.

Madam Kronski eytani bir tebessümle şgülerdi:Oh, çok zengin olmalı, çok zengin; derdi.Ve kaybolan servetlerinden bahsetmeye ba lardı. Annesinin bir inci gerdanlı ı şğvardı ki babası bir banka i inde iflas etti i şğgün, tamam yüz bin liraya satılmı tı. şBütün Var ova'da bu incinin bir mislini şdaha bulmak kabil de ildi. Gerçi, Nis'te, ğKontes bilmem kimin; parma ındaki ğzümrüt yüzük de efsanevi bir kıymeti haizdi. Fakat, Monte Karlo'da bir kumar masası ba ında yarım milyon franga gitti.şMadam Kronski:Çocu um, görmeliydin bu kumar masası ğetrafındaki ziynet ve ihti amı veşortada dönen paranın miktarını; derdi, kadınların elleri mücevherattan


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook