v.%> Conca Çiftçioğullan \"Yok. vaJla bilmiyoruz,” dedi kız heyecanla. Hala üzerinde şaşkınlık vardı. İki yabancının abisini sorması biraz ürkm esine neden olmuş gibiydi. \"Biz emniyetten geliyoruz, endişelenecek bir şey yok merak etme. Abine soruşturduğumuz bir davayla ilgili soru soracaktık sadece. Nereye gitmiş olabileceği hakkında bir bilgin var m ı?” diye kızı ürkütmemeye çalışarak sorgusuna devam etti İsmet. \"Valla abim bize bir şey demedi. Sık sık Kadir abim le konu şuyordu telefonda. Dün ondan haber alamadı. Telefonlarına çık mıyor diye merak etmişti. Sonra bize bir şey söylem eden ortadan kayboldu.” \"Kadir abin nerede?” diye devam etti İsmet. “İz m ir'd e ” \"Çalışıyor mu orada?” “Evet, inşaatlarda çalışır. Ama sık sık Ahm et abim le telefonda konuşurlar. Dün abim ona ulaşamayınca çok endişelendi.Babama da bir şey söyleyemedik. Zaten çok yaşlı onu da endi-şelendinnek istemedik,” dedi. Bu arada yaşlı adam yanlarm da,konuşmalan dinliyor ama Türkçe bilmediği için bir şey anlam ıyordu. “İzm ir'e gitmiş olabilir mi?” diye sordu İsm et, E sm a’ya. Kız bilmem der gibi başmı omuzlannm arasına gömdü. “Eğer gittiyse bile bize bir şey demedi.” \"Peki, bu civarda gidebileceği başka bir yer var m ı?” “Ökkeşlerin Hasan’la çok samimiler. İsterseniz b ir de onasorun,” dedi Esma. ”Kim bu Ökkeşler, nerede oturuyorlar?” \"Köy camisinin yanında evleri. Haşan abi bizden daha iyibilir abimin ne yaptığını. Çünkü her zaman beraberler,\" dedi. “Tamam, Esma. Yardımların için teşekkür ederim,” dedi îsmet. Sonra oradan aynlarak tekrar arabaya bindiler. YoUan, top212
■4^ Güneşin K m rak ve çakıl taşlanyla kaplı köyün içinden camiye doğru yavaş bir şekilde ilerlediler. Zaten köy oldukça küçüktü. Bu yüzden camiyi bulmaları zor olmadı. Caminin önünde iki yaşlı adam Oturuyordu, ism et arabadan inerek hemen onlann yanına gitti. Yine onlarla Kürtçe bir şeyler konuştu. Leyla, Kurtçeyi anlamasa da onlara Ö kkeşlerin evini sorduğunu anladı. Adamlardan birisi eliyle hem en on on beş metre kadar ilerideki dış cephesi tuğla ile örülm üş am a sıvanm am ış bir evi gösterdi. Evin yan tarafında da toprak duvarla çevrilmiş bir ahır göze çarpıyordu. Eve yak laştıkça ahırdan gelen koku, onlan biraz rahatsız etse de hemen her köy evinin yanında bir ahır bulunduğu için bunu kamksamK bir halde evin kapısına doğru yürüdüler. Demir kapmm üzerinde bulunan tokm akla bir iki kez üst üste vurdular. Kapıyı genç bir delikanlı açtı. İsm et hem en onunla Türkçe konuşmaya başladı. “M erhaba, biz Haşan ile konuşacaktık. Emniyetten geliyoruz,” dedi. D elikanlının yüzü Önce şaşkınlığa büründü sonra gözle görülür şekilde sarardı. “H aşan benim . Önem li bir durum mu var?” diye sordu. Sesindeki endişe ikisinin de gözünden kaçmamıştı. “ Biz, A h m e t’i anyoruz. Onunla yakın arkadaş olduğunuzuöğrendik. O nu nerede bulabileceğimizi biliyor musun?” diye sordu İsmet. Delikanlının yüzü artık iyice sararmıştı. O anda yüzünden birpanik dalgası geçti ve başım hızla iki yana doğru salladı. “ H aberim yok A hm et’ten. Görmedim onu iki gündür,\" dedi.Sonra telaşla kapıyı kapatmaya çalıştı. Onun ne yapmaya çalıştığını anlayan İsm et hemen bağırdı. “H asaan! A dam gibi konuş bizimle. Yoksa şimdi götürüp nezarete atarım seni,” dedi. İsm et’in sert ses tonu H asan’ı duraklattı. Kapatmaya çalıştığıkapıyı yeniden açtı. 213
Gonca Çiftçioğullan ^ “Abisinden iki gündür haber alamıyordu Çok endişelendi. Onu arayacağını söyledi bana.” “Yani İzmir'e mi gitti? diye sordu İsmet. Haşan başını uzatıp şöyle bir çevresine baktıktan sonra kim- senin duyamayacağından emin olduğu kısık bir sesle, “Yok abi. İzmir’e nasıl gitsin? Oraya gidecek parayı nereden bulacak? Abisinin burada iş yaptığı adamlarla konuşacaktı,”dedi. Leyla ve İsmet, önce şaşkınlıkla birbirlerine, sonra da delikanlıya baktılar. “Nasıl yani?” diye sordu Leyla. Köye geldiklerinden beri ilkdefa konuşmaya dâhil olmuştu. Haşan korkuyla açılmış gözleriyle ikisine birden bakıp “Abi, bu adamlar tehlikeli kişiler. Bak seninle konuştuğum uduysalar benim de hayatım kayar. Buak abi beni ya!” dedi yalvarır şekilde. İsmet de kendisi gibi önemli bir ipucunun kokusunu almıştıbir kere. Bu noktaya geldikten sonra ne o ne de kendisi bu işinpeşini bırakamazdı. Fakat bu delikanlıyı da tehlikenin içine atmak büyük düşüncesizlik olurdu. Oğlanla görüşmelerini şim dilik gizli tutmak zorundaydılar, Bu yüzden çok dikkatli olm alangerekiyordu, İsmet yumuşak bir sesle sorgulamaya devam etti. “Yani Ahmet’in abisi İzmir’de değil, burada mı?” diye sordu. “Yok abi, İzmir’de. Ama o adamlara da çalışıyor.” “İnşaatta çalıştığını duymuştuk,” dedi Leyla. “İnşaatta çalışıyor ama buradaki adamlar için de iş yapıyor.” “Kim o, buradaki adamlar?” diye Leyla yeniden girdi araya.Haşan bu sefer yalvaran bakışlannı Leyla’ya çevirdi. “Lütfen abla, yalvannm size başka soru sormayın. Zatenbaşka bir şey söyleyemem size,” dedi. Artık delikanlı öyle birnoktaya gelmişti ki dokunsan ağlayacak gibiydi.214
GünfiÇin Ktzı ^ 7 Leyla, elini uzatarak yavaşça oğlanın omzuna dokundu. “Tamam, Haşan daha fazla soru sormayacağız. Sadece Ahmet ile abisinin kim e çalıştığını söyle seni rahat buakalım .” dedi. Haşan söylem ek istemediğini belirtir şekilde yüzünü buruşturarak baktı onlara. “ Söyletm e bunu bana abla. Valla öldürürler beni,” dedi. “A sıl söylem ezsen ve bizim le görüştüğünü öğrenirlerse asılo zam an hayatın tehlikeye girer. Sen bize yardım edersen biz desana yardım ederiz,” dedi Leyla. Haşan göz pınarlarında biriken yaşlan zorlukla tutarak. “A hm et ile abisi, A bidin diye bir adara var, ona çalışıyorlar,”dedi. “Sen de onlarla birlikte çalışıyor musun?” diye İsmet arayagirdi. “Yok, valla abi. Canım çıksın ki ben onlarla çalışmıyorum.Sadece A hm et arada gelir bana anlatır. Çünkü benden başka doğru düzgün konuştuğu kimse yok. En yakın arkadaşı benim.“ dedi. “Tam am , H aşan teşekkür ederiz,” dedi Leyla. Sonra İsmet'ebakarak başıyla gidelim işareti yaptı. Çünkü daha fazla e \mönünde vakit geçirm eleri çevrenin dikkatini çekebilirdi. İsmetonun uyarısını anlayarak geri çekildi. Haşan hemen kapıyı kapatınca onlar da arabaya doğru yürümeye başladılar. Cami önündeki o iki yaşlı adam dan başka görünürde kimse yoktu. .Arabalarınabinerek tekrar dönüş için yola koyuldular. 215
vfe> G ü n e ş in K m <it B ö Lü m 1 9^ ^ s m e t ile birlik te em niyete döndükten sonra bütün b n Öğle- c / den sonrayı elde ettikleri bilgileri tartışarak geçirdiler. Abidin denen adam ın kim olduğu üzerinde baya bir kafa yordular.Haşan onu sadece isim olarak bildiği ve tanımadığı için, o kişininkim olduğuna dair ellerinde hiçbir ipucu hiçbir kanıt yoktu. İsmetile m utabık oldukları en önemli konu Ahm et'i biran önce bulmalarıydı. Ç ünkü şu aşam ada onlan Abidin denen kişiye götürebilecek tek kişiydi. A h m e t’i bulm ak için de abisi Kadir i bulmalarıgerekiyordu. K adir kim lerle ve ne şekilde böyle tehlikeli bir işebulaşm ıştı, bunu da bir an önce öğrenmeleri gerekecekti. İsm et ile ellerindeki bütün bu verileri değerlendirirken ceptelefonu çaldı. A rayan A buzer amcasının eşi Ayşe yengesiydi. “M erhaba yenge,” diyerek açtı telefonu. “C anım işin vardır seni meşgul etmek istemiyonuıı. Amcanakşam yem eğe bize gelm eni isledi. Bekliyoruz se n i/' dedi. 217
Gonca Çiftçioğullan Leyla şaşınnıştı bu teklife. Durup dururken amcası niye ça ğırmıştı ki? Yoksa Yunus ile ilgili mevzuyu açıp bu işi bir an önce resmıleştimıeyi mi düşünüyordu acaba? O anda sırtından soğuk terler boşalmış gibi hissetti. Emrivaki şeklinde bir davet yapılmıştı kendisine. Aslında gitmeyi hiç islememesine rağmen, amcasına karşı saygısızlık yapmak istemiyordu. Bu yüzden iste- mesede kabul etmesi gerekecekti daveti. Yüzüne hafif bir gülüm seme kondurarak bunu sesine de yansıtmaya çalıştı. “Teşekkür ederim yengeciğim. Mesai çıkışında gelirim size,” dedi. \"Tamam, canım bekliyoruz o zaman akşam seni,” dedikten sonra yengesi telefonu kapattı. İsmet. Leyla’nın canı sıkılmış halini görünce, \"Hayrola önemli bir şey mi var?” diye sordu. “Abuzer amcamlar çağırıyor akşam yemeğine. İnsanın kalabalık bir ailesinin olması çok da iyi değil gibi görünüyor,” dediyüzünü yapmacıktan ekşiterek. \"Eee, artık Adıyamanlısın. Alışman lazım bunlara. Seni yalnız bırakmak istemiyorlar.” “Evet, farkındayım burada çok korumacı bir aile yapısı var.” “Evet, burada akrabalık bağlan kuvvetlidir. Git işte sana dadeğişiklik olur.” İsmet’in kendisini düşünerek böyle söylediğini biliyordu.Eğer amcasının oğlu Yunus’un kendisiyle ilgilendiğini, bu davetin arkasında bu konuyla ilgili her hangi bir durumun olabileceğini bilse bu kadar rahat bir şekilde git der miydi acaba, diyegeçirdi içinden. Mecburen gidecekti, kaçar yolu yoktu. Keşkem evzu Yunus ile ilgili olmasa diye düşündü. Yunus’un da oradaolm a ihtimali iyice tedirgin olmasına neden oldu. K afasından budüşünceleri uzaklaştırmak için kendini işine verm eye çalıştı.218
G ü n e ş in K m <?i- \"Pazartesi günü, intihar eden Sevim’in ailesini görmeye gi deceğim. Aslında acılarını yeniden deşmek islemiyordum. Ama soruşturmanın selameti açısından onlarla da konuşmam lazım.\" \"B ırak artık b u iş in p e şin d e n g itm ey i. Kız intihar etm iş işte. C in a y e t o ld u ğ u n a d a ir elim iz d e so m u t hiçbir ipucu yok.\" İşte yine başlamıştı bu konudaki fikir aynlıklan. Ne olursa olsun, soruşturm aya kendi bildiği gibi devam edecek, sonuç in tihar bile olsa hislerinin gösterdiği yolu takip etmiş olacaktı. Her şeyden önce artık bunu vicdan meselesi yapmıştı. İntihar eden o zavallı Sevim ’e karşı bir vicdan borcuydu anık bu. Eğer Sevim intihar etm edi de bir cinayete kurban gittiyse katili bulmak boy nunun borcuydu. İsm et artık ne derse desin umursamayacaktı. Elindeki soruşturm alan kapatır kapatmaz, hemen babasının dava dosyalarını inceleyecekti. Fransız kadının kaybolmasıyla eğer uyuşturucu kartelinin bir ilgisi varsa bu durum, babasımn dava sında kendisine de bazı ipuçlan verebilirdi. Hiçbir ayrmtıyı gözden kaçırmam ası gerektiğinin farkındaydı. Bu konularda İsmet'ekarşı biraz daha ketum davranmaya karar verdi. Bu kararını fikirayrılıklan yüzünden almamıştı. Babasının cinayetiyle ilgili açtığı her dosya karanlık bir odaya ışık tutabilirdi. O karanlıkta isekendisini neyin beklediğini bilmiyordu. Eğer büyük bir tehlikenin içine atılıyorsa, İsm et’i de o karanlığa çekmiş olurdu ki bunukesinlikle istem iyordu. İsm et’in kendisi için hayatım tehlikeyeatmasına m üsaade edemezdi. K afasından geçen düşünceleri ona yansıtmamaya çalışarak,söylediklerini hafifçe gülümseyerek geçiştirdi. Şimdi yok öyleyok böyle gibi bir tartışm aya girecek havada değildi- Çünkü aklıakşamki yem eğe kaymıştı yine. Sıradan bir akşam yemeği miolacaktı? Yoksa hoşuna gitmeyecek bir lakım duygusal sorunların içine mi sürüklenecekti? Bu belirsizlik ister istemez canınınsıkılmasına yol açıyordu. 219
Gonca Çiftçioğullan İsmet, onun gülüm seyerek konuşm ayı g eçiştirm esi üzerine fiknnde ısrarcı olm adı. B ir süre daha birlikte F ran sız k adın ile ilgili değerlendinne yaptıktan sonra kendi o d asm a g itm e k üzere yanından aynldı. Leyla mesai saatinin bitimine kadar bir m üddet daha dosya lar üzerinde düşündü. İsmet ile birlikte düşündükleri şeyleri de kafasında sentezleıneye başladı. Fransız kadının bugüne kadar bulunamaması, İzmir'de cesedi bulunan kimliği belirsiz kadınla aynı kişi olduğunu düşündürüyordu. Peki, bu kadın buradan ora ya nasıl ve kimler tarafından götürülmüştü? N eden öldürülm üş tü? Bu kadın hayatma mâl olacak ne yapmış olabilirdi? Sonra aklına Ökkeşlerin Haşan'm söyledikleri geldi. Ah m et’in abisinin İzmir’de çalıştığını ve tehlikeli adam larla iş yap tığını söylemişti, Acaba kadının kaçınlm asm da A hm et ile abisi K adir'in bir ilgisi var mıydı? Köyde A hm et’i ilk gördüğü günkü tepkisinden bu durumun olabilirliği ağır basıyor gibiydi sanki. Kadir İzmir’e ne zaman gitmişti? Kadının kaybolm asıyla Ka d ir’in gidiş zam anlan birbirine uyuyor m uydu?A bidin denen ve tehlikeli olduğu söylenen adamın bu işlerle bir ilgisi var mıydı? Bu Abidin denen kişi, Adıyaman'daki uyuşturucu karteliyle bağ lantılı biri miydi? Aniden ne çok som doluşmuştu kafasına öyle. Bu som laradoğru yanıtlar bulabilirse Fransız kadını ya da eğer öldüyse katilini bulma ihtimali vardı. Hatta cevaplar kendisini sürpriz birşekilde babasınm katilme de götürebilirdi. O gün Ç e tin ’in telefonda uyuştumcudan bahsetmesi, bu olasılığı da ister istemezaklına getiriyordu. Doğal olarak dava ilerledikçe boyutları dagenişleyecekti. Tek endişesi emniyet m üdürünün bu davayı ellerinden alma ihtimaliydi. Bu aşamadan sonra büyük saçmalıkolurdu davanın ellerinden alınması. Narkotik birim inin işin içine220
Güneşin K121girmesi çok doğaldı. A m a ortada bir cinayet olduğu için cinayetm asasının da bu davanın içinde olması şarttı. Biraz sessiz ama derinden ilerleyerek kendi soruşturmasınıyapacaktı. Zaten İsm et’e bu davayla babasının davasını ilişki-lendirdiğini söylememişti. Bu, aslında İsmet’e karşı kasıtlı değiliçgüdüsel bir tepkiydi. Onu olası bir tehlikeden korumak, uzaktutmak için söylememişti. Katillere yaklaştıkça adının açığa çıkması da büyük bir olasılıktı. Bu olasılıkla birlikte tehlike çantanelbette kendisi için çalacaktı. Bunun tamamen farkındaydı. Butehlikenin içine göz göre göre İsmet’i atamazdı. Bundan sonrabütün gelişm eleri değerlendirirken, onun yanında tespitlerindedaha dikkatli olm ası gerekiyordu. Genç adamı şüphelendirmeden onu oyunun dışında bırakmalıydı. Bunun oldukça zor olduğunu biliyordu am a en azından denemesi lazımdı. M esai bitim inde enm iyetten ayrılırken yine dikkatli bakışların odağı oldu. Kendisine bakan gözlerin kiminde merak, kiminde endişe, kim inde de kızgınlık mı yoksa kırgınlık mı olduğunutam çözem ediği ifadeler vardı. Demek ki kim olduğunu ve buraya geliş nedenini duymayan kalmamıştı. Aslında bu durumdakim seyi yadırgam ıyordu. Geliş sebebi yüzünden kendisine çevrilen bakışlar doğal olarak yerini buluyordu. Kendisi de böyle birşey öğrenm iş olsa, ilgili kişiye karşı kesin bunlara yakın bir anlama bürünürdü. Sonuçta burada babası cinayete kurban gitmişbir polisin kızıydı. H em de adı nam almış bir polisin. Şaşıranlarbüyük ihtim al buna şaşınyor, endişelenenler ise büyük ve tehlikeli bir görevin içine atılacağını sezinleyerek endişeleniyorlardı.Kızanlar da büyük ihtimalle eski yaraların deşilmesinden rahatsızlık duyuyorlardı. Doğal olarak sükûnetin yerini bir karmaşaalsın istem iyorlardı. Bu bakışlardaki anlamların hepsini çok iyiokuyabiliyordu ve hepsine hak veriyordu. Fakat ok yaydan çık 221
Oonca Çiftçioğullan <ér mıştı bir kere. Kendisi için geri dönüş diye bir şey söz konusu olamazdı. Üzenne odaklanan bakışlan umursamamaya çalışarak, ken disine bakanlara hafif bir tebessümle karşılık verip yanlarından uzaklaştı. Ne kadar umursamamaya çalışsa da bu oldukça zor olacak gibiydi. Söz verdiği gibi işten çıkar çıkmaz doğruca Abuzer amcasına gitti. Evi merkeze uzak sayılmazdı. Alitaşı denilen A dıyam an’ın eski ve seçkin bir mahallesinde oturuyorlardı. Dört katlı ve herkatta tek daire olan apartmanın her bir dairesi, içten dublex şeklinde yapılmıştı. Amcasının evi üst kat olduğu için teras kısmı daonlara aitti. Amcası terasın üzerini ahşap kapam a şeklinde kapatmıştı. Oraya bahçe tipi çok güzel bir bambu koltuk takımı ilebirlikte masa ve sandalyelerini koymuşlardı. Bir bam bu salıncakda özenle düzenlenmiş dekorun bir parçası olmuştu. Rengârenksaksı çiçekleriyle bezenmiş olan teras, resm en bir bahçe havasıveriyordu. Evin içinden doğruca terasa çıktılar. Terasa m utfak kapısı dışında bir de salondan geçiş vardı. Evin giriş katında salon,oturma odası ve mutfak bulunuyordu. Evin hem en her odasındadekoratif aynalı, çok şık dolaplar vardı. Antre de diğer odalargibi şık dolaplardan nasibini almıştı. Aynca vestiyer bulunan antreyi dolaplar göze batmayacak şekilde hafifçe daraltm ış gibiydi. Yengesi vestiyer dolabını açıp bir terlik uzattı ayağına. Am cası da evdeydi. Büyük bir güler yüzlülükle antreye kadar gelipkarşıladı. Sonra yanaklarmdan öptü. “Hoş geldin kızım. Evimize gelerek bizi çok m utlu ettin,”dedi. Leyla da gülümseyerek karşılık verdi amcasına. “Teşekkür ederim amcacığım. Çağırmanız da beni mutluetti.”222
Güneşin Kızı Çevresine şöyle bir bakınmasına rağmen Yunus’u göremedi. Dahası evde amcası ve yengesinden başka kimse yoktu. Bu du rum nispeten biraz rahatlamasına neden oldu. Fakat bu hissettiği rahatlık çok kısa sürdü. Acaba amcası ve yengesi bu nazik ko nuyu açmak için mi kimseyi davet etmemişlerdi? Böyle bir dü şünce aklına gelince yine huzursuz oldu. Fakat amcasının içten bir gülümsemeyle gelip elinden tuttuğu gibi onu terasa çıkarması endişelerini yine bir nebze azalttı. Sonra oradaki koltuklardan bi rine oturttu. “Sen yorgunsundur, otur biraz dinlen ” dedi. Yengesinin m utfakta hazırlık yaptığını bildiği için hemen iti raz edecek gibi oldu. “Çok yorgun sayılmam yengeme yardım edeyim.” O sırada m utfaktan terasa elinde tabaklarla çıkan yengesi, “Yardım edecek hiçbir şey kalmadı. Sen, amcanla ohır. Bensadece sofrayı hazırlayacağım,” dedi sıcak bir tebessümle. Yengesi, örtüsü serilmiş masaya tabak ve kaşıklan yerleştirmeye başladı. Bu arada amcası da karşısındaki koltuğa kurulmuşve dikkatli bakışlannı kendisine çevirmişti. “Y üzün biraz solgun görünüyor. Hasta rmsm yoksa?” diyeilgiyle sordu. “Yok, hasta değilim amca. Soruşturmalar biraz yoğun geçiyor sanınm ondan,” dedi endişesini biraz olsun dağıtabilmekiçin. A m casının b a b ş la n o anda yumuşak bir sevecenliğe dönüştü. “Burada olm an hepimizi çok mutlu ediyor.” “Teşekkür ederim amca. Ben de burada olmaktan dolayı mutluyum,” diye aynı biçimde karşılık verdi. Bu arada yengesi hemencecik sofrayı kurmuştu. İkisini masaya çağırdı. 223
Gonca Çiftçioğullan \"Leylacığım hadi sofraya gel. Acıkm ışsm dır canım. Yemek ten sonra çayımızı içerken sohbet ederiz,” dedi. Yengesinin daveti üzerine amcasıyla birlikte m asaya doğru gittiler. Amcası hemen başköşeye oturdu. Yengesiyle ikisi de karşılıklı oturdular. Sofraya oturuncaya kadar ne kadar acıkm ış olduğunun farkında değildi. Masanın üzerindeki yem eklere ilgiylegöz attı. Büyükçe ve yuvarlak, enli bir servis tabağının içindesade bulgur pilavı, üzerinde ise küçük küçük parçalanm ış tavuketleri vardı. Adıyamanlılann sarımsaklı tavuk dedikleri bu yem eği daha önce de Meryem halasında yediği için çok lezzetli olduğunu biliyordu. Bulguru tereyağı ve tavuk suyu ile sade olarakpişirip pişmeye yakın üzerine az bir tavuk suyuyla birlikte dövülmüş sarımsak katıyorlardı. Aynı şekilde tavuğu da iyice haşlayıpküçük parçalara ayınyor sonra bir tencere içinde zeytinyağı, dövülmüş sanmsak ile birkaç dakika çeviriyorlardı. M eryem halasıtavuğu bu şekilde pişirmişti. Ayşe yengesi ise sarım sak ile birlikte tavuğun içine kekik, kırmızı pul biber ve biraz da karabibereklemişti. Tadı oldukça lezzetli olan yem ekten tabağına servisetti. Aynca yengesi mevsim salata ile birlikte yoğurtlu közlenm işkırmızıbiber salatası da yapmıştı. Sofraya ayran ve turşuyu daeklemeyi unutmamıştı. Ayran, A dıyam anlılann yem ekte başlıcaiçeceğiydi. Ayransız neredeyse sofra kurulmazdı. Servis tenceresiiçinde, üzeri bol naneli yoğurt çorbası da vardı. B unların yanındakuru patlıcan ve biber dolması da yapmıştı. A ynca sofrada dünYunus’un kendisine gönderdiği gibi, üzerine m arul yerleştirilm işservis tabağına çiğ köfteler özenli bir şekilde dizilm işti. Büyükihtimal köfteyi Yunus göndermişti ya da am cası da yapm ış olabilirdi. Zaten fazla merakta bırakmadan yengesi hem en açıkladı. “Çiğ köftenin de tadma bak. Yunus gönderdi. O rada çok güzel yapıyorlar köfteyi,” dedi.
Güneşin Kızı Yengesine gülüm seyerek baktı. “ B iliyorum yengeciğim , dün bana da gönderdi.” Bu lafın üzerine hem en am casıyla yengesi birbirlerine bak tılar. Bu durum hoşlarına gitmiş gibi bir de hafifçe tebessüm et tiler. A m cası, “Aferin bizim oğlana, Gönderecek tabi,” dedi. Sonra yine aynı konuya devam etti. “Leyla kızım çok yoğun çalışıyorsun. Her zaman yemek yap maya zam anın olmaz. Her zaman bize gelebilir, Yunus'un orayada gidebilirsin. İstediğin zaman oradan telefonla sipariş verebi lirsin. Em inim zevkle gönderir Yunus sana,” dedi, Leyla sevgiyle baktı amcasına. Gerçekten kendisini sevdiklerinden hiç şüphesi yoktu. Onlarla amca-yeğen olarak kalabilmeyçok isterdi. Bu aileye gelin olmayı aklından bile geçiremiyorduA m casıyla yengesinin birbirlerine olan bakışları dikkatim çekmişti. Fakat bu bakışlarda herhangi bir ima göremedi. Oğullannm ince düşüncesi hoşlanna gitmiş gibi bakmışlardı. Bu konudayanılm am ayı üm it etti. Sofrada pek fazla konuşmadan yemeklerini yediler. Yengesinin bütün itirazlanna rağmen sofrayı toparlamasına yardımcıoldu. Bulaşıkları birlikte makineye yerleştirdiler. Yengesi çayıhazırlarken, amcası elinde orta boylarda bir koli ile mutfak kapısından terasa çıktı. “ Leyla kızım buraya bir gelir misin?” diye seslendi. Leyla, am casının ciddi yüz ifadesini görünce endişeyle yanına gitti. “Ne oldu am ca?” diye sordu merakla. A m cası eliyle, daha Önce Leyla'nın oturduğu kolmğu gösterdi. “ Hele bir otur, sana birkaç şey vereceğim,” dedi. Leyla oturdu hemen. A m cası kendi önlerine doğru ortadaki cam sehpayı
^B> Gonca Çiftçioğullan çekti ve üzerine de elindeki k u tu y u ö z e n le k o y d u v e L e y la ’ya doğru ittirdi. “Baban hayattayken bu kutuyu bana em anet etti. İçinde ne var bilmiyorum, bugüne kadar açıp içine bakm adım . Ö zel eşya larının olduğunu düşündüm . Ç ünkü sîzlerin fo to ğ rafın ı benim yanımda kurunun içine koyup üzerini b antlayarak v erm işti. A rtık bunlar senin. Emaneti devrem ie zam anım g e ld i,” dedi. Leyla, amcasının konuşmasından sonra kendim fena hisset ti. Babasına ait tek hatırası yanm yamalak hatırladığı anılan ve zihnine kazınan ölüm ânıyla birlikte, annesiyle çekilm iş olduğu düğün foîoğraflanydı. Bunlar dışında babasından kalan som ut bir hatırası yoktu. Annesi her şeyi geride bırakarak gitm işti İzm ir’e.Sadece tek bir düğün fotoğrafı dışında hiçbir şey alm amıştı yanma. Babalarıyla ilgili bir mevzu açmak sanki suçm uş gibi davranırdı. Kendince çocuklanm korumak adına böyle davrandığınıbiliyordu. Çünkü elindeki o tek fotoğrafa bakıp 'Sensizliğe dayanamıyorum Bayram. Neden bırakıp gittin bizi? ’ diye ağladığına,kardeşi Murat ile birlikte birçok defalar şahit olmuşlardı. Gözlerine yaşlar hücum etti. Elleri titreyerek uzandı koliye doğru.Sanki o, mukavva bir kutu değil de babasıymış gibi okşuyordu.Göz pınarlannda biriken yaşlan artık tutamaz oldu. Sonra nöbetgeçirircesine sarsılarak ağlamaya başladı. İçinde babasıyla kendisinin de bir fotoğrafı vardı demek. Açıp içindekileri görm ekiçin sabırsızlanıyordu. Amcası yamna gelip sanidı. Yavaşça saç-lannı okşamaya başladı. “Canım kızım, bu kadar üzme kendini. Senin için çok zorolduğunu biliyorum. Hiç kolay değildi yaşadıklannız. A m a artıkbiz vanz. Ağlama güzel kızım benim,” diye teskin etm eye çalıştı. Gözyaşlanm elinin tersiyle sildi. Sonra üzgün bir şekilde amcasına baktı.
Güneşin Km “İyiyim amca, babama ait bir şeyi aniden görmek böyle birduygu boşalımına neden oldu. Kusura bakmayın sizi de üzdüm,”dedi. Yengesi de gelip amcası gibi, sarıldı saçlarını okşadı. “Artık bizim kızımızsın. Geçmişi değiştiremeyiz. Keşke öylebir gücümüz olsaydı ama yok. Yalnız olmadığını bil canım,” dediyengesi sevgi dolu bir sesle. “İstersen açalım kutuyu,” dedi amcası. “Amca, müsaade ederseniz ben evde açmak istiyorum,” diyekarşılık verdi. Amcası bu isteğini anlayışla karşıladı ve başmı sallayarakonayladı. Buraya gelirken içinde birçok endişeyi banndırarakgelmişti. Yunus ile ilgili bir imayla karşılaşacağım sanarak bayabir tedirgin olmuştu. Oysaki sadece babasmın emanetini vermekistemişlerdi. Bir saat kadar daha onlann yanmda oturdu. Yengesiçayın yanında Şiilik tatlısı ikram etti. Adını duymuştu daha önceama yem em işti. İştahı olmamasına rağmen, yengesinin zahmetlerini boşa çıkarm am ak için azda olsa yemeğe gayret gösterdi,Çok ince bir şekilde açılarak pişirilmiş hamur, şeritler halindekesilip aralanna ceviz ve şeker konularak rulo şeklinde sarılmıştı. Üzerine de pekm ez dökülerek servis yapılan bu tatlı gerçektençok lezizdi. Çay sohbetleri genelde Leyia’nm iş durumuna yani emniyetekayınca onlara m esai arkadaşlarından ve çalışma koşullanndanbahsetti. N edense Zeynal amcasının kahve muhabbetinde bütünsırrım ortaya dökmüş olmasına değinmedi. Bu konularda hassas görünen A buzer amcasının diğer amcasına sinirlenerek tepkigöstereceğini tahm in edebiliyordu. Bu güzel ortamı bu yüzdenbulandırm ak istem edi. Konuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadı bile, Am ca ve yengesinden izin isteyerek kalktı.
İP» Gonca Çiftçioğullan Adıyaman küçük bir il olduğundan arabayla eve gelm esi beş dakikasını aldı. Çarşı içinde oturduğu için evi amcasının evine yakındı. Arabadan inerken hemen koliyi de kucakladı. Dört katlı apartmanının ikinci katındaki dairesine alelacele, merdivenleri hızlı bir şekilde çıkarak ulaştı. Kapıya geldiğinde koliyi yavaşça yere bırakıp çantasından biraz mücadele ile çıkardığı anahtarıyla çelik kapıyı açarak antreye geçti. Ayakkabılarım çarçabuk çıka- np elindeki kutu ile birlikte oturma odasına neredeyse koşarakgirdi. Hemen halının orta yerine elindekini koydu. Sonra m utfağa geçti. Küçük bir bıçak alarak yeniden odaya döndü. Kutununüzeri koli bandıyla birkaç kez sanimış, sıkı bir şekilde paket yapılmıştı. Elindeki bıçakla kutuyu açabilecek şekilde koli bantlan-m kesti. Açarken yüreği büyük bir heyecanla dalgalanm aya başladı. Neredeyse kalbi göğüs kafesinden dışan fırlayacak gibiydi.Önce sağ elini yavaşça kalbinin üzerine koyup derin bir nefesaldı. Sonra bir derin nefes daha, sonra bir derin nefes daha derkenheyecanını yenmeye, kalp atışlannı normal ritm ine getirm eye çalıştı. Bu hiç de kolay olacak gibi görünmüyordu. Bunca yıl sonrababasından kalan ilk hatıralan eline alacaktı. Doyasıya kucakla-yamadığı, başmı göğsüne yaslayamadığı, yanaklanna kocamansevgi öpücükleri konduramadığı babası geldi aklına. Hayal m eyal evlerinin bahçesinde babasınm om zunda koşturduğu günlerihatırladı. Sonra da kardeşi Murat ile top oynarlarken ki görüntüsü geldi gözlerinin önüne. Çok silik hatıralardı bunlar. A m a değeri paha biçilmezdi. Babasıyla ilgili zihnine doluşan hatıralar,yüreğinde bir sızı oluşturdu. İçini yakıp kavuran derin bir sızı.İçi daralır gibi oldu. Yemden derin nefesler alarak biraz olsunrahatlatmaya çalıştı kendisini. Biraz rahatlayınca bakışlarını kapağı açılmış kutunun içine çevirdi. En üstte çerçevelenm iş birkaçfotoğraf vardı. Titreyen elleriyle üstteki resmi eline aldı. Anne228
Güneşin Kızı ve babasının düğün fotoğraflarından biriydi. Annesi önde, babası hafifçe onun arkasında ve ellenyle annesinin belini sanki sevgi ve şefkatle sarm ış gibiydi. Annesi ise hafifçe yan dönmüş yüzüne çok yakışan güze! bir tebessümle kocasına bakıyordu. İkisinin de gözlerinden okunan derin sevgi, insanın içine işleyecek kadar bariz bir şekilde belli oluyordu. Bu fotoğraf içinde büyük bir aşk ve sevgi banndınyordu. Kim derdi dillere destan bu aşk çok kısa sürecek ve tarifsiz acılara neden olacak diye? Gözlen yaşarmaya başlayınca şiddetli bir ağlam a krizine tutulmak üzere olduğunu anladı. Kendini zorlukla tutmaya çalışarak gözlerini fotoğraftaki sevgili babasına çevirdi. Uzun boylu, esmer ve oldukça yakışık lı olan babasının vurulduğu günkü görüntüleri geldi gözlerininönüne. Ö nce kızının başım sevgiyle okşayan, sımsıcak güçlü birel belirdi gözlerinin önünde. Sonra yavrusuna gururla bakan ncışıl ışıl parlayan kara gözleri geçti gözlerinin önünden. İnci gibibeyaz dişlerini ortaya koyan ve insanın içini ısıtan o sımsıcakkahkahasıyla kollan n ın arasında havalandmşı canlandı gözlerinin önünde. '*Leylam\.. LeylamP' diye yürekten gelen sevgisözcükleriyle yavrusuna sevgisini haykınşı doldurdu kulaklarınıgörüntüler eşliğinde. ''Babam!.. Camm babam diye ağlayarakgöğsüne bastırdı annesiyle ikisinin fotoğrafmı. \"N eden ikiniz de terk ettiniz? Neden bırakıp ginini: şu kocadünyada bizi?\" Seslice haykırarak ağlamaya başladı. Bir sürekutunun başında resm e sarılarak ağladı. Bir süre sonra ağlaması yavaş yavaş kesilirken elleriyle gözyaşlarını silmeye çalıştı.Sonra yerinden kalkarak mutfağa gitti. Gerekli olacağını düşünerek m asanın üzerindeki bir paket peçeteyle odaya yenidendöndü. G özyaşlarını ve burnunu silerek raliatladı. Ağlamak birazolsun rahatlam asını sağlamıştı. Daha sakin bir şekilde kumdakidiğer çerçeveli fotoğrafları eline aldı. İlk aldığı çe^'evede ba- 229
Gonca Çiftçioğullan basıyla ikisinin fotoğrafı vardı. Fotoğraf stüdyosunda çekilmiş bir fotoğraftı bu. Babası sandalyede, kendisi de onun kucağında oturuyordu. İkisinin bakıştan da ışıl ışıldı. Mutluluk akıyordu o bakışlardan. Sonraki fotoğraf ailece evlerinde kanepeye otu rarak çektirmiş olduklan bir fotoğraftı. Kanepenin bir kenarın da annesi, diğer kenarında babası, ortada ise kardeşi Murat ile kendisi oturuyordu. Hiç hatırlamıyordu bunu çektirdikleri günü. Nedense kimin çektiğini de hatırlamıyordu. Büyük ihtimalle am calarından biriydi. Buradaki görünüşüne bakılırsa beş yaşında ya var yok yoktu. Murat çok daha küçük görünüyordu. Hatta annesi kollanyla sararak onu biraz kendine çekmiş gibiydi. Leyla dababasına doğru kaymış hafifçe ona yaslanmıştı. Neden bu fotoğra f hatıralanndan silinip gitmişti ki acaba? Şöyle bir düşününce babasıyla ilgili aklında kalan tek anının onunla geçirdiği songün olduğunu fark etti. Elinden tutup okula götürüşünü, oradasevgiyle, gururla bakışını, sonra dizlerinin üzerine çöküşünü veson kez kendisiyle konuşup sarılışını hatırlıyordu. Daha sonra isekanlar içinde yerde yatan halini... Demek ki o gün yaşadığı otravma babasıyla ilgili geçmiş bir çok anısını da unutturmuştu.Hatırladığı ufak tefek görüntüler ise sisli birer hatıraydı. H er birfotoğrafa üzerini okşayarak bakıyordu. Okşadıkça sanki anne vebabası karşısmdaymış da onlan seviyormuş gibi bir rahatlamadolduruyordu içini. Yeniden kutunun içine baktığında küçük, san bir zarf gördü.Onun altında da birkaç tane karton dosya vardı. Önce zarfı çıkardı. Açtığında bir tane fotoğraf çıktı içinden. Üç genç adamınyan yana çektirmiş olduğu bir fotoğraftı bu. Bu üç kişi içindenortadaki kişiyi yani babasını hemen tanıdı. Sağ ve so! yanmda ikigenç adam vardı. Resme dikkatlice bakmaya başladı. Çünkü o ikikişinin yüzü de kendisine çok tamdık geliyordu. Babasının sağ230
Güneşin K m -«5 tarafında kalan kişinin Komiser Çetin’e benzerliği çok dikkat çe kiciydi. F a k a t a ra d ak i yıl farkını göz önüne alınca o kişinin Çetin olmasına imkân yoktu. Peki, o zaman bu kim diye düşünürken, o anda beyninde büyük bir şimşek çaktı. Bu kişi kesinlikle İzmir E m niyet M ü d ü rü Kemal Bey’di. Çetin babasına çok benziyordu. F oto ğ raftak i kişi de aynı Çetin gibi uzun boylu, geniş omuzlu, kum ral ve yeşil gözlüydü. Bu kişinin başka biri olmasma im kân yoktu. Bu durumda demek ki Kemal Bey babasını tanıyordu. Peki, neden bugüne kadar onu tanıdığını söylememiş, bu konuda en u fak bir imada dahi bulunmamıştı? Beraber çalışmaya başla dıkları günden beri, kendisini her zaman koruyup kollarmş, kızı gibi de sevmişti. Onun bugüne kadar babasını tanıdığını söyle memiş olması çok garip geliyordu. Sonra bakışları merakla diğer kişiye kaydı. O da çok tamdıkgörünüyordu gözüne. Kim olabilir bu kişi diye düşünmeye başladı. Çünkü şu anda tanıdığı kişilerin yirmi yıl önceki hallerinizihninde canlandırması gerekiyordu. Bu kaim kaşlar ve ince altdudağı örten kalın üst dudak. Öyle tanıdıktı ki. .. Kim olabilir bukişi derken zihninde yine bir ışık parlaması daha oldu. Bu kişikesinlikle Adıyaman Emniyet Müdürü Mahmut Bey'di. Alt dudağının altındaki siyah ben bile aynen görünüyordu. Fotoğrafı pür dikkat bir şekilde yeniden incelemeye başladı.Rastgele bir araya gelmiş üç kişi miydi? Yoksa zorlama yoluylabir araya getirilip fotoğraflan mı çekilmişti? Üçünün de gülümseyerek poz verdiklerini gördü. Hatta Kemal Bey, kolunu babasının omzuna atmıştı. Omzuna attığı eli çok dikkatli bakılmayıncagörünmüyordu. Bu aynntıyı fark etmesiyle birlikte resmi dahadikkatli incelemeye başladı. Babası da hafifçe Mahmut Bey’inkolunu tutmuştu. Bu fotoğrafın tesadüf ya da zorlamayla çekilmiş gibi bir hali yoktu. Fotoğraftan da anlaşıldığı üzere üçü yakınarkadaştılar. Bu, ne zaman ve nerede çekilmişti acaba? 231
Gonca Çiftçioğullan ^ Bir tarih ve yer bulmak ümidiyle hemen resmin arkasını çe virdi. Sağ üst köşede 21 Haziran 1983 tarihi dikkatini çekti. Bu tarihi görür görmez yüzü iyice soldu. Yıl babasının öldürüldüğü yıldı. Okullar eylül ayında açıldığı için babasının o ay vuruldu ğunu biliyordu. Bu foloğraf babası öldürülmeden üç ay önce çe kilmişti. Yani bu fotoğrafı çektirdikten üç ay sonra babası uyuş turucu mafyası tarafından infaz edilmişti. Bu durumda babasının katillerinin belli olması gerekmez miydi? Peki, neden kimseyiuıtuklamamışlardı? O sırada fotoğrafın arkasına büyük el yazısıyla yazılmış bir yazı dikkatini çekti. Daha cümleyi okumayabaşlar başlamaz elleri yaprak gibi titremeye başlamıştı. GÜNEŞ HAKİMİYETİNİ KAYBEDERSE AYDINLIK KARANLIĞA DÖNÜŞÜR Bu cümle ile birlikte zihninde yığınla soru oluşmaya başladı.Fotoğrafı tekrar zarfin içine, zarfı da diğer fotoğrafların yanınabıraktı. Sonra bakışlan tekrar kutuya kaydı ve üç adet karton dosyayı çıkardı.232
^ Güneşin Ki2i ^ B ölüm 2 0 sabah sekiz gibi yataktan kalktı. Öylesine yorgun, öylesine perişan bir haldeydi ki, İsmet’e söz vermemişolsa bugün dışarı çıkıp gezecek gibi değildi. Fakat genç adamm,o masumane ve sevimli yüz ifadesiyle ettiği gezme teklifini denedense geri çevirmek içinden gelmiyordu. Bütün bir gece uyumadığı için başı çatlayacak gibi ağnyordu. Babasmdan kalandosyalan incelerken kendini öyle bir kaptımııştı ki neredeyse tanyeri ağrırken bırakabilmişti elinden, O da biraz olsun uyumasıgerektiğini bildiği için. Şu anda iki ya da en fazla üç saatlik uykuyla ayakta durmaya çalışıyordu. Elini yüzünü vıkayıp kendinegelmeye çalışsa da kolayca kendine gelecek, açılacak gibi görünmüyordu. Sersem bir halde mutfağa geçti. Çay demlemek içinhemen çaydanlığı ocağa koydu. Bir bardak çay içmeden loparla-namayacağmı biliyordu. İsmet saat on gibi onu almaya gelecekti.Nereleri gezecekleri hakkında bir bilgisi yoktu. Sadece akşam 233
Gonca Çiftçioğullan güneşin batışını seyretmek için Nemrut Dagı’na çıkacaklardı, o kadannı biliyordu. Bir dilim tost ekmeğini tost makinasına koy du. Kızarmış ekmeğin üzerine reçel sürüp yemeği düşünüyordu Çayını demledi. Sonra kızarmış ekmeğini tost makinasından çı kardı. üzerine en sevdiği çilek reçelinden biraz sürdü. Bir dilim ısırdı ama hiç iştahı yoktu. Ağzına aldığı o bir lokma öyle büyü müştü ki adeta yutmakta zorlanmıştı. Küçücük bir dilim ekmek gözünde öyle kocaman görünüyordu ki sanki bitinnesine imkân yok gibiydi. Zorlukla bir lokma daha ısırdı. Sonra çayından ko caman bir yudum aldı. Sıcak çay hem genzine kaçmış hem de boğazını yakmıştı. Arkasından bir öksürük nöbetine girdi. Biraz toparlanınca elini yüzünü tekrar yıkadı. Ne iştahı kalmıştı ne de azcık bir keyfi. Başı hâlâ çatlarcasına ağrıyordu. Tok kamına ilaç almayı düşünüyordu ama bir şey yiyemeyince mecburen bir ağrı kesici hap alıp bir yudum suyla, zorlukla yuttu. Biraz daha uyuyabilirdi ama İsmet kendisini almaya gelince ye kadar biraz olsun açılabilmek için erken kalkmıştı. Hoş zaten yatsa da uyuyamazdı, uyanmıştı bir kere. Kafasında bunca soru işareti varken, babasıyla ilgili hatıralara onca yıl sonra ulaşmış ken zaten tekrar uyumasına imkân yoktu. Hala aklı dün geceincelediği dosyalardaydı. O dosyalar resmen bilgi hazinesiydi.Acaba emniyette o dosyalann kopyası var mıydı? Eğer varsakatillerine ait büyük bir ipucunun onlarda da olması gerekirdi.Çünkü babası, o dosyalara kartelin içindeki kanıtlann bir örneğini yerleştirmişti. Uyuşturucunun el değiştirdiği tarihler hatta bazıdurumlarda fotoğraflar bile vardı. En çok idris Kurt ismi geçiyordu. Büyük ihtimalle gizli görevde iş yaptığı kişi oydu. Uyuşturucunun Afganistan’dan Van sınır kapısı vasıtasıyla yurda girişi veAdıyaman’a gelişi sonra liman şehirlerine buradan ulaşması, hepbelgelenmişti. Babası kayıt, evrak ne varsa hepsini dosyalamıştı-234
-f?»* G üneşin K m Eğer babası bunları biliyorsa Mahmut Bey ve Kemal Bey'in de mutlaka biliyor olması lazımdı. Babasını tamdıklannı söylemedikleri gibi, ellerindeki bilgileri de kendisiyle paylaşmamışlar-dı. Bir de üstelik babasının katilini bulma konusunda kendisineyardımcı olacaklarını söylemişken. Bu nasıl yardımdı böyle?Hiçbir bilgi ve ipucu vermedikleri gibi kendisini tamamen yalnız bırakmışlardı. İkisinin de söylediği ortak şey bu yol tehlikeli,fazla kurcalama olmuştu. Ne demek fazla kurcalama? Bu söz neanlama geliyordu? Elindeki dosyalan görmeden önce onlann busözlerini endişe ettikleri yönünde değerlendirmişti. Evet, doğru,endişe ettikleri kesindi. Ama bu endişe acaba içine gireceği tehlike yüzünden mi yoksa babasmı tanıdıklanm öğrenme ihtimaliyüzünden mi duyulmuştu? Artık elinde bazı belgeler ve kanıtlar vardı. Bunlardan yolaçıkarak iz sürebilir ve babasmın katillerine ulaşabilirdi. Öncelikle İdris Kurt isimli kişiyi bulması gerekiyordu. Dosyalardadikkatini çeken bir başka isim de Bilal olmuştu. Hatta fotoğrafıbile vardı. Genç bir delikanlıydı. Bir fotoğrafta babası, îdris Kurtve yanlannda da Bilal isimli bir gencin fotoğrafım görmüştü.Dosyalan inceledikçe birçok bilgi edinmişti. Bu bilgilerden biride Adıyaman’da uyuşturucu işinin başındaki kişinin îdris Kurtolmasıydı. Aynca babası Van’da da görev yapmış, sınırdan u>uş-turucu geçirilmesine yardımcı olmuştu. Bürün bunlan belgelemişti. Orada da bir isim vardı elinde Haşan Yıldınm diye Büyükihtimalle bunlar uyuşturucu baronlanydı. Babası gerçekten çokgüzel sızmış görünüyordu içlerine. Hemen her alışveriş ve kuryelik işinde adı geçiyordu. Bu arada emniyet tarafından yapılanbaskınlar ve ele geçen uyuşturucular hakkında da dokümanlarvardı. Babasının ak tif olarak çalıştığı çok bariz bir şekilde belliydi. Bu uyuşturucuların yakalanması sayesinde kim bilir kaçhayat kurtarılmıştı. 235
^ Gonca Çiftçioğullan Uyuşturucunun insan sağlığı üzerinde çok büyük ve olumsuz etkisi vardı, Her şeyden önce beyin ve akıl sağlığının en büyük düşmanıydı. Uyuşturucu kullanan kişiler, genelde çevresine kar şı da uyumsuz davranışlar içinde oluyorlardı. Kişiyi ailesinden, toplumdan, çevresinden kopararak, karanlık bir yalnızlığın içine sürüklüyordu. Bu yalnızlık insanı önce sorumsuz bir hayata, he men arkasından da içinden kolayca kurtulam ayacağı büyük bir bunalıma sürüklüyordu. Daha doğmsu uyuşturucu, bağımlıyıyaşayan bir ölü haline getiriyordu. Yurda sokulan ve kullanılanuyuşturucunun birçok çeşidi vardı. En yaygın olanlan kokain,esrar, afyon ve eroindi. Afyon ve eroin en tehlikelisiydi. Çünküdiğerlerine göre daha fazla ölümcül sonuçlara neden oluyordu.Hangi çeşit uyuşturucu kullanılırsa kullanılsın hepsinin ortaközelliği esareti altına aldığı kişiyi, kanını emercesine tüketmesiy-di. Uyuşturucu yüzünden yıkılan yuvalar, kararan hayatlar, hebaedilen sağlık ve gençlik hiç de azımsanacak boyutta olmadığından uyuşturucu ile mücadele, üzerinde hassasla durulan önemlibir nokta oluyordu doğal olarak. Babasının bu hassasiyeti onun narkotik bölüm ünde güneşgibi parlamasına sebep olmuştu. Artık şimdi iyice anlamayabaşlamıştı ona neden Güneş dediklerini. Kararan hayatlara, yokolan umutlara, heba edilen gençliğe bir ışıktı. Karanlığı aydınlığa doğru çeken büyük bir ışık kaynağı. Yani Güneş. Başka nedenilebilirdi ki ona, Güneş’in m em leketi olan A dıyam an’da. Babasıyla, Mahmut Bey ve Kemal Bey’in birlikte çektirm iş olduklan fotoğrafın arkasındaki yazı da şimdi anlamım buluyordu işte.GÜNEŞ HAKİMİYETİNİ KAYBEDERSE AYDINLIK KARAN-LÎĞA DÖNÜŞÜR. Tabi ki her şey çok açık ve netti artık gözü nün Önünde. Eğer babası gizli görevinde açığa çıkarsa bu derece önemli istihbaratlara ulaşamayacak, uyuşturucu yurdun hemen 236
Güneşin Kmher yerinde masum hayatları karartmaya devam edecekti. Yanıaydınlık karanlığa dönüşecekti. O yüzden babasının çok sıkı korunması, açığa çıkmaması gerekiyordu. Bu onun kartel içindekihâkimiyeti olacaktı. Ama ne yazık ki o ışık sönmüştü. Üstelik bir daha aydınlanmamak üzere, Güneş hâkimiyetini babasıyla birlikte kaybetmişti.Zamanla m utlaka yeni gizli görevler olmuştu. Ama hiçbirisi Güneş gibi olam azdı. Güneş, hayatın can damanydı. Uyuşturucuyaheba edilen onca hayatın. Bütün bunlan düşünürken zamanın nasıl geçtiğini anlamadıbile. Saat dokuz olm uş ve kendisi hâlâ hazırlanmamıştı Bir saate kalm az îsm et gelirdi. Biraz olsun kendisine gelebilmek içinhemen duşa girdi. Ilık suyun vücuduna teması sanki ruhuna nüfuz eder gibiydi. Su, bütün vücudundu okşar gibi akıp giderken,sanki üzerine çöken karam sarlığı, üzüntüyü de beraberinde götürüyordu. Büyük bir rahatlama hissetti hücrelerinin her bir zerresinde. Zorlukla ayrıldı duşun altından, bir an önce hazulamnasıgerektiğini bildiği için, H ava, norm al G üneydoğu sıcaklarında seyrediyordu. Buradanormal sıcaklık bile kendisi için çok fazlaydı. Her gün neredeyseterden yapış yapış geliyordu eve. İşten gelir gelmez duşun altınagirmeden rahatlayam ıyordu. İşte, su yine mucizesini göstermiş,dipdiri ve zinde bir görünüm e bürünmesini sağlamıştı. Kıyafetseçimini de bugünkü geziye uygun bir şekilde yaptı. İnce keten,yeşil kaprisinin üzerine beyaz bir tişört giydi. Saçlannı hafifçekuruttu. A dıyam an’da hava kuru olduğundan cildine uygun nemlendiriciyi sürdükten sonra dudaklarına hafif bir parlatıcı sürüphazırlanma işini İsmet gelmeden tamamlamış oldu. Genç adamınuyarısı üzerine yanm a bir kazak ve şal almayı da ihmal emıedi. Oesnada cep telefonu çalınca genç adamm geldiğini anladı. Rahat 237
^ Gonca Çiftçioğullan gezebilmek için beyaz spor ayakkabıianm ayağm a geçirdi, haki renkte spor çantasını da omzuna atarak evden çıktı. Aşağı indiğinde İsm et’i arabanın dışında kendisini bekler halde buldu. Genç adam onu görünce kocam an bir gülümsemey le, “Günaydın,” dedi, Leyla da aynı şekilde gülümseyerek cevap verdi. “Günaydın.” “Çok şirin olmuşsun bugün,” diye gülüm seyerek konuşmasına devam etti İsmet. İşyerinde de hep sivil giyiniyorlardı amaresmi iş kıyafetleri daha ciddi görünm elerine neden oluyordu.Leyla onun bu sempatik iltifatına gülümsedi. “Teşekkür ederim, sen de öylesin,” dedi onun giymiş olduğu kot pantolon ve kısa kollu, pastel tonlardaki kareli gömleğinebakarak. “Eveeet, eğer istersen gezimize başlayabiliriz artık,” dedigenç adam sonra arabasımn yolcu kapısını açarak eliyle binmesini işaret etti. “Tamam, hadi başlayalım gezimize çok merak ediyorum nerelere gideceğiz,” diye gülümsedi. Sonra onun gösterm iş olduğuyere yani arabanın ön koltuğuna oturdu. İsm et kapıyı kapattı vearabanın önünden dolaşarak kendi yerine geçti. Bu arada cep telefonunu çıkanp sessize aldı. Gezi boyuncakimsenin arayıp rahatsız etm esini istem iyordu. Ö zellikle Yunus’un aramasından endişe duyuyordu. O nun gezm e teklifini kabul etmediği için gezerken yakalanmak istemiyordu. Arabayla şehir merkezinin tam göbeğine geldiler. Z aten biraz ileride emniyet vardı. İsmet arabayı yavaşlatınca ilk olarak yol üstünde bulunan ve büyük bir bahçeyle çevrelenm iş Adıya man Müzesi’ni gezeceklerini anladı. Hem en her gün işe gider*
Güneşin Kızı ken buranın önünden geçiyordu. Ama bir fırsat bulup içerisini gezememişti. Müzenin şehir merkezinin en güzel yerinde olması ziyaretçi sayısını da artırıyordu doğal olarak. A ra b a y ı m ü z e yakınındaki b ir park yerine bıraktılar. Sonra birlikte m ü z e n in bulunduğu bahçeden içeri girdiler. Büyükçe ve yemyeşil b a h ç e n in içerisinde yayalar için mozaik taşlarla yapı lan yürüyüş yolundan müze binasına geldiler. Bahçenin güzelliği karşısında hayranlığını gizleyemedi. Ağaçlar ve güzel bitkilerle zenginleştirilen ve özenle bakılan bahçede nemrut heykellerinin de her bir tarafa serpiştirilmiş olması güzelliğini daha çok artı rıyordu. M üze binası bodrum kal üzerine yapılmış tek katlı bir binaydı. İçeri girer girm ez İsmet, bildik adımlarla hafifçe kolun dan tutarak hem en sol taraftaki koridora doğru yönlendirdi onu. Müzenin içindeki eserler, iki büyük salon ve bu salonu birbirinebağlayan ara salon ile ıç bahçede sergilenmişti. Birlikte tek tekcam ekânlı bölm elerin ve dolaplann içinde muhafaza edilereksergiye açılan eserleri büyük bir ilgiyle incelemeye başladılar.İsmet de kendisiyle birlikte sanki ilk defa görüyor gibi inceliyor,fakat açıklayıcı bilgiler veriyordu. İsm et’in anlattıklarına göre müze, Aşağı Fırat Bölgesi’ndeyapılan ve yıllarca süren yerli ve yabancı kazılar sonucu çıkarılıp m üzeye teslim edilen, satın alma ve diğer yollardan müzeyegelen eserler ile bölgenin en zengin müzesi haline getirilmişti. M üzede Paleolitik D önem ’e ait el baltalan, delici ve kesiciler aletler. K alkolitik D önem ’e ait pişmiş topraktan kaplar. TunçÇağTna ait süs eşyalan ve Roma Dönemi'ne ait seramik kaplarsergileniyordu. İlk başta dikkatini bunlar çekti. Daha sonra yineçeşitli dönem lere ait mühürler, kadın ve erkek takılan, insan vehayvan figürleri, mozaikler, altın, gümüş ve bronz sikkeler ilebirlikte yöreye ait etnografik eserleri inceledi. Onun hayranlıklaçevresini incelediğini gören İsmet, 239
Gonca Çiftçioğullan ^ “ M üzem iz bu yörenin hem en büyük hem d e en ö n e m li mü- zeJerinden biridir. Senin de gördüğün gibi yörem izi tanım layan çok eser var. Bu yüzden dışarıdan g e le n b irisi e ğ e r bu m üzeyi görm eden buradan ayn lırsa A d ıy a m a n ’ı g ö rm ü ş bile say ılm az , ' dedi. Leyla hayranlıkla incelediği yöresel figürlerden başını çevi- rerek onayladı İsmet’in sözlerini. Gerçekten Adıyaman’a gelip de bu müzeyi gezmemek büyük bir eksiklik olurdu. Neredeyse bir saate yakın burada oyalandılar. Her eserin al tında onunla ilgili geniş bilgilerin bulunması resmen tarihi bir nostalji yaşamalarına sebep olmuştu. Müze gezmenin böylesine zevkli olduğunu ilk defa burada hissetmişti. Gerçi İzm ir’de de Arkeoloji, Emoğrafya, Resim ve Heykel müzelerim görmüş, ora lardaki eserleri de ilgiyle incelemişti ama orada, sanki buradaki kadar zevk alamamış, bir şey eksik kalmış gibiydi. Gözleri istem dışı olarak İsmet’e kayınca o eksik şeyin ne olduğunu hemen an ladı zaten. Müzeden ayrılıp arabanın bulunduğu otoparka doğru yürü düler, Arabaya biner binmez, “Şimdi nereye gidiyoruz?” diye sordu heyecanla. Onun bu heyecanı îsmet’i oldukça mutlu etmiş görünüyordu. Gözlerinin içi gülerek baktı. “Az daha sabret çünkü sürpriz. Gidince söyleyeceğim neresi olduğunu,” dedi. Demek ki önceden bir gezilecek yerler listesi vermeyecekti eline genç adam. Hafifçe boynunu bükerek isteksizde olsa razı olmuş gibi davrandı. Onun bu boynu bükük ifadesi yüzünden İs met, “İyi tamam, madem sürpriz olsun istemiyorsun söyleyeyim o zaman. Peıre Antik Kent’e yani halk arasında Pirin Mağaraları dediğimiz yere götüreceğim şimdi seni,” dedi,5 240 /
Güneşin Kva <*■ ■‘En çok merak ettiğim yerlerden birisi. Daha ilk geldiğim de Müdürü Bey'in odasının bulunduğu koridorda görmüştüm ka bartmalarını,” dedi heyecanla. Onun bu heyecanı karşısında İsmet gülümseyerek yola de vam etti. Bir süre şehir içinde yol aldılar. Şehir merkezine beş kilometrelik mesafede olduğu için Perre Antik Kent’e çok kısa sürede ulaştılar. Leyla, arabadan iner inmez küçük bir tepenin üzerindeki kaya mezarlarına baktı, “Hadi yukan çıkalım, mezarları dolaşalım,” dedi İsmet. Kaya mezarlarından oluşan tepelere ulaşmak için travers yü rüyüş yolunu kullandılar. Geniş basamaklı olduğu için ziyaret çileri yormayan, hatta keyifle gezmelerim sağlamak içm hemen her mağaraya rahatlıkla ulaşmayı sağlayan merdivenlerden çıkıp kayalardan oyularak yapılmış taş mezarlann olduğu yere vardı lar. İsmet kayaların içine oyulmuş olan mağara şeklindeki odalangöstererek, “Burada iki yüz sekiz tane mağara var,” dedi. İlgiyle etrafına bakınan Leyla, “Gerçekten mi, o kadar çok mu? diye sordu şaşu-arak. “Evet, istersen sayabilirsin,” diye şaka yollu takıldı ona. Leyla şaşkın bir şekilde mezarlara bakmaya devam ederek. “Yok, yok inanıyorum sana, eminim vardır o kadar.” dedi.Hiç gözü kesmemişti saymayı. Onun bu şaşkınlığını gülümseyerek izleyen İsmet, “Antik Ç ağ’dan kalan bu mezarlar Kommageneliler Döne-mi’nde önemli bir yerleşim merkeziymiş. Aslında buradan Kom-magene Krallığı’m n beş büyük şehrinden biri olarak bahsedilirHatta suyuyla ünlü olduğu söylenir Buradan geçen kervanlarmutlaka dinlenmek için uğrar güzelliği nam salmış suyundaniçerlermiş. Hâlâ günümüzde bile kullanılan, o zamanlardan kal- 241
^ Gonca Çiftçioğullan ma Roma çeşmesi var. Bu yöre o kadar önemliymiş ki Bizanshlar Dönemi’nde bile önem ve değerini korumuş. Fakat o ihtişamdan ne yazık ki sadece bu katıntılar günümüze kadar ulaşabilmiş.” Leyla, İsmet'i ilgiyle dinliyordu. \"Düşünsene koca şehirden sadece bu taş mezarlar kalıyor. Fani dünya işte. Kim bilir şehirken nasıl da hareketli, canlı bir yaşamı vardı burasının. Ama şimdi şöyle bir bakıyorsun, sadece bir mezar görüyorsun. O hayattan kalan başka hiçbir şey yok.” “Öyle ne yazık ki,” diye onu onayladı İsmet. Leyla çevresinde gördüğü bilgilendirici levhalarla ziyaretçi- leri bilinçli bir şekilde mağaralara çeken bu kalıntılara hayranlıkla baktı. O kadar farklı bir atmosferi vardı ki burasının. Yaşamile ölüm arasmdaki bir çizgi gibiydi adeta. Çok ender bulunanbir kültür mirasıydı. Bunun farkında olarak da hak ettiği ilgiyigörmeyi bekliyordu. İsmet ise elinden geldiğince bilgi vererekilgisini çekmeye çalışıyordu. Bu kaya mezarlarını daha yakından görebilmek için, önündedurdukları taş mağaralardan birinin içine girdi. Dışansı çok sıcakolmasına rağmen mağaranın içi oldukça serindi. Küçük yarımdaire şeklinde bir odaydı burası. Birden içi tuhaf oldu. Karanlıkgecede bir mezarlığın önünden geçmek gibiydi içinde hissettiğituhaf ürperti. Korkuyla karışık bir boşluk, bir bilinmezlik hissiyle titredi bütün vücudu. Sanki görünmeyen ruhlar tarafından etrafı çevrilmiş gibiydi. Hayattan kopmuş, kalp atışlan onlan terketmiş, bedensiz ruhlar.,. Gözlerini yere çevirip boş bakışlarlaayaklannm altındaki taş zemine baktı. Bu taşın altındaki toprakta kim bilir kimlerin bedenlerinden kalan kalıntılar vardı. Toprakana var olduğundan beri, öyle ya da böyle herkesi kendi çatısıalımda topluyor, kollan arasına alıyordu. Bu mezar taşlan sankiölümün tartışılmaz gerçekliliği ile yüzleştiriyordu insanı. Belki242
^ Güneşin Km <&de Perre şehrini bir baştan bir başa kuşatan bu taşlar. Ölümün kaçınılmaz olduğunu anlatmak için varlığını koruyarak günümüzekadar gelmişti, kirn bilebilir? Yaşam kadar ölünn de hayatın birparçasıydı. Var olanın yine aynı şekilde yok olacağını, arkasındabırakacağı tek şeyin ise bir mezar taşı olacağını anlatır gibiydi.Günüm üzde mezar başında edilen dualar, ölenin daha rahat, dahagüzel bir yere ulaşması için bir maneviyat yüklerken içimize,acaba o dönemlerde hangi tören ve rituellerle bedenler toprağaverilmişti? “Daha bakacağımız çok mağara var, hadi gel,\" diye İsmetkendisine seslenmemiş olsa ölümle ilgili düşünceleri içinde boğulup gidecekti neredeyse. Çok etkilemişti burası kendismi. Sessiz bir derinlik hissiyle ölümün soğukluğunu hissediyordu sankiinsan. Tabi ki herkes bu şekilde hissetmiyordu, Kimileri belkide hiçbir şey hissetmeden sadece bakıp çıkıyordu. Dışandangörünen sadece taşların içine oyulmuş küçük mağaralardı. Eğerİsmet burasınm mezar olduğunu söylemeseydi belki kendisi dehiçbir şey hissetmeyecekti. Belki şu andaki ruh durumu böyledüşünmesine yol açıyordu. Her ne şekilde olursa olsun duvarlarıyosun tutmuş bu mağaralar gerçekten etkileyici ve büyüleyici biratmosfere sahipti. Dip dibe yanm daire mağaralar dışında küçüktünel şeklinde geçitler ve koyu karanlığa bürünmüş daha derinmağaralar da vardı. Birçok mağaraya girip çıktılar. Mağara girişve çıkışlarmda hep İsmet önden çıkıp eliyle Leyla’nm elini kavrayarak çıkmasına yardım etmişti. Ellerinin o anlık dokunuşları bile her defasında teninin alevalev yanmasına neden olmuştu. Bu kadar etkilenmesi ona karşı duygusal bir zaafı olduğunu gösteriyordu ki bu etkilenmenin aşkolduğunu düşünmeye başladı. Bugüne kadar hiç âşık olmadığı için, aşkın nasıl bir duygu olduğunu da bilmiyordu. Fakat bu his 243
Gonca Çiftçioğullan leri. bu etkileşim, genç adama karşı içinde hissettiği z a a f duy. gusu büyük bir ihtimalle aşkm habercisiydi. Onun yanında hiç olmadığı kadar mutlu hissediyordu. Acaba o da kendisine karşı bir şeyler hissediyor olabilir miydi? Bu derece ilgilenmesi, her zaman sanki ortağı gibi yanında olması onun da bir şeyler his settiği anlamına geliyor olabilir miydi? Kendisine bakan o ya kıcı kara gözler öyle sevecen, öyle tatlı bakıyordu ki o bakışlarresmen içini eritiyordu. İlgisiz bir kimse böyle anlamlı ve güzelbakabilir miydi? Sanmıyordu. Peki, duygulan karşılıklıysa eğer,böyle duygusal bir ilişkinin içine girmeye hazır m ıydı? Bunu zamanı geldiğinde düşünmeye karar verdi. Henüz onun duygula-nııdan emin değilken bu tür düşünceler içine göm ülm ek, hayalkırıklığını da beraberinde getirebilirdi. Olaylan akışına bırakmaken doğru fikir gibi göründü gözüne. \"Bu kadar mağara gezmek yeter mi? Yoksa iki yüz sekiz mağarayı da gezecek misin?” Genç adamın sorusu düşüncelerindenuzaklaşmasına neden oldu. Sıcaktan terlemiş ve yorgun bir şekilde kendisine bakan İsmet’e sevecen bir bakış attı. \"Seni daha fazla yormayayım. Bu kadar m ağara görmemizyeter sanırım,” dedi. Sözleriyle birlikte genç adam ın yüzündebir rahatlama ifadesi oluştu. Kim bilir kaç kere gelm işti buraya.Buna rağmen sabırla arkasından takip edip adım atığı her mağarave odaya o da girmişti. \"Şimdi nereye gideceğiz?” diye sordu onun yorgun yüzünebakarak. \"Saat öğleni geçti, acıkmadın mı sen hala?” diye sordu İsmet. Hemen gözleri saatine kaydı. Gerçekten de vakit baya geç miş, saat neredeyse bir olmuştu. Hiç fark etmemişti zam anın nasıl geçtiğini. Genç adamın oldukça acıkmış olduğu sabırsızlığından belliydi. Hâlbuki kendisi sabah kahvaltı bile yapmam ıştı. Geçir 244
Güneşin Kızı diği günden öyle bir keyif almıştı ki hiç fark etmemişti açlığını. Genç adamın sorusu ne kadar acıkmış olduğunu da hatırlatmış oldu böylece. \"Acıkmaz mıyım? Hem de çok açım. Sabah kahvaltı bile yapmadım,” dedi gülümseyerek. \"O zaman hemen yemek yemeliyiz.” \"Evet, ama ne yiyeceğiz, buralarda yemek yiyebileceğimiz bir yer var mı?” \"Olmaz mı?” dedi yüzüne kocaman bir gülümseme yerleş tirerek. Sonra yine aynı gülümsemeyle yanına kadar geldikleriarabanın kapısını açarak başıyla Leyla’yı çağırdı, “Hadi, atla bakalım, gidiyoruz,” Leyla, İsm et’in kendisi için açmış olduğu kapıdan geçerekyolcu koltuğuna kuruluverdi. Genç adam yine arabanın önündendolaşarak kendi yerine geçti. Sonra yavaşça hareket ettirdi arabayı. Pirin M ağaralan’nm bulunduğu bölgeden çıkınca genç adamarabayı şehir merkezi tarafma değil, şehir dışı tarafına doğru çevirdi. Leyla onun yanlış dönüş yaptığını sanarak, “Sağa dönecektin,” diye uyardı. Fakat genç adam bu uyanyahiç aldırış etmedi. Yaklaşık beş yüz metre kadar gittikten sonraarabayı sağ tarafta kalan bir tali yola çevirdi. Çakıl taşlı toprakbir yola girmişlerdi. Araba hafiften sallanarak yavaş bir şekildeilerliyordu. Leyla oldukça merak etti nereye gittiklerini. Fakat İsmet bu konuda tek kelime etmeden yavaşça arabayı kullanmayadevam ediyordu. Kısa bir mesafe yol aldıktan sonra tekrar soladöndü. Yine aym şekilde çakıl taşlanyla dolu bir yoldan bu seferyokuş aşağı inmeye başladılar. Geldikleri yerin manzarasını görünce İsm et’in ne yapmaya çalıştığını anladı. Küçük bir dere kenarına gelmişlerdi. Derenin karşı tarafı geniş yapraklı ağaçlarlaçevriliydi. Ağaçlar bulunduklan yeri gölgelendirdiği için piknik 245
Gonca Çiftçioğullan ^ yeri olarak oldukça elverişli görünüyordu. Zaten İsmet bu amaçla kendisini buraya getirmiş olmalıydı. Hiç sesini çıkarmadan genç adamın arabayı park etmesini bekledi. Derenin kenarına arabayı park eden İsmet, \"Bugün güzel bir gün. O yüzden sana güzel bir piknik yaptı- racağım,” dedi. Böyle güzel bir teklife ne denilebilirdi ki? Gerçekten birlikte günü çok güzel geçiriyorlardı. \"Harika! Sen sürprizlerle dolusun İsmet,” dedi. Daha isimağzından çıkar çıkmaz söylediği şeyin farkına vararak yüzü kızardı, Genç adama ilk defa ismiyle hitap etmişti. Her zaman İsmet Bey diyordu. Zaten bugün dışında hep resmi görevler yüzünden bir araya geldikleri için bu hitap şekli daha uygun düşüyordubirlikteliklerinde. Genç adamın bunu fark etmemesini umuyorduama yüzüne yerleşen kocaman gülümseme gözünden kaçmadığını belli ediyordu zaten. Neyse ki bu konuda bir şey söylemedenhemen arabanın bagajım açtı. Leyla da onun yanına gitti. Bagajıgörünce bunun planlı bir piknik olduğunu anladı. Bagajda gerekli olabilecek bütün malzemeler vardı. Genç adam bir kilimçıkanp Leyla’ya uzattı. \"Tutabilir misin?” dedi. Leyla hemen kilimi eline aldı. Daha sonra İsmet, küçük birmangal ve onun içine konmuş kömür torbasını çıkarıp bagajı kapattı. \"Önce bunlan geçirelim karşıya,” dedi. Birlikte derenin kenarına gelince etrafına bakınarak karşıyageçecekleri bir yer aradı. Fakat görünürde ıslanmadan geçebilecekleri bir alan göremedi. Zaten îsmet spor ayakkabılarını, arka sından da çorabını çıkarıp kot pantolonunun paçasını sıvamaya başlamıştı. Anlaşılan karşıya suyun içinden yürüyerek geçecek 246
Güneşin K m <sı- lerdi. D erenin içi irili ufaklı taşlarla doluydu. H ayatta bu taşlann üzerine basarak geçem ezdi. Büyük ihtim alle ya ayaklanna bata cak ya dengesini kaybedip suyun içm e düşecekti. İki ihtim al de gözüne hiç hoş görünm edi. İsm et onun öylece dikildiğini görünce. “Hadi ay akkabılarını çıkar, suyun içinden geçeceğiz.” dedi. Leyla üzgün bir şekilde başını iki yana salladı. “G eçem em ben b uradan. Suyun içi hep taş dolu.” diye itiraz etti isteğine. “Merak etme ben tutanm elinden bir şeycik olmaz, hadi gel,\" dedi. Sonra bir eline mangalı sıkıştırıp diğer elini Leyla'ya uzattı. “Zor valla, geçemem böyle suyun içinden,” dedi üzüntüy le. Nedense bu dere ürkütmüştü kendisini. Akan suyu görünce çocukluğunda dedesinin köyünde yaşadığı bir anı canlandı gö zünün önünde. Köyün içinden geçen bir çay vardı. Köyün ço cukları o çayın içinde yüzerler ve şakalaşarak oyun oynarlardı. Bir gün kendisi de yüzmek için atlamıştı çayın içine. O zamanlar altı yaşında ya var ya yoktu. Yüzme de bilmiyordu üstelik. Diğer çocukların yüzerek suyla şakalaşıp eğlenmelerine imrenmiş ne olduğunu anlamadan kendini suyun içinde bulmuştu. Hızla akan çayın içinde dengesini sağlayamadan düştüğünü hayal meyal ha tırlıyordu. Hatırladığı diğer şey ise çayın akışına kapılıp hızla sürüklenmesiydi. Kayıp gitmesini durdurabilmek için irili ufaklı taşlara tutunmaya çalıştığını ve avazı çıktığı kadar da bağırdığınıhatırlıyordu. Babasının koşarak geldiğini, hızla akan suyun içineatlayarak kendisine doğru uzanmaya çalıştığım hatırlamışn şimdi hüzünle. Oysaki bu hatırası şu dereyi görünceye kadar hafızasından sanki silinmişçesine yok olup gitmişti. Derenin içindekio irili ufaklı taşlar hem kaybolan hafızasından hem de babasıylailgili olan bir anısından görüntülen getinnişti gözlerinin önüne.Bir hüzün kapladı içini yine. Gözleri dere yatağından akıp giden 0A7
Gonca Çiftçioğullan suya rakıldı dalgın bakışlarla. Çıplak ayakla suya girebileceğini ve o taşların üzerine basabileceğini sanmıyordu. İsmet onun bu görüntüsüne alaylı bir şekilde güldü. \"İlk defa seni tedirgin eden bir şey gördüm, sen bekle burada.” dedikten sonra Leyla'nın elindeki kilime doğru uzandı.“Ver elindekini,” dedi ve Leyla’nın elinden aldığı katlanmış kilimi mangalın üzerine koyarak hızla suyun içinden karşıya geçti.Ne su ne de içindeki yosunlu taşlar adamı yavaşlatmamıştı. Öylealışkın bir şekilde yürümüştü ki bilmeyen düz yolda yürüdüğünüsanırdı. Elindeki eşyaları karşı taraftaki ağaçlardan birinin altınabırakıp yeniden Leyla'nın yanma geldi. “Hadi bakalım, şimdi sıra sende,” dedi muzip bir şekilde gülümseyerek. “Ne yani sen mi geçireceksin beni karşıya?\" diye sordu şaşkınlıkla. “Başka türlü nasıl geçmeyi düşünüyorsun?” diye takılmayadevam etti İsmet. Evet, doğru söylüyordu genç adam. Eğer o geçirmezse nasılgeçecekti ki karşıya? Mecburen utana sıkıla kabul etm ek zorundakaldı teklifi. “Haklısın galiba,” dedi, Yüzünün nar gibi kızardığını hissedebiliyordu. îsmet onayı alır almaz gelip onu iki eliyle kucakladı. Onun ani kucaklaması karşısında bir an ne yapacağını bilemedi. İsmet’in bir eli sırtım diğer eli de kucağında bükülm üş birşekilde duran bacaklannın altını kavramıştı. Leyla öyle utanmıştıki bu durumdan, genç adamın yüzüne bakmamak için başını yan tarafa çevirmişti, İsmet suya adımım atar atmaz, “Suya yuvarlanmamamız için dengemi sağlamam lâzım. El lerini boynuma dolarsan senden destek almış olacağım ,” dedi. Şöyle bir göz ucuyla kendine bakınca iki elinin de kukla gibi
35> Güneşin Kızı yanlara sarkmış olduğunu ve genç adamm dengesini bozduğunu gördü. Artık yüzünün ne derece kızardığının farkındalık derece sini bile kaybetmişti. Kim bilir şu anda başka hangi renk tonla rına bürünüyordu. Daha dün İsmet Bey dediği bu adamın şimdi kucağındaydı ve ellerini de onun boynuna dolamak üzereydi. Ona yakın olmak bile duygulannm coşmasına yol açarken, ne redeyse boynuna sarılacak durumda olması nasıl bir ateş yakar dı acaba içinde. Ya genç adam hissederse duygulannı diye anibir endişe geçti üzerinden. Ama yapacak bir şey yoktu. Ya suyayuvarlanacaklar ya da birbirlerine sanimış bir vaziyetle, kurubir şekilde karşıya geçeceklerdi. Bu işten kaçar yolu olmadığmıanlayınca ellerim yavaşça İsmet’in boynuna doladı. Bu esnadabaşmı çevirmiş ve kendisine bakan genç adamla göz göze gelmişlerdi. Bu sürmeli kara gözlere öyle bir anlam yüklenmiştiki dünyanın en m utlu erkeği benim der gibiydi sanki. Yoksa bugözlerdeki anlam aşk olabilir miydi? Acaba kendisi öyle olma-smı ümit ettiği için mi genç adamm o yürek yakan bakışlarmdaaşkı ararcasma bakıyordu. İkisi de hiç hareket etmeden sadecebirbirlerinin gözlerine bakıyorlardı. Vücudunu bir ateş yalavıpgeçmiş gibi alev alev yandığını hissetti. Göğsüne yaslandığı gençadamın hızla atan yürek sesini duydu. Aynı şekilde kendi vüreğide göğsünü yırtarcasına çarpıyordu. Bu durumdan kendisini ilkkurtaran İsmet oldu. “Bir an önce geçireyim seni,” dedi ve genç kadını mtan elleri şefkatle ve daha sıkı bir şekilde sardı vücudunu. Genç adamsuyun içinde yine aynı rahatlıkla yürüyerek karşıya geçti. Geçergeçmez hemen bırakmadı yere Leyla'yı. Malzemeleri bıraktığıağacın altına kadar taşıdı. Sonra yavaşça kollarını gevşeterekgenç kızın yere basmasına yardımcı oldu. Bir an öylece şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Sonra İsmet. 249
7 ^ Gonca Çiftçioğullan “Ben gidip diğer malzemeleri de getireyim,\" dedi ve hemen yanından ayrıldı. Kendisi kadar genç adam da oldukça şaşkın gö rünüyordu. Neredeyse kaçar gibi ayrılmıştı yanından. Kendisinin olduğu kadar onun da tepkileri sıradan iki meslektaş görüntüsü nün çok daha ilerisine taşınmış gibiydi. Anladığı kadanyla o da duygusal açıdan boş değildi. İçinde ona karşı hissettiği duygu lan bugüne kadar anlamadıysa bile artık kesin anlamıştı. İkiside birbirlerine karşı duygulannı gizlerken konuşmak çok dahakolaydı. Oysa şimdi bakışlan bile değişmişken, hissettikleri duygular sözcüklere yansıyacak mıydı? Yoksa yine sadece bakışlarmı konuşacaktı? Zaten gözler kalbin aynası demezler miydi? Engüzel sözleri onlar söylemiyor muydu? Varsın o zaman sadecegözlerimiz konuşsun diye geçirdi içinden. Birazdan genç adam bir elinde birkaç poşet, diğer elindeküçük bir araba buzluğu ile yeniden yanına geldi. O gelinceyekadar kilimi yere sermiş, oturmak için hazır hale getirmişti. Elindeki poşetleri ağacın altına koyduktan sonra bakışlarmı Leyla’yaçevirdi. “Acıktığım biliyorum ama sabret, az sonra sana güzel birsofra hazırlayacağım,\" dedi, Konuşurken bakışları yine birbirini bulmuştu. Bakışlarındaki bariz mutluluk açıkça kendini belliediyordu. Kesinlikle kendi bakışları da aynı onunkiler gibiydimuhakkak. Ama nedense bundan zerre kadar rahatsızlık duymadı. Duygulan artık su yüzeyine çıkmıştı, onları yeniden derinleregömmenin bir manası yoktu. “Yardım edeyim sana,” dedi genç adamm yanına giderek. İsmet hemen poşetlerin birinin içinden çıkardığı domates ve salatalıklan verdi. “Sen bunları söğüş şeklinde doğrarken ben de mangalı yaka yım,” dedi,
G ü n e^ n Kızı Leyla yıkanm ış dom ates ve salatalıktan servis tabağına di limlerken, İsm et de hiç zorlanm adan çarçabuk mangalı yakmıştı, M angala önce közlem ek için birkaç patlıcan ve biber koydu,Onlar közlenirken m angal ızgarasına, buzluktan çıkarmış olduğu sosla hazırlanm ış tavuk butlarını yerleştirmeye başladı. Birpoşetten enli birkaç tane şiş çıkardı. Sonra bir saklama kutusuçıkarıp içindeki önceden tuzlanıp iyice kanştınlarak hazırlanmışkıymaları bu şişlere yerleştirm eye başladı. Adana kebap demekki bu şişlerle v e bu şekilde hazırlanıyordu. Genç adara yaptığıbütün işleri öyle seri hareketlerle yapıyordu ki bu işin ehli olduğuher şekilde belli oluyordu. Kendi yaptığı işi bırakmış ilgiyle onuseyretmeye başlam ıştı. “Elin ne kadar yatkın bu işlere,” diye hayranlıkla bakarak konuştu. İsmet gülümsedi hemen. “Evet, biz A dIyam anlIlar severiz mangalı. Bu yüzden yakmak, hazırlam ak zo r gelm ez bize. Sık yapanz, o yüzden elimizalışık,” dedi. Genç adam bu arada közlenen patlıcan ve biberleri mangaldan aldı. Onlarm yerine ızgara içindeki tavuklan koydu. Leyla,İsmet kadar hızlı olmasa da elindeki işleri bitirdi. Kilimin üzerinegazete serdiler. Genç adam iki tabak ve çatal çıkanp gazeteninüzerine koydu. Közlenen patlıcan ve biberleri de aynca bir tabağa koyup sofralarını zenginleştinneye başladılar. Zaten kısa süreiçinde tavuklar da pişmişti. İsmet onları hemen tabaklanna sen isetti. Hazırlamış olduğu Adana kebapları mangalın üzerine koydu. Bu esnada İsmet küçük buzluğu işaret ederek. “Ayran ve kutu kola var. Hangisini istersin?” diye sordu. “Ben kola alayım,” dedi. Zaten bütün bir gece uyumaraıştı.Her ne kadar ortamdan ve gezmekten zevk alsa da eğer ayran•çerse uykusuzluğu biraz soma onu ele verebilirdi. O yüzden
Gonca Çıftçioğullon * kola isledi, İsmet poşcilerin birinden pide ekmek çıkarıp eliyle bölerek U y la ’ya u/MU- Yemeklerini yerken İsmet. \"Nasıl buldun Pirin Mağaraları'm beğendin mi?” diye sordu. \"I'.vcl, beğendim. Çok muhteşem bir tarihi yer ve ender bu lanan hır kültür mirası. Sanırım fa/.la lurısl gelmiyor, Hcnce bu büyük bir kayıp, O kadar farklı biraim oslerı var k» herkesin gelip gürmcsı la/ım diye düşünüyorum.” ‘ Haklı.sın Adıyaman kültürel açıdan bira/, zayıf kalmış bir il. Senin de dediğin gibi muhteşem eserler var ama değeri bilinmi yor. f akat son zamanlarda tanıtım için b a/ı çalışm alar yapılıyor. O gördüğün travers yollar ve bilgilendirici levhalar yeni yapıldı.Amk Adıyaman tarihine .sahip çıkmaya başladı. Yakın zamandadaha çok ilgi çekeceğine inanıyorum, \"İnşallah hak ettiği değen bulur.\" \"Oraya gömülen kralların, ha/inc)criy)c birlikle gömüldüğürivayet edilir,” dedi İsmet ilgisini çekmek istercesine. \"Ocrçcktcn mi? O zaman orası çok değerli eşyalarla doludur” “Evet, /.amanında baya yüklü miktarda altın bulunmuş mezarların içinden Sonra devlet korumaya alm ış burayı Karanlıkderin mağaraların içinde alarmlar bile var. Bunu biliyor muydun?” diye gizemli anlatışını sürdürdü gülümseyerek. “Aman İsmet nereden bileyim ben alarmı falan, tik defa senden duyuyorum şimdi.” Bugün ikinci defadır İsmet diyordu. Budurum genç adamın yine dikkatini çekti. Bu sefer hafifçe gülümsemek yerine ciddi bir şekilde l^ y la ’ya baktı. \"Bana İsmet deyişin çok hoşuma gidiyor,” dedi Onun busö/ündcn sonra l.eyla hemen kızardı yine. Konuyu değiştirmekiçin, ” lfa/inc avcıları olmuştur muhakkak.” dcdı İsm et'in anlattığıhikâyeye gönderme yaparak.252
(Üineşin Kıy.ı •‘Hazine olur da avcısı olm a/ mıV labı kı çok olmuş Sijnra (Icvlcl korum a altına alm ak //»runda kalmış Hu yü/dcn dc deh lizlerin belli noktalarına alarmlar yerleştirilmiş, 'labı halk arasın da söylenenler bunlar, Nc kadarı doğru onu bilemem,\" dedi genç adam Onun sevimli bir yüz ifadesiyle anlatışım ilgiyle dinleyen U yla. “Haya bir bilgin var Adıyaman’ın tarihi hakkında, ÎJsanelcr falan da vardır m utlaka burayla ilgili,\" dedi. Amacı onu birazdaha konuşturm aktı. Konuşurken onu izlemekten ve dinlemek ten büyük key if alıyordu, Hu arada yem eklerini bilirmişler, artıkları ve bulaşıkları datoplayıp poşete kaldırm ışlardı. Piknik alanı kalabalık değildiİlerideki bir ağacın altında tek çocuklu bir aile, yine bir ağacınaltında da kendileri gibi genç bir adamla genç bir kız vardı. C>nlarda aynı kendileri gibi piknik yapıyorlardı, Ortam sakın, sessiz vehuzurluydu, Ö yle olunca m uhabbet etmek de güzel geliyordu. Î.smel .şöyle hafifçe bir gerindi sonra derin bir nefes aldı. Karşılaştığı .sorudan m em nun olmuş bir şekilde Leyla’ya baktı. “.Sana Adıyam an isminin nereden geldiğini anlatayım o zaman,\" dedi. İki.Hİ dc yan yana oturarak sırtlarını ağaca dayadılar. Bu şekilde daha rahat bir oturm a ve sohbet etme pozisyonuna girmişlerdi.Leyla rahat bir şekilde sırtını ağaca dayadıktan sonra bütün dikkatini genç adam ın söyleyeceklerine verdi. “Çok eski zam anlarda bu Pcrrc şehrinde oturan vc pullaratapan bir babayla yedi oğlu varmış. Bu yedi kardeş, pullara tapanbabalarının dini inancını kabullenmediklerinden, bir gün babaları ava çıktığında putları kırmışlar. Babalan avdan döndüğündepullarını oğullarının kırdığını görünce çok hiddetlenmiş, çok kız-rnış, sonra kendine hâkim oiam ayıp hepsini birer birer öldürmüş. 253
v.»c* Gonro Çiftçioğullan Halk, yiğitlikleri vc mertlikleri nedeniyle kahraman gözüyle baktığı bu kardeşlere. Yediyaınan adını takmış. Sonradan bütün bölgeye yayılan Yediyaman adı. zamanla değişerek Adıyaman şeklini almış.” \"Cok hüzünlü bir cl'saneymiş. üzüldüm,\" dedi Leyla. İsmet, dikkatle Leyla'nın yüzüne baktı. Öyküden etkilendiği belliydi ama daha farklı bir şeyler daha vardı o hüzünlü gözlerin de. Ne kadar gülüp eğleniyor gibi görünse de yorgun ve solgungörünüyordu. Sabah evin önünde fark etmişti bu halini ama keyifli görünmeye çalıştığı için üzerine gitmemişti. Onu çok önemsiyordu. Dahası derin hisleri vardı. Bugün o hivSİerin karşılıklıolduğuna dair çok belirgin sinyaller almıştı. Bugüne kadar onunduygularından emin olamadığı için kendi hislerini de pek gösterememişti. Oysaki daha televizyonda gördüğü o ilk günden berihayrandı ona. İzmir halkına acı ve zor günler yaşatan “Ateş” lakaplı seri katili yakaladıklarında yapılan bir basın toplantısındagönnüştü ilk defa. Emniyet’in önünde yapılan basın açıklamasında kendine güveni ve yüzünden, ekibiyle birlikte büyük birözveriyle kazanılan zaferin yansıdığı mağrur ifadesiyle ne kadarda çekici görünüyordu. İçinin güzelliği ve kişiliği en güzel şekilde yansımıştı yüzüne. Seri katili yakalamak için ekibiyle nasıl koordineli çalıştıklarını, hangi ipuçlarını değerlendirdiklerinianlanyordu. O. berrak ve duru bir ses tonuyla kendinden emin,gururlu ve mağrur bir şekilde konuşurken, o sese, o bakışa, oduruşa âşık olmuştu. Bir hayaldi böylesine etkilendiği, daha tanışmadan tanıdığını hissettiği, gözlerine, gülümsemesine, sesine hayran kaldığı bugenç kadınla karşılaşması ve tanışması. İmkânsızı istemek gibiolurdu onunla aynı merkezde çalışıyor olmayı dilemek. Sankibir mucizenin gerçekleşmesi gibiydi Leyla’mn birden bire kendi254
->î> Güneşin Kızı birimlerindc bclirivermesi, Göreve başladığı ilk gün izinli oldu ğu için müdürlükte değildi. Önceden duymuşlardı oysaki gele ceğini. O günün gelmesini nasıl da iple çekmişti. Fakat birkaçgün öncesinden ağır bir grip enfeksiyonu geçirdiği ve ateşli olduğu için yalaktan kalkıp gelememişti o gün işe. Ancak ertesigün biraz toparlayabilmişti kendini. Zaten o gün onu kimse evdetutamazdı. Nasıl da aceleyle fırlayıp çıkmıştı evden. Onu gördüğünde neredeyse dizlerinin bağı çözülecek gibi olmuştu. Öncegözlerine inanamamıştı. Sanki rüyadaymış, düş görüyormuş gibihissetmişti. Gerçek olduğunu ise genç kadının gülümseyerekkendisini odasına kabul edip sonra o narin ellerini tokalaşmakiçin kendi avuçlarının içine bıraktığında anlamıştı. O narin parmakların kendi ellerine dokunuşu, sıcaklığı neredeyse kendindengeçmesine neden olacaktı. Aslında gayet iyi idare etmişti o gündurumu. Şöyle bir o ânı düşününce içindeki duygu yoğunluğununasıl da frenleyebilmiş sakin kalabilmişti, şaşırıyordu hâlâ. Gelir gelmez hemen iki büyük soruşturmanın içine dalmıştı. Mesleğine bu derece bağlı olması oldukça güzel bir meziyetolmasına rağmen, kendisi için oldukça endişe vericiydi. Kendibirimini de bu soruşturmalara bağladı hemen. Zaten ortada başkavaka da yoktu. Bu şekilde hep beraber olabilirlerdi. En azındangözünün önünde olursa içi rahat eder diye düşünüyordu. Fakatbabasının katillerini yakalama saplantısı yüzünden hayatını tehlikeye atacağı endişesini bir türlü içinden atamıyordu. Saçmınbir teline bile zarar gelmesine dayanamazdı. Artık hoşlanmanınötesinde yüreğiyle vurulmuştu bu kadına. Her şeyini feda edecekkadar çok seviyordu üstelik. En büyük endişesi Leyla bir zarara uğramadan kazasız belasız babasının katilerini yakalamaktı. Bu konuda onu asla yalnızbırakamaz, tehlikelerle dolu bir suç deryasının içine gözü kapalı 255
Gonca Çiftçioğullan gönderemezdi. Bu yüzden öncelikle bu davayı kapatmayı dü şünüyordu. Leyla'nın haberi yoktu ama emniyette babasına aii dosyalan alıp incelemeye bile başlamıştı. Amacı katillere ait bir ipucu yakalamak ve onlan adalete teslim etmekti. Leyla’ya en büyük hediyesi bu olacaktı. Bu intihar eden kız ve Fransız kadı nın dosyaları onu meşgul ederken kendisi de babasının dosyala rını ciddiyetle gözden geçiriyordu. En büyük ipucu ve şüpheler İdris Kurt denen adamm üzerinde toplanıyordu. Zaten zamanın da yapılan soruşturmada şüpheli gözüyle gözaltına alınıp daha sonra delil yetersizliğinden serbest bırakılmıştı. Onun serbest kalmasıyla da dava ilerleyememiş ve sonuca bağlanamamıştı. Amacı artık bu davayı sonuca bağlamak ve sevdiği kadını olası tehlikelerden korumaktı. Gözleri yeniden Leyla’yı bulduğunda onun bu solgunluğu iyice endişelenmesine neden oldu. Hafifçe genç kıza doğru dön dü. “Yüzün solgun hasta mısın yoksa?” diye sordu endişeyle, İsmet'in endişeyle bakması üzerine, “Yok, iyiyim sadece uykusuzum biraz,” dedi. İsmet ellini uzatarak yavaşça çenesini tuttu ve yüzünü kendi sine doğru çevirdi, “Kendine dikkat et Leyla. Hastalanmam istemem,” dedi. Bakışlan öyle müşfik ve sevecendi ki Leyla yüreğinin eri diğini hissetti. Çenesini tutan elleri sanki bütün vücudunu yakıp geçmişti. Sıradan duygular değildi hissettikleri. Besbelli aşktan yanıyordu. Bakışlannı genç adamm gözlerine çevirdi. O kara gözler büyük bir sevgiyle bakıyordu sanki. Bu gözlerde arzu, şevk, sevgi o kadar çok anlam vardı ki. Birbirlerine karşı aynı duygulan hissettiklerinden artık emindi. “Benim için çok değerlisin. Geldiğin ilk günden beri aşığım sana,” dedi ismet. Yüzündeki bütün mimikleri bu aşkı anlatma 256'\/
Güneşin Kmya çalışıyordu sanki kendisine. Duygulu ve hassas. Demek o d akendisine âşıktı. Demek ki duygulan karşılıklı, yürekleri bir atıyordu. Artık nasıl gizleyebilirdi ona karşı hislerini, “Sen de benim için çok özelsin,” diyebildi ancak. Fakat gözleri aşkını haykırıyordu apaçık bir şekilde. Genç adam, bu bakışlardaki anlamı çözmüş olmalıydı ki yavaşça eğilerek kendidudaklanm Leyla’nın dudaklarının üzerine kapattı. Ne olmuştuöyle birden bire onlara. Büyük bir duygu boşalımı yaşamışçası-na dudakları birbirinin dudaklannda sevgiyle geziniyordu. Gençadam eliyle yavaş bir şekilde saçlanm okşar gibi tutarak kendisine biraz daha yaklaştırdı Leyla’yı. Leyla’da ellerini onun omuzlarına doladı. İki vücut, aşk ve ihtiras dolu Öpüşmelerinin ateşiyle yanarak buluşmuşlardı duygu derinliğinin içinde. İkisinİD deiçinde filizlenen aşk tomurcuklanmaya başlamıştı artık. Yüreğinyüreğe sevgi seliyle aktığı aşk dolu bir öpüşmeydi bu. Ani başladığı gibi yine İsm et'in kendisini ani olarak geri çekmesiyle son buldu. “Her ne kadar seni öpmeye devam etmek istesem de çevrenindikkatini çekmeyelim,” diyerek kendilerinden ileride oturan çiftleri gösterdi. Leyla utanarak baktı ilerideki piknikçilere. Kimsefark etmemiş gibiydi yaşadıklan duygusal fırtınayı Kendilerinihemen toparlamalan iyi olmuştu. Fakat hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı aralarında, artık bunun farkındaydı ikisi de. 257
Güneşin K m BötüM 21O ^ ı s a sürede toparlanıp hemen yola çıktılar. Çünkü daha ^ \/g e z ile c e k çok yer olduğunu söyleyerek ismet daha fazla oyalanmalarını istememişti. Yola çıktıklarında ikisi de birazolsun üzerlerindeki heyecanı atıp kendilerini toparlayabilmişlerdi. Ağacın altında yaşadıkları duygu boşalımları aralanndakigerginliği de alıp götürmüş gibiydi. Hatta eşyalar toparlandıktansonra îsmet yine onu dereden kucağında geçirmiş, bu sefer gençadamm boynuna sarılır şekilde atmıştı kollanm. O da kendisinisevgiyle kucaklamıştı. Hatta o esnada neden sudan ürktüğünü,köyde başına gelen olayı da anlatmıştı ona. Zaten İsmet de azçok anlamıştı ürkmesinin bir sebebi olduğunu. Arabaya bindikten sonra çakıllı yolda yavaş bir şekilde ilerlemeye başladılarTali yoldan ana yola çıktıklannda, “Şu anda dünyanın en mutlu insanı benim herhalde,” dediİsmet. Gözleri mutluktan parlıyordu. Leyla kendi gözlerinin deöyle göründüğünden adı gibi emindi. Çünkü o da dünyanın en 259
Gonca Çiftçioğullan mutlu ve şanslı insanı gibi hissediyordu kendisini. İsmet bir eliy le direksiyonu tutarken diğer eliyle Leyla'nın elini kavradı, sonra yavaşça dudağına götürüp öptü. •Şimdi nereye gidiyoruz?” diye sordu Leyla. Artık bu gezi çok daha anlamlı ve güzel olmuşm kendisi için. Bugün hiç bitsin istemiyordu. Sanki büyülü bir dünyada ya da rüyada yaşıyormuş da uyanırsa her şey yok olup gidecekmiş gibi hissediyordu, Keş ke hiç gece olmasa hep gündüz kalabilseydi. Öyle m utluydu kişuan, bu mutluluk dolu rüyası hiç bitsin istemiyordu. \"Bundan sonrası sürpriz işte,” dedi İsmet. “Bakalım yol bizinereye götürecek?” diye takıldı Leyla’ya. Leyla aynı ismi gibi hissediyordu şu anda kendisini. Hâlâayaklan yere değmemişti. O yüzden İsmet yanında olduğu sürece her yeri gezmeye razıydı. Sesini çıkarmadan m utlulukla yolutakip etmeye başladı. Arada İsmet’in bakışlan kendisine dönüyor. sonra tekrar yola kayıyordu. İsmet de çok mutluydu. Sanki üzerinden binlerce ton yükkalkmış gibi rahatlamış hissediyordu. Çünkü inanılması güç birmucizeyi yaşıyordu resmen. Daha tanışmadan âşık olduğu kadın,Allah'ın bir lütfü gibi karşına çıkmış, üstelik o da kendisi gibiaynı aşka tutulmuştu. Yaşadıklan bu durum gerçek olamayacakkadar olağanüstüydü. Bu mutluluk kalıcı olsun, Leyla hep ha-yannda olsun istiyordu. Ama bir an için kaşlan çatıldı. Ailelerbirlikteliklerini sorun edebilirlerdi. Büyük ihtimalle sorun yaşa-yacaklanndan emindi. Fakat şu anda bu tür olumsuzluklan düşünerek bu mutlu anını bozmak istemiyordu. Bütün dikkatini yolaverdi. Şehir merkezine gelince Kâhta yol istikametine döndü. \"Kâhta’ya mı gidiyoruz?” diye sordu hemen Leyla. Geçtikle ri yol tanıdık olunca ilgisini çekmişti, “Kâhta'dan geçeceğiz ama oraya gitmeden önce göstermek istediğim bir iki yer daha var,” dedi, 260
Güneşin Km İsmet onu yine şehir merkezine çok yakın olan Ziyaret köyüyakınındaki Abuzer GalTari Türbesi’ne götürdü. “Adıyam an’ın en ünlü türbelerinden biridir. Zaten yolumuzun üstündeydi. Burayı da görmeden geçmeni istemedim.\" dedi. Hemen arabadan çıktılar, Leyla ilgiyle etrafına bakınmayabaşladı. Türbe çok kalabalık değildi, sadece birkaç kişi vardıçevrede. “Pek kalabalık değil,’’ dedi düşüncesini İsmet'e aktararak. “Genellikle perşem be ve cuma günleri çok kalabalık olur.Yöre halkı genelde buraya bazı istek ve dileklerde bulunmak içmgelir.” \"N e gibi?” diye meraklanarak sordu Leyla. “Genelde günahlarm dan arınmak için gelenler ya da ne bileyim çocuk sahibi olm ak isteyenler, çocuklarının evlenmesuıi isteyenler, hastalıklardan kurtulmak isteyenler gelir. Yani geneldebu amaçlarla gelinip dua edilir burada. Aynca gelen ziyaretçilerdilekleri için adak adarlar. Bu adak da genelde kurban adağı olur.Dilekleri gerçek olunca da kurban kesip fakire fukaraya dağıtırlar. Aynca çocuğunun erkek olmasmı isteyerek adak adayanlarda dilekleri gerçek olunca genelde çocuklanna Abuzer adını verirler. Bu yüzden A dıyam an'da çok fazla Abuzer ismi vardır.\" “Büyük am cam ın ismi de Abuzer,\" dedi hemen. “Dedim ya burada Abuzer ismi çok diye.\" gülümsedi gençadam. Sonra türbenin yanında bulunan ağacı gösterdi eliyle. “Bak orada gördüğün de dilek ağacı. Ziyarete gelen bazı kişiler de bir bez parçası bağlayarak dilek tutar.\" İsm et’in anlattıklanm ilgiyle dinleyen Leyla, “Bugün ben de burada dua edeceğim \" dedi. İsmet yaşayacakları zorluklan göz önüne getirince gerçektenikisinin de duaya ihtiyaç duyacaklarını hissetti. 261
^ Gonca Çiftçioğullan “Ben de seninle birlikte dua edip adak adayacağım bugün,” dedi. “Ne dileyeceksin?” diye sordu ona muzipçe. “Söylersem büyüsü bozulur,” diye takıldı genç adam. Türbenin bulunduğu kapıya geldiler. Kapının üzerindeki be yaz çerçevenin içinde yazılmış yazı ilgisini çekti hemen. 'En garip ve en muhtaç olduğun gün, Kabre konulduğun gündür.' Ebu Zer-i Gıfari Yazıyı seslice okudu, “Ne kadar derin bir anlamı var,” dedi.Bakışlan dalıp gitmişti yine. Gerçekten de ölüm kapım ızı çaldığında en aciz durumda olacağımız gün, o gün olacaktı. Çünkü bedenimizin toprağa verildiği gün, dünya hayatımız bitecekebedi hayatımız başlayacaktı. Allah’ın m erhametine en muhtaçolduğumuz gün ise yine o gündü. Asıl yaşayacağım ız gerçek hayat, o gün başlayacaktı. Şöyle bir çevresine, A llah’ın kullan içinbahşetmiş olduğu nimetlere baktı. Havayı nefes almamız için yaratan Allah, toprağı ekin vermek, suyu da toprağa can katmakiçin yaratmıştı. Üstelik hepsini kullannın hizmetine sunm ak için.Daha rahat, daha güzel yaşasınlar diye... İnsanoğlu kimi zamanyeri gelmiş, bilmiş Allah’ın nimetlerini, korumuş kollamış, kimizaman da bilememiş heba etmiş. Aym şekilde kimi de kendi hayalının kıymetini bilmiş, her gününü şükrederek yaşamış, kimisi de sadece verilen nimetleri tüketerek yaşamını sürdürmüş, ö y le ya da böyle nasıl yaşanırsa yaşansın kabre konulduğumuz gün, yeni bir ebedi yaşam bizi beklerken, en çok merhamet bekleye ceğimiz gün de ne yazık ki o gün olacaktı. Maddi değerlerle dolu bu dünyada maneviyatı gönlünün en derin köşesinde yani yü 262
Güneşin Ktzı reğinde hissetmeyenler ve yaşamayanlar için belki de en büyükazap o gün başlayacaktı. İşte bu yüzden gerçekten Allah’ın merhametine en çok m uhtaç olacağımız gün olacaktı. “Girelim mi artık türbeye?” diye sordu İsmet. “Abuzer Gaffarı kim? Hakkında neler biliyorsun?” İsmet şöyle bir duraksadı. Anlatacaklannı düşünüyor gibigözlerini de kısarak bir süre sessizce yere bakmaya başladı. Sonra başını kaldırdı. “Dün akşam gezeceğimiz yerleri azcık da olsa sana tanıtabileyim diye biraz çalıştım. Hatırladığım kadanyia Abuzer Gafîarihakkında iki farklı rivayet var. İlki, Hz. Ömer tarafından Adıyaman’ın Samsat ilçesini fethetmek için gönderilmiştir. Samsat ilçesini fethettikten sonra Adıyaman Pirin Mağaralan ile Yel BabaTürbesi arasında çıkan savaşta Yel Baba Türbesi’nin civarlarında yaralanmış. A buzer Gafferi Hazretleri, askerler tarafından şuanda türbesi bulunan buraya, bu ziyaret yerine getirilmiş. Sonraburada hayatım kaybetmiş. Daha sonra gördüğün gibi adma burada türbe yapılm ış,” dedi. Leyla’nm kendisini ilgiyle dinlediğimgörünce devam etti. “Diğer rivayete göre de Hz.Ali döneminde yöreye gelen İslam ordusunun sancaktanym ış. Aym zamanda ilk Müslümanlannyedincisi olarak da bilinmektedir.” “Teşekkür ederim İsmet, benim için gayet güzel çalışmış,hazırlanmışsın. Sayende çok şey öğrendim bugün. Gezdiğimizher yer hakkında çok güzel bilgiler verdin bana. Şimdi türbeyegirip dua edeceğim ,” dedi. Sonra ayakkabılarını dışanda çıkarıp türbeye girdi. Yanında getirmiş olduğu şalıyla başını kapattı.Türbenin için de A buzer Gaffari’nin mezan olduğu anlaşılan veyeşil saten Örtüyle kapatılmış tabut gibi görünen mezann başındabildiği bütün duaları okuyup arzu ettiği, gerçekleşmesini istediği 263
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 510
Pages: