Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore cennet

cennet

Published by Mehmet Sıddık Kılavuz, 2020-11-18 00:55:01

Description: cennet

Search

Read the Text Version

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 101 Resûl-i Ekrem (asm), bu nehirlere dâir şöyle buyurmuştur: .‫ َو َ ْبرَ ا ْل َخ ْم ِر ثُ َّم تَ َش َّق ُق ا ْلَْن َها ُر ِم ْن َها بَ ْع ُد‬، ‫ َو َ ْبرَ ال ّلَ َ ِب‬، ‫ َو َ ْبرَ ا ْل َع َس ِل‬، ‫ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة َ ْبرَ ا ْل َما ِء‬ “(Muhakkak ki; Cennet’te su, bal, süt ve içki denizleri vardır. İşte bu nehirler,) su, bal, süt ve içki nehirleri, (bu) su, bal, süt ve içki (denizlerinden inşikâk edip ay- rılırlar.) Cennet’e dağılırlar. Bu nehirlerin menbaı, o denizlerdir.”204 Resûlulláh (sav), diğer bir hadîslerinde şöyle buyurmuşlardır: ‫ َو ِم ْن َها‬،ً‫ َما بَ ْ َي ُك ِّل َدرَ َجتَ ْ ِي َم ۪سيرَ ُة ِمائَ ِة َعا ٍم َوا ْل ِف ْر َد ْو ُس أَ ْع َل َها َدرَ َجة‬،‫اَ ْل َجنَّ ُة ِمائَ ُة َدرَ َج ٍة‬ .‫ فَ ِإذَا َسأَْل ُت ُم الّٰلَ فَا ْسأَلُو ُه ا ْل ِف ْر َد ْو َس‬،‫ َوا ْل َع ْر ُش ِم ْن فَ ْو ِق َها‬،‫َ ْت ُر ُج ا ْلَ ْن َها ُر ا ْلَ ْربَ َع ُة‬ “Cennet, yüz derecedir. Her iki derece arası, yüz yıllık mesâfedir. Firdevs, dere- ce bakımından en a‘lâsıdır. Dört nehir, ondan fışkırır. Arş, onun üzerindedir. El- láh’tan istediğiniz zamân, Firdevsü’l-a‘lâ’yı isteyin.”205 İşte Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, bu dört nev‘ nehri ve ni‘metleri zikretmekle; ehl-i Cennet’in en mühim içeceklerini beyân edip, bu içeceklerde hem lezzet, hem menfaat, hem şifâ, hem kuvvet, hem de temizlik bulunduğunu haber vermektedir. Beşincisi: Kevser Nehri’dir. Bu nehir, Cennet’in en büyük nehridir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da “Kevser” ismi verilen bir sûre bulunmaktadır. Bu sûrede geçen َ‫“ ِانَّٓـا اَ ْعطَ ْينَـا َك ا ْل َك ْوثَـر‬Biz, sana Kevser’i verdik”206 âyetindeki Kevser kelimesi, bir- çok ma‘nâya gelmektedir. En meşhûr ma‘nâsı, “Biz, sana Kevser Nehri’ni verdik” demektir. Şimdi Kevser Nehri ile alâkalı ba‘zı hadîsleri zikrediyoruz: İmâm Müslim, “Sahîh”inde, Hazret-i Enes (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav), şöyle buyurmuştur: ‫“ نَ ْهـ ٌر َو َع َد ۪نيـ ِه رَ ۪بّـي َعـ ّزَ َو َجـ َّل ِفـي ا ْل َجنَّـ ِة َعلَ ْيـ ِه َحـ ْو ٌض‬Kevser, Rabbimin Cennet’te bana va‘d ettiği bir nehirdir ki; Havz, onun üzerindedir.”207 Yine Enes bin Mâlik (ra)’dan rivâyet edilen bir hadîste ise, Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: 204 Tirmizî: 2571. 205 Tirmizî, 2531. 206 Kevser, 108:1. 207 Müslim, 400.

102 Dâr-ı Saádet ،‫ فَ َضرَ ْب ُت بِيَ ۪دي ِإ ٰلى َما َ ْي ۪ري ۪في ِه ا ْل َما ُء‬،‫ َحافَّتَا ُه ِخيَا ُم ال ّلُ ْؤلُ ِؤ‬،‫َد َخ ْل ُت ا ْل َجنَّةَ فَ ِإذَا أَنَا بِنَ ْه ٍر‬ .‫ َع ّزَ َو َج َّل‬،‫ ٰه َذا ا ْل َك ْوثَ ُر الَّ ۪ذي أَ ْعطَا َك ُه الّٰ ُل‬:‫ َما ٰه َذا يَا ِج ْ ۪بي ُل؟ قَا َل‬:‫ قُ ْل ُت‬.‫فَ ِإذَا ِم ْس ٌك أَ ْذفَ ُر‬ “Cennet’e girdim. Birden bir nehrin aktığını gördüm. İki tarafı, ya‘nî kıyısı, inci- den çadırlarla dolu idi. Suyun akan kısmına elimi vurdum. Keskin bir misk kokusu duydum. ‘Bu kimin içindir yâ Cibrîl?’ dedim. ‘Bu, Elláhu Teálâ’nın sana verdiği Kevser Nehri’dir’ buyurdu.”208 Tirmizî’de geçen bir hadîste, Abdulláh bin Ömer (ra), Hz. Resûl-i Ekrem (asm)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: ،‫ َو َ ْمرَا ُه َع َل ال ُّد ِّر َواليَاقُو ِت‬،‫ َحافَّتَا ُه ِم ْن ذَ َه ٍب‬،‫اَ ْل َك ْوثَ ُر نَ ْه ٌر ِفي ا ْل َجنَّ ِة‬ .‫ َوأَ ْبيَ ُض ِم َن الثَّ ْل ِج‬،‫ َو َما ُؤ ُه أَ ْح ٰل ِم َن ا ْل َع َس ِل‬،‫تُ ْربَ ُت ُه أَ ْطيَ ُب ِم َن ال ِم ْس ِك‬ “Kevser, Cennet’te bir nehirdir. İki tarafı, yakası altındandır. İnci ve yâkút üzerinde akar. Toprağı, miskten daha hóş; suyu, baldan daha tatlı ve kardan daha beyâzdır.”209 )1 ،‫َو ُر ِو َي َعن ا ْبن َع ّبَاس رَ ِضي الله َع ْن ُه َما ِفي قَ ْوله عز َوجل ِإنَّا أعطي ا ْل َك ْوثَر (ا ْل َك ْوثَر‬ ‫قَا َل ُهوَ نهر ِفي ا ْلجنَّة عمقه َس ْب ُعو َن ألف فَر َسخ َما ُؤ ُه أَشد بَيَا ًضا من ال ّلَبن َوأحلى من‬ ‫ا ْل َع َسل شاطئاه ال ّلُ ْؤلُؤ والزبرجد والياقوت خص الله بِ ِه نبيه صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قبل‬ ‫ا ْلَ ْن ِبيَاء رَ َوا ُه ا ْبن أبي ال ُّد ْنيَا َم ْوقُوفا‬ İbn-i Abbâs (ra): “Ey Muhammed! Şübhesiz Biz, sana Kevser’i verdik” (Kevser, 108:1) âyetinin tefsîrinde der ki: “Kevser, Cennet’te yetmiş bin fersah derinliğinde bir ırmaktır. Suyu sütten beyâz, baldan tatlıdır. Kıyıları inci, yâkút ve yeşil zümrüd taşındandır. Elláh, onu peygam- berlerden önce Muhammed (asm) için yaratmıştır.”210 ‫َو َعن أنس رَ ِضي الله َعن ُه أَن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل بَينا أَنا أَ ِسير ِفي ا ْلجنَّة‬ ‫ِإذا أَنا بنهر حافتاه قباب ال ّلُ ْؤلُؤ المجوف فَقلت َما َه َذا يَا ِج ْ ِبيل قَا َل َه َذا ا ْل َك ْوثَر الَّ ِذي‬ 208 Tefsîr-i İbn-i Kesîr, 476. Kevser Sûresi’nin tefsîri; Müsned-i Ahmed, 3/103/12026. 209 Tirmizî, 3391. 210 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 329.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 103 ‫أَ ْعطَاك رَبك قَا َل فَضرب ا ْلملك بِيَ ِد ِه فَ ِإذا طينه مسك أذفر رَ َوا ُه ال ُب َخا ِر ّي‬ Enes (ra)’den rivâyet olunan hadîste Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Cennet’te yürüyordum. İki kıyısında oyulmuş inciden kubbeler olan bir ırmak gör- düm: ‘Bu nedir yâ Cibrîl?’ dedim. O da, ‘İşte bu, Rabbinin sana verdiği Kevser’dir’ dedi. Melek, eliyle dokununca, toprağı hemen misk gibi kokuverdi.”211 Áişe (ra), şöyle demiştir: . ‫ُهوَ نَ ْه ٌر ِفي ا ْل َجنَّ ِة لَ ْي َس أَ َح ٌد يُ ْد ِخ ُل ِإ ْصبَ َع ْي ِه ۪في أُذُنَ ْي ِه ِإ َّل َِس َع َخ ۪ريرَ ٰذ ِل َك النَّ ْه ِر‬ “(O) ya‘nî Kevser, (Cennet’te bir nehirdir. İki parmağını kulaklarına koyan hîç kimse yoktur ki; Kevser nehrinin harıltısını, gürültüsünü işitmesin.)”212 Altıncısı: Beydah Nehri’dir. İbn-i Abbâs (ra), şöyle buyurmuştur: ‫ يَ ُقو ُل أَ ْه ُل‬، ‫ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة نَ َهرًا يُ َقا ُل لَ ُه ا ْلبَ ْي َد ُخ َعلَ ْي ِه ِقبَا ُب ا ْليَاقُو ِت َ ْتتَ ُه َجوَا ٍر نَابِتَا ٌت‬ ‫ فَ ِإذَا أَ ْع َجبَ ْت‬، ‫ ِا ْنطَ ِل ُقوا بِنَا ِإلَى ا ْلبَ ْي َد ِخ فَيَ ۪جي ُئو َن فَيَتَ َص ّفَ ُحو َن ِت ْل َك ا ْل َجوَا ِر َي‬: ‫ا ْل َجنَّ ِة‬ .‫رَ ُج ًل ِم ْن ُه ْم َجا ِريَةٌ َم َّس ِم ْع َص َم َها فَتَ ِب َع ْت ُه َونَبَ َت َم َكانَ َها أُ ْخ ٰرى‬ “Cennet’te öyle bir nehir vardır ki; ona ‘Beydeh’ denilir. Üzerinde yâkúttan kub- beler, altında da biten (yeni îcâd edilen, hâzır) câriyeler vardır. Ehl-i Cennet, ‘Hay- di, Beydeh’a gidelim’ derler. Beydeh’a gelince, oradaki câriyeleri gözetlerler. Bir câriye, ehl-i Cennet’ten bir adamı acâibde bıraktığı zamân; o adam, o hóşuna giden câriyenin bileğine dokunur ve o câriye de hemen ona tâbi‘ olup arkasından gider. O giden câriyenin mekânına, yerine başka bir câriye biter, (hemen îcâd edilir.)”213 Yedincisi: Nehru’l-Bârik’tir. Cennet’teki nehirlerden biri de “Bârik Nehri”- dir. Şehîdler Cennet’e girdiklerinde bu nehre dalıp yıkanırlar. Resûl-i Ekrem (sav), gelecek hadîs-i şerîflerinde bu nehirden şöyle bahsetmektedir: :‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫َع ْن ا ْب ِن َع ّبَا ٍس رضى الله تعالى عنهما أنه قَا َل‬ ‫اَل ُّش َه َدا ُء َع َل بَا ِر ِق نَ َهر بِبَا ِب ا ْل َجنَّ ِة ِفي قُ ّبَ ٍة َخ ْضرَا َء َ ْي ُر ُج َعلَ ْي ِه ْم ِر ْزقُ ُه ْم ِم ْن ا ْل َجنَّ ِة‬ ‫بُ ْكرَةً َو َع ِشيًّا‬ 211 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 329. 212 İbn-i Kesîr, En-Nihâye, 2/406. 213 ed-Dürru’l-Mensûr, 1/94; Sıfâtü’l-Cenneti li-İbn-i Ebi’d-Dünyâ, 1/83.

104 Dâr-ı Saádet İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyet olunduğuna göre, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuşlardır: “Şehîdler, yeşil bir kubbede Cennet’in kapısının yanındaki Bârik nehrinin üzerindedirler. Sabâh ve akşâm rızıkları Cennet’ten çıkarılıp, onlara getirilir.”214 Sekizincisi: Receb Nehridir. Resûl-i Ekrem (sav), gelecek hadîs-i şerîflerin- de bu nehirden şöyle bahsetmektedir: ‫ أَ َش ُّد بَيَا ًضا ِم َن ال ّلَ َ ِب َوأَ ْح َل‬،‫ رَ َج ٌب‬:‫ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة نَ َهرًا يُ َقا ُل لَ ُه‬ ‫ َم ْن َصا َم ِم ْن رَ َج ٍب يَ ْو ًما َس َقا ُه الّٰ ُل ِم ْن ذَ ِل َك النَّ ْه ِر‬،‫ِم َن ا ْل َع َس ِل‬ “Cennet’te bir nehir vardır ki o nehre “Receb” denilir. Sütten daha beyâz, bal- dan daha tatlıdır. Her kim Receb-i Şerîf ayından bir gün oruç tutarsa, Ellâhu Teâlâ, ona bu nehirden içirir.” 215  ÜÇÜNCÜ MEBHAS Cennet’in meskenleri hakkındadır. İnsanın en evvel zarûrî ihtiyâcı; bir ev, bir meskene sáhib olmasıdır. Çünkü, insân, barınmak için bir meskene muhtâcdır. Peki, bu meskenin en güzeli hangisidir? Etrâf-ı erbaası bağ ve bahçelerle; yeşilliklerle çevrili olanıdır. Bir evin var; fakat etrâfı kup kuru ise; etrâfında ağaç, yeşillik yoksa o ev neye yarar? Ya‘nî, insânı en çok mes‘úd eden, meskeninin bağ, bahçe ve hadravâtlar içinde bulunmasıdır. İşte, her insânın arzû ettiği şey, böyle bir eve, bir arâzíye ve bah- çeye sáhib olmaktır. Yoksa, sâdece tek bir ev insânı tam mutlu etmez. Evet, insânın en fazla ihtiyâcı, evvelâ bir mekâna sáhib olmaktır. Görmüyor musun? Bütün dünyâ arâzí için çarpışıyor. Burada mekândan maksad; sâdece bir tek ev, bir binâ değildir. Belki gáyet geniş bağ ve bahçelere, arâzíye sáhib ve mâlik olan bir ev, bir sarâydır. Belki maksad; mülkiyyettir, saltanattır. Evet, Cennet’te her mü’mine, âyât-ı beyyinâtın ifâdesiyle, sarâhatiyle sâbit- 214 Ahmed, 2268; İbn-i Ebî Şeybe, 4/563; Hâkim, 2362; Taberânî fi’l Kebîr, 10672. 215 Fedâilu’l-Evkât li’l-Beyhekî, 8; Deylemî, 844; Kenzu’l-Ummâl, 8/577; Câmius’s-Sağîr, Hadîs No: 2326.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 105 tir ki; içinde her türlü ağaçların, yeşilliklerin, çeşmelerin ve nehirlerin bu- lunduğu, semâvât ve Arz büyüklüğünde geniş bir memleket, bir mülk-i ser- medî, bir Cennet-i bâkıyye verilecektir. Herkesin kendi husúsí Cenneti, bir saltanat, bir geniş memlekettir. O mü’min, oranın sultánıdır, hâkimidir. İşte; ‫َو َسـا ِر ُٓعوا ِا ٰلـى َم ْغ ِفـرَ ٍة ِمـ ْن رَبِّ ُكـ ْم َو َجنَّـ ٍة َع ْر ُض َهـا ال َّسـ ٰموَا ُت َوا ْلَ ْر ُض اُ ِعـ َّد ْت ِل ْل ُمتَّ ۪قـ َن‬ Ya‘nî, “(Rabbinizin mağfiretine, bağışlamasına ve takvâ sáhibleri için hâzır- lanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan Cennet’e koşun!) Ona hâzırlanın”216 âyet-i kerîmesi, Cennet’in yerler ve gökler kadar geniş olduğuna sarâhaten delâlet etmektedir. İşte böyle geniş bir memlekette ehl-i Cennet’ten her bi- rine, altlarından nehirler akan, bağ ve bahçelerle müzeyyen pek çok köşk ve sarâylar verileceğini Cenâb-ı Hak Kelâm’ında şöyle müjde vermektedir. ‫(“ فَاَ ّمَـا الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت فَ ُهـ ْم ۪فـي رَ ْو َضـ ٍة ُ ْيـ َرُو َن‬O kimseler ki, îmân etmişler ve sálih amellerde bulunmuşlardır. Artık onlar,) o hális mü’minler, âhiret áleminde (bir bahçede) gülleri, çiçekleri, ağaçları, meyveleri, suları bol, yem yeşil bir Cennet’te (sevinç içinde kalırlar.) Pek büyük ni‘metlere ve İlâhî lütufla- ra mazhar olmaları sebebiyle cismânî ve rûhânî bir saádet içinde ebedî olarak o Cennetlerde sâkin olurlar.”217 ‫ ُ ْيــ َ ُرو َن‬kelimesi, “Sevinirler, ikrâma nâil olurlar, güzelce sesleri ve nağmeleri dinlemekle zevk ve lezzet alırlar” diye tefsîr edilmiştir. ‫َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت ۪في رَ ْو َضا ِت ا ْل َجنَّا ِ ۚت‬ ‫لَ ُه ْم َما يَ َٓشا ُؤ۫ َن ِع ْن َد رَبِّ ِه ْمۜ ٰذ ِل َك ُهوَ ا ْل َف ْض ُل ا ْل َك ۪بي ُر‬ “Îmân edenler ve sálih amellerde bulunanlar ise; Cennetlerin bahçelerindedir. Onlar için Rab’lerinin katında diledikleri şeyler vardır. İşte budur, o en büyük lütuf.”218 Cennet’le alâkalı pek çok âyet-i kerîmede sıkça tekrâr edilen ‫ َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬cümlesi ifâde ediyor ki: ‫ تجــري بــن أشــجاره وتحــت قصــوره الأنهــار بكــرة‬Ya‘nî, “O meskenler, öyle acîb, 216 Âl-i İmrân, 3:133. Hadîd, 57:21. âyet-i kerîmesi de aynı ma‘nâyı ifâde etmektedir. 217 Rûm, 30:15. 218 Şûrâ, 42:22.

106 Dâr-ı Saádet garîb, hárika ve güzeldirler ki; ağaçlarının, yeşilliklerinin aralarından, bağ ve bah- çelerinden, kasırlarının, sarâylarının altlarından çok nehirler geçer ve kesretle akıp gider. Ya‘nî, memleketlerinin, bağ ve bahçelerinin her tarafından nehirler akıp ce- reyân eder.” Evet, meskenin en latífi, en câzibedârı, nebâtâtı arasında suların cereyân et- mesidir. Evet, meskenin en güzeli, en câzibedâr şekli; bağ ve bahçelerle muhât ve etrâf-ı erbaası türlü türlü gül ve çiçekler ile müzeyyen ve bağ ve bahçelerin içinde ve sarâyların altında sular, nehirler akan kasrlar, sarâylar ve köşklerdir. Evet, cismânî saádetin ve lezzetin temeli olan bir meskenin, bir evin, bir sarâ- yın en güzeli; elbette insânı en çok mes‘úd edip ferahlandıran ve onun hissiy- yâtına ve rûhuna en çok hıtáb edip onu neş’elendiren, dinlendiren; o meskenin, bağ ve bahçeleri ve ağaçları arasından suların akıp gittiği meskenlerdir. İşte Kur’ân-ı Hakîm, ‫ َ ْتـ ۪ري ِمـ ْن َ ْت ِت َهـا ا ْلَ ْن َهـا ُر‬ya‘nî, “O bağ ve bahçelerin altla- rından, aralarından nehirler akar, cereyân eder”219 cümlesini sık sık tekrârlamakla bu saádeti müjde vermektedir. Cenâb-ı Hak, Cennet’te ehl-i îmân için, birçok nev‘ meskenler halk etmiştir. O meskenler, sâdece bir cins ve bir nev‘ değildir; mütenevvi‘dir. Sırayla bunları zikredeceğiz. Evvelâ: Şunu ifâde edelim ki; ehl-i îmân için Cennet’te meskenler olduğuna dâir, ‫ َم َس ـا ِكن‬ta‘bîri, Kur’ân-ı Kerîm’de iki (2) yerde geçmektedir: Birincisi: Tevbe Sûresi’nin 72. âyet-i kerîmesidir. Şöyle ki: ‫َو َع َد الّٰ ُل ا ْل ُم ْؤ ِم ۪ني َن َوا ْل ُم ْؤ ِمنَا ِت َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َها‬ ‫َو َم َسا ِك َن طَ ِيّبَةً ۪في َجنَّا ِت َع ْد ٍ ۜن َو ِر ْضوَا ٌن ِم َن الّٰلِ اَ ْك َبُۜ ٰذ ِل َك ُهوَ ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم‬ “Elláhu Teálâ, mü’min erkeklere ve mü’mine kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan Cennet’ler ve içinde ikámet edecekleri güzel mesken- ler va‘detti. Elláh’ın rızásı ise, bütün dünyevî ve uhrevî ni‘metlerden daha büyük- tür. İşte büyük necât da budur.”220 219 Bakara, 2:25. 220 Tevbe, 9:72.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 107 İkincisi: Saff Sûresi’nde geçmektedir. Şöyle ki: ‫(“ يَٓــا اَيُّ َهــا الَّ ۪ذيــ َن ٰا َمنُــوا َهــ ْل اَ ُدلُّ ُكــ ْم َعــ ٰى ِتَــارَةٍ تُ ْن ۪جي ُكــ ْم ِمــ ْن َعــ َذا ٍب اَ۪ليــ ٍم‬Ey îmân edenler!) Ey samîmî bir súrette vücûb-i vücûd ve vahdâniyyet-i İlâhiyye’yi ve risâlet-i Muhammediyye’yi tasdîk edenler! (Size bir ticâret üzerine rehberlik edeyim ki:) O ticâret, haddi zâtında pek fâidelidir; ebedî selâmet ve saádete vesîledir. Bu, öyle bir ticârettir ki; (sizi elem verici bir azâbdan kurtarır.) Sizin dünyâ ve âhiret saádetinizi te’mîn eder.”221 ۜ‫تُـ ْؤ ِمنُو َن بِالّٰ ِل َورَ ُسو ِل ۪ه َو ُتَا ِه ُدو َن ۪في َس ۪بي ِل الّٰ ِل بِاَ ْموَا ِل ُك ْم َواَ ْن ُف ِس ُك ْم‬ ‫ٰذ ِل ُك ْم َخ ْ ٌي لَ ُك ْم ِا ْن ُك ْن ُت ْم تَ ْعلَ ُمو َن‬ “İşte o ticâret şudur: (Elláh’a ve O’nun Peygamber’ine îmân edersiniz ve) Kur’ân’ın hâkimiyyeti için, (mallarınızla ve cânlarınızla Elláh yolunda cihâd eder- siniz. Eğer) bunun sevâbını ve mükâfâtını (bilirseniz;) Elláh ve Resûlü’ne îmân eder ve mallarınızla ve cânlarınızla O’nun yolunda cihâd edersiniz. (Bu,) îmân ve cihâd, (sizin için) her şeyden, mallarınızdan, nefislerinizden ve bütün fânî mevcû- dâttan (daha hayırlıdır.)”222 ‫يَ ْغ ِف ْر لَ ُك ْم ذُنُوبَ ُك ْم َويُ ْد ِخ ْل ُك ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬ ‫َو َم َسا ِك َن طَ ِيّبَةً ۪في َجنَّا ِت َع ْد ٍنۜ ٰذ ِل َك ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم‬ “Eğer îmân eder, mallarınızla ve cânlarınızla Elláh yolunda cihâd ederseniz; Elláhu Teálâ, (günâhlarınızı bağışlar) sizden hasbe’l-beşeriyye sudûr eden bir kı- sım günâhlarınızdan dolayı size azâb etmez (ve sizi, ikámet edeceğiniz Cennetlerde, altlarından ırmaklar akan güzel meskenlere) köşklere, sarâylara (koyar.) Oralarda pek mes‘údâne bir hâlde ebediyyen yaşarsınız. (İşte bu,) Elláh’ın mağfiretine ve ebedî Cennet’lere nâil olmak, (en büyük kurtuluştur.)”223 Âyet-i kerîmede geçen “mesâkin” ta‘bîri meskenin cem‘ı olup “meskenler” ma‘nâsında ism-i mekândır. “Mesken”; içinde sükûnet, karâr ve râhatlık olan, barınıp sığınılacak yer demektir. Cennet’te ehl-i îmâna verilecek en büyük ni‘metlerden biri de ehl-i Cen- 221 Saff, 61:10. 222 Saff, 61:11. 223 Saff, 61:12.

108 Dâr-ı Saádet net’in, sâkin olacakları meskenlere idhál edilmeleridir. Kur’ân ve hadîs-i şerîflerde, muhtelif bir şekilde bu meskenlerden bahsedilmektedir. Bundan anlaşılıyor ki; Cennet’te tek nev‘, tek çeşit meskenler yerine, birçok nev‘ ve çeşitlilikte meskenler mevcûddur. Ba‘zıları yüksek olup biribiri üzerine meb- nî, kat kat apartman tarzında; ba‘zıları sarây ve köşkler hâlinde; ba‘zıları çok mükemmel çadırlar şeklinde; ba‘zıları normal ev ta‘bîr edilen beytler şeklinde ehl-i îmâna ihsân edilir. O hâlde, ehl-i Cennet için, Cennet’te, içinde ebedî kalacakları çeşit çeşit meskenler vardır. Kur’ân-ı Kerîm ve Resûl-i Ekrem (asm)’ın, Cennet’teki ayrı ayrı, çeşit çeşit, nev‘ nev‘ meskenlere dâir beyânâtı şöyledir: Birinci nev‘ meskenler: “Ğurfe” ta‘bîr edilen meskenlerdir. Ğurfe, ‫“ هى بناء مرتفع عال‬yüksek, álî, mürtefi‘ binâ”224 veyâ ‫“ بيـت فـوق بيـت‬üst üste evlerden oluşan yüksek binâ”225 veyâhúd ‫“ العليـة‬yüksek- lik”226 ma‘nâsına gelir. Üst üste, kat kat yüksek binâlara “ğurfe” denir. Ba‘zan köşk ve sarây ma‘nâsında da kullanılır.227 Kur’ân-ı Kerîm’in dört (4) âyet-i kerî- mesinde, َ‫ ا ْل ُغ ْرفَــة‬ve bu kelimenin cem‘ sígaları olan ‫ ُغــرَ ٌف‬ve ‫ ا ْل ُغ ُرفَــا ِت‬ta‘bîrleri kullanılmıştır. ‫ ُغرَ ٌف‬kelimesinin geçtiği birinci âyet-i kerîme: ٌ‫ٰل ِك ِن الَّ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا رَبَّ ُه ْم لَ ُه ْم ُغرَ ٌف ِم ْن فَ ْو ِق َها ُغرَ ٌف َم ْب ِنيَّة‬ ‫َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُۜر َو ْع َد الّٰ ِلۜ َل ُ ْي ِل ُف الّٰ ُل ا ْل ۪مي َعا َد‬ “(Fakat o kimseler ki; Rab’lerinden korkmuşlardır;) evâmir-i İlâhiyye’ye imtisâl ve nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb etmişler; onlar, müstesnâ bir mevkí‘de bulunmaktadırlar. (Onlar için cennet'te biribirileri üzere bina olunmuş köşkler vardır.) Onlar, biribirinden a‘lâ ve biribiri üzerinde öyle kat kat yüce köşklerde ikámet edeceklerdir. (Altlarından ırmaklar akar.) O köşklerin altındaki ağaçların 224 Meálimü’t-Tenzîl, 4/252; Zâdu’l-Mesîr, 6/112; Et-Tefsîru’l-Kebîr, 24/115; Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr, 19/84. 225 el-Kutuf min Lügati’l-Kur’ân, 1539. 226 el-Kutuf min Lügati’l-Kur’ân, 1539. 227 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 2/118.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 109 arasından nehirler akıp gider. (Bu, Elláh’ın va‘didir.) Her hâlde vukú‘ bulacaktır. Çünkü, (Elláh, verdiği sözden dönmez.)”228 Şu âyet, Cennet’teki ğurfelerin iki sıfâtından bahsetmektedir. Birinci sıfât: ٌ‫ َم ْب ِنيَّــة‬kelimesiyle; şu ân dahi o binâların mevcûd ve mebnî ol- duğunu bildiriyor. İkinci sıfât: ‫ ِم ـ ْن فَ ْو ِق َه ـا ُغ ـ َر ٌف‬demekle; üst üste, kat kat olduğunu bildiriyor. Demek, ehl-i îmâna ihsân ve ikrâm edilecek menziller, yüksektirler. Üsteki kat, kendinden aşağıdaki kata nisbeten daha yüksek ve álîdir. Bu, vehmî ve hayâlî bir şey değildir. Belki hâlihâzırda mevcûd, gerçek ve hakíkí binâlardır ki; ileride o binâ, köşk ve sarâylar, ehl-i îmân ile şenlenecektir. َ‫ ا ْل ُغ ْرفَة‬kelimesinin geçtiği ikinci âyet-i kerîme: ۜ‫اُ ۬و ٰلٓ ِئ َك ُ ْيزَ ْو َن ا ْل ُغ ْرفَةَ بِ َما َص َبُوا َويُلَ َّق ْو َن ۪في َها َ ِتيَّةً َو َس َل ًم ۙا ۞ َخا ِل ۪دي َن ۪في َها‬ ‫َح ُسنَ ْت ُم ْستَ َق ّرًا َو ُم َقا ًما‬ “Şu sıfâtlarla muttasıf olan mü’minler, (sabırları sebebiyle Cennet’in en yük- sek tabakalarıyla) üst üste, kat kat yüksek binâlarıyla (mükâfâtlandırılırlar ve onlar, Cennet’te) ve Cennet’in yüksek derecelerinde ve meskenlerinde (ebeden kalıcı oldukları hâlde;) Rablerinden melekler vâsıtasıyla (merhabâlara, tahiyye- lere, hediyyelere ve selâma kavuşurlar) ve taltífât-ı İlâhiyye ile ikrâm olunurlar. (Zîrâ, Cennet,) mü’minler için (ne güzel bir karârgâhdır,) ne güzel (bir ikámet- gâhdır!) Çünkü, hastalık, fakr u zarûret ve ölüm gibi árızalar, derdler ve belâlar orada olmadığından; ehl-i Cennet dâimâ râhattırlar.”229 ‫ ُغرَ ٌف‬kelimesinin geçtiği üçüncü âyet-i kerîme: ً‫َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت لَنُبَ ِّوئَنَّ ُه ْم ِم َن ا ْل َجنَّ ِة ُغرَفا‬ ‫َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهاۜ ِن ْع َم اَ ْج ُر ا ْل َعا ِم ۪لي َن‬ “(Şol kimseler ki; îmân ettiler) ve îmânlarının iktizásı olan (amel-i sálihi işle- diler. Elbette Biz, onları Cennet’te álî köşklerde, sarâylarda ikámet ve iskân ederiz 228 Zümer, 39:20. 229 Furkán, 25:75-76.

110 Dâr-ı Saádet ki; o sarâyların altından nehirler cereyân eder. Onlar da orada) o Cennet’te (ebedî kalıcı oldukları hâlde,) istirâhat ederler. Dünyâda güzel (amel işleyen ámillerin ecri) mükâfâtı olan Cennet-i A‘lâ, (ne güzel oldu.)”230 ‫ ا ْل ُغ ُرفَا ِت‬kelimesinin geçtiği dördüncü âyet-i kerîme: ًۘ‫َو َمٓا اَ ْموَالُ ُك ْم َو َٓل اَ ْو َل ُد ُك ْم بِالَّ۪ت تُ َق ِّربُ ُك ْم ِع ْن َدنَا زُ ْل ٰفٓى ِا َّل َم ْن ٰا َم َن َو َع ِم َل َصا ِلحا‬ ‫فَاُو۬ ٰلٓ ِئ َك لَ ُه ْم َجزَٓا ُء ال ِ ّض ْع ِف بِ َما َع ِم ُلوا َو ُه ْم ِفي ا ْل ُغ ُرفَا ِت ٰا ِمنُو َن‬ “(Sizi, ma‘nevî huzúrumuza ne mallarınız yaklaştırabilir, ne de evlâdlarınız. Ancak îmân edip) malını hayra sarf ve evlâdını umûr-i dîn ve salâha sevkle (sá- lih amel işleyenler müstesnâ. İşte onlar için, hayr amellerine mukábil, kat kat mükâfât vardır. Onlar, Cennet köşklerinde) yüksek, álî binâlarında (güven ve em- niyyet içindedirler.)”231 Ehâdîs-i Nebeviyye’de ise, bu ğurfelerden şöyle bahsedilmektedir: ‫ َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة لَ ُغرَفًا يُ ٰرى ظُ ُهو ُر َها ِم ْن‬- ‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل‬:‫َع ْن َع ِ ٍّل قَا َل‬ ‫ ِه َي‬:‫ ِل َم ْن ِه َي يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل؟ قَا َل‬:‫ فَ َقا َم ِإلَ ْي ِه أَ ْعرَابِ ٌّي فَ َقا َل‬،‫ َوبُطُونُ َها ِم ْن ظُ ُهورِ َها‬،‫بُطُونِ َها‬ .»‫ َو َص ّٰل ِ ّٰ ِل بِال ّلَ ْي ِل َوالنَّا ُس ِنيَا ٌم‬،‫ َوأَ َدا َم ال ِ ّصيَا َم‬،‫ َوأَ ْط َع َم الطَّ َعا َم‬،‫ِل َم ْن أَطَا َب ا ْل َك َل َم‬ Tirmizî’nin “Câmi‘”ınde İmâm-ı Ali (ra)’den rivâyetle, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur: “(Muhakkak ki; Cennet’te öyle mürtefi‘, álî binâlar, köşkler vardır ki;) şeffâf olup (içeriden dışarısı, dışarıdan içerisi görünür.’ Bir bedevî ayağa kalkıp, ‘Yâ Resûlelláh (asm)! Bu binâlar kimler içindir? Kimlere verilir?’ diye sordu. Resûlul- láh (asm) buyurdular ki: ‘Sözü, kelâmı hóş ve güzel söyleyen, yemek yediren, oruca devâm eden, insânlar gece uykuda iken kendisi Elláh rızásı için namâz kılan) geceyi teheccüdle ihyâ eden (kimseler içindir.)”232 Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyete göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: ‫ِا َّن أَ ْه َل ا ْل َجنَّ ِة لَيَ َتَا َء ْو َن ِفي ا ْل ُغ ْرفَ ِة َك َما تَ َتَا ْء َو َن ا ْل َك ْو َك َب ال َّش ْر ِق َّي أَ ِو‬ 230 Ankebût, 29:58. 231 Sebe’, 34:37. 232 Tirmizî, 2527.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 111 .‫ا ْل َك ْو َك َب ا ْل َغ ْربِ َّي ا ْل َغا ِر َب في ا ْلُفُ ِق َوالطَّا ِل َع ۪في تَ َفا ُض ِل ال َّدرَ َجا ِت‬ “‘Cennetlikler, Cennet’te biribirlerinin köşklerini, derece farklılığından dolayı ufukta batmakta ve doğmakta olan yıldızları görür gibi göreceklerdir.’ Bunun üzerine Ashâb şöyle dedi: ‘Yâ Resûlelláh! Onlar peygamberlerin köşkleri midir?’ Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: ‫‘ بَـ ٰى َوالَّـ ۪ذي نَ ْف ۪سـي بِيَـ ِد ِه َوأَ ْقـوَا ٌم ٰا َمنُـوا بِـالّٰلِ َورَ ُسـولِ ِه َو َص َّدقُـوا ا ْل ُم ْر َسـ ۪لي َن‬Hayâtım kudret elinde olan Elláh’a yemîn ederim ki, evet, o köşkler, peygamberlerin ve Elláh’ı ve peygamberleri tasdîk edip onlara inanan tüm insânlarındır.’ ”233 ‫ إ َّن أَ ْه َل ا ْل َجنَّ ِة لَيَ َتَا َء ْو َن‬:‫ أَ َّن رَ ُسو َل الّٰ ِل قَا َل‬، ‫َع ْن َس ْه ِل ْب ِن َس ْع ٍد‬ . ‫ا ْل ُغرَ َف ِفي ا ْل َجنَّ ِة َك َما ت َتَا َء ْو َن ا ْل َك ْو َك َب في ال َّس َما ِء‬ Sehl İbn-i Sa‘d (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Cennetlikler yükseklerdeki köşkleri, sizin gökyüzündeki yıldıza baktığınız gibi seyredeceklerdir.”234 İkinci nev‘ meskenler: Kasırlar (köşk ve sarâylar)dır. ‫“ قصـر‬Kasr” kelimesi, köşk ve sarây demek olup cem‘ hâli, ‫“ قصـور‬kusúr” şek- linde gelir.235 Kasr; büyük ve geniş eve de denir.236 Kasr kelimesi, sâdece cem‘ sígasıyla olmak üzere Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da bir (1) def‘a geçmektedir. Şöyle ki: ‫تَبَارَ َك الَّ ۪ذٓي ِا ْن َٓشا َء َج َع َل لَ َك َخ ْيًا ِم ْن ٰذ ِل َك َجنَّا ٍت‬ ‫َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َو َ ْي َع ْل لَ َك قُ ُصورًا‬ “(Hayr ve ni‘meti pek ziyâde olan Zât-ı Zü’l-cemâl ki; eğer dilerse, dünyâda mahz-ı fazlından sana, onların) ehl-i şirk ve küfrün dediklerinden (daha hayırlısını, altlarından ırmaklar akan güzel bostânları nasíb eder ve senin için köşkler vücûda getirir.) O’nun, buna kuvvet ve kudreti yeter. Lâkin, bunu âhirete te’hír etti. Zîrâ, dünyâda olan her şey fânî ve zâildir. Âhirette olan her şey ise dâimî ve bâkídir.”237 233 Tirmizî, 38/19, Hadîs No: 2733. 234 Buhárî, Rikák, 51. 235 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 2/181. 236 el-Kutuf min Lügati’l-Kur’ân, 1576. 237 Furkán, 25:10.

112 Dâr-ı Saádet Ehâdîs-i Nebeviyye’de ise, bu kasrlardan şöyle bahsedilmektedir: Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Hazret-i Peygamber (sav)’e, ‘Yâ Resûlelláh! Cennet’in binâsı neden yapılmış- tır?’ diye sordum. Resûlulláh (sav) şöyle buyrurdu: ‫لَ ِبنَةٌ ِم ْن ِف َّض ٍة َو لَ ِبنَةٌ ِم ْن ذَ َه ٍب َو ِم َل ُط َها ا ْل ِم ْس ُك ا ْلَ ْذفَ ُر َو َح ْصبَا ُؤ َها ال ّلُ ْؤلُ ُؤ َوا ْليَاقُو ُت َوتُ ْربَ ُت َها‬ .‫ال ّزَ ْع َفـرَا ُن َمـ ْن يَ ْد ُخ ُل َهـا يَ ْن َعـ ُم َو َل يَ ْبـ ُؤ ُس َو ُيَ ّلَ ُد َو َل يَ ُمو ُت َل تَ ْب ٰل ِثيَابُ ُه ْم َو َل يَ ْف ٰن َشـبَابُ ُه ْم‬ “Bir kerpici altından, bir kerpici gümüşten, harcı keskin kokulu misk, çakılları inci ve yâkút, toprağı za‘ferândır. Oraya girenler ni‘metler içerisinde refâh bu- lur, sıkıntı çekmezler. Ebedî olurlar, giydikleri elbiseleri eskimez, gençlikleri yok olmaz.”238 ‫ ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة قُ ُصورًا‬:‫ قَا َل ُم ۪غي ُث ْب ُن ُسَ ٍ ّي‬:‫ قَا َل‬،‫ َع ْن َما ِل ِك ْب ِن ا ْل َحا ِر ِث‬،‫َع ِن ا ْلَ ْع َم ِش‬ .‫ َوقُ ُصورًا ِم ْن زَبَ ْر َج ٍد‬، ‫ َوقُ ُصورًا ِم ْن يَاقُو ٍت‬، ‫ َوقُ ُصورًا ِم ْن ِف َّض ٍة‬، ‫ِم ْن ذَ َه ٍب‬ A‘meş’den, O da Mâlik bin Hâris’ten rivâyetle, Muğîs bin Sümeyy dedi ki: “Cennet’te altından yapılmış kasırlar (köşkler), gümüşten köşkler, yâkúttan köşkler ve zebercedden köşkler vardır.”239 ‫َو َعن أبي سعيد رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل خلق الله تبَارك َوتَ َعالَى ا ْلجنَّة لبنة من ذهب‬ ‫ولبنة من ف َّضة وملاطها ا ْلمسك َوقَا َل لَ َها تكلمي فَ َقالَت قد أَ ْفلح ا ْل ُم ْؤ ِمنُو َن فَ َقالَت‬ ‫ا ْل َم َلئِ َكة ُطوبَى لَك منزل ا ْل ُم ُلوك‬ Ebu Saíd (ra) den şöyle rivâyet olundu: “Yüce Elláh, Cennet’in bir kerpicini altın, bir kerpicini gümüş ve harcını misk- ten halk edip, Cennet’e, ‘Konuş!’ dedi. Cennet de, ‘Îmân edenler korktuklarından emîn, umduklarına nâil oldular’ dedi. Bunu gören melekler, Cennet’e hıtáb ederek, ‘Ne mutlu sana, ey pâdişâhların memleketi!’ dediler.”240 ‫وروى ا ْبن أبي ال ُّد ْنيَا َعن ا ْل ْع َمش َعن ثُوَ ْير قَا َل أرَا ُه َعن ا ْبن عمر قَا َل ِإن أدنى أهل‬ 238 Tirmizî, 38/2, Hadîs No: 2696. 239 İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannaf, 13/124; Ebû Nuaym, el-Hilye, 6/68. 240 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 321.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 113 ‫ا ْلجنَّة منزلَة لرجل لَ ُه ألف قصر بَين كل قَ ْصرَ ْي ِن مسيرَة سنة يرى أقصاها َك َما يرى‬ ‫أدناها ِفي كل قصر من ا ْلحور ا ْلعين والرياحين والوالدن َما يَ ْد ُعو بِ َش ْيء ِإ َّل أُ ِتي بِ ِه رَ َوا ُه‬ ‫َه َك َذا َم ْوقُوفا‬ İbn-i Ömer (ra)’den mevkúf olarak şöyle rivâyet olundu: “Cennet ehlinden derecesi en aşağı olan kişiye, her birinin arası bir yıllık mesâfe olan bin kasr (saray) verilir. O kimse, en yakınını gördüğü gibi, en uzağını da görebilir. Her sarâyda birçok hûrîler ve hizmetkârlar vardır. İstediği her şey hemen getirilir.”241 ‫َو ُر ِو َي َعن عمرَان بن ُح َص ْي َوأبي ُهرَ ْيرَة رَ ِضي الله َع ْن ُهم قَا َل ُس ِئ َل رَ ُسول الله صلى‬ ‫الله َعلَ ْي ِه َوسلم َعن قَ ْوله تَ َعالَى ومساكن طيبَة ِفي جنَّات عدن قَا َل قصر ِفي ا ْلجنَّة من‬ ‫لؤلؤة ِفي َها َس ْب ُعو َن َدارا من ياقوتة َحْرَاء ِفي كل َدار َس ْب ُعو َن بَ ْيتا من زمردة خضراء ِفي‬ ‫كل بَيت َس ْب ُعو َن سريرا على كل َس ِرير َس ْب ُعو َن فراشا من كل لون على كل فرَاش ا ْمرَأَة‬ ‫ِفي كل بَيت َس ْب ُعو َن مائدة على كل مائدة َس ْب ُعو َن لونا من طَ َعام ِفي كل بَيت َس ْب ُعو َن‬ ‫وصيفا ووصيفة ي ْعطى ِل ْل ُمؤم ِن من ا ْل ُق ّوَة َما يَأْ ِتي على ٰذ ِلك ُكله ِفي َغ َداة َوا ِح َدة‬ İmrân bin Husayn ve Ebû Hüreyre (ra)’dan şöyle rivâyet olundu: “Resûlulláh (sav)’e, ‘Ve sizi Adn Cennetlerindeki güzel yerlere koyar’242 âyetinin açıklaması soruldu. O da şöyle îzáh etti: “ ‘Cennet’te inciden yaratılmış bir kasr (saray) vardır. Orada kırmızı yâkúttan yetmiş konak, her konakta yeşil zümrüdden yetmiş oda vardır. Her odada yetmiş karyola, her karyolada rengârenk yetmiş yatak ve her yatakta bir kadın vardır. Yine her odada yetmiş sofra, her sofrada yetmiş türlü yemek vardır. Aynı zamânda her odada yetmiş hizmetçi genç ve yetmiş hizmetçi câriye vardır. Mü’minlere bun- ların hepsinden her gün yararlanacak güç verilir.’ ”243 Cennet’in kasırları, dünyevî kasırlar gibi tuğladan, çimentodan değildir. Cenâb-ı Hak, Cennet’in kasırlarını, Cennet’e lâyık en kıymetdâr mücevherâttan halk etmiştir. Ya‘nî, ba‘zı köşkler vardır ki; sâde altından; ba‘zıları sâde gümüş- ten; ba‘zıları, sâde yâkúttan; ba‘zıları da sâde zebercedden binâ edilmiştir. Ba‘zı 241 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 312. 242 Tevbe, 9:72; Saff, 61:12. 243 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 328.

114 Dâr-ı Saádet köşkler de vardır ki; bir tuğlası altından, bir tuğlası gümüşten; harcı, betonu ise inci ve yâkúttandır. Ya‘nî, ba‘zı sarây ve köşklerin binâsında ayrı ayrı, muhtelif birçok kıymetli mücevherât kullanılmıştır. Üçüncü nev‘ meskenler: Ev ma‘nâsındaki beyttir. Fir‘avn’un zulüm ve işkencesine ma‘rûz kalan Hazret-i Âsiye vâlidemiz, şöy- le duá etmiştir: ‫“ رَ ِّب ا ْبـ ِن ۪لـي ِع ْنـ َد َك بَ ْيتًـا ِفـي ا ْل َجنَّـ ِة‬Yâ Rab! Benim için Cennet’te rahmetin kur- bunda bir beyt binâ eyle!”244 Âsiye anamız, ‫“ ِع ْنــ َد َك‬Yâ Rab! Senin rahmetine karîb, kurb-i şâhânende” de- mekle, Cennet’teki evi istemeden evvel, -ta‘bîr câizse- komşuyu istedi. Zîrâ, evvelâ iyi komşu, daha sonra ev istenir. Kur’ân’da ev ma‘nâsındaki ‫ بَ ْيتًــا‬ta‘bîri- nin kullanılması, Cennet’te áile hayâtı olduğuna işâret eder. Zîrâ, ev denince, áile hayâtı akla gelir. Cennet’teki meskenler hakkında kullanılan ‫ بَ ْيتًـا‬ta‘bîri, birçok hadîs-i şerîfte, “Şu şu ameli işleyenlere Elláhu Teálâ, Cennet’te ev verir veyâ ev binâ eder” şeklindeki ifâdelerde geçmektedir. Bir hadîs-i şerîfi, nümûne olarak zikredeceğiz: ‫ َم ْن َص ّٰل ِفي يَ ْو ٍم َولَ ْيلَ ٍة ِث ْن َ ْت‬:‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫ قَالَ ْت‬،َ‫َع ْن أُ ِّم َح ۪بيبَة‬ ‫ َورَ ْك َعتَ ْ ِي بَ ْع َد‬،‫ َورَ ْك َعتَ ْ ِي بَ ْع َد َها‬،‫ أَ ْربَ ًعا قَ ْب َل الظُّ ْه ِر‬:‫َع ْشرَةَ رَ ْك َعةً بُِنَ لَ ُه بَ ْي ٌت ِفي ا ْل َجنَّ ِة‬ .‫ َورَ ْك َعتَ ْ ِي قَ ْب َل َص َل ِة ا ْل َف ْج ِر َص َلةِ ا ْل َغ َدا ِة‬،‫ َورَ ْك َعتَ ْ ِي بَ ْع َد ال ِع َشا ِء‬،‫ا ْل َم ْغ ِر ِب‬ Hazret-i Ümmi Habîbe (ra)’dan riyâvet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (asm), şöyle buyurmuştur: “(Her kim, gündüz ve gece toplam on iki rek‘at sünnet) ki; farzlara bağlı sün- net-i müekkede olan (namazları kılarsa; Elláhu Teálâ, onun için Cennet’te bir beyt, ya‘nî bir ev binâ eder.) O sünnet-i müekkede olan namâzlar da şunlardır: (Öğle namâzının farzından evvel dört rek‘at, öğle namâzının farzından sonra iki rek‘at, akşâm namâzının farzından sonra iki rek‘at, yatsı namâzının farzından sonra iki rek‘at ve sabâh namâzının farzından evvel de iki rek‘at kılınan namâzlardır.)”245 Bu tür hadîsler çoktur ve Cennet meskenleri hakkında genelde “beyt” ta‘bîri 244 Tahrîm, 66:11. 245 Tirmizî, 415.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 115 kullanılmıştır. Demek, Cennet’teki meskenlerin bir kısmı beyt olarak ta‘bîr olu- nur. Dördüncü nev‘ meskenler: Hayme, ya‘nî çadırlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de, bu meskenden şöyle bahsedilir: ‫“ ُحــورٌ َم ْق ُصــورَا ٌت ِفــي ا ْل ِخيَــا ِم‬Bu Cennet’lerde, ehl-i Cennet için hâzırlanmış (hûrîler vardır ki; onlar, çadırlar içinde dâimâ mestûredirler.) Kemâl-i muhabbet- lerinden dâimâ zevclerine hasr-ı nazar eder; başkalarına bakmazlar.”246 Âyet-i kerîmede geçen ‫ اَ ْل ِخيَــا ُم‬kelimesi, ‫ اَ ْل َخ ْي َمــ ُة‬kelimesinin cem‘ıdir, “çadırlar” ma‘nâsındadır. Haymelerden murâd, Cennetin sarâylarıdır. Kur’ân-ı Kerîm, Cennet’teki sarâylar için ‫ اَ ْل ِخيَــا ُم‬ta‘bîrini kullanmakla, Cennet’in sarây- larının haymeler gibi kubbeli ve koni şeklinde olduğuna işâret eder. Zîrâ, sarây- ların en güzeli, koni biçiminde olanlarıdır. Hem Cennetler de koni şeklindedir. Risâle-i Nûr’un “Sözler” adlı eserinde, Cennet’lerin koni şeklinde olduğu şöyle ifâde edilmektedir: “Cennet’in sekiz tabakası biribirinden yüksek oldukları hâlde, umûmun damı Arş-ı A‘zam’dır. Nasıl ki, mahrûtî bir dağın etrâfında, biribiri içinde, biribirinden yüksek, káidesinden zirvesine kadar surlu dâireler bulunsa; o dâireler biribirinin üstündedir, fakat biribirinin Güneş görmelerine mâni‘ ol- maz, biribirinden geçebilir, biribirine bakar. Öyle de, Cennetler de buna yakın bir tarz ile olduğu, ehâdîsin mütenevvi‘ rivâyâtı işâret ediyor.”247 Cennet’teki her bir sarâyın genişliği, Yemen ile Şâm arası kadardır. Her bir sarâyın eni bu kadardır. Yüksekliği ise beş yüz senelik mesâfedir. Cennet’te insânın gözüne en az beş yüz senelik bir mesâfeyi görebilecek bir kábiliyyet ve- rileceğinden; ehl-i Cennet, hem böyle bir sarâyın ihtişâmını, hem de en uzak manzaraları görüp telezzüz eder. Sarâylar, kişinin îmân, amel-i sálih ve takvâ derecesine göre altın, gümüş, yâkút, zümrüt, zeberced gibi envâ-ı mücevherât- tan yapılmıştır. Dünyâda ne kadar envâ-ı mücevherât varsa, hepsi o sarâylarda kullanılmıştır. Dışarıdan bakıldığında içerisi, içeriden bakıldığında da dışarısı görülür. Cennet’in sarâyları üç vasfa sáhibdir. O sarâylarda altının güzelliği, gümüşün beyâzlığı ve camın şeffâfiyyeti vardır. Ya‘nî, o sarâylar, altın gibi güzel, 246 Rahmân, 55:72. 247 Sözler, 28. Söz, s. 500

116 Dâr-ı Saádet gümüş gibi beyâz, cam gibi şeffâftırlar. Dışarıdan bakıldığında gümüş gibi beyâz görünür. Biraz daha dikkat edildiğinde altın gibi güzel olduğu farkedilir. Biraz daha dikkat edildiğinde cam gibi şeffâf olduğu záhir olur. Haymelerin her bir kapısında en az yüz aded hizmetçi vardır. Bu hádimler, meleklerden olduğu için erkeklik ve dişilikleri yoktur. Fakat, Cennet ehlinin isteğine göre erkek veyâ kadın súretinde bulunurlar. Ehâdîs-i Nebeviyye’de bu haymelerden şöyle bahsedilmiştir: ،‫َو ِفي ال َّص ۪حي َح ْ ِي ِم ْن َح ۪دي ِث أَ ۪بي ُمو َسى ا ْلَ ْش َع ِر ِ ّي َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬ ‫ ِل ْل ُم ْؤ ِم ِن‬،‫ ُطولُ َها ِستُّو َن ۪مي ًل‬،‫ ِإ َّن ِل ْل ُم ْؤ ِم ِن ِفي ا ْل َجنَّ ِة لَ َخ ْي َمةً ِم ْن لُ ْؤلُؤَ ٍة َوا ِح َد ٍة ُمَ ّوَفَ ٍة‬:‫قَا َل‬ .‫ يَطُو ُف َعلَ ْي ِه ِم ا ْل ُم ْؤ ِم ُن فَ َل يَ ٰرى بَ ْع ُض ُه ْم بَ ْع ًضا‬،‫۪في َها أَ ْه ُلو َن‬ Buhárî ve Müslim’in, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’den rivâyet ettikleri bir hadîste, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur: “(Muhakkak, mü’min için Cennet’te; uzunluğu altmış mil, içi oyuk tek bir inci- den yapılmış çadırlar vardır ki; o çadırlarda mü’minin ehilleri) hánımları (vardır. Hepsini dolaşıp ziyâret ettiği hâlde, onların hîçbiri, diğerini görmez.)”248 ‫َو َعن ا ْبن َع ّبَاس رَ ِضي الله َع ْن ُه َما حور مقصورات ِفي ا ْلخيام قَا َل ا ْل َخ ْي َمة من درة‬ ‫مجوفة طول َها فَر َسخ َولها ألف بَاب من ذهب حول َها سرادق دوره َخْ ُسو َن فرسخا‬ ‫ي ْدخل َعلَ ْي ِه من كل بَاب ِم ْن َها ملك بهدية من ِع ْند الله عز َوجل رَ َوا ُه ا ْبن أبي ال ُّد ْنيَا‬ ‫َم ْوقُوفا َو ِفي ِر َوايَة لَ ُه وللبيهقي ا ْل َخ ْي َمة درة مجوفة فَر َسخ ِفي فَر َسخ لَ َها أَ ْربَ َعة آ َلف‬ ‫مصراع من ذهب َوإ ْسنَاد َه ِذه أصح‬ İbn-i Abbâs (ra): “Onlar, çadırlardan ayrılmayan iri gözlü hûrîlerdir” (Rah- mân, 55:72) âyetinin tefsîrinde der ki: “Oradaki hayme (otak), bir fersah oyulmuş inciden halk edilmiştir. Altından bin kapısı, etrâfında elli fersah uzunluğunda bir duvarı vardır. Her kapısından bir melek, Elláh indinden hediyye getirir.” Beyhekí’nin rivâyetinde, “Hayme, bir fersah kare genişliğindedir. Kapılarının, altından dört bin kanadı vardır” demiştir. Bu rivâyetin isnâdı sahîhtir.249 248 Buhárî, 8/624; Müslim, 838. 249 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 326.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 117 Çadır meskenleri hakkında nümûne olarak söylediğimiz bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin ifâdelerinden anlaşılıyor ki; Cennet’in meskenlerinin bir nev‘ı dahi künh-i mâhiyyetini bilemediğimiz çadırlardır. Oradaki çadır biçimindeki meskenler dahî, elbette oraya hás ayrı bir güzelliktedir. Hulâsa: Cennet’te bir tek nev‘ değil; belki birçok mesken nev‘ı mevcûddur. Ba‘zıları üst üste binâ edilmiş álî ve yüksek “ğurfeler”; ba‘zıları sarây ve köşk tar- zındaki “kasırlar”; ba‘zıları “beyt” ta‘bîr edilen husúsí evler; ba‘zıları da “hayme” ta‘bîr edilen çadır biçimindeki meskenlerdir. Yukarıda zikrettiğimiz, “ğurfe, kasr, beyt ve hıyâm” ta‘bîrleri, ba‘zan biribir- lerinin yerine de kullanılır. Berâber zikredildiklerinde, ma‘nâları ayrı ayrı olup; tek başına zikredildikleri âyet veyâ hadîslerde ise, bütün ma‘nâlara delâlet ede- bilirler. Elláhu a‘lemü bi’s-savâb.  DÖRDÜNCÜ MEBHAS Cennet’in ağaç ve meyveleri, nebâtât ve hadravâtı hakkındadır. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’in, ehl-i îmân ve táate Cennet’teki lütuflarından biri de, Cennet’te her nev‘ ağaç ve meyveleri onlara ihsân ve ikrâm etmesidir. “Rahmân Sûresi’nin Tefsîri” adlı eserde Cennet’in bu ni‘metinden şöyle bah- sedilir: “Evet meskenlerin en güzeli, her çeşit ağaçların ve meyvelerin bulunduğu bah- çelerin içinde olanıdır. Ba‘zı nâdânlar, ‘Arabistân’da ağaçlar ve gölgelikler fazla ol- madığından; Kur’ân, insânları dîne teşvîk etmek için Cennet’i böyle vasfetmekte ve müjdelemektedir. Türkiye’de ise ağaçlar çok olduğundan bu şekilde teşvîke ihtiyâc yok- tur’ demektedirler. Hâlbuki, şöyle bir vaz‘ıyyet, dünyâda her insân için mergúbdur. Meselâ; dünyâda bir adam, ömrü boyunca çalışır. Eğer Elláh lütfederse, pek çok sıkıntılarla ancak bir bağ veyâ bahçeye sáhib olabilir. Şu bile, insânların imreneceği bir ni‘mettir. Hâlbuki, îmân edip sálih amel işleyen her bir mü’mine, bu âyet-i kerî- menin250 ifâdesiyle, âhirette pek çok bağ ve bahçelerle muhât iki Cennet ihsân edi- 250 Rahmân, 55:48.

118 Dâr-ı Saádet lecektir. O bahçelerde pek çok dal ve budaklı çeşit çeşit ağaçlar vardır. O ağaçların bir kısmı meyveli, bir kısmı da meyvesizdir. O ağaçlar, yaprak ve meyvelerle tezyîn edilmiştir. Meyveli ağaçların üzerinde her çeşit meyve vardır. O ağaçların kökleri, yu- karıdadır. Dalları aşağı doğru sarkmakta, meyvelerinden râhatlıkla istifâde edilmek- tedir. Meyveleri silkelemeye gerek yoktur. Cennet ehli, elini uzattığında meyveyi râ- hatlıkla alır ve koparılan o meyvenin yeri, izn-i İlâhî ile ânında doldurulur. Nitekim, hadîs-i şerîflerde meâlen şöyle ifâde edilmiştir: ‘Ehl-i Cennet’in meyvelere ulaşmakta zahmet çekmemeleri için, Cennet ağaçlarının kökleri yukarıda, dalları aşağıdadır.’251 “Ehl-i Cennet, o dallı-budaklı ağaçların altında oturup gölgelenirler. Hâlbuki, insân, dünyâda çoğu zamân dallı-budaklı, gölgeli ağaçlarla süslü ve içinde áilesiy- le berâber râhatlıkla istirâhat edebileceği bir bahçeyi arar, bulamaz. Ehl-i Cennet, Cennet’teki bahçelerde yalnız olmayıp, yanında ünsiyyet edeceği çok güzel hûrîler de vardır. Bununla berâber, Cennet’te zamân mefhûmu olmadığı için, bu bahçe fenâya ma‘rûz olmayıp ebedîdir. Bu asırda Kur’ân’ın ma‘nevî tefsîri olan Risâle-i Nûr’un ‘İşârâtü’l-İ‘câz’ adlı eserinde Cennet’teki meskenlerin ağaçlar içinde oluşu şöyle tavsíf edilmiştir: “ ‘Evet ‘mesken’in en latífi, en câzibedâr şekli; etrâf-ı erbaası türlü türlü gül ve çiçekler ile müzeyyen, bağ ve bahçelerle muhât, altında sular, nehirler akan kasr ve köşklerdir. Evet, câmid kalbleri aşk u şevkle ihyâ eden, sönmüş olan rûhları şen ve şâd eden, şâirlere sermâye olarak şâirâne teşbîhleri, temsîlleri, üslûbları ilhâm eden; sular ile hadravât ve nebâtâttır.’252 “Acabâ, Elláh tarafından hâzırlanmış, istenilen her şey içinde bulunur ve her şey emrine âmâde olur böyle ebedî bir Cennet’te hánımıyla berâber dâimî bir súrette kalmaya dünyâda hangi zî-şuúr rağbet etmez ve tálib olmaz? Cennet’in ağacları, zümrüd gibi yem yeşildir. Yaprakları, ipek gibi yumuşaktır. Meyveleri, altın gibi parlaktır; baldan daha tatlı, kaymaktan daha lezzetlidir. İçinde fuzúliyyât yoktur. Onun için, ehl-i Cennet, Cennet’in meyvelerinden yedikten sonra def‘-ı hâcete ih- tiyâc duymazlar. (…) “Şu dünyâdaki ni‘metler, Cennet’teki ni‘metlerin nümûneleridir. Binâenaleyh, Kur’ân, Cennet’i tavsíf ederken, onların dünyevî nezáirine dahi işâret etmek için, 251 Müsned, III, 71; IV, 183-184; İbn-i Ebü’d-Dünyâ, Hadîs No: 53; Ebû Nuaym el-İsfahânî, III, 249; Müslim, Cennet, 6, 8; Üstâd Bedîüzzamân (ra) Hazretleri şöyle diyor: “Şecere-i kâinât, şecere-i túbâ gibi, gövdesi ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğu için…” (Sözler, 31. Söz, 3. Esâs, s. 579.) 252 İşârâtü’l-İ‘câz, Kıyâmet ve Âhiret, s. 145.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 119 tavr-ı aklın háricinde olan Cennet’i ve içindeki masnûátı, dünyevî emsâllerinin isimleriyle isimlendirmiş ve akla takrîb etmiştir. Yoksa, o ni‘metlerin hakíkatini ifâde etmiş değildir. Çünkü, Cennet’teki ni‘metler, dünyâdaki ni‘metlere isim olarak benzer, ancak o ni‘metlerin tatları, renkleri, kokuları, şekilleri ve onlardan alınan zevk ve lezzet, bütün bütün ayrıdır.”253 ‫َو َعن ا ْبن َع ّبَاس رَ ِضي الله َع ْن ُه َما قَا َل لَ ْي َس ِفي ا ْلجنَّة َش ْيء ِ ّمَا ِفي ال ُّد ْنيَا ِإ َّل ا ْل ْسَاء‬ İbn-i Abbâs (ra)’dan şöyle rivâyet olundu: “(Cennet’te olan şeylerle dünyâdaki- ler arasında sâdece isim benzerliği vardır.) Cennet’te olan ni‘metler, dünyâdakilere aslâ benzemez.”254 “Demek, Cennet’le alâkalı âyetler, bu ma‘nâda birer temsîl ve teşbîhtir. Cennet, ağaç, pınar, hurma, nar, çadır, gölge gibi unvânlar dünyevî nümûnelerini ihtár et- mek içindir. Cennet’te de bağ, bahçe, ağaç, meyve, pınar, sarây, gölge, zevce gibi ni‘metler aynen ve cismen vardır. O hâlde Cennet ve ni‘metleri, maddî ve cismânî- dir. Ancak, Cennet ve Cennet’teki bu gibi ni‘metler ve bu ni‘metlerden elde edilen lezzetler, dünyâya ve dünyâdakilere benzemez. İşte Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bu temsîl ve teşbîh üslûbuyla dünyevî ni‘metleri nazara verip, onların arkasında Cen- net’teki ni‘metleri isbât eder. ‘İşârâtü’l-İ‘câz’ adlı tefsîrde Cennet’teki ni‘metlerin, lezzet cihetiyle dünyâdaki ni‘metlerden çok üstün olduğu şöyle ifâde edilmiştir: “ ‘Cennet ile Horhor Bahçesinin arasında ne nisbet varsa, Cennet’in lezzetleriyle dünyânın lezzetleri arasında da aynı o nisbet vardır. Cennet’in Horhor Bahçesinden dereceleri ne kadar çok yüksek ise, uhrevî lezzetler de dünyâ lezzetlerine göre öyledir. Her iki álem arasında bu büyük tefâvüte, İbn-i Abbâs ‫لَ ْيــ َس ِفــى ا ْل َجنَّــ ِة ِا ّلَا اَ ْسَائُ َهــا‬ cümlesiyle işâret etmiştir. Ya‘nî: ‘Cennet’te, dünyâ meyvelerinin yalnız isimleri vardır.’ Ya‘nî, isimleri birdir, fakat lezzetleri ayrıdır.’255 “ ‘Sözler’ adlı eserde ise şöyle deniliyor: ‘Cenâb-ı Kerîm-i Mutlak, onları (dün- yevî ni‘metleri) âhiret ni‘metlerine bir liste, hem ihtár edici, hem müşâbihleri, hem Cennet meyvelerine müşterileri da‘vet eden nümûneler súretinde yapmış.’256 “Hem Kur’ân-ı Kerîm, Cennet’i vasfetmekle, cin ve insi ona ulaşmanın yolu olan îmân ve ibâdete tehyîc ettiği gibi; aynı ânda dünyevî ni‘metleri de ihtár edip be- 253 Rahmân Sûresinin Tefsîri, Molla Muhammed el-Kersî, s. 600-601. 254 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 411. 255 İşârâtüu’l-İ‘câz, Kıyâmet ve Âhiret, s. 146. 256 Sözler, 8. Söz, s. 38.

120 Dâr-ı Saádet şeri bu dünyevî ni‘metlere şükretmeye da‘vet eder ve Kur’ân’ın evâmirine imtisâle ve bu sâyede dünyevî ni‘metlerin usûl-i dâimîleri olan Cennet’e ulaşmaya teşvîk eder. Risâle-i Nûr’un ‘Sözler’ adlı eserinde, dünyâdaki bu fânî ni‘metlerin, san‘atların ve tezyînâtın telezzüz için yaratılmayıp, müşterilerin yüzünü asıllarına çevirmek ve onları îmân ve ubûdiyyete sevk etmek için yaratıldığı şöyle îzáh edilmektedir: “ ‘Hem anlarsın ki: Şu dünyâdaki tezyînât, yalnız telezzüz veyâ tenezzüh için de- ğil. Çünkü, bir zamân lezzet verse, firâkıyla birçok zamân elem verir. Sana tattırır, iştihânı açar, fakat doyurmaz. Çünkü, ya onun ömrü kısa, ya senin ömrün kısadır. Doymağa kâfî değil. Demek, kıymeti yüksek, müddeti kısa olan şu tezyînât; ibret içindir şükür içindir, usûl-i dâimîsine teşvîk içindir. Başka gáyet ulvî gáyeler içindir. “ ‘Evet mâdem her şeyin kıymeti ve dekáik-ı san‘atı gáyet yüksek ve güzel olduğu hâlde; müddeti kısa, ömrü azdır. Demek, o şeyler nümûnelerdir, başka şeylerin sú- retleri hükmündedirler. Ve mâdem müşterilerin nazarlarını, asıllarına çeviriyorlar gibi bir vaz‘ıyyet vardır. Öyle ise, elbette şu dünyâdaki o çeşit tezyînât; bir Rahmân-ı Rahîm’in rahmetiyle, sevdiği ibâdına hâzırladığı niam-ı Cennet’in nümûneleridir, denilebilir ve denilir ve öyledir. “ ‘Hem anlarsın ki: Şu dünyâdaki müzeyyenât ise, Cennet’te ehl-i îmân için rahmet-i Rahmân’la iddihár olunan ni‘metlerin nümûneleri, súretleri hükmündedir.’257 “ ‘O meyveler, nümûnelerdir. Tatmaya izin var, tâ asıllarına tálib olup müşteri olsun. Yoksa, hayvân gibi yutmaya izin yoktur.’ ”258-259 Cennet’te ehl-i îmân ve táate verilecek ağaçlar ve meyvelere dâir pek çok âyet-i kerîme ve Ehâdîs-i Nebeviyye vardır. Nümûne olarak ba‘zı âyet ve hadîsleri zikredeceğiz. Şöyle ki: Evvelâ: Kur’ân-ı Kerîm’deki konuyla alâkalı ba‘zı âyet-i kerîmeleri zikredeceğiz: Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin birincisi: ‫َوبَ ِّش ِر الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت اَ َّن لَ ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُۜر ُك ّلَ َما‬ ‫ُر ِزقُوا ِم ْن َها ِم ْن ثَ َمرَ ٍة ِر ْزقاً قَالُوا ٰه َذا الَّ ۪ذي ُر ِز ْقنَا ِم ْن قَ ْب ُل َواُتُوا بِ ۪ه ُمتَ َشابِهاًۜ َولَ ُه ْم ۪في َهٓا‬ ‫اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌة َو ُه ْم ۪في َها َخا ِل ُدو َن‬ 257 Sözler, 10. Söz, 6. Hakíkat, s. 74-75. 258 Sözler, 8. Söz, s. 37. 259 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 601-603.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 121 “Ey Habîb-i zî-şânım! (Îmân eden ve sálih amel işleyen mü’minlere beşâret ver ki; altından nehirler akan Cennet’ler onlarındır. O Cennet’lerden bir meyve yedikleri zamân; ‘Bu, bundan evvel) dünyâda (yediğimiz meyvedir’ derler. Biribirine benzer bir súrette rızıkları getirilip verilir. Ve o Cennet’lerde onlar için) maddeten ve ma‘nen (temiz zevceler vardır. Ve onlar, o Cennet’lerde dâimî bir şekilde kalacaklardır.)”260 “Arabî İşârâtü’l-İ‘câz Şerhi (6)” adlı eserde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sade- dinde şöyle buyrulmuştur: “Mekân ve meskenden sonra hâcât-ı insâniyyenin en şiddetlisi ve lezâiz-i cismâ- niyye içinde en kâmil kısmı, ‘ekl’ ve ‘şürb’dür. Ya‘nî, yemek ve içmektir ki; ‘Cennet’ ve ‘nehr’ kelimeleri, bu iki kısım ni‘mete ve bu iki zarûrî hâcete işâret etmişlerdir. “Sonra rızkın en ekmel kısmı; me’lûf ve me’nûs olan kısmıdır. Ya‘nî, insânın daha önce tanıdığı, ülfet peydâ ettiği kısmıdır. Tâ ki, sâir emsâli olan ni‘metlere olan üstünlüğünü ve derece-i kıymetini bilsin; farkı anlasın. Ve fâkihenin, meyvelerin en lezzetlisi; dâimâ tâzelenip tebeddül ve teceddüd edenidir. Ve lezzetlerin en sáfîsi; koparılan meyvelerin, alınan ni‘metlerin, hâzır, ma‘lûm ve yakın olmasıdır. Ve en lezîzi; insânı en çok mesrûr edeni, kendi amelinin, el emeğinin ücreti olarak veril- diğini bilmektir. “İşte, Kur’ân-ı Kerîm, bütün bu kısımlara, ‫ ُك ّلَ َمـا ُر ِزقُـوا ِم ْن َهـا ِمـ ْن ثَ َمـرَ ٍة ِر ْزقًـا قَالُـوا ٰهـ َذا الَّـ ۪ذي ُر ِز ْقنَـا ِمـ ْن قَ ْبـ ُل‬ya‘nî, ‘O Cen- netler’de, her ne zamân bir meyve yeseler; ‘Bu, bundan evvel yediğimiz meyvedir’ derler’261 cümlesiyle işâret etmiş; onları beyân edip müjdelemiştir.”262 ‫ ُك ّلَ َمـا ُر ِزقُـوا ِم ْن َهـا ِمـ ْن ثَ َمـرَ ٍة‬cümlesi ifâde eder ki; o rızkın menbaı, çıkış yeri, o bağ ve bostânlardır; dışarıdan gelmiyor. Evet, bu cümle ifâde ediyor ki; Cennet’te, ehl-i Cennet için hem rızık ve fâ- kihe var; hem de o rızkın menbaı orasıdır; başka yerden gelmiyor. Hem o rızkın nev‘ı de semeredir, fâkihedir. İhtiyâc için yenilen gıdâ ma‘nâsında değildir. Zîrâ, Cennet’te açlık yoktur. Ehl-i Cennet, sâdece lezzet ve keyif için yer ve içerler. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, “Sözler” adlı eserinde şöyle buyuruyor: “Ekl ve şürb ve muámele-i zevciyye gerçi bu dünyâda bir ihtiyâcdan gelir, bir vazífeye gider. Fakat, o vazífeye bir ücret-i muaccele olarak öyle mütenevvi‘ lezîz lezzet içlerine 260 Bakara, 2:25. 261 Bakara, 2:25. 262 Arabî İşârâtü’l-İ‘câz Şerhi (6), Molla Muhammed el-Kersî, s. 426.

122 Dâr-ı Saádet bırakılmıştır ki, sâir lezâize tereccuh ediyor. Mâdem bu dâr-ı elemde, bu kadar acîb ve ayrı ayrı lezzetlere medâr; ekl ve nikâhtır. Elbette, dâr-ı lezzet ve saádet olan Cennet’te o lezzetler; o kadar ulvî bir súret alıp ve vazífe-i dünyeviyyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyâcı dahi uhrevî bir hóş iştihâ súretinde ilâve ederek, Cennet’e lâyık ve ebediyyete münâsib, en câmi‘ hayâtdâr bir ma‘den-i lezzet olur.”263 Kur’ân’da ekseriyyet i‘tibâriyle, Cennet ehl-i için hâzırlanan taám (yiyecek) için, “semere, semerât, fâkihe, fevâkih” ta‘bîrleri kullanılmıştır. Zîrâ, ehl-i Cennet, açlık ve ihtiyâc sebebiyle yemezler; belki meyve gibi, sâdece lezzet ve keyf için yerler. Bu, demek değildir ki; orada sâdece meyve vardır; başka yiyecek yoktur. Zîrâ, âyât-ı beyyinât ve Ehâdîs-i Nebeviyye’nin sarâhatiyle sâbittir ki; Cennet’te her çeşit ni‘met ve rızık vardır. Kuş eti başta olmak üzere her çeşit lezîz ni‘met- ler, yiyecekler vardır. Hepsine “semere” ismi verilmiştir. Ya‘nî, yemeklerine de “semere” denilmiştir. “Güzel meyve ve netîce” ma‘nâsında bu isim kullanılmıştır. Yoksa, bildiğimiz ağaçların meyvesi demek değildir. Cennet’teki meyveler, rızıklar, hem biribirine benzer; hem de dünyâdakilere benzer. Fakat, her yenildiğinde, tadı ve lezzeti artarak devâm eder. Sâdece isim ve şekil benzerliği vardır. Yoksa, tat ve lezzette, öncekinin aynısı değildir. Tat ve lezzeti her zamân değişerek devâm eder. Evet, ‫ ُك ّلَ َمــا‬ta‘bîri, bu iki ma‘nâya delâlet eder. Ya‘nî, hem o lezzet ve tat tekerrür eder, her sefer ayrı ayrı lezzet ve tat verir; hem de o rızık devâm eder, aslá kesintiye uğramaz.264 Ehl-i Cennet, ebediyyen orada rızıklanırlar. Ehl-i Cennet, istediği zamân yer ve içer. Yediği ve içtiği şeyler de ter olup vü- cûdundan dışarı çıkar. Bu ter ise, misk ü anber gibi kokar. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, “Sözler” adlı eserinde şöyle buyurmuştur: “Hem Cennet’te lüzûmsuz, kışırlı ve fuzúlî maddeler olmadığından; ehl-i Cennet’in ekl ve şürbünden sonra kázûrâtı olmadığını, hadîs-i şerîf beyân edi- yor. Mâdem şu süflî dünyâda, en ádî zî-hayât olan ağaçlar, çok tegaddî ettikleri hâlde kázûrâtsız oluyorlar. En yüksek tabaka-i hayât olan Cennet ehli, neden kázûrâtsız olmasın?”265 ‫ ُك ّلَ َما‬lafzı; devâm ve tahkíke işâret eder. 263 Sözler, 28. Söz, s. 499. 264 Vâkıa, 56:33. 265 Sözler, 28. Söz, s. 501.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 123 ‫ ُر ِزقُــوا‬fiilinin síga-i mâzí ile zikri; vukúun, tahakkukuna; ya‘nî muhakkak vâkı‘ olacağına delâlet eder. Ve kezâ, maddesiyle de, dünyâdaki onun nazíri olan rızıkları zihinlerine getirmeye, ihtár etmeye îmâ eder. Ve bu lafzın, binâ-i mechûl sígasiyle îrâd edilmesi, o rızkı elde etmekte meşakkatin bulunmadığı ve onların, ağalar, paşalar gibi oturup rızıkları ayaklarına kadar geldiğine ve onla- rın hizmetçileri olup, kendilerine hizmet ettiklerine işâret eder. Evet, her ne kadar Cennet’te, ehl-i îmânın, arzu ettiği her şey aynı ânda hâzır olduğundan hizmetçilere ihtiyâc yoktur. Fakat, onlara, medâr-ı şeref ve haşmet olsun diye, âyet-i Kur’âniyye’nin sarâhatıyla ve Ehâdîs-i Nebeviyye’nin açık ifâ- desi ile sâbittir ki; çok hizmetçiler verilecektir. Hattâ, her hûrînin kapısında, sarâyında yüzlerce, binlerce hizmetçinin olduğu ve onların emrinde ve hizme- tinde bulunduğu, çok rivâyât-ı hadîsiyye ile haber verilmiştir: “Evet, Cennet’te, ehl-i Cennet’in kapılarında ve saraylarında yüzlerce, binler- ce hizmetçinin bulunup pâdişâhlar gibi onlara hizmet edecekleri ve bu, onlar için medâr-ı iftihár ve şeref olduğu, âyât-ı Kur’âniyye’den ve Ehâdîs-i Nebeviyye’den anlaşılmaktadır. “Ezcümle; ‫ يَطُـو ُف َعلَ ْي ِهـ ْم ِو ْلـ َدا ٌن ُمَ ّلَـ ُدو َن‬ya‘nî, ‘Ehl-i Cennet’in etrâflarında (hizmet için) ölümsüz, muhâlled vildânlar, gençler dolaşır’266 âyet-i kerîmesinin tefsîrinde, Abdulláh b. Ömer’in rivâyetine göre: ‘Derece bakımından Cennet eh- linin en düşüğünün berâberinde, bin hizmetçisi vardır. Her hizmetçi, bir işle meşgúldür.’”267 Ve ٍ‫ ثَ َمـرَة‬kelimesinin tenkîri ise; ta‘mîmi ifâde ettiği cihetle; Cennet’in bütün semereleri, -hangisi olursa olsun- rızık olmaya şâyân olduğuna işâret eder. Ve ‫ ِر ْزقًا‬kelimesinin tenkîri ise; Cennet’teki rızıklar, dünyâdaki açlığı, ihtiyâcı gidermek için yediğiniz, gördüğünüz rızıklar nev‘ınden olmadığına işâret eder. (Ya‘nî, dünyâda ma‘lûmunuz olan rızık, ihtiyâc için verilen rızıktır. Cennet’teki rızık ise, ihtiyâc için değildir. Çünkü, Cennet’te rızka ihtiyâc yoktur. Ehl-i Cen- net, sâdece zevk ve lezzet için yerler; içerler.) ‫ قَالُـوا ٰهـ َذا الَّـ ۪ذي ُر ِز ْقنَـا ِمـ ْن قَ ْبـ ُل‬Ya‘nî: “Ehl-i Cennet, biribirlerine hıtáb ederek 266 Vâkıa, 56:17; İnsân, 76:19. 267 Beyhekí, el-Ba‘sü ve’n-Nüşûr; et-Tergîb ve’t-Terhîb, 4. Cild, s. 509.

124 Dâr-ı Saádet diyorlar ki: ‘Yediğimiz, rızıklandırıldığımız bu meyve, bu ni‘met, daha önce, bi- raz evvel yediğimizin aynısıdır; ona benziyor.’ ”268 ‫“ قَالُــوا‬Onlar, diyorlar ki” ma‘nâsında olan bu kelime, Müellif (ra)’ın ifâde- siyle, burada, ‫“ أي يتقاول ـون بعضه ـم لبع ـض‬Biribirlerine söylüyorlar; biribirlerini müjdeliyorlar” ma‘nâsındadır. Peki, bu ma‘nâ nereden çıkıyor? Zîrâ, bu cümle- nin ma‘nâsı onu iktizá ediyor. Çünkü, ehl-i Cennet, oradaki ni‘metlere mazhar olunca; bu ni‘metleri biribirlerine istibşâr etmek, müjde vermek isterler. Hem istiğrâb için bu müjdeyi biribirlerine vermek arzû ederler. Ya‘nî, “Bu, garîb, acîb bir şeydir; gelin, bakın” demektir. Hem ibtihâc içindir; sevinçlerini paylaşmak içindir. Bunların cümlesi, hükmün; ya‘nî, ‫ قَالُــوا‬fiilinin lâzımıdır. ‫ ٰهـ َذا الَّـ ۪ذي ُر ِز ْقنَـا ِمـ ْن قَ ْبـ ُل‬ya‘nî, “Bu, daha önce bize verilen rızıktır” cümlesinin nazmına gelince: Bil ki! Bu cümledeki ıtlâk, dört ma‘nâyı tazammun eder. Ya‘nî, cümlede mübhem bırakılıp beyân edilmeyen ‫ ُر ِز ْقن َــا‬kelimesindeki “rızk”ın dört ma‘nâya ihtimâli vardır: Birincisi: Buradaki “rızık”tan maksad, “amel-i sálih”dir. Ya‘nî: “Bu, dâr-ı dünyâda bize rızık olarak nasíb olan, amel-i sálihtir. Ya‘nî, şimdi yediğimiz rızıklar, dünyâda yaptığımız amel-i sálihin netîcesidir, karşılığıdır.” Amel-i sálih ile cezâ (karşılık) denilen ücreti arasında o kadar şiddetli ittisâl ve irtibât vardır ki; sanki dünyâdaki amelleri, âhirette sevâb olarak tecessüm edip, sevâb ve ücretin nefsi kesilmiştir. Onların istibşârı, işte bu noktadan hâsıl olmuştur. Bu cihette ehl-i Cennet, biribirlerine şöyle müjde verirler: “Yediğimiz bu fâkiheler, meyveler ve sebzelerin cümlesi, dünyâda namâz, oruç, zikir, tilâvet-i Kur’ân gibi bütün yaptığımız ibadetlerdir ki; izn-i İlâhî ile bu hâle gir- miş. Elláh, dünyâda amel-i sálihi bize nasíb etti, râzı olacağı amelleri işlemeye bizi muvaffak kıldı; burada da meyveler súretinde ikrâm ediyor. Size müjdeler olsun; bakın, amel-i sálihimiz bu şekli almıştır.” İkincisi: Buradaki “rızık”dan maksad; dünyâdaki “taámlar ve yiyecekler”dir. Ya‘nî: “Bu, dünyâda bize rızık olarak verilen taámlardır. Maahâzâ, biribirlerine benzedikleri hâlde; tatları, lezzetleri arasında azím fark vardır. Belki dağlar kadar 268 Bakara, 2:25.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 125 fark vardır.” İşte onların istiğrâbları, taaccübleri, bu cihettendir. Üçüncüsü: Bu semereler, meyveler, biraz evvel yediğimiz semereler ve meyveler gibidir; aynısına benzer. Fakat, súretleri, şekilleri bir olduğu hâlde; ma‘nâları, tatları ve lezzetleri tamâmen ayrıdır. Demek, bu meyveler, súreten ve şeklen bir olduklarından dolayı, ülfet lezzetini veriyorlar; tatları ve lezzetleri ayrı ayrı olmasıyla da teceddüd lezzetini veriyorlar. İşte, sevinç ve sürûrları bu noktadan hâsıl oluyor. Dördüncüsü: Hemen şimdi yediğimiz meyveler, bu dallardaki meyvelerdir. Çünkü, bir meyve koparıldığı zamân; derhâl onun yerine aynen onun gibi bir meyve îcâd ediliyor. Yeri hîç boş kalmıyor. İşte bu cihetten de anlaşılıyor ki; Cennet’in meyveleri, ni‘metleri noksán olmuyor; dâimî súrette ikrâm ediliyor. Bu da hulûd ve devâma delâlet eder. Demek bundan anlaşılıyor ki; Cennet’teki rızıkta, noksán olmak, tükenmek ve bitmek yoktur. Hîçbir zamân oradaki rızıklar tükenmez, bitmez, dâimî ve ebedîdir. Cenâb-ı Hak, gelecek âyet-i kerîmede ehl-i Cennet’e, Cennet’te şöyle denileceğini beyân buyuruyor: ‫“ ٰهـ َذا َمـا تُو َعـ ُدو َن ِليَـ ْو ِم ا ْل ِح َسـا ِب‬O takvâ sáhiblerine şöyle denilir: (‘İşte hesâb günü için) kütüb-i semâviyyede resûllerin lisânıyla (size va‘dedilen şeyler bunlar- dır.’) Siz, âhiret áleminde böyle çeşitli ni‘metlere, İlâhî lütuflara kavuşacaksınız. Bu, Elláh’ın size bir va‘didir ki; mutlaka tahakkuk edecektir. İşte îmânın, takvâ sáhibi olmanın ebedî mükâfâtı!”269 ‫“ ِا َّن ٰهــ َذا لَ ِر ْزقُنَــا َمــا لَــ ُه ِمــ ْن نَ َفــا ٍد‬Tahkík, bu, Bizim verdiğimiz, ihsân ettiğimiz rızkımızdır. Onun için bir noksánlık ve tükenmek, yoktur.”270 Âyet-i kerimede geçen ‫ نَ َفــا ٍد‬kelimesi; “tükenmek, kesilip nihâyet bulmak” de- mektir. İşte ehl-i Cennet, bu hâli, biribirlerine göstererek diyorlar ki: “Bize ikrâm edilen bu rızıkta, hîçbir eksilme ve noksán olma yoktur. Yediğimizin aynısı, hemen yerine geliyor ve bize ikrâm ediliyor. Bu ni‘metlerin böyle ebedî olması, bizim için büyük bir müjdedir ve en büyük sevinç kaynağıdır.” 269 Sád, 38:53. 270 Sad, 38:54.

126 Dâr-ı Saádet Evet, mechûl sígasiyle zikredilen ‫“ َواُتُــوا بِــ ۪ه‬onlara getirilir; onlara ikrâm edi- lir” ta‘bîrinden anlaşıldığı üzere, rızıktaki kemâl-i lezzet, insânın, mahdûm, ya‘nî kendisine hizmet edilen bir şahıs olup; rızkı, hizmetlileri tarafından kendisine ikrâm edilmesidir. Bu hâl, insân için en büyük bir şeref ve kerâmettir ve medâr-ı iftihárdır ve en büyük sevinç ve lezzettir. Cennet’te, ehl-i îmâna ikrâm edilecek rızıklar, Kur’ân-ı Kerîm’de, kút ve gıdâ olarak geçmiyor. Belki semere ve fâkihe olarak zikredilmektedir. Hâlbu- ki, ehl-i Cennet, gıdâ olarak da ba‘zı yiyecekleri yedikleri hâlde, o isimle, ya‘nî gıdâ ismiyle zikredilmiyor. Sebebine gelince; çünkü Cennet’teki ni‘metler, yi- yecekler, açlık ve ihtiyâcı gidermek için değildir. Zîrâ, Cennet’te açlık yoktur. Tok olmak da yoktur. Ya‘nî, ehl-i Cennet, devâmlı iştâh ile yedikleri, içtikleri hâlde, hîçbir zamân tokluk hissedip usanmazlar; onların karınlarında şişkinlik ve hazımsızlık meydâna gelmez. Her zamân lezzetle yerler; şişmânlık da olmaz. İşte Cennet’teki ni‘metler sırf lezzet için yenildiğinden, onlara “fâkihe” ve “semere” ismi verilmiştir. Fâkihe olduğu i‘tibârla, teceddüd lâzımdır. Onun için dâimâ tadı ve lezzeti tâzeleniyor; artıyor. Hem gıdâ ve rızık olduğu i‘tibârla da, daha önce ülfet ve ünsiyyet ettikleri şeyler cinsinden olmalıdır ki; ehl-i Cennet, lezzet alsınlar; yâbânîlik çekmesinler. Cennet’teki ni‘metlerin lezzetini arttıran ve mükemmelleştiren bir cihet de şudur: Ehl-i Cennet’in, o ni‘metlerin, o ikrâmların hepsi, dünyâdaki a‘mâl-i sáliha- nın karşılığı olduğunu bilmesidir. Ya‘nî, ehl-i Cennet, bileceklerdir ki; bütün bu mükâfâtlar, benim işlemiş olduğum amelimin karşılığıdır. Bundan son derece mesrûr olur ve ayrı bir lezzet alır. Zîrâ, Elláh (cc), mezkûr âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor: ۜ‫َوبَ ِّشـ ِر الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت اَ َّن لَ ُهـ ْم َجنَّـا ٍت َ ْتـ ۪ري ِمـ ْن َ ْت ِت َهـا ا ْلَ ْن َهـا ُر‬ “Ey Resûlüm! Îmân edip amel-i sálih işleyen kullarıma müjde ver ki; onlar için îmân ve amel-i sálihlerinin karşılığı, mükâfâtı olarak altından nehirler akan Cennet’ler vardır.”271 Demek, bu ni‘metler, îmân ve amel-i sálihten dolayı ihsân edilmiştir. Çünkü, “Îmân edip amel-i sálih işleyen kullarıma müjde ver” ta‘bîrinden, bu ma‘nâ sarâ- haten anlaşılıyor. Hâlbuki, Cennet’teki bütün ni‘metler, mükâfâtlar, saádet-i 271 Bakara, 2:25.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 127 ebediyye, hepsi mahzá lütf-i İlâhî’dir, fazl-ı Rabbânîdir; amelimizin karşılığı de- ğildir.272 Çünkü, biz, daha önce bu amelimizin karşılığının kat kat fazlasını bu dünyâda almışız. Evet, Cennet, sırf fazl-ı İlâhî’dir. Fakat, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, ehl-i Cennet’e bunu hissettirmeyecek; ehl-i Cennet, “Oradaki bütün o ikrâmlar, sanki dünyâdaki amelinin karşılığıdır, ücretidir” diye zannedecek ve ondan ayrı bir lezzet alacaktır. Cennet’teki ni‘metlerin lezzetini arttıran bir husús da şudur: O ni‘metle- rin menbaının, mahzeninin göz önünde hâzır bulunmasıdır. Zîrâ, bir ni‘metin menbaının bi’l-fiil göz önünde görülmesi, hâzır olması, dışarıdan gelmemesi it- mi’nân verir; ayrı bir lezzet te’mîn eder. Netîce-i kelâm: Cennet’te öyle bağ ve bostânlar vardır ki, her şeyi içerisin- dedir; dışarıdan gelmiyor; menbaı senin yanındadır, görüyorsun. Bu durum, Cennet ehline öyle bir kalb huzúru verir ki; onun lezzeti ta‘rîf edilmez. Bu âyet-i kerîmenin tefsîri ile alâkalı tafsílât için, Semendel Yayınları’ndan “Arabî İşârâtu’l-İ‘câz Şerhi (6)” adlı esere mürâcaat edebilirsiniz. Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin ikincisi: Cenâb-ı Hak, Rahmân Sûresi’nde, Cennet meyvelerinden şöyle bahseder: ‫“ ۪في ِه َمــا ِمــ ْن ُك ِّل فَا ِك َهــ ٍة زَ ْو َجــا ِن‬O iki Cennet’te, her türlü meyveden ikişer nev‘ mevcûddur.”273 “Rahmân Sûresi’nin Tefsîri” adlı eserimizde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sade- dinde şöyle denilmiştir: “Bu âyet-i kerîmede geçen ‫‘ فَا ِك َهــ ٍة زَ ْو َجــا ِن‬iki çeşit meyve’ ta‘bîrinden, şu nev‘ ma‘nâlar muhtemeldir: “Birincisi: Bildiğimiz ve bilmediğimiz meyvelerdir. “İkincisi: Biri yaş, diğeri kuru olan meyvelerdir. “Üçüncüsü: ‫‘ زَ ْو َجا ِن‬Zevcân’ kelimesinin Tesniye (ikillik) oluşunda, cem‘ ma‘nâ- sı murâddır. Buna göre âyetin ma‘nâsı; ‘O iki Cennet’te, hayâlinizden bile geçmeyen çeşit çeşit meyveler vardır’ şeklinde olacaktır. 272 Duhán, 44: 57. 273 Rahmân, 55:52.

128 Dâr-ı Saádet “Âyet-i kerîmede geçen ‫‘ فَا ِك َه ٍة‬fâkihe’ ta‘bîrinden murâd, sâdece meyve olmayıp Cennet’teki yemekler de bu ta‘bîrde dâhildir. Cennet’te açlık olmadığına nazaran, Cennet’teki yiyeceklerin cümlesine ‘fâkihe’ denilebilir. “Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bu âyette Cennet’te her çeşit meyvenin bulunduğu- nu ve ehl-i Cennet’in bu meyvelerden yediklerini sarâhaten ifâde etti. Meyvelerden yemek ise, ancak maddî cihâzâtla olur. Öyle ise, Cennet’teki saádet ve lezâiz cismânîdir. “Hem âyet-i kerîme, Cennet’lerde dâimâ meyvelerin bulunduğunu ifâde et- mekle işâret ediyor ki; Cennet’te zamân olmadığı gibi, zamâna bağlı olarak meyvelerin inkıtáı dahi yoktur. Dünyâ hayâtında her mevsimin meyvesi ayrı ay- rıdır. Mevsimi biten bir meyve, mevsimi gelmeden bir daha çıkmaz. Cennet’te ise, zamân olmadığı için, mevsimler de yoktur. Dolayısıyla, orada her zamân, her çeşit meyve bulunur. Hem Cennet’teki ağaçlar dâimâ meyvedârdır. Meyveleri dâimâ tarâvetdâr, yaştır. Ağaçtan bir meyve koparıldığında, izn-i İlâhî ile hemen yenisi gelip yerleşir. Zîrâ, Cennet, dâru’l-kudrettir. Hem o meyvelerden istifâdeyi men‘ edecek hîçbir sebeb de yoktur.”274 Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bu âyet-i kerime ile, ehl-i îmân ve táate Cennet’te ihsân edeceği meyvelerden bahsettikten sonra; umûm cin ve inse şöyle bir hıtábta bulunur: ‫“ فَ ِبــأَ ِ ّي آ َل ِء رَبِّ ُك َمــا تُ َك ِّذبَــا ِن‬Ey cin ve ins! Rahmân-ı Zü’l-cemâlin, kemâl-i mer- hametinden size Cennet’te hâzırladığı ve lezzetinin mâhiyyetini ancak kendisinin bil- diği o hadsiz meyveleri mi inkâr ve tekzîb edersiniz? “Yoksa bunların dünyevî nezáirini mi inkâr edersiniz? Mâdem bu dünyâda göz önünde görünen bu kadar hadsiz meyve ve yiyecekleri inkâr edemiyorsunuz; öyle ise Cennet’teki meyve ve yiyecekleri de inkâr etmemelisiniz. Zîrâ, bunlar, onların nümû- neleridir ve onlardan haber verirler. “Yoksa sizler, Cennet’teki bu meyveleri size beyân ve ta‘lîm eden Kur’ân’ı mı inkâr edersiniz? Dünyâyı size musahhar kılan ve hadsiz mevcûdâtı ihtiyâclarınıza mühey- yâ eden o Zât-ı Rahmân, gönderdiği Kur’ân’a itáat eden mü’minlere de Cennetleri öyle müheyyâ ve musahhar etmiştir. O hâlde, bu tekvînî ve teklîfî ni‘metlerden ve âyetlerden hangisini tekzîb edersiniz? Mâdem tekzîb edemiyorsunuz; öyle ise îmân ve 274 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 593-594.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 129 itáate mecbûrsunuz. Şâyet îmân ve itáat dâiresine girseniz, ebedî Cennetlerde ebedî bir súrette o meyve ve yiyeceklerden istifâde edersiniz. Size dünyâda bu nev‘í meyve- leri ikrâm eden o Rahmân-ı Zü’l-cemâl, elbette âhirette onların daha a‘lâsını ebedî bir súrette ikrâm etmeye muktedirdir. Şâyet îmân ve itáat dâiresine girmeyip küfür ve isyânda ısrâr etseniz, dünyâda eski akvâm gibi semâvî ve Arzí belâ ve musíbetlerle helâk olursunuz. Âhirette ise Cennet’in meyvelerinden mahrûmiyyetle berâber, Ce- hennem’de ebedî olarak zakkúm ve darî‘ yiyeceksiniz.”275 ‫ ۪في ِه َمـا ِمـ ْن ُك ِّل فَا ِك َهـ ٍة زَ ْو َجـا ِن‬âyet-i kerîmesiyle alâkalı tafsílli bilgi için Rahle Yayınları’ndan “Rahmân Sûresi’nin Tefsîri” adlı esere mürâcaat edilebilir. Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin üçüncüsü: ‫(“ َولَ ُهــ ْم ۪في َهــا ِمــ ْن ُك ِّل الثَّ َمــرَا ِت‬Onlar) o müttakíler (için,) Cennet’te (bütün meyvelerden vardır.)”276 Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin dördüncüsü: ‫(“ ِا َّن ِل ْل ُمتَّ ۪قـ َن َم َفـازًا ۞ ح َٓدائِـ َق َواَ ْعنَابًـا‬Müttakíler için mahall-i fevz) olan Cennet ve Cehennem’den necât (vardır.) O mahall-i fevz ve necât olan Cennet’te, meyve- dâr ağaçlarla dolu (bağ ve bostânlar) bâ-husús (üzüm asmaları vardır.)”277 ‫“ َح َدائِــق‬Hadâik” kelimesi; ‫“ َح ۪دي َقــة‬Hadîka” kelimesinin cem‘ı olup, mey- ve ağaçları ile dolu bahçelere denir. Ayrıca etrâfı çevrili bostânlara da denir.278 ‫ َح ۪دي َقـة‬kelimesinin Kur’ân’da cem‘ sígasıyla, ya‘nî ‫ َح َدائِـق‬şeklinde gelmesi gös- teriyor ki; Cennet’te birçok meyve ağaçları ile dolu birçok bağ ve bahçeler, ehl-i Cennet için ihzâr edilmiştir. Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin beşincisi: ‫“ َواَ ْم َد ْدنَا ُهـ ْم بِ َفا ِك َهـ ٍة َولَ ْحـ ٍم ِمَّـا يَ ْشـتَ ُهو َن‬Biz Azímü’ş-şân, ehl-i Cennet’in ni‘met- lerini meyvelerle ve arzûlarına muvâfık etlerle ziyâde ederiz.”279 Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin altıncısı: 275 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 598. 276 Muhammed, 47:15. 277 Nebe’, 78:31-32. 278 el-Kutuf min Lügati’l-Kur’ân, 1336. 279 Túr, 52:22.

130 Dâr-ı Saádet ‫“ ذَ َواتَا أَ ْفنَا ٍن‬O iki Cennet, dal ve budaklı pek çok ağaçlar sáhibidirler.”280 “Rahmân Sûresi’nin Tefsîri” adlı eserimizde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sade- dinde şöyle denilmiştir: “Âyet-i kerîmede geçen ‫ أَ ْفنَــا ٍن‬kelimesi; ya ‘ağaç’ ma‘nâsında olan ‫ فَــ ٌّن‬kelimesi- nin cem‘ıdir veyâhúd ‘ağacın dalı’ ma‘nâsında olan ‫ فَـ َ ٌن‬kelimesinin cem‘ıdir. ‫أَ ْفنَـا ٍن‬ kelimesi, ‘çeşitli’ ma‘nâsına da gelir. Buna göre âyet-i kerîme ya; ‘O iki Cennet’te pek çok ve çeşit çeşit ağaçlar vardır’ ma‘nâsındadır. Veyâhúd, ‘O iki Cennetin ağaçlarının pek çok dalları vardır’ ma‘nâsındadır. Her iki súrette de âyet, o Cennetlerde çeşit çe- şit pek çok ağaçların ve meyvelerin bulunduğunu ifâde etmektedir. Cennet’teki çeşit çeşit ağaçlar ve meyveler, Cennet’teki lezâizin cismânî olduğunu isbât eder. O hâlde, ‘Cennet’teki saádet ve lezâiz, sâdece rûhânîdir’ şeklinde bir inanç, bâtıl ve merdûddur. Bu cismânî ni‘metlerden, sâdece rûhun istifâde etmesi düşünülebilir mi? “Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bu âyet-i kerîmede, ehl-i îmân ve táate Cennet’te ihsân edilecek ağaçlardan ve meyvelerden bahsettikten sonra şöyle fermân eder: “‫‘ فَ ِبـأَ ِ ّي ٰا َل ِء رَبِّ ُك َمـا تُ َك ِّذبَـا ِن‬Ey cin ve ins! Siz, bağ ve bahçelerle, dallı ve budaklı ağaçlarla tezyîn edilmiş böyle bir Cennet’i mi inkâr edersiniz? Yoksa, o Cennet’teki bağ ve bahçelerin nümûneleri olan dünyâdaki nazírelerini mi inkâr edersiniz? Mâ- dem bu dünyâda göz önünde görünen bu bağ ve bahçeleri inkâr edemiyorsunuz; öyle ise Cennet’teki bağ ve bahçeleri de inkâr etmemelisiniz. Zîrâ, bunlar, onların nümû- neleridir ve onlardan haber verirler. “ ‘Yoksa siz, böyle bir Cennet’i ta‘rîf eden Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ı ve böyle bir Cennet’i dünyâ gözüyle görüp nev-ı beşere müjdeleyen Hazret-i Muhammed (asm)’ın risâletini mi inkâr ve tekzîb edersiniz? Sizin için maddî ve ma‘nevî bütün cihâzâtınızı tatmîn eden böyle bir Cennet’i kim halk etmişse, elbette sizi böyle bir Cennet’e ulaştı- racak îmân ve ubûdiyyet yolunu ta‘lîm eden Kur’ân’ı indiren ve o Kur’ân’ın mübelliği olan Muhammed-i Arabî (asm)’ı risâlet vazífesiyle gönderen de O’dur. Kur’ân’ı kim indirmişse, dünyâdaki bu bağ ve bahçeleri halk edip size ihsân eden de O’dur. “ ‘Şu gördüğünüz ağaçları ve bahçeleri halk eden Zât, size Kur’ân’ı inzâl bu- yurmuş ve o Kur’ân’a itáat edenler için bağ ve bahçelerle müzeyyen bir Cennet’i va‘detmiştir. Eğer siz, Kur’ân ile amel etmek súretiyle bu ni‘metlere şükretseniz, o 280 Rahmân, 55:48.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 131 Mün‘ım-i Zü’l-cemâl, dünyâda size ihsân buyurduğu ni‘metlerini arttırır ve devâm ettirir. Zîrâ, şükür, ni‘meti ziyâdeleştirir.281 Âhirette ise, böyle bağ ve bahçelerle tezyîn edilmiş bir Cennet’te sizi ebedî mes‘úd eder. Şâyet Kur’ân’dan i‘râz edip bu ni‘metlere karşı küfrân-ı ni‘mette bulunursanız, o Zât-ı Zü’l-celâl, eski akvâm gibi sizi de helâk eder ve sáhib olduğunuz ni‘metleri elinizden alır. Zîrâ, küfrân-ı ni‘met, ni‘metin zevâline sebebdir. Âhirette ise, böyle bir Cennet’ten mahrûmiyyetle berâber, Cehennem’de sizi ebedî ta‘zîb eder.’ ”282 Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin yedincisi: ‫(“ لَ ُهـ ْم ۪في َهـا فَا ِك َهـةٌ َولَ ُهـ ْم َمـا يَ َّد ُعـو َن‬Onlar için) ehl-i îmân ve táat için, (orada) o Cennet’te (tâze yemişler vardır.) O lezîz ve hóş meyvelerden, dâimî bir súrette telezzüz edeceklerdir. Cennet ehli için aç olmak, yemeğe ihtiyâc hissetmek düşünü- lemez. Onların öyle meyveler ile rızıklanmaları, sırf zevk ve lezzet almak içindir (ve hem onlara, ne isterlerse vardır.) Onlar, Cennet’te temennî ettikleri her şeye kavu- şurlar; maddî ve ma‘nevî zevklerle müstağrak olurlar.”283 “Yirmi Beşinci Mektûb, Yâsîn Sûresi’nin Tefsîri (3)” adlı eserimizde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sadedinde şöyle denilmiştir: “ٌ‫ لَ ُهـ ْم ۪في َهـا فَا ِك َهـة‬cümlesinde geçen ٌ‫ فَا ِك َهـة‬kelimesindeki tenvîn, teksîr içindir. Ehl-i Cennet için Cennet’te her nev‘ı’ fâkihe ihzâr edildiğini ifâde eder. “ٌ‫‘ فَا ِك َهــة‬Fâkihe’, gıdâ cinsinden olmayıp telezzüz için yenilen meyve gibi yiye- ceklere denir. Esâsen Cennet’te açlık olmadığı için, bütün yiyecekler, meyve hük- mündedir. Cennet ehli, Cennet’in ni‘metlerinden açlık ve ihtiyâclarını gidermek için değil; sâdece telezzüz için istifâde ederler.”284 Nasıl ki; dünyâda biri gıdâ, diğeri meyve olmak üzere iki kısım yiye- cek mevcûddur. Öyle de, Cennet’de bu iki kısım yiyecek vardır. Ancak, gıdâ kısmı, açlıktan dolayı değil; belki lezzet için yenilir. Dünyâda ise gıdâ tüketimi, ihtiyâcdan kaynaklanmaktadır. Zîrâ, insân, dünyâda meyvesiz yaşayabilir; an- cak gıdâsız yaşayamaz. Cennet’teki meyvelerin çekirdekleri yoktur. 281 İbrâhîm, 14:7. 282 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 582-583. 283 Yâsîn, 36:57. 284 25. Mektûb, Yâsîn Sûresi’nin Tefsîri, 3/33.

132 Dâr-ı Saádet ‫َو َعـن ا ْبـن َع ّبَـاس رَ ِضـي الله َع ْن ُه َمـا قَـا َل نخـل ا ْلجنَّـة جذوعها مـن زمرد خضـر وكربها‬ ‫ذهب أَ ْحَر وسـعفها ك ْسـوَة لأهل ا ْلجنَّة ِم ْن َها مقطعاتهم وحللهم َوثَ َمر َها أَ ْمثَال القلال‬ ‫والـدلاء أَشـد بَيَا ًضـا مـن ال ّلَـن َوأحـى مـن ا ْل َع َسـل وألـن مـن ال ّزبـد لَ ْيـ َس ِفي َهـا عجم‬ İbn-i Abbâs (ra)’dan şöyle rivâyet olundu: “Cennet’teki hurma ağaçlarının gövdesi yeşil zümrüd, kökü kırmızı altın, dalları ve yaprakları Cennet ehlinin elbiseleridir. Kumaşlar ve en kıymetli elbiseler, onlardan oluşur. Ağacın meyvesinin büyüklüğü, desti ve kova gibidir. Sütten beyâz, baldan tatlı, tereyağından yumuşaktır. Çekirdeği de yoktur.”285 Cennet’teki meyvelerde fuzúliyyât yoktur. Onun için, ehl-i Cennet, Cen- net’in meyvelerinden yedikten sonra def‘-ı hâcete ihtiyâc duymazlar. Yenilen ve içilen rızıklar ter olarak dışarı atılır; ancak bu ter, misk ü anber gibi kokar. Câbir (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Cennetlikler Cennet’te yiyip içerler; ama büyük ve küçük abdest bozmazlar ve sümkürmezler. Yedikleri, misk gibi kokan ter yoluyla çıkar. Nefes alıp verdikleri gibi râhat bir şekilde; Cenâb-ı Hakk’ı noksán sıfâtlardan tenzîh, kemâl sıfâtlarıyla tavsíf etmekten zevk alırlar.”286 ‫ لَ ُهــ ْم ۪في َهــا فَا ِك َهــةٌ َولَ ُهــ ْم َمــا يَ َّد ُعــو َن‬âyet-i kerîmesinin ifâdesiyle; ehl-i îmân ve táat için, Cennet’te her nev‘ı meyveler hâzırlanmıştır. Bundan başka istedikleri ve iştâhlarının çektiği her şey orada mevcûddur. İstedikleri zamân o ni‘metlerden her nev‘ı lezzeti alırlar. Gelecek âyet-i kerîmeler, bu ma‘nâyı ifâde etmektedir: ‫“ َو ۪في َهـا َمـا تَ ْشـتَ ۪هي ِه ا ْلَ ْن ُفـ ُس َوتَلَـ ُّذ ا ْلَ ْعـ ُ ُن‬Nefislerin isteyeceği ve gözlerin hóşla- nacağı ne varsa, hepsi o Cennet’te mevcûddur.”287 ‫“ َولَ ُكـ ْم ۪في َهـا َمـا تَ ْشـتَ ۪ ٓهي اَ ْن ُف ُسـ ُك ْم َولَ ُكـ ْم ۪في َهـا َمـا تَ َّد ُعـو َن‬Sizin için orada nefis- lerinizin hóşlandığı her şey vardır ve sizin için orada ne isterseniz vardır.”288 Cennet ve ni‘metleri, her ne kadar fazl-ı İlâhî ile ehl-i îmâna ikrâm edilir. 285 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 342. 286 Müslim, Cennet, 18. 287 Zuhruf, 43:71. 288 Fussılet, 41:31.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 133 Bununla berâber, Cenâb-ı Hakk’ın Cennet’te ehl-i îmâna, “Bu, amelimin karşı- lığıdır” diye bir düşünce bahşetmesi, ayrı bir lezzet alması içindir. Âyet-i kerîmede geçen ‫ َولَ ُه ْم َما يَ َّد ُعو َن‬cümlesi, dört ma‘nâya muhtemeldir: Birinci Ma‘nâ: ‫ يَ َّد ُعـو َن‬kelimesi, “istemek” ma‘nâsındadır. “Ehl-i Cennet, Cen- net’te ne isterlerse, zamân geçmeden aynı ânda onlara istekleri verilir.” Bu istek ise, ya bi’l-fiildir; ya‘nî, “Ashâb-ı Cennet’in bi’l-fiil istedikleri onla- ra kesinlikle verilir. Hîçbir istekleri geri çevrilmez.” Bu istek, teklîf súretinde de- ğil, belki Elláh’tan istemek ayrı bir lezzeti îrâs ettiği için bizzât istemek, ehl-i Cennet için ayrı bir saádet ve şereftir. Veyâ bu istek, bi’l-kuvvedir; ya‘nî, “Cen- net’teki ni‘metler istenmeden verilir. Zîrâ, Cenâb-ı Hak, onların isteklerini bilmiş ve onlar istemeden isteklerini Cennet’te ihzâr etmiştir.” İkinci Ma‘nâ: ‫ يَ َّد ُعــو َن‬kelimesi, “duá etmek” ma‘nâsındadır. “Onlar, dünyâ- dayken Cennet’i istemişlerdi. Elláh da onların duálarını kabûl edip onlara bu istek- lerini verdi. Temennîlerini boşa çıkarmadı.” Üçüncü Ma‘nâ: ‫ يَ َّد ُعــو َن‬kelimesi, “iddiá etmek” ma‘nâsındadır. Bu durumda, âyet-i kerîmenin ma‘nâsı şöyle olur: “Onlar dünyâda iken, Elláh’a îmân ve ibâdet etmekle mükellef olduklarını ve bunun karşılığında Rabb-i Rahîm’lerinin kendileri- ni Cennet’e idhál edeceğini iddiá etmişlerdi. İşte bugün, dünyâda iken iddiá ettikleri Cennet ve ni‘metleri, onlar içindir. Dünyâda iken Kur’ân ve Ehâdîs-i Nebeviyye’de Cennet hakkında beyân edilen her neyi iddiá etmişlerse, iddiá ettikleri her şeyi orada hâzır bulacaklar; Elláh ve Resûlü’nün sıdkına şehâdet edeceklerdir.”289 Dördüncü Ma‘nâ: “Cennet ehli, biribirleri için ne isterlerse, istekleri yerine ge- tirilir.” Avâm-ı mü’minîn, Cennet’de hayâl sür‘atinde ve vüs‘atinde gezerler. Ulemâ, akıl sür‘atinde ve vüs‘atinde seyerân ederler. Evliyâlar ve peygamberler ise, kalb sür‘atinde ve vüs‘atinde cevelân ederler. En az mertebe, hayâl sür‘atidir. Bu âyet-i kerîmeler, ehl-i Cennet’in lezzet ve saádetini te’mîn eden eşleriyle, dost ve ahbâblarıyla gölgeli yerlerde oturmak, koltuklara yaslanmak, Cennet meyvelerinden yemek gibi bütün şartların mevcûd olduğuna işâret eder. 289 Zümer, 39:74.

134 Dâr-ı Saádet Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin sekizincisi: ۞ ‫َواَ ْص َحا ُب ا ْليَ ۪مي ِن َمٓا اَ ْص َحا ُب ا ْليَ ۪مين ِ۞ ۪في ِس ْد ٍر َ ْم ُضو ٍد ۞ َوطَ ْل ٍح َم ْن ُضو ٍد‬ ‫َو ِظ ٍّل َ ْم ُدو ٍد ۞ َو َمٓا ٍء َم ْس ُكو ٍب ۞ َوفَا ِك َه ٍة َك ۪ثيرَ ٍة ۞ َل َم ْقطُو َع ٍة َو َل َ ْمنُو َع ٍة‬ “Defter-i amellerini sağ taraflarından alan (ashâb-ı yemîn var ya, onlar kimler- dir?) Onlar, Elláhu Teálâ’dan ne kadar lütf u kereme nâil olurlar, bilir misiniz? Onlar, Cennet’te; (dikenleri temizlenmiş,) gölgesi çok ve dalları biribirine karışmış (sidir ağacının altında) râhat ederler. Hem onlar; (muz ağacının altında dahi bulu- nurlar ki; meyvesi, bütün dallarına örülmüş) ve meyveden hálî bir yeri bulunmaz. O ağaçların gölgesi, gáyet çok ve uzun olup aslâ noksán olmaz. Ehl-i Cennet, dâimâ ağaçlar ve (up uzun gölgeler altında bulunurlar.) Yalnız gölge ile yetinmezler; onlar öyle bir suya nâil olurlar ki; (o su, istedikleri mahalle akar,) azalıp tükenmez; dâimî bir karâr üzere bulunur. Hem onlar, birçok meyvelere de mâlik olurlar ki; (o kesretli meyveler; aslâ inkıtáa uğramaz;) her zamân bulunur ve (isti‘mâline hîçbir kimse mâni‘ olamaz.)”290 Bu âyet-i kerîmelerde, ehl-i Cennet’e birçok meyvenin verileceği beyân edil- dikten sonra, husúsan “sidr” ile “talh” meyvelerinden bahsedilmektedir. ‫“ ِســ ْد ٍر‬Sidr”, dikenli bir meyve ağacıdır. Buna “Arabistân kirazı” da denir. Kur’ân-ı Kerîm, Cennet’teki bu ağacın dikenlerinin bulunmadığını, ‫“ َ ْم ُضـو ٍد‬Di- kenleri kazınmış ve temizlenmiş” ta‘bîriyle müjdelemiştir. Hattâ, ba‘zı rivâyât-ı ehâdîsiyyede, o ağacın her bir dikenine mukábil, bir meyve halk edileceği bildi- rilmiştir. Şöyle ki: ‫ َكا َن‬:‫ َع ْن ُسلَ ْي ِم ْب ِن َعا ِم ٍر قَا َل‬،‫ أَ ْنبَأَنَا َص ْفوَا ُن ْب ُن َع ْم ٍرو‬:‫قَا َل َع ْب ُد الّٰ ِل بِ ْن ا ْل ُمبَارَ ِك‬ ‫ ِإ َّن الّٰلَ يَ ْن َف ُعنَا بِا ْلَ ْعرَا ِب َو َم َسائِ ِل ِه ْم‬:‫أَ ْص َحا ُب رَ ُسو ِل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم يَ ُقولُو َن‬ ‫ لَ َق ْد ذَ َكرَ الّٰ ُل ِفي ا ْل ُق ْر ٰا ِن َش َجرَةً ُم ْؤ ِذيَةً َو َما ُك ْن ُت‬،‫ يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل‬:‫أَ ْقبَ َل أَ ْعرَابِ ٌّي يَ ْو ًما فَ َقا َل‬ ‫ َو َما‬:‫ فَ َقا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬.‫أَ ٰرى أَ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة َش َجرَةً تُ ْؤ ۪ذي َصا ِحبَ َها‬ ‫ { ۪في ِس ْد ٍر‬:‫ فَ َقا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬.‫ فَ ِإ َّن لَ َها َش ْوكًا‬،‫ اَل ِّس ْد ُر‬:‫ِه َي؟ قَا َل‬ .‫َ ْم ُضو ٍد} َ ْي ِض ُد الّٰ ُل َش ْو َك ُه فَ ُي ْج َع ُل َم َكا َن ُك ِّل َش ْو َك ٍة ثَ َمرَ ٌة‬ 290 Vâkıa, 56:27-33.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 135 Abdulláh bin Mübârek (ra) der ki: Bize Safvân bin Amr haber verdi. O da Süleym bin Âmir’den rivâyetle; o, şöyle demiştir: “(Resûl-i Ekrem (asm)’ın ashâbı, şöyle diyorlardı: Elláhu Teálâ, bize bedevî- ler ve onların Resûlulláh (asm)’a sordukları sorular sebebiyle çok fâide vermiştir. Yine bir gün bir bedevî Arab gelip, ‘Yâ Resûlelláh! Elláhu Teálâ, Cennet’te eziy- yet verici) dikenli sidr (ağacından bahsetmektedir. Ben ise, Cennet’te böyle eziyyet verici bir ağacın olacağını düşünmezdim.’ Resûl-i Ekrem (asm), ‘O ağaç nedir, hangisidir?’ dedi. Bedevî: ‘O ağaç, sidr ağacıdır.) Arabistân Kirazı’dır. (Muhak- kak o, dikenli bir ağaçtır’ dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (asm) buyurdular ki: ‘Cenâb-ı Hak, o ağaç hakkında ‫‘ ۪فــي ِســ ْد ٍر َ ْم ُضــو ٍد‬Ehl-i Cennet, dikenle- ri kazınıp, temizlenmiş sidr ağacının altındadırlar’ buyurmuştur. Elláh (cc), kudretiyle o dikenli sidr ağacının dikenlerini temizleyecek, böylece her bir dikenine mukábil, bir meyve yaratılacaktır.’ ”291 ‫“ طَ ْلــ ٍح‬Talh” ta‘bîrine gelince; ekser müfessirîn, bunun muz ağacı olduğunu söylemişlerdir. Bu ağacın beyâz çiçekleri, güzel kokusu ve koyu bir gölgesi var- dır. Diken yerine meyve yüklü olup, ádetâ meyvelerle örülüdür. İbn-i Kuteybe, bu ağaç hakkında şöyle demiştir: “Meyve yığılı veyâ yaprak ve meyve örülü ağaçtır. Meyve ve yapraklar, ağacın dibinden tâ tepesine kadar öyle doludur ki; bundan ağacın gövdesi görünmez.”292 ‫“ َم ْن ُضــو ٍد‬Mendúd” kelimesi, meyvesi aşağıdan yukarıya doğru kat kat istif olunmuş293 demektir. Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin dokuzuncusu: ‫(“ ِا َّل ِعبَــا َد الّٰلِ ا ْل ُم ْخلَ ۪صــ َن‬Elláh’ın) lütuf ve keremiyle (hális kulları müstes- nâ.) Onlar, azâbı tatmazlar. Cenâb-ı Hak, onları azâbdan muhâfaza eder. Üste- lik onlar, kat kat mükâfâtlara ve ni‘metlere nâil olacaklardır.”294 ‫(“ اُ ۬و ٰلٓ ِئــ َك لَ ُهــ ْم ِر ْز ٌق َم ْع ُلــو ٌم‬Onlar) ibâdetlerini yalnız Elláhu Teálâ’ya hasreden 291 İbn-i el-Mübârek, Ziyâdât, ez-Zühd, 74-75; et-Tergíb ve’t-Terhîb, 4/527; el-Hâkim, el-Müsted- rek, 2/476; Ebû Nuaym, el-Hilye, 6/103; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/414. 292 İbn-i Kuteybe, Tefsîru Garîbi’l-Kur’ân, 448. 293 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 2/326. 294 Sáffât, 37:40.

136 Dâr-ı Saádet öyle samîmî, hális kullar (var ya, onlar için) hás ve özellikleri (belli bir rızk var- dır.) Ebedî devâm edeceği ma‘lûm ve evsáfı muayyen, sırf telezzüz için eklolunan rızıklar vardır. Herkesin amelleri mukábilinde müstehak oldukları rızkın mikdârı dahi ma‘lûm olup vakit be vakit o ni‘metlerle rızıklanacaklardır.”295 ‫“ فَوَا ِكــ ُۚه َو ُهــ ْم ُم ْك َر ُمــو َن‬Onlar için öyle lezzetli (Her nev‘ı meyveler vardır ve onlar) o Cennet’e nâil olanlar, orada (ikrâm olunmuşlardır.) Cenâb-ı Hak’kın lütuf ve keremine mazhar olmuşlardır.”296 Ehl-i Cennet’in rızkı, mücerred telezzüz için olduğuna işâret olmak üzere rızkın fevâkihten, ya‘nî meyvelerden ibâret olduğu beyân olunmuştur. ‫“ ۪فــي َجنَّــا ِت النَّ ۪عيــ ِم‬O seçkin kullar, (Naím Cennetlerindedirler.) Öyle sıhhat, emniyyet, zevk ve lezzet mahalli olan ve çeşitli meyveleri ihtivâ eden ebedî bağlar ve bahçeler içerisinde rızıklanıp dururlar. Evet onlar, bir zahmete düşmedikleri, maddî bir ihtiyâca muhtâc olmadıkları hâlde; sırf lezzet almak, İlâhî bir ziyâ- fete kavuşma şerefini elde etmek için öyle pek lezzetli, ferahlık veren meyveler ile ikrâm olunurlar, daha nice Cennet ni‘metleriyle devâmlı olarak rızıklanmış bulunurlar.”297 Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin onuncusu: ‫“ َوت ِْل ـ َك ا ْل َجنَّـ ُة الَّـ ۪ ٓي اُ ۫و ِر ْث ُت ُمو َه ـا بِ َم ـا ُك ْن ُت ـ ْم تَ ْع َم ُل ـو َن‬O Kerem Sáhibi Yaratıcı, o mes‘úd kullarına buyuracaktır ki: (‘Ve işte bu, o Cennet’tir ki, işlemiş olduğunuz sálih amellerden dolayı) dünyâda iken yerine getirmeye devâm ettiğiniz ibâdet ve táatlerin mükâfâtı olmak üzere siz, (ona vâris kılınmış oldunuz.) O güzel amelleri- nizin mükâfâtına kavuşturuldunuz.’ ”298 ‫(“ لَ ُكــ ْم ۪في َهــا فَا ِك َهــةٌ َك ۪ثــرَ ٌة ِم ْن َهــا تَأْ ُك ُلــو َن‬Sizin için burada) Cennet’te (birçok meyveler vardır.) Çeşit çeşit lezîz yemişler mevcûddur. Siz, (onlardan yiyeceksiniz.) O meyvelerden yiyip lezzet alacaksınız, onlar nihâyet bulmayacaktır.”299 Cennet’in ağaç ve meyvelerinden haber veren âyet-i kerîmelerin on birincisi: ‫“ ۪في ِه َمــا فَا ِك َهــةٌ َو َ ْنــ ٌل َو ُر ّمَــا ٌن‬O iki Cennet’te bulunanların telezzüz edeceği her 295 Sáffât, 37:41. 296 Sáffât, 37:42. 297 Sáffât, 37:43. 298 Zuhruf, 43:72. 299 Zuhruf, 43:73.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 137 nev‘ı meyve vardır. Meyvelerin içinde bi’l-hássa herkesin sevdiği hurma ve nâr meyveleri dahi mevcûddur.”300 “Rahmân Sûresi’nin Tefsîri” adlı eserimizde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sade- dinde şöyle denilmiştir: “Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmede, Cennet’te ehl-i îmâna ihsân edeceği meyve ve yiyeceklerden bahs etmektedir. Zîrâ, âyet-i kerîmede geçen ٌ‫ فَا ِك َهة‬ta‘bîrinde, yemek- ler de dâhildir. Cennet’te açlık olmadığından, bütün yiyecekler, fâkihe cinsinden sayılmaktadır. “Bu âyet-i kerîme, fâkiheler içinde ‘hurma ve nar’ı hássaten bildirdi. Hem hur- ma ile narı ayrı ayrı zikir etti. Çünkü, Cennet’teki meyvelerin dünyevî nazíreleri olan buradaki hurmalar, hem gıdâ, hem fâkihedirler. Nar ise, fâkiheden ziyâde ilâcdır. Suyu, kabuğu, yaprağı ve ağacı şifâdır. Pek çok derdin dermânıdır. Husúsan şeker hastalığı için devâdır. “Evet, hurma ve nar meyveleri, ٌ‫ فَا ِك َهــة‬ta‘bîrinde dâhil oldukları hâlde ayrıca zikredilmeleri, şeref ve ehemmiyyetlerine işâret içindir. Çünkü, hurma, hem gıdâ, hem de meyvedir. Nar ise, hem meyve, hem de devâdır. Bu iki meyvenin mevcûd olduğu bir yerde, bi’l-umûm meyvelerin mevcûd olacağına dahi işâret olunmuştur. Çünkü, birisi, bilâd-ı bâride; diğeri bilâd-ı hârre meyvelerinden oldukları cihetle; her tarafta bulunan meyvelerin, Cennet’te bulunacağına delâlet ettiği gibi; bunların biri tatlı, diğeri ekşi olmakla, ikisinin arasında olan yiyecekler dahi Cennet’te mev- cûd olduğuna delâlet eder. Binâenaleyh; Kur’ân, bu iki meyveyi zikretmekle, diğer meyve ve yiyecekleri de zikretmiş sayılır.”301 Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, Rahmân Sûresinde, Cennet’te ehl-i îmân ve táatin telezzüz edeceği her nev‘ meyveden, bi’l-hássa herkesin sevdiği hurma ve nar meyvelerinden bahsettikten sonra, umûm cin ve inse şöyle bir hıtábda bulundu: ‫“ فَ ِبــأَ ِ ّي ٰا َل ِء رَبِّ ُك َمــا تُ َك ِّذبَــا ِن‬Ey cin ve ins! Cennet’te ehl-i îmân ve táat için ihzâr edilen bu kadar meyveleri, bâ-husús hurma ve nar meyvelerini mi inkâr ve tekzîb ediyorsunuz? “Yoksa bunların dünyevî nezáirini mi inkâr ediyorsunuz? Dünyâda bunları îcâd eden kudret-i Rabbâniyye, âhirette benzerlerini yapmaya kádir değil midir? 300 Rahmân, 55:68. 301 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 695.

138 Dâr-ı Saádet “Yoksa bu müjdeleri size veren Kur’ân’ı ve ondaki teklîfî ahkâmı mı inkâr edi- yorsunuz? Bütün cin ve ins toplansa, bir tek hurmayı veyâ bir tek narı îcâd edebi- lirler mi? Hem bütün cin ve ins toplansa, ‫ ۪في ِه َمــا فَا ِك َهــةٌ َو َ ْنــ ٌل َو ُر ّمَــا ٌن‬âyetine bir nazíre getirebilirler mi? Mâdem tekvînen ve teklîfen bu âyetlerin bir nazíresini getiremiyorsunuz. Öyle ise ácizsiniz. Ácizin şe’ni ise, güçlü bir yere sığınmaktır. O güçlü yer ise, bilâ-tereddüd kudret-i Rabbâniyyedir. O hâlde, aczinizi i‘tirâf ve kabûl ederek kudret-i Rabbâniyyeye istinâd edin. Gurûr ve kibrinizi izhâr etmek súretiyle haddinizi aşarak böyle bir kudrete karşı çıkmayın. Zîrâ, böyle bir gurûr ve kibre kapılıp hakkı kabûl etmeyen Nemrûd, Fir‘avn, Şeddâd, Ebû Cehil gibi- lerin ákıbeti sizce ma‘lûmdur. Aynı ákıbete dûçâr olmamanız için, gurûr ve kibri bırakıp kemâl-i tevâzu‘ ve teslîmiyyetle hakka inkıyâd ediniz ki; onlar gibi dünyâda la‘netle yâd edilmeyesiniz, kabirde sabâh ve akşâm âteşe arzolunmayasınız,302 âhi- rette ise ebedî Cehennem’e yakıt olmayasınız.”303 Cennet’te, ehl-i îmâna muhtelif şekillerde meyveler ikrâm edilir. Şöyle ki: Birincisi: Ehl-i Cennet, oturdukları yerden, Cennet ağaçlarına seslenerek meyvelerini getirmelerini söylerler. O ağaçlar da izn-i İlâhî ile meyvelerini on- lara getirirler. Bu hakíkate Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, şu âyetlerle işâret etmektedir: Birinci Âyet: ‫(“ يَ ْد ُعــو َن ۪في َهــا بِــ ُك ِّل فَا ِك َهــ ٍة ٰا ِم ۪نــ َن‬Ehl-i Cennet, Cennet’te tükenmeyeceğinden emîn oldukları hâlde; her meyveden isterler.) Binâenaleyh; hîçbir zamân istemekten geri durmazlar. Her zamân ve her yerde istediklerini mevcûd ve hâzır bulurlar. Cen- net meyvelerinde, şişkinlik ve sıkıntı vermek gibi mazarrât aslâ olmaz.”304 İkinci Âyet: ‫(“ ُمتَّ ِك۪ٔـــ َن ۪في َهــا يَ ْد ُعــو َن ۪في َهــا بِ َفا ِك َهــ ٍة َك ۪ثــرَ ٍة َو َشــرَا ٍب‬Cennet’te, sandalye ve koltuklar üzerinde kemâl-i istirâhatla çok meyveler ve şerbetler isteyip onlarla taltíf olunurlar.) Her ne isterlerse, istedikleri zamân önlerine gelir. Arzûları aslâ geri kalmaz.”305 Bu âyet-i kerîmeler ifâde ediyor ki; ehl-i Cennet, ağaçlara emrederler ki: 302 Mü’min, 40:46. 303 Bakara, 2:24. 304 Duhán, 44:55. 305 Sád, 38:51.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 139 “Bana falân meyveyi getir!” O ağaç ise, verilen emri dinleyip hemen meyvesini ona ikrâm eder. Risâle-i Nûr’un “Sözler” mecmûasında, bu hakíkat şöyle ifâde edilmiştir: “Evet, ‫َو َما َه ِذ ِه ا ْل َحيَا ُة ال ُّد ْنيَا ِإ َّل لَ ْه ٌو َولَ ِع ٌب َو ِإ َّن ال َّدارَ ا ْ ٰل ِخرَةَ لَ ِه َي ا ْل َحيَوَا ُن لَ ْو َكانُوا يَ ْعلَ ُمو َن‬ sırrınca, şu dâr-ı dünyâda câmid ve şuúrsuz ve hayâtsız maddeler, orada şuúrlu, hayâtdârdırlar. Buradaki insânlar gibi orada da ağaçlar, buradaki hayvânlar gibi oradaki taşlar, emri anlar ve yapar. Sen bir ağaca desen, ‘Filân meyveyi bana getir!’ getirir. Filân taşa desen, ‘Gel!’, gelir. Mâdem taş, ağaç bu derece ulvî bir súret alırlar. Elbette, ekl ve şürb ve nikâh dahî, hakíkat-i cismâniyyelerini muhâfaza etmekle berâber, Cennet’in dünyâ fevkındeki derecesi nisbetinde, dünyevî derecelerinden o derece yüksek bir súret almaları iktizá eder.”306 Demek, Cennet’te ehl-i Cennet, hangi ağaçtan hangi meyveyi isterse; o ağaç, o meyveyi hemen getirir. Ehl-i Cennet, bu súrette taltíf olunur. İkincisi: Ehl-i Cennet’e, hizmetçileri tarafından altın ve gümüş tepsiler, si- niler üzerinde Cennet’in meyveleri ikrâm ve ihsân edilir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, bu hakíkatı şöyle beyân etmektedir: ‫يَطُو ُف َعلَ ْي ِه ْم ِو ْل َدا ٌن ُمَ ّلَ ُدو َۙن ۞ بِاَ ْكوَا ٍب َواَبَا ۪ري َق َو َكأْ ٍس ِم ْن َم ۪عي ٍنۙ ۞ َل يُ َص َّد ُعو َن‬ ‫َع ْن َها َو َل يُ ْ ِنفُو َۙن ۞ َوفَا ِك َه ٍة ِمَّا يَتَ َخ َّ ُيو َۙن ۞ َولَ ْح ِم طَ ْ ٍي ِ ّمَا يَ ْشتَ ُهو َن‬ “Ehl-i Cennet’in (üzerlerinde;) ellerinde kulpsuz ve oluksuz (bardaklar,) kulp- lu ve oluklu (ibrîkler) ve pınardan akan lezîz (ve şarâbdan kâselerle dâimî hiz- metçi ğılmânlar tavâf eder,) dolaşır ve her zamân her ne arzû ederlerse, istedikleri vechîle hizmete hâzırdırlar. Ehl-i Cennet’in içtikleri şarâbdan (başları ağrımaz, akıllarına bir halel gelmez.) Onlara hizmet eden ‘vildân’ nâmındaki hizmetçiler, ehl-i Cennet’in (istedikleri meyveleri ve arzû ettikleri kuş etlerini getirirler.) Onlar da istediklerini seçip, istedikleri kadar yerler.”307 Üçüncüsü: Ehl-i Cennet, bulundukları her durumda; ister oturdukları yerde, ister ayakta, isterse uzandıkları hâlde, meyvelerin dalları onların başları üzerine gelir. Ağaçlar, her hâl ü kârda mü’minlere yakın olup onların emirlerine râm olur. 306 Sözler, 28. Söz, s. 499. 307 Vâkıa, 56:17-21.

140 Dâr-ı Saádet Gelecek âyet-i kerîmeler, bu hakíkati şöyle ifâde etmektedir: Birinci Âyet: ‫َو َدا ِنيَةً َعلَ ْي ِه ْم ِظ َللُ َها َوذُ ِلّلَ ْت قُطُوفُ َها تَ ْذ ۪لي ًل‬ “(Üzerlerine Cennet’in gölgeleri sarkmış, Cennet’in meyveleri) kolayca alınacak şekilde kendilerine (yakınlaştırılarak hâzırlanmıştır.)”308 İkinci Âyet: ٌ‫“ قُطُوفُ َهـا َدا ِنيَـة‬O ehl-i Cennet’e, (onun) Cennet’in (meyveleri yakındır.) Onlar, káim, káid, kısaca her hâl ü kârda o meyvelere erişirler. Meyveler, onlara gáyet derecede yakındır.”309 ‫“ ِق ْطـ ٌف‬Kıtf” kelimesi, “salkım” demektir. Bundan murâd, salkımlı meyvedir. Evvelki âyette geçtiği üzere, kıtf ile murâd; ‫ُســ ِّخ َر ْت َو ُســ ِّهلَ ْت ِث َما ُر َهــا ِللتَّنَــا ُو ِل‬ demektir. Ya‘nî: “Cennet’teki meyve ağaçları, ehl-i Cennet’in erişebilmesi için ko- laylaştırılmış ve onlara musahhar kılınmıştır.” İkinci âyette geçen kıtf ile murâd ise; ‫ ِث َما ُر َهـا قَ ۪ريبَـةٌ ِمـ َن ا ْل ُمتَنَـا َو ِل‬demektir. Ya‘nî: “Cennet meyveleri, ulaşılması için yakın kılınmıştır.”310 Üçüncü Âyet: ‫(“ َو َجنَــا ا ْل َجنَّتَــ ْ ِن َدا ٍن‬O iki Cennet’in ermiş meyveleri,) onları yiyecek olanlara (gáyet yakındır.)”311 “Rahmân Sûresi’nin Tefsîri” adlı eserimizde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sade- dinde şöyle denilmiştir: “‫ َجنَــا‬koparılan meyve demektir. Demek ehl-i Cennet, döşeklerine uzanırlar. Döşeklerin ise; iç kısmı, a‘lâ kumaşın kalınından, dışı ise çok ince kumaştandır. Kişi o döşeklere uzandığı hâlde, bahçenin meyveleri ona yakın, hemen elinin üstün- dedir. Oturduğu veyâ yattığı hâlde olsa bile, elini uzatsa ona kavuşur. Kalkmasına gerek kalmaz.312 308 İnsân, 76:14. 309 Hâkka, 69:23. 310 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 2/186. 311 Rahmân, 55:54. 312 Hâkka, 69:23; İnsân, 76:14.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 141 “Dünyâda insân, rızkının peşinde koşar. Cennet’te ise rızık, insânın peşinde ko- şar. Sen yerinde oturduğun hâlde rızkın ayağına gelir. “Dünyâda ehl-i îmân, ibâdet ve táat husúsunda devâmlı bir súrette sa‘y ü gayret içinde olması ve rızá-yi İlâhî yolunda hayrât kazanmak için hareket hâlinde bu- lunması sebebiyle Cennet’te mükâfât olarak artık istirâhata çekilir, ağalar ve beyler gibi yerinde oturur, rızkı ayağına gelir,313 Cennet’teki mevcûdât, emrini dinleyip ona hizmet eder. Meselâ; bir ağaca: ‘Şu meyveyi getir!’ dese getirir. Bir taşa ‘Gel!’ dese itáat edip yanına gider. Melekler, hizmet için emir bekler. Böylece yorulmadan ve meşakkat çekmeden rızkına kavuşur.314 Bir mü’min böyle bir müjdeyi aldıktan son- ra, başta namâz olmak üzere ibâdet ve táat husúsunda aslâ gevşeklik ve tenbellik göstermez.”315 Cennet-i bâkíde bir meyveye işâret etsen, itáat ederek senin yanına gelir. Kuşa işâret etsen, izn-i İlâhî ile kebâb olup önüne konur. Sen, o memleketin paşası olduğun için, neyi emredersen, izn-i İlâhî ile emrin ânında yerine getirilir. Senin hayâlinle işâretin berâber çalışır, bir ânda iş biter. Orada her şey cânlıdır, emri anlar ve yapar. Böyle bir Cennet, bizim gibi avâm içindir, ona misâldir. Peygamberler gibi beşerin yüksek tabakasının Cennet’teki saádetleri ise çok daha yüksektir, on- lar daha yüce mertebelerdedirler. Zîrâ, Cennet’te ehl-i îmâna ihsân edilecek ni‘metler, havâs ve latífelerinin inkişâfı nisbetindedir. Peygamberlerin havâs ve latífeleri daha fazla inkişâf ettiği için, elbette Cennet’te daha fazla lezzet alırlar. İbn-i Abbâs (ra) Hazretleri der ki: “Ehl-i Cennet, Cennet’in meyvelerinden almak istedikleri zamân; meyveler, eğilir, aşağı doğru sarkar. Onlar da istedikleri meyveleri alırlar. Ağaçların dalları, emirber nefer gibi beklerler. Ehl-i Cennet ise, ister oturdukları yerden, ister ayakta, isterse uzandıkları hâlde, o Cennet meyvelerin- den yerler. O ağaçların dalları, onlara gáyet yakın olduğundan, sanki dâimâ başları üzerinde durur vaz‘ıyyettedirler. Ehl-i Cennet, o meyveleri zahmetsiz bir şekilde ko- parıp yerler.”316 Hulâsa: Ehl-i Cennet, ister meyve ağaçlarını ayaklarına çağırıp, o ağaçlar da onların emrine itáat edip meyvelerini onlara getirsinler; ister o meyveler, 313 İşârâtü’l-İ‘câz, s. 152. 314 Hicr, 15:48; Fâtır, 35:35. 315 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 628-629. 316 İbn-i Mübârek, Zevâid, ez-Zühd, 230; İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannaf, 13/141; Taberî, 29/39.

142 Dâr-ı Saádet hizmetçiler tarafından onlara getirilip ikrâm edilsin; isterse ehl-i Cennet ayak- ta, oturarak veyâ uzanarak oldukları hâlde meyveler onlara yaklaştırılsın, fark etmez. Alâ küll-i hâl, ehl-i Cennet, istediği zamân istediği şekilde o meyvelere nâil olur ve onlardan istifâde eder. Cennet meyveleri, eksilip noksán olmaz. Bir meyve koparıldığı zamân, yerine izn-i İlâhî ile ânında yeni bir meyve yerleştirilir. Dünyâ meyveleri gibi, bir sene beklemeğe ihtiyâc yoktur. Zîrâ, Cennet, dâru’l-kudret yeri olup orada esbâb, vesâit ve zamân olmadığı için, koparılan meyvenin yerine ânında yenisi gelir. Orada tükenmek ve noksán olmak yoktur. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyruluyor: ‫ ِإ َّن ال ّرَ ُجـ َل ِإذَا نَـزَ َع ِمـ َن‬: - ‫ َصـ َّى الّٰ ُل َعلَ ْيـ ِه َو َسـ ّلَ َم‬- ‫ قَـا َل النَّـ ِ ُّي‬: ‫ قَـا َل‬، ‫َو َعـ ْن ثَ ْوبَـا َن‬ .‫ا ْل َجنَّـ ِة َعـا َد ْت َم َكانَ َهـا أُ ْخـ ٰرى‬ Sevbân (ra)’dan rivâyetle Resûlulláh (asm), şöyle buyurmaktadır: “Kişi, Cennet’in meyvelerinden bir meyve kopardığı zamân, o koparılan meyve- nin yerine başka bir meyve gelir.”317 Cennet, dallı-budaklı pek çok ağaçlarla muhât olduğu gibi; zemîni de ne- bâtâtın kesretinden dolayı yem yeşildir. Gelecek âyet-i kerîme, bunu ifâde et- mektedir. Şöyle ki: ‫“ ُم ْد َها ّمَتَــا ِن‬O iki Cennet, nebâtâtın, hadravâtın şiddetinden siyâha mâil ye- şildirler.”318 “Rahmân Sûresi’nin Tefsîri” adlı eserimizde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sade- dinde şöyle denilmiştir: “‫ ُم ْد َها ّمَتَا ِن‬kelimesi, yeşilliğin şiddetinden dolayı siyâhlaşmış ma‘nâsındadır. Bu kelime, birkaç nükteye işâret eder: “Birincisi: Kur’ân-ı Hakîm, evvelki iki Cenneti, ‫‘ ذَ َواتَـا أَ ْفنَـا ٍن‬O iki Cennet’te pek çok ağaçlar mevcûddur ve o ağaçların pek çok dalları ve çeşit çeşit meyveleri vardır’ diye vasfetti. Bu Cennetlerin ise, yeşilliğinin ziyâdeliğinden siyâhlaştığını ifâde etti. Demek, evvelki iki Cennet’te ağaçlar daha ziyâdedir ve bundan dolayı meyveleri daha çoktur. Bu Cennetlerde ise, nebâtât hâkimdir. Bu ise, bu iki Cennet’in evvelki iki Cennet’e nisbeten derecesinin daha düşük olduğuna işâret eder. 317 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/414. 318 Rahmân, 55:64.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 143 “İkincisi: Bu Cennetler, dâimâ yeşil ve hayâtlıdır. Öyle ise orada güz ve kış mev- simleri yoktur, devâmlı bahâr ve yaz mevsimleri hâkimdir. Demek, orada zamân olmadığından mevsimlerin tebeddül ve tegayyürü yoktur. “Üçüncüsü: Bahçelerin yeşilliği, suyun bolluğundan kaynaklanır. Demek, bu bahçelerin suları boldur ve kesilmez. Orada aslâ kuraklık olmaz. Bu sebeble Cen- net devâmlı olarak yem yeşildir. “Dördüncüsü: Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bu Cennetlerin dâimâ yeşil olduğunu ifâde etmekle işâret ediyor ki: Cennet’te zamânın tebeddülâtı ve bu tebeddülâttan kaynaklanan tahrîb ve fenâ yoktur. “Bu âyet-i kerîme de, Cennet’teki saádetin cismânî olduğunu sarâhaten ifâde eder. Zîrâ, yeşillik, göze hıtáb eder. Göz, yeşili seyretmekten lezzet alır.”319 Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân Rahmân Sûresi’nde bahsi geçen böyle bir vasfa sáhib Cennet’i, ehl-i îmâna müjde verdikten sonra umûm cin ve inse şöyle bir hıtábta bulunur: ‫“ فَ ِب ـأَ ِ ّي ٰا َل ِء رَبِّ ُك َم ـا تُ َك ِّذبَـا ِن‬Ey cin ve ins! Kemâl-i merhametinden sizin için böyle yem yeşil bir Cennet’i ve onu halk eden bir Zât-ı Rahmân’ı mı inkâr ve tekzîb edersiniz? “Yoksa o yem yeşil Cennetlerin dünyevî nezáirini mi inkâr edersiniz? “Yoksa bu Cennetleri size ta‘rîf eden ve onunla sizi fenn-i zirâata teşvîk eden ve bu dünyâyı küçük bir Cennet hâline çevirmeniz için size nihâî noktayı gösteren, ‘Yeryü- zünü bağ ve bahçelerle, nebâtât ve hadravâtla öyle yeşillendirin ki; yeşilliğin- den siyâh gibi görünsün’ diye size yol gösteren Kur’ân-ı Kerîm’i veyâ onun bir sû- resi olan şu Rahmân Sûresi’ni mi inkâr ve tekzîb edersiniz? İnkâr ve tekzîb ettiğiniz takdîrde, haydi siz de âhirette ehl-i îmâna ihsân edilecek o Cennet’in bir nümûnesi olan şu dünyâdaki nebâtât ve hadravâtla müzeyyen bağ ve bahçelere benzer bir bağ ve bahçeyi halk edin! Haydi, buna güç yetiremediniz ve yetiremeyeceksiniz; öyle ise bir tek ağaç ve bir tek nebâtı halk edin! Bunu dahi yapamayacaksınız; öyle ise áciz ve zaíf mahlûklarsınız. Áciz ve zaífin şe’ni, bir güce dayanmaktır. O hâlde, nihâyetsiz kuvvet ve kudret sáhibi olan bir Zât-ı Kádir’e îmân ile intisâb ve ubûdiyyetle hizme- tine girmek súretiyle acz ve zaaf yaranızı tedâvî edin. “Hem o Cennet’teki bağ ve bahçelerden, nebâtât ve hadravâttan haber veren şu ‫ ُم ْد َها ّمَتَـا ِن‬âyet-i kerîmesinin bir nazíresini getirin. Mâdem getiremiyorsunuz. Netîce 319 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 681-682.

144 Dâr-ı Saádet verir ki: Kâinâtta bulunan ve her biri birer tekvînî âyet olan her bir mevcûd mu‘cize olduğu gibi, teklîfî olan her bir âyet-i Kur’ân dahi birer mu‘cizedir. Sizler ise áciz- siniz. Mâdem tekvînî ve teklîfî her bir âyet, birer mu‘cizedir. Öyle ise îmân ediniz. Şâyet îmândan yüz çevirirseniz, dünyâda cânlarınız ve mallarınız tehlikeye gireceği gibi; âhirette dahi yakıtı insânlar ve taşlar olan âteşe gireceksiniz.”320 Sâniyen: Cennet’in ağaç ve meyveleri hakkındaki Ehâdîs-i Nebeviyye’nin ih- bârâtı ise şöyledir: Cennet’teki ağaçların büyüklüğü, hadîste şöyle tasvîr edilmiştir: ِ‫ َع ْن رَ ُسـو ِل الّٰل‬،‫ َع ْن َسـ ْه ِل ْب ِن َسـ ْع ٍد‬،‫َو ِفـي ال َّص ۪حي َحـ ْ ِن أَ ْي ًضـا ِمـ ْن َح ۪ديـ ِث َعـ ْن أَ۪بي َحـا ِز ٍم‬ .‫ ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة لَ َش َجرَةً يَ ۪سي ُر ال ّرَا ِك ُب ۪في ِظ ِّل َها ِمائَةَ َعا ٍم لاَيَ ْقطَ ُع َها‬:‫َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل‬ Buhárî ve Müslim’de, Ebû Hâzım hadîsinde, Sehl bin Sa‘d (ra), Resûlulláh (asm)’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Cennet’te öyle bir ağaç vardır ki; bir binekli, onun gölgesinde yüz yıl gider de yine o gölgeyi bitiremez.”321 Ebû Saíd el Hudrî (ra)’den rivâyete göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: .‫ِفي ا ْل َجنَّ ِة َش َجرَةً يَ ۪سي ُر ال ّرَا ِك ُب ۪في ِظ ِّل َها ِمائَةَ َعا ٍم َل ْي َقطَ ُع َها َوقَا َل ٰذ ِل َك ال ِظّ ُّل ا ْل َم ْم ُدو ُد‬ “Cennet’te öyle bir ağaç vardır ki; binitli bir kişi onun gölgesinde yüz yıl yürür; sonuna varamaz.” Daha sonra Resûlulláh (sav) şöyle devâm etti: “İşte ‘Uzayıp giden gölgeler…’322 âyet-i kerîmesinden murâd budur.”323 ‫ َح َّدثَ۪ن أَبُو َس ۪عي ٍد‬:‫ فَ َقا َل‬،‫ فَ َح َّد ْث ُت بِ ِه النُّ ْع َما َن ْب َن أَ ۪بي َعيَّا ٍش ال ّزُرَقِ َّي‬:‫قَا َل أَبُو َحا ِز ٍم‬ ‫ ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة َش َجرَةً يَ ۪سي ُر ال ّرَا ِك ُب‬:‫ قَا َل‬،‫ َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬،‫ا ْل ُخ ْد ِر ُّي‬ .‫ ِمائَةَ َعا ٍم َما يَ ْقطَ ُع َها‬،‫ا ْل َجوَا َد ا ْل ُم َض َّمرَ ال َّس ۪ري َع‬ Ebû Hâzım dedi ki: “Ben, bu hadîsi, Nu‘mân bin Ebî Ayyâş ez-Zürekî’ye tahdîs ettim. O da ‘Ebû Saíd el-Hudrî, bana tahdîs etti’ dedi. O da Resûl-i Ekrem (asm)’ın 320 Bakara, 2:24 ; Tahrîm, 66:6. 321 Buhárî, 9/415; Müslim, 2827. 322 Vâkıa, 56:30. 323 Tirmizî, 38/1, Hadîs No: 2693.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 145 şöyle buyurduğunu rivâyet etti: ‘Cennet’te öyle bir ağaç vardır ki; iyi eğitilmiş, hızlı koşan bir ata binen kişi, onun gölgesinde yüz yıl gider de o ağacın gölgesini kat‘ edip bitiremez.’ ”324 Cennet’teki ağaçların kök, gövde, dal ve budakları; dünyâ ağaçları gibi odun- dan değildir. Tüm ağaçların kök, gövde, dal ve budakları; altın, gümüş, inci, zümrüd, yâkút ve zeberced gibi kıymetli mücevherâttandır. Konu ile alâkalı ba‘zı hadîs-i şerîfler şöyledir: ‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل‬:‫ قَا َل‬،َ‫ َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَة‬،‫َو ۪في َجا ِم ِع ال ِّ ْت ِم ۪ذي ِم ْن َح ۪دي ِث َع ْن أَ ۪بي َحا ِز ٍم‬ .‫ َما ِفي ا ْل َجنَّ ِة َش َجرَ ٌة ِإ َّل َو َساقُ َها ِم ْن ذَ َه ٍب‬:‫َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬ Tirmizî’nin “Câmi‘”ınde, Ebû Hüreyre (ra)’den gelen Ebû Hâzım hadîsinde, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Cennet’te hîçbir ağaç yoktur ki; illâ onun gövdesi, altından olmasın. Ya‘nî, al- tındandır.”325 ، َ‫ َ ْن ُل ا ْل َجنَّ ِة ُج ُذو ُع َها ِم ْن زُ ُم ّرُ ٍد أَ ْخ َضر‬:‫ قَا َل‬- ‫ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه َما‬- ‫َو َع ِن ا ْب ِن َع ّبَا ٍس‬ ‫ َوثَ َم ُر َها‬، ‫ ِم ْن َها ُم َقطَّ َعاتُ ُه ْم َو ُحلَ ُل ُه ْم‬، ‫ َو َس َع ُف َها ِك ْسوَ ٌة ِلَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة‬، ‫َو َكرَبُ َها ذَ َه ٌب أَ ْحَ ُر‬ ، ‫ َوأَ ْل َ ُي ِم َن ال ّزُ ْب ِد‬، ‫ َوأَ ْح ٰل ِم َن ا ْل َع َس ِل‬، ‫ أَ َش ُّد بَيَا ًضا ِم ْن ال ّلَ َ ِب‬،‫أَ ْمثَا ُل ا ْل ِق َل ِل َوال ِّد َل ِء‬ .‫لَ ْي َس ۪في َها َع َج ٌم‬ İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte ise şöyle buyrulmaktadır: “(Cennet’teki hurma ağaçlarının gövdeleri, yeşil zümrüdden; kalın olan dal- ların dipleri ise kırmızı altındandır. Yaprakları, ehl-i Cennet’in kisvesidir. Kesip giyecekleri libâsları, yeni giysileri) hulleleri (o yapraklardandır.) Bu mevzú‘, ehl-i Cennet’in libâsları mevzúunda tafsílâtıyla zikredilecektir. (Meyveleri, destiler ve ko- valar gibi büyüktür.) O meyveler, (sütten daha beyâz, baldan daha tatlı, kaymaktan daha yumuşaktır. Çekirdekleri yoktur.)”326 :‫ قَا َل‬،‫ َع ْن ُمَا ِه ٍد‬،‫ َع ِن ا ْب ِن أَ ۪بي َ۪ني ٍح‬،َ‫َوقَا َل َع ْب ُد الّٰ ِل ْب ِن ا ْل ُمبَارَ ِك أَ ْنبَأَنَا ُس ْفيَا ُن ْب ُن ُعيَ ْينَة‬ 324 Müslim, 2828. 325 Tirmizî, 2525. 326 ed-Dürru’l-Mensûr, 6/150; et-Tergíb ve’t-Terhîb, 4/523; İbn-i Kesîr, en-Nihâye, 2/413-414; Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 2/119.

146 Dâr-ı Saádet ٌ‫ َوأَ ْفنَانُ َها لُ ْؤلُؤ‬،ٌ‫ َوأُ ُصو ُل َش َج ِر َها ذَ َه ٌب َو ِف َّضة‬،‫ َوتُرَابُ َها ِم ْس ٌك‬،‫أَ ْر ُض ا ْل َجنَّ ِة ِم ْن َو ِر ٍق‬ ‫ َو َم ْن أَ َك َل َجا ِل ًسا‬،‫ فَ َم ْن أَ َك َل قَائِ ًما لَ ْم يُ ْؤ ِذ ِه‬،‫ َوا ْلوَرَ ُق َوالثَّ َم ُر َ ْت َت ٰذ ِل َك‬،‫َوزَبَ ْر َج ٌد َويَاقُو ٌت‬ . ‫ َوذُ ِلّلَ ْت قُطُوفُ َها تَ ْذ ۪لي ًل‬،‫ َو َم ْن أَ َك َل ُم ْضطَ ِج ًعا لَ ْم يُ ْؤ ِذ ِه‬،‫لَ ْم يُ ْؤ ِذ ِه‬ Abdulláh ibn-i Mübârek der ki: Süfyân bin Uyeyne bize haber verdi. O da İbn-i Ebî Necîh’ten; o da Mücâhid’den rivâyet etti. Mücâhid şöyle demiştir: “(Cennet’in arzı, yeri gümüştendir. Toprağı misktir. Ağaçların kökleri altın ve gümüştür. Dalları inci, zeberced ve yâkúttur. Yaprak ve meyveleri dallarının altında olup, ayakta yiyene eziyyet vermez.) Râhat ulaşıp yer. (Oturarak yiyene sıkıntı ver- mez. Uzanarak yiyene eziyyet vermez.) Ehl-i Cennet’in istifâdesi için uygun şekle getirilmiştir. (Dal ve budakları ehl-i Cennet’e râm edilmiştir.)”327 Hulâsa: Bu ve benzeri hadîsler bildiriyor ki; Cennet ağaçlarının kök, gövde, dal ve budakları, Cennet’e münâsib, kıymetli mücevherâttan halk edilmiş olup dünyâdaki ağaçlar cinsinden değildir. ‫َوقَا َل ا ْ ِل َما ُم أَ ْحَ ُد َح َّدثَنَا َع ِ ُّل ْب ُن َ ْب ٍر َح َّدثَنَا ِه َشا ُم ْب ُن يُو ُس َف أَ ْخ َبَنَا َم ْع َم ُر َع ْن أَ ۪بي‬ ‫ َجا َء‬: ‫َ ْي َي ْب ِن أَ ۪بي َك ۪ثي ٍر َع ْن َعا ِم ِر ْب ِن زَ ْي ِد ا ْل ُب َكا ِل ِ ّي أَنَّ ُه َِس َع ُع ْتبَةَ ْب َن َع ْب ِد ال ُّسلَ ِم ِ ّي يَ ُقو ُل‬ ‫أَ ْعرَابِ ٌّي ِإ ٰلى رَ ُسو ِل الّٰل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم فَ َسأَلَ ُه َع ِن ا ْل َح ْو ِض َوذَ َكرَ ا ْل َجنَّةَ ثُ َّم قَا َل‬ ‫ا ْلَ ْعرَابِ ُّي ۪في َها فَا ِك َهةٌ؟ قَا َل « نَ َع ْم َو ۪في َها َش َجرَ ٌة تُ ْد ٰعى ُطو ٰبى « قَا َل فَ َذ َكرَ َش ْيئًا َل أَ ْد ۪ري‬ ‫َما ُهوَ قَا َل أَ ُّي َش َج ٍر أَ ْر ُضنَا تُ ْش ِب ُه ؟ قَا َل « لَ ْي َس ْت تُ ْش ِب ُه َش ْيئًا ِم ْن َش َج ِر أَ ْر ِض َك « فَ َقا َل‬ ‫النَِّ ُّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم» أَتَ ْي َت ال َّشا َم « ؟ قَا َل َل قَا َل « تُ ْش ِب ُه َش َجرَةً بِال َّشا ِم تُ ْد َعى‬ ‫ا ْل َج ْوزَةَ تَ ْن ُب ُت َع ٰل َسا ٍق َوا ِح ٍد َويَ ْن َف ِر ُش أَ ْع َل َها» قَا َل َما ِعظَ ُم ا ْل ُع ْن ُقو ِد ؟ قَا َل « َم ۪سيرَ ُة‬ ‫َش ْه ٍر ِل ْل ُغرَا ِب ا ْلَ ْب َق ِع َل يَ ْف ُتُ « قَا َل َما ِعظَ ُم أَ ْص ِل َها ؟ قَا َل « لَ ْو ِا ْر َتَلَ ْت َج َذ َعةٌ ِم ْن ِإبِ ِل‬ « ‫أَ ْه ِل َك َما أَ َحاطَ ْت بِأَ ْص ِل َها َح ّٰت تَ ْن َك ِس ُر تَ ْرقُوَتُ َها َهرَ ًما « قَا َل ۪في َها ِعنَ ٌب ؟ قَا َل « نَ َع ْم‬ ‫قَا َل فَ َما ِعظَ ُم ا ْل َح ّبَ ِة ؟ قَا َل « َه ْل ذَبَ َح أَبُو َك تَ ْي ًسا ِم ْن َغنَ ِم ۪ه قَ ُّط َع ۪ظي ًما « قَا َل نَ َع ْم قَا َل‬ 327 Abdulláh bin Mübârek, Zevâid, ez-Zühd, 67; İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannaf, 13/95; Süyûtí, ed- Dürru’l-Mensûr, 6/300; Beyhekí.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 147 ‫« فَ َسلَ َخ ِإ َهابَ ُه فَأَ ْعطَا ُه أُ ّمَ َك فَ َقا َل ا َّ ِت ۪ذي لَنَا ِم ْن ُه َد ْلوًا « قَا َل نَ َع ْم قَا َل ا ْلَ ْعرَابِ ُّي فَ ِإ َّن ِت ْل َك‬ .‫ا ْل َح ّبَةَ لَ ُت ْش ِب ُع۪ن َوأَ ْه ُل بَ ْي۪ت ؟ قَا َل « نَ َع ْم َو َعا ّمَ ُة َع ۪شيرَ ِت َك‬ Ahmed ibn-i Hanbel (ra) der ki: “Ali bin Bahr bize tahdîs etti.” O da, “Hişâm bin Yûsuf bize tahdîs etti” dedi. O da, “Ma‘mer bize haber verdi” dedi. O da Ebû Yahyâ bin Ebî Kesîr’den; o da Âmir bin Zeyd el-Bükâlî’den rivâyet etti. O da Utbe bin Abdussülemî’den işittiğine göre, o şöyle demiştir: “Bir bedevî, Resûl-i Ekrem (asm)’a gelip, ona Havz’ı sorup Cennet’ten bahset- ti. Sonra o bedevî, ‘Cennet’te meyveler var mıdır?’ dedi. Resûl-i Ekrem (asm) ise, ‘Evet, Cennet’te meyveler ve ayrıca Túbâ denilen bir ağaç vardır’ dedi ve bilmediğim ba‘zı şeyler dahi zikretti. Bedevî, ‘Bizim yörenin hangi ağacına benziyor?’ diye sor- du. Resûl-i Ekrem (asm), ‘Senin yörenin hîçbir ağacına benzemez’ buyurdular. “Daha sonra Resûl-i Ekrem (asm), bedevîye, ‘Sen, hîç Şâm’a gittin mi?’ diye sordu. Bedevî, ‘Hayır’ dedi. Resûl-i Ekrem (asm) devâmla şöyle dedi: ‘Şâm’daki bir ağaca benzer ki; ona ceviz ağacı derler. Tek bir gövde üzerine yetişir. Üst tarafı ise, etrâfa doğru yayılır.’ Bedevî dedi ki: ‘O ağacın gövdesinin büyüklüğü ne kadardır?’ Resûl-i Ekrem (asm) buyurdular ki: Alacakarganın, bir ay durmadan gittiği kadarki mesâ- fenin büyüklüğü kadardır. Bedevî devamla, O ağacın kökünün büyüklüğü ne kadar- dır? Resûl-i Ekrem (asm) buyurdular ki: ‘Elinde bulunan cezâa (ya’nî, dört yaşındaki deve) ile yola çıksan, onun sâdece kökünü bitiremezsin. Nihâyet o kadar yolu bitire- meyip ihtiyârlıktan köprücük kemiğin kırılır. (Yine de o ağacın kökünü bitiremezsin.)’ “Bedevî dedi ki: ‘O Cennet’te üzüm var mıdır?’ Resûl-i Ekrem (asm), ‘Evet’ dedi. Bedevî, ‘Peki, o üzümün bir tânesinin büyüklüğü ne kadardır?’ diye sordu. Resûl-i Ekrem (asm), ‘Baban, hîç büyük bir teke kesmiş midir?’ buyurdu. Bedevî, ‘Evet’ dedi. Resûl-i Ekrem (asm), ‘Derisini yüzüp annene verdi mi? Sonra ona, ‘Bundan bize kova, tulum yap’ dedi mi?’ buyurdu. Bedevî, ‘Evet’ dedi. “Bedevî, devâmla dedi ki: ‘Böyle bir tâne, beni ve áilemi doyurur.’ Resûl-i Ek- rem (asm), ‘O tâne, bütün akrabâlarını da doyurur’ buyurdular.”328 ‫َو َعن أبي سعيد ا ْل ُخ ْد ِر ّي رَ ِضي الله َعن ُه َعن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم أَنه قَا َل لَ ُه‬ ‫رجل يَا رَ ُسول الله َما ُطوبَى قَا َل َش َجرَة مسيرَة مائَة سنة ِثيَاب أهل ا ْلجنَّة تخرج من أكمامها‬ 328 Ahmed, Müsned, 4/183-184.

148 Dâr-ı Saádet Ebu Saíd el-Hudrî (ra)’den şöyle rivâyet olundu: “Bir adam, ‘Yâ Resûlelláh! Túbâ nedir?’ diye sordu. Resûl-i Ekrem (sav) de, ‘Yüz senelik mesâfeyi tutan bir ağaçtır. Cennet ehlinin elbiseleri onun dallarından çıkar’ buyurdu.”329 ‫َو ُر ِو َي َعن ا ْبن َع ّبَاس رَ ِضي الله َع ْن ُه َما قَا َل الرمانة من رمان ا ْلجنَّة ي ْجتَمع حول َها بشر كثير‬ ‫يَأْ ُك ُلون ِم ْن َها فَ ِإن جرى على ذكر أحدهم َش ْيء يُريد ُه وجده ِفي َمو ِضع يَده َح ْي ُث يَأْ ُكل‬ İbn-i Abbâs (ra)’dan şöyle rivâyet olundu: “Cennet narlarından bir narın etrâfına birçok insânlar oturur, yerler. Birinin aklına cânının istediği bir şey gelince, elinin altında onu bulur, alır ve yer.”330 Ehl-i Cennet, istediği zamân, ihtiyâc olmadığı hâlde, kendisi de Cennet’te ekin ekip çiftçilik yapabilir. Bundan da ayrı bir zevk alır. Nitekim, hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır: ‫ َو ِع ْن َد ُه‬،‫ أَ َّن النَِّ َّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم َكا َن يَ ْو ًما ُيَ ِّد ُث‬:‫َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه‬ ‫ أَلَ ْس َت‬:‫ فَ َقا َل لَ ُه‬،‫ أَ َّن رَ ُج ًل ِم ْن أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة ِا ْستَأْذَ َن رَبَّ ُه ِفي ال ّزَ ْر ِع‬:‫رَ ُج ٌل ِم ْن أَ ْه ِل البَا ِديَ ِة‬ ‫ فَبَا َدرَ الطَّ ْر َف نَبَاتُ ُه َوا ْس ِتوَا ُؤ ُه‬،َ‫ فَبَ َذر‬:‫ قَا َل‬،‫ َو ٰل ِك۪ ّن أُ ِح ُّب أَ ْن أَ ْزرَ َع‬،‫ بَ ٰل‬:‫۪في َما ِش ْئ َت؟ قَا َل‬ ‫ فَ ِإنَّ ُه لاَ يُ ْش ِب ُع َك َش ْي ٌء‬،‫ ُدونَ َك يَا ا ْب َن ٰا َد َم‬:‫ فَيَ ُقو ُل الّٰ ُل‬،‫ فَ َكا َن أَ ْمثَا َل ال ِجبَا ِل‬،‫َوا ْس ِت ْح َصا ُد ُه‬ ‫ َوأَ ّمَا َ ْن ُن‬،‫ فَ ِإنَّ ُه ْم أَ ْص َحا ُب زَ ْر ٍع‬،‫ أَ ْو أَ ْن َصا ِريّا‬،ً‫ َوالّٰ ِل لاَ َتِ ُد ُه ِإ َّل قُرَ ْي ِشيّا‬:‫ فَ َقا َل ا ْلَ ْعرَابِ ُّي‬، .‫ فَ َض ِح َك النَِّ ُّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬،‫فَلَ ْسنَا بِأَ ْص َحا ِب زَ ْر ٍع‬ Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre: “Resûl-i Ekrem (asm) bir gün konuşurken, yanında ehl-i bâdiyeden bir adam vardı. Şöylece konuşmasına devâm etti: ‘Ehl-i Cennet’ten bir adam, Cennet’te zirâat yapmak, ekin ekmek için Rabb’inden izin ister. Cenâb-ı Hak da o adama, ‘Her is- tediğine nâil olmadın mı?’ diye sorar. O adam, ‘Evet yâ Rabb! Her istediğimi verdin. Ama, ben, Cennet’te zirâat yapmak ve ekin ekmek istiyorum’ der. “ ‘O adam acele edip hemen tohumu serper; daha göz açıp kapamadan ekin bitip 329 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 342. 330 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 351.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 149 serpilir; sapı üzerine dikilip düzelir; hasad olup toplanır; dağlar misâli ekin yığınları oluşur. Cenâb-ı Hak, ‘Ey Âdemoğlu! Al, bütün bu ekinleri. Seni de hîçbir şey doyurmaz’ buyurur.’ “O ân Resûl-i Ekrem (sav)’in yanında bulunan bedevî dedi ki: ‘Yâ Resûlelláh (asm)! Elláh’tan ekin ekmek isteyen bu adam, olsa olsa ya Kureyşî veyâ Ensârî’dir. Biz ise, ehl-i bâdiye olduğumuzdan, ekin ekmeyi bilmeyiz’ dedi. Resûl-i Ekrem (asm), bunun üzerine güldü.”331 Elhâsıl: Rahmân-ı Rahîm’in ehl-i îmân ve táate Cennet’teki lütuflarından biri de, Cennet’te, dallı budaklı, meyveli ve meyvesiz her nev‘ ağaçları, altla- rından nehirler akan eşcârı, gül ve çiçekler ile müzeyyen bahçeleri, bağ ve bos- tanları, envâ-ı çeşit meyveleri, nebâtât ve hadravâtı ebedî ve dâimî bir súrette onlara ihsân ve ikrâm etmesidir. Cenâb-ı Hak, Cennet’e girmeyi ve Cennet’in bu ni‘metlerinden istifâde etmeyi bizlere nasíb eylesin. Âmîn.  BEŞİNCİ MEBHAS Cennet’in çeşme ve pınarları hakkındadır. Cennet’te Cenâb-ı Hakk’ın, ehl-i Cennet’e ihsân ve ikrâm edeceği ni‘metle- rinden biri de çeşme ve pınarlardır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, bu ni‘met-i İlâhiyye’yi şöyle tebşîr eder: Birincisi: Kâfûr denilen çeşmedir. Gelecek âyet-i kerîmelerde bu çeşmeden şöyle bahsedilir: ‫(“ ِا َّن ا ْلَ ْبـرَارَ يَ ْشـرَبُو َن ِمـ ْن َكأْ ٍس َكا َن ِمزَا ُج َهـا َكافُـورًا‬Muhakkak ki; iyi insânlar) ehl-i Cennet, Cennet’lerde (bir kadehten) lezzetli suları (içerler ki: Ona) o kade- he, ondaki suya (katılmış şey, Kâfûr’dur.) O, fevka’l-áde şeffâf ve lezzetlidir; gá- yet soğuk ve tatlıdır. Bu dünyâda olan mazarrât, onda olmaz. Zîrâ, Cennet’in me’kûlât ve meşrûbâtı, ehl-i îmân hakkında sırf telezzüzden ibâret olduğu cihet- le aslâ zarar şâibesi olmaz.”332 331 Buhárî, 13/487 ve 5/27 hars ve müzâraa kitâbı. 332 İnsân, 76:5.

150 Dâr-ı Saádet ‫“ َع ْينًـا يَ ْشـ َر ُب بِ َهـا ِعبَـا ُد الّٰلِ يُ َف ِّج ُرونَ َهـا تَ ْف ۪جـرًا‬Kâfûr, bir pınardır ki; o pınardan Elláh’ın mü’min kulları içerler; onlar, o pınarları istedikleri mahalle akıtır; alır götürürler.”333 “Kâfûr, Cennet çeşmelerinden bir çeşmedir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, o çeşmeye Kâfûr demekle teşbîh yapmıştır. Ya‘nî, o Cennet’teki çeşme, beyâzlık, güzel koku ve serinlik cihetiyle Kâfûr’a benzetilmiştir. Yoksa, tadı cihetiyle Kâfûr’a benze- mesi maksúd değildir. Zîrâ, Kâfûr, içilmez. Burada murâd, dünyâ Kâfûr’u değil- dir. Cenâb-ı Hak, bu çeşmeye ‘Kâfûr’ nâmını vermiştir. Tâ ki, kalbler, Cennet’in ni‘metlerine dâir hakíkati derk etsin ve bu mes’ele, az da olsa anlaşılsın. Bu sâyede dünyâdaki güzel koku, beyâzlık ve soğukluğuyla ma‘rûf Kâfûr’a teşbîh olunan Cen- net çeşmesinin evsáfı bilinsin, anlaşılsın.”334 İkincisi: Selsebîl çeşmesidir. Kur’ân-ı Kerîm’de, bu çeşmeden şöyle bahse- dilir: ‫(“ َويُ ْسـ َق ْو َن ۪في َهـا َكأْ ًسـا َكا َن ِمزَا ُج َهـا زَ ْنَ ۪بيـ ًا‬Ve) Cennet ehline (orada) o Cen- net’te (bir kadehde) bir bardakta pek lezzetli bir su, (içirirler ki; ona Zencebîl katılmıştır.”)335 ‫(“ َع ْينًـا ۪في َهـا تُ َسـ ّٰمى َس ْل َسـ ۪بي ًل‬Orada) o Cennet’te (bir çeşmeden) bir pınardan, bir su kaynağından o suyu içerler (ki;) ona, o su kaynağına (Selsebîl denilir.) Onun kolaylıkla, lezzetle içilmesinden dolayı kendisine bu ad verilmiştir. O, Cennet’teki güzel bir su kaynağıdır.”336 ‫“ َس ْل َسـ ۪بي ًل‬Selsebîl”, Cennet’teki çeşmenin ismidir. Selâmet ile aktığı için ona bu isim verilmiştir. Suyu, tek bir yerden akar; boğazdan kolaylıkla geçer. Bu çeşme, kendinde mevcûd sıfât ve özelliğiyle tesmiye olunmuştur.337 333 İnsân, 76:6. 334 Meániyyü’l-Kur’ân li’l-Ferrâ, 3/215; Câmiu’l-Beyân, 14/29/206; Meálimü’t-Tenzîl, 5/29/497; Zâ- du’l-Mesîr, 8/430; Kurtubî Tefsîri, 10/19/125; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 8/312; Rûhu’l-Meánî, 10/29/194. 335 İnsân, 76:17. 336 İnsân, 76:18. 337 Meániyyü’l-Kur’ân li’l-Ferrâ, 3/217; Meániyyü-l Kur’ân li’l-Ahfeş, 2/520; Câmiu’-Beyân, 14/29/217; Meálimü’t-Tenzîl, 5/29/500; Zâdu’l-Mesîr, 8/438; Kurtubî Tefsîri, 1/19/142; Tefsî- ru’l-Kur’âni’l-Azím, 8/317.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook