Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore cennet

cennet

Published by Mehmet Sıddık Kılavuz, 2020-11-18 00:55:01

Description: cennet

Search

Read the Text Version

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 51 “Biz Ehl-i Sünnet ve-l Cemâat, el’ân Cehennem’in vücûduna i‘tikád ediyoruz.”108 Cennet de, mezkûr cümlelerde geçen Cehennem’e kıyâs edilebilir. Gelecek hadîs-i kudsîde geçen ‫“ أَ ْعــ َد ْد ُت‬Hâzırladım!” ifâdesi de, Cennet’in el’ân mevcûd ve mahlûk olduğunun başka bir delîlidir: ‫ أَ ْع َد ْد ُت ِل ِعبَا ِد َي‬:‫ قال الّٰ ُل تَ َعا ٰلى‬: ‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل‬:‫َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ قَا َل‬ .‫ال َّصا ِل ۪حي َن َما َل َع ْ ٌي رَأَ ْت َو َل أُذُ ٌن َِس َع ْت َو َل َخطَرَ َع ٰل قَ ْل ِب بَ َش ٍر‬ Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Elláhu Teálâ, ‘Ben sálih kullarım için hîçbir gözün görmediği, hîçbir ku- lağın duymadığı, hîçbir insânın aklına getirip hayâl edemediği ni‘metler hâ- zırladım’ buyurdu.”109 Kezâ, Secde Sûresi’nin 17. âyet-i kerîmesi dahi bu da‘vânın delîlidir. Şöyle ki: ‫“ فَـ َا تَ ْعلَـ ُم نَ ْفـ ٌس َمـا أُ ْخ ِفـ َي لَ ُهـم ِمـ ْن قُـ ّرَ ِة أَ ْعــ ُ ٍن‬Hîçbir nefis, onlar için Cen- net’te gözlerin aydın olacağı ni‘metlerden ve sevâblardan neler saklanıp hâzırlan- dığını bilemez.”110 Bu âyet-i kerîmede geçen ‫ أُ ْخ ِفــ َي‬kelimesi, mâzí (geçmiş zamân) kalıbında olup “Gizlenmiştir, saklanmıştır” ma‘nâsına gelmektedir. Bir şeyin gizlenmesi, o şeyin daha önceden var olmasını iktizá ettiğinden, bu ifâde, Cennet’in hâlihâzır- da mevcûd ve mahlûk olduğunu göstermektedir. Cennet’in vücûduna ve hâlihâzırda mevcûd ve mahlûk olduğuna dâir ikinci delîl: Resûl-i Ekrem (asm), Mi‘râc Gecesi’nde Cennet’i görmüştür. Cenâb-ı Hak, İsrâ Sûresi’nin 1. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmuştur: ‫ُس ْب َحا َن الَّ ۪ذٓي اَ ْس ٰرى بِ َع ْب ِد ۪ه لَ ْي ًل ِم َن ا ْل َم ْس ِج ِد ا ْل َحرَا ِم ِالَى ا ْل َم ْس ِج ِد‬ ‫ا ْلَ ْق َصا الَّ ۪ذي بَارَ ْكنَا َح ْولَ ُه ِل ُ ِنيَ ُه ِم ْن ٰايَا ِتنَاۜ ِانَّ ُه ُهوَ ال َّس ۪مي ُع ا ْلبَ ۪صي ُر‬ “(Bütün kemâl sıfatlarla muttasıf ve bütün noksán sıfatlardan münezzehtir o Zât-ı Akdes ki; kulunu) en şerefli abdi ve habîbi olan Hazret-i Muhammed (asm)’ı 108 İşârâtu’l-İ‘câz, s. 127-128. 109 Buhárî, Bedü’l-Halk, 8; Müslim, Cennet, 2. 110 Secde, 32:17.

52 Dâr-ı Saádet (bir gece) az bir müddet içinde eser-i mu‘cize olarak (Mescid-i Harâm’dan, etrâfı- nı mübârek kıldığımız Mescid-i Aksá’ya yürüttü. Tâ ki, ona) Hazret-i Muhammed (asm)’a (âyetlerimizden bir kısmını gösterelim. Şübhe yok ki, O, her sesi işiten, her şeyi gören ve her şeyden hakkıyla haberdâr olandır.)”111 Necm Sûresi’nin 18. âyet-i kerîmesinde ise şöyle buyrulmuştur: ‫(“ لَ َقـ ْد رَ ٰاى ِمـ ْن ٰايَـا ِت رَبِّـ ِه ا ْل ُكـ ْ ٰرى‬Zât-ı ulûhiyyetime kasem ederim ki;) Hazret-i Muhammed (sav) (Mi‘râc Gecesi’nde Rabbinin büyük âyetlerini gördü.)”112 Bu âyet-i kerîmelerde geçen ‫“ ٰايَا ِتنَـا‬âyetlerimizi” ve ‫“ ٰايَـا ِت رَبِّ ِه ا ْل ُك ْ ٰبى‬Rabbinin büyük âyetleri” ta‘bîrlerinden murâd, Mi‘râc hâdisesini anlatan Ehâdîs-i Nebeviyye’den öğrendiğimiz kadarıyla, “Cebrâîl (as)’ın aslî súretiyle görüşmek; Elláh’ın cemâliyle ve mükâlemesiyle müşerref olmak; Cennet ve Cehennem’i gör- mek” gibi hâdiselerdir. Yine Necm Sûresi’nde geçen gelecek âyet-i kerîme, bu da‘vânın ayrı bir delî- lidir. Zîrâ, bu âyet-i kerîmede “Cennetü’l-Me’vâ” isimli bir Cennet’in varlığından bahsedilmektedir. Şöyle ki: ‫(“ َولَ َقـ ْد رَ ٰا ُه نَ ْزلَـةً اُ ْخـ ٰرى ۞ ِع ْنـ َد ِسـ ْدرَةِ ا ْل ُم ْنتَ ٰهـى ۞ ِع ْن َد َهـا َجنَّـ ُة ا ْل َمـأْ ٰوى‬Muhak- kak ki; Muhammed (asm), O’nu) bir te’vîle göre Cibrîl (as)’ı (diğer bir def‘a- da Sidretü’l-Müntehâ indinde súret-i hakíkísiyle gördü. Cennetü’l-Me’vâ, Sidre- tü’l-Müntehâ’nın yanındadır.”113 Bu âyet-i kerîmeye göre, Resûlulláh (sav), Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında bulunan Cennet’i, Mi‘râc Gecesi’nde görmüştür. Nitekim Buhárî ve Müslim’in, Hazret-i Enes (ra)’den rivâyet ettikleri hadîs-i şerîf de bu ma‘nâyı te’yîd ve te’kîd etmektedir. Şöyle ki: ‫ فَ َغ ِشيَ َها أَ ْلوَا ٌن َل أَ ْد ۪ري َما ِه َي؟‬،‫ ثُ َّم ا ْنطَلَ َق َح ّٰت أَ ٰتى بِي ال ِّس ْدرَةَ ال ُم ْنتَ ٰهى‬... .‫ َو ِإذَا تُرَابُ َها ال ِم ْس ُك‬،‫ فَ ِإذَا ۪في َها َجنَابِ ُذ ال ّلُ ْؤلُ ِؤ‬،َ‫ثُ َّم أُ ْد ِخ ْل ُت ال َجنَّة‬ “… Sonra Cibrîl (as), benimle berâber hareket edip, Sidretü’l-Müntehâ’ya geldik. Sidretü’l-Müntehâ’yı öyle renkler kapladı ki; ne olduğunu bilemedim. 111 İsrâ, 17:1. 112 Necm, 53:18. 113 Necm, 53:13-15.

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 53 Sonra Cennet’e girdim. Bir de ne göreyim, inciden kubbeler ve Cennet’in toprağı da misk idi.”114 Nümûne olarak zikrettiğimiz bu âyet-i kerîmeler ve bu hadîs-i şerîf, Resûl-i Ekrem (sav)’in, Mi‘râc Gecesi’nde Cennet’i gördüğünü ifâde etmektedir. Risâle-i Nûr’un “Sözler Mecmûası”, “31. Söz Mi‘râc Risâlesi”nde konumuzla alâkalı olarak şöyle buyrulmaktadır: “Üçüncü Meyve: Saádet-i ebediyyenin defînesini görüp, anahtarını alıp getirmiş; cin ve inse hediyye etmiştir. Evet, Mi‘râc vâsıtasıyla ve kendi gözüyle Cennet’i görmüş ve Rahmân-ı Zü’l-celâl’in rahmetinin bâkí cilvelerini müşâhede etmiş ve saádet-i ebediyyeyi kat‘ıyyen, hakka’l-yakín anlamış, saádet-i ebediyyenin vücûdunun müjde- sini cin ve inse hediyye etmiştir ki: Bî-çâre cin ve ins, karârsız bir dünyâda ve zelzele-i zevâl ve firâk içindeki mevcûdâtı, seyl-i zamân ve harekât-ı zerrât ile adem ve firâk-ı ebedî denizine döküldüğü olan vaz‘ıyyet-i mevhûme-i cân-hırâşânede oldukları hen- gâmda, şöyle bir müjde ne kadar kıymetdâr olduğu; ve i‘dâm-ı ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fânî cin ve insin kulağında öyle bir müjde ne kadar saádet-âver olduğu ta‘rîf edilmez. Bir adama, i‘dâm edileceği ânda, onun afvıyla kurb-i şâhâ- nede bir sarây verilse, ne kadar sürûra sebebdir. Bütün cin ve ins adedince böyle sürûrları topla, sonra bu müjdeye kıymet ver.”115 “Nasıl ki, Cennet’te, hikmet-i İlâhiyye, cismi rûha arkadaş ediyor. Çünkü, pek çok vezáif-i ubûdiyyete ve hadsiz lezâiz ve âlâma medâr olan ceseddir. Elbette o cesed-i mübârek, rûha arkadaş olacaktır. Mâdem Cennet’e cisim, rûh ile berâber gider; elbette Cennetü’l-Me’vâ gövdesi olan Sidretü’l-Müntehâ’ya urûc eden Zât-ı Ahmediyye (asm) ile cesed-i mübârekini refâkat ettirmesi ayn-ı hikmettir.”116 Resûl-i Ekrem (asm), Mi‘râcın háricinde birçok kere Cennet’i görmüştür. Buna dâir rivâyât çoktur. Risâle-i Nûr’un “Lem‘alar” adlı eserinde bu hakíkat şöyle ifâde edilmiştir: “Evet, Zât-ı Ahmediyye (asm)’ın gayb-âşinâ kalbiyle, dünyâda Asr-ı Saádetten ebed tarafında olan meydân-ı haşri temâşâ eden ve yerden Cennet’i gören ve zemîn- den gökteki melâikeleri müşâhede eden ve zamân-ı Âdem’den berî mâzí zulümâtı- nın perdeleri içinde gizlenmiş hâdisâtı gören, hattâ Zât-ı Zü’l-celâl’in rü’yetine 114 Buhárî: 374-375, Enbiyâ Kitâbı’nın, İdrîs (as) Bâbı; Müslim: 163, Îmân Kitâbı’nın, Resûlulláh (asm)’ın, Gökleri İsrâsı Bâbı. 115 Sözler, 31. Söz Mi‘râc Risâlesi, 4. Esâs, 3. Meyve, s. 582. 116 Sözler, 31. Söz Mi‘râc Risâlesi, 2. Esâs, s. 570-571.

54 Dâr-ı Saádet mazhar olan nazar-ı nûrânîsi, çeşm-i istikbâl-bînîsi, elbette Hazret-i Hasan ve Hü- seyin’in arkalarında teselsül eden aktáb ve eimme-i verese ve mehdîleri görmüş ve onların umûmu nâmına başlarını öpmüş. Evet, Hazret-i Hasan (ra)’ın başını öp- mesinde, Şâh-ı Geylânî’nin hisse-i azímesi var.”117 Hulâsa: Yukarıda delîllerle isbât ettiğimiz gibi; Resûl-i Ekrem (asm), Leyle-i Mi‘râc’da Cennet’i, içindeki sarâyları, köşkleri ve ni‘metleri görmüştür. Demek, Cennet, hâlihâzırda mevcûd ve mahlûktur. Cennet’in vücûduna ve hâlihâzırda mevcûd ve mahlûk olduğuna dâir üçün- cü delîl: Âdem (as) yaratıldıktan sonra, kendisi ve zevcesi Havvâ vâlidemiz, Cennet’e idhál olunmuşlar; orada Elláh’ın yasakladığı şecereden yedikleri için, Cennet’ten yeryüzüne indirilmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de altı âyet-i kerîmede bu Cennet’ten bahsedilmektedir.118 Nümûne olarak gelecek âyet-i kerîmeleri zikrediyoruz: ۖ‫َوقُ ْلنَا يَٓا ٰا َد ُم ا ْس ُك ْن اَ ْن َت َوزَ ْو ُج َك ا ْل َجنَّةَ َو ُك َل ِم ْن َها رَ َغ ًدا َح ْي ُث ِش ْئ ُت َما‬ ‫َو َل تَ ْقرَبَا ٰه ِذ ِه ال َّش َجرَةَ فَتَ ُكونَا ِم َن الظَّا ِل ۪مي َن‬ “Biz, Âdem’e, ‘Ey Âdem! Sen ve zevcen, Cennet’te sâkin olun ve onda istedi- ğiniz gibi refâh-ı hâlle Cennet meyvelerinden yiyin. Lâkin, bu ağaca yakın ol- mayın. Eğer yakın olursanız, ikiniz dahi nefsinize zulmedicilerden olursunuz’ dedik.”119 ٌ‫فَاَزَلَّ ُه َما ال َّش ْيطَا ُن َع ْن َها فَاَ ْخرَ َج ُه َما ِمَّا َكانَا ۪في ِۖه َوقُ ْلنَا ا ْه ِبطُوا بَ ْع ُض ُك ْم ِلبَ ْع ٍض َع ُد ّۚو‬ ‫َولَ ُك ْم ِفي ا ْلَ ْر ِض ُم ْستَ َق ّرٌ َو َمتَا ٌع ِا ٰلى ۪حي ٍن‬ “Şeytán, Âdem ile Havvâ’yı Cennet’ten kaydırdı ve içinde bulundukları kerem ve ni‘metten çıkardı. Ve biz, onlara, ‘Biribirinize düşmân olarak yeryüzüne inin! Ve sizin için yeryüzünde karârgâh ve ecelleriniz gelinceye dek menfaat ve taayyüş vardır’ dedik.”120 Âyet-i kerîmede geçen ‫ ِا ْه ِبطُــوا‬ya‘nî, “İnin!” ta‘bîri ifâde ediyor ki; iniş, 117 Lem‘alar, 4. Lem‘a, 1.Makám, 2. Nükte, s. 20. 118 Bakara, 2:35; A‘râf, 7:19,22,27; Táhâ, 20:117,121. 119 Bakara, 2:35. 120 Bakara, 2:36.

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 55 yukarıdan aşağı doğru olur. Demek ki; Hazret-i Âdem (as) babamız ile Haz- ret-i Havvâ (ra) vâlidemiz, daha önce yeryüzünde değil; yüksek Cennet’te idiler. ٌ‫“ َولَ ُكـ ْم ِفـي ا ْلَ ْر ِض ُم ْسـتَ َق ّر‬Ve sizin için yeryüzünde karârgâh ve ecelleriniz gelinceye dek menfaat ve taayyüş vardır.” Bu ta‘bîr dahi ifâde ediyor ki; ikisi, daha önce yer- yüzünde değildiler. Onlar, Cennet’ten çıkarıldıktan sonra yeryüzünü karârgâh ve taayyüş yeri edindiler. Bu ve benzeri âyetler121 ifâde ediyor ki: Âdem (as) yaratıldıktan sonra, El- láhu Teálâ, meleklere, Âdem (as)’a secde etmelerini emretmiş. Bütün melek- ler, secde ettiği hâlde; aralarında bulunan İblîs, secde etmemiştir. Daha sonra Âdem (as), Havvâ (ra) ile birlikte Cennet’e konulmuş; ancak orada yasak şece- reden yedikleri için, Cennet’ten yeryüzüne indirilmiştir. İhtâr: En sahîh ve kuvvetli kavle göre; Âdem (as) ile Havvâ (ra)’ın girdik- leri ve netîcede yasak şecereden yiyip içinden çıkarıldıkları Cennet, âhiretteki Cennet-i hakíkıyyedir. Demek, Cennet, o zamân dahi mevcûd ve mahlûk idi. Risâle-i Nûr’da bu mevzú‘ ile alâkalı olarak şöyle buyrulmuştur: “Fakat, sizin pederiniz bir def‘a şeytána aldandı, Cennet gibi bir makám- dan rû-yi zemîne muvakkaten sukút etti.”122 “Onuncu Kelime: ‫ َو ُهــوَ َعــ َى ُك ِّل َشــ ْي ٍء قَ ۪ديــ ٌر‬Ya‘nî: O Vâhid’dir, Ehad’dir, her şey’e kádirdir. Hîçbir şey ona ağır gelmez. Bir bahârı halk etmek, bir çiçek kadar ona kolaydır. Cennet’i halk etmek, bir bahâr kadar ona râhattır. Her günde, her senede, her asırda, yeniden yeniye îcâd ettiği hadsiz masnûátı, nihâyetsiz kudretine nihâyetsiz lisânlarla şehâdet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki: “Ey insân! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfât, bir mahall-i saádet senin için ihzâr edilmiştir. Senin şu fânî dünyâna bedel, bâkí bir Cennet seni bekler. İbâdet ettiğin ve tanıdığın Hálık-ı Zü’l-celâl’in va‘dine îmân ve i‘timâd et. Ona va‘dinde hulfetmek muhâldir. Kudretinde hîçbir ci- hetle noksániyyet yoktur. İşlerine, acz müdâhale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet’i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va‘d etmiş. Ve va‘dettiği için, elbette seni onun içine alacak. “Mâdem bi’l-müşâhede görüyoruz: Her senede, yer yüzünde, hayvânât ve 121 A‘râf, 7:19-25; Táhâ, 20:113-120. 122 Sözler, 20. Söz, 2. Makám, s. 262.

56 Dâr-ı Saádet nebâtâtın üç yüz binden ziyâde envâ‘larını ve milletlerini, kemâl-i intizám ve mîzân ile, kemâl-i sür‘at ve sühûletle haşr edip, neşreder. Elbette, böyle bir Kadîr-i Zü’l- celâl, va‘dini yerine getirmeye muktedirdir. Hem mâdem her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak, haşrin ve Cennet’in nümûnelerini binler tarzda îcâd ediyor. Hem mâdem bütün semâvî fermânları ile saádet-i ebediyyeyi va‘d edip, Cennet’i müjde veriyor. Hem mâdem bütün icrââtı ve şuûnâtı hak ve hakíkattır ve sıdk ve ciddiyyetledir. Hem mâdem âsârının şehâdetiyle, bütün kemâlât, onun nihâyetsiz kemâline delâlet ve şehâdet eder. Ve hîçbir cihette naks ve kusúr onda yoktur. Hem mâdem hul- fü’l-va‘d ve hilâf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks u kusúrdur. El- bette ve elbette, o Kadîr-i Zü’l-celâl, o Hakîm-i Zü’l-kemâl, o Rahîm-i Zü’l-cemâl va‘dini yerine getirecek; saádet-i ebediyye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennet’e sizleri ey ehl-i îmân idhál edecektir.”123 Cennet’in vücûduna ve hâlihâzırda mevcûd ve mahlûk olduğuna dâir dör- düncü delîl: Cennet ve Cehennem’in hâlihâzırda mevcûd ve mahlûk olduğuna dâir pek çok Ehâdîs-i Nebeviyye bulunmaktadır. Nümûne olarak gelecek ha- dîs-i şerîfi naklediyoruz: Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (asm) şöyle buyur- muştur: ‫لَ َّما َخلَ َق الّٰ ُل ا ْل َجنَّةَ َوالنَّارَ أَ ْر َس َل ِج ْ ۪بي َل ِالَى ا ْل َجنَّ ِة فَ َقا َل أُ ْن ُظ ْر ِالَ ْي َها َو ِا ٰلى َما أَ ْع َد ْد ُت‬ ‫ِلَ ْه ِل َها ۪في َها قَا َل فَ َجا َء َها َونَظَرَ ِالَ ْي َها َو ِا ٰلى َما أَ َع َّد الّٰ ُل ِلَ ْه ِل َها ۪في َها قَا َل فَرَ َج َع ِالَ ْي ِه قَا َل‬ ‫فَوَ ِع ّزَ ِت َك َل يَ ْس َم ُع بِ َها أَ َح ٌد ِا َّل َد َخلَ َها فَأَ َمرَ بِ َها فَ ُح ّفَ ْت بِا ْل َم َكا ِرهِ فَ َقا َل ا ْر ِج ْع ِالَ ْي َها‬ ‫فَا ْن ُظ ْر ِا ٰلى َما أَ ْع َد ْد ُت ِلَ ْه ِل َها ۪في َها قَا َل فَرَ َج َع ِالَ ْي َها فَ ِاذَا ِه َي قَ ْد ُح ّفَ ْت بِا ْل َم َكا ِرهِ فَرَ َج َع‬ ‫ِالَ ْي ِه فَ َقا َل َو ِع ّزَ ِت َك لَ َق ْد ِخ ْف ُت أَ ْن َل يَ ْد ُخلَ َها أَ َح ٌد قَا َل ا ْذ َه ْب ِالَى النَّا ِر فَا ْن ُظ ْر ِالَ ْي َها‬ ‫َو ِا ٰلى َما أَ ْع َد ْد ُت ِلَ ْه ِل َها ۪في َها فَ ِاذَا ِه َي يَ ْر َك ُب بَ ْع ُض َها بَ ْع ًضا فَرَ َج َع ِالَ ْي ِه فَ َقا َل َو ِع ّزَتِ َك‬ ‫َل يَ ْس َم ُع بِ َها أَ َح ٌد فَيَ ْد ُخلَ َها فَأَ َمرَ بِ َها فَ ُح ّفَ ْت بِال َّش َهوَا ِت فَ َقا َل ا ْر ِج ْع ِالَ ْي َها فَرَ َج َع ِالَ ْي َها‬ .‫فَ َقا َل َو ِع ّزَتِ َك لَ َق ْد َخ ۪شي ُت أَ ْن َل يَ ْن ُجوَ ِم ْن َها أَ َح ٌد ِا َّل َد َخلَ َها‬ “Vaktâ ki, Cenâb-ı Hak, Cennet’i halk ettiğinde Cibrîl-i Emîn (as)’ı Cennet’e gönderdi ve ona şöyle dedi: ‘Cennet’e bak ve ehl-i Cennet için hâzırladıklarıma 123 Mektûbât, 20. Mektûb 1. Makám, s. 227-228.

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 57 nazar eyle!’ Cebrâîl (as) da Cennet’e gelerek Cennet’e ve Elláhu Teálâ’nın ehl-i Cennet için hâzırladığı şeylere baktı. Sonra Cenâb-ı Hakk’a dönüp şöyle dedi: ‘İzze- tine kasem ederim ki; bu Cennet’i kim işitirse, mutlaka oraya girmek isteyecektir.’ “Buna binâen Cenâb-ı Hakk emretti ki; Cennet, güçlük ve zorluklarla kuşatılsın. Daha sonra Elláhu Teálâ, Cibrîl (as)’a dedi ki: ‘Şimdi Cennet’e yine git, bak ve ehl-i Cennet için ihzâr ettiklerime nazar eyle!’ Cebrâîl (as) gidip gördü ki, Cennet, zorluk ve meşakkatlerle çevrilmiştir. Tekrâr Cenâb-ı Hakk’a dönerek dedi ki: ‘İzze- tine kasem ederim ki; (böyle zorluklarla kuşatıldıktan sonra) Cennet’e kimsenin giremeyeceğinden korktum.’ “Cenâb-ı Hak dedi ki: ‘Şimdi de Cehennem’e git ve ehl-i Cehennem için hâzır- ladıklarıma bak!’ Cebrâîl (as) gidip Cehennem’e baktı, gördü ki; sıkıntı, ıztırâb ve işkenceler üst üste yığılmıştır. Bunun üzerine Cebrâîl (as), Cenâb-ı Hakk’a dönüp dedi ki: ‘Cehennem’in bu durumunu işiten, aslâ oraya girmez. (Oraya girmemek için elinden geleni yapar.)’ “Buna binâen Cenâb-ı Hakk emretti ki; Cehennem, şehevânî şeylerle kuşatılsın. Daha sonra Elláhu Teálâ şöyle emretti: ‘Ey Cibrîl! Git, Cehennem’e bak!’ Cibrîl (as) gidip Cehennem’e baktı ve dedi ki: ‘İzzetin hakkı için (Cehennem, bu kadar şehevânî şeylerle kuşatıldıktan sonra) korktum ki; hîçbir kimse o Cehennem’den kurtulamayacak, netîcede herkes oraya girecek.’ ”124 Cennet’in vücûduna ve hâlihâzırda mevcûd ve mahlûk olduğuna dâir beşin- ci delîl: Bu delîli, üç başlık altında îzáh edeceğiz: a) Sekerâta giren her insânın, Cennet ve Cehennem’deki yerini görmesi ve Cennet müjdesi almasıdır. Fussılet Sûresi’nde ehl-i îmân ve táatin, sekerât ânında Cennet müjdesini aldığı şöyle bildirilir: ‫ِا َّن الَّ ۪ذي َن قَالُوا رَبُّن َا الّٰ ُل ثُ َّم ا ْستَ َقا ُموا تَتَ َ ّنَ ُل َعلَ ْي ِه ُم ا ْل َم ٰلٓ ِئ َك ُة اَ َّل َتَافُوا َو َل َ ْتزَنُوا‬ ‫َواَ ْب ِش ُروا بِا ْل َجنَّ ِة الَّ۪ت ُك ْن ُت ْم تُو َع ُدو َن‬ “(Şübhesiz o kimseler ki, Rabbimiz Elláh’tır dediler) Elláhu Teálâ’nın rubûbiy- yetini ikrâr ettiler (sonra da istikámet üzere bulundular.) Bu îmân ve takvâlarında sebât gösterdiler, mükellef oldukları vazífeleri tam bir samîmiyyetle yerine getirmeye devâm eylediler. Sekerât vaktinde (onların üzerine) Elláh tarafından müjdeleyici 124 Buhárî, Rikâk:28; Müslim, Cennet, 1; Tirmizî, 38/20, Hadîs No: 2737, Ebû Dâvûd, 4744; Nesâî, 3/7; Ahmed, 2/332; Hâkim, 1/79.

58 Dâr-ı Saádet (melekler inecektir) ve onlara hıtáben, (‘Korkmayın) beşeriyyet muktezásı olarak işlemiş olduğunuz kusúrlardan dolayı korkuya düşmeyin. Çünkü, Cenâb-ı Hak, sizi bağışlar ve kendilerinden ayrılmış olduğunuz çoluk çocuğunuzdan vesâireden dolayı da (üzülmeyin.) Zîrâ, siz, sevdiklerinizle tekrâr berâber olacaksınız ve ebedî ferahlığa kavuşacaksınız (ve) dünyâda peygamberler lisâniyle (va‘d olunduğunuz Cennet ile müjdelenin.) Çünkü, siz, Cennetlere kavuşacak, onların içinde ebediyyen kalıp ni‘metlere ereceksiniz’ diyeceklerdir.”125 ‫َ ْن ُن اَ ْو ِليَٓا ُؤ۬ ُك ْم ِفي ا ْل َح ٰيو ِة ال ُّد ْنيَا َو ِفي ا ْ ٰل ِخرَ ِۚة َولَ ُك ْم ۪في َها‬ ‫َما تَ ْشتَ ۪ ٓهي اَ ْن ُف ُس ُك ْم َولَ ُك ْم ۪في َها َما تَ َّد ُعو َۜن‬ “Ve melekler, o sádık mü’minlere diyeceklerdir ki: (Biz, dünyâ hayâtında da âhi- rette de sizin dostlarınızız.) Biz, size dünyâda iken iyilik ve yardımda bulunur, size hayırlı amelleri işlemeyi, şerlerden sakınmayı ilhâm ederdik. Âhirette de size şefâat- çiyiz, Cennet’e girinceye kadar sizden ayrılmayız, sizin üzerinize nezáret etmekteyiz, Cennet’te de sizinle berâber olacağız (ve) ey mü’minler! (Sizin için orada) Cen- net’te (nefislerinizin hóşlandığı her şey vardır.) Çeşitli lezzetler, ni‘metler, cismânî ve rûhânî zevkler hâzır bulunmaktadır (ve sizin için orada) o âhiret áleminde (ne isterseniz vardır.) Her türlü ni‘metlere, tecellîlere, maddî ve ma‘nevî zevklere nâil olacaksınız. Bütün bunlar sizin için takdîr edilmiştir.”126 ۟‫“ نُــ ُز ًل ِمــ ْن َغ ُفــورٍ رَ ۪حيــ ٍم‬Ey mü’minler! Sizlere va‘dedilen bu sonsuz ni‘metler, lütuflar (çok mağfiret eden) günâhları afveden ve bağışlayan (çok merhametli olan- dan) Rabbiniz tarafından (bir ziyâfet olmak üzere) size ihsân buyrulmuştur.”127 Sekerâtta olanların, Cennet veyâ Cehennem’deki yerlerini görmeden bu dünyâdan ayrılmayacaklarına dâir birkaç hadîs-i şerîfi nakledeceğiz. Şöyle ki: ‫َعن ِإ ْب ِن َع ّبَاس أَن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل َما من‬ ‫نفس تفارق ال ُّد ْنيَا َح َّت ترى مقعدها من ا ْلجنَّة َوالنَّار‬ İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyetle Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: 125 Fussılet, 41:30. 126 Fussılet, 41:31. 127 Fussılet, 41:32

‫‪Birinci Bâb/Birinci Fasıl‬‬ ‫‪59‬‬ ‫‪“Hîçbir nefis, Cennet ve Cehennem’deki yerini görmedikçe dünyâdan ayrılmaz.”128‬‬ ‫ان عائشة زوج النبى َص َّل الل ُه عليه وس ّلَ َم قالت‪ :‬كا َن رَسو ُل الَّ ِل َص َّل الل ُه عليه وس ّلَ َم‪،‬‬ ‫وهو َص ِحي ٌح يقو ُل‪ :‬إنَّه لَ ْم يُ ْقبَ ْض نَِ ٌّب قَ ُّط ح َّت يَرَى َم ْق َع َد ُه ِم َن ال َجنَّ ِة‪،‬‬ ‫‪Resûlulláh (sav)’in zevcesi Hazret-i Âişe (ra) şöyle demiştir: Resûlulláh‬‬ ‫‪(asm) sıhhatli olduğu hâlde (vefât etmeden önce) şöyle buyurmuşlardır:‬‬ ‫‪“Cennet’teki yerini görmeden hîçbir peygamberin rûhu kabzedilmez.” (Ya‘nî,‬‬ ‫‪Cennet’teki yerini gördükten sonra rûhu kabzedilir.)129‬‬ ‫َو ُر ِو َي َعن أنس رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل قَا َل رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم‬ ‫من صلى َعل ّي ِفي يَ ْوم ألف م ّرة لم يمت َح َّت يرى َم ْق َعده من ا ْلجنَّة‬ ‫‪Enes (ra)’den Resûlulláh (sav)’in şöyle buyurduğu rivâyet edildi:‬‬ ‫‪“Her kim bana günde bin def‘a salevât getirirse, Cennet’teki yerini görünceye‬‬ ‫‪kadar ölmez.”130‬‬ ‫َعن تَ ِميم ال َّدا ِر ّي َعن النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل يَ ُقول الله لملك ا ْل َم ْوت إنطلق‬ ‫ِإلَى وليي فائتني بِ ِه فَ ِإ ِنّي قد جربته بالسراء َوال َّض ّرَاء فَوَ َجدته َح ْي ُث أحب فائتني بِ ِه‬ ‫لأريحه من هموم ال ُّد ْنيَا وغمومها فَي ْنطَلق ِإلَ ْي ِه ملك ا ْل َم ْوت َو َم َع ُه َخْس ِمائَة من ا ْل َم َلئِ َكة‬ ‫َو َم َع ُه ْم أكفان وحنوط من حنوط ا ْلجنَّة َو َم َع ُه ْم ضبائر الريحان أصل الريحانة َوا ِحد‬ ‫َو ِفي رَأس َها عش ُرون لونا َول ُكل لون ِم ْن َها ريح سوى ريح َصاحبه َو َم َع ُه ْم ا ْل َح ِرير‬ ‫ا ْلَ ْبيَض َو ِفيه ا ْلمسك الأذفر فيجلس ملك ا ْل َم ْوت ِع ْند رَأسه وتحتوشه ا ْل َم َلئِ َكة‬ ‫َويَ َضع كل ملك ِم ْن ُهم يَده على ُع ْضو من أَ ْع َضائِ ِه ويبسط ذَ ِلك ا ْل َح ِرير ا ْلَ ْبيَض‬ ‫والمسك الأذفر َتت ذقنه َويفتح لَ ُه بَاب ِإلَى ا ْلجنَّة قَا َل فَ ِإن نَفسه لتعلل ِع ْند ذَ ِلك‬ ‫بِطرف ا ْلجنَّة م ّرة بأزواجها َوم ّرَة بكسوتها َوم ّرَة بثمارها َك َما يُعلل ال َّص ِب أَهله ِإذا‬ ‫‪128 Şerhu’s-Sudûr bi Şerhi Hâli’l-Mevtâ ve’l-Kubûr, c.1, s. 75.‬‬ ‫‪129 Müslim, 4437; Buhárî, 2444.‬‬ ‫‪130 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 3, s. 518.‬‬

60 Dâr-ı Saádet ‫بَ َكى َو ِإن أَز َواجه ليبتهشن ِع ْند ذَ ِلك إبتهاشا قَا َل وتنزو ال ّروح نَ ْز ًوا َويَ ُقول ملك ا ْل َم ْوت‬ ‫أَ ْخ ِر ِجي أيتها ال ّروح الطّيبَة ِإلَى سدر مخضود وطلح منضود وظل َ ْم ُدود َو َماء مسكوب‬ ‫قَا َل ولملك ا ْل َم ْوت أَشد تلطفا بِ ِه من الوالدة بِوَلَ ِد َها يعرف أَن ذَ ِلك ال ّروح حبيب‬ ‫ِإلَى ربه كريم على الله فَ ُهوَ ي ْلتَمس بِ ُل ْط ِف ِه بِ ِت ْل َك ال ّروح ر َضا الله َعن ُه فتسل روحه َك َما‬ ‫تسل الشعرة من ا ْل َع ِجين قَا َل َو ِإن روحه لتخرج َوا ْل َم َلئِ َكة حوله يَ ُقولُو َن َسلام َعلَ ْي ُكم‬ }‫ادخ ُلوا ا ْلجنَّة بِ َما ُك ْن ُتم تَ ْع َم ُلو َن َوذَ ِل َك قَ ْوله تَ َعالَى {الَّذين تتوفاهم ا ْل َم َلئِ َكة طيبين‬ ‫ا ْليَة قَا َل {فَأَما ِإن َكا َن من المقربين فَروح َورَ ْيَان وجنة نعيم} قَا َل روح يَ ْع ِن رَا َحة من‬ …‫جهد ا ْل َم ْوت َورَ ْيَان يتلَ َّقى بِ ِه ِع ْند ُخ ُروج نَفسه وجنة نعيم أَ َمامه‬ Temîm ed-Dârî (ra)’dan rivâyet edildiğine göre; Resûlulláh (sav) şöyle bu- yurmuştur: “Elláh, ölüm meleğine emreder ki: ‘Falan dostuma git, onu Bana getir. Çün- kü, Ben, onu darda da sevinçte de tecrübe ettim. Onu istediğim gibi buldum. Git, onu Bana getir de, onu dünyâ merâk ve gámlarından kurtarayım.’ “Bu emir üzerine ölüm meleği berâberindeki beş yüz melekle çıkar. O melekle- rin berâberlerinde Cennet’ten alınmış kefen ve güzel kokular ve reyhân demetleri de vardır. Demetlerin başında yirmi renk (çeşit) vardır. Her bir rengin diğer rengin kokusundan başka kendisine hâs bir kokusu vardır. Hem berâberlerinde en güzel, misk kokulu, beyâz ipekler de bulunur. Ölüm meleği, ölmek üzere olan o sálih kulun başucunda oturur ve melekler, etrâfını sararlar. Her birisi elini bir a‘zásına koyar. O beyâz ipek ve güzel koku, çenesinin yanağının altına konulur. Ona Cennet’e bir kapı açılır. Çocuk ağlarken avutulduğu gibi, nefsi Cennet ni‘metleriyle, ba‘zan hûrîleriy- le, ba‘zan elbiseleriyle, ba‘zan da meyveleriyle avutulur. Cennet’teki hûrîleri, onu sevinçle karşılarlar. Rûhu, o ni‘metlere atlamak ister. “Ölüm meleği de ona: ‘Ey güzel rûh! Dikensiz sidr ağaçlarına ve meyveleri- nin ağırlığından eğilmiş muz ağaçlarına, uzun gölgelere, akan sulara çık, der. Ölüm meleği, o sálih kula bir ananın evlâdına olan şefkatinden daha fazla şefkat- lidir. Bilir ki, o rûh, Elláh’ın sevdiği birisidir. Elláh’a karşı olan vazífelerini edâ etmiştir. O melek, o rûha iyi davranmakla, Elláh’ın rızásını elde etmek ister. Sonra, kıl hamurdan çekilir gibi, rûhu o cesedden çıkar. O rûh çıkınca melekler etrâfını

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 61 sarar, ona, ‘Selâm sana, îmân ve ibâdetin sebebiyle Cennet’e gir’ derler. İşte bu, gelecek âyet-i kerîmenin ma‘nâsıdır: ‫اَلَّ ۪ذي َن تَتَوَ ٰفّي ُه ُم ا ْل َم ٰلٓ ِئ َك ُة طَ ِيّ ۪بي َنۙ يَ ُقولُو َن َس َل ٌم َعلَ ْي ُك ُمۙ ا ْد ُخ ُلوا ا ْل َجنَّةَ بِ َما ُك ْن ُت ْم تَ ْع َم ُلو َن‬ ‘(Onlar ki;) o takvâ ehli mü’minler ki; (ter temiz oldukları hâlde) sağlam bir i‘tikád, sálih bir amel ve güzel bir ahlâk ile vasıflanmış, şirk, isyân ve sû-i ahlâktan temizlenmiş, hakka yönelmiş bir durumda iken (rûhlarını melekler alıverirler.) O melekler, onlara ölüm ânında (derler ki: ‘Selâm size) ey Elláh’ın dostları! Cenâb-ı Hak sizi selâmetle, Cennet ile müjdeliyor. Artık dünyâda iken (yapmış olduğunuz şey sebebiyle) îmân, ibâdet ve takvânızdan dolayı (Cennet’e giriniz.) O Cennet ki; sizin için hâzırlanmış bir saádet makámıdır. O, size mahsústur. Haşir ve hesâb- dan sonra lâyık olduğunuz Cennetlere gireceksiniz. Ne büyük bir müjde! kâfirler ve münâfıklar ise, bu saádetten ebediyyen mahrûmdurlar.’131 “Daha sonra Resûlulláh (sav) şu âyeti okudu: ‫(‘ فَاَ ّمَٓـا ِا ْن َكا َن ِمـ َن ا ْل ُم َق ّرَ ۪بـ َن فَـرَ ْو ٌح َورَ ْيَـا ٌن َو َجنَّـ ُت نَ ۪عيـ ٍم‬Eğer sekerâtta olan kim- se, mukarrebînden) Elláh’a yakın olanlardan, hesâbsız Cennet’e girenlerden (ise, onun için ravh, reyhân ve naím Cenneti vardır.)”132 “Resûlulláh (sav) buyurdu ki: ‘Ravh, ölüm meşakkatinden kurtulmaktır. Rey- hân, rızk-ı tayyibdir. Cennet’i ise, onun önündedir.’ ”133 Vâkıa Sûresi’nin baş kısmında ifâde edildiği gibi insânlar üç táifedir: Birinci táife: “Mukarrebîn”dir. Bunlar, başta peygamberler olmak üzere El- láh’ın seçtiği ve hesâbsız Cennet’e girecek hás kullardır. İkinci táife: “Ashâb-ı Yemîn”dir. Bunlar, sevâbları günâhlarına gálib geldiği için kitâbları sağ taraflarından verilen kimselerdir. Üçüncü táife: “Ashâb-ı Şimâl”dir. Bunlar da, günâhları sevâblarına gálib gel- diği için kitâbları sol taraflarından verilen kimselerdir. Bu üç táife, sekerâttan i‘tibâren kendi inanç ve amellerine göre muámele görürler. Sekerât ve kabirde rûhen; âhirette ise rûh ve cesed berâber saádet veyâ şekávete mazhar olurlar. Gelecek âyet-i kerîmeler, bu üç táifeyi ve onların sekerât ve kabirde görecekleri muámeleyi şöyle beyân etmektedir: 131 Nahl, 16:32. 132 Vâkıa, 56:88-89. 133 Şerhu’s-Sudûr bi Şerhi Hâli’l-Mevtâ ve’l-Kubûr, c. 1, s. 63-64.

62 Dâr-ı Saádet 1. “Mukarreb”lerin sekerât ve kabirde görecekleri muámele: ‫(“ فَاَ ّمَٓـا ِا ْن َكا َن ِمـ َن ا ْل ُم َق ّرَ ۪بـ َن فَـرَ ْو ٌح َورَ ْيَـا ٌن َو َجنَّـ ُت نَ ۪عيـ ٍم‬Eğer sekerâtta olan kim- se, mukarrebînden) Elláh’a yakın olanlardan, hesâbsız Cennet’e girenlerden (ise, onun için râhat, rahmet, râyiha-i tayyibe, reyhân ve naím Cenneti vardır.) Ayrıca mü’min-i kâmil, Cennet’te yerini görmeyince ve reyhân-ı Cennet’ten bir dal gelip onun râyihâsını koklamayınca rûhu kabzolunmayacağına dâir müteaddid ehâdîs-i celîle vardır. ”134 Sekerât ânında mukarreblere rahmet melekleri tarafından râhat, rahmet, râyihâ-i tayyibe, ni‘met-i dâime olan Cennet, rızk-ı tayyib gibi müjdeler verilir ve onlara Cennet’te gidecekleri yer ve nâil olacakları ni‘metler gösterilir. Mu- karreb táifesinden olan bir kimse kabre girince, suâlden sonra kabri derecesine göre genişletilir. Kabirden Cennet’ine pencereler açılır. Ameli, güzel bir insân veyâ melek súretine inkılâb edip onunla ünsiyyet eder. Kıyâmete kadar o pen- cereden Cennet’ini seyreder. Cenâb-ı Hak, kabri o kimse için misâlî bir cennet hâline getirir. Ruh, cesedle irtibâtlı olarak o misâlî cennette revh u reyhân için- de yaşar. Haşir sabâhına kadar o misâlî Cennet’te rûhen telezzüz eder. 2. “Ashâb-ı Yemîn”in sekerât ve kabirde görecekleri muámele: ‫“ َواَ ّمَٓـا ِا ْن َكا َن ِمـ ْن اَ ْص َحـا ِب ا ْليَ ۪مـ ِن ۞ فَ َسـ َا ٌم لَـ َك ِمـ ْن اَ ْص َحـا ِب ا ْليَ ۪مـ ِن‬Eğer se- kerâtta olan kimse, ashâb-ı yemînden ise; ona taraf-ı İlâhî’den denilir ki: ‘Ey ashâb-ı yemînden olan zât! Senin emsâlin ashâb-ı yemîn tarafından sana selâm vardır.’ ”135 Sekarâta giren kişi, eğer ashâb-ı yemîn ise; ya‘nî hayr ameli, şer ameline gá- libse; o kimseye evvelâ Cehennem’deki yeri gösterilir ve melekler tarafından kendisine şöyle denilir: “Îmân, amel-i sálih ve takvân sebebiyle Elláh (cc) seni böyle bir Cehennem’e girmekten kurtardı.” Bu müjde, Cennet gibi onu mesrûr eder. Daha sonra melekler ona şöyle müjde verirler: “Ashâb-ı yemînden sana selâm var. Başta enbiyâ, asfiyâ, evliyâ, şühedâ, sıddîkín olmak üzere bütün ehl-i îmân sana selâm söylüyorlar. Selâmette kalman için sana duá ediyorlar. Sen de o ehl-i îmân káfilesinde dâhilsin.” Ardından o kimseye Cennet’teki yeri gösteri- lir. Selâmet diyârı olan Cennet’te hem Elláh’ın, hem melâikenin, hem de ehl-i Cennet’in biribirlerine karşı olan selâmını işitir. Selâmet içerisinde kabre gi- rip orada cennet-i misâliyyeyi yaşar. Kabir, bir ilim ve zikir meclisi olduğunu 134 Vâkıa, 56:88-89. 135 Vâkıa, 56:90-91.

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 63 müşâhede eder. Enbiyâ, evliyâ ve ulemânın toplantılarına katılır. Ya bir peygam- berin veyâ bir velînin riyâseti altında bu toplantılarda bulunur. Kıyâmete kadar o toplantılarda, o cemâatlerde, o rûhânî meclislerde feyiz alır, ma‘nen telezzüz eder. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, bu konuyu şöyle îzáh etmektedir: “Zamân-ı mâzí, bir mezâr-ı ekber değil, belki her bir asrı bir nebînin veyâ evliyânın taht-ı riyâsetinde vazífe-i ubûdiyyeti îfâ eden ervâh-ı sâfiyye cemâatla- rının vazífe-i hayâtlarını bitirmekle ‘Elláhu Ekber’ diyerek makámât-ı áliyyeye uçmalarını ve müstakbel tarafına geçmelerini kalb gözü ile görür. Sol tarafı- na bakar ki; dağlar-misâl ba‘zı inkılâbât-ı berzahıyye ve uhreviyye arkalarında Cennet’in bağlarındaki saádet sarâylarında kurulmuş bir ziyâfet-i Rahmâniyye- yi o nûr-i îmân ile uzaktan uzağa fark eder.”136 “Îmân, o vahşetli geçmiş zamânın mezâr-ı ekber súretini yırtıp, ünsiyyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-i ahbâb olduğunu bi-ayne’l-yakín, bi-hakka’l- yakín gösterdi. Hem îmân, bir kabr-i ekber súretinde nazar-ı gaflete görünen gelecek zamânı, sevimli saádet sarâylarında bir ziyâfet-i Rahmâniyye meclisi súretinde bi-ilme’l-yakín gösterdi.”137 3. “Ashâb-ı Şimâl” olan mükezzib ve dállîn gürûhunun sekerât ve kabirde görecekleri muámele: ‫َواَ ّمَٓـا ِا ْن َكا َن ِمـ َن ا ْل ُم َك ِّذ ۪بي َن ال َّٓضا ۪لّي َن ۞ فَ ُنُ ٌل ِم ْن َ۪حي ٍم ۞ َوتَ ْص ِليَ ُة َج ۪حي ٍم‬ “(Ammâ, eğer müteveffâ, tarîk-ı istikámetten háric ve âhireti tekzîb eden züm- reden olursa; onun için hâzırlanmış Cehennem’in sıcak suyundan bir ziyâfet ve Cehennem’e idhál etmek vardır.) Çünkü; ehl-i Cehennem’in gıdâları zakkúmdur. Zakkúmu yiyince hâsıl olan harâreti def‘etmek için içtikleri su, kaynar sıcak su- dur. Zîrâ, dalâleti irtikâblarına ve âhireti tekzîblerine cezâ olarak onlara misâfir- hánelerindeki ikrâmları bunlardır.”138 Eğer sekerâtta olan o kimse, mükezzib ve dállîn gürûhundan ise; bu adam, azâb melekleri tarafından hemen yakalanır. Kendisine evvelâ Cennet’teki yeri gösterilir. Ona: “Küfür ve dalâletin sebebiyle böyle ebedî bir saádeti, dâimî bir mülkü ve bâkí bir saltanatı kaybettin” denilir. Bunun üzerine o kimseyi bü- yük bir hasret kuşatır ve o hasret, Cehennem gibi kalbini yakar. Daha sonra kendisine Cehennem’deki yeri gösterilir ve ona şöyle bir müjde verilir: “İşte bu 136 Sözler, 23. Söz, 1. Mebhas, 2. Nokta, s. 314. 137 Lem‘alar, 26. Lem‘a, 7. Ricâ, s. 229. 138 Vâkıa, 92-94.

64 Dâr-ı Saádet va‘dolunduğun Cehennem’dir. Oraya girip ebedî kalacaksın. Orada sana yiyecek olarak zakkúm ve darî‘, içecek olarak da hamîm, sadîd ve gassâk takdîm edilecektir. Bu ne kötü bir ziyâfettir!” Kabre girince kabirden Cehennemine pencereler açılır. Ameli, çirkin bir insân súretine inkılâb edip devâmlı ona râhatsız edici sözler söy- ler ve o insân, çok pis kokar. Kıyâmete kadar kabrinden Cehennem’i seyreder. Cenâb-ı Hak, kabri o kimse için misâlî bir cehennem hâline getirir. Ruh, cesedle irtibâtlı olarak kıyâmet gününe kadar o misâlî cehennemde rûhen azâb çeker. Demek, kabir ve berzah áleminde hem küçük bir cennet, hem de küçük bir cehennem mevcûddur. Mezkûr âyet-i kerîmelerin nassıyla, kabir hayâtı ve ora- da saádet ve şekávetin varlığı haktır. b. Cennet’in hâlihâzırda mevcûd ve mahlûk olduğunun diğer bir delîli de, ehl-i kubûra kabirde Cennet ve Cehennem’deki yerlerinin gösterilmesi, kabir- lerinin ya Cennet bahçelerinden bir bahçe ya da Cehennem çukurlarından bir çukura dönüştürülmesidir. Konuyla alâkalı birkaç hadîs-i şerîfi nakledeceğiz: ‫َو َعن أنس رَ ِضي الله َعن ُه أَن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل ِإن ا ْل ُمؤمن ِإذا وضع‬ ‫ِفي قَبره أَتَا ُه ملك فَيَ ُقول لَ ُه َما كنت تعبد فَ ِإن الله هداه قَا َل كنت أعبد الله فَيَ ُقول لَ ُه‬ ‫َما كنت تَقول ِفي َه َذا الرجل فَيَ ُقول ُهوَ عبد الله َورَ ُسوله فَ َما ي ْسأَل َعن َش ْيء ب ْعد َها‬ ‫فَي ْنطَلق بِ ِه ِإلَى بَيت َكا َن لَ ُه ِفي النَّار فَ ُي َقال لَ ُه َه َذا َكا َن لَك َولَ ِكن الله عصمك فأبدلك‬ ‫بِ ِه بَ ْيتا ِفي ا ْلجنَّة فيراه فَيَ ُقول َدعونِي َح َّت أذهب فأبشر أَه ِل فَ ُي َقال لَ ُه اسكن قَا َل َو ِإن‬ ‫ا ْل َكا ِفر أَو ا ْل ُمنَا ِفق ِإذا وضع ِفي قَبره أَتَا ُه ملك فينتهره فَيَ ُقول لَ ُه َما كنت تعبد فَيَ ُقول‬ ‫َل أَ ْد ِري فَ ُي َقال َل َدريت َو َل تليت فَ ُي َقال لَ ُه َما كنت تَقول ِفي َه َذا الرجل فَيَ ُقول كنت‬ ‫أَقُول َما يَ ُقول النَّاس فيضربه بمطراق بَين أُذُنَ ْي ِه فَيَ ِصيح َص ْي َحة ي ْسمع َها ا ْلخلق غير‬ ‫الثقلَ ْي َورَ َوا ُه أَبُو َدا ُود َنوه َوالنَّ َسائِ ّي بِا ْخ ِت َصار َورَ َوا ُه أَ ْحد بِ ِإ ْسنَاد َص ِحيح من َح ِديث‬ ‫أبي سعيد ا ْل ُخ ْد ِر ّي بِنَ ْح ِو ال ِّر َوايَة الأولى‬ Enes (ra)’den rivâyet edildiğine göre Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Mü’min, kabrine konulunca bir melek gelir ve şöyle sorar: ‘Kime ibâdet edi- yordun?’ Elláh (cc), cevâb vermesinde ona yardım eder de o kimse, ‘Elláh’a ibâdet ediyordum’ diye cevâb verir. ‘Bu adam (Hazret-i Muhammed) hakkında ne diyor- dun?’ ‘O, Elláh’ın kulu ve resûlüdür.’

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 65 “Artık ona başka bir şey sorulmaz. Derken kendisine Cehennem’deki yeri gös- terilir ve, ‘Burası senindi. Fakat, Elláh (cc) seni ondan kurtardı. Onun yerine Cennet’te sana bir yer verdi’ denilir. Cennet’teki yerini görünce, ‘Beni bırakın da gidip áileme müjde vereyim’ der. Bunun üzerine ona, ‘Burada kal!’ denilir. “Kâfir veyâ münâfık, mezâra konulunca, bir melek gelir ve onu azarlayarak, ‘Kime ibâdet ediyordun?’ diye sorar. ‘Bilmiyorum’ diye cevâb verir. Kendisine, ‘Bilemeyesin, söyleyemeyesin!’ denilir. Daha sonra (Hazret-i Muhammed (sav)’e işâret ederek), ‘Şu adam hakkında ne diyordun?’ diye sorulur. ‘İnsânların dediği gibi derdim’ deyince, ensesine tokmakla öyle bir vurulur ki, insânlar ve cinlerden başka bütün yaratıklar onun feryâdını duyar.”139 Hazret-i Áişe (ra)’dan rivâyet edilen bir hadîste ise Resûl-i Ekrem (sav) şöy- le buyurmuşlardır: ‫فَأَما ف ْتنَة ا ْل َق ْب فَِب يفتنون وعني ي ْسأَلُون فَ ِإذا َكا َن الرجل ال َّصالح أُ ْج ِلس ِفي قَبره غير‬ ‫فزع َو َل مشعوف ث َّم يُ َقال لَ ُه فَ َما كنت تَقول ِفي ا ْ ِل ْس َلم فَ ُي َقال َما ٰه َذا الرجل الَّ ِذي َكا َن‬ ‫ِفي ُكم فَيَ ُقول ُمَ َّمد رَ ُسول الله َجا َء بِا ْلبَ ِيّنَا ِت من ِع ْند الله فَ َص َّد ْقنَا ُه فيفرج لَ ُه فُ ْر َجة قبل‬ ‫النَّار فَي ْنظر ِإلَ ْي َها يحطم بَ ْعض َها بَ ْع ًضا فَ ُي َقال لَ ُه ا ْن ُظر ِإلَى َما وقاك الله ث َّم تفرج لَ ُه فُ ْر َجة‬ ‫ِإلَى ا ْلجنَّة فَي ْنظر ِإلَى زهرتها َو َما ِفي َها فَ ُي َقال لَ ُه ٰه َذا َم ْق َعدك ِم ْن َها َويُ َقال على ا ْليَ ِقين كنت‬ ‫َو َعلَ ْي ِه مت َو َعلَ ْي ِه ت ْب َعث ِإن َشا َء الله َو ِإذا َكا َن الرجل السوء أُ ْج ِلس ِفي قَبره فَز ًعا مشعوفا‬ ‫فَ ُي َقال لَ ُه فَ َما كنت تَقول فَيَ ُقول َِسعت النَّاس يَ ُقولُو َن قولا فَقلت َك َما قَالُوا فيفرج لَ ُه‬ ‫فُ ْر َجة ِإلَى ا ْلجنَّة فَي ْنظر ِإلَى زهرتها َو َما ِفي َها فَ ُي َقال لَ ُه ا ْن ُظر ِإلَى َما صرف الله َع ْنك ث َّم‬ ‫يفرج لَ ُه فُ ْر َجة قبل النَّار فَي ْنظر ِإلَ ْي َها يحطم بَ ْعض َها بَ ْع ًضا َويُ َقال ٰه َذا َم ْق َعدك ِم ْن َها على‬ ‫ال َّشك كنت َو َعلَ ْي ِه مت َو َعلَ ْي ِه ت ْب َعث ِإن َشا َء الله ث َّم يعذب رَ َوا ُه أَ ْحد بِ ِإ ْسنَاد َص ِحيح‬ “Kabir fitnesine gelince; kullar, onunla karşılaşacaktır. Benimle imtihân olu- nacaklar ve Onlara, ben sorulacağım. Eğer sálih bir kişi ise, korkutulmadan ve kalbi kırılmadan mezârında oturtulur ve, ‘İslâm dîni ve aranızdaki adam (Hazret-i Muhammed) hakkında fikrin ne idi?’ diye sorulur. ‘Muhammed 139 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 60.

66 Dâr-ı Saádet (asm), Resûlulláh’dır. Elláh’tan Kur’ân’ı getirdi. Biz de onu tasdîk ettik’ cevâbını verince: Cehennem tarafından bir delik açılır. Oradan korkunç âteşle- ri görür. ‘Elláh’ın seni muhâfaza ettiği Cehennem’e bak!’ denilir. Sonra Cen- net tarafından bir delik açılır. Oradan da Cennet’in çiçeklerini ve diğer güzellik- lerini görür. ‘İşte burası senin yerindir. Çünkü, sen, şübhesiz bir îmân üzere idin ve bu îmân üzere öldün. İnşâelláh bu îmân üzere diriltilirsin’ denilir. “Eğer o kimse kötü biriyse (kâfir veyâ münâfık ise), korkutularak ve kalbi kı- rılarak kabirde oturtulur. ‘İslâm dîni ve aranızdaki adam (Hazret-i Muham- med) hakkında fikrin ne idi?’ diye sorulur. ‘İnsânlar bir şeyler söylüyorlardı. Ben de onlar gibi söylüyordum’ cevâbını verir. Bunun üzerine Cennet tarafından bir delik açılır. Oradan Cennet’in çiçeklerini ve diğer güzelliklerini görür. ‘Şuraya bak! Burası, Elláhu Teálâ’nın sana tahsís edip de küfür ve nifâkın sebebiyle seni mahrûm ettiği yerdir’ denilir. Sonra Cehennem tarafından bir kapı açılır. Oradan korkunç âteşleri görür. Kendisine, ‘İşte burası, senin Cehennem’deki yerindir. Çünkü, sen, îmân ve İslâm husúsunda şek ve şübhede idin. Şübhe üzere öldün. İnşâelláh öyle de dirilirsin’ denilir. Sonra kabirde azâb olunur.”140 ‫َو َعن ا ْبن عمر رَ ِضي الله َع ْن ُه َما أَن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل ِإن أحد ُكم ِإذا‬ ‫َما َت عرض َعلَ ْي ِه َم ْق َعده بِا ْل َغ َدا ِة والعشي ِإن َكا َن من أهل ا ْلجنَّة فَمن أهل ا ْلجنَّة َو ِإن‬ ‫َكا َن من أهل النَّار فَمن أهل النَّار فَ ُي َقال ٰه َذا َم ْق َعدك َح َّت يَ ْب َعثك الله يَ ْوم ا ْل ِقيَا َمة رَ َوا ُه‬ ‫ال ُب َخا ِر ّي َو ُمسلم َوال ِّ ْت ِم ِذ ّي َوالنَّ َسائِ ّي َوأَبُو َدا ُود دون قَ ْوله فَ ُي َقال ِإلَى آ ِخره‬ İbn-i Ömer (ra)’den rivâyet edilen bir hadîs-i şerîf’te ise Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi ölünce, sabâh akşâm kendisine (Cennet ve Cehennem’de ona âid olan varıp yerleşeceği) makâmı gösterilir. Eğer Cennet ehli ise, Cennet ehlinden olanların gideceği Cennet kendisine gösterilir. Eğer Cehennem ehli ise, Cehennem ehlinden olanların varacağı Cehennem kendisine gösterilir. Ona şöyle denilir: ‘Bu- rası, kıyâmet günü Ellâh seni diriltinceye kadar kalacağın yerdir. (Yani: Ona şöyle denilir: Burası, senin Cennet veya Cehennem’de varacağın yerindir. An- cak bu yere, kıyamet günü Ellahu Teâlâ seni yeniden dirilttiği gün cesed ve ruh beraber bilfiil girebilirsin. Şimdi kabirde Cennet-i misâliyeden ma’nen ve rûhen 140 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 62-63.

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 67 telezzüz eder veya Cehennem-i misâliyeden ma’nen ve rûhen azab çekersin.”141 c) Cennet’in hâlihâzırda mevcûd ve mahlûk olduğunun diğer bir delîli de, şü- hedâya, dünyâdan ayrılacakları zamân Cennet’teki makámlarının gösterilmesidir. Resûl-i Ekrem (sav), gelecek hadîs-i şerîflerinde şehîdin rûhunu teslîm et- meden evvel Cennet’teki makámını göreceğini haber vermektedir. Şöyle ki: ‫للشهيد عند الله ست خصال يغفر له في أول دفعة ويرى مقعده من الجنة ويجار من‬ ‫عذاب القبر ويأمن من الفزع الأكبر ويوضع على رأسه تاج الوقار الياقوتة منها خير من‬ ‫الدنيا وما فيها ويزوج اثنتين وسبعين زوجة من الحور العين ويشفع في سبعين من أقاربه‬ “Şehîdin Elláh nezdinde altı hasleti vardır: “1. Kanının ilk damlası ile birlikte mağfiret olunur. “2. Cennet’teki yerini görür. “3. Kabir azâbından korunur. “4. En büyük korkudan (Kıyâmet Günü’nün korkusundan) emîn olur. “5. Başına vakar tâcı giydirilir ki, bu tâcın bir yâkútu, dünyâdan ve dünyâdaki- lerden daha hayırlıdır. “6. Yetmiş iki hûrî ile evlendirilir. Akrabâlarından yetmiş kişi hakkında şefâat- çi kılınır.”142 Bu ve benzeri birçok hadîsten anlaşılacağı üzere; sekerâtta olanlara, ehl-i ku- bûra, husúsan şühedâya Cennet’teki yerleri gösterilmektedir. Demek ki; Cen- net, hâlihâzırda mahlûk ve mevcûddur. Cennet’in vücûduna ve hâlihâzırda mevcûd ve mahlûk olduğuna dâir altıncı delîl: Tüm ehl-i hak mezheblerin bu konudaki ittifâkıdır. Konuyla alâkalı ba‘zı nakilleri, nümûne olarak zikrediyoruz: َ‫ ِإ َّن ا ْل َجنَّة‬:‫ أَ ّمَا قَ ْولُ ُه‬:‫َوقَا َل ِا ْب ُن أَبِي ا ْل ِع ِّز ا ْل َحنَ ِف ِ ّي َشا ِر ُح الطَّ َحا ِويَّ ِة ۪في َش ْر ِح ِه ِل ٰه َذا النَّ ِ ّص‬ ‫ َولَ ْم‬،‫ فَاتَّ َف َق أَ ْه ُل ال ُّسنَّ ِة َع ٰل أَ َّن ا ْل َجنَّةَ َوالنَّارَ َ ْم ُلوقَتَا ِن َم ْو ُجو َدتَا ِن اَ ْ ٰل َن‬،‫َوالنَّارَ َ ْم ُلوقَتَا ِن‬ .‫يَزَ ْل َع ٰل ٰذ ِل َك أَ ْه ُل ال ُّسنَّ ِة‬ 141 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 56. 142 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/131; Tirmizî, Hadîs No: 1663; İbn-i Mâce, Hadîs No: 2799.

68 Dâr-ı Saádet “Akíde-i Tahaviyye’nin şârihlerinden olan İbn-u Ebi’l-İzz el-Hanefî (rh), şöyle buyurmaktadır: “ ‘Muhakkak Cennet ve Cehennem’in, hâlihâzırda mahlûk ve mevcûd oldukları husúsunda, Ehl-i Sünnet ittifâk etmişlerdir.’ ”143 ‫ أدركنا العلماء في جميع‬:‫فقال الإمامان الحافظان الرازيان رحمهما الله أبو حاتم وأبو زرعة‬ .‫ وهما مخلوقان‬،‫ الجنة حق والنار حق‬...‫الأمصار حجازا و عراقا وشاما ويمنا فكان من مذهبهم‬ Ebû Hâtim ve Ebû Zer‘a (ra) şöyle buyurmuşlardır: “Biz, Hicâz, Irâk, Şâm, Yemen, hulâsa bütün bu bilâdlardaki ulemâ-i İslâm’a kavuştuk. Onların mezhebi şudur ki: ‘Cennet haktır, nâr haktır. Her ikisi de şu ân mevcûd ve mahlûktur.’ ”144 .‫ والنار حق داران مخلوقتان‬،‫ الجنة حق‬:- ‫ رحمه الله‬- ‫وقال الإمام الحافظ ابن حزم‬ İmâm Hâfız ibn-i Hazm (ra) şöyle demiştir: “Cennet, haktır; nâr, haktır. Şu ân dahi mevcûd ve mahlûkturlar.”145 :‫ويقرر ذلك الإمام العلامة حافظ المغرب ابن عبد البر رحمه الله بقوله‬ ‫ إن الجنة والنار مخلوقتان‬:‫قال أهل السنة‬ İmâmu’l-Allâme Hâfızu’l-Mağrib İbn-i Abdi’l-Berr şu sözüyle bu mes’eleyi şöyle takrîr ve beyân etmiştir ki: Ehl-i Sünnet, “Cennet ve nâr, hâlihâzırda mevcûd ve mahlûkturlar.”146 ‫ والجنة والنار مخلوقتان‬:‫وقال الإمام أبو جعفر الطحاوي الحنفي‬ İmâm Ebû Ca‘fer et-Tahâvî el-Hanefî (rh) şöyle buyurmaktadır: “Cennet ve nâr, hâlihâzırda mahlûk ve mevcûddur.”147 Bu mevzú‘, tüm Akíde kitâblarına dâhil olmuştur. Ehl-i Sünnet ulemâsı, Cennet ve Cehennem’in hâlihâzırda mahlûk ve mevcûd olduğu husúsunda it- tifâk etmişlerdir. 143 Şerhu’t-Tahâviyye, 2/614. 144 Şerhu Usûli İ‘tikádi Ehli’s-Sünneh, 1/199. 145 ed-Durre fî Yecibu i‘tikáduhu, 27. 146 Fethu’l-Ber Fi’t-Tertîbi’l-Fıkhi li Temhîdi İbn-i Abdi’l-Berr, 2/116. 147 Şerhu Akídetu’t-Tahâviyye, 119.

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 69 ALTINCI MEBHAS Cennet’in nerede olduğuna dâirdir. Cennet’in hâlihâzırda mevcûd ve mahlûk olduğuna dâir serdettiğimiz naklî delîllerden sonra akla gelebilecek sorulardan birisi de, Cennet’in nerede oldu- ğudur. Ekser ulemâya göre; Cennet, yedi semânın üstünde ve Arş’ın altındadır. Gelecek âyet-i kerîme, bu ma‘nâya işâret etmektedir: ‫“ َوفِــي ال َّســ َمٓا ِء ِر ْزقُ ُكــ ْم َو َمــا تُو َعــ ُدو َن‬Gökte rızkınız ve size va‘d olunan şeyler vardır.”148 Müfessirîne göre, âyet-i kerîmede geçen “va‘d olunan şeyler” ta‘bîrinden murâd olan ma‘nâlardan biri de Cennet’tir. Necm Sûresi’nde ise şöyle buyruluyor: ‫(“ َولَ َقـ ْد رَ ٰا ُه نَ ْزلَـةً اُ ْخـ ٰرى ۞ ِع ْنـ َد ِسـ ْدرَةِ ا ْل ُم ْنتَ ٰهـى ۞ ِع ْن َد َهـا َجنَّـ ُة ا ْل َمـأْ ٰوى‬Muhak- kak ki; Muhammed (asm), O’nu) bir te’vîle göre Cibrîl (as)’ı, (diğer bir def‘a da Sid- retü’l-Müntehâ indinde súret-i hakíkísiyle gördü. Cennetü’l-Me’vâ, Sidretü’l-Mün- tehâ’nın yanındadır.”149 Bu âyet-i kerîmelerde Cennet’in, Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında olduğu beyân ediliyor. “Sidretü’l-Müntehâ” ise, Mi‘râc hadîsinde geçtiği üzere yedinci semânın üzerindedir. Firdevs Cenneti ile alâkalı gelecek hadîs-i şerîf de, Cennet’in, Arş’ın altında olduğunu ifâde etmektedir: ‫ َو ِم ْن َها‬،ً‫ َما بَ ْ َي ُك ِّل َدرَ َجتَ ْ ِي َم ِسيرَ ُة ِمائَ ِة َعا ٍم َوا ْل ِف ْر َد ْو ُس أَ ْع َل َها َدرَ َجة‬،‫اَ ْل َجنَّ ُة ِمائَ ُة َدرَ َج ٍة‬ .‫ فَ ِإذَا َسأَْل ُت ُم الّٰلَ فَا ْسأَلُو ُه ا ْل ِف ْر َد ْو َس‬،‫ َوا ْل َع ْر ُش ِم ْن فَ ْو ِق َها‬،‫َ ْت ُر ُج ا ْلَ ْن َها ُر ا ْلَ ْربَ َع ُة‬ 148 Zâriyât, 51:22. 149 Necm, 53:13-15.

70 Dâr-ı Saádet “Cennet, yüz derecedir. Her iki derece arası, yüz yıllık mesâfedir. Firdevs, de- rece bakımından en a‘lâsıdır. Dört nehir, ondan fışkırır. Arş, onun üzerindedir. Elláh’tan istediğiniz zamân, Firdevsü’l-A‘lâ’yı isteyin.”150 .‫ فوق سبع سموات‬: ‫ أين الجنة ؟ قال‬:‫ قلت لابن عباس‬:‫ قال‬، ‫عن مجاهد‬ Mücâhid şöyle demiştir: “İbn-i Abbâs (ra)’ya dedim ki: ‘Cennet nerededir?’ İbn-i Abbâs (ra) Hazretleri buyurdular ki: ‘Cennet, yedi kat semâvâtın fevkındedir.’ ”151 Risâle-i Nûr’da ise konuyla alâkalı olarak şöyle deniliyor: “Cennet’in sekiz tabakası biribirinden yüksek oldukları hâlde, umûmun damı Arş-ı A‘zam’dır.”152 “Hem meşhûr şâir Nâbiga’nın kıssa-i meşhûresidir ki, Resûl-i Ekrem aleyhis- salâtü vesselâmın yanında bir şiirini okumuş. Şu fıkra: ‫ بَلَ ْغنَـا ال َّسـ َما َء َ ْم ُدنَـا َو َسـنَائُنَا ۞ َو ِانَّـا نُ ِريـ ُد فَـ ْو َق ذ ِلـ َك َم ْظ َهـرًا‬Ya‘nî: ‘Şerefimiz göğe çıktı, biz daha üstüne çıkmak istiyoruz!’ Resûl-i Ekrem (asm), mülâtafe súretinde fermân etti: ‫ ِالَـى اَ ْيـ َن يَـا اَبَـا لَ ْيـاَ؟‬Dedi: ‫ ِالَـى ا ْل َجنَّـ ِة يَـا رَ ُسـو َل الّٰ ِل‬Ya‘nî: Resûl-i Ek- rem (asm) latífe olarak dedi: ‘Gökten öbür tarafa nereyi istiyorsun ki, şiirinde orayı niyyet ediyorsun?’ Nâbiga dedi: ‘Göklerin fevkınde Cennet’e gitmek istiyoruz.’ Sonra bir ma‘nidâr şiirini daha okudu. Resûl-i Ekrem (asm) duá etti: ‫َل يَ ْف ُضـ ِض الّٰ ُل فَـا َك‬ ya‘nî: ‘Senin ağzın bozulmasın.’ ”153 Hulâsa: Cennet, şu ân mahlûk ve mevcûddur. Yedi kat semâvâtın fevkındedir.  150 Tirmizî, 2531. 151 Hâkim: 8698; Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 1/170. 152 Sözler, 28. Söz, s. 500. 153 Mektûbât, 19. Mektûb, 14. İşâret, 3. Misâl, s. 145.

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 71 YEDİNCİ MEBHAS Cennet ikidir. Resûl-i Ekrem (sav) bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır: ‫“ ِانَّ َما ا ْل َق ْبُ رَ ْو َضةٌ  ِم ْن  ِريَا ِض ا ْل َجنَّ ِة اَ ْو  ُح ْفرَ ٌة  ِم ْن  ُح َف ِر النَّــا ِر‬Kabir, ya Cennet bah- çelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur.”154 Bu hadîse göre, Cennet ikidir: Biri: Arş-ı A‘lâ’daki Cennet’tir ki; buna “Cennet-i Kübrâ” ve “Cennet-i Hakí- kıyye” denir. Diğeri: Kabir Álemindeki Cennet’tir ki; buna da “Cennet-i Suğrâ” ve “Cen- net-i Misâliyye” denir. Cehennem de ikidir: Biri: “Cehennem-i Kübrâ”dır. Diğeri: Küre-i Arz’ın içinde bulunan “Cehennem-i Suğrâ”dır. Demek, kabir álemindeki cennet ve cehennem, cennet-i suğrâ ve ce- hennem-i suğrâ diye ta‘bîr edilir. Ta‘bîr-i diğerle, misâlî cennet ve misâlî cehennem diye tesmiye edilir. Küre-i Arz’ın içindeki âteş, kabirde cehen- nem-i kübrâ’nın vazífesini yapıyor. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, bu konuda şöyle buyuruyor: “Cehennem ikidir: Biri suğrâ, biri kübrâdır. İleride suğrâ, kübrâya inkılâb edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi; ileride ondan bir menzil olur. Ce- hennem-i Suğrâ yerin altında, ya‘nî merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. ‘İlm-i Tabakátü’l-Arz’ca ma‘lûmdur ki: Ekseriyâ her otuz üç metre hafriyyâtta, bir derece-i harâret tezâyüd eder. Demek, merkeze kadar nısf-ı kutr-i Arz, altı bin küsûr kilometre olduğundan, iki yüz bin derece-i harâreti câmi‘, ya‘nî iki yüz def‘a âteş-i dünyevîden şedîd ve rivâyet-i hadîse muvâfık bir âteş bulunuyor. Şu cehennem-i suğrâ, cehennem-i kübrâ’ya áid çok vezáifi, dünyâda ve Álem-i Berzah’ta görmüş ve ehâdîslerle işâret edilmiştir. Álem-i Âhiret’te, küre-i Arz nasıl ki sekenesini medâr-ı senevîsindeki meydân-ı haşre döker; öyle de, içindeki 154 Tirmizî, Kıyâmet, 26.

72 Dâr-ı Saádet Cehennem-i Suğrâ’yı dahi Cehennem-i Kübrâ’ya emr-i İlâhî ile teslîm eder…”155 İnsân öldükten sonra cesedi dağılır, rûhu ise bâkí kalır. İnsan, hemen Cennet veyâ Cehennem’e gitmez. Ancak haşir meydânında hesâb verdikten sonra Cennet veyâ Cehennem’e gider. O hâlde, vefât edenlerin rûhları, haşir sabâhına kadar Berzah, ya‘nî Súr Áleminde kalırlar. Ehl-i îmân ve táat, kabirde- ki Cennet-i Misâliyyede mes‘údâne yaşarlar. Kabirlerinden Cennet-i Kübrâ’ya bir pencere açılır, o pencereden hakíkí Cennetlerini seyredip telezzüz ederler. Ehl-i küfür ve isyân ise, Cehennem-i Misâliyyede muazzeb olurlar. Kabirlerin- den Cehennem-i Kübrâ’ya bir pencere açılır, o pencereden hakíkí Cehennemle- rini görüp müteellim olurlar. Resûl-i Ekrem (sav), bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar: ‫رَ َوى ا ْل ُب َخا ِر ُّي َو ُم ْس ِل ٌم َع ْن أَنَ ٍس َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم أَنَّ ُه قَا َل ( ِإ َّن ا ْل َع ْب َد ِإذَا‬ ‫ُو ِض َع ِفي قَ ْ ِب ِه َوتَوَلّٰى َع ْن ُه أَ ْص َحابُ ُه َو ِإنَّ ُه لَيَ ْس َم ُع قَ ْر َع ِن َعا ِل ِه ْم ِإذَا ا ْن َصرَفُوا أَتَا ُه َملَ َكا ِن‬ ‫ َما ُك ْن َت تَ ُقو ُل ِفي َه َذا ال ّرَ ُج ِل ُمَ َّم ٍد؟ فَأَ ّمَا ا ْل ُم ْؤ ِم ُن أَ ِي ا ْل َكا ِم ُل‬:‫فَ ُي ْق ِع َدا ِن ِه فَيَ ُقولاَ ِن‬ ‫ اُ ْن ُظ ْر ِإ ٰلى َم ْق َع ِد َك ِم َن النَّا ِر أَ ْب َدلَ َك الّٰ ُل بِ ِه‬:‫ فَ ُي َقا ُل لَ ُه‬،‫ أَ ْش َه ُد أَنَّ ُه َع ْب ُد الّٰ ِل َورَ ُسولُ ُه‬:‫فَيَ ُقو ُل‬ ‫ لاَ أَ ْد ۪ري ُك ْن ُت أَقُو ُل َما‬:‫ َوأَ ّمَا ا ْل َكا ِف ُر أَ ِو ا ْل ُمنَا ِف ُق فَيَ ُقو ُل‬.‫َم ْق َع ًدا ِم َن ا ْل َجنَّ ِة فَ َيَا ُه َا َ۪جي ًعا‬ ‫ ثُ َّم يُ ْضرَ ُب بِ ِم ْطرَقَ ٍة ِم ْن َح ۪دي ٍد بَ ْ َي أُذُنَ ْي ِه‬،‫ لاَ َدرَ ْي َت َولاَ تَلَ ْي َت‬:‫ فَ ُي َقا ُل‬،‫يَ ُقو ُل النَّا ُس ۪في ِه‬ . ‫فَيَ ۪صي ُح َص ْي َحةً يَ ْس َم ُع َها َم ْن يَ ۪لي ِه ِإ َّل الثَّ َقلَ ْ ِي‬ “Bir kul, kabre konulup, dostları arkalarını dönüp gittikleri vakit; o ölen kişi, onu kabre bırakıp gidenlerin ayakkabılarının seslerini işitir. İki melek, gelip onu oturtur. ‘Falân adam (Muhammed) hakkında ne dersin?’ derler. Mü’min-i kâmil ise, şöy- le cevâb verir: ‘O zâtın, Elláh’ın kulu ve Resûl’ü olduğuna şehâdet ederim.’ Ona, Şu ateşteki yerine nazar edip bak! Cenâb-ı Hak, onu, Cennet’teki bu yerle tebdîl etti.’ denir. O da o iki yeri berâber görür. “Kâfir ve münâfığa gelince; ‘Bu adam hakkında bir şey bilmiyorum. İnsânlar, onun hakkında ne derse, ben de onu söylüyordum’ der. Daha sonra ona denilir ki: ‘Bilmez olasın!’ Sonra demir tokmakla iki kulağının arasına vurulur. O kimse, öyle şiddetli bağırır ki; cin ve ins háric herkes onun sesini işitir.”156 155 Mektûbât, 1. Mektûb, 3. Suâl, s. 9. 156 Buhárî, Kitâbü’l-Cenâiz, 243; Müslim, 2870.

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 73 Cennet-i Misâliyyedeki lezzet ve Cehennem-i Misâliyyedeki elem husúsunda rûh asıldır, cesed ise tebeídir. Evet, kabir álemindeki saádet ve şekávet husúsunda rûh asıldır, cesed te- beídir. Bundan dolayı Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, “Mektûbât” adlı eserinde tabaka-i hayâtı sıralarken, ehl-i berzahın hayâtı hakkında; “Ehl-i kubûrun hayât-ı rûhanîleridir”157 ifâdesini kullanmıştır. Ya‘nî, kabirdeki asıl hayâtın rûhânî olduğunu beyân buyurmuştur. Bununla berâber, cesedin de ka- birdeki lezzet veyâ elemden tebeí olarak hissesi vardır. Zîrâ, insân öldüğün- de her ne kadar cesedi çürüyüp dağılsa da, acbü’z-zeneb denilen bir cüz’ü, bir madde-i esâsiyyesi bâkí kalır. O madde, o insânın mâhiyyetini taşımakta- dır ve o insânın bir çekirdeği hükmündedir. Rûhun, kabirde o madde ile bir münâsebeti vardır. Ancak bu münâsebetin mâhiyyeti bizce mechûldür. Rûh elem çektiğinde, münâsebetdâr olduğu o acbü’z-zeneb de elem çeker. Ac- bü’z-zeneb bir fihriste olması hasebiyle, sanki bütün cesed bir nev‘ elem çek- miş gibi olur. Rûh lezzet aldığında ise, sanki bütün cesed bir nev‘ lezzet alır. Evet, saíd olanların kabri, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Orada rûhen cennetvârî bir saádet ve lezzet alırlar. Şakí olanlara gelince; onların kabirleri de Cehennem çukurlarından bir çukurdur. Orada rûhen cehennem-nümûn bir hâlet yaşar ve Cehennem azâbının nümûnesini tadarlar. Mü’minin sálih amelleri ve tefekkürâtı, Cennet-i Misâliyyede, ya‘nî kabirde temessül eder ve ona rûhen lezzet verecek súretler hâlini alır. Şöyle ki; mü’mi- nin göz, kulak, dil gibi a‘zálarıyla yaptığı ibâdet ve zikirleri, kabirdeki Cennet-i Misâliyyede Cennet yemişleri súretini alır. Her çeşit meyve-i Cennet, kabirde temessül eder ve mü’min o meyvelerden rûhen istifâde edip ma‘nen lezzet alır. Meselâ; söylediği ‫ اَ ْل َح ْمــ ُد ِ ّٰ ِل‬kelimesine mukábil, Cennet-i Misâliyyede on ağaç dikilir, her bir ağacın başına en az on meyve takılır ve mü’min, kabirde o mey- velerden rûhen istifâde eder. Nasıl ki; bir insân rü’yâsında cennet gibi bir bahçeye girer, o bahçenin mey- velerinden yer ve bundan lezzet alır. Aynen bunun gibi, ehl-i îmân, kabirde îmân ve amel-i sálihi sâyesinde Cennet-i Misâliyyede lezzet alır. Bütün rûhânî lezzetleri kabirde görür. Ehl-i îmânın tefekkürâtı ise; kabir álemindeki Cennet-i Misâliyyenin sarây- 157 Mektûbât, 1. Mektûb, 1. Suâl, s. 7.

‫‪74 Dâr-ı Saádet‬‬ ‫‪ları, hûrîleri, gılmânları gibi temel maddeleri súretini alır ve mü’min, kabirde‬‬ ‫‪onlardan rûhen istifâde eder.‬‬ ‫‪Mâdem ekl, şürb, libâs, mesken ve nikâh, Cennet’in ve saádet-i cismâniy-‬‬ ‫‪yenin temel esâslarındandır. Elbette Cennet-i Misâliyyede bu ni‘metlerin birer‬‬ ‫‪nümûnesi temessül edecek ve mü’min, bu ni‘metlerden rûhen istifâde edecektir.‬‬ ‫‪Konuyla alâkalı birkaç hadîs-i şerîfi nümûne olarak zikredeceğiz:‬‬ ‫َع ِن ا ْل َبَا ِء ْب ِن َعا ِز ٍب قَا َل‪َ :‬خرَ ْجنَا َم َع رَ ُسو ِل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم ِإ ٰلى َجنَازَةٍ‬ ‫فَ َجلَ َس رَ ُسو ُل الّٰلِ َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم َع َل ا ْل َق ْ ِب َو َجلَ ْسنَا َح ْولَ ُه َكأَ ْن َع ٰل ُر ُؤو ِسنَا الطَّ ْ ُي‬ ‫َو ُهوَ يُ ْل َح ُد لَ ُه فَ َقا َل‪ :‬أَ ُعوذُ بِالّٰلِ ِم ْن َع َذا ِب ا ْل َق ْ ِب‪ ،‬ثَلاَ َث َم ّرَا ٍت‪ ،‬ثُ َّم قَا َل‪ِ :‬إ َّن ا ْل ُم ْؤ ِم َن ِإذَا َكا َن‬ ‫۪في ِإ ْقبَا ٍل ِم َن ا ْلٰ ِخرَةِ‪َ ،‬وا ْن ِقطَا ٍع ِم َن ال ُّد ْنيَا تَ َ ّنَلَ ْت ِإلَ ْي ِه ا ْل َم َلئِ َك ُة َكأَ َّن َع ٰل ُو ُجو ِه ِه ْم ال َّش ْم َس‬ ‫َم َع ُك ِّل َوا ِح ٍد ِم ْن ُه ْم َك َف ٌن َو َحنُو ٌط‪ ،‬فَ َجلَ ُسوا ِم ْن ُه َم َّد بَ َص ِر ۪ه ثُ َّم َ۪ي ُئ َملَ ُك ا ْل َم ْو ِت َح ّٰت‬ ‫َ ْي ِل َس ِع ْن َد رَ ْأ ِس ۪ه فَيَ ُقو ُل‪ :‬أَ ّيَتُ َها النَّ ْف ُس ا ْل ُم ْط َم ِئنَّ ُة ا ْخ ُر ۪جي ِإ ٰلى َم ْغ ِفرَ ِة الّٰ ِل َو ِر ْضوَا ِن ۪ه قَا َل‬ ‫فَتَ ْخ ُر ُج تَ ۪سي ُل َك َما تَ ۪سي ُل ا ْل َق ْطرَ ُة ِم ْن ِفي ال ِّس َقا ِء فَيَأْ ُخ ُذ َها فَ ِإذَا أَ َخ َذ َها لَ ْم يَ َد ُعو َها ۪في يَ ِد ۪ه‬ ‫طَ ْرفَةَ َع ْ ٍي‪َ ،‬حت ّٰى يَأْ ُخ ُذو َها فَيَ ْج َع ُلو َها ۪في ٰذ ِل َك ا ْل َك َف ِن‪َ ،‬و ۪في ٰذ ِل َك ا ْل َحنُو ِط‪َ ،‬و َ ْي ُر ُج ِم ْن َها‬ ‫َكأَ ْطيَ ِب نَ ْف َح ِة ِم ْس ٍك ُو ِج َد ْت َع ٰل َو ْج ِه ا ْلَ ْر ِض قَا َل‪ :‬فَيَ ْص َع ُدو َن بِ َها فَ َل يَ ُم ّرُو َن بِ َها يَ ْع۪ن‬ ‫َع ٰل َم َ ٍل ِم َن ا ْل َم َلئِ َك ِة إ َّل قَالُوا َما ٰه ِذ ِه ال ّرُو ُح الطَّ ِيّبَ ُة فَيَ ُقولُو َن فُ َل ُن ْب ُن فُ َل ٍن بِأَ ْح َس ِن أَ ْسَائِ ِه‬ ‫الَّ۪ت َكانُوا يُ َس ُّمونَ ُه بِ َها ِفي ال ُّد ْنيَا َح ّٰت يَ ْنتَ ُهو َن بِ ۪ه ِإلَى ال َّس َما ِء ال ُّد ْنيَا فَيَ ْستَ ْف ِت ُحو َن فَ ُي ْفتَ ُح لَ ُه‬ ‫َويُ َش ِيّ ُع ُه ِم ْن ُك ِّل َسَا ٍء ُم َق ّرَبُو َها ِإلَى ال َّس َما ِء الَّ۪ت تَ ۪لي َها‪َ ،‬ح ّٰت يَ ْنتَ ِه َي بِ َها ِإلَى ال َّس َما ِء الَّ۪ت‬ ‫۪في َها الّٰ ُل َع ّزَ َو َج َّل ‪ ،‬فَيَ ُقو ُل الّٰ ُل َع ّزَ َو َج َّل‪ :‬ا ْك ُت ُبوا ِكتَا َب َع ْب ۪دي ۪في ِع ِّل ۪يّي َن‪َ ،‬وأَ ۪عي ُدو ُه ِإلَى‬ ‫ا ْلَ ْر ِض‪ ،‬فَ ِإ ۪نّي ِم ْن َها َخلَ ْق ُت ُه ْم‪َ ،‬و ۪في َها أُ ۪عي ُد ُه ْم‪َ ،‬و ِم ْن َها أُ ْخ ِر ُج ُه ْم تَارَةً أُ ْخ ٰرى‪ ،‬قَا َل‪ :‬فَ ُت َعا ُد ُرو ُح ُه‬ ‫۪في َج َس ِد ۪ه‪ ،‬فَيَأْ ۪تي ِه َملَ َكا ِن‪ ،‬فَ ُي ْج ِل َسا ِن ۪ه‪ ،‬فَيَ ُقو َل ِن لَ ُه‪َ :‬م ْن رَبُّ َك؟ فَيَ ُقو ُل رَبِّ َي الّٰ ُل‪ ،‬فَيَ ُقو َل ِن لَ ُه‪:‬‬ ‫َما ۪دينُ َك؟ فَيَ ُقو ُل‪۪ :‬دي ِ َن ا ْلِ ْس َل ُم‪ ،‬فَيَ ُقو َل ِن لَ ُه‪َ :‬ما ٰه َذا ال ّرَ ُج ُل الَّ ۪ذي بُ ِع َث ۪في ُك ْم؟ فَيَ ُقو ُل‪ُ :‬هوَ‬ ‫رَ ُسو ُل الّٰ ِل‪ ،‬فَيَ ُقو َل ِن لَ ُه‪َ :‬ما ِع ْل ُم َك؟ فَيَ ُقو ُل‪ :‬قَرَ ْأ ُت ِكتَا َب الّٰ ِل فَآٰ َم ْن ُت بِ ۪ه َو َص َّد ْق ُت‪ ،‬فَ ُينَا ۪دي‬

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 75 ‫ َوا ْفتَ ُحوا لَ ُه‬,‫ َوأَ ْل ِب ُسو ُه ِم َن ا ْل َجنَّ ِة‬،‫ فَأَ ْف ِر ُشو ُه ِم َن ا ْل َجنَّ ِة‬,‫ُمنَا ٍد ِم َن ال َّس َما ِء أَ ْن َص َد َق َع ْب ۪دي‬ ‫ فَيَأْ ۪تي ِه ِم ْن رَ ْو ِح َها َو ۪طي ِب َها َويُ ْف َس ُح لَ ُه ۪في قَ ْ ِب ۪ه َم َّد بَ َص ِر ۪ه قَا َل َويَأْ ۪تي ِه‬:‫ قَا َل‬.‫بَابًا ِإلَى ا ْل َجنَّ ِة‬ ‫ فَ ٰه َذا يَ ْو ُم َك‬,‫رَ ُج ٌل َح َس ُن ا ْلوَ ْج ِه َح َس ُن ال ِثّيَا ِب طَ ِيّ ُب ال ّ۪ري ِح فَيَ ُقو ُل أَ ْب ِش ْر بِالَّ ۪ذي يَ ُس ّرُ َك‬ ‫ أَنَا َع َم ُل َك‬:‫ فَيَ ُقو ُل‬،‫ َم ْن أَ ْن َت؟ فَوَ ْج ُه َك ا ْلوَ ْج ُه الَّ ۪ذي يَأْ ۪تي بِا ْل َخ ْ ِي‬:‫ فَيَ ُقو ُل‬،‫الَّ ۪ذي ُك ْن َت تُو َع ُد‬ .‫ رَ ِّب أَ ِق ِم ال َّسا َعةَ رَ ِّب أَ ِق ِم ال َّسا َعةَ َح ّٰت أَ ْر ِج َع ِإ ٰلى أَ ْه۪ل َو َما ۪لي‬:‫ال َّصا ِل ُح فَيَ ُقو ُل‬ Berâ bin Ázib (ra) anlatıyor: “Resûlulláh (asm) ile birlikte bir cenâzenin defni- ne gittik. Resûlulláh (asm), kabrin başına oturdu. O adam, kabre konulduğunda, bizler de Resûlulláh (asm)’ın etrâfında oturduk. Sanki başımız üzerinde kuş varmış gibi (pür dikkat onu dinlemeğe başladık.) “Resûlulláh (asm), üç def‘a, ‘Kabir azâbından Elláh’a sığınırım’ dedi ve şöyle buyurdu: ‘Mü’min kul, âhirete doğru yolculuğu başlayıp dünyâdan alâkası kesileceği zamân, yüzleri güneş gibi parlak olan Melâike-i Kirâm, o mü’minin yanına her biriyle berâber kefen ve güzel kokular olduğu hâlde inerek, mü’min kulun gözünün görebileceği bir yere otururlar. Sonra melekü’l-mevt gelip o mü’minin başucunda oturur ve şöyle der: ‘Ey güzel ve hóş nefs! Elláh’ın mağfiret ve rızásına doğru çık!’ “Resûl-i Ekrem (asm) devâmla şöyle buyurdu: ‘Adamın rûhu, damlanın, su kabının ağzından süzülüp çıkması gibi süzülerek çıkarken; melek, onu alır. Mele- kü’l-mevt, o mü’minin rûhunu alınca; diğer melekler, aradan bir ân bile zamân geçmeden o mü’min kulun rûhunu melekü’l-mevtten alıp, yanlarındaki kefen ve gü- zel kokuların içine koyarlar. O mü’minin rûhundan, yeryüzünde bulunan en güzel miskler gibi güzel kokular çıkar.’ “Resûlulláh (asm), devâmla şöyle buyurdu: ‘Melekler, o rûhu yükseltirler. Han- gi melek topluluğuna uğrasalar, o melek topluluğundaki melâike grubu, ‘Bu güzel rûh da nedir?’ derler. O rûhu taşıyan melekler, bu meleklere cevâben derler ki: ‘Bu, falân oğlu falândır.’ O kişiyi, dünyâdaki en güzel ismiyle tesmiye ederler. Bu şekilde tâ semâ-i dünyâya çıkıp semânın açılmasını isterler. Her bir semânın mu- karreb melekleri, o rûhu teşyî’ edip uğurlarlar. Nihâyet o rûh, Elláhu Teálâ’nın ma‘nevî huzúruna çıkarılır. Elláh azze ve celle şöyle buyurur: ‘Şu kulumun kitâbı- nı İlliyyîn’de yazın ve onu yeryüzüne götürün. Çünkü, Ben, onu ondan, ya‘nî topraktan yarattım ve oraya iáde edeceğim (ölüp toprak olacaklar) ve tekrâr oradan çıkaracağım (ihyâ edeceğim).’

76 Dâr-ı Saádet “Hazret-i Peygamber (asm), devâmla dedi ki: ‘Bunun üzerine o kimsenin rûhu, cesedine iáde edilir. İki melek, gelip onu oturturlar ve ona şöyle derler: ‘Rabbin kimdir?’ O mü’min kul da şöyle der: ‘Rabbim Elláh’tır.’ Melekler, ‘Dînin nedir?’ derler. O: ‘Dînim İslâm’dır.’ Melekler devâmla şöyle sorarlar: ‘Sizin içinizde gön- derilen bu adam kimdir?’ O mü’min kul, şöyle der: ‘O Resûlulláh (asm)’dır.’ Melekler, ‘Peki, sen bunları nereden biliyorsun?’ derler. O mü’min kul: ‘Ben, El- láh’ın Kitâbi‘nı okudum ve o sebeble ona îmân ettim, onu tasdîk ettim.’ “Resûlulláh (asm), devâmla der ki: ‘Bunun üzerine gökten bir münâdî (nidâ edici) şöyle seslenir: ‘Kulum doğru söyledi. Ona Cennet’ten bir sergi, bir yatak yayıp dö- şeyin. Onu Cennet’ten giydirin ve onun için Cennet’e doğru bir kapı açın!’ “Resûlulláh (asm), devâmla şöyle buyurdu: ‘Cennet’in esinti ve kokuları o ânda ona gelmeye başlar. Kabri, gözü alabildiği kadar genişler. Bu arada o mü’min kula; yüzü güzel, elbisesi güzel, kokusu hóş bir adam gelir ve, ‘Seni sevindiren bu şey- lerle gözün aydın olsun! İşte sana va‘d edilen gün, bugündür!’ der. Adam, ‘Sen kimsin? Senin yüzün, hayırla gelen kişinin yüzü gibidir’ der. O gelen kişi de der ki: ‘Ben, senin sálih amelinim.’ O mü’min der ki: ‘Yâ Rab! Kıyâmeti kopar, kıyâ- meti kopar. Tâ ki, ehlime ve malıma rücû‘ edip kavuşayım.’ ”158 ‫ أَ َّن‬:‫) َع ْن َع ْب ِد الَّ ِل ْب ِن ُع َمرَ رَ ِض َي الَّ ُل َع ْن ُه َما‬2866( ‫ ومسلم‬، )1379( ‫روى البخاري‬ ‫ ( ِإ َّن أَ َح َد ُك ْم ِإذَا َما َت ُع ِر َض َعلَ ْي ِه َم ْق َع ُد ُه بِا ْل َغ َدا ِة‬:‫رَ ُسو َل الَّلِ َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل‬ ‫ َو ِإ ْن َكا َن ِم ْن أَ ْه ِل النَّا ِر فَ ِم ْن أَ ْه ِل‬، ‫ ِإ ْن َكا َن ِم ْن أَ ْه ِل ال َجنَّ ِة فَ ِم ْن أَ ْه ِل ال َجنَّ ِة‬، ‫َوال َع ِش ِ ّي‬ . ‫ َه َذا َم ْق َع ُد َك َح َّت يَ ْب َعثَ َك الّٰ ُل يَ ْو َم ال ِقيَا َم ِة‬: ‫ فَ ُي َقا ُل‬،‫النَّا ِر‬ İbn-i Ömer (ra)’den rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte ise Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi ölünce, sabâh akşâm kendisine (Cennet ve Cehennem’de ona âid olan varıp yerleşeceği) makâmı gösterilir. Eğer Cennet ehli ise, Cennet ehlinden olanların gideceği Cennet kendisine gösterilir. Eğer Cehennem ehli ise, Cehennem ehlinden olanların varacağı Cehennem kendisine gösterilir. Ona şöyle denilir: ‘Bu- rası, kıyâmet günü Ellâh seni diriltinceye kadar kalacağın yerdir. (Yani: Ona şöyle denilir: Burası, senin Cennet veya Cehennem’de varacağın yerindir. An- cak bu yere, kıyamet günü Ellahu Teâlâ seni yeniden dirilttiği gün cesed ve ruh 158 Müsned, 4/287-288; Ebû Dâvûd, 4753; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1/37.

Birinci Bâb/Birinci Fasıl 77 beraber bilfiil girebilirsin. Şimdi kabirde Cennet-i misâliyeden ma’nen ve rûhen telezzüz eder veya Cehennem-i misâliyeden ma’nen ve rûhen azab çekersin.”159 ‫َو َعن أبي سعيد ا ْل ُخ ْد ِر ّي رَ ِضي الّٰل َعن ُه قَا َل عرضت َعل ّي ا ْلجنَّة‬ ‫فَ َذ َهبت أتناول ِم ْن َها قطفا أريكموه فحيل بيني َوبَينه‬ Ebu Saíd el-Hudrî (ra)’den rivâyet olunan hadîste ise Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: “Bana Cennet gösterildi. Oradan bir salkım üzüm koparıp, size gösterecektim. O sırada aramıza bir engel girdi, koparamadım.”160 Bütün bu hadîsler, Kabir Álemindeki Cennet-i Misâliyyeye delâlet etmekte- dirler. Elhâsıl: Cennet ikidir: Biri: Arş’ın altındaki hakíkí ve maddî Cennet’tir. Ehl-i îmân ve táat, öldük- ten sonra hemen oraya gitmiyor. Ancak haşirdeki hesâbdan sonra oraya gidiyor. Diğeri: Misâlî cennettir. Ya‘nî, ehl-i îmânın, vefât etikten sonra rûhlarının kıyâmete kadar orada telezzüz ettiği cennettir. Elláh (cc), ehl-i îmân ve táa- te kabirde misâlî bir cenneti ihsân ediyor. Onlar, Kur’ân’ın şefâatiyle o misâlî cennetten istifâde ederler. Her ehl-i îmân, kabirde Kur’ân’ın şefâatiyle takvâ ve amel-i sálih derecesine göre Cennet-i Misâliyyede bulunur ve ma‘nen telez- züz eder. Bununla berâber, ehl-i îmânın ba‘zıları, rûhen Arş-ı A‘lâ’nın altındaki Cennet’e kadar çıkıp orada gezebilirler. Ancak, her rûh oraya çıkamaz. Büyük zâtların rûhları ancak oraya çıkabilir. Ekseriyyet ise, Cennet-i Misâliyyede kalıp orada telezzüz ediyorlar. Cehennem de ikidir: Biri: Sırât köprüsünün altında bulunan hakíkí ve maddî Cehennem’dir. Diğeri: Cehennem-i Misâliyyedir. Cehennem-i Misâliyye, kabirde büyük Ce- hennem’in vazífesini yapıyor. Demek, Cennet-i Suğrâ ve Cehennem-i Suğrâ, kabirdedir. Rûhun, onlar ile münâsebeti vardır. Cennet-i Kübrâ ve Cehennem-i Kübrâ ise, âhiret álemindedir ve cesedle alâkalıdır. Ancak haşir meydânındaki hesâbdan sonra oraya gidilir. 159 Buhárî, 1379; Müslim, 2866. 160 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 339.



İKİNCİ FASIL On dört mebhastır. Birinci Mebhas: Cennet’in kapıları hakkındadır. İkinci Mebhas: Cennet’in nehirleri hakkındadır. Üçüncü Mebhas: Cennet’in meskenleri hakkındadır. Dördüncü Mebhas: Cennet’in ağaç ve meyveleri, nebâtât ve hadrevâtı hak- kındadır. Beşinci Mebhas: Cennet’in çeşme ve pınarları hakkındadır. Altıncı Mebhas: Cennet’in çarşı ve pazarları hakkındadır. Yedinci Mebhas: Cennet’in genişliği hakkındadır. Sekizinci Mebhas: Cennet’in dereceleri hakkındadır. Dokuzuncu Mebhas: Cennet’in yatak, koltuk, yastık vesâire tefrîşâtları hak- kındadır. Onuncu Mebhas: Cennet’in kap kacakları hakkındadır. On Birinci Mebhas: Cennet’in taám ve şarâbları (yiyecek ve içecekleri) hak- kındadır. On İkinci Mebhas: Cennet’in gölgeleri hakkındadır. On Üçüncü Mebhas: Cennet’in iklimi hakkındadır. On Dördüncü Mebhas: On yedi mes’eledir. Birinci Mes’ele: Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın, dâr-ı saádet olan Cennet’le alâkalı ba‘zı tebşîrâtına dâirdir.

80 Dâr-ı Saádet İkinci Mes’ele: Cennet’in anahtarı hakkındadır. Üçüncü Mes’ele: Cennet’e giriş fermânı ve pasaportu hakkındadır. Dördüncü Mes’ele: Cennet’teki ebedî saádet, îmânın; köşkler, tefekkürâtın; ağaçlar ve meyveler, a‘mâl-i sálihanın mükâfâtıdır. Cennet’in arâzísi ise, karşı- lıksızdır. Beşinci Mes’ele: Cennet’i istemek, taleb etmek hakkındadır. Altıncı Mes’ele: Cennet’in nûru ve beyâzlığı hakkındadır. Yedinci Mes’ele: Cennet’in kokusu ve kokusunun te’sîr mesâfesi hakkında- dır. Sekizinci Mes’ele: Cennet ehlinin atları ve binekleri hakkındadır. Dokuzuncu Mes’ele: Cennet ehlinin çoğu, bu ümmetten olduğu hakkındadır. Onuncu Mes’ele: Cennet’e girmek, Hazret-i Muhammed (asm)’ın şefâatiy- ledir. On Birinci Mes’ele: Cennet’e ilk olarak kimin ve hangi ümmetin gireceği hakkındadır. On İkinci Mes’ele: Cennet ehlinin hangi dille konuşacağı hakkındadır. On Üçüncü Mes’ele: Cenâb-ı Hakk’ın, Cennet’te, ehl-i Cennet’e Kur’ân oku- yacağı hakkındadır. On Dördüncü Mes’ele: Ehl-i Cennet’in Cennet’te hamd, tesbîh ve kırâat-ı Kur’ân’la meşgúl olduklarına dâirdir. On Beşinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in, Cennet’te hep zevk ve lezzet veren şey- lerle meşgúl olduklarına dâirdir. On Altıncı Mes’ele: Cennet’te akrabâlık ve dostluk bağlarının devâm edeceği ve ehl-i Cennet’in Cennet’te biribirini ziyâret edeceği hakkındadır. On Yedinci Mes’ele: Cennet, ehl-i îmân ve táat için va‘d-i İlâhî olduğu hak- kındadır.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 81 BİRİNCİ MEBHAS Cennet’in kapıları hakkındadır. Bu mebhas, dört mes’eledir. Birinci Mes’ele: Cennet’in kapılarının isbâtı, adedi ve isimleri hakkındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de üç âyet-i kerîmede161 ve birçok Ehâdîs-i Nebeviyye, Cen- net’in kapılarından bahsetmektedir. Şimdi bu âyet-i kerîmeleri zikredeceğiz: Birinci Âyet: Ra‘d Sûresi’nde Cennet’in kapılarından şöyle bahsedilir: ‫َوا ْل َم ٰلٓ ِئ َك ُة يَ ْد ُخ ُلو َن َعلَ ْي ِه ْم ِم ْن ُك ِّل بَا ٍب َس َل ٌم َعلَ ْي ُك ْم بِ َما َص َ ْبتُ ْم فَ ِن ْع َم ُع ْق َب ال َّدا ِر‬ “Ve taraf-ı İlâhî’den selâm ihdâ etmek için, (Cennet’in her kapısından ehl-i Cennet üzerine melekler dâhil olurlar) ve onların etrâfını tavâf ederek şöyle derler: (‘Sabretmenize mukábil, size selâm olsun.’) Mesáibe ve ibâdâta ve menhiyyâtı terke sabrınız sebebiyle cemî-ı âfâttan selâmet sizin üzerinize olsun ve selâmeti buldunuz. Binâenaleyh; şu içine girdiğiniz Cennet, (ne güzel dâr-ı ákıbettir.) İşte, Cennet’teki bütün bu ni‘metler, dünyâdaki sabrınızın, kulluk vazífelerinizi hakkıyla yerine getirmenizin bir netîcesi, bir mükâfâtıdır.”162 Âyet-i kerîmede geçen “ve taraf-ı İlâhî’den selâm vermek için, Cennet’in her kapısından ehl-i Cennet üzerine melekler dâhil olur” cümlesi ifâde ediyor ki; melâike-i kirâm, Cennet’in bütün kapılarından ehl-i îmânın huzúruna girip El- láh tarafından onlara selâm getirirler. Demek, Cennet’in kendine mahsús kapı- ları vardır. Bu âyet-i kerîmede geçen ‫ بَـا ٍب‬kelimesi, bunu sarâhaten ifâde eder. İkinci Âyet: Sád Sûresi’nde ise, konu ile alâkalı olarak şöyle buyruluyor: ‫“ َجنَّـا ِت َعـ ْد ٍن ُم َفتَّ َحـةً لَ ُهـ ُم ا ْلَ ْبـوَا ُب‬Müttakíler için, ikámet Cennet’lerinin kapı- ları açılmıştır.”163 Âyet-i kerîmede geçen ‫“ اَ ْلَ ْبـوَا ُب‬kapılar” ta‘bîri, Cennet’in kapılarının oldu- ğunu sarâhaten bildirmektedir. 161 Ra‘d, 13:23; Sád, 38:50; Zümer, 38:73. 162 Ra‘d, 13:23-24. 163 Sád, 38:50.

82 Dâr-ı Saádet Üçüncü Âyet: Zümer Sûresi’nde ise, şöyle buyrulur: ‫َو ۪سي َق الَّ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا رَبَّ ُه ْم ِالَى ا ْل َجنَّ ِة زُ َمرً ۜا َح ّٰٓت ِاذَا َٓجا ُؤ۫ َها َوفُ ِت َح ْت‬ ‫اَ ْبوَابُ َها َوقَا َل لَ ُه ْم َخزَنَ ُت َها َس َل ٌم َعلَ ْي ُك ْم ِط ْب ُت ْم فَا ْد ُخ ُلو َها َخا ِل ۪دي َن‬ “Rablerinden korkup takvâ dâiresinde bulunanlar ise, bölük bölük, gürûh gürûh Cennet’e sevk olunurlar. Oraya varıp da kapıları açıldığında, Cennet’in bekçileri onlara: ‘Selâm size! Ter temiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya!’ derler.”164 Birçok Ehâdîs-i Nebeviyye dahi Cennet’in kapılarından bahsetmektedir. Nümûne olarak birkaçını zikredeceğiz: ‫ ِفي ال َجنَّ ِة‬:‫ قَا َل‬،‫ َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬،‫َع ْن َس ْه ِل ْب ِن َس ْع ٍد رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه‬ .‫ لاَ يَ ْد ُخ ُل ُه ِإ َّل ال َّصائِ ُمو َن‬،‫ ۪في َها بَا ٌب يُ َس ّٰمى ال ّرَيَّا َن‬،‫ثَ َما ِنيَ ُة أَ ْبوَا ٍب‬ Sehl bin Sa‘d (ra)’dan rivâyetle, Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Cennet’te sekiz kapı vardır. O kapılardan biri, ‘Reyyân’ ismiyle tesmiye olu- nur. Ondan sâdece oruç tutanlar girerler.”165 ‫ َم ْن أَ ْن َف َق زَ ْو َج ْ ِي ِم ْن‬:‫ يَ ُقو ُل‬،‫ َِس ْع ُت رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫ قَا َل‬،َ‫أَ َّن أَبَا ُهرَ ْيرَة‬ ،ٌ‫ يَا َع ْب َد الّٰ ِل َه َذا َخ ْي‬- ،َ‫ يَ ْع ِن ال َجنَّة‬- ،‫ ُد ِع َي ِم ْن أَ ْبوَا ِب‬،‫َش ْي ٍء ِم َن ا ْل َ ْشيَا ِء ۪في َس ۪بي ِل الّٰ ِل‬ ‫ َو َم ْن َكا َن ِم ْن أَ ْه ِل ال ِج َها ِد ُد ِع َي ِم ْن‬،‫فَ َم ْن َكا َن ِم ْن أَ ْه ِل ال َّصلاَ ِة ُد ِع َي ِم ْن بَا ِب ال َّصلاَ ِة‬ ‫ َو َم ْن َكا َن ِم ْن أَ ْه ِل‬،‫ َو َم ْن َكا َن ِم ْن أَ ْه ِل ال َّص َدقَ ِة ُد ِع َي ِم ْن بَا ِب ال َّص َدقَ ِة‬،‫بَا ِب ال ِج َها ِد‬ ‫ َما َع ٰل َه َذا الَّ ۪ذي يُ ْد ٰعى ِم ْن‬:‫ فَ َقا َل أَبُو بَ ْك ٍر‬،‫ َوبَا ِب ال ّرَيَّا ِن‬،‫ال ِ ّصيَا ِم ُد ِع َي ِم ْن بَا ِب ال ِ ّصيَا ِم‬ ،‫ «نَ َع ْم‬:‫ َه ْل يُ ْد ٰعى ِم ْن َها ُك ِّل َها أَ َح ٌد يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل؟ قَا َل‬:‫ َوقَا َل‬،ٍ‫ِت ْل َك ا ْل َ ْبوَا ِب ِم ْن َض ُرورَة‬ . ‫َوأَ ْر ُجو أَ ْن تَ ُكو َن ِم ْن ُه ْم يَا أَبَا بَ ْك ٍر‬ Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyetle Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu: 164 Zümer, 39:73. 165 Sahîh-i Buhárî: 59, Bed’u’l-Halk, 9; Sıfât-ı Ebvâbi’l-Cenneti, 4/88.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 83 “(‘Her kim Elláh yolunda, herhangi bir şeyden çifter çifter) ya‘nî iki deve, iki at, iki köle ve hâkezâ (infâk ederse; Cennet kapılarından şöyle nidâ edilir. ‘Ey Elláh’ın kulu! Bu, bir hayrdır.’ Her kim de ehl-i salât ise namâz kapısından; cihâd ehlinden ise) Elláh yolunda cihâd etmiş ise, (cihâd kapısından; sadaka eh- linden ise sadaka kapısından; oruç ehlinden ise Reyyân kapısından çağrılır.’ Haz- ret-i Ebû Bekir (ra),) bunu duyunca, ‘Anam babam sana fedâ olsun ya Resûlelláh (asm)! Bu kapılardan birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyâcı kalmaz, ama bu kapıların hepsinden çağrılacak kimseler de var mı?’ dedi. Resûl-i Ekrem (asm), ‘Evet,’ buyurdular ve devâmla, ‘Ben, ümîd ederim ki yâ Eba Bekr, sen de onlardansın’ dedi.)”166 ‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬: ‫َع ْن ُع ْقبَةَ ْب ِن َعا ِم ٍر َع ْن ُع َمرَ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه َما قَا َل‬ ‫ أَ ْش َه ُد أَ ْن َل ِإ ٰلهَ ِإ َّل الّٰ ُل‬: ‫ َما ِم ْن ُك ْم ِم ْن أَ َح ٍد يَتَوَ َّضأُ فَ ُي ْب ِل ُغ أَ ْو فَ ُي ْس ِب ُغ ا ْلوَ ُضو َء ثُ َّم يَ ُقو ُل‬: .‫َوأَ َّن ُمَ َّم ًدا َع ْب ُد الّٰ ِل َورَ ُسولُ ُه ِإ َّل فُ ِت َح ْت لَ ُه أَ ْبوَا ُب ا ْل َجنَّ ِة الثَّ َما ِنيَ ُة يَ ْد ُخ ُل ِم ْن أَ ِيّ َها َشا َء‬ Ukbe bin Âmir’den, o da Hazret-i Ömer’den rivâyetle, Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizden kim abdest alır; suyu, her a‘záya kavuşturmak súretiyle onları güzel bir şekilde yıkar veyâ tam ve eksiksiz bir abdest alırsa; sonra da, ‘Ben şehâdet ederim ki; Elláh’dan başta Ma‘bûd-i bi’l-hakk yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki; Muhammed (asm), Elláh’ın abdi ve Resûlüdür’ derse; Cennet’in sekiz kapısı açılır ve istediği kapıdan Cennet’e girer.”167 Daha birçok hadîste, bir takım amelleri yapanlar için, “Cennet’in sekiz kapı- sından istedikleri kapıdan girerler” şeklinde ifâdeler mevcûddur. O sekiz kapının isimleri, ulemâ-i İslâm tarafından değişik súretlerde tasnîf edilmiştir. Bu tas- nîfâttan birini, misâl olarak zikrediyoruz: 1. Bâbü’s-Salât: Namâz kılanların kapısı. 2. Bâbü’s-Sadaka: Zekât ve sadaka verenlerin kapısı. 3. Bâbü’l-Cihâd: Elláh yolunda cihâd edenlerin kapısı. 4. Bâbü’r-Reyyân: Oruç tutanların kapısı. 166 Buhárî, 3466; Müslim, 1152. 167 Müslim, 234; Ebû Dâvûd, 169; Nesâî, 148; Tirmizî, 55; İbn-i Mâce, 470; Müsned-i Ahmed bin Hanbel, 122.

84 Dâr-ı Saádet 5. Bâbü’t-Tevbe: Tevbe edenlerin kapısı; aynı zamânda Hazret-i Muham- med (asm)’ın kapısıdır. Elláh (cc) onu yarattığı günden beri bu kapı hep açıktır. Kıyâmete yakın Güneş batıdan doğana kadar da bu kapı kapanmaz. 6. Bâbü’l-Eymen: Şefâat kapısı. 7. Bâbü’l-Kâzımîne’l-Ğayz: Gadabını yenenlerin kapısı. 8. Bâbü’z-Zikr: Zikir kapısıdır. Hulâsa: Yukarıda zikrettiğimiz âyet ve hadîslerden de anlaşılacağı üzere; hem Cennet’in kapıları vardır; hem de o kapılar sekiz adeddir. Bu kapıların isimlerinin bir kısmı ulemâ-i İslâm’a göre değişse de; evvelki beş kapı hakkın- da ittifâk, sonraki üç kapı hakkında ise ihtilâf vardır. Ba‘zı ulemâ-i İslâm, Cen- net’in son üç kapısı hakkında; “Bâbü’l-Vâlid: Ana babasına iyilik edenlerin kapısı, Bâbü’l-Ferah: Çocukları sevindirenlerin kapısı ve Bâbü’d-Duhâ: Duhâ namâzı- na devâm edenlerin kapısı” gibi isimleri kabûl etmiştir. Elláhu a‘lemü bi’s-savâb. Cennet’in ana kapıları sekiz adeddir. Ehl-i Cennet, bu kapılardan Cen- net’e dâhil olduktan sonra, ayrıca on aded kapı daha bulunduğu, ba‘zı ulemâ-i İslâm mâbeyninde kabûl görmüştür. Bunlardan bir kısmı, hadîslerde mervîdir. (Bâbü’l-İlim, Bâbü Lâ Havle Ve Lâ Kuvvete İllâ Billâh, Bâbü’l-Hacc ve hâkezâ...) Resûl-i Ekrem (sav)’in gelecek hadîsini nümûne olarak zikrediyoruz: ‫ أَ َل‬:‫ِفي ا ْل ُم ْسنَ ِد ِم ْن َح ۪دي ِث ُم َعا ِذ ْب ِن َجبَ ٍل قَا َل قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬ .‫ َل َح ْو َل َو َل قُ ّوَةَ ِإ َّل بِالّٰ ِل‬:‫ قَا َل‬.‫ بَ ٰل‬:‫ قُ ْل ُت‬:‫أَ ُدلُّ َك َع ٰل بَا ٍب ِم ْن أَ ْبوَا ِب ا ْل َجنَّ ِة؟ قَا َل‬ “Müsned”de rivâyet edilen bir hadîste Muáz bin Cebel (ra) şöyle demiştir: “Resûlulláh (asm), buyurdular ki: ‘(Ey Muáz!) Sana Cennet kapılarından bir kapıyı göstereyim mi?’ Ben, ‘Evet’ dedim. Bunun üzerine Resûlulláh (asm), buyur- dular ki: ‘‫ َل َحـ ْو َل َو َل قُـ ّوَةَ ِإ َّل بِـالّٰ ِل‬sözüdür.’ ”168 “Her amel sáhibi için ayrılan bir kapı vardır ki; onu işleyen kimse, o kapıdan çağrılır”169 meâlindeki hadîs-i şerîften anlaşılıyor ki; her amelin kendine mahsús bir kapısı vardır. Amel sayısının sekizden fazla olduğu düşünüldüğünde; mezkûr sekiz kapının, Cennet’in esâs kapıları olan dış kapıları; diğerlerinin ise, Cen- net’in iç kapıları olduğu anlaşılmaktadır. 168 Müsned, 5/244; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/97. 169 Müsned, 2/449.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 85 İkinci Mes’ele: Cennet kapılarının genişliği hakkındadır. Şimdi bu konu ile alâkalı ba‘zı hadîs-i şerîfleri zikrediyoruz: ‫ فَأَْنطَ ِل ُق فَاٰ ۪تي َ ْت َت‬:‫َع ْن أَ۪بي ُهرَ ْيرَةَ قَا َل فَ َذ َكرَ َح ۪دي َث ال َّش َفا َع ِة بِطُو ِل ِه َوقَا َل ۪في ٰا ِخ ِر ۪ه‬ ‫ َولَ ْن‬،‫ فَ ُي ۪قي ُم ِن رَ ُّب ا ْل َعالَ ۪مي َن ِم ْن ُه َم َقا ًما لَ ْم يَ ُق ْم ُه أَ َح ٌد قَ ْب۪ل‬,‫ فَأَقَ ُع َسا ِج ًدا ِلرَ ۪بّي‬،‫ا ْل َع ْر ِش‬ ‫ أَ ْد ِخ ْل َم ْن َل ِح َسا َب َعلَ ْي ِه ِم ْن أُ ّمَ ِت َك ِم َن ا ْلبَا ِب‬،‫ يَا ُمَ َّم ُد‬:‫ فَيَ ُقو ُل‬،‫يَ ُقو َم ُه أَ َح ٌد بَ ْع ۪دي‬ ‫ ِإ َّن َما بَ ْ َي‬،‫ َوالَّ ۪ذي نَ ْف ُس ُمَ َّم ٍد بِيَ ِد ۪ه‬،‫ َو ُه ْم ُشرَ َكا ُء النَّا ِس ِفي ا ْلَ ْبوَا ِب ا ْلُ َخ ِر‬،‫ا ْلَ ْي َم ِن‬ َ‫ أَ ْو َه َجر‬،َ‫ لَ َك َما بَ ْ َي َم َّكةَ َو َه َجر‬,‫ا ْل ِم ْصرَا َع ْ ِي ِم ْن َم َصا ۪ري ِع ا ْل َجنَّ ِة ِإ ٰلى بَ ْ َي ِع َضا َدتَ ِي ا ْلبَا ِب‬ .‫ َو ۪في لَ ْف ِظ «لَ ُك َما بَ ْ َي َم َّكةَ َو َه َجرَ» أَ ْو « َك َما بَ ْ َي َم َّكةَ َوبَ ْص َرى» ُمتَّ َف ٌق َع َل ِص َّح ِت ِه‬.َ‫َو َم َّكة‬ Ebû Hüreyre (ra), şefâat hadîsinin tamâmını zikrettikten sonra, Resûlulláh (sav)’in, devâmla şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “(Ben, yürüyüp Arş-ı A‘zam’ın altına gelir; orada Rabbime secde ederim. Ne ben- den önce ne de benden sonra hîç kimseye verilmeyecek bir makámda) ki; o, şefâat makámıdır, (Rabbim, beni o makámda durdurur.) Ben, ‘Yâ Rabbî! Ümmetim, üm- metim!’ derim. (‘Yâ Muhammed! Ümmetinden hesâba çekilmeyecek olanları sağ kapıdan girdir.’ Ümmetimden bu insânlar, diğer kapılar)dan girmek (husú- sunda sâir insânlarla müşterektirler. Muhammed (asm)’ın nefsi, yed-i kudretinde olan Elláh’a yemîn ederim ki; Cennet’in kapılarının kanatlarından her iki kanadın arası, Mekke ve Hecer arası veyâ Hecer ve Mekke arası kadar mesâfedir.)” Buhárî ve Müslim’in müttefik oldukları bir lafızda hadîs şöyledir: (“Mekke ve Hecer arası veyâ Mekke ve Busrâ arası gibidir.)”170 Not: Hecer, ya Bahreyn veyâ Medîne’de bir yerin ismidir. ‫ َع ْن َح ۪كي ِم‬،‫ َو َِس ْع ُت ا ْل َج ۪ري ِر َّي ُيَ ِّد ُث‬:‫ قَا َل‬،‫رَ َوى ا ْ ِل َما ُم أَ ْحَ ُد ِفي ُم ْسنَ ِد ۪ه ِم ْن طَ ۪ري ِق َحَّا ٍد‬ ً‫ أَ ْن ُت ْم تُوفُو َن َس ْب ۪عي َن أُ ّمَة‬:‫ أَ َّن رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل‬،‫ َع ْن أَ ۪بي ِه‬،َ‫ْب ِن ُم َعا ِويَة‬ ‫ َو َما بَ ْ َي ِم ْصرَا َع ْ ِي ِم ْن َم َصا ۪ري ِع ا ْل َجنَّ ِة َم ۪سيرَ ُة أَ ْربَ ۪عي َن‬،‫ َوأَ ْكرَ ُم َها َع َل الّٰ ِل‬،‫أَ ْن ُت ْم ٰا ِخ ُر َها‬ .‫ َولَيَأْ ِت َ َّي َعلَ ْي ِه يَ ْو ٌم َو ِإنَّ ُه لَ َك ۪ظي ٌظ ِم َن ال ِّز َحا ِم‬،‫َعا ًما‬ 170 Buhárî, 395, Tefsîr bâbı; Müslim, 194, Îmân, Cennetlik’lerin mertebesi, en aşağı olanların bâbı.

86 Dâr-ı Saádet İmâm Ahmed bin Hanbel (ra), “Müsned”inde Hammâd bin Seleme (ra) tarîkıyle şöyle rivâyet etmiştir: “Hammâd dedi ki: El-Cerîri’yi işittim, Hakîm bin Muáviye, babasından, Resûlulláh (asm)’ın şöyle dediğini anlatmıştır: ‘(Siz, yetmiş ümmeti tamâmlarsınız. Siz, o ümmetlerin sonunda gelip, onların en mü- kerremi) indelláh en makbûlüsünüz. (Cennet kapılarından her iki kapı kanadı- nın arası, kırk yıllık yoldur. Cennet kapısının insânlarla dop dolu olacağı bir gün elbette gelecektir.’)”171 ‫ ا ْلبَا ُب‬:‫ أَ َّن النَِّ َّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو ٰا ِل ِه َو َس ّلَ َم قَا َل‬،‫ َع ْن أَ ۪بي ِه‬،َ‫َع ْن َسا ِل ِم ْب ِن َع ْب ِد الّٰ ِل ْب ِن ُع َمر‬ ‫ ثُ َّم ِإنَّ ُه ْم لَ ُي ْض َغطُو َن َعلَ ْي ِه‬،‫الَّ ۪ذي يَ ْد ُخ ُل ِم ْن ُه أَ ْه ُل ا ْل َجنَّ ِة َم ِسيرَ ُة ال ّرَا ِك ِب ا ْل َم ْش ُحو ِذ ثَ َلثًا‬ . ‫َح ّٰت تَ َكا ُد َمنَا ِك ُب ُه ْم تَ ُزو ُل‬ Sâlim bin Abdulláh’dan, o da babasından, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu: “(Cennet ehlinin gireceği kapının mesâfesi, hızla at koşturan bir süvârî gidişiy- le üç) aylık veyâ üç günlük (mesâfedir. Sonra onlar kapıya üşüşürler de, neredeyse omuzları kopacak olur.)”172 Abdulláh b. Ömer (ra)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: ‫بَا ُب أُ ّمَ۪ت الَّ ۪ذي يَ ْد ُخ ُلو َن ِم ْن ُه ا ْل َجنَّةَ َع ْر ُض ُه َم ۪سيرَ ُة ال ّرَا ِك ِب ا ْل َجوَا ِد‬ .‫ثَ َلثًا ثُ َّم ِانَّ ُه ْم لَ ُي ْض َغطُو َن َعلَ ْي ِه َح ّٰت تَ َكا ُد َمنَا ِك ُب ُه ْم تَ ُزو ُل‬ “(Cennet kapılarından ümmetimin oraya gireceği bir kapı vardır ki; o kapının eni, usta binicinin üç) günde veyâ üç ayda veyâ üç senede (gidebileceği mesâfe ka- dardır. Böyle olmasına rağmen onlar bu kapıdan sıkışarak girecekler de, neredeyse omuzları kopup düşecek.)”173 ‫َو َعن سهل بن سعد رَ ِضي الله َعن ُه أَن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل ليدخلن ا ْلجنَّة‬ ‫من أم ِت َس ْب ُعو َن ألفا أَو َس ْبع ِمائة ألف متماسكون آخذ بَعضهم بِبَ ْعض َل ي ْدخل أَ ّوَله ْم‬ .‫َح َّت ي ْدخل آ ِخرهم ُو ُجوههم على ُصورَة ا ْل َق َمر لَ ْيلَة ا ْلبَ ْدررَ َوا ُه ال ُب َخا ِر ّي َو ُمسلم‬ 171 Ahmed, Müsned. 5/3; El Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/397. 172 Tirmizî, 2548. 173 Tirmizî, 38/14, Hadîs No: 2724.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 87 Sehl bin Sa‘d (ra), Resûlulláh (sav)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etti: “Kasem olsun, Cennet’in kapısı o kadar geniştir ki, ümmetimden yetmiş bin yâhúd yedi yüz bin kişi biribirinin koluna girerek sáf hâlinde hep birden girebilirler. Onların yüzleri de dolunay gibi parlar.”174 Hulâsa: Yukarıda nümûne olarak zikrettiğimiz hadîslerden de anlaşılacağı üzere; Cenâb-ı Hak, Cennet’in kapılarının genişliğini de, Cennet’in genişliğine lâyık bir tarzda yaratmıştır. Hadîslerdeki üç, yedi, kırk gibi ta‘bîrler çokluktan kinâye olup, Cennet’in kapılarının gáyet derecede genişliğini bildirmektedir. Sekiz nev‘ Cennet olduğu için, kapıları dahi sekiz tânedir. Nasıl ki; sekiz nev‘ Cennet’in ba‘zısı ba‘zısından daha geniş ve daha a‘lâdır. Öyle de, o Cen- net’lerin kapıları dahi aynı büyüklükte olmayıp, ba‘zısı ba‘zısından daha ge- niştir. Cennet’lerin büyüklük ve küçüklüklerine göre kapıları da büyük veyâ küçüktür. Büyük ve geniş olan bir Cennet kapısının, kendisinden küçük olan Cennet’lerin kapılarına göre daha büyük olması, hikmeten lâzımdır. Onun için, hadîslerdeki kapıların genişlikleri hakkında gelen ayrı ayrı ta‘bîrât gösteriyor ki; ba‘zı Cennet’lerin kapılarının genişliği kırk yıldır. Buna nisbeten küçük olan bir Cennet’in kapısı, yedi yıllık mesâfedir. Daha küçüğünün, üç günlük mesâfedir ve hâkezâ. Bu ma‘nâdan dolayı, hadîsler arasında tezâd yoktur. Hepsi de haktır. Ve’l-ilmü indelláh. Üçüncü Mes’ele: Cennet’in kapılarının özellikleri ve halkalı olması hakkındadır. İbn-i Cerîr-i Taberî (ra), tefsîrinde, Velîd bin Müslim Huleyd’den, o da el-Hasan’dan ‫“ َجنَّــا ِت َعــ ْد ٍن ُم َفتَّ َحــةً لَ ُهــ ُم ا ْلَ ْبــوَا ُب‬Kapıları, yalnızca kendilerine açılmış Adn Cennet’leri vardır”175 âyetinin tefsîrinde şöyle denilmektedir: Ya‘nî, “Görünen kapılar” demektir. Yine Huleyd (ra)’den, o da Katâde’den şöyle demiştir: “İçeriden dışarısı, dışarıdan içerisi görünen, konuşan, kendisiyle konuşulan, ‘Açıl!’ ve ‘Kapan!’ sözle- rini işitip anlayan kapılardır.”176 174 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 296. 175 Sád, 38:50. 176 İbn-i Cerîr et-Taberî Tefsîri, 23/174.

88 Dâr-ı Saádet ‫ فَبَا ٌب يَ ْد ُخ ُل َعلَ ْي ِه زُ ّوَا ُر ُه ِم َن‬:‫ ِل ُك ِّل ُم ْؤ ِم ٍن ِفي ا ْل َجنَّ ِة أَ ْربَ َع ُة أَ ْبوَا ٍب‬:‫ قَا َل‬،‫َع ِن ا ْل َغزَا ِز ِ ّي‬ ‫ َوبَا ٌب ُم ْق َف ٌل ۪في َما بَ ْينَ ُه َوبَ ْ َي أَ ْه ِل‬،‫ َوبَا ٌب يَ ْد ُخ ُل َعلَ ْي ِه أَ ْز َوا ُج ُه ِم َن ا ْل ُحو ِر ا ْل ۪عي ِن‬،‫ا ْل َم َلئِ َك ِة‬ ‫ َوبَا ٌب ۪في َما بَ ْينَ ُه َوبَ ْ َي َدا ِر ال َّس َل ِم‬،‫النَّا ِر يَ ْفتَ ُح ُه ِإذَا َشا َء يَ ْن ُظ ُر ِإلَ ْي ِه ْم ِلتَ ْع ُظ َم ال ِنّ ْع َم ُة َعلَ ْي ِه‬ .‫يَ ْد ُخ ُل ِم ْن ُه َع َل رَبِّ ۪ه َع ّزَ َو َج َّل ِإذَا َشا َء‬ El-Gazâzî dedi ki: “Cennet’te her mü’minin dört kapısı vardır. Bir kapıdan, onu ziyârete gelen melekler girer. Bir kapıdan, hûrîlerden olan zevceleri dâhil olur. Kapalı bir kapı da, onun ile ehl-i Cehennem arasında bulunur. Dilediği zamân o kapıyı açar; o kapıdan ehl-i Cehennem’e bakar. Tâ ki, Elláh’ın ona verdiği ni‘metlerin kadrini, kıymetini, azametini anlasın. Bir kapı da, onun ile Dâru’s-Selâm arasında bulunur. Dilediğinde o kapıdan Rabbinin huzúruna girer.”177 .َ‫أَنَاأَ ّوَ ُل َم ْنيَأْ ُخ ُذ ِبَ ْل َق ِةبَا ِب ا ْل َجنَّ ِة َولاَفَ ْخر‬:‫قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫َع ْنأَنَ ٍسقَا َل‬ Enes bin Mâlik (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle bu- yurmuştur: “Cennet kapısının ilk olarak halkasını tutacak olan benim. Bunda fahr yok- tur. Bununla fahrlanmıyorum.”178 ‫ فَاٰ ُخ ُذ ِبَلَ َق ِة بَا ِب‬:‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫َع ْن أَنَ ٍس قَا َل‬ .‫ َو ٰه َذا َص ۪ري ٌح ۪في أَنَّ َها َحلَ َقةٌ ِح ِّسيَّةٌ ُتَ ّرَ ُك َوتُ َق ْع َق ُع‬.‫ا ْل َجنَّ ِة فَأُقَ ْع ِق ُع َها‬ Yine Enes (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (sav), şöyle bu- yurmuştur: “(‘Cennet kapısının halkasını tutar ve) tak tak diye (tıklatırım.’) Bu hadîs-i şerîf, sarîhan bildiriyor ki: Cennet kapısının halkası, hissî (maddî) bir şey olup, hareket ettirilip tıklatılır.”179 Halef bin Hişâm el-Bezzâr’ın rivâyetiyle: 177 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 2/18-19. 178 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 2/28. 179 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 2/29; Tirmizî, 3148.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 89 “Hazret-i Ali (ra), ‘Cennetin kapıları, şöylece biribiri üzerindedir’ buyurduk- tan sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu: ‫(‘ َحـ ّٰٓى ِاذَا َٓجا ُؤ۫ َهـا َوفُ ِت َحـ ْت اَ ْبوَابُ َهـا‬Oraya) Cen- net’e (geldikleri ve Cennet’in kapıları açıldığı zamân...)’180 “Ardından, ‘Onlar, kapıların yanında iken; birden bir ağaç görürler. O ağacın kökünde iki su kaynağı vardır. Birinden içerler de, o su onların karınlarında ne bir pislik ne de bir ağrı bırakmadan hepsini atar, temizler. Diğer sudan ise yıkanırlar. Ni‘metlerin parıltıları üzerlerine sirâyet eder. Artık ne başları kirlenir, ne derileri bozulur. Onlar, ebediyyen böyle kalırlar’ dedi. Ardından şu âyeti okudu: ‫‘ ِط ْب ُت ـ ْم فَا ْد ُخ ُلو َه ـا َخا ِل ۪دي ـ َن‬Ehl-i Cennet’e; (‘Ne mutlu size, meásíden pâk, ter temiz oldunuz. Ebedî kalmak üzere Cennet’e girin!’) denir.”181(Bunun üzerine herkes, kendi menzilini bilerek o menziline girer.) Ehl-i Cennet, Cennet’e girdiğinde, onlar için bir rehbere veyâ bir yol göstericiye gerek yoktur. Sanki Cum‘a namâzına gitmişler de namâzdan sonra evlerine dönüyorlar gibi, hîç yâbâncılık veyâ garîb- lik çekmezler. Bizzât kendileri sarâylarına gidip yerleşirler. (Cennet’te ‘vildânun muhalledûn’ ta‘bîr edilen ebede mazhar olmuş genç hizmetçiler onları karşılarlar. Cennet ehli, onları görünce, tıpkı âhâlînin gurbetten dönen yakın dostları ile se- vindikleri gibi sevinirler. Vildânlar, onların Cennet’teki zevcelerinin yanına koşup onları gördüklerini söylerler. Kadınlar da o müjdeyi getirenlere, ‘Demek, siz onları gördünüz!’ diye sevinerek mukábelede bulunurlar. Adam kapıya doğru kalkar gelir; evine, sarâyına girer; dîvânına yaslanır. Sarâyının esâsı ve tabanına bakar görür ki; sarây, İnciler üstüne kurulmuş. Ve yine görür ki; renkleri yeşil, kırmızı, sarıdan oluşmuştur! Sonra başını kaldırır; evinin tavanına bakar. Şâyet o tavan, o adamın râhatlığı için yaratılmamış olsaydı; tavanın nûru, bakanın gözünü alırdı. Adam, bunları görünce şöyle der:) ‫(‘ ا ْل َح ْمــ ُد ِ ّٰ ِل الَّــ ۪ذي َه ٰدينَــا ِل ٰهــ َذا َو َمــا ُكنَّــا ِلنَ ْهتَــ ِد َي لَــ ْو َٓل اَ ْن َه ٰدينَــا الّٰ ُل‬Elláhu Teálâ’ya hamd olsun ki; bize hidâyet etmek súretiyle bizi, Cennet’in bu ni‘metlerine kavuşturdu. Eğer Elláhu Teálâ, bize hidâyet etmeseydi;) eğer O’nun lütuf ve inâyeti bize erişmeseydi; (biz, kendi kendimize hidâyete eremezdik,) bedbahtlıkta kalırdık; hidâyete nâil olup böyle ni‘metlere kavuşamazdık.”182 180 Zümer, 39:73. 181 Zümer, 39:73. 182 A‘râf, 7:43.

90 Dâr-ı Saádet Dördüncü Mes’ele: Cennet’in kapıları arasındaki mesâfeler hakkındadır. ‫ أَ َّن لَ ۪قي َط ْب َن َعا ِم ٍر أَ ْخ ُر َج َوا ِف ٌد ِإ ٰلى رَ ُسو ِل الّٰل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه‬،‫َع ْن َعا ِص ِم ْب ِن لَ ۪قي ٍط‬ ،‫ لَ َع ْم ُر ِإ ٰل ِه َك‬:‫ قُ ْل ُت يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم فَ َما ا ْل َجنَّ ُة َوالنَّا ُر؟ قَا َل‬:‫َو َس ّلَ َم قَا َل‬ ‫ِإ َّن ِللنَّا ِر َس ْب َعةَ أَ ْبوَا ٍب َما ِم ْن ُه َّن بَابَا ِن ِإ َّل يَ ۪سي ُر ال ّرَا ِك ُب بَ ْينَ ُه َما َس ْب ۪عي َن َعا ًما َو ِإ َّن ِل ْل َجنَّ ِة‬ .‫ َما ِم ْن َها بَابَا ِن ِإ َّل يَ ۪سي ُر ال ّرَا ِك ُب بَ ْينَ ُه َما َس ْب ۪عي َن َعا ًما‬،‫لَثَ َما ِنيَةَ أَ ْبوَا ٍب‬ Ásım bin Lakít’ten rivâyet edildiğine göre; Lakít bin Âmir, kendisinin, Resû- lulláh (sav)’e bir hey’et mensûbu olarak gittiğini ve Resûlulláh (sav)’e şöyle bir suâl sorduğunu söyledi: “ ‘Yâ Resûlelláh! Cennet ve Cehennem nedir?’ Resûlulláh (asm), cevâben buyur- dular ki: ‘Elláh’ın hayât sıfâtına kasem ederim ki; Cehennem’in yedi kapısı vardır. Her iki kapısının arasını bir süvârî, yetmiş yılda gider. Cennet’in ise, sekiz kapısı vardır. Her iki kapısının arasını bir süvârî, yetmiş yılda gider.’ ”183 Bu hadîs-i şerîfin ifâdesinden anlaşılıyor ki; Cennet’in kapılarının kanatları arası çok geniş olduğu gibi; iki kapı arası mesâfesi çok daha uzundur. Hadîste geçen “yetmiş yıl” ta‘bîri, çokluktan kinâyedir. Ya‘nî, kapıları arasındaki mesâ- fenin çok uzun olduğu bildirilmektedir.  İKİNCİ MEBHAS Cennet’in nehirleri, aksâm ve özellikleri hakkındadır. İnsân, cisim olduğu i‘tibârla, onun hâcât-ı zarûriyyesi içinde, ona en evvel lâzım olan mekân ve meskendir. Mekânın en ahseni, en güzeli ise, nebâtâta ve eşcâra müştemil olmasıdır. Ya‘nî, yeşillikleri, bağ ve bahçeleri hâvî olmasıdır. Ve en latífi ise; hadravâtı, bahçeleri içinde suların cereyân edip akmasıdır. Ve 183 Mecmau’z-Zevâid, 10/340.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 91 en ekmeli ise; ağaçların arasından akan ve kasırları, sarâyları altından cereyân eden nehirlerinin kesreti ve çokluğudur. Dünyâda bu nev‘ bir mekâna, bu çeşit bir meskene sáhib olan çok az insân vardır. Sáhib olanlara gelince, hem kendi- leri fânî, hem de meskenleri fânîdir. İşte Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, birçok âyet-i kerîmesinde, ehl-i îmân ve táate Cennet’te ebedî bir súrette verilecek bu nev‘ meskenlerden ve altlarından cereyân eden pek çok nehirlerden bahseder. Bu âyet-i kerîmelerden birkaçını nümûne olarak zikredeceğiz: Birinci Âyet-i Kerîme: Muhammed Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫ِا َّن الّٰلَ يُ ْد ِخـ ُل الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت َجنَّـا ٍت َ ْتـ ۪ري ِمـ ْن َ ْت ِت َهـا ا ْلَ ْن َهـا ُر‬ “Şübhe yok ki Elláh, îmân eden ve sálih amellerde bulunan kimseleri, altlarından ırmaklar akan Cennetlere idhál edecektir.”184 İkinci Âyet-i Kerîme: Fetih Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫ِل ُي ْد ِخ َل ا ْل ُم ْؤ ِم ۪ني َن َوا ْل ُم ْؤ ِمنَا ِت َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن‬ ‫۪في َها َويُ َك ِّفرَ َع ْن ُه ْم َس ِيّ َـاٰ ِت ِه ْمۜ َو َكا َن ٰذ ِل َك ِع ْن َد الّٰ ِل فَ ْوزًا َع ۪ظي ًما‬ “(Tâ ki: îmân eden erkekleri ve kadınları,) îmânlarının pek büyük bir mükâfâtı olmak üzere (içlerinde ebedî kalıcılar olmak üzere, altlarında ırmaklar akar Cennet- lere idhál etsin) onları, pek büyük bir selâmet ve saádete nâil buyursun (ve onların günâhlarını örtsün) beşeriyyet muktezásı olarak işlemiş oldukları bir kısım kusúrla- rını; îmân ve sálih amelleri sebebiyle afv ederek onları cezâlandırmasın. O kusúrla- rı, Cennet’e girmelerine aslâ engel olmasın. (Ve bu ise,) böyle Cennet’e girilmesi ve günâhlarının afv edilmesi ve örtülmesi ise, ehl-i îmân için, (Elláh katında pek büyük bir kurtuluş) Cenâb-ı Hak tarafından takdîr ve ihsân buyurulmuş olan en büyük bir zafer, İlâhî bir lütuf (olmuştur.) İnsân için bunun fevkınde bir kurtuluş olamaz.”185 ‫(“ َو َمـ ْن يُ ِطـ ِع الّٰلَ َورَ ُسـولَ ُه يُ ْد ِخ ْلـ ُه َجنَّـا ٍت َ ْتـ ۪ري ِمـ ْن َ ْت ِت َهـا ا ْلَ ْن َهـا ُر‬Ve her kim) bil- dirilen emirler ve yasaklar husúsunda (Elláh’a ve Peygamberine itáat ederse,) dînî hükümlere riáyet ederse, Cenâb-ı Hak, (onu) o itáatkâr kulunu, (altından ırmaklar akar Cennetlere girdirir.) Onu ebedî ni‘metlere nâil buyurur.”186 184 Muhammed, 47:12. 185 Feth, 48:5. 186 Feth, 48:17.

92 Dâr-ı Saádet Üçüncü Âyet-i Kerîme: Tahrîm Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫يَٓا اَيُّ َها الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا تُوبُٓوا ِالَى الّٰ ِل تَ ْوبَةً نَ ُصو ًحاۜ َع ٰسى رَبُّ ُك ْم اَ ْن‬ ‫يُ َك ِّفرَ َع ْن ُك ْم َس ِيّـاٰ ِت ُك ْم َويُ ْد ِخلَ ُك ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬ “(Ey mü’minler! Elláh’a samîmî bir tevbe ile tevbede bulunun. Umulur ki; Rabb’iniz, sizin günâhlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akar Cennetle- re idhál eder.) Âhirette sizi nice ebedî bahçelere, bostânlara, yüce makámlara nâil buyurur.”187 Dördüncü Âyet-i Kerîme: Bakara Sûresi’nin 25. âyet-i kerîmesinde ise şöyle buyrulur: ‫َوبَ ِّشـ ِر الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت اَ َّن لَ ُهـ ْم َجنَّـا ٍت َ ْتـ ۪ري ِمـ ْن َ ْت ِت َهـا ا ْلَ ْن َهـا ُر‬ “Ey Resûlüm! (Îmân eden ve amel-i sálih işleyen mü’minlere müjde ver ki; onlar için, ağaçlarının ve kasırlarının altlarından nehirler akan Cennet’ler vardır.)”188 Bu âyet-i kerîmenin tefsîri sadedinde “Arabî İşârâtu’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi (6)” adlı eserde şöyle denilmiştir: “İşte bu âyet-i kerîme, bu ni‘meti beyân sadedinde ‫‘ َ ْتـ ۪ري ِمـ ْن َ ْت ِت َهـا ا ْلَ ْن َهـا ُر‬bağ ve bahçeleri ve sarâyları altından nehirler akan’189 buyurdu. Ya‘nî, ‫‘ اَ ْ َل ْن َهـا ُر‬nehirler’ ma‘nâsını ifâde eden bu kelimeyi cem‘ sígasıyla zikretmekle; orada pek çok nehirle- rin bulunacağını sarâhaten haber verdi. “‫ َ ْتــ ۪ري‬lafzına gelince; Bil ki! Bahçelerin en güzeli; içinde suyu bulunanlardır. Sonra bunların da en ahseni; içlerinde akarsuların bulunmasıdır. Bunların da en iyisi, en güzeli; akıntıları devâmlı olanlarıdır. “İşte Kur’ân-ı Kerîm, ‫ َ ْتــ ۪ري‬lafzını, muzárî‘ sígasıyla zikretmesiyle o cereyânla- rı, akıntıları ifâde etmekle berâber; o suların, devâmlı súrette teceddüd ve tekerrür ederek akacağına işâret etmiştir. “Evet, âyet-i kerîmede geçen ‫ َ ْتــ ۪ري‬fiili, muzárî‘ sîğâsıyla getirilmiştir. Bu ise, 187 Tahrîm, 66:8. 188 Bakara, 2:25. 189 Bakara, 2:25.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 93 teceddüd ve devâma delâlet eder. Binâenaleyh, şu ‫ َ ْتــ ۪ري‬lafzı, üç ma‘nâyı birden ifâde eder: “Birincisi: O Cennetlerin bahçelerinde sular mevcûddur. “İkincisi: O sular, cereyân eder. Ya‘nî, akarak gider. “Üçüncüsü: O suların cereyânı ve akıntısı devâm eder; teceddüd eder. “‫ ِمــ ْن َ ْت ِت َهــا‬ta‘bîrine gelince; bil ki! Hadravâtta (yeşillikler içinde) ve nebâtât içinde cârî olup akan suların en ahseni, en güzeli, o bağ ve bahçeden sáfî olarak nebeân súretinde, bahçenin içinden çıkarak cereyân eden ve köşk ve sarâyların al- tından kendine mahsús terennümâtiyle gümbür gümbür akarak geçen ve o bahçe- nin eşcârı arasında cedveller súretinde intişâr edip nebâtâtın arasından dağılarak giden sulardır. “İşte Kur’ân, ‫ ِم ْن َ ْت ِت َها‬ifâdesinde mevcûd olan üç nükte ile suyun bu üç nev‘ıne işâret etmiştir. “Birinci nükte: İbtidâyı ifâde eden ‫ ِمــ ْن‬lafzı işâret ediyor ki: Cennet’te akan ne- hirlerin, suların menbaı, başlangıcı, o bahçelerin içidir. ‫ ِمــ ْن‬harf-i cerri, nehirlerin, Cennetlerin içinden aktığına işâret eder. Zîrâ, ‫ ِمـ ْن‬lafzı, mebdee, başlangıca delâlet eder. Ya‘nî, Cennet’in nehirleri, suları, bizzât Cennet’in bağ ve bahçelerinin içinden çıkar; oradan seyelân ve cevelân edip akar. “İkinci ve Üçüncü nükteleri ise: Müellif (ra), ‫ َ ْت ِت َهــا‬kelimesinden istihrâc edi- yor: Çünkü, ‫ َ ْت ِت َهــا‬kelimesinde; ya ِ‫ قُ ُصــور‬kelimesi mukadderdir. Ya‘nî, ‘muzáfun ileyhisi’ ِ‫ قُ ُصــور‬kelimesidir. O zamân takdîr-i kelâm; ‫ ِمــ ْن َ ْتــ ِت قُ ُصورِ َهــا‬şeklinde olur. Ya‘nî, ‘O nehirler, Cennet’in kasırlarının, sarâylarının altından akarak gider- ler’ demektir. “Ya da orada ‫ اَ ْش َجا ِر‬kelimesi mukadderdir. O zamân takdîr-i kelâm; ‫ ِمـ ْن َ ْتـ ِت اَ ْشـ َجا ِر َها‬şeklinde olur. Ya‘nî, ‘O nehirler, Cennet’in bağ ve bahçelerinin altlarından, aralarından münteşir olarak cedveller súretinde akarlar, giderler’ de- mektir. “Cennet’teki meyve ağaçlarının kökleri, yukarıda; dalları ise aşağıya doğrudur.

94 Dâr-ı Saádet Buna göre; ‘Nehirler, bizzât o ağaçların dallarının altından akarak giderler’ demek- tir. Şu âyet-i kerîme, bunu tasrîh etmektedir: ٌ‫ فَ ُهـوَ ۪فـى ۪عي َشـ ٍة رَا ِضيَـ ٍة ۞ ۪فـى َجنَّـ ٍة َعا ِليَـ ٍة ۞ قُطُوفُ َهـا َدا ِنيَـة‬Ya‘nî: ‘Artık o ehl-i Cen- net, meyveleri aşağıya sarkmış, álî, yüksek bir Cennet’te hóşnûd ve râzı olacağı bir hayât i ç i n d e d i r .’190 “Veyâ ‫ َ ْتــ ِت‬kelimesinden murâd, ‘O nehirler, ağaçların arasından, bahçelerin içinden; cedvelleri, kanalları biribirine mülâkí olarak; değişik şekillerde biribiriyle karışarak; gáyet güzel bir manzara teşkîl ederek ve ‘hur hur’ diye ses çıkararak; ba- kanları, dinleyenleri mest ü hayrân bırakarak cereyân eder’ demektir. “Hulâsa: ‫ ِم ْن َ ْت ِت َها‬ta‘bîri, üç ma‘nâyı ifâde ediyor: “Birincisi: O sular, sáfî olarak Cennet’in bağ ve bahçelerinin içinden kaynayıp çıkıyor; menbaı orasıdır. “İkincisi: O sular, Cennet’in kasırlarının, sarâylarının altından cereyân ve se- yelân ediyorlar. “Üçüncüsü: O sular, Cennet’in ağaçlarının altından ve aralarından ‘hur hur’ sesiyle akarak, cedveller hâlinde cârî olurlar. “İşte ‫ ِمـ ْن َ ْت ِت َهـا‬ta‘bîri, bu ma‘nâları ifâde ediyor. Bağ ve bahçelerde akan sular ve nehirlerin en güzeli, en mükemmel şekli; kalb, rûh ve gözü, hattâ diğer hisleri en fazla tahrîk edip memnûn eden ve okşayan tarzı, bu üç vasfı hâiz olan akarsular ve nehirler olduğunu beyân ediyor. “‫ اَ ْلَ ْن َهـا ُر‬kelimesinin cem‘ sígasıyla zikrine gelince: Bil ki! Bahçelerde akan sula- rın en güzeli, en menfaatlisi; çok olması ve bol akmasıdır. Bu kısmın da en ahseni, en güzeli, küçük küçük cedvellerden, kanallardan akıp karşı karşıya gelmek súretiy- le biribirine karışmadan akmasıdır. Böylece o nehirler, bakanları hayrân bırakacak bir manzarayı teşkîl edip, ayrı bir güzellik arz eder. Zîrâ, biribirine benzer súrette, aynı tarzda akan ayrı ayrı arklar ve cedveller ile her bir cüz’ün kıymeti ve güzelliği daha ziyâde artar. “Sonra bu suların da en güzeli, bi’l-hássa berrâk, sáfî, tatlı ve lezzetli olup, soğuk olarak akmasıdır. Bir âyet-i kerîmede,‫ َمٓـا ٍء َغـ ْ ِر ٰا ِسـ ٍن‬ya‘nî, ‘Müttakílere va‘dolunan 190 Hâkka, 69:21-23.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 95 Cennet’in misâli, vasfı şöyledir: İçinde tadı ve kokusu bozulmayan, rengi bulanma- yan tatlı, sáfî, temiz nehirler, ırmaklar vardır’191 denildiği gibi; Cennet’in nehirleri, lezzeti tatlı olup berrâk ve zülâl olarak akarlar. “İşte bu âyette, ‫ نَ ْهــ ٌر‬ta‘bîri ve lafzı cem‘ sígasıyla getirilmekle ve aynı zamânda ma‘rife olarak zikredilmekle; yukarıda bahsi geçen suların bütün aksâmına işâret etmiştir. (Feyâ Sübhânelláh! Kur’ân-ı Hakîm, ne kadar îcâz yapmış ve bununla derece-i i‘câzını göstermiştir.) “Müellif (ra) Hazretleri, ‫ اَ ْلَ ْن َها ُر‬kelimesinden üç nükteyi istihrâc etmiştir. Şöyle ki: “Birinci nükte: ‫ اَ ْلَ ْن َهــا ُر‬kelimesinin cem‘ sígasıyla gelmesi işâret eder ki; Cen- net’in bahçelerinde akan sular ve nehirler çoktur, boldur. Bahçelerde akan suların en güzel şekli de böyle çok olması; ayrı ayrı çok yerlerde cârî olup gitmesidir. “İşte ‫ اَ ْلَ ْن َها ُر‬cem‘ sígası, bu ma‘nâya işâret etmektedir. “İkinci Nükte: ‫ اَ ْلَ ْن َهــا ُر‬kelimesi işâret eder ki; o sular, kanallarda, cedvellerde cârî olup gitmektedir. Zîrâ, ‫ نَ ْهــ ٌر‬lafzının asıl ma‘nâsı ‘kanal’ olduğu hâlde; burada kanalda akan sular ma‘nâsında kullanılmıştır. “Demek, Cennet’in suları, bağ ve bahçelerindeki kanallarda, ayrı ayrı cedvel- lerde bolca akarlar. Hem o nehirler, kanallar biribirleriyle mülâkí olurlar; ayrı ayrı yerlerden akarak biribirlerine rast gelirler. Ancak, biribirlerine karışmadan cereyân ederler. Ya‘nî, değişik kanallardan akarak, biribirinin misâlini teşkîl ederek; biri oradan, biri buradan gelip birleşerek; gáyet güzel ve bakanları hayret içinde bıraka- rak cârî olurlar ma‘nâsını ifâde eder. Çünkü, sular cedvellerde akmazsa, ona nehir denilmez. “Üçüncü Nükte: O sular ve nehirlerin tatlı, berrâk ve lezzetli olmasıdır. “İşte ‫ اَ ْلَ ْن َها ُر‬lafzının ma‘rife gelmesiyle, ya‘nî başında ‫اَ ْل‬-ı ta‘rîf edâtı gelmesiyle, ma‘lûm olan bu nehirlere işâret edilmiştir. Ya‘nî, ‫ اَ ْلَ ْن َهـا ُر‬kelimesinin ma‘rife olma- sıyla delâlet eder ki; o sular ve nehirler, pis, bulanık ve acı değildir. Belki Muham- med Sûresi’nde geçen, ‫ اَ ْن َهـارٌ ِمـ ْن َمٓـا ٍء َغـ ْ ِر ٰا ِسـ ٍن‬ya‘nî, ‘Bulanık ve mütegayyir olma- yan; tadı, rengi, kokusu, kısaca hîçbir vasfı değişmeyen; sáfî, berrâk, tatlı, lezzetli 191 Muhammed, 47:15.

96 Dâr-ı Saádet olan nehirler, Cennet’te onlara ikrâm edilecektir’192 meâlindeki âyette tasrîh edildiği gibi; buradaki ‫ اَ ْلَ ْن َهـا ُر‬kelimesi de böyle ‫‘ عذبًـا فراتًـا لذيـ ًذا‬tatlı, sáfî, berrâk, boğaz- dan râhat geçen ve lezîz olan sulara’ işâret eder. Evet, ‘‫ ’عذبًـا‬tatlı; ‘‫ ’فراتًـا‬boğazdan râhat geçen; ‘‫ ’لذيـ ًذا‬lezzetli olan demektir. “Hulâsa: ‫ اَ ْلَ ْن َها ُر‬kelimesinin cem‘ sígasıyla getirilmesi, hem o suların bolluğuna, çokluğuna delâlet eder. Hem o suların cedvellerde, kanallarda aktığına delâlet eder. Ya‘nî, ‘Ayrı ayrı çok kanallar, cedveller hâlinde biribirine mülâkí olarak, karışma- yarak akarlar’ demektir. Hem de ‫ اَ ْلَ ْن َهــا ُر‬kelimesinin ma‘rife gelmesiyle, o suların, ‫ َمٓا ٍء َغ ْ ِي ٰا ِسـ ٍن‬olduğuna; ya‘nî tatlı, sáfî ve lezzetli olduğuna işâret eder.”193 “Nehir”, geniş ve akan sulara denir. Yeri yarıp gittiği için “nehir” denilmiş- tir.194 Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da “nehir” kelimesi, bostânlarda cârî olan su ma‘nâ- sı başta olmak üzere değişik ma‘nâlarda kullanılmıştır. “Cennet’lerin altlarından nehirler cereyân edip akar” ifâdesi, birçok âyette zikredilmiştir.195 Aşağıda sûre ve âyet numaralarını verdiğimiz otuz iki (32) âyet-i kerîmede, ‫ ا ْلَ ْن َهــا ُر‬lafzından evvel ‫ ِمــ ْن َ ْت ِت َهــا‬lafzı vârid olmuştur. ‫َ ْتــ ۪ري ِمــ ْن َ ْت ِت َهــا ا ْلَ ْن َهــا ُر‬ ya‘nî, “Bostânların, bahçelerin veyâ sarâyların altlarından nehirler cârî olur” de- mektir. ‫“ ا ْلَ ْن َهـا ُر‬el-Enhâr” kelimesi, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da sâdece bir yerde ‫ِمـ ْن‬ lafzı gelmeden, ya‘nî ‫ َ ْتـ ۪ري َ ْتتَ َهـا ا ْلَ ْن َهـا ُر‬şeklinde vârid olmuştur.196 Kur’ân’da üç (3) yerde, ‫ َ ْتــ ۪ري ِمــ ْن َ ْت ِت ِهــ ُم ا ْلَ ْن َهــا ُر‬lafzı ile ya‘nî, “Ehl-i Cennet’in altlarından ne- hirler cereyân eder” diye zikredilmiştir.197 Muhammed Sûresi’nin 15. âyet-i kerî- mesinde bu kelime, ‫ ال‬takısı olmadan dört def‘a ٌ‫ اَ ْن َهــار‬şeklinde zikredilmiştir. 192 Muhammed, 47:15. 193 Arabî İşârâtü’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi (6). 194 Sıfâtü’l-Cenneh, 173. 195 Bakara, 2:25; Âl-i İmrân, 3:15,136, 195, 197; Nisâ, 4:13, 57, 122; Mâide, 5:12, 85, 119; Tevbe, 9:72, 89; Ra‘d, 13:35; İbrâhîm, 14:23; Nahl, 16:31; Táhâ, 20:76; Hac, 22:14,23; Ankebût, 29:58; Zümer, 39:20; Muhammed, 47:12; Feth, 48:5, 17; Hadîd, 57:12; Mücâdele, 58:22; Saff, 61:2; Tegábün, 64:9; Talak, 65:11; Tahrîm, 66:8; Burûc, 85:11; Beyyine, 98:8. 196 Tevbe, 9:100. 197 A‘râf, 7:43; Yûnus, 10:9; Kehf, 18:31.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 97 Kamer Sûresi’nin 54. âyet-i kerîmesinde ise ‫ نَ َهــ ٍر‬şeklinde zikredilmiştir. Netîce olarak… Evvelen: Kırk iki (42) âyet-i kerîmenin sarâhatiyle, Cennet’teki nehirlerin vücûdu sâbittir. Sâniyen: Bu âyetlerde geçen ‫ َ ْتــ ۪ري‬ya‘nî, “cereyân edip akar” lafzı, bu Cen- net’lerdeki nehirlerin durgun olmadığını ifâde ediyor. Muzárî‘ sígasıyla da, hem akan suların bozulmadığını; hem de “devâmlı akar” demekle, hîç noksán olma- dıklarını, hîç kesilmediklerini beyân buyuruyor. Sâlisen: ‫ َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬cümlesi, gelecek ma‘nâlara delâlet eder: 1. O nehirler, Cennetlerin, bostânların, bahçelerin, ağaçların, meyvelerin alt- larından akar. 2. Ehl-i Cennet’in önlerinden akar. 3. O nehirler, ehl-i Cennet’in tasarrufu altında olup, istedikleri yerlerden, meselâ odalarının altından, sarâylarının altından, bağ ve bahçelerinin altından o nehirleri akıtabilirler. Râbian: Cennet’teki nehirler, belli bir yataktan, kanaldan akıp gitmezler. Bu ma‘nâyı ifâde eden birkaç rivâyeti zikrediyoruz: ‫َو َعن أبي ُهرَ ْيرَة رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل قَا َل رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم أَن َهار ا ْلجنَّة‬ ‫تخرج من َتت تلال أَو من َتت جبال ا ْلمسك رَ َوا ُه ا ْبن حبَان ِفي َص ِحيحه‬ Ebu Hüreyre (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyur- muştur: “Cennet’in ırmakları, tepelerin altından yâhúd misk dağlarının altından çıkar.”198 ‫َو َعن أنس بن َمالك رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل لَ َع ّلَ ُك ْم تظنون أَن أَن َهار ا ْلجنَّة أخ ُدود ِفي‬ ‫الأَ ْرض َل َوالله ِإنَّ َها لسائحة على َوجه الأَ ْرض ِإ ْح َدى حافتيها ال ّلُ ْؤلُؤ َوا ْلُ ْخرَى ا ْليَاقُوت‬ ‫وطينه ا ْلمسك الأذفر قَا َل قلت َما الأذفر قَا َل الَّ ِذي َل خلط لَ ُه‬ Enes bin Mâlik (ra)’den şöyle rivâyet olundu: 198 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 330.

98 Dâr-ı Saádet “Gálibâ siz, Cennet’teki ırmakların (dünyâda olduğu gibi) yerdeki oyuklardan aktığını sanıyorsunuz. Elláh’a yemîn olsun ki, hayır, onlar (iki tarafa taşmadan) yerin yüzünden akarlar. Kıyılarının bir tarafı inci, diğer tarafı yâkút döşenmiş, çamuru da hális misktir.”199 Sîmâk der ki: “Abdulláh bin Abbâs (ra)’a; ‘‫‘ قلـت فَ َمـا أنهارهـا أَ ِفـي أخـ ُدود‬Yâ İbn-i Abbâs! Cennet’in ırmakları nasıldır? Dünyâda olduğu gibi oyuk yerlerden mi akar?’ diye sordum. Şöyle cevâb verdi: ‫“قَا َل َل َولكن َها ت ْج ِري على أَرض ا ْلجنَّة مستكفة َل‬ ‫تفيض َه ُهنَا َو َل َه ُهنَا قَا َل الله لَ َها كوني فَ َكانَت‬ ‘Hayır. Cennet’in düz arâzísinden etrâfa taşmadan akar. Elláh ona, ‘Ol!’ de- yince oluverdi, meydâna geldi.’ ”200 İmâm Mesrûk (ra) şöyle buyurmuştur: “Cennet nehirleri; çukursuz, hen- deksiz (yataksız) bir şekilde cârî olup akarlar.”201 Hámisen: “Bu âyetlerde geçen ‫ َ ْتـ ۪ري ِمـ ْن َ ْت ِت َهـا ا ْلَ ْن َهـا ُر‬cümlesindeki ‫ ِمـ ْن‬lafzı gösteriyor ki; Cennet’teki nehirler, senin gözün önünde, bağın içinden, sarâyların altından akıyor. Onun menbaını bizzât görüyorsun. “Demek, Cennet’in meyveleri de, ağaçları da, suları da, nehirleri de ve sâir ni‘metleri de dışarıdan gelmiyor; hepsi göz önündedir, senin yanında hâzırdır, bah- çenin içindedir; görüyorsun. İşte bütün bu ma‘nâlar, ibtidâyı ifâde eden ‫ ِمــ ْن‬harf-i cerrinden çıkıyor. “Evet, bir suyun, senin arâzínin içinden akıp gelmesi ayrıdır, ayrı bir lezzet verir; dışarıdan gelmesi, háricden akması ayrıdır. Ya‘nî, o su, dışarıdan gelse nasıldır; se- nin gözün önünde, arsanın içinde aksa, menbaını görsen nasıldır? Elbette, menbaı- nın gözün önünde hâzır bulunması daha fazla lezzet verir. Çünkü, dışarıdan gelen bir ni‘metin, akan bir suyun, bir gün kesintiye uğraması, kuruması muhtemeldir. Fakat, menbaın yanında hâzır bulunması, içeriden akması, ayrı bir emniyyet ve itmi’nân verir.”202 199 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 331. 200 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 330-331. 201 Sıfâtü’l-Cenneh li Ebî Nuaym, 2/167; Rûhu’l-Meánî, 1/202. 202 Arabî İşârâtü’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi, 6/405-406.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 99 Sâdisen: ‫“ اَ ْلَ ْن َهـار‬nehirler” kelimesinin bütün âyetlerde cem‘ sígasıyla gelme- si, Cennet’teki nehirlerin çokluğuna işâret eder. Evet, Kur’ân-ı Kerîm’de ‫ْالاَ ْن َها ُر‬ (nehirler) ta‘bîri geçmektedir. Bu kelime cem‘dir. Cem‘ın en azı üçtür. Muham- med Sûresinin 15. âyet-i kerîmesinde ise dört nehirden bahsedilmektedir. Öyle ise, ehl-i Cennet’ten her birine en az on iki nehir ihsân edilecektir. Sudan yaratılan insânın en çok hóşlandığı şeylerin başında, hîç kesilme- den akan ter temiz tatlı su kaynakları ve nehirleri gelir. İşte Kur’ân-ı Mu‘ci- zü’l-Beyân, insânın en çok haz duyduğu ve lezzet aldığı bu ni‘metlerin Cen- net’te mevcûd olduğunu müjde veriyor. Şimdi, Cennet’in nehirlerine dâir ba‘zı ma‘lûmâtı aşağıda zikrediyoruz: Elláh (cc), Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da şu nehirlerden bahseder: ‫َمثَ ُل ا ْل َجنَّ ِة الَّ۪ت ُو ِع َد ا ْل ُمتَّ ُقو َنۜ ۪في َهٓا اَ ْن َهارٌ ِم ْن َمٓا ٍء َغ ْ ِي ٰا ِس ٍنۚ َواَ ْن َهارٌ ِم ْن لَ َ ٍب لَ ْم يَتَ َغ َّ ْي‬ ‫طَ ْع ُم ُۚه َواَ ْن َهارٌ ِم ْن َخْ ٍر لَ َّذ ٍة ِلل َّشا ِر ۪بي َنۚ َواَ ْن َهارٌ ِم ْن َع َس ٍل ُم َص ّفً ۜى َولَ ُه ْم ۪في َها ِم ْن ُك ِّل‬ ‫الثَّ َمرَا ِت َو َم ْغ ِفرَ ٌة ِم ْن رَبِّ ِه ْمۜ َك َم ْن ُهوَ َخا ِل ٌد ِفي النَّا ِر َو ُس ُقوا َمٓا ًء َ۪حي ًما فَ َقطَّ َع اَ ْم َٓعا َء ُه ْم‬ “Ehl-i Cennet’in arzû ettiği her şey, Cennet’te vardır. (Hattâ evâmir-i İlâhiyyeye imtisâl ve nevâhî-i Sübhâniyyeden ictinâb etmek súretiyle ittiká eden mü’minlere va‘d olunan Cennet’in sıfât-ı acîbesi: O Cennet’te; levni, rengi ve tadı aslâ bozulmaz sudan nehirler vardır) ki; o nehirler gáyet berrâk olup tab‘-ı insânın nefret edeceği hîçbir şey onun içine karışmaz; dünyâ nehirleri gibi bulanık da olmaz. Binânealeyh, ehl-i Cennet, istediği her vakit, istediği her yerden seve seve suyunu içer, hátırına onu sevmemezlik gelmez. (O Cennet’te, sütten nehirler de vardır ki; o sütte ekşi- lik gibi bir bozukluk olmaz. O Cennet’te, şarâbdan nehirler de vardır ki; o şarâb, içenlere ayn-ı lezzettir.) Dünyâ şarâbları gibi kokusunda fenâlık gelmez, sarhóşluk vermek gibi tab‘-ı beşerin sevmeyeceği bir şey onda yoktur. (O Cennet’te, sáfî baldan nehirler de vardır) ki; o nehirlerin dünyâ balları gibi tortusu olmaz; sáfî, berrâk ve tab‘-ı beşere gáyet mülâyim gelir. Cennet’te meşrûbâta dâir her şey bulunduğu gibi; me’kûlâttan her nev‘ın ve bi’l-hássa (meyvelerin her nev‘ı olduğu gibi; ehl-i Cen- net’e Rab’leri tarafından mağfiret-i azíme dahi vardır. Şu büyük derecelere ve envâ-ı ni‘metlere nâil olan mü’minler, Cehennem âteşinde sıcak sular içerek o suyun harâ- retinden bağırsakları dökülen tágí ve bâgí kâfirler gibi mi olurlar?) İkisi, mertebece

100 Dâr-ı Saádet müsâvî olur mu? Elbette olmaz. Zîrâ, Cennet’te mü’minlerin mahzá telezzüz için içtikleri lezîz sular, ballar, sütler, şarâblar mukábilinde; Cehennem’deki kâfirler, harâretin şiddetinden ciğerleri yanıp kebâb olduğu bir zamânda sâdece kaynar su içerler. O sudan bağırsakları parça parça dökülür. Binâenaleyh; Cennet’te yaşa- yanlarla Cehennem’de yaşayanlar elbette müsâvî olamaz.”203 Yukarıdaki âyet-i kerîmede, dört nev‘ nehirden ve ondaki azím ni‘metiyyet cihetinden bahsedilmektedir. Birincisi: Su nehirleridir. Suyun âfeti, fazla beklediği zamân, tadı bozulup acılaşmasıdır. Fakat, Kur’ân-ı Hakîm, ‫“ اَ ْن َهـارٌ ِمـ ْن َمٓـا ٍء َغـ ْ ِر ٰا ِسـ ٍن‬O Cennet’te levni, rengi ve tadı aslâ bozulmaz sudan nehirler vardır” ifâdesiyle; Cennet’teki su nehri, tadı cihetiyle acı olmaz. Zîrâ, akan su bozulmaz. Farz-ı muhâl o nehirden su alınıp bekletilse dahi yine tadı tegayyür etmez, bozulup acılaşmaz. İkincisi: Süt nehirleridir. Sütün âfeti, ekşileşmesi, içildiğinde dilin buruşması ve râhatsız olmasıdır. Kur’ân-ı Hakîm, ‫“ َواَ ْن َهـارٌ ِمـ ْن لَـ َ ٍن لَـ ْم يَتَ َغـ َّ ْر طَ ْع ُمـ ُه‬O Cen- net’te sütten de nehirler vardır ki; o sütte ekşilik gibi tadında bozukluk olmaz” ifâde- siyle; Cennet’teki süt nehirlerinin gáyet derecede temiz ve sáf olduğunu, içinde kesinlikle ekşilik gibi noksánlıkların bulunmadığını haber vermektedir. Üçüncüsü: İçki nehirleridir. İçkinin âfeti, içildiğinde hissedilen ve lezzete mâni‘ olan pis tadıdır. İşte Kur’ân-ı Hakîm, ‫“ َواَ ْن َهــارٌ ِمــ ْن َخْــ ٍر لَــ َّذ ٍة ِلل َّشــا ِر ۪بي َن‬O Cennet’te şarâbdan nehirler de vardır ki; bu, şarâbı içenlere ayn-ı lezzettir” ifâde- siyle; Cennet’te nehir súretinde akan içkinin, gáyet derecede lezzetli olduğu- nu; lezzetine halel getirecek hîçbir şey içinde bulunmadığını beyân etmektedir. Cennet’teki içkiler, dünyâ içkisinde bulunan baş ağrısı, sarhóşluk, karın ağrısı, mi‘de bulantısı, burun kanaması ve lezzetsizlik gibi tüm kötü hasletlerden árî ve berî olarak gáyet derecede hóş ve lezzetlidir. Bu mevzú‘, Cennet’in içecekleri bahsinde tafsílâtıyla îzáh edilecektir. Dördüncüsü: Bal nehirleridir. Balın âfeti ise; sáfî, hális ve hakíkí olmayışı, içinde balın sáfîliğini bozacak ba‘zı maddelerin bulunmasıdır. Kur’ân-ı Hakîm, ‫“ َواَ ْن َهــارٌ ِمــ ْن َع َســ ٍل ُم َص ّفًــى‬Sáfî ve hális baldan nehirler” ifâdesiyle; Cennet’teki balların gáyet derecede sáfî, hális ve hakíkí olduğunu beyân etmektedir. 203 Muhammed, 47:15.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook