Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore cennet

cennet

Published by Mehmet Sıddık Kılavuz, 2020-11-18 00:55:01

Description: cennet

Search

Read the Text Version

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 301 İkinci Âyet-i Kerîme: ‫َونَا ٰدٓى اَ ْص َحا ُب ا ْل َجنَّ ِة اَ ْص َحا َب النَّا ِر اَ ْن قَ ْد َو َج ْدنَا َما َو َع َدنَا رَبُّنَا َح ًّقا فَ َه ْل َو َج ْدتُ ْم َما‬ ‫َو َع َد رَبُّ ُك ْم َح ًّق ۜا قَالُوا نَ َع ْمۚ فَاَذَّ َن ُمؤَ ِذّ ٌن بَ ْينَ ُه ْم اَ ْن لَ ْعنَ ُة الّٰ ِل َع َل الظَّا ِل ۪مي َن‬ “(Ehl-i Cennet, Cehennem ehline nidâ edip: ‘Rabbimizin bize va‘dettiği- ni) dünyâda iken bize peygamberleri vâsıtasıyla bildirdiği sevâbları, ni‘metleri, yüce makámları (biz, şübhe yok ki hak) sâbit (bulduk.) O İlâhî va‘d sebebiyle bu büyük mevkı‘lere kavuştuk. (Siz de Rabbinizin va‘dettiğini) âhiret hayâtını, mü’minlerin o âhiret hayâtında ni‘metlere ulaşacaklarını, inkârcıların da lâyık oldukları cezâlara kavuşacaklarını (hakíkaten vâkı‘ buldunuz mu?’) Siz, dün- yâda iken bunları tasdîk etmiyordunuz (diye soracaklar.) O inkârcıların ne kadar yanlış hareket ettiklerini kendilerine bu şekilde hátırlatacaklardır. (Onlar da:) O inkârcılar da (‘Evet’ diyecekler.) Elláh’ın va‘dinin gerçekleşmiş olduğunu i‘tirâf etmeye mecbûr kalacaklardır. (Derken,) böyle bir konuşmada bulunurlarken bu iki fırkanın (aralarında bir münâdî: ‘Elláhu Teálâ’nın la‘neti, zálimlerin üzeri- nedir’ diye nidâ edecektir.) Evet, zálimler, zulümlerinin cezâsı olmak üzere böyle bir la‘neti hak etmişlerdir.”685 Üçüncü Âyet-i Kerîme: ‫ِا َّل َم ْن تَا َب َو ٰا َم َن َو َع ِم َل َصا ِل ًحا فَاُ ۬و ٰلٓ ِئ َك يَ ْد ُخ ُلو َن ا ْل َجنَّةَ َو َل يُ ْظلَ ُمو َن َش ْي ًـٔا‬ “(Ancak) şirk ve küfürden (tevbe eden ve îmân edip sálih amelde bulunan kimseler müstesnâ.) Onlar Cehennem’e sevk edilecek değildirler. (Çünkü, on- lar, Cennet’e girerler ve hîçbir şekilde zulme uğratılmış olmazlar.) Îmân ve ubûdiyyetlerinin mükâfâtını görürler.”686 ‫َجنَّا ِت َع ْد ٍ ۨن الَّ۪ت َو َع َد ال ّرَ ْحٰ ُن ِعبَا َد ُه بِا ْل َغ ْي ِبۜ ِانَّ ُه َكا َن َو ْع ُد ُه َمأْ ِتيًّا‬ “Onların nâil olacakları Cennetler, (Adn Cennetleri) dâimî bir iká- metgâh olan, Cennetler, ebedî bağ ve bahçelerdir (ki, Rahmân, kulları- na gıyâben va‘d buyurmuştur.) Ya‘nî, o Cennetler, o kullara göre şimdi- lik gayb bir hâlde bulunmaktadır, onu görememektedirler. Veyâ o kullar, o Cennetlerden gáib oldukları hâlde sırf İlâhî vahyin verdiği habere binâen o 685 A‘râf, 7:44. 686 Meryem, 19:60.

302 Dâr-ı Saádet Cennetlere inanmış bulunurlar. (Şübhe yok ki, O’nun va‘di vücûda gelecektir.) Ellá- hu Teálâ, haşâ va‘dinden dönmez. İşte o mü’minlere de bu Cennetleri va‘d buyur- muştur. O mü’minler, bu Cennetlere elbette kavuşacaklardır. O va‘din ehli elbette gelecek, va‘d olunan o mahalli görecek ve va‘d-i İlâhî’yi aynıyla bulacaklardır.”687 Dördüncü Âyet-i Kerîme: ‫(“ ِا َّن الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت لَ ُهـ ْم َجنَّـا ُت النَّ ۪عيـ ِم‬Muhakkak o kimseler ki, îmân ettiler ve sálih amellerde bulundular; onlar için Naím Cennetleri) maddî ve ma‘nevî, cismânî ve rûhânî hadsiz ni‘metleri hâvî Cennetler (vardır.) Onlar, Cen- netlerin o ni‘metlerine nâil olacaklardır. Onlar, âhirette ebedî bağların, bahçelerin ni‘metlerine kavuşmuş bir hâlde mes‘údâne yaşayacaklardır.”688 ‫“ َخا ِل ۪ديـ َن ۪في َهـاۜ َو ْعـ َد الّٰ ِل َح ًّقـ ۜا َو ُهـوَ ا ْل َع ۪زيـ ُز ا ْل َح ۪كيـ ُم‬Ehl-i Cennet, (oralarda) o ni‘met dolu Cennetlerde, (ebediyyen kalıcılardır.) O ni‘metler aslâ yok olmaya- cak; o ni‘metlerden istifâde edenler de mevt ve fenâya mahkûm olmayacaklardır. Bunu, (Elláh, hak olarak va‘d buyurmuştur. O Azîz’dir,) her şeye kádirdir, O’nun va‘dini yerine getirmesine hîçbir kimse engel olamaz ve O, kerem sáhibi Zât-ı Akdes, (Hakîm’dir.) Her emir ve filii bir hikmet ve fâideye dayanır. Hikmet ve fayda gereği olmayan bir şeyi yaratmaz. Bütün kudret eserleri, O’nun bu gibi yüce sıfâtlar ile vasıflanmış olduğuna şehâdet etmektedir. Binâenaleyh, va‘di haktır, aslâ tebeddül ve tegayyür etmez.”689 Beşinci Âyet-i Kerîme: ‫َمثَ ُل ا ْل َجنَّ ِة الَّ۪ت ُو ِع َد ا ْل ُمتَّ ُقو َنۜ َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُۜر‬ ‫اُ ُك ُل َها َدٓائِ ٌم َو ِظ ّلُ َه ۜا ِت ْل َك ُع ْق َب الَّ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا‬ “(Takvâ sáhiblerine) Elláh’tan korkan, O’nun hükümlerine riáyet eden, mu- harremâttan nefislerini vikáye eden mü’minlere (va‘d olunan Cennet’in evsáfı şu- dur: Onun altından ırmaklar akar; yemişleri ve gölgeleri dâimîdir.) Öyle dünyâ bahçelerinin ve bostânlarının meyveleri, sebzeleri gibi geçici değildir. Hem orada dâimî ve hóş bir gölgelik vardır. Ya‘nî, o Cennet’te sıcaklık, soğukluk, zulmet gibi 687 Meryem, 19:61. 688 Lokmân, 31:8. 689 Lokmân, 31:9.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 303 şeyler yoktur. (İşte) şu evsáfa hâiz olan (o Cennet, takvâ sáhiblerinin ákıbetidir.)”690 Altıncı Âyet-i Kerîme: ِ‫ِا َّن الّٰلَ ا ْش َ ٰتى ِم َن ا ْل ُم ْؤ ِم ۪ني َن اَ ْن ُف َس ُه ْم َواَ ْموَالَ ُه ْم بِاَ َّن لَ ُه ُم ا ْل َجنَّةَۜ يُ َقا ِت ُلو َن ۪في َس ۪بي ِل الّٰل‬ ‫فَيَ ْق ُت ُلو َن َويُ ْقتَ ُلو َن َو ْع ًدا َعلَ ْي ِه َح ًّقا ِفي التَّ ْو ٰري ِة َوا ْ ِل ْ ۪ني ِل َوا ْل ُق ْر ٰا ِنۜ َو َم ْن اَ ْو ٰفى بِ َع ْه ِد ۪ه ِم َن‬ ‫الّٰلِ فَا ْستَ ْب ِش ُروا بِبَ ْي ِع ُك ُم الَّ ۪ذي بَايَ ْع ُت ْم بِ ۪هۜ َو ٰذ ِل َك ُهوَ ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم‬ “(Şübhe yok ki, Elláh (cc), Cennet mukábilinde mü’minlerden cânlarını ve mal- larını satın almıştır. Çünkü, onlar, Elláhu Teálâ yolunda) Kur’ân’ın hâkimiyyeti için (cihâd ederler. Hem dîn düşmânlarını öldürürler. Hem de Elláh yolunda öldü- rülürler.) Onların Kur’ân’ın hâkimiyyeti için cânları ve malları ile cihâd etmeleri ve bunun mukábilinde Cennet’e konulmaları hakkındaki (va‘d-i İlâhî, Tevrât’ta, İncîl’de ve Kur’ân’da mezkûrdur. Bu, semâvî kitâblarda tesbît edilmiş hak olan bir va‘d-i İlâhî’dir. Ahdini Elláhu Teálâ’dan ziyâde îfâ eder kim vardır?) Elbette hîç- bir kimse, Cenâb-ı Hak’tan ziyâde ahdini îfâya kádir olamaz. Artık ey mü’minler! (Cenâb-ı Hak ile yapmış olduğunuz o alışverişten) cihâd sebebiyle nefis ve malınızı Elláh’a satmanız mukábilinde Cennet’i satın almış olduğunuzdan (dolayı size müj- deler olsun. Siz, bu tebşîr-i İlâhî’den dolayı sevinin. İşte bu, en büyük kurtuluştur.)”691 Mekke’de Akabe bîatı sırasında, Ensârdan 70 kişi Resûlulláh (sav)’e bîat ederlerken, içlerinden Abdulláh b. Revâha, “Yâ Resûlelláh! Rabbin ve senin için şartların nedir?” demişti. Resûlulláh (sav) buyurdu ki: “Rabbim için şartım, O’na ibâdet etmeniz, O’na hîçbir şeyi şerîk koşmamanızdır. Kendi hakkımdaki şartım da, cânlarınızı ve mallarınızı nasıl müdâfaa ediyorsanız, beni de öyle mü- dâfaa etmenizdir.” Tekrâr soruldu: “Böyle yaparsak bize ne vardır?” Resûlulláh (sav), “Cennet vardır” diye cevâb verdi. Onlar da, “Ne kârlı alışveriş! Bundan ne döneriz, ne dönülmesini isteriz” dediler. ‫اَلتَّٓائِ ُبو َن ا ْل َعابِ ُدو َن ا ْل َحا ِم ُدو َن ال َّٓسا ِئُو َن ال ّرَا ِك ُعو َن ال َّسا ِج ُدو َن ا ْ ٰل ِم ُرو َن بِا ْل َم ْع ُرو ِف‬ ‫َوالنَّا ُهو َن َع ِن ا ْل ُم ْن َك ِر َوا ْل َحا ِف ُظو َن ِل ُح ُدودِ الّٰ ِلۜ َوبَ ِّش ِر ا ْل ُم ْؤ ِم ۪ني َن‬ “(Onlar,) nefisleri ve malları karşılığında Cennet’i satın almış olan samîmî 690 Ra‘d, 13:35. 691 Tevbe, 9:111.

304 Dâr-ı Saádet mü’minler, (tevbe edenlerdir.) Küfr ve isyândan kaçınıp tevbe ve istiğfâr edenler- dir. (İbâdette bulunanlardır.) Ma‘bûd-i bi’l-hakk’a tam bir samîmiyyetle ibâdete devâm edenlerdir. (Hamd edenlerdir.) Hak Teálâ’nın verdiği dünyevî ve uhrevî ni‘metlerden dolayı kalben, bedenen ve lisânen şükreden, tesbîh ve tahmîdde bu- lunanlardır. (Oruç tutanlardır.) Farz ve nâfile oruçlara devâm edenlerdir. Veyâ maddî ve ma‘nevî cihâd için seyâhate çıkanlardır. (Rukûa, secdeye varanlardır,) namâz kılanlardır. Cenâb-ı Hak’ka ta‘zím için rukûa ve secdeye kapananlardır. (İyilik ile emir ve kötülükten alıkoyanlardır.) Dînin ve aklın güzel gördüğü şeyleri halka tavsıye, dînin ve aklın çirkin gördüğü şeylerden de halkı men‘ etmeğe çalı- şanlardır. (Ve Elláhu Teálâ’nın sınırlarını) i‘tikád, ibâdât, muámelât ve ukúbâta dâir ahkâm-ı İlâhiyye’yi (koruyanlardır.) Bu pek mühim dokuz vasfı taşıyanlar, hakíkaten Cennet’e lâyık zâtlardır. (İşte) Resûlüm! Sen bu yüksek evsáfı taşıyan o (mü’minleri müjdele!) Artık onlar için ne büyük ni‘metler, mükâfâtlar var oldu- ğunu onlara müjde ver!”692 Ehl-i îmân ve táat, Elláhu Teálâ’nın semâvî kitâblar ve peygamberler lisâ- nıyla va‘dettiği Cennet’i her dâim Elláh’tan duá ve niyâz ile istemişler. Elláhu Teálâ da onların bu duálarına cevâb verdiğini, bu niyâzlarını kabûl ettiğini müj- delemiştir. Nitekim, Âl-i İmrân Sûresi’nde bu hakíkatten şöyle bahsedilir: ‫رَبَّنَا َو ٰا ِتنَا َما َو َع ْدتَنَا َع ٰل ُر ُس ِل َك َو َل ُتْ ِزنَا يَ ْو َم ا ْل ِق ٰي َم ِةۜ ِانَّ َك َل ُتْ ِل ُف ا ْل ۪مي َعا َد‬ “(Ey Rabbimiz! Peygamberlerine karşı) onların lisâniyle, vâsıtasıyla (bizlere) biz áciz kullarına lütfen (va‘d ettiklerini) lütuf ve rahmetini, Cennet ve cemâlini (bizlere ihsân buyur. Ve bizleri kıyâmet gününde rezîl ve rüsvâ etme. Şübhe yok ki, Sen, va‘d buyurduğundan dönmezsin.) Mü’min kullarına sevâb vereceğine, duá ve niyâzda bulunanların istirhâmlarını kabûl buyuracağına, onlara Cennet’i vereceğine dâir olan va‘dinde, müjdende hâşâ cayma söz konusu olamaz. Artık biz kullarını da îmân ve itáat dâiresinde sâbit kıl, bu duá ve niyâzımızı kabûl buyur.”693 ۚ‫فَا ْستَ َجا َب لَ ُه ْم رَبُّ ُه ْم اَ۪نّي َٓل اُ ۪ضي ُع َع َم َل َعا ِم ٍل ِم ْن ُك ْم ِم ْن ذَ َك ٍر اَ ْو اُ ْن ٰث‬ “Bunun üzerine Rableri, onların duálarını kabûl buyurdu ve dedi ki: ‘Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden amel eden hîçbir kimsenin amelini boşa çı- karmayacağım.’”694 692 Tevbe, 9:112. 693 Âl-i İmrân, 3:194 694 Âl-i İmrân, 3:194

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 305 ‫َو َلُ ْد ِخلَنَّ ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُرۚ ثَوَابًا ِم ْن ِع ْن ِد الّٰ ِۜل َوالّٰ ُل ِع ْن َد ُه ُح ْس ُن الثَّوَا ِب‬ “(Kasem ederim ki; onları, altından nehirler akar Cennetlere koyacağım. Bu lü- tuflar, onlara Elláh katından mükâfâttır ve sevâb ve mükâfâtın en güzeli de Elláh katındadır.) Başka bir kimse, böyle büyük bir mükâfât vermeğe kádir değildir.”695 ‫ٰل ِك ِن الَّ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا رَبَّ ُه ْم لَ ُه ْم َجنَّا ٌت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬ ‫َخا ِل ۪دي َن ۪في َها نُ ُز ًل ِم ْن ِع ْن ِد الّٰ ِلۜ َو َما ِع ْن َد الّٰ ِل َخ ْيٌ ِل ْلَ ْبرَا ِر‬ “(Fakat o kimseler ki; Rab’lerinden korkmuşlardır.) Rab’lerinden korktuklarını da evâmirine imtisâl ve nevâhîsinden ictinâb etmekle izhâr etmişlerdir. (Onlar için altından ırmaklar akan Cennetler vardır. Elláh tarafından kendilerine hâzırlanan nice konaklar ve o konaklarda kendilerine ihsân ve ikrâm edilecek nice ni‘metler, ziyâfetler olduğu hâlde; onlar orada ebedî kalacaklardır. Elláhu Teálâ’nın katında olan maddî ve ma‘nevî, cismânî ve rûhânî ni‘metler ise, vazífe-i fıtratları olan ubû- diyyete bi-hakkın riáyet eden kullar için daha hayırlıdır.”696 Âyet-i kerimede geçen ‫ نُــ ُز ًل‬kelimesi, misâfire ziyâfet için hâzırlanan konak ve içinde olan ni‘metlerdir. Binâenaleyh; Cennet-i A‘lâ, Cenâb-ı Hak’ın müttakí kullarına ziyâfethánesi olduğu için “nüzul” denmiştir.  695 Âl-i İmrân, 3:195. 696 Âl-i İmrân, 3:198.



İKİNCİ BÂB



İKİNCİ BÂB Cennet ehlinin evsáfına dâirdir. Üç fasıldır. BİRİNCİ FASIL: Ehl-i Cennet’in dünyevî ve uhrevî evsáfı hakkındadır. İki mebhastır. Birinci Mebhas: Ehl-i Cennet’in dünyevî evsáfı hakkındadır. İkinci Mebhas: Ehl-i Cennet’in uhrevî evsáfı hakkındadır. On üç mes’eledir. İKİNCİ FASIL: Cennet kadınlarının evsáf ve özellikleri hakkındadır. ÜÇÜNCÜ FASIL: Cennet hádimlerinin evsáfı hakkındadır. BİRİNCİ FASIL BİRİNCİ MEBHAS Ehl-i Cennet’in dünyevî evsáfı hakkındadır. Ehl-i Cennet’in dünyâdaki evsáfına dâir, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’ın pek çok beyânâtı vardır. Evvelâ, Cennet’e girmek için Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, “îmân, amel-i sálih ve takvâ”yı şart koşar ve her fırsatta bu üç mühim vasfı zikreder. Şimdi kısaca bu üç mühim vasfı ta‘rîf ve îzáh edeceğiz: Îmân: Lügatta, “Bir kimseyi veyâ bir haberi tasdîk etmek” demektir.697 Şerîattaki ta‘rîfini ise, ulemâ-i İslâm şu şekilde beyân etmiştir: ‫ تصديق النبى (صلع) بالقلب في جميع ما علم بالضرورة مجيئه عليه السلام‬:‫الايمان‬ ‫به من عند الله اجمالا في ما علم اجمالا و تفصيلا في ما علم تفصيلا‬ 697 Telhîsu’l-Kelâm, s. 7.

310 Dâr-ı Saádet Ya‘nî: “Îmân, Resûl-i Ekrem (asm)’ın Elláhu Teálâ’nın indinden getirdiği zarûreten bilinen cümle ahkâm husúsunda, icmâlen bilinen hükümlerde icmâlen, tafsílen bilinen hükümlerde ise tafsílen Resûl-i Ekrem (asm)’ı tasdîk etmektir.”698 Üstâd Bedîuzzamân (ra) ise, “Arabî İşârâtü’l-İ‘câz” tefsîrinde îmânı şöyle ta‘rîf etmiştir: ‫ان الايمان هو النور الحاصل بالتصديق بما جاء به النبى عليه السلام‬ ‫فى ضروريات الدين تفصيلا و اجمالا فى غيرها‬ Îmân: “Resûl-i Ekrem aleyhissâlatü vesselâmın, taraf-ı İlâhîden getirmiş olduğu ve teblîğ ettiği ahkâm-ı dîniyyenin zarûriyyât kısmını tafsílen, zarûriyyâtın gayrısını icmâlen tasdîk etmekten hâsıl olan bir nûrdur.” Bu eserin şerhinde ise şöyle deniliyor: “Metinde geçen ‘zarûriyyât-ı dîniyye’ ta‘bîrinden murâd şudur: ‫ٰا َم ْن ُت بِالّٰ ِل َو َم ٰل ِئ َك ِت ِه َو ُك ُت ِب ِه َو ُر ُس ِل ِه َوا ْليَو ِم ْال ٰا ِخ ِر َو بِا ْل َق َد ِر َخ ْ ِيهِ َو َش ِّرهِ ِم َن الّٰلِ تَ َعا ٰلى‬ ‫َوا ْلبَ ْع ُث بَ ْع َد ا ْل َم ْو ِت َح ٌّق اَ ْش َه ُد اَ ْن لاَ ِا ٰلهَ ِالاَّ الّٰ ُل َو اَ ْش َه ُد اَ َّن ُمَ َّم ًدا  َع ْب ُد ُه  َو رَ ُسولُ ُه‬ “‘Ma‘nâsı: ‘Elláhu Teálâ’nın varlığına ve birliğine, meleklerine, kitâblarına, Peygamberlerine inandım. Âhiret gününe inandım. Kadere, hayır ve şer her şeyin Elláh’ın halk ve îcâdıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra ceseden tekrâr diril- mek haktır. Şehâdet ederim ki; Elláh’tan başka hîçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâ- det ederim ki; Hazret-i Muhammed (asm) Elláh’ın kulu ve elçisidir’ cümlesinde geçen altı erkân-ı îmâniyyeyi ve esâsât-ı İslâmiyyeyi teşkîl eden savm, salât, hac ve zekât ile kelime-i şehâdeti tasdîk etmek gibi hakáik-ı dîniyye ve hudûdât-ı İslâmiyyeye, ‘zarûriyyât-ı dîniyye’ denir. Bunlardan herhangi birisini kabûl et- meyen, îmân etmiş olamaz.”699 İslâm ise; ferd ve devlet olarak Kur’ân’da ve Sünnet’te geçen ahkâm-ı İlâhiyyeye inanmak; o ahkâmın, bâ-husús şeáir-i İslâmiyyenin icrâ ve tatbîkıne kalben tarafdâr olmak; dîne muhálif bid‘alara ise tarafdâr olmamaktır. Îmân ve İslâmiyyet, biribirinden ayrılmaz bir bütündür. Îmânsız İslâmiyyet medâr-ı necât olmadığı gibi İslâmiyyetsiz îmân dahi sebeb-i necât değildir. 698 Mevsûatü Mustalahati Câmii’l-Ulûm, s.194. 699 Arabî İşârâtû’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-2, s. 193-194.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 311 Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, bu konuyu “Mektûbât” adlı eserinde şöyle îzáh etmiştir: “Ulemâ-i İslâm ortasında ‘İslâm’ ve ‘îmân’ın farkları çok medâr-ı bahsolmuş. Bir kısmı, ‘İkisi birdir’, diğer kısmı, ‘İkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz’ demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyân etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki: “İslâmiyyet, iltizâmdır; îmân, iz‘ándır. Ta‘bîr-i diğerle: İslâmiyyet, hakka tarafgîrlik ve teslîm ve inkıyâddır; îmân ise hakkı kabûl ve tasdîktir. Eskide ba‘zı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur’âniyyeye şiddetli tarafgîrlik gösteriyorlardı. De- mek, o dînsiz, bir cihette hakkın iltizâmıyla İslâmiyyete mazhardı; ‘dînsiz bir Müs- lümân’ denilirdi. Sonra ba‘zı mü’minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur’âniyyeye tarafgîr- lik göstermiyorlar, iltizâm etmiyorlar; ‘gayr-ı müslim bir mü’min’ ta‘bîrine mazhar oluyorlar. “Acabâ İslâmiyyetsiz îmân, medâr-ı necât olabilir mi? “Elcevâb: Îmânsız İslâmiyyet, sebeb-i necât olmadığı gibi; İslâmiyyetsiz îmân da medâr-ı necât olamaz. Felillâhi’l-hamdü velminnetü, Kur’ân’ın i‘câz-ı ma‘nevîsi- nin feyziyle Risâle-i Nûr mîzânları, dîn-i İslâmın ve hakáik-ı Kur’âniyyenin mey- velerini ve netîcelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki; dînsiz dahi onları anlasa, tarafdâr olmamak kábil değil. Hem îmân ve İslâmın delîl ve bürhânlarını o derece kuvvetli göstermişlerdir ki; gayr-ı müslim dahi anlasa, herhâlde tasdîk edecektir. Gayr-ı müslim kaldığı hâlde, îmân eder.’700 “Barla Lâhikası” adlı eserinde ise şöyle buyurmuştur: “Müslim-i gayr-ı mü’min ve mü’min-i gayr-ı müslimin ma‘nâsı şudur ki: Bi- dâyet-i Hürriyyette İttihâdçılar içine girmiş dînsizleri görüyordum ki; İslâmiyyet ve Şerîat-ı Ahmediyye, hayât-ı ictimâıyye-i beşeriyye ve bi’l-hássa siyâset-i Osmâniyye için, gáyet nâfi‘ ve kıymetdâr desâtîr-i áliyyeyi câmi‘ olduğunu kabûl edip, bütün kuvvetleriyle Şerîat-ı Ahmediyyeye tarafdâr idiler. O noktada Müslümân, ya‘nî il- tizâm-ı hak ve hak tarafdârı oldukları hâlde mü’min değildiler; demek müslim-i gayr-ı mü’min ıtlâkına istihkák kesbediyordular. Şimdi ise firenk usûlünün ve me- deniyyet nâmı altında bid‘atkârâne ve Şerîatşikenâne cereyânlara tarafdâr olduğu hâlde; Elláh’a, âhirete, Peygamber’e îmânı da taşıyor ve kendini de mü’min biliyor. Mâdem hak ve hakíkat olan Şerîat-ı Ahmediyyenin kavânînini iltizâm etmiyor ve hakíkí tarafgîrlik etmiyor, gayr-ı müslim bir mü’min oluyor. Îmânsız İslâmiyyet 700 Mektûbât, 9. Mektûb, s. 34-35.

312 Dâr-ı Saádet sebeb-i necât olmadığı gibi, bilerek İslâmiyyetsiz îmân dahi dayanamıyor, belki necât veremiyor, denilebilir.”701 Demek, altı erkân-ı îmâniyye, beş esâsât-ı İslâmiyye ve sâir ahkâm-ı İlâhiy- yenin tümüne birden inanmak ve o ahkâmın icrâ ve tatbîkıne kalben tarafdâr olmak, dîne muhálif bid‘alara tarafdâr olmamak, mü’min ve müslim olabilmek ve netîcede Elláh’ın rızásına mazhar olup Cennet’e girebilmek için şarttır. Îmânın mütercimi, kelime-i şehâdettir. Evvelâ, kelime-i şehâdeti söyleyip ik- râr etmek şarttır. Hadîs-i mütevâtir de zarûriyyât-ı dîniyyedendir. Bu sebeble, haber-i mütevâtiri inkâr etmek, küfürdür. Mütevâtirin gayrısına gelince, ya‘nî haber-i meşhûru inkâr etmek ise, dalâlettir. Bu kimse ya ehl-i bid‘a olur veyâ fâsık olur, haktan sapmış olur. Haber-i vâhidi inkâr etmek ise, derecesine göre onun da vebâli vardır; o da bir nev‘ı dalâlettir. Amel-i sálih: Evâmir-i İlâhiyye’ye imtisâldir. Takvâ ise; nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâbdır. Bu iki kelime berâber geldiklerinde, her biri kendi ma‘nâsını ifâde eder. Yal- nız başına geldiklerinde ise, her biri, her iki ma‘nâyı birden ifâde eder. Meselâ; bir cümlede “amel-i sálih” kelimesi tek başına gelmişse; hem evâmir-i İlâhiy- ye’ye imtisâl hem de nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb ma‘nâsını ifâde eder. “Takvâ” kelimesi ile berâber geldiğinde ise, sâdece evâmir-i İlâhiyye’ye imtisâl ma‘nâsını ifâde eder. Takvâ kelimesi de bir cümlede tek başına gelmişse; hem evâmir-i İlâhiyye’ye imtisâl hem de nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb ma‘nâsını ifâde eder. Amel-i sálih kelimesi ile berâber geldiğinde ise, sâdece nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb ma‘nâsını ifâde eder. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri’nin konuyla alâkalı bir mektûbunu aynen naklediyoruz: “(Bu mektûb gáyet ehemmiyyetlidir) “Azîz, sıddîk kardeşlerim! “Bugünlerde Kur’ân-ı Hakîm’in nazarında îmândan sonra en ziyâde esâs tutu- lan takvâ ve amel-i sálih esâslarını düşündüm. Takvâ, menhiyyâttan ve günâhlar- dan içtinâb etmek; ve amel-i sálih, emir dâiresinde hareket ve hayrât kazanmaktır. Her zamân def‘-ı şer, celb-i nef‘a râcih olmakla berâber; bu tahrîbât ve sefâhet 701 Barla Lâhikası, s. 349.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 313 ve câzibedâr hevesât zamânında bu takvâ olan def‘-ı mefâsid ve terk-i kebâir üs- sü’l-esâs olup, büyük bir rüchâniyyet kesbetmiş. “Bu zamânda tahrîbât ve menfî cereyân dehşetlendiği için, takvâ bu tahrîbâta karşı en büyük esâstır. Farzlarını yapan, kebîreleri işlemeyen, kurtulur. Böyle ke- bâir-i azíme içinde amel-i sálihin ihlâsla muvaffakıyyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sálih, bu ağır şerâit içinde çok hükmündedir. “Hem takvâ içinde, bir nev‘ı amel-i sálih var. Çünkü, bir harâmın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukábil sevâbı var. Takvâ, böyle zamânlarda, binler günâhın tehâcümünde bir tek içtinâb, az bir amelle, yüzer günâh terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyyetli nokta niyyetiyle, takvâ nâmıyla ve günâhtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibâdetten gelen ehemmiyyetli a‘mâl-i sálihadır. “Risâle-i Nûr şâkirdlerinin bu zamânda en mühim vazífeleri, tahrîbâta ve günâhlara karşı takvâyı esâs tutup davranmak gerektir…”702 Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri, “Mesnevî-i Nûriyye” adlı eserinde ise, amel-i sálihi şöyle ta‘rîf etmektedir: “Sálih amel ise, maddî ve ma‘nevî hukúk-ı ibâda tecâvüz etmemekle, hukú- kulláhı da bi-hakkın îfâ etmekten ibârettir.”703 “Arabî İşârâtû’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-2” adlı eserde, takvâ ile alâkalı olarak şöyle deniliyor: “Takvâ, seyyiâttan ‘tahliye’ (‫)تخليــة‬, ya‘nî temizlenmektir ki; Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân, takvâyı üç mertebesiyle zikretmiştir: “Birinci mertebesi: Şirki terk etmektir. “İkinci Mertebesi: Meásíyi, ya‘nî sagáir ve kebâir günâhları terk etmektir. “Üçüncü Mertebesi: Mâsivâyı, Elláh’tan mâadâ her şeyi kalben terk etmek ve huzúr-i dâimîyi kazanmaktır. Bu, takvânın en yüksek mertebesidir.”704 “Amel-i sálih ve takvâ, îmânın bir cüz’ü olmayıp; belki mükemmili, mukavvisi hükmündedir. Ya‘nî, amel, îmânın bir parçası değil; belki onu ikmâl, itmâm, tak- viye ve muhâfaza eder.” “Evet, amel-i sálih ve takvâ, îmânın bir parçası değildir. Fakat, aralarında 702 Kastamonu Lâhikası, s. 148. 703 Mesnevî-i Nûriyye, Zeylü’l-Hubâb, s. 115. 704 Arabî İşârâtû’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-2, s. 188-189.

314 Dâr-ı Saádet şiddetli bir münâsebet vardır. Îmân, amel-i sálih ve takvâyı iktizá eder. Zîrâ, îmân, amel-i sálih ve takvâ ile tekâmül eder, kemâl bulur, kuvvetlenir, mahfûz kalır.”705 Cennet’e girebilmek için iki şey esâstır: Birincisi: Îmândır. İkincisi: İslâm’dır. Kişi bu iki temel esâsı, ya‘nî îmân ve İslâm’ı elde etmeden ehl-i necât ve ehl-i Cennet olamaz; ebedî Cehennem’de kalır. İnanılması gereken esâsları kalben tasdîk ettikten sonra, sâdece ‫ َٓل ِا ٰلـهَ ِا َّل الّٰ ُل ُمَ َّمـ ٌد رَ ُسـو ُل الّٰ ِل‬kelime-i kudsiyyesini söylemek dahi Cennet’e girebilmek, Cehennem’de ebedî kalmamak için kâfîdir. Konuyla alâkalı olarak Mâide Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫َو ِاذَا َِس ُعوا َمٓا اُ ْن ِز َل ِالَى ال ّرَ ُسو ِل تَ ٰرٓى اَ ْع ُينَ ُه ْم تَ ۪في ُض ِم َن ال َّد ْم ِع ِمَّا َعرَفُوا ِم َن ا ْل َح ِّ ۚق‬ ‫يَ ُقولُو َن رَبَّنَٓا ٰا َمنَّا فَا ْك ُت ْبنَا َم َع ال َّشا ِه ۪دي َن‬ “(Ve) Hıristiyanlardan bir zümre, (Peygamber’e) Hazret-i Muhammed (asm)’a taraf-ı İlâhîden (inzâl olunanı) Kur’ân’ı (işittiklerinde hak olarak bildikleri şeyden) Kur’ân’ın ulviyyetini ve Risâlet-i Muhammediyye (sav)’in hakkániyyetini evvelce kendi kitâblarında görmüş ve anlamış bulunduklarından (dolayı gözlerinden yaş- lar akar görürsün.) Ve onlar, Kur’ân-ı Mübîn’in âyetlerini dinledikçe, (‘Ey bizim Rabbimiz!) Biz, bu Kur’ân-ı Kerîm’e ve kendisine Kur’ân inzâl olunan Peygam- ber-i zî-şâna (îmân ettik.) Bu Kur’ân, hak kelâmulláhtır. Bu Peygamber-i álîşân da Resûl-i kibriyâdır, Hátemü’l-Enbiyâdır. Binâenaleyh, ey Hálık-ı Zî-şânımız! Sen (bizi hakka şâhid olanlar ile berâber yaz.) Bizi hakka şehâdet eden mü’minler zümresinden kıl. Ya‘nî; ‘Bizi Kur’ân-ı Kerîm’in hakkániyyetine, Hazret-i Muham- med (asm)’ın risâletine şehâdet eden ümmet-i Muhammed (asm) ile berâber haşret.’ Veyâ: ‘O Peygamber-i álîşânın kıyâmet gününde sâir ümmetler üzerine şehâdette bulunacak olan ümmet-i merhûmesi zümresine bizleri de ilhâk buyur.’ ”706 ‫َو َما لَنَا َل نُ ْؤ ِم ُن بِالّٰ ِل َو َما َٓجا َءنَا ِم َن ا ْل َح ِّقۙ َونَ ْط َم ُع اَ ْن يُ ْد ِخلَنَا رَبُّنَا َم َع ا ْل َق ْو ِم ال َّصا ِل ۪حي َن‬ “Ve Nasârânın álim olup ilminden istifâde edilenleri derler ki: (‘Biz ne için El- láhu Teálâya ve bize Hak’tan gelene) Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’a ve onu teblîğ eden 705 Arabî İşârâtû’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-6, s. 445-446. 706 Mâide, 5:83.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 315 Resûl-i zî-şân’a (îmân etmeyelim?) Elbette îmân ederiz. Zîrâ, bizleri îmân etmekten men‘ eden bir mâni‘ yoktur. (Hâlbuki, biz ümîd ederiz ki, yârın âhirette Rabbimiz, bizi sálihler kavmi ile Cennet’e idhál buyursun.’)”707 Âyet-i kerîmede geçen “kavm-i sálihîn” ta‘bîrinden murâd, Ümmet-i Muham- med (asm)’dır. Çünkü, semâvî kitâblarda Ümmet-i Muhammed (asm)’ın vasfı, “kavm-i sálihîn” ve “ibâd-ı sálihîn”dir. ‫فَاَثَابَ ُه ُم الّٰ ُل بِ َما قَالُوا َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهاۜ َو ٰذ ِل َك َجزَٓا ُء ا ْل ُم ْح ِس ۪ني َن‬ “Nasârâdan İslâmiyyeti tebcîl ve Kur’ân-ı Mübîn’i ve Risâlet-i Muhammediyye (asm)’ı tasdîk eden münevver zümreye, (bu söylediklerinden) bu güzel i‘tikádların- dan (dolayı Elláhu Teálâ onları, ebedî kalıcı oldukları hâlde altından ırmaklar akar Cennet’lerine idhál etmekle mükâfâtlandırdı. Bu) Cennet’e girmek, fazl-ı azím ve fevz-i kebîr, (ihsân üzere) ihlâs ve samîmiyyetle (ibâdet edenlerin mükâfâtıdır.)”708 Rivâyete göre, bu âyet-i kerîmeler, Necâşî ile onun arkadaşları hakkında nâ- zil olmuştur. Şöyle ki: Resûl-i Ekrem (sav), Necâşî’ye bir mektûb gönderip onu îmâna da‘vet etmişti. Necâşî, Resûlulláh (sav)’in bu mübârek mektûbunu alın- ca, Habeşistan’da bulunan Hazret-i Ca‘fer ile diğer muhâcirleri yanına çağırmış, o mecliste bir takım keşişler ve râhibler de hâzır bulunmuş idi. Hazret-i Ca‘fer’e Kur’ân okumasını teklîf etmiş; o da Meryem Sûresi’ni okumuş. O mecliste bu- lunanlar bu sûreyi dinleyince ma‘nevî bir zevk ile ağlamaya başlamışlar, gözle- rinden yaşlar boşanmış; Necâşî ve yanındaki dîn adamları da Kur’ân-ı Mu‘cizü’l- Beyân’a îmân etmişlerdi. Diğer bir rivâyete göre ise, Necâşî, Resûl-i Ekrem (sav)’in huzúruna kendi kavminden yetmiş kadar zâtı elçi olarak göndermişti. Resûlulláh (sav), onlara Sûre-i Meryem’i okumuş, onlar da bunu dinleyince ağlayarak İslâm dînini kabûl etmişlerdi. Bu âyet-i kerîmeler ifâde ediyor ki: Cennet’e girebilmek için inanılması ge- reken esâsları kalben tasdîk etmek, dil ile de ‫ َٓل ِا ٰلـهَ ِا َّل الّٰ ُل ُمَ َّمـ ٌد رَ ُسـو ُل الّٰ ِل‬demek kâfîdir. Çünkü, mezkûr âyet-i kerîmede şöyle buyruldu: ‫فَاَثَابَ ُه ُم الّٰ ُل بِ َما قَالُوا َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َه ۜا‬ 707 Mâide, 5:84. 708 Mâide, 5:85.

316 Dâr-ı Saádet “(Bu söylediklerinden) bu güzel i‘tikádlarından (dolayı Elláhu Teálâ onları, ebedî kalıcı oldukları hâlde altından ırmaklar akar Cennet’lerine idhál etmekle mükâfâtlandırdı.” Onların söyledikleri söz ise şuydu: ‫‘(“ رَبَّن َٓـا ٰا َمنَّـا فَا ْك ُت ْبنَـا َمـ َع ال َّشـا ِه ۪دي َن‬Ey bizim Rabbimiz!) Biz, bu Kur’ân-ı Kerîm’e ve kendisine Kur’ân inzâl olunan Peygam- ber-i zî-şâna (îmân ettik.) Bu Kur’ân, hak kelâmulláhtır. Bu Peygamber-i álî-şân da Resûl-i kibriyâdır, Hátemü’l-Enbiyâdır. Binâenaleyh, ey Hálık-ı Zî-şânımız! Sen (bizi hakka şâhid olanlar ile berâber yaz.) Ya‘nî, bizi Kur’ân-ı Kerîm’in hakkániy- yetine, Hazret-i Muhammed (asm)’ın risâletine şehâdet eden ümmet-i Muhammed (asm) ile berâber haşret.” ‫َو َما لَنَا َل نُ ْؤ ِم ُن بِالّٰ ِل َو َما َٓجا َءنَا ِم َن ا ْل َح ِّق َونَ ْط َم ُع اَ ْن يُ ْد ِخلَنَا رَبُّنَا َم َع ا ْل َق ْو ِم ال َّصا ِل ۪حي َن‬ “(Biz ne için Elláhu Teálâya ve bize Hak’tan gelene) Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’a ve onu teblîğ eden Resûl-i zî-şâna (îmân etmeyelim?) Elbette îmân ederiz. Zîrâ, bizleri îmân etmekten men‘ eden bir mâni‘ yoktur. (Hâlbuki, biz ümîd ederiz ki, yârın âhi- rette Rabbimiz, bizi sálihler kavmi ile Cennet’e idhál buyursun.’)” Onların bu sözlerinin hulâsası ise, ‫ َٓل ِا ٰلـهَ ِا َّل الّٰ ُل ُمَ َّمـ ٌد رَ ُسـو ُل الّٰ ِل‬kelime-i kud- siyyesidir. Bu kelime, bir kavl olması hasebiyle bir amel-i sálihdir. Ancak, öyle bir ameldir ki; bütün amellere müreccahtır. Kıyâmet gününde bütün ameller bir tarafa, bu kavl-i sâbit bir tarafadır. Bu kavl, bütün amellerden daha ağır gelir. “Kim Elláh’tan başka İlâh olmadığına ve Hazret-i Muhammed (asm)’ın Resû- lulláh olduğuna şehâdet ederse; Elláh, ona âteşi harâm kılar, onu Cennet’e koyar”709 meâlindeki hadîs-i şerîfler de bu da‘vânın başka bir delîlidir. Şimdi bu hadîsler- den birkaçını metinleriyle berâber naklediyoruz: :‫ قَا َل رَ ُسو ُل الَّ ِل َص َّل الَّ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫َع ْن ُم َعا ِذ ْب ِن َجبَ ٍل قَا َل‬ ،‫َم ْن َكا َن آ ِخ ُر َك َل ِم ِه َل ِإلَهَ ِإ َّل الَّ ُل َد َخ َل ا ْل َجنَّةَ رَ َوا ُه أَبُو َدا ُود‬ Muáz bin Cebel (ra)’dan rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuşlardır: “Her kimin son sözü, ‫( َٓل ِا ٰلــهَ ِا َّل الّٰ ُل‬ya‘nî, Elláh’tan başka Ma‘bûd-i bi’l-hak yoktur) olursa, o kimse muhakkak Cennet’e girer.”710 709 Buhárî, Enbiyâ, 47; Müslim, Îmân 46, (28); Tirmizî, Îmân 17, (2640). 710 Ebû Dâvûd, Mişkátü’l-Mesábîh, 1/509.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 317 Hazret-i İtbân (ra)’dan rivâyet ile Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuşlardır: ‌‫“ أن الله حـرم عـى النـار مـن قـال لا إلـه إلا الله يبتغـي بذلـك وجـه الله‬Tahkík, her kim rızá-i İlâhîyi taleb ederek ‫ َٓل ِا ٰلــهَ ِا َّل الّٰ ُل‬derse, Elláhu Teálâ, o adamı Cehennem’e harâm kılar.”711 Hazret-i Enes (ra)’da rivâyet edildiğine göre, bir hadîs-i kudsîde Elláhu Teálâ şöyle buyurmuştur: ‫“ وعزتـي وجلالـي لأخرجـن مـن النـار مـن قـال لا إلـه إلا الله‬İzzetim ve celâlim hakkı için, her kim, ‫ َٓل ِا ٰلــهَ ِا َّل الّٰ ُل‬derse; muhakkak kat‘ıyyetle onu Cehennem’den çıkaracağım.”712 Muáz bin Cebel (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (asm) şöyle de- miştir: ‫“ مـن قـال لا إلـه إلا الله مخلصـا دخـل الجنـة‬Her kim hálisen lillâh ‫َٓل ِا ٰلـهَ ِا َّل الّٰ ُل‬ derse, Cennet’e girer.”713 Demek, Cennet’e girebilmek için iki şey esâstır: Birincisi: Îmân’dır. İkincisi: İslâm’dır. Cennet’e cezâsız girebilmek için ise dört şey esâstır: Birincisi: Îmân. İkincisi: İslâm. Üçüncüsü: Amel-i sálih. Dördüncüsü: Takvâ’dır. O hâlde, îmân ve İslâm’dan sonra amel-i sálih ve takvâyı esâs tutanlar, Cen- net’e giderler. Amel-i sálih ve takvâya tam riáyet etmeyenler ise; eğer hayırları, şerlerine galebe ederse veyâ hayırları ile şerleri müsâvî ise, Cennet’e giderler. Eğer şerleri, hayırlarına galebe ederse; o zamân cezâlarını çektikten sonra Cen- net’e giderler. Ba‘zan da Elláh’ın afvına mazhar olup cezâ çekmeden de Cen- net’e gidebilirler. Bununla berâber, bu durumda asıl olan, günâhlarının cezâla- 711 Buhárî, 11/206; Müslim, 33. 712 Buhárî, 7510; Müslim, 193. 713 Ahmed, 5/236 hadîs no: 22113; İbn-i Hibbân, 1/429.

318 Dâr-ı Saádet rını çektikten sonra Cennet’e girmeleri ve ebedî Cehennem’de kalmamalarıdır. Demek, Ehl-i Cennet’in en mühim üç vasfı “îmân, amel-i sálih ve takvâ”dır. Ehl-i Cennet’in Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’daki diğer vasıfları ise, bu üç vasfın içinde dâhildir. Bu vasıflardan bir kısmını nümûne olarak beyân edeceğiz; diğer bir kısmını da dipnotta sûre ve âyet numaralarını vermekle iktifâ edeceğiz. Şöyle ki: Ehl-i Cennet’in dünyâdaki birinci ve ikinci evsáfı: “Îmân ve amel-i sálih”dir. Konuyla alâkalı birkaç âyet-i kerîmeyi zikrediyoruz: Birinci Âyet: ‫َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت َسنُ ْد ِخ ُل ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬ ‫َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًد ۜا لَ ُه ْم ۪في َهٓا اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌةۘ َونُ ْد ِخ ُل ُه ْم ِظ ًّل ظَ ۪لي ًل‬ “(Ve o kimseler ki;) onlar, Elláhu Teálâ’ya, kitâblarına, resûllerine ve âhirete (îmân ettiler ve) îmânlarının muktezásı olan (sálih amellerde bulundular. Biz Azí- mü’ş-şân, yakın vakitte onları altlarından ırmaklar akar Cennet’lere, o Cennet’lerde ebedî kalıcı oldukları hâlde elbette idhál edeceğiz. Onlar için orada) Cennet’te hayız ve nifâsdan, dünyâda fıtratın sevmeyeceği ahlâk-ı zemîmeden ve sû-i işretten (pâk ve temiz eşler vardır ve onları) ne sıcak, ne soğuk, tam karârında kemâl-i râhatta oldukları hâlde (gölgeler altında bulunduracağız.) Ve o gölge gáyet medîd ve kesîf olup, onda hîçbir harâret bulunmaz. Güneş te’sîr etmez, mümted bir gölgedir ki; ni‘met-i tâmmeyi ve râhat-ı dâimiyyeyi mûcibdir. Onlar, o Cennet’lerde dâimî bir huzúr ve saádet içinde yaşayıp duracaklardır.”714 Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden ikinci âyet: ‫َو َم ْن يَ ْع َم ْل ِم َن ال َّصا ِل َحا ِت ِم ْن ذَ َك ٍر اَ ْو اُ ْن ٰث َو ُهوَ ُم ْؤ ِم ٌن‬ ‫فَاُ ۬و ٰلٓ ِئ َك يَ ْد ُخ ُلو َن ا ْل َجنَّةَ َو َل يُ ْظلَ ُمو َن نَ ۪قيرًا‬ “(Gerek erkek ve gerekse kadınlardan herhangi bir kimse, mü’min olduğu hâlde sálih amel işlerse; işte onlar Cennet’e gireceklerdir ve onlar, hurma çekirdeğinin üzerinde bulunan nokta mikdârı kadar bile) amellerinin sevâbından en cüz’î bir mikdâr bile eksiltilmek súretiyle aslâ (zulme uğramayacaklardır.)”715 714 Nisâ, 4:57. 715 Nisâ, 4:124.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 319 Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden üçüncü âyet: ‫(“ ِا َّن الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت ِانَّـا َل نُ ۪ضيـ ُع اَ ْجـرَ َمـ ْن اَ ْح َسـ َن َع َمـ ًا‬Şüb- hesiz o kimseler ki, îmân ettiler) Hazret-i Muhammed (asm)’ın getirdiği ahkâmı tasdîk ettiler (ve) Elláh’ın rızásına muvâfık (sálih amellerde bulundular; elbette Biz, öyle güzel amel işleyenlerin mükâfâtını záyi‘ etmeyiz.”716 ‫اُ ۬و ٰلٓ ِئ َك لَ ُه ْم َجنَّا ُت َع ْد ٍن َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت ِه ُم ا ْلَ ْن َها ُر ُيَ ّلَ ْو َن ۪في َها ِم ْن اَ َسا ِورَ ِم ْن ذَ َه ٍب‬ ‫َويَ ْلبَ ُسو َن ِثيَابًا ُخ ْضرًا ِم ْن ُس ْن ُد ٍس َو ِا ْستَ ْبَ ٍق ُمتَّ ِكـ۪ٔي َن ۪في َها َع َل ا ْلَرَٓائِ ِ ۜك ِن ْع َم الثَّوَا ُ ۜب‬ ‫َو َح ُسنَ ْت ُم ْرتَ َف ًق ۟ا‬ “(İşte onlar için,) îmân edip amel-i sálih işleyenler için, Âhiret Áleminde (Adn Cennetleri vardır ki;) orada ebedî bir súrette ikámet edeceklerdir. İkámetgâhlarının, köşk ve sarâylarının veyâ ağaçlarının (altlarından ırmaklar akar.) Ashâb-ı Cennet, öyle güzel ve lezzetli suların akmasını, rûha gıdâ veren manzarasını görür, mutlu olurlar. Cennet ehli, (orada tahtlar üzerine kurularak altın bilezikler ile süslene- ceklerdir ve ipekten ma‘mûl ince ve kalın kumaştan yeşil elbiseler giyeceklerdir. O Cennet, ne güzel mükâfâttır ve ne güzel bir karârgâhtır!)”717 Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden dördüncü âyet: ‫“ ِا َّن الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت اُ ۬و ٰلٓ ِئـ َك ُهـ ْم َخـ ْ ُر ا ْل َ ِبيَّـ ِة‬Hakíkaten o kim- seler ki; îmân ettiler ve sálih amellerde bulundular; işte yaratılmışların hayırlısı onlardır.”718 ۜ‫َجزَٓا ُؤ۬ ُه ْم ِع ْن َد رَبِّ ِه ْم َجنَّا ُت َع ْد ٍن َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًدا‬ ‫رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه ْم َورَ ُضوا َع ْن ُهۜ ٰذ ِل َك ِل َم ْن َخ ِش َي رَبَّ ُه‬ “(Onların Rab’lerinin indinde mükâfâtı,) îmân ve sálih amellerinin karşılığı, (altlarından ırmaklar akan Cennet’lerdir.) Ehl-i Cennet, (oralarda) o Cennet’ler- de (ebediyyen dâimî kalıcılardır. Elláh, onlardan râzı olmuştur. Onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte bu, Rabbinden korkan kimse içindir.)”719 716 Kehf, 18:30. 717 Kehf, 18:31. 718 Beyyine, 98:7. 719 Beyyine, 98:8.

320 Dâr-ı Saádet Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden beşinci âyet: ‫َواُ ْد ِخ َل الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬ ‫َخا ِل ۪دي َن ۪في َها بِ ِا ْذ ِن رَبِّ ِه ْمۜ َ ِتيَّ ُت ُه ْم ۪في َها َس َل ٌم‬ “(Ve îmân edip sálih amel işleyen kimseler, altlarından ırmaklar akar Cennet- lere konulmuşlardır. Orada Rab’lerinin izniyle ebedî bir hâlde kalacaklardır. Onla- rın duá ve temennîleri, tahiyye ve iltifâtları orada selâmdır.) Cennet ehli, biribirine selâm vereceği gibi; melekler de onlara selâm verirler.”720 Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden altıncı âyet: ‫ِا َّن الّٰلَ يُ ْد ِخ ُل الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت َجنَّا ٍت‬ ‫َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُرۜ ِا َّن الّٰلَ يَ ْف َع ُل َما يُ ۪ري ُد‬ “(Tahkík, Elláhu Teálâ; îmân eden ve sálih amellerde bulunanları, altlarından ırmaklar akan Cennetlere idhál eder.) Cenâb-ı Hak, bunların cümlesine kádirdir. (Şübhesiz ki, Elláh, dilediği şeyi işler.) Binâenaleyh, O mutlak irâde sáhibi, ehl-i îmân ve táati, dâr-ı âhirette her türlü saádet ve selâmete kavuşturacaktır. Kendisi- ne îmân ve itáat etmeyenleri de her çeşit azâb ve felâkete uğratacaktır. O’nun için bir engel ve mâni‘ yoktur.”721 Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden yedinci âyet: ‫َو َم ْن َع ِم َل َصا ِل ًحا ِم ْن ذَ َك ٍر اَ ْو اُ ْن ٰث َو ُهوَ ُم ْؤ ِم ٌن‬ ‫فَاُ ۬و ٰلٓ ِئ َك يَ ْد ُخ ُلو َن ا ْل َجنَّةَ يُ ْرزَقُو َن ۪في َها بِ َغ ْ ِي ِح َسا ٍب‬ “(Ve her kim, erkek olsun, kadın olsun, îmân sáhibi olduğu hâlde bir sálih amel- de bulunursa; işte onlar,) öyle dünyâda iken güzel amelde bulunmuş olan mümin zâtlar, (Cennet’e girerler,) Cennet’in ni‘metlerinden istifâde eder dururlar ve (orada hesâbsız derecede rızıklanırlar.) Sálih amellerinin kat kat sevâbına ulaşmış bulu- nurlar. O ni‘metleri ile’l-ebed devâm eder. İşte böyle bir selâmet ve saádete kavuş- mak için, henüz dünyâda iken sálih amellerde bulunmak icâb etmez mi?”722 720 İbrâhîm, 14:23. 721 Hac, 22:23. 722 Mü’min, 40:40.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 321 Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden sekizinci âyet: ‫َو َم ْن يُ ْؤ ِم ْن بِالّٰ ِل َويَ ْع َم ْل َصا ِل ًحا يُ ْد ِخ ْل ُه َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن‬ ‫َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًداۜ قَ ْد اَ ْح َس َن الّٰ ُل لَ ُه ِر ْزقًا‬ “(Ve her kim, Elláh’a îmân eder ve sálih amel işlerse) Elláhu Teálâ, (onu, al- tından ırmaklar akan Cennetlere idhál eder. Onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Muhakkak ki, Elláh, onun için güzel bir rızık ihsân buyurmuştur.) O Kerîm Zât, mü’min kulunu; gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insânların hátırlarına gelmez nice maddî ve ma‘nevî ni‘metlere nâil buyuracaktır.”723 Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden dokuzuncu âyet: ‫ِا َّن الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت لَ ُه ْم َجنَّا ٌت‬ ‫َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُۜر ٰذ ِل َك ا ْل َف ْوزُ ا ْل َك ۪بي ُر‬ “(Şübhe yok ki, îmân etmiş ve sálih amellerde bulunmuş kimseler için) îmân ve ubûdiyyetlerine mükâfât olarak (altlarından ırmaklar akan Cennetler vardır.) Onlar, sarâylarının veyâ ağaçlarının altlarından nehirler akan bağlara, bahçelere, bostânlara kavuşacaklardır. (Bu ise,) böyle Cennetlere kavuşmak ni‘meti ise, (pek büyük bir kurtuluştur.) Zîrâ, mü’minlere, Cenâb-ı Hak’ın şu haberi, mü’minler- den râzı olduğuna delâlet eder. Mü’min için Elláh’ın rızásına nâil olmaktan daha büyük bir ni‘met olamaz. Çünkü, rızá-yı İlâhî, cümle metálibin fevkındedir. Bu ebedî ni‘metlere nisbeten, dünyânın fânî ni‘metleri pek ehemmiyyetsiz kalır. İşte, insânlar, âhiret azâbından emîn olup böyle álî ni‘metlere nâil olmak için îmân edip sálih amellere sarılmalı, takvâ dâiresinde bulunmalıdırlar.”724 Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden onuncu âyet: ‫“ اَلَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت ُطو ٰبـى لَ ُهـ ْم َو ُح ْسـ ُن َمـاٰ ٍب‬O kimseler ki, îmân ettiler ve sálih amellerde bulundular; her çeşit hayr, ni‘met, ferah, sürûr, kurtuluş ve selâmet de, dönüp gidilecek güzel bir diyâr da onlaradır.”725 “Túbâ”; “envâ-ı hayrât, ni‘met, ferah ve sürûr” ma‘nâsınadır. Yâhúd, “Cen- net’te bir büyük ağaç ismi”dir. Veyâ “Cennet’in bir ismi”dir. Veyâhúd “tayyib-i hâl, ya‘nî güzel hâl” demektir ki; “Beká var, fenâ ve zevâl yok; izzet var, zillet yok; 723 Talâk, 65:11. 724 Burûc, 85:11. 725 Ra‘d, 13:29.

322 Dâr-ı Saádet servet var, fakr u sefâlet yok; sıhhat var, hastalık yok” demektir. Ehl-i Cennet’in îmân ve sálih amel vasfını beyân eden on birinci âyet: ‫(“ ِليَ ْجـ ِز َي الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِتۜ اُو۬ ٰلٓ ِئـ َك لَ ُهـ ْم َم ْغ ِفـرَ ٌة َو ِر ْز ٌق َك ۪ريـ ٌم‬Tâ ki, îmân eden ve sálih amellerde bulunanları mükâfâtlandırsın. İşte, onlar için mağfiret ve şerefli bir rızk vardır.) O da, Cennetlerdeki maddî ve ma‘nevî, cis- mânî ve rûhânî ni‘metlere kavuşmaktır.”726 Ehl-i Cennet’in dünyâdaki birinci ve ikinci evsáfı olan “îmân ve amel-i sálih”e dâir nümûne olarak on âyet zikrettik. Cennet ehline áid bu iki vasfın geçtiği diğer âyet-i kerîmeler ise, sûre ve âyet numaraları ile birlikte dipnotta verilmiştir. O âyetlere mürâcaat edilebilir.727 Takvâ dâhil bundan sonra zikredeceğimiz evsáflar, bu birinci ve ikinci evsáf- da dâhildir. Ehl-i Cennet’in dünyâdaki üçüncü vasfı: “Takvâ”dır. Cennet ehlinin takvâ sıfatıyla muttasıf olduğuna dâir beyânât-ı Kur’âniyye pek çoktur. Nümûne ola- rak ba‘zılarını beyân edip kalan kısmını dipnotta zikredeceğiz.728 Evet, Cenâb-ı Hak, birçok âyetinde ehl-i Cennet’i takvâ sıfatıyla vasıflandır- mıştır. Ehl-i takvâyı Cennet’e dâhil edeceğini müjdelemiştir. Ehl-i Cennet’in en büyük vasıflarından biri de müttakí olmalarıdır. Çünkü, Cennet, Dâru’l-Müt- takín’dir.729 Müttakílerin memleketidir. 726 Sebe’, 34:4. 727 Îmân ve a‘mâl-i sâlihaya dâir ehl-i Cennet’in dünyâdaki evsâfı: Bakara, 2:25, 62, 82, 112, 218, 262, 274, 277; Âl-i İmrân, 3:57, 136. 171, 172, 179, 199; Nisâ, 4:40, 67, 74, 95, 114, 122, 124, 146, 156, 162, 173, Mâide, 5:9, 69; En‘ám, 6:132; A‘râf, 7:42, 43; Enfâl, 8:28; Tevbe, 9:21, 22, 120, 121, 124; Hûd, 11:11, 23, 115; Yûnus, 10:9; Yûsuf, 12:57, 90; Nahl, 16:96, 97; İsrâ, 17:9; Kehf, 18:2, 88, 107; Meryem, 19:60-63; Táhâ, 20:75; Hac, 22: 23, 50, 56; Nûr, 24: 37, 38; Neml, 27:53; Kasas, 28:54, 67, 80; Ankebût, 29:7, 9, 58; Rûm, 30:15, 45; Lokmân, 31:8; Secde, 32:17, 19; Sebe’, 34:37; Fâtır, 35:7, 29, 30; Ahzâb, 33:29, 31, 35, 44; Yâsîn, 36:11; Sáffât, 37:61; Fussılet, 41:8; Zümer, 39:10, 35, 74; Şûrâ, 42:22, 23, 26; Zuhruf, 43:72; Câsiye, 45:30; Ahkáf, 46:13, 14,-19; Muhammed, 47:2, 12, 36; Feth, 48:10, 16, 29; Hucurât, 49:3; Túr, 52:21; Vâkıa, 56:24; Hadîd, 57:7, 19, 21, 27; Mücâdele, 58:11; Mülk, 67:12; Müzzemmil, 73:20; İnşikák, 84:25; Tîn, 95:6; Asr, 103:3. 728 Ehl-i Cennet’in takvâya dâir evsáfını haber veren âyetler: Bakara, 2:103, 212, 223; Âl-i İmrân, 3:172, 179, 198; Nisâ, 4:77; Mâide, 5:65; En‘ám, 6:32; A‘râf, 7:35, 169; Ra‘d, 13:35; Nahl, 16:30, 31; Meryem, 19:63, 85; Nûr, 24:52; Furkán, 25:15; Şuarâ, 26:90; Kasas, 28:83; Sád, 38:49; Zü- mer, 39:20, 61, 73; Zuhruf, 43:35; Muhammmed, 47:15, 36; Káf, 50:31; Zâriyât, 51:15; Túr, 52:17; Kamer, 54:54; Talak, 65:5; Kalem, 68:34. 729 Nahl, 16:30.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 323 Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, sekiz âyet-i kerîmede geçen ‫ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قــ َن‬lafzıyla ve bir âyet-i kerimede geçen ‫ ِا َّن ِل ْل ُمتَّ ۪قــ َن‬lafzıyla, mü’minlerin takvâ vasıflarını nazara verip onların bu sebeble Cennet’te in‘ámât-ı İlâhiyye’ye ve ihsânât-ı Rahmâ- niyye’ye mazhar olacaklarını haber vermektedir. Öncelikle bu âyetleri sırasıyla zikrediyoruz. Şöyle ki: Müttekílerin Cennet’te ihsânât-ı İlâhiyye’ye mazhar olacaklarını beyân eden birinci âyet: ‫(“ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قـ َن ۪فـي َجنَّـا ٍت َو ُع ُيـو ٍن‬Takvâ sáhibleri) dünyâda şirk, meásí ve mâsi- vâdan ictinâb ile îmân ve sálih amel ile vasıflanan, İblîs’e tebaıyyetten sakınan zât- lar, (muhakkak) yârın âhirette (Cennet’ler) bağlar, bahçeler (ve pınarlar) çeşmeler, nehirler(içindedirler.)”730 ‫“ اُ ْد ُخ ُلو َهــا بِ َســ َا ٍم ٰا ِم ۪نــ َن‬Ve öyle Cennet’lere nâil olacak müttakí zâtlara, El- láh tarafından veyâ melekler tarafından pek büyük bir iltifât olarak denilecektir ki: (‘Oraya) Cennet’e, (emniyyetle,) ya‘nî ademden, hîçlikten, ölümden, ihtiyârlık- tan, ácizlikten, fakírlikten, belâdan, musíbetten, hastalıktan, cümle âfetlerden ko- runmuş bir hâlde, (selâm ile) ya‘nî selâmetle veyâ Elláh’ın ve meleklerin selâmına kavuşmuş olarak (giriniz.) İlâhî ni‘metlere, dâimî ziyâfetlere, sermedî iltifâtlara mazhar olunuz.’ ”731 Müttakílerin Cennet’te ihsânât-ı İlâhiyye’ye mazhar olacaklarını beyân eden ikinci âyet: ‫(“ َو ِا َّن ِل ْل ُمتَّ ۪قــ َن لَ ُح ْســ َن َمــاٰ ٍب‬Şübhe yok ki; takvâ sáhibleri için elbette güzel bir mercî‘, varılacak bir yer de vardır.) Takvâ sáhibi zâtlar; dünyâda iken şeref ve şâna nâil oldukları gibi, istikbâlde de varacakları birer güzel makámları olacaktır.”732 ‫“ َجنَّـا ِت َع ـ ْد ٍن ُم َفتَّ َح ـةً لَ ُه ـ ُم ا ْلَ ْب ـوَا ُب‬O takvâ sáhibleri için hâzırlanan makám ise, (Adn Cennetleridir.) İçinde devâmlı olarak ikámet edecekleri, durup kalacak- ları pek kıymetli bağlar, bahçeler, bostânlar, köşklerdir. (Onlar için kapıları açıl- mış olarak) hâzır bulunmaktadır. Ya‘nî, takvâ sáhibleri için Cennetlerin kapıları 730 Hicr, 15:45. 731 Hicr, 15:46. 732 Sád, 38:49.

324 Dâr-ı Saádet melekler tarafından açılmış, kendileri karşılanarak selâmlanmış bulunacaklar- dır. Bu İlâhî beyân, o Cennetlerin pek geniş, pek güzel, pek iştâh açıcı olduğuna işâret etmektedir.”733 Müttakílerin Cennet’te ihsânât-ı İlâhiyye’ye mazhar olacaklarını beyân eden üçüncü âyet: ‫(“ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قــ َن ۪فــي َم َقــا ٍم اَ ۪مــ ٍن‬Tahkík, müttakíler,) şirkten, meásíden ve mâsi- vâdan sakınanlar, (güvenilir bir makámdadırlar, emniyyettedirler.) Onlar, yok ol- maktan, her türlü belâ, musíbet ve âfetten mahfûz bir mekânda bulunacaklardır. Artık hîçbir korkuları, endîşeleri kalmayacaktır.”734 Müttakílerin Cennet’te ihsânât-ı İlâhiyye’ye mazhar olacaklarını beyân eden dördüncü âyet: ‫(“ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قـ َن ۪فـي َجنَّـا ٍت َو ُع ُيـو ٍن‬Şübhe yok ki; takvâ sáhibi olanlar,) îmân edip ferâiz-i İlâhiyye’yi edâ, nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb edenler, Cennet’te (bağ, bah- çe, bostânlarda ve pınarlarda bulunacaklar.) Aralarından ırmaklar akan bahçelere, büyük bostânlara nâil olacaklardır.”735 ‫“ ٰا ِخ ۪ذيـ َن َم ٓـا ٰا ٰتي ُهـ ْم رَبُّ ُهـ ْمۜ ِانَّ ُهـ ْم َكانُـوا قَ ْبـ َل ٰذ ِلـ َك ُ ْم ِسـ ۪ني َن‬Cennet’e giren o tak- vâ sáhibleri, (Rab’lerinin kendilerine verdiğini alıcıdırlar.) Kendilerine va‘dedilen ni‘metlere ermiş, onları teşekkürle kabûl ederek ebedî selâmete, saádete ermişlerdir. (Muhakkak ki onlar,) o Cennetlere giren takvâ sáhibleri, (bundan evvel iyilik eden zâtlar olmuşlardır.) Elláh’ın rızásını kazanmak için sálih amellerde bulunmuşlar- dı. Artık o iyiliklerin mükâfâtı olmak üzere bu ebedî ni‘metlere kavuşmuş oldular.”736 Müttakílerin Cennet’te ihsânât-ı İlâhiyye’ye mazhar olacaklarını beyân eden beşinci âyet: ‫(“ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قــ َن ۪فــي َجنَّــا ٍت َونَ ۪عيــ ٍم‬Şübhe yok ki; müttakíler,) Cenâb-ı Hak’tan korkan, o Zât-ı Zü’l-celâl’den korktuklarını, harâmlardan ve günâhlardan sakın- makla izhâr eden mü’min zâtlar, kâfirlerin ve münâfıkların aksine olarak (bağ, bahçe, bostânlarda ve ni‘metler içindedirler.) O takvâ sáhibleri, yarın âhirette muh- teşem bağlara, bahçelere, bostânlara sáhib olacaklar; maddî ve ma‘nevî, cismânî 733 Sád, 38:50. 734 Duhán, 44:51. 735 Zâriyât, 51:15. 736 Zâriyât, 51:16.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 325 ve rûhânî pek çok kıymetdâr ni‘metlere mazhar olacaklar; o ni‘metlerden ebedî bir súrette istifâde edeceklerdir.”737 ‫(“ فَا ِك ۪هـ َن بِ َٓمـا ٰا ٰتي ُهـ ْم رَبُّ ُهـ ْمۚ َو َو ٰقي ُهـ ْم رَبُّ ُهـ ْم َعـ َذا َب ا ْل َج ۪حيـ ِم‬Kendilerine Rab’leri- nin verdiği şey ile) ihsân buyurduğu ni‘met ve rızık ile makám ve mevkı‘ ile (sevin- mekte, telezzüz etmektedirler ve onları, Rab’leri, Cehennem azâbından korumuştur.) Onlar, umdukları her şeye nâil, korktukları her şeyden emîn olacaklardır.”738 ‫“ ُك ُلـوا َوا ْشـرَبُوا َه ۪ن ٓئ ًــا بِ َمـا ُك ْن ُتـ ْم تَ ْع َم ُلـو َن‬Cennet’te, Cennet ehline denilecektir ki; ‘Ey ehl-i Cennet! (Yiyiniz ve içiniz,) Cennet’lerin ni‘metlerinden istifâde edi- niz! Size (áfiyetler olsun.) Hîçbir zahmete ve sıkıntıya düşmeksizin bu pek lezzetli ve eşsiz Cennet’in yiyeceklerinden yiyin ve sularından için. Böyle pek muazzam bir ni‘mete, bir lütfa kavuşmanız ise, dünyâda iken (işlediğiniz şey) sálih ameller (sebebiyle)dir.”739 “‫‘ َه ۪ن ٓئ ًـا‬hazmı kolay ve yemesinde zahmet yok’ demektir. Çünkü, Cennet ni‘met- lerinin yemesinde güçlük olmadığı gibi; yedikten sonra şişkinlik vermek ve sancı îrâs etmek ve hazımda zahmet çekmek gibi bir korku da yoktur. Şu hâlde, Cennet ni‘metlerinin ákıbeti bir takım zahmet ve meşakkate inkılâb eylemez. Binâenaleyh; dünyâ ni‘metlerine aslâ kıyâs kabûl etmez. Zîrâ, dünyâ ni‘metlerinin ákıbeti, endî- şeden hálî olamaz.”740 Müttakílerin Cennet’te ihsânât-ı İlâhiyye’ye mazhar olacaklarını beyân eden altıncı âyet: ‫(“ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قــ َن ۪فــي َجنَّــا ٍت َونَ َهــ ٍر‬Muhakkak ki müttakíler,) Elláh’tan korkan, evâmir-i İlâhiyye’ye muhálefet etmekten çekinen, muharremâttan ictinâb eden mü’min kullar, yârın âhirette (bağ, bahçe, bostânlarda ve ırmaklardadırlar.) On- lar, nice güzel, gönül râhatlatıcı ağaçları ihtivâ eden bağ, bahçe ve bostânlarda bulunacaklar; oralardaki çeşitli nehirlerin lezîz sularından içeceklerdir.”741 ‫“ ۪فـي َم ْق َعـ ِد ِصـ ْد ٍق ِع ْنـ َد َم ۪ليـ ٍك ُم ْقتَـ ِد ٍر‬O takvâ sáhibi zâtlar, yârın âhirette (bir 737 Túr, 52:17. 738 Túr, 52:18. 739 Túr, 52:19. 740 Hulâsatü’l-Beyân Tefsîri. 741 Kamer, 54:54.

326 Dâr-ı Saádet doğruluk ikámetgâhında) sádıklara mahsús, yüce bir mecliste (gáyet kudret sá- hibi bir hükümdârın huzúrunda) ya‘nî her şeye kádir, aczden müberrâ, ve hâki- miyyeti, tasarrufâtı bütün kâinât üzerinde cereyân eden bir Zât-ı Akdes’in ma‘nevî huzúrunda (bulunacaklardır.) İşte mü’minler; yârın o Melik-i Muktedir’in böyle tecelliyyâtına ve İlâhî lütuflarına mazhar bulunmak şerefine kavuşacaklardır.”742 Müttakílerin Cennet’te ihsânât-ı İlâhiyye’ye mazhar olacaklarını beyân eden yedinci âyet: ‫(“ ِا َّن ِل ْل ُمتَّ ۪قــ َن ِع ْنــ َد رَبِّ ِهــ ْم َجنَّــا ِت النَّ ۪عيــ ِم‬Şübhe yok ki, takvâ sáhibleri için) Cenâb-ı Hak’tan korkan, küfür ve isyândan kaçınan, dînî vazífelerini yapmaya ça- lışan mü’minlere mahsús (Rab’leri indinde Naím Cennetleri vardır.) Onlar; korku ve tehlikeden uzak, sáf ni‘metleri ihtivâ eden, birer feyz ve ferahlık mahalli olan ebedî bahçelere, bağlara, bostânlara nâil olacaklardır.”743 Müttakílerin Cennet’te ihsânât-ı İlâhiyye’ye mazhar olacaklarını beyân eden sekizinci âyet: ‫(“ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قـ َن ۪فـي ِظـ َا ٍل َو ُع ُيـو ٍن‬Şübhe yok ki; müttakíler,) Cennet’te (gölgelerde ve çeşmelerdedirler.) Onlar, ağaçların gölgelerinde bulunurlar ve dâimâ akıp giden lezzetli sulardan, pınarlardan içip zevk alırlar.”744 ‫(“ َوفَوَا ِكــهَ ِمَّــا يَ ْشــتَ ُهو َن‬Ve) o takvâ ehli zâtlar, Cennetlerde (canlarının istedi- ğinden) hóşlarına giden (meyveler içindedirler.) Öyle diledikleri çeşitli meyvelere, ni‘metlere nâil olurlar.”745 ‫“ ُك ُلـوا َوا ْشـرَبُوا َه ۪ن ٓئ ًــا بِ َمـا ُك ْن ُتـ ْم تَ ْع َم ُلـو َن‬Ehl-i Cennet’e şöyle denilir: (Yiyiniz ve içiniz) Cennet’in meyvelerinden ve çeşmelerinden dilediğiniz zamân bol bol istifâde ediniz, (áfiyet olsun,) tam bir zevk ve ferahlıkla yeyip içiniz. Bu ni‘metler dâimîdir- ler, sizlere mahsústurlar. Dünyâda iken (yaptığınız şey) ibâdet ve itáat (sebebiyle) bu ni‘metlere erişmiş bulunmaktasınız.”746 ‫“ ِانَّـا َك ٰذ ِل ـ َك َ ْن ـ ِزي ا ْل ُم ْح ِس ـ ۪ني َن‬Elláhu Teálâ, şöyle buyurur: (Şübhe yok ki: Biz, iyilik yapanları) ihlâs ve samîmiyyetle ibâdet ve itáat edenleri (işte böyle mükâfât- 742 Kamer, 54:55. 743 Kalem, 68:34. 744 Mürselât, 77:41. 745 Mürselât, 77:42. 746 Mürselât, 77:43.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 327 landırırız.) Onları Cennetlerde nice ni‘metlere kavuştururuz.”747 Müttakílerin Cennet’te ihsânât-ı İlâhiyye’ye mazhar olacaklarını beyân eden dokuzuncu âyet: ‫(“ ِا َّن ِل ْل ُمتَّ ۪قـ َن َم َفـازًا‬Muhakkak ki; takvâ sáhibleri için) küfürden, şirkten, nifâk- tan, ma‘sıyyetten ve mâsivâdan sakınan, Elláh’ın azâbından korkan kimseler için, (kurtuluşa erecek bir yer vardır.) Onlar, âhirette kurtuluş ve selâmete, fevz ve necâta vesîle olacak bir makáma nâil; Cehennem’den halâs olacaklardır.”748 Kur’ân-ı Kerîm’de ehl-i Cennet’in takvâ sıfâtıyla muttasıf olduklarını beyân eden pek çok âyet-i kerîme mevcûddur. Şimdi bu âyet-i kerîmelerden birkaçını nümûne olarak zikredeceğiz: Ehl-i Cennet’in takvâ sıfatıyla muttasıf olduklarını beyân eden birinci âyet: ‫زُ ِيّ َن ِللنَّا ِس ُح ُّب ال َّش َهوَا ِت ِم َن ال ِنّ َ ٓسا ِء َوا ْلبَ ۪ني َن َوا ْل َقنَا ۪طي ِر ا ْل ُم َق ْنطَرَةِ ِم َن ال َّذ َه ِب َوا ْل ِف َّض ِة‬ ‫َوا ْل َخ ْي ِل ا ْل ُم َس ّوَ َم ِة َوا ْلَ ْن َعا ِم َوا ْل َح ْر ِثۜ ٰذ ِل َك َمتَا ُع ا ْل َح ٰيوةِ ال ُّد ْنيَاۚ َوالّٰ ُل ِع ْن َد ُه ُح ْس ُن ا ْل َماٰ ِب‬ “(İnsanlara) bir imtihân eseri olmak üzere nefsin arzu ettiği lezâiz-i dünyâdan (hátûnlardan ve erkek evlâdlardan ve altın ve gümüşten kantarlar dolusu mallar- dan ve binmek için alâmetlenmiş atlardan ve koyun, keçi, deve, sığır gibi hayvân- lardan ve ekinden nefsin istediği şeyler nâsın muhabbet etmesi için Elláh tarafın- dan bir hikmet gereği tezyîn olundu. İşte şu) sayılan kadınlar, evlâdlar, mallar, binekler, hayvânlar, ekinler (hayât-ı dünyânın) muvakkat (ni‘metleridir) ve bun- lar zevâle ma‘rûzdur. Zîrâ, dünyâ zevâle ma‘rûz olduğu gibi, dünyevî ni‘metler de zevâle ma‘rûzdur. (Hâlbuki, Elláhu Teálâ indinde bâkí ve güzel mercî‘ vardır) ve envâ-ı çeşit ni‘metler, o dâimî mahâlde ebedî bir súrette mevcûddur. Ebedî saádet oradadır. İnsânın dünyâlık nâmına elde ettiği her şey fânîdir, fâide ve menfaa- ti muvakkatır, geçicidir. Bu sebeble insân, helâl dâiresindeki ni‘metler ile iktifâ etmeli, harâma tenezzül etmemeli, ebedî hayâtını te’mîn edecek sálih amellerde bulunmalıdır. Yoksa, dünyevî ni‘metler çok kere insânı gaflete ve isyâna sevkeder. Hele bunlar, gayr-ı meşrû‘ súrette elde edilirse veyâ şerre sarf olunursa, sáhibi için birer felâket sebebi olur. Binâenaleyh, insân, her zamân mütenebbih olmalı, fânî bir hayât için ebedî hayâtını fedâ etmemelidir.”749 747 Mürselât, 77:44. 748 Nebe’, 78:31. 749 Âl-i İmrân, 3:14.

328 Dâr-ı Saádet ‫قُ ْل اَ ُؤ۬نَ ِّب ُئ ُك ْم ِبَ ْ ٍي ِم ْن ٰذ ِل ُك ْمۜ ِل ّلَ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا ِع ْن َد رَبِّ ِه ْم َجنَّا ٌت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬ ‫َخا ِل ۪دي َن ۪في َها َواَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌة َو ِر ْضوَا ٌن ِم َن الّٰ ِۜل َوالّٰ ُل بَ ۪صيرٌ بِا ْل ِعبَا ِۚد‬ “Yâ Muhammed! (De ki, onlardan) dünyâda insânın iştâhını çeken kadınlar, evlâdlar, mallar, binekler, hayvanlar, ekinlerden (daha hayırlısını sizlere haber vereyim mî?) O dünyâlık nâmına elde ettiğiniz şeylerden daha hayırlı ve ebe- dî olan şeyleri size bildireyim mi? (Takvâ sáhibi olanlar için,) Elláh Teálâ’dan korkup evâmir-i İlâhiyye’ye imtisâl ve nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb edenler için, (Rab’lerinin yanında) Âhiret Áleminde, ağaçlarının veyâ köşklerinin (altlarından ırmaklar akar Cennetler) bağlar, bahçeler, pek hóş ebedî ikámetgâhlar (vardır.) O takvâ sáhibleri (orada) o Cennetlerde (ebedî olarak kalacaklardır ve) o takvâ sáhibleri için orada maddî ve ma‘nevî kirlerden, kusúrlardan árî berî (ter temiz eşler vardır ve) bununla berâber Cennet ni‘metlerinin fevkınde (Elláh Teálâ’nın rızásı vardır.) İşte en büyük saádet, rızá-yı İlâhî’ye nâil olmaktır. (Ve Elláhu Teálâ, kullarını hakkıyla görücüdür.) Bütün kullarının yaptıklarını bilir, görür, ona göre mükâfât veyâ cezâ verir. İşte takvâ sáhibi kullarının o güzel hâllerini de bildiğinden, onlar için Cennetlerini hâzırlamış ve onları en mukaddes bir gáye olan kendi rızásına mazhar buyurmuştur.”750 Ehl-i Cennet’in takvâ sıfâtıyla muttasıf olduklarını beyân eden ikinci âyet: ‫ٰل ِك ِن الَّ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا رَبَّ ُه ْم لَ ُه ْم ُغرَ ٌف ِم ْن فَ ْو ِق َها ُغرَ ٌف َم ْب ِنيَّةٌۙ َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُۜر‬ ‫َو ْع َد الّٰ ِۜل َل ُ ْي ِل ُف الّٰ ُل ا ْل ۪مي َعا َد‬ “(Fakat, o kimseler ki; Rab’lerinden korkmuşlar;) evâmir-i İlâhiyye’ye im- tisâl ve nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb etmişlerdir. Onlar, müstesnâ bir mevkí‘de bulunmaktadırlar. (Onlar için köşkler vardır; onların üstlerinden de yapılmış köşkler vardır.) Onlar, biribirinden a‘lâ ve biribiri üzerinde öyle kat kat yüce makámlarda ikámet edeceklerdir. (Altlarından ırmaklar akar.) O köşklerin al- tındaki ağaçların arasından nehirler akıp gider. (Bu, Elláh’ın va‘didir.) Her hâlde vukú‘ bulacaktır. Çünkü, (Elláh, verdiği sözden dönmez.)”751 750 Âl-i İmrân, 3:15. 751 Zümer, 39:20.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 329 Ehl-i Cennet’in takvâ sıfâtıyla muttasıf olduklarını beyân eden üçüncü âyet: ‫(“ ِت ْلـ َك ا ْل َجنَّـ ُة الَّـ ۪ي نُـو ِر ُث ِمـ ْن ِعبَا ِدنَـا َمـ ْن َكا َن تَ ِقيًّـا‬Şu) vasıfları bildirilen yüce makám, (o Cennet’tir ki, ona kullarımızdan takvâ sáhibi olanları) küfürden, ma‘sıy- yetten ve mâsivâdan sakınanları (vâris kılarız.) O Cennetleri onlara ihsân ederiz. Orada ebedî bir súrette selâmet ve saádet içinde yaşarlar. İşte îmânın mükâfâtı!”752 Kâfirler küfür üzere öldükleri takdîrde, onların Cennetlerine mü’minler vâ- ris olacaklardır. Ya‘nî, o makámlar da mü’minlere verilecektir. Cenâb-ı Hâk, cümlemize, îmân üzere rûhumuzu teslîm etmeyi nasíb buyursun. Âmîn. Ehl-i Cennet’in takvâ sıfâtıyla muttasıf olduklarını beyân eden dördüncü âyet: ‫(“ َواُ ْز ِل َفــ ِت ا ْل َجنَّــ ُة ِل ْل ُمتَّ ۪قــ َن َغــ ْرَ بَ ۪عيــ ٍد‬Ve Cennet, takvâ sáhibleri için) şirki, meásíyi ve mâsivâyı terk edenler için, (uzak olmaksızın yaklaştırılmıştır.) Öyle bir hâlde ki; ehl-i Cennet Cennet’i, daha mahşer meydânında iken müşâhedeye muvaffak olurlar ve oradaki ni‘metleri öğrenmiş bulunurlar. Onlar hakkında böyle bir İlâhî lütuf tecellî etmiş olur.”753 ‫“ ٰه ـ َذا َم ـا تُو َع ـ ُدو َن ِل ـ ُك ِّل اَ ّوَا ٍب َح ۪في ـ ٍظ‬Ve melekler tarafından kendilerine Cen- netler gösterilerek denilir ki: (İşte bu,) böyle karşıdan seyretmeye muvaffak olduğu- nuz yüce makám, (va‘d olunduğunuz Cennet’tir.) Elláhu Teálâ’nın sizlere dünyâ- da peygamberleri ve kitâbları vâsıtasıyla va‘d buyurmuş olduğu yüksek Cennet’tir, mükâfât makámıdır. O Cennet, (her tevbekár olan) günâhlarından dolayı tevbe ederek Elláh’ın afvına çokça sığınan ve tekâlif-i İlâhiyye’yi (muhâfaza eden için) Elláh’ın haklarına riáyet edip evâmir-i İlâhiyye’yi yerine getirmeye devâm eden kâ- mil mü’minler içindir. İşte öyle her takvâ sáhibi zât hakkında Elláh’ın bu va‘di tecellî edecektir.”754 ‫“ َمـ ْن َخ ِشـ َي ال ّرَ ْحٰـ َن بِا ْل َغ ْيـ ِب َو َٓجـا َء بِ َق ْلـ ٍب ُم ۪نيـ ٍب‬Evet. Cennet, takvâ sáhibi olan- lara mahsústur. Ya‘nî, (Rahmân’dan gıyâben korkan) Cenâb-ı Hak’ın yüce Zât’ı- nı görmediği hâlde, hális bir kalb ile onun varlığını bilip tasdîk eden, o Zât-ı Ak- des’e itáatten ayrılmayan ve insânlardan hálî olduğu hâlde bile Elláh’dan korkan 752 Meryem, 19:63. 753 Káf, 50:31. 754 Káf, 50:32.

330 Dâr-ı Saádet (ve hális bir kalb ile Cenâb-ı Hak’ın huzúruna gelen) temiz bir i‘tikáda sáhib, Elláh korkusu ile mevsúf bir kalbe sáhib olduğu hâlde Cenâb-ı Hak’a kavuşma şerefine erişen (kimseye) mahsús bir Cennet’tir.”755 ‫“ اُ ْد ُخ ُلو َهـا بِ َسـ َا ٍمۜ ٰذ ِلـ َك يَـ ْو ُم ا ْل ُخ ُلـو ِد‬O âhiret gününde öyle takvâ sáhibi zâtlara bir ikrâm mâhiyyetinde melekler derler ki: (Ona) o Cennet’e (selâmetle giriniz.) Azâbdan, üzüntü ve kederden uzak; yok olmaktan ve zevâl-i ni‘metten emîn ve rızá-yı İlâhî’ye nâil olduğunuz hâlde Cennet’e giriniz. (İşte bu,) Cennet’e gireceğiniz gün, (ebediyyet günüdür.) Artık bu hayât ebediyyen devâm edecektir. Artık sizin için ölüm ve bu Cennet’ten ayrılış yoktur.”756 ‫(“ لَ ُهـ ْم َمـا يَ َٓشـا ُؤ۫ َن ۪في َهـا َولَ َد ْينَـا َم ۪زيـ ٌد‬Onlar için) Cennet’e girecek zâtlara mahsús (orada ne dilerlerse vardır.) Çeşitli ni‘metlere ve lezzetlere nâil olacaklar; diledik- leri güzel şeylere kavuşacaklardır. (Ve bizim indimizde ise,) ya‘nî Elláh tarafından husúsí bir lütuf olmak üzere o Cennet’e girecek zâtlar için, o kavuşacakları cismânî ni‘metlerin ve lezzetlerin fevkınde daha (fazlası) da (vardır.) O da Elláh’ın cemâ- lini müşâhede, rızásını tahsíl, İlâhî tecellîlere kavuşmak, lütfuna ve kurbiyyetine mazhar olmak gibi en yüce rûhânî saádetlere erişmektir.”757 Demek, Cennet’e ancak müttakíler girer. Ya‘nî, Elláh’tan korkup şirk ve kü- fürden ictinâb eden, harâmlardan ve günâhlardan sakınan, bâ-husús haşir mey- dânında huzúr-i İlâhîde hesâb vermekten korkan kullar girer. Mülk Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ٌ‫“ ِا َّن الَّ ۪ذيــ َن َ ْي َشــ ْو َن رَبَّ ُهــ ْم بِا ْل َغ ْيــ ِب لَ ُهــ ْم َم ْغ ِفــرَ ٌة َواَ ْجــ ٌر َك ۪بــر‬Şübhe yok ki, Rab’lerini görmedikleri veyâ azâbını müşâhede etmedikleri hâlde, Rab’lerinden korkanlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfât vardır.”758 Nâziát Sûresi’nde ise şöyle buyruluyor: ‫(“ َواَ ّمَـا َمـ ْن َخـا َف َم َقـا َم رَبِّـ ۪ه َونَ َهـى النَّ ْفـ َس َعـ ِن ا ْل َهـ ٰوى‬Fakat kim ki,) dünyâ- da iken (Rabbinin makámından korkmuş) kıyâmet günü Cenâb-ı Hak’ın ma‘nevî huzúrunda bir muhâkeme ve muhâsebeye tâbi‘ tutulacağını düşünerek titremiş (ve 755 Káf, 50:33. 756 Káf, 50:34. 757 Káf, 50:35. 758 Mülk, 67:12.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 331 nefsini kötü arzûlardan men‘ etmiş ise,) yasakları işlememiş, nefsinin gayr-i meş- rû‘ isteklerine tâbi‘ olmamış, dünyânın fânî müzeyyenâtına aldanmamış ise.”759 ‫(“ فَ ِا َّن ا ْل َجنَّةَ ِه َي ا ْل َمأْ ٰوى‬Artık Cennet,) o kimse için ebedî bir (mahaldir.)”760 Üstâd Bedîuzzamân Hazretleri şöyle buyuruyor: “Dünyâda meşrû‘ bir súrette nefsine muhabbet, ya‘nî mehâsinine binâ edilen muhabbet değil, belki noksániyyetlerini görüp tekmîl etmeğe binâ edilen şefkat ile onu terbiye etmek ve onu hayra sevketmek netîcesi; o nefse lâyık mahbûbları Cennet’te veriyor. Nefis, mâdem dünyâda hevâ ve hevesini Cenâb-ı Hak yolun- da hüsn-i isti‘mâl etmiş. Cihâzâtını, duygularını hüsn-i súretle istihdâm etmiş. Kerîm-i Mutlak, ona dünyâdaki meşrû‘ ve ubûdiyyetkârâne muhabbetin netîcesi olarak Cennet’te, Cennet’in yetmiş ayrı ayrı envâ-ı zînet ve letáfetinin nümûneleri olan yetmiş muhtelif hulleyi giydirip, nefisteki bütün hásseleri memnûn edecek, okşayacak yetmiş envâ-ı hüsün ile vücûdunu süslendirip; herbiri, rûhlu küçük birer Cennet hükmünde olan hûrîleri, o dâr-ı bekáda vereceği, pekçok âyât ile tasrîh ve isbât edilmiştir.”761 Rahmân Sûresi’nin 46. âyet-i kerîmesi de bu ma‘nâyı ifâde etmektedir. Şöyle ki: ‫“ َو ِل َمــ ْن َخــا َف َم َقــا َم رَبِّــ ِه َجنَّتَــا ِن‬Rabbinin huzúrunda kıyâmdan korkan kimse için iki cennet vardır.”762 Bu âyet-i kerîme ifâde ediyor ki; Cennet, Cenâb-ı Hak’tan korkanlar içindir. Evet, pek çok âyât-ı Kur’âniyye beyân ediyor ki: Cennet, Elláh’ın azametinden ve azâbından korkanlar içindir.763 O Zât-ı Zü’l-celâl’in azamet ve azâbından korkmayanlara Cehennem vardır. Hazret-i Ebû Bekr (ra), bir gün kıyâmeti, mîzânı, Cennet ve Cehennem’i, haşir meydânında huzúr-i İlâhî’de meleklerin sáf sáf dizilmesini, kıyâmette gök- lerin dürülmesini, dağların savrulmasını, Güneş’in nûrunun çekilmesini, yıldız- ların karârıp dökülmesini düşünmüş ve, “İsterdim ki, şu otlar gibi bir ot olaydım da, bir hayvân gelip beni yeseydi veyâ keşke hîç yaratılmamış olsaydım” demiş. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur. 759 Nâziát, 79:40. 760 Nâziát, 79:41. 761 Sözler, 32. Söz, 3. Mevkıf, 2. Nokta’nın 2. Mebhası, Mühim Bir Suâl, Mukaddime, s. 647-648. 762 Rahmân, 55:46. 763 Nâziát 40-41; Beyyine 8.

332 Dâr-ı Saádet Âyât-ı Kur’âniyyede geçen, “Elláh’dan korkmak” ta‘bîrinden murâd; Kur’ân’ın beyân ettiği şekilde korkmaktır. Ya‘nî, Elláh’ın emirlerine imtisâl, nehiylerinden ictinâb etmek ma‘nâsındadır. Yoksa, insânın kendi kafasına göre düşündüğü bir korku değildir. Meselâ; bir Hıristiyan bile Elláh’tan korktuğunu iddiá eder. Hâlbuki, bu, Kur’ân’ın murâd ettiği bir korku değildir. Hem Elláh’tan korkmak, mücerred kalbde olan ve amele sirâyet etmeyen bir korku da değildir. Belki, o korku, amele sirâyet eden korkudur. Ya‘nî, insân, Elláh’a isyân etmekten korkar ve günâhları terkeder. Elláh’ın emirlerine itáat eder. Bu itáatle berâber, yine de amelinin kabûl edilmemesinden korkar. El- láh’tan kabûlünü temennî eder. Hem bütün cehd ü gayretiyle amele devâm eder. Fakat, yine de amelinin kusúrlu olduğunu ve lâyıkıyla ibâdet edemediğini görüp istiğfâr eder. İşte Cennet, bu súrette Elláh’tan korkanların yeridir. ‫تَ ْق َش ِع ّرُ ِم ْن ُه ُج ُلو ُد الَّ ۪ذي َن َ ْي َش ْو َن رَبَّ ُه ْم ثُ َّم تَ ۪لي ُن ُج ُلو ُد ُه ْم َوقُ ُلوبُ ُه ْم ِا ٰلى ِذ ْك ِرالّٰ ِل‬ “Bu Kur’ân, rûhlar üzerinde öyle te’sîrli bir kitâbdır ki, ondaki azâb âyetleri okunduğu zamân (Rab’lerinden korkanların derileri, ondan) o kitâbdaki tehdîde áid âyetlerin okunmasından dolayı (ürperir) kalblerinde büyük bir korku vücûda gelir. (Sonra) Elláh’ın va‘dini ihtivâ eden, rahmet-i İlâhiyye’yi müjdeleyen âyetler okununca da (derileri ve kalbleri, Elláh’ın zikrine) karşı (yumuşar,) bir sükûnete, kalb ferahlığına kavuşurlar. İnsân o sâyede korku ile ümîd içinde yaşar, uyanık bir rûha sáhib olur, hayâtını rızá-i İlâhî dâiresinde geçirmeye çalışır.”764 Bu âyet-i kerîme ifâde ediyor ki: “Mü’minler o kimselerdir ki; Kur’ân okundu- ğunda korkularından derileri gerilir ve kalbleri titrer. O dehşet ve korkunun altına girdikten sonra, yavaş yavaş Cennet’in müjdesiyle kalbleri yumuşar. Bunlar, Elláh’a itáat eden kimselerdir.” İnsân için en yüksek mertebe, şu korku ve takvâ makámıdır. Bunun da kendi içinde mertebeleri vardır. O mertebelerin en yükseği şudur ki; Elláh’ın azametini düşünüp o azametten korkarak günâhtan kendini korumak ve O’na itáat etmektir. Bu korkuya “haşyet” denilir. Ba‘zı insânlar da Elláh’ın azametini kavrayamıyor. Fakat, O’nun şiddetli azâbını düşünüyor ve o azâbdan korkarak günâhlardan sakınıyor ve Elláh’a itáat ediyor. Bu korkuya da “havf” denilir. Ba‘zı insânlar da Elláh’ın lütfu olan Cennet’in güzelliğine tálib olur ve onun 764 Zümer, 39:23.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 333 için amel eder. Bunların hepsi derecesine göre müstahsendir. Fakat, bir kimse, Elláh’ı düşünmeden, sâdece Cennet için amel etse veyâ Elláh’ı düşünmeden sâdece Cehennem’den korktuğu için günâhlardan sakınsa, bu amel hális değil- dir. O hâlde, Cehennem’den, Elláh’ın gazabı olduğu için korkulmalı; Cennet de Elláh’ın lütfu olduğu için istenilmelidir. ‫ َول ِ َمـ ْن َخـا َف َم َقـا َم رَبِّـ ِه َجنَّتَـا ِن‬âyet-i kerîmesinde geçen ‫ َم َقـا َم‬kelimesinin beş ma‘nâsı vardır: Birincisi: Elláh’ın huzúrunda durup hesâb vereceğinden korkmasıdır. Kıyâ- met gününde hesâba çekileceği yeri ve oradaki duruşunu düşünüp bundan kor- kan kişiye iki Cennet vardır. İkincisi: Elláh’ın her yerde hâzır ve nâzır olmasından ve her şeyi gözetleyici olmasından korkmasıdır. Üçüncüsü: Elláh’ın huzúrunda korkup titreyenler gibi, ya‘nî O’na münâsib bir şekilde Elláh’tan korkup titreyenler için iki Cennet vardır. Dördüncüsü: Rabbine ibâdet ettiği yerde, ibâdet ederken korkan kimse için iki Cennet vardır. Beşincisi: Rabbinin makámından, ya‘nî O’nun kibriyâ ve azametinden kor- kan için iki Cennet vardır. Bir adam; “Ben, Elláh’ı seviyorum” dese; o muhabbet, Elláh’a itáat etmekle tahakkuk eder. Bir adam da; “Ben, Elláh’tan korkuyorum” dese; o korku, günâh- lardan çekinmekle tahakkuk eder. Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: .‫ اَ َل ِا َّن ِس ْل َعةَ الّٰ ِل ا ْل َجنَّ ُة‬،ٌ‫ اَ َل ِا َّن ِس ْل َعةَ الّٰ ِل َغا ِليَة‬.‫ َو َم ْن اَ ْدلَ َج بَلَ َغ ا ْل َم ْ ِن َل‬،‫َم ْن َخا َف اَ ْدلَ َج‬ “Her kim Elláh’tan korkarsa, geceleyin kalkıp ibâdet eder. Gece kalkıp ibâdet eden ise, menzile çabuk ulaşır. Dikkatli olunuz! Elláh’ın ticâret metâı pahalıdır. Agâh olunuz! Elláh’ın ticâret malı, Cennet’tir.”765 Rabbinden korkanlara iki Cennet’in verilmesi, lütuf ve ihsân cihetiyledir. Yok- sa, vâcib bir hak değildir. Zîrâ, bir mü’min, ameliyle Cennet’i hak edemez. Ancak, onun Rabb-i Rahîm’i, makám-ı İlâhîsinden korkan ve bu korkusunu O’na itáat etmek ve günâhlardan sakınmakla izhâr eden bu kulunu, mahzá lütf ü keremiyle 765 Tirmizî, Kıyâmet, 18.

334 Dâr-ı Saádet Cennet’e idhál eder. O hâlde, insânın ameli, Cennet’in bahâsı değil, bahânesidir. Evet, “Kader Risâlesi ve Şerhi”nde isbât edildiği üzere; insânın mazhar oldu- ğu hasenâtta hissesi, sâdece Elláh’tan gelen emri veyâ o haseneyi kabûl etmek- tir. İnsân, işlediği hasenât için, “Ben yaptım” diyemez, fahre hakkı yoktur. Zîrâ, işlediği o hasenâtı isteyen ve halk eden Elláh’dır. İnsânın o hasenâtta hissesi, sâdece Elláh’tan gelen o emri kabûl edip reddetmemektir. Hem o hasenât ve ibâdetler, geçmiş ni‘metlerin şükrü içindir. Gelecek herhangi bir mükâfâtı hak etmek için değildir. Cenâb-ı Hak, Cennet’i mahzá lütf ü keremiyle ihsân eder. Bununla berâber, o Kerîm-i Zü’l-cemâl, bu fazl ü keremini îmân edip amel-i sálih işleyen, ya‘nî Rabbinden korkan kullarına vereceğini va‘d ettiği için, insâ- nın ameli bu lütfa mazhar olmak için bir şart-ı ádîdir. Yoksa, Cennet’i vermek, Elláh üzerine vâcib bir hak değildir. Eğer o şart-ı ádî olmazsa, insân o lütuftan mahrûm kalır. Burada mü’minin ameli, bir bahçeye gelen suyun kapağını aç- mak gibidir. Eğer o kapağı açmazsa, o kimse bahçenin kurumasına sebebiyyet verir. Fakat, sâdece kapağı açtı diye, o bahçenin vücûduna mâlik olamaz. Zîrâ, o bahçenin vücûdda kalması için daha başka şartların da mevcûd olması lâzımdır. Aynen bu misâl gibi, insân, îmân etmemekle Cehennem’i hak eder. Fakat, îmân etmekle Cennet’i hak edemez. Zîrâ, Cehennem, cezâ-i ameldir. Fakat, Cennet’i elde etmek, sâdece insânın îmân, amel-i sálih ve takvâsına bağlı değildir. Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, Elláh’ın huzúrunda hesâba çekilmekten korkan- lar için iki Cennet var olduğunu müjde verdikten sonra, umûm cin ve inse şöyle bir hıtábda bulunur: ‫“ فَ ِبــأَ ِ ّي ٰا َلء رَبِّ ُك َمــا تُ َك ِّذبَــا ِن‬Ey cin ve ins! Elláh’dan korkanlar için va‘dedilen Cennetlerin vücûdunu mu inkâr ve tekzîb edersiniz? “Yoksa, o Cennetlerin vücûdunu bildiren ve onları tavsíf eden âyât-ı Kur’âniyyeyi mi inkâr ve tekzîb edersiniz? “Yoksa, o Cennetleri ihtár eden şu dünyâdaki Cennet’in nümûnelerini mi inkâr ve tekzîb edersiniz? “Mâdem hem teklîfen, hem de tekvînen vücûdu muhakkak olan Cennetleri inkâr edemiyorsunuz? Öyle ise, teklîfen ve tekvînen Cennet’in vücûdunu size ihbâr eden Rahmân-ı Zü’l-cemâl’e îmân ve itáat edin. Böyle Cennetleri size müjde veren Kur’ân’a ve O’nun tercümânı olan Hazret-i Muhammed (asm)’ın sünnet-i seniyye- sine temessük edin. Eğer Kur’ân ve sünnetten yüz çevirirseniz, bid‘aları îcâd edip ah-

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 335 kâm-ı İlâhiyye’ye tarafdâr olmazsanız; böyle bir Cennet’ten mahrûmiyyetle berâber, ebedî bir Cehennem ile tecziye olunacaksınız.”766 Demek, Ehl-i Cennet’in Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça tekrâr edilen üç mühim vasfı; îmân, amel-i sálih ve takvâdır ki; bu üç vasfı, bir kısım âyet-i kerîmelerle îzáh ve isbât ettik. Diğer vasıflar ise, bu üç vasfın üzerine binâ edilir. Şimdi, Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın Cennet ehlinin vasıflarından bahsederken kullandığı üslûbları beyân edeceğiz: Birinci Üslûb: Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, ba‘zan Cennet’i nazara verir. Sonra bu Cennet’e nâil olacak kimselerin evsáfını zikreder. Konuyla alâkalı birkaç âyet-i kerîmeyi misâl olarak zikredeceğiz: Birinci Misâl: Âl-i İmrân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫َو َسا ِر ُٓعوا ِا ٰلى َم ْغ ِفرَ ٍة ِم ْن رَبِّ ُك ْم َو َجنَّ ٍة َع ْر ُض َها ال َّس ٰموَا ُت َوا ْلَ ْر ُض اُ ِع َّد ْت ِل ْل ُمتَّ ۪قي َن‬ “Ey mü’minler! (Rabbinizin mağfiretine ve eni, gökler ile yer genişliğinde olan Cennet’e koşunuz ki;) o Cennet, (müttakíler) şirki, meásíyi ve mâsivâyı terk edip ibâdet ve itáatte bulunanlar (için hâzırlanmıştır.)”767 ‫اَلَّ ۪ذي َن يُ ْن ِف ُقو َن ِفي ال َّس ّرَٓا ِء َوال َّض ّرَٓا ِء َوا ْل َكا ِظ ۪مي َن ا ْل َغ ْي َظ‬ ‫َوا ْل َعا ۪في َن َع ِن النَّا ِسۜ َوالّٰ ُل ُ ِي ُّب ا ْل ُم ْح ِس ۪ني َن‬ “Kendileri için Cennet’ler hâzırlanmış olanlar, (bollukta da) servet ve zengîn- liğe sáhib oldukları zamânda da (darlıkta da) ihtiyâclı bulundukları zamânda da Elláhu Teálâ’nın rızásını kazanmak için fakírlere, mücâhidlere (infâkta bulunur- lar. Ve) onlar, (öfkelerini yutan ve insânların kusúrlarını afveden kimselerdir. Elláh Teálâ da ihsân edenleri sever.) Onlardan râzı olur.”768 ۖ‫َوالَّ ۪ذي َن ِاذَا فَ َع ُلوا فَا ِح َشةً اَ ْو ظَلَ ُٓموا اَ ْن ُف َس ُه ْم ذَ َك ُروا الّٰلَ فَا ْستَ ْغ َف ُروا ِل ُذنُوبِ ِه ْم‬ ‫َو َم ْن يَ ْغ ِف ُر ال ُّذنُو َب ِا َّل الّٰ ُۖل َولَ ْم يُ ِص ّرُوا َع ٰل َما فَ َع ُلوا َو ُه ْم يَ ْعلَ ُمو َن‬ “(Ve) Cennet’e girecek (zâtlar, o kimselerdir ki;) onlar, insânlık hâli zinâ gibi (büyük) fâhiş (bir günâh işledikleri veyâ) nâ-mahreme bakmak gibi bir günâh 766 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 597. 767 Âl-i İmrân, 3:133. 768 Âl-i İmrân, 3:134.

336 Dâr-ı Saádet irtikâb etmekle (nefislerine zulmettikleri zamân,) bu yaptıklarından pişmân ola- rak (Elláhu Teálâ’yı hátırlarlar.) Cenâb-ı Hakk’ın tehdîdini, azâbını, izzet ve azametini düşünürler ve (hemen günâhları için istiğfârda bulunurlar.) Cenâb-ı Hakk’ın afv ve merhametine sığınırlar. Zâten bundan başka ne çâre bulunabilir? (Ve kimdir Elláh Teálâ’dan başka günâhları bağışlayan?) Öyleyse, O’ndan başka kime sığınılabilir? (Ve onlar, yaptıklarında) işledikleri günâhlarda (bile bile ıs- râr etmezler.) Belki, günâhları terk edip ciddî nedâmet duyup ve bir daha aynı günâhı işlememeye gayret sarf edip, tevbe ve istiğfârda bulunarak Elláh’ın afvına kavuşmak isterler. Onlar, o yaptıkları kötülüklerin çirkinliğini, gayr-ı meşrû‘ ol- duğunu bildikleri hâlde onlara devâm edip durmazlar.”769 ‫اُ ۬و ٰلٓ ِئ َك َجزَٓا ُؤ۬ ُه ْم َم ْغ ِفرَ ٌة ِم ْن رَبِّ ِه ْم َو َجنَّا ٌت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬ ۜ‫َخا ِل ۪دي َن ۪في َه ۜا َونِ ْع َم اَ ْج ُر ا ْل َعا ِم ۪لي َن‬ “(İşte onların mükâfâtları, Rab’lerinden bir mağfiret) bağışlanma (ve altların- dan ırmaklar akar Cennetlerdir. Onlar, orada ebedî kalıcılardır. Ve ne güzeldir böyle amel edenlerin) rızá-i İlâhî’yi tahsíl etmek, şekávet-i ebediyyeden kurtulup saádet-i bâkıyyeye nâil olmak için evâmir-i İlâhiyye’ye imtisâl ve nevâhî-i İlâhiy- ye’den ictinâb edenlerin (mükâfâtı!)”770 Cenâb-ı Hak, cümlemize böyle bir mükâfât ihsân buyursun. Âmîn! İkinci Misâl: Táhâ Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ ِت ْلــ َك ا ْل َجنَّــ ُة الَّــ ۪ي نُــورِ ُث ِمــ ْن ِعبَا ِدنَــا َمــ ْن َكا َن تَ ِقيًّــا‬Şu) vasıfları bildirilen yüce makám, (o Cennet’tir ki, ona kullarımızdan takvâ sáhibi olanları) küfür- den, ma‘sıyyetten ve mâsivâdan sakınanları (vâris kılarız.) O Cennetleri, onla- ra ihsân ederiz. Onlar orada ebedî bir súrette selâmet ve saádet içinde yaşarlar. İşte îmânın mükâfâtı!”771 Üçüncü Misâl: Yine Táhâ Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ۟‫َجنَّا ُت َع ْد ٍن َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهاۜ َو ٰذ ِل َك َج ٰزٓ ُ۬ؤا َم ْن تَزَ ّٰكى‬ “O yüksek dereceler ve ikámetgâhlar, (Adn Cennetleridir ki,) o Cennetlerin (alt- larından ırmaklar akar.) O Cennetlere nâil olanlar, artık (orada ebediyyen kalıcı- 769 Âl-i İmrân, 3:135. 770 Âl-i İmrân, 3:136. 771 Meryem, 19:63.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 337 lardır ve bu) ni‘met, böyle bir fevz ve kurtuluşa ermek, yüksek derecelere ulaşmak, (temizlenmiş olan) şirk, küfür, nifâk ve isyân kirlerinden arınmış olan (kimsenin mükâfâtıdır.)”772 Dördüncü Misâl: Kasas Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫ِت ْل َك ال َّدا ُر ا ْلٰ ِخرَ ُة َ ْن َع ُل َها ِل ّلَ ۪ذي َن َل يُ ۪ري ُدو َن ُع ُل ّوًا‬ ‫ِفي ا ْلَ ْر ِض َو َل فَ َسا ًداۜ َوا ْل َعا ِقبَ ُة ِل ْل ُمتَّ ۪قي َن‬ “İşte âhiret diyârı! Biz, onu, yeryüzünde büyüklük taslamayan; fitne, fesâd ve bozgunculuk çıkarmayanlara hás kılarız ve ákıbet, takvâ sáhibleri içindir.”773 Beşinci Misâl: Hadîd Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫َسابِ ُٓقوا ِا ٰلى َم ْغ ِفرَ ٍة ِم ْن رَبِّ ُك ْم َو َجنَّ ٍة َع ْر ُض َها َك َع ْر ِض ال َّس َٓما ِء َوا ْلَ ْر ِضۙ اُ ِع َّد ْت ِل ّلَ ۪ذي َن‬ ‫ٰا َمنُوا بِالّٰ ِل َو ُر ُس ِل ۪هۜ ٰذ ِل َك فَ ْض ُل الّٰ ِل يُ ْؤ ۪تي ِه َم ْن يَ َٓشا ُءۜ َوالّٰ ُل ذُو ا ْل َف ْض ِل ا ْل َع ۪ظي ِم‬ “Ey insânlar! Mâdem bu dünyâ fânîdir. Öyle ise, (Rabbinizden bir mağfirete koşunuz) tevbe ve istiğfâr edin. Rabbinizin mağfiretini celbetmeye vesîle olan sálih amelleri îfâya acele edin. (Ve öyle bir Cennet’e koşunuz ki; onun eni, gök ile yerin eni gibidir.) Her bir mü’mine verilecek Cennet, o kadar büyüktür. Onun yalnız eni; gök ile yerin enine eşittir. Artık onun uzunluğunun ne kadar fazla olduğu düşünülsün! İşte böyle muazzam Cennetler, (Elláh’a ve Peygamberine îmân etmiş olanlar için hâzırlanmıştır ve şu ânda mevcûddur. İşte bu,) Cenâb-ı Hakk’ın ehl-i îmân ve táate hâzırlamış olduğu Cennet Álemi, (Elláh’ın lütfudur.) O’nun fazl ve rahmetinin bir eseridir. (Bunu dilediği kimseye verir.) Bu, İlâhî bir lütuftur. Yoksa, böyle bir Cen- net’i, hîçbir kimse kendi gayreti veyâ şahsí ameli ile hak etmiş olamaz. İşte bu, o ka- dar muazzam ve ebedî bir ni‘met ve saádettir. (Ve Elláh, pek büyük lütuf sáhibidir.) İşte bunun içindir ki, mü’min kullarına öyle yüce makámları ihsân buyuracaktır.”774 Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın Cennet ehlinin vasıflarından bahsederken kul- landığı ikinci üslûb: Kur’ân-ı Hakîm, ba‘zan da îmân, amel-i sálih, takvâ başta olmak üzere ehl-i Cennet’in dünyâya áid ba‘zı evsáfını nazara verir. Sonra bu evsáfa hâiz olanları Cennet ile müjdeler. Şimdi îmân, amel-i sá- lih, takvâ ve bunların zımnında bulunan ba‘zı evsáfa delâlet eden Mü’minûn 772 Táhâ, 20:76. 773 Kasas, 28:83. 774 Hadîd, 57:21.

338 Dâr-ı Saádet Sûresi’nin ilk on bir âyet-i kerîmesini misâl olarak zikrediyoruz. Resûl-i Ek- rem (sav) Efendimiz, bir hadîs-i şerîflerinde bu sûrenin ilk on âyetinin fazí- leti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bana on âyet indirildi. Kim bu âyetlerin mûcibince amel ederse Cennet’e girer.”775 Aşağıda zikredeceğimiz bu âyetler- de evvelâ ehl-i Cennet’in evsáfı beyân ediliyor. Daha sonra, bu evsáfa hâiz olanların, Cennet-i Firdevs’in vârisleri olduğu haber veriliyor. Şöyle ki: Birinci sıfat: ‫“ قَ ْد اَ ْفلَ َح ا ْل ُم ْؤ ِمنُو َن‬Muhakkak, mü’minler fevz ve felâha ermişlerdir.”776 İkinci sıfat: ‫(“ اَلَّ ۪ذيـ َن ُهـ ْم ۪فـي َص َل ِت ِهـ ْم َخا ِشـ ُعو َن‬O mü’minler ki; namâzlarını huşû‘ üzere edâ ederler.) Ya‘nî, Elláh’ın ma‘nevî huzúrunda olduklarını düşünüp o huzúra lâyık edebi takınırlar. Namâzda secde mahalline bakarlar: Sağa sola iltifât etmezler.”777 Üçüncü sıfat: ‫“ َوالَّ ۪ذيــ َن ُهــ ْم َعــ ِن ال ّلَ ْغــ ِو ُم ْع ِر ُضــو َن‬Felâha eren mü’minler şol kimselerdir ki; onlar, fâidesiz sözden ve işten dâimâ i‘râz ederler.”778 Dördüncü sıfat: ‫“ َوالَّ ۪ذيـ َن ُهـ ْم ِلل ّزَ ٰكـو ِة فَا ِع ُلـو َن‬Ol mü’minler ki; farz olan zekâtlarını edâya mü- dâvemet ederler; bunu aslâ terk etmezler.”779 Beşinci sıfat: ‫“ َوالَّ ۪ذيـ َن ُهـ ْم ِل ُف ُرو ِج ِهـ ْم َحا ِف ُظـو َن‬O mü’minler ki; ferclerini (tenâsül uzuvlarını) muhâfaza ederler.”780 Altıncı sıfat: ‫“ َوالَّ ۪ذيـ َن ُهـ ْم ِلَ َمانَا ِت ِهـ ْم َو َع ْه ِد ِهـ ْم رَا ُعـو َن‬Felâha nâil olan mü’minler, şol kim- selerdir ki; onlar, emânetlerine ve ahdlerine riáyet ederler.”781 775 Müslim, Îmân, 8; Buhárî, Îmân, 34; Ebû Dâvûd, Salât, 4; Müsned, 1/34. 776 Mü’minûn, 23:1. 777 Mü’minûn, 23:2 778 Mü’minûn, 23:3. 779 Mü’minûn, 23:4. 780 Mü’minûn, 23:5. 781 Mü’minûn, 23:8.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 339 Yedinci sıfat: ‫“ َوالَّ ۪ذيـ َن ُهـ ْم َعـ ٰى َصلَوَا ِت ِهـ ْم ُيَا ِف ُظـو َن‬Kurtuluşa eren mü’minler şol kimselerdir ki; farz olunan namâzlarını muhâfaza ederler.) Beş vakit namâzı, vaktin evvelinde, cemâatle, ta‘dîl-i erkâna riáyet ederek devâmlı kılarlar.”782 ‫“ اُ ۬و ٰلٓ ِئـ َك ُهـ ُم ا ْلوَا ِرثُـو َن‬Bu yüksek evsáfa hâiz olan mü’minler, (işte vâris olanlar, onlardır.)”783 ‫(“ اَلَّ ۪ذيــ َن يَ ِرثُــو َن ا ْل ِفــ ْر َد ْو َ ۜس ُهــ ْم ۪في َهــا َخا ِلــ ُدو َن‬Onlardır ki;) o güzel vasıflara sáhib olan mü’minlerdir ki; (Firdevs’e vâris olurlar;) Cennet’lerin en yüksek dere- cesi ve tabakasını teşkîl eden o ebedî saádet mevkııne, kendilerine başkalarından mîrâs kalmış gibi sáhib bulunurlar. (Onlar, orada ebedî olarak kalıcılardır.) Artık oradan ebedî olarak çıkmayacaklardır.”784 Âyet-i kerîmede geçen “vâris olurlar” cümlesinden murâd; mü’minlerin, kâ- firlerin Cennet’teki yerlerine vâris olmalarıdır. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak, her bir insân için hem Cennet’te hem de Cehennem’de bir yer ihzâr etmiştir. Âhirette hesâbdan sonra mü’min, kâfirin Cennet’teki yerine vâris olur; kâfir de mü’minin Cehennem’deki yerine vâris olur. Resûlulláh (sav), konuyla alâkalı olarak şöyle buyurmuştur: ‫ َما ِم ْن ُك ْم ِم ْن أَ َح ٍد ِإلاَّ لَ ُه‬:‫ قَا َل رَ ُسو ُل الل ِه صلى الله عليه وسلم‬:‫َع ْن أَبِي ُهرَ ْيرَةَ؛ قَا َل‬ ‫ َو ِر َث أَ ْه ُل ا ْل َجنَّ ِة‬،َ‫ فَ َد َخ َل النَّار‬،‫ فَ ِإذَا َما َت‬.‫ َو َم ْ ِن ٌل ِفي النَّا ِر‬،‫ َم ْ ِن ٌل ِفي ا ْل َجنَّ ِة‬:‫َم ْ ِنلاَ ِن‬ .‫ أُول ِئ َك ُه ُم ا ْلوَا ِرثُو َن‬:‫ فَذ ِل َك قَ ْولُ ُه تَ َعالَى‬.‫َم ْ ِنلَ ُه‬ Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, “Resûlulláh (sav) şöyle buyur- du” demiştir: “Sizden hîçbir kimse yoktur ki; Cennet ve Cehennem’de iki konağı olmasın. Bir konak Cennet’te, diğer bir konak da âteşte, Cehennem’dedir. Bu i‘tibârla, bir adam ölüp de âteşe girdiği zamân, Cennet ehli, o kimsenin (Cennet’teki) konağına vâris olurlar. İşte Cennet ehlinin cehennemliklerin Cennet’teki konaklarına vâris olmaları 782 Mü’minûn, 23:9. 783 Mü’minûn, 23:10. 784 Mü’minûn, 23:11.

340 Dâr-ı Saádet Elláhu Teálâ’nın, ‘Bu sıfâtları taşıyanlar, vârislerdir’785 kelâmının te’yîd ettiği bir hükümdür.”786 Âyet-i kerîmenin diğer bir ma‘nâsı da şöyledir: Cennet; evvelen pederimiz Âdem (as)’ın meskeni olduğu ve ákıbette evlâdına intikál ettiği cihetle dahi mîrâsa müşâbih olduğundan kendisine “mîrâs” denilmiştir. Hulâsa: Kur’ân-ı Kerîm, Mü’minûn Sûresi’nin baş kısmında geçen mezkûr âyet-i kerîmelerde, ehl-i Cennet’in dünyâdaki yedi vasfını zikretti ve netîcede bu yedi vasfa hâiz olan mü’minlerin, Cennet-i Firdevs’in vârisleri olduğunu beyân buyurdu. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da, ehl-i Cennet’in, Cennet’e vâris olaca- ğına dâir diğer âyetleri ise dipnotta zikrediyoruz.787 İsteyen, bu âyet-i kerîmelere mürâcaat edebilir. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bizleri de Cennet-i Firdevs’in vârislerinden eyle- sin. Âmîn. Kur’ân’ın ikinci üslûbuyla alâkalı ikinci misâl: Elláhu Teálâ, Meáric Sûre- si’nde evvelâ ehl-i Cennet’in dünyâdaki evsáfını peş peşe zikreder. Ardından, bu evsáfa sáhib olanlara, Cennet’te kendilerine her cihette ikrâm olunacağı müjde- sini verir. Şöyle ki: Birinci sıfat: ‫“ اَلَّ ۪ذي َن ُه ْم َع ٰل َص َل ِت ِه ْم َدٓائِ ُمو َن‬Onlar, namâzlarına devâm edicilerdir.”788 İkinci sıfat: ‫(“ َوالَّ ۪ذيـ َن ۪ ٓفـي اَ ْموَا ِل ِهـ ْم َحـ ٌّق َم ْع ُلـو ٌم ِلل َّٓسـائِ ِل َوا ْل َم ْحـ ُرو ِۖم‬O kimseler ki; malların- da, sâilin) ihtiyâcından dolayı dilenenin (ve mahrûmun) iffetinden dolayı dilene- meyenin (bir hakkı vardır.)”789 Üçüncü sıfat: ۖ‫(“ َوالَّ ۪ذيــ َن يُ َص ِّدقُــو َن بِيَــ ْو ِم ال ۪ ّديــ ِن‬O kimseler ki; yevm-i cezâyı) herkesin iyi ve kötü, hayr ve şer her amelinin karşılığını göreceği dâr-ı âhireti (tasdîk ederler.)”790 785 Mü’minûn, 23:10. 786 Sünen İbn-i Mâce, Hadîs No: 4341. 787 A‘râf, 7:43; Meryem, 19:63; Enbiyâ, 21:105; Şuarâ, 26:85; Zümer, 39:74; Zuhruf, 43:72. 788 Meáric, 70: 23. 789 Meáric, 70:24-25. 790 Meáric, 70:26.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 341 Dördüncü sıfat: ۚ‫ ِا َّن َعـ َذا َب رَبِّ ِهـ ْم َغـ ْ ُر َمأْ ُمـو ٍن‬. ‫“ َوالَّ ۪ذيـ َن ُهـ ْم ِمـ ْن َعـ َذا ِب رَبِّ ِهـ ْم ُم ْشـ ِف ُقو َۚن‬O kim- seler ki; Rab’lerinin azâbından korkanlardır. Tahkík, Rab’lerinin azâbından hîç kimse emîn olamaz.”791 Beşinci sıfat: ‫“ َوالَّ ۪ذيــ َن ُهــ ْم ِل ُف ُرو ِج ِهــ ْم َحا ِف ُظــو َن‬O kimseler ki; avret yerlerini harâmdan muhâfaza edicilerdir.”792 Altıncı sıfat: ‫“ َوالَّ ۪ذيـ َن ُهـ ْم ِلَ َمانَا ِت ِهـ ْم َو َع ْه ِد ِهـ ْم رَا ُعـو َۖن‬O kimseler ki; emânetlerine ve ahdleri- ne riáyet edicilerdir.”793 Yedinci sıfat: ‫“ َوالَّ ۪ذيــ َن ُهــ ْم بِ َشــ َها َدا ِت ِه ْم قَٓائِ ُمــو َن‬O kimseler ki; şâhidliklerini hakkıyla, dos doğru yaparlar.”794 Sekizinci sıfat: ۜ‫(“ َوالَّ ۪ذيــ َن ُهــ ْم َعــ ٰى َص َل ِت ِهــ ْم ُيَا ِف ُظــو َن‬O kimseler ki; namâzlarını muhâfaza ederler.) Vaktin evvelinde, ta‘dîl-i erkâna riáyet ederek, câmide, cemâatle, huşû‘ içinde ve devâmlı kılmaya dikkat ederler.”795 ‫“ اُ ۬و ٰلٓ ِئــ َك ۪فــي َجنَّــا ٍت ُم ْكرَ ُمــو َن‬İşte şu sekiz evsáfı hâiz olan zevât-ı kirâm, indelláh makbûl olduklarından Cennet içinde, envâ-ı kerâmetle mükerrem ve ak- sâm-ı ni‘metlerle mütena‘ímlerdir.”796 Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Meáric Sûresi’nde geçen mezkûr âyet-i kerîmelerde, ehl-i Cennet’in îmân, amel-i sálih ve takvâya dâir sekiz evsáfını daha zikretti. Netîcede bu evsáf sáhiblerini Cennet ile müjdeledi. 791 Meáric, 70:27-28. 792 Meáric, 70:29-30-31. 793 Meáric, 70:32. 794 Meáric, 70:33. 795 Meáric, 70:34. 796 Meáric, 70:35.

342 Dâr-ı Saádet Kur’ân’ın ikinci üslûbuyla alâkalı üçüncü misâl: Ra‘d Sûresi’nde ise, ehl-i Cennet’in dünyâdaki evsáfından şöyle bahsedilmektedir: Birinci sıfat: ‫(“ اَلَّ ۪ذيــ َن يُوفُــو َن بِ َع ْهــ ِد الّٰ ِل‬Şu kimseler ki; Elláh’ın ahdini yerine getirirler.) Ahkâm-ı İlâhiyye’ye îmân ve itáat etmek súretiyle Rûhlar Áleminde vermiş oldukları ahde vefâ gösterirler.”797 İkinci sıfat: ‫(“ َو َل يَ ْن ُق ُضــو َن ا ْل ۪ميثَــا َق‬Verdikleri sözü bozmazlar.) Elláh’a ve insânlara ver- dikleri sözden dönmezler.”798 Üçüncü sıfat: ‫(“ َوالَّ ۪ذيــ َن يَ ِص ُلــو َن َمٓــا اَ َمــرَ الّٰ ُل بِــ ۪ٓه اَ ْن يُو َصــ َل‬Ve o kimseler ki; Elláh’ın ko- runmasını emrettiği bağları) îmân, ibâdet, akrabâlık, dostluk, beşerî ve ahlâkí münâsebetler gibi bağları (korurlar.)”799 Dördüncü sıfat: ‫(“ َو َ ْي َشــ ْو َن رَبَّ ُهــ ْم‬Rab’lerinin izzet ve azametinden korkarlar.) Evâmir-i İlâ- hiyye’ye muhálefetten sakınırlar.”800 Beşinci sıfat: ‫(“ َو َيَافُــو َن ُٓســو َء ا ْل ِح َســا ِب‬Fenâ hesâb olunmalarından korkarlar.) Hesâb zamânı başlarına gelecek rüsvâlıktan korkarlar.”801 Altıncı sıfat: ‫(“ َوالَّ ۪ذيـ َن َصـ َرُوا ا ْب ِت َٓغـا َء َو ْجـ ِه رَبِّ ِهـ ْم‬Ve onlar ki; Rab’lerinin rızásını isteyerek) táate, günâhlara, belâ ve musíbetlere karşı (sabretmişlerdir.)”802 797 Ra‘d, 13:20. 798 Ra‘d, 13:20. 799 Ra‘d, 13:21. 800 Ra‘d, 13:21. 801 Ra‘d, 13:21. 802 Ra‘d, 13:22.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 343 Yedinci Sıfat: َ‫(“ َواَقَا ُمــوا ال َّص ٰلــوة‬Ve namâzı hakkıyla, dos doğru kılmışlardır.) Beş vakit namâzı; vaktin evvelinde, ta‘dîl-i erkâna riáyet ederek, cemâatle, huşû‘ içinde devâmlı edâ etmişlerdir.”803 Sekizinci sıfat: ً‫(“ َواَ ْن َف ُقــوا ِمَّــا رَزَ ْقنَا ُهــ ْم ِســ ّرًا َو َع َل ِنيَــة‬Ve kendilerine vermiş olduğumuz rızık- lardan, gizli) nâfile sadakayı (ve âşikâr) vâcib olan zekâtı, fukarâ ve mesâkîne (infâkta bulunmuşlardır.”)804 Dokuzuncu sıfat: ‫“ َويَــ ْدرَ ُؤ۫ َن بِا ْل َح َســنَ ِة ال َّســ ِيّئَةَ اُ ۬و ٰلٓ ِئــ َك لَ ُهــ ْم ُع ْقــ َى الــ َّدا ِۙر‬Ve onlar, kötülüğü iyilikle def‘ederler.) Beşeriyyet muktezásı bir kötülük işlediklerinde, hemen ardından bir iyilik işleyerek o kötülüğü def‘etmeye çalışırlar. Kezâ, kendilerine yapılan kötülük ve hakárete kötülükle değil, iyilikle mukábelede bulunurlar. (İşte onlar için bu dâr-ı dünyânın iyi bir ákıbeti, sonucu vardır.)”805 ‫َجنَّا ُت َع ْد ٍن يَ ْد ُخ ُلونَ َها َو َم ْن َصلَ َح ِم ْن ٰابَٓائِ ِه ْم َواَ ْز َوا ِج ِه ْم‬ ‫َوذُ ِّريَّا ِت ِه ْم َوا ْل َم ٰلٓ ِئ َك ُة يَ ْد ُخ ُلو َن َعلَ ْي ِه ْم ِم ْن ُك ِّل بَا ٍب‬ “Mezkûr yüksek evsáfa hâiz olanlar için güzel ákıbet olan (Adn Cennet’leri vardır ki;) onlar, (onlara) o Cennet’lere (gireceklerdir ve babalarından ve eşlerin- den ve çocuklarından sálih olanlar da) îmân edip sálih amel işleyen, ancak amel bakımından onların derecelerine ulaşamayanlar da onlarla berâber Adn Cennet- leri’ne gireceklerdir. Hattâ, (melekler de onların üzerine her kapıdan giriverirler.)”806 ‫“ َسـ َا ٌم َعلَ ْي ُكـ ْم بِ َمـا َص َ ْبتُـ ْم فَ ِن ْعـ َم ُع ْقـ َى الـ َّدا ِر‬Ve taraf-ı İlâhî’den selâm ihdâ etmek için Cennet’in her kapısından ehl-i Cennet üzerine melekler dâhil olurlar ve onların etrâfını tavâf ederek şöyle derler: ‘Mesáibe ve ibâdâta ve menhiyyâtı terke karşı olan (sabrınız sebebiyle) cemî-ı âfâttan (selâmet sizin üzerinize olsun ve selâ- meti buldunuz. Artık dünyâ denilen memleketin sonu, ne güzeldir!) İşte bütün bu 803 Ra‘d, 13:22. 804 Ra‘d, 13:22. 805 Ra‘d, 13:22. 806 Ra‘d, 13:23.

344 Dâr-ı Saádet ni‘metler, dünyâdaki sabrınızın, kulluk vazífelerini yerine getirmenizin bir netî- cesi ve bir mükâfâtıdır.”807 Görüldüğü gibi, Ra‘d Sûresi’nin mezkûr âyetlerinde ise, ehl-i Cennet’in dün- yâdaki evsáfından toplam dokuz vasıf zikredildi. Ardından, onlara Cennet müj- desi verildi. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da, ehl-i Cennet’in daha pek çok evsáfından bahsedil- mektedir. Şimdi bu vasıflardan bir kısmını nakledeceğiz: KUR’ÂN-I KERÎM’DE EHL-İ CENNET’İN BA‘ZI VASIFLARI Ehl-i Cennet, peygamberler vâsıtasıyla kendilerine teblîğ edilen İlâhî vahyi kalben tasdîk, dil ile ikrâr ederler.808 Onlar ki; gayba, semâvî kitâblara, âhiret gününe inanırlar.809 Elláh’a ve resûllerine îmân ederler. Îmân husúsunda Elláh ile resûlleri ara- sında veyâ resûller arasında tefrîk yapmazlar. Peygamberlerin tümüne birden inanırlar.810 Elláh ve Resûlü’ne itáat ederler.811 Peygamberlere ta‘zímde bulunur; onlara yardım ederler.812 Tevrât ve İncîl’de ismini yazılı buldukları Ümmî Peygamber (asm)’a îmân ederler; ona tâbi‘ olurlar; kendisine ta‘zímde bulunurlar; ona yardım ederler ve ona indirilen Kur’ân’a tâbi‘ olup ahkâmıyla amel ederler.813 Elláh’ın tekvînî ve teklîfî âyetlerine îmân ederler.814 Rab’lerinden bir hak olarak Hazret-i Muhammed (asm)’a indirilen Kur’ân’a inanırlar.815 Kitâb’a temessük ederler.816 807 Ra‘d, 13:24. 808 Âl-i İmrân, 3:179; Mü’minûn, 23:1; Ahzâb, 33:35,47; Şûrâ, 42:36; Fetih, 48:5. 809 Bakara, 2:3, 4, 62; Nisâ, 4:162; Mücâdele, 58:22. 810 Nisâ, 4:152; Hadîd, 57:7, 19, 21; Sáf, 61:11. 811 Nisâ, 4:13, 69; Tevbe, 9:71; Nûr, 24:52; Ahzâb, 33:71; Fetih, 48:17. 812 Mâide, 5:12. 813 A‘râf, 7:157; Yâsîn, 36:11. 814 A‘râf, 7:156; Zuhruf, 43:69. 815 Muhammed, 47:2. 816 A‘râf, 7:170.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 345 Îmân edip îmânlarını takviye ve muhâfaza için sálih amel işlerler. Ya‘nî, emir dâiresinde hareket ederler.817 Onlar, Müslümân’dır.818 Onlar, Elláh’ın dostlarıdır.819 Elláh’a yönelirler.820 Hukúkulláh ve hukúku’l-ibâdı görüp gözetirler.821 Onlar, muhles (Elláh tarafından seçilen) kullardır.822 Onlar, muslihlerdir. Ya‘nî, yeryüzünü, ahkâm-ı İlâhiyye’nin icrâ ve tatbîkıyle ıslâh edicilerdir.823 Onlar, namâzı ikáme ederler. Ya‘nî, beş vakit namâzı; vaktin evvelinde, ta‘dîl-i erkâna riáyet ederek, cemâatle, huşû‘ içinde ve devâmlı olarak kılarlar.824 Zekâtlarını verirler.825 Kendilerine verilen rızıktan infâk ederler. Darlıkta ve bollukta, gece ve gün- düz, gizli ve âşikâr olarak mallarını Elláh yolunda harcarlar.826 İhsân ehlidirler. Ya‘nî, Elláh’ı görür gibi ihlâs ve samîmiyyetle ibâdet ederler. Bir iş yaptıklarında, onu en güzel şekliyle yaparlar. Halka iyilikte bulunurlar.827 817 Bakara, 2:25, 62, 82, 277; Âl-i İmrân, 3:136, Nisâ, 4:57, 122, 124, 173; Mâide, 5:9, A‘râf, 7:42; Yûnus, 10:9; Hûd, 11:11,23; Ra‘d, 13:29; İbrâhîm, 14:23, Nahl, 16:97; İsrâ, 17:9; Kehf, 18:2, 30, 88, 107; Meryem 19:60; Táhâ, 20:75; Enbiyâ, 21:105; Hac,22: 14, 23, 50, 56; Ankebût, 29:7,9,58; Rûm, 30:15; Lokmân, 31:8; Secde, 32:19; Sebe’, 34:4,37; Fâtır, 35:7; Mü’min, 40:40; Fussılet, 41:8; Şûrâ, 42:22, 23; Zuhruf, 43:72; Câsiye, 45:30; Zümer, 39:74; Muhammed, 47:2,12, Fetih, 48:29; Káf, 50:24; Tegábün, 64:9; Talak, 65:11; Vâkıa, 56:24, Mürselât, 77:43; İnşikák, 84:25; Burûc, 85:11, Beled, 90:17; Tîn, 95:6; Beyyine, 98:7. 818 Ahzâb, 33:35; Zuhruf, 43:69. 819 Yûnus, 10:62. 820 Káf, 50:32,33. 821 Káf, 50:32. 822 Sáffât, 37:40. 823 A‘râf, 7:170. 824 Bakara, 2:3, 272; Nisâ, 4:162; Mâide, 5:12; A‘râf, 7:170; Enfâl, 8:3; Tevbe, 9:71; Ra‘d, 13:22; Hac, 22:35; Fâtır, 35:29; Şûrâ, 42:38. 825 Bakara, 2:272; Nisâ, 4:162; Mâide, 5:12; A‘râf, 7:156; Tevbe, 9:71; Mü’minûn, 23:4. 826 Bakara, 2:3, 262, 274; Âl-i İmrân, 3:17, 92, 134; Mâide, 5:12; Enfâl, 8:3; Ra‘d, 13:22; Hac, 22:35; Secde, 32:16; Fâtır, 35:29; Şûrâ, 42:38; Hadîd, 57:7, 10, 11, 18. 827 Bakara, 2:112; Âl-i İmrân, 3:134; Yûnus, 10:26; Nahl, 16:42; Zümer, 39:10, 33; Zâriyât, 51:16; Necm, 53:31, Rahmân, 55:60; Mürselât, 77:43.

346 Dâr-ı Saádet Elláh yolunda i‘lâ-yı kelimetulláh için küffârla savaşırlar. Maddeten ve ma‘nen cihâd ederler.828 İbâdete, meásíye ve mesáibe karşı sabrederler.829 Takvâ dâiresinde bulunurlar. Ya‘nî; şirk, küfür ve nifâkı terkederler. Büyük günâhları işlemez; küçük günâhlarda ısrâr etmezler. Mâsivâyı terkederler.830 Cezâ gününü tasdîk ederler.831 Şerri her tarafı kuşatmış olan bir günden, âhiret gününden korkarlar.832 Cehennem’den mahfûz kalmak, Cennet’e girmek ve günâhlardan temizlen- mek için duá ederler.833 Onlar; iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. 834 Zulme ve haksızlığa uğradıklarında, biribirleriyle yardımlaşırlar.835 Sádıktırlar, sıdkı (doğruluğu) kendilerine şiár edinirler.836 Elláh’ın emirlerine boyun eğer; O’na ibâdet ve itáat ederler.837 Seher vaktinde istiğfâr ederler.838 Öfkelerine hâkim olurlar.839 İnsânların hatá ve kusúrlarını bağışlarlar.840 828 Âl-i İmrân, 3:142,195; Nisâ, 4:74, 95, 96; Enfâl, 8:74; Tevbe, 9:20-23, 88, 111; Hac, 22:58; Hadîd, 57:10, Sáf, 61:11. 829 Bakara, 2:155-157, 214; Âl-i İmrân, 3:17, 143, 146; Hûd,11:11; Ra‘d, 13:22; Nahl, 16:42; Hac, 22:35; Mü’minûn, 23:111; Furkán, 25:75; Ankebût, 29:59; Ahzâb, 33:35; Zümer, 39:10,33; İnsân, 74:12 . 830 Bakara, 2:2; Âl-i İmrân, 3:15, 133, 172, 179, 198; Nisâ, 4:31; A‘râf, 7:156,169; Yûsuf, 12:57,109; Ra‘d, 13:35; Nahl, 16:30, Meryem, 19:72; Táhâ, 20:76; Nûr, 24:52; Furkán, 25:15; Kasas, 28:83; Sád, 38:49; Zümer, 39:20; Zümer, 39:10, 16, 33, 61, 73; Duhán, 44:52; Muhammed, 47:15; Káf, 50:31; Túr, 52:17; Kamer, 54:54. Kalem, 68:34; Zâriyât, 51:15; Mürselât, 77:41; Nebe’, 78:31; Leyl, 92:17 831 Meáric, 70:26. 832 İnsân, 76:7. 833 Âl-i İmrân, 3:16,191. 834 Tevbe, 9:71,112. 835 Şûrâ, 42:39. 836 Âl-i İmrân, 3:17; Mâide, 5:119; Ahzâb, 33:24, 35; Hadîd, 57:19. 837 Bakara, 2:112; Âl-i İmrân, 3:17; Nisâ, 4:175; Hûd, 11:23; Ahzâb, 33:35. 838 Âl-i İmrân, 3:17. 839 Âl-i İmrân, 3:134. 840 Âl-i İmrân, 3:134.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 347 Kötülüğü, iyilikle def‘ederler.841 Bir günâh işledikleri veyâ nefislerine zulmettikleri zamân, Elláh’ı hátırlaya- rak hemen günâhlarının bağışlanmasını dilerler.842 Günâhlarda ısrâr etmezler.843 En büyük rütbelerden biri olan şehâdet rütbesini kazanmaya çalışırlar.844 Elláh’ın rızásını celbedecek amellere tâbi‘ olurlar.845 En zor şartlarda bile Elláh ve Resûlü’nün da‘vetine icâbet ederler.846 Yalnız Elláh’a tevekkül eder; O’nu Vekîl ittiház ederler.847 Dînlerini yaşamak için memleketlerinden hicret ederler.848 Onlar, muhâcirleri barındırır, onlara yardım ederler.849 Şiddetli açlık günlerinde, yakınlığı olan bir yetîmi veyâ yerde sürünen bir yoksuludoyururlar.850 Düşmânları tarafından kendi memleketlerinden çıkarıldıklarında, rızá-yı İlâhî için sabrederler.851 Elláh yolunda ezâ ve cefâya ma‘rûz kalırlar.852 Onlar, Elláh anıldığı zamân, kalbleri korkarak ürperir.853 Onlara Elláh’ın âyetleri okunduğu zamân; okunan o âyetler, onların îmânını ziyâdeleştirir.854 Onlar, “Rabbimiz, Elláh’tır” deyip sonra istikámet üzere bulunurlar.855 841 Ra‘d, 13:22. 842 Âl-i İmrân, 3:135. 843 Âl-i İmrân, 3:135. 844 Âl-i İmrân, 3:157, 169-171, 195; Nisâ, 4:74; Tevbe, 9:111; Hac, 22:38; Yâsîn, 36:26; Muham- med, 47:4. 845 Âl-i İmrân, 3:162. 846 Âl-i İmrân, 3:172; Ra‘d, 13:18; Şûrâ, 42:38. 847 Âl-i İmrân, 3:173; Enfâl, 8:2; Nahl, 16:42; Ankebût, 29:59; Şûrâ, 42:36. 848 Âl-i İmrân, 3:195; Enfâl, 8:74; Tevbe, 9:20-23, 100; Nahl, 16:41; Hac, 22:58. 849 Enfâl, 8:74; Tevbe, 9:100. 850 Beled, 90:14-16. 851 Âl-i İmrân, 3:195. 852 Âl-i İmrân, 3:195. 853 Enfâl, 8:2; Hac, 22:35. 854 Enfâl, 8:2. 855 Fussılet, 41:30; Ahkáf, 46:13.

348 Dâr-ı Saádet Büyük günâhlardan ve fuhşiyyâttan sakınırlar.856 Öfkelendikleri zamân intikám almaz; kusúrları bağışlarlar.857 İşleri, aralarında hep istişâreyledir.858 Tevbe ederler.859 İbâdet ederler.860 Hamd ederler.861 Duá ederler.862 Oruç tutarlar.863 Rükû‘ ve secde ederler.864 Geceleyin namâz kılmak için yataklarından uzaklaşırlar.865 Rab’lerinin azâbından korkarak, rahmetinden ümîdvâr olarak duá ederler.866 Onlar, ufak tefek kusúrlar dışında, büyük günâhlardan ve fuhşiyyâttan uzak duran kimselerdir.867 Hudûdulláhı muhâfaza eder; Elláh’ın koyduğu sınırlara riáyet ederler.868 Ahde vefâ gösterir, verdikleri sözü bozmazlar.869 Elláh’ın gözetilmesini emrettiği hakları gözetirler.870 Rab’lerinden korkarlar.871 856 Şûrâ, 42:37. 857 Şûrâ, 42:37. 858 Şûrâ, 42:38. 859 Tevbe, 9:112; Meryem, 19:60; Tahrîm, 66:8. 860 Tevbe, 9:112. 861 Tevbe, 9:112. 862 Túr, 52:28. 863 Tevbe, 9:112; Ahzâb, 33:35. 864 Tevbe, 9:112. 865 Secde, 32:16. 866 Secde, 32:16. 867 Necm, 53:32. 868 Tevbe, 9:112. 869 Ra‘d, 13:21; Mü’minûn, 23:8; Fetih, 48:10; Meáric, 70:32. 870 Ra‘d, 13:21. 871 Ra‘d, 13:21; Nûr, 24:52; Ahzâb, 33:35; Yâsîn, 36:11; Káf, 50:33; Mülk, 67:12; İnsân, 74:10; Beyyine, 98:8.

İkinci Bâb/Birinci Fasıl 349 Hesâbın zor ve çetin olmasından korkarlar.872 Onlar, sözün en güzeline (Kelime-i Tevhîd’e) hidâyet olunmuş; Elláh’ın doğ- ru yoluna iletilmişlerdir.873 Şâhidliklerini dos doğru yaparlar.874 İtáatkâr ve mütevâzi‘ kullardır.875 Nefislerini tezkiye eder; şirk, küfür, nifâk, günâh ve sû-i ahlâktan arınırlar.876 Onlar, namâzlarında huşû‘ içindedirler.877 Boş söz ve faydasız işlerden yüz çevirirler.878 Irz ve nâmûslarını muhâfaza eder; gayr-ı meşrû‘ ilişkilerden sakınırlar.879 Emânete riáyet ederler.880 Namâzlarını muhâfaza ederler.881 Aralarında hüküm vermek için Elláh’ın Kitâbı ve Resûlü’nün Sünneti’ne çağrıldıkları vakit, “İşittik ve itáat ettik” derler.882 Onlar, Rahmân’ın kullarıdır.883 Yeryüzünde vakár ve tevâzu‘ ile yürürler.884 Yeryüzünde fesâd çıkarmaz, bozgunculuk yapmazlar.885 Câhiller, kendilerine hóşlanmadıkları bir söz söylediklerinde, “Selâm!” de- yip geçerler.886 872 Ra‘d, 13:21. 873 Hac, 22:24. 874 Meáric, 70:33. 875 Hac, 22:34. 876 A‘lâ, 87:14. 877 Mü’minûn, 23:2. 878 Mü’minûn, 23:3. 879 Mü’minûn, 23:5; Ahzâb, 33:35; Meáric, 70:29. 880 Mü’minûn, 23:8; Meáric, 70:32. 881 Mü’minûn, 23:9; Meáric, 70:34. 882 Nûr, 24:51. 883 Furkán, 25:63. 884 Furkán, 25:63. 885 Kasas, 28:83. 886 Furkán, 25:63.

350 Dâr-ı Saádet Onlar, Rab’leri için secde ve kıyâm hâlinde, namâz kılarak gecelerler.887 Cehennem azâbından Elláh’a sığınırlar.888 Harcadıkları zamân isrâf etmedikleri gibi, cimrilik de yapmazlar; ikisi arası bir yol ta‘kíb ederler. Ya‘nî, iktisáda riáyet ederler.889 Elláh’la berâber başka bir ilâhı çağırmaz; ona ibâdet etmezler.890 Onlar, gerçek akıl sáhibleridir.891 Elláh’ın harâm kıldığı nefsi, haksız yere öldürmezler.892 Zinâ etmezler.893 Yalan söylemez; yalan yere şâhidlik etmez; yalan konuşulan meclislerde bulunmazlar.894 Boş söz konuşanlara rast geldikleri zamân, onlara bulaşmadan, iyi bir şekil- de yüz çevirip geçerler.895 Rab’lerinin âyetleriyle kendilerine öğüt verildiği zamân, sağır ve kör ke- silmezler.896 Şöyle duá ederler: “Ey Rabbimiz! Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden göz- lerimizin sürûru (sevinci) olacak iyi kimseler ihsân et ve bizi, takvâ sáhiblerine imâm (rehber) yap!”897 Onlar, yeryüzünde büyüklük taslamazlar.898 Tasaddukta bulunur, sadaka verirler.899 Elláh’ı çokça zikrederler.900 887 Furkán, 25:64. 888 Furkán, 25:65. 889 Furkán, 25:67. 890 Furkán, 25:68. 891 Zümer, 39:18. 892 Furkán, 25:68. 893 Furkán, 25:68. 894 Furkán, 25:72. 895 Furkán, 25:72. 896 Furkán, 25:73. 897 Furkán, 25:74. 898 Kasas, 28:83. 899 Ahzâb, 33:35; Hadîd, 57:18. 900 Ahzâb, 33:41; A‘lâ, 87:15.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook