Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore cennet

cennet

Published by Mehmet Sıddık Kılavuz, 2020-11-18 00:55:01

Description: cennet

Search

Read the Text Version

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 201 ‫ ُمتَّ ِكــ ُؤ۫ َن‬kelimesi; ashâb-ı Cennet’in kendilerini râhatsız edici maddî ve ma‘nevî her türlü sıkıntıdan emîn bir vaz‘ıyyette bulunduklarına işâret eder. ‫ ُمتَّ ِكــ ُ۫ؤ َن‬Bu kelime, Ashâb-ı Cennet’in Cennet’te koltuklara yaslandıklarını bildirmekle ifâde eder ki: Bu dünyâda Elláh’a îmân ve táatte bulunanlar, âhi- rette bütün korkulardan ve hüzünlerden emîn olurlar. Zîrâ, ‫ ُمتَّ ِكــ ُ۫ؤ َن‬kelimesi, her türlü ni‘metleri mutazammındır. İttikánın lâzımı, ni‘mete mazhar olmaktır. Ya‘nî, ehl-i Cennet, her türlü dertten, elemden, kederden âzâde olmalıdır ki, râhatlıkla koltuğa yaslanabilsin. Evet, bu âyet-i kerîmede ehl-i Cennet’in kalblerinin ve cisimlerinin kemâl-i râhatlarına işâret için fevka’l-áde râhatlığa delâlet eden, koltuklara yaslanma- ları zikrolunmuştur. Çünkü, koltuğa yaslanmak; kemâl-i râhata ve kalbî huzúra delâlet eder. ‫ اَ ْلَرَ ٓائِ ِك‬kelimesinin geçtiği üçüncü âyet: İnsân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫“ ُمتَّ ِك۪ٔــ َن ۪في َهـا َعـ َى ا ْلَرَ ٓائِـ ِكۚ َل يَـرَ ْو َن ۪في َهـا َشْ ًسـا َو َل زَ ْم َه ۪ريـرًا‬Cennet ehli (ora- da) Cennet’te, kendileri için hâzırlanmış (tahtlar) koltuklar (üzerine yaslanırlar.) Tam bir huzúr ile otururlar. (Orada ne bir Güneş, ne de bir zemherîr) şiddetli soğuk (görürler.) Gáyet mu‘tedil ve mizâc-ı beşere muvâfık bir hava içinde yaşarlar. On- lar, orada kendilerini râhatsız edecek sıcaktan da soğuktan da korunmuştur. Ebedî olarak tam bir ferahlık ve râhatlık içinde yaşarlar. Zîrâ, Cennet’in havâsı, sıcaklık ve soğukluk bakımından mu‘tedildir. Hem Cennet, pür-nûr olduğundan; orada ne Güneş’e, ne de Ay’a ihtiyâc vardır.”446 ‫ اَ ْلَرَ ٓائِـ ِك‬kelimesinin geçtiği dördüncü âyet: Mutaffifîn Sûresi’nde şöyle buy- ruluyor: ‫(“ ِا َّن ا ْلَ ْبـرَارَ لَ ۪فـي نَ ۪عيـ ٍم‬Şübhe yok ki; iyiler,) sálih amel işlemek súretiyle Elláhu Teálâ’nın rızásını kazananlar, (ni‘met içindedirler.)”447 ‫“ َعـ َى ا ْلَرَ ٓائِـ ِك يَ ْن ُظـ ُرو َن‬Cennet ehli, (tahtlar üzerinde) oturarak diledikleri yerleri, 446 İnsân, 76:13. 447 Mutaffifîn, 83:22.

202 Dâr-ı Saádet Cennet’lerdeki güzel ve zevk verici manzaraları seyrederler; kendileri için ihsân buyrulan ni‘metlere, mevkı‘lere (bakarlar.)”448 ‫“ تَ ْعـ ِر ُف ۪فـي ُو ُجو ِه ِهـ ْم نَ ْضـرَةَ النَّ ۪عيـ ِم‬O mes‘úd zâtların vaz‘ıyyetlerine bakacak olsan, (onların yüzlerinde o ni‘metin güzelliğini görüp anlarsın.) Onların yüzlerin- de öyle bir beşâşet, sürûr, zerâfet, parlaklık ve güzellik vardır ki; onların ne kadar mes‘úd, bahtiyâr ve indelláh makbûl oldukları anlaşılır.”449 ‫ اَ ْلَرَ ٓائِـ ِك‬kelimesinin geçtiği beşinci âyet: Mutaffifîn Sûresi’nde şöyle buyru- luyor: ‫(“ فَا ْليَــ ْو َم الَّ ۪ذيــ َن ٰا َمنُــوا ِمــ َن ا ْل ُك ّفَــا ِر يَ ْض َح ُكــو َن‬Artık o günde,) âhirette, cezâ gününde (îmân etmiş olanlar, kâfirlere güleceklerdir.) O kâfirler, dünyâda iken, mü’minlerle alay edip onlara gülmelerine mukábil; o günde kendileri gülünecek bir vaz‘ıyyete düşecekler; mü’minler de onlara güleceklerdir.”450 ‫“ َعـ َى ا ْلَرَ ٓائِـ ِك يَ ْن ُظـ ُرو َن‬O gün (mü’minler,) Cennet’e girip, mücevherâtla tezyîn edilmiş (tahtlar üzerinde) oturarak kâfirlerin inkâr ve alaylarının cezâsı olarak baş- larına gelen İlâhî azâbı, (seyredeceklerdir.)”451 ‫ اَ ْلَرَ ٓائِــ ِك‬kelimesi ile alâkalı âyetleri zikrettikten sonra şimdi bu kelimenin tahlîline geçiyoruz. Şöyle ki: ‫ اَ ْلَ ۪ري َك ُة‬:“Gelin odası için hâzırlanmış üstü cibinlikli taht veyâ sedire denir.”452 ‫ اَ ْلَ ۪ري َكــ ُة‬:“Álî ve müzeyyen taht ki; hükümdâr ve ve pâdişâhların cülûslarına mahsús bir nev‘ sandalyedir. Zifâfhánede kurulan serîr ve ittiká olunacak (yasla- nacak)şeydir.”453 ‫ اَ ْلَ ۪ري َكـ ُة‬:“Beytü’l-arûs, ya‘nî gelin odasına vaz‘ olunan müzeyyen tahttır ki; arû- sun cülûsuna hástır. Ve her mûtena ve müzeyyen serîrlere de ıtlâk olunur.”454 448 Mutaffifîn, 83:23. 449 Mutaffifîn, 83:24. 450 Mutaffifîn, 83:34. 451 Mutaffifîn, 83:35. 452 Beyhekí, el-Ba’s Ve’n-Nüşûr, 305; Süyûtí, ed-Dürru’l-Mensûr, 4/222. 453 Lügat-ı Remzi, 1/42. 454 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 1/91.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 203 Hulâsa: Yukarıdaki ma‘nâlardan da anlaşılacağı üzere ‫اَ ْلَرَ ٓائِـ ِك‬, ehl-i Cennet için hánımlarıyla zifâf ve gerdeğe girmek üzere, özel olarak hâzırlanmış üze- rinde döşek ve üstünde cibinlik olan tahtlardır. ٌ‫( ُســ ُرر‬serîrler) ise; daha ziyâde ehl-i Cennet’in ahbâb ve dostlarıyla karşılıklı olarak üzerine oturdukları taht ve koltuklara denir. ‫اَ ْلَرَ ٓائِــ ِك‬: Ehl-i Cennet’in, zevceleriyle üzerinde zifâfa girdikleri, bunun için özel olarak süslenip, müheyyâ edildiği tahtlardır. Ehl-i Cennet’in zevklerine göre koltuk ve tahtları da farklıdır. Cennet’in hîçbir ni‘metini ta‘rîf etmek, müm- kün değildir. Sâdece isimler aynı, fakat özellikleri farklıdır. Cennet ni‘metleri, dünyâ ni‘metlerine isim cihetiyle benzer. Diğer cihetleri çok farklıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak, ehl-i îmân için müheyyâ ettiği şeyleri gizli tutmuştur. O ni‘metleri, ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş, ne de kalb-i beşere hutúr etmiştir. Onun için ehl-i Cennet için ihzâr edilen bu taht ve serîrleri de tasavvur edip anlamak mümkün değildir. َ ‫ ِاتَّ َكأ‬،َ ‫ َو َكأ‬: “Bir yere sağlam bir şekilde dayanıp yaslanmaya denir.”455 ‫ ال ُمتَّ ِكــ ُي‬: “Bir şeye dayanıp yaslanan” demektir. Cem‘ı ‫ ُمتَّ ِكــ ُ۫ؤ َن‬gelir. Cen- net’te koltuklara ve yastıklara yaslanan veyâ yataklara uzanan Ashâb-ı Cennet’e delâlet eder. Cennet’teki üçüncü kısım tefrîşât: ‫ فُ ُر ٍش‬ta‘bîr edilen “döşek ve yataklar”dır. ‫ ا ْل ُفــ ُر ُش‬: ‫ ا ْل ِفــرَا ُش‬lafzının cem‘ıdir. “Metâ‘ için serilen her şeye ‘firâş’ denir. (Ya‘nî, üzerinde oturmak, uzanmak veyâ yatmak için serilen her şeye ‘firâş’ denir.”456 ‫ ِفـرَا ٌش‬döşektir. ‫ فَـ ْر ٌش‬ya‘nî sermek ve yaymak ma‘nâsında olan masdârdan tü- retilmiştir. Hem ‫ فَ ْر ٌش‬lafzı, ‫ َم ْف ُرو ٌش‬ya‘nî, (serilen şey) ma‘nâsında da kullanılır.457 Veyâ ‫ فُــ ُر ٍش‬kelimesinden murâd, Cennet’te ehl-i îmâna verilecek zevceler- dir. Bu takdîrde âyetin ma‘nâsı şöyle olur: “Amel defteri sağ tarafından verilenler, 455 Lisânü’l-Arab li İbn-i Menzûr, 6/481. 456 Mu‘cemü Mekáyisi’l-Luğat, 3/486; es-Sıhâh, 3/104; Lisânü’l-Arab, 6/326; Sıfâtü’l-Cenneti fi’l- Kur’âni’l-Kerîm, 272. 457 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 2/147.

204 Dâr-ı Saádet yüksek bir mâhiyyette ve pek güzel ahlâka sáhib hûrîler ve dünyâdan gitme ka- dınlarla berâber Cennet’tedirler.”458 Bu kelime, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da iki (2) yerde geçmektedir: Birincisi: Vâkıa Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ َوفُـ ُر ٍش َم ْرفُو َعـ ٍة‬Ve) amel defteri sağ tarafından verilenler, (yükseltilmiş yatak- lardadırlar.) Onlar, pek yüksek ve râhatlatıcı döşeklere nâildirler.”459 Diğer bir te’vîle göre; âyet-i kerîmenin ma‘nâsı şöyledir: “Onlar, yüksek bir mâhiyyette yaratılan ve pek güzel bir ahlâka sáhib olan Cennet kadınlarıyla berâber olacaklardır.” ‫ ۪فى قَ ْو ِل ۪ه‬- ‫ َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬- ‫َع ْن أَ ۪بى َس ۪عي ٍد ا ْل ُخ ْد ِر ِ ّى رَ ِض َى الّٰ ُل َع ْن ُه َع ِن النَّ ِ ِّب‬ ‫ ِا ْرتِ َفا ُع َها َك َما بَ ْ َي ال َّس َما ِء َوا ْلَ ْر ِض َو َم ۪سيرَ ُة َما‬:‫ قَا َل‬،‫{ َوفُ ُر ٍش َم ْرفُو َع ٍة} ُسورَ ُة ا ْلوَا ِق َع ِة‬ .‫بَ ْينَ ُه َما َخْ ُس ِمائَ ِة َعا ٍم‬ Ebû Saíd-i Hudrî (ra)’dan rivâyetle, Resûl-i Ekrem (asm), ‫َوفُــ ُر ٍش َم ْرفُو َعــ ٍة‬ “Ve yüksek döşekler üstündedirler”460 kavl-i şerîfi hakkında şöyle buyurmuşlardır: “O yatakların yükseklikleri, yer ve gök arası kadardır. Yer ile gök arasındaki mesâfe ise, beş yüz senelik bir mesâfedir.”461 ‫ َح َّدثَنَا َع ْم ُرو ْب ُن ا ْل َحا ِر ِث َع ْن َد ّرَا ٍج أَبِي ال َّس ْم ِح َع ْن أَبِي ا ْل َه ْيثَ ِم‬:‫َوقَ ْد قَا َل ا ْب ُن َو ْه ٍب‬ ‫ { َوفُ ُر ٍش‬:‫ ۪في قَ ْو ِل ۪ه‬- ‫ َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬- ‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل‬:‫َع ْن أَ ۪بي َس ۪عي ٍد ا ْل ُخ ْد ِر ِ ّي قَا َل‬ .‫ َما بَ ْ َي ا ْل ِفرَا َش ْ ِي َك َما بَ ْ َي ال َّس َما ِء َو ا ْلَ ْر ِض‬:‫َم ْرفُو َع ٍة} قَا َل‬ İbn-i Vehb der ki: Bize Amr bin Hâris tahdîs etti. O da Derrâc Ebü’s- Semh’den, o da Ebü’l-Heysem’den, o da Ebû Saíd el-Hudrî (ra)’dan, Resûl-i Ekrem (asm), ‫“ َوفُــ ُر ٍش َم ْرفُو َعــ ٍة‬Ve yüksek döşekler üstündedirler” âyet-i kerîmesi hakkında şöyle buyurdu: 458 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 725. 459 Vâkıa, 56:34. 460 Vâkıa, 56:34. 461 Tirmizî, 3294.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 205 “İki döşek arası, gökle yer arası gibidir.”462 }‫َع ْن أَ ۪بي أُ َما َمةَ قَا َل ُس ِئ َل رَ ُسو ُل الّٰلِ َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم َع ْن { َوفُ ُر ٍش َم ْرفُو َع ٍة‬ .‫ لَ ْو ُط ِر َح ِفرَا ٌش ِم ْن أَ ْعلاَ َها لَ َه ٰوى ِإ ٰلى قَرَا ِر َها ِمائَةَ َخ ۪ري ٍف‬:‫قَا َل‬ Ebû Umâme (ra)’dan rivâyetle, Resûl-i Ekrem (asm)’dan ‫َوفُــ ُر ٍش َم ْرفُو َعــ ٍة‬ ya‘nî, “Ve yüksek döşekler üstündedirler” âyeti hakkında suâl edildi. Resûl-i Ekrem (asm), buyurdular ki: “Cennet’teki bir döşek, bulunduğu en a‘lâ yerden atı- lıverse, duracağı yere varıncaya kadar yüz yıl geçer.”463 ‫ فُ ُر ٍش‬kelimesinin geçtiği ikinci âyet: Rahmân Sûresi’nin 54. âyet-i kerîmesinde şöyle buyruluyor: ‫“ ُمتَّ ِك۪ٔـــ َن َعــ ٰى فُــ ُر ٍش بَطَٓائِنُ َهــا ِمــ ْن ِا ْســتَ ْبَ ٍ ۜق َو َجنَــا ا ْل َجنَّتَــ ْ ِن َدا ٍن‬Ehl-i Cennet, Cennet’te döşekler üzerinde uzandıkları, koltuklara ve yastıklara yaslandıkları hâlde telezzüz ederler ki; o döşeklerin iç yüzü, kalın dibâcdandır. Cennet’in ermiş meyveleri, onları yiyecek olanlara gáyet yakındır.”464 “Rahmân Sûresi’nin Tefsîri” adlı eserimizde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sade- dinde şöyle denilmiştir: “Âyet-i kerîmede geçen ‫‘ ُم َتّ ِك۪ٔـــ َن‬yaslanır oldukları hâlde’ kelimesi, mev- zúun başındaki ‫ َول ِ َمــ ْن َخــا َف‬âyetindeki ‫ َمــ ْن‬ism-i mevsúlüne hâldir. Bu kelime, Rablerinden korkanların Cennet’te yataklara uzanır ve yastıklara yaslanır bir hâlde olduklarını bildirmekle ifâde eder ki; bu dünyâda Elláh’tan korkanlar, âhirette bütün korkulardan ve gadab-ı İlâhî’den emîn olurlar. Zîrâ, ‫ ُم َتّ ِك۪ٔـــ َن‬kelimesi, her türlü ni‘metleri mutazammındır. İttikánın lâzımı, ni‘mete mazhar olmaktır. Ya‘nî, her türlü dertten, elemden, kederden, âzâde olmalıdır ki, râhatlıkla yastığa yasla- nabilsin, yatağa uzanabilsin. Derdli ve kederli olan bir insân, râhat döşeğine uza- nabilir mi? “Evet, bu âyet-i kerimede, ehl-i Cennet’in kalblerinin ve cisimlerinin kemâl-i 462 İmâm Ahmed, Müsned, 3/75; Tirmizî, 2540; Heysemî, Mevâridü’z-Zamân, 653; Beyhekí, el- Ba’s ve’n-Nüşûr, 311. 463 Heysemî, Mecmaü’z-Zevâid, 7/120; et-Tergíb ve’t-Terhîb, 4/531. 464 Rahmân, 55:54.

206 Dâr-ı Saádet râhatlarına işâret için fevka’l-áde râhatlığa delâlet eden döşek üzerine uzanmaları zikrolunmuştur. Çünkü, döşek üzerine uzanmak; kemâl-i râhata ve kalben huzúra delâlet eder. “Ehl-i Cennet, Cennet’te döşekler üzerine uzanırlar, koltuk ve yastıklara yasla- nırlar. ‫‘ بَطَائِنُ َهـا ِمـ ْن ِإ ْسـتَ ْبَ ٍق‬O döşeklerin ve yastıkların iç kısımları, istebrakdandır.’ ‘İstebrak’, kalın ipek kumaştır. İncesine ise, ‘Sündüs’ denilir. Bir döşeğin astarı böyle güzel olursa, dışının nasıl olacağı kıyâs edilsin! ‫َو َعن ا ْبن َم ْس ُعود رَ ِضي الله َعن ُه ِفي قَ ْوله عز َوجل بطائنها‬ ‫من إستبرق قَا َل أخبرتم بالبطائن َفكيف بالظهائر‬ “İbn-i Mes‘úd (ra)’dan şöyle rivâyet olundu : “ ‘Elláh’tan korkanlar orada astarları parlak atlastan yataklara yaslanırlar.’ (Rahmân, 55:54) âyetinin tefsîrinde: ‘Astarı atlas olursa, ya döşeklerin yüzü nasıl olur?’dedi.”465 “İbn-i Abbâs (ra)’ın ifâde ettiğine göre; Kur’ân-ı Hakîm, burada Cennet’teki yatakların astarlarının durumunu belirtip, onların güzelliklerini anlatırken; dış yüzlerinin durumunu saklı tutmuş ve böylece insânların merâkını uyandırmıştır. “Bu âyet işâret eder ki; dünyâda Rablerinden korkarak harâm olduğundan do- layı ipeği kullanmayı terkeden erkekler, âhirette bu mezkûr ni‘mete mazhar olacak- lardır. Cennet’te libâsları466 ve yatakları ipekten olacaktır. “Kur’ân-ı Kerîm, Rahmân Sûresi’nin 54. âyet-i kerîmesinde ehl-i îmân ve táa- te Cennet’te ikrâm ve ihsân edeceği yataklar, yastıklar, döşekler ni‘metlerini beyân ettikten sonra, umûm cin ve inse şöyle bir hıtábta bulunur: ‫فَ ِبـا َ ِ ّي ٰا َ ٓل ِء رَبِّ ُك َمـا تُ َك ِّذبَـا ِن‬ ‘Ey cin ve ins! Astarı ve yüzü ipekten olan Cennet’teki bu döşekleri mi inkâr edersiniz? “ ‘Yoksa, her türlü hüzün ve korkudan emîn olarak döşeklere uzanmayı ve yastık- lara yaslanmayı mı inkâr edersiniz? “ ‘Yoksa, bunların dünyevî nezáirini mi inkâr edersiniz? Mâdem bu dünyâda göz önünde görünen astarı ve yüzü ipekten olan döşekleri inkâr edemiyorsunuz. Öyle ise, Cennet’teki döşekleri de inkâr etmemelisiniz. Zîrâ, bunlar, onların nümû- neleridir ve onlardan haber verirler. 465 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 356. 466 Hac, 22:23; Fâtır 35:33; İnsân 76:12.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 207 “ ‘Yoksa, sizler, Cennet’teki bu döşekleri size ta‘lîm eden Kur’ân’ı mı inkâr edi- yorsunuz? Elbette bunları inkâr edemezsiniz ve etmemelisiniz. Mâdem Kur’ân’ın dünyâya áid olan ihbârât-ı gaybiyyesi tahakkuk etmiştir ve zamânı geldikçe de ta- hakkuk edecektir. Öyle ise, âhirete áid ihbârât-ı gaybiyyesi de tahakkuk edecektir. Kur’ân’ın istikbâle áid ihbârâtının tahakkuk etmesi isbât eder ki, Kur’ân beşer kelâ- mı değildir. Öyle ise mu‘cizedir ve Kelâmulláhtır. Kur’ân’ı size ta‘lîm eden O Zât-ı Zü’l-celâl, elbette O Kur’ân vâsıtasıyla sizi mükellef tutacak. Mutí‘leri dünyâ ve âhirette mes‘úd edecek, ásíleri de dünyâ ve âhirette azâba dûçâr edecektir.”467 Âyet-i kerîmede geçen ‫ ِإ ْستَ ْبَ ٍق‬kelimesi hakkında şöyle denilmiştir: ‫ َمــا َغ ُلــ َظ ِمــ َن ال ۪ ّديبَــا ِج‬: ‫ ِإ ْســتَ ْبَ ٍق‬ya‘nî istebrak, dîbâc denilen ipekli kumaşın kalın dokunmuş kısmıdır. Fârisî dibânın muarrebidir ki; atlas ve sırma ile do- kunmuş kalın ipek kumaştır.468 Her iki âyette de ‫ فُــ ُر ٍش‬lafzının cem‘ gelmesinin hikmetini, Fahr-i Râzî (ra), şöyle beyân eder: “Ehl-i Cennet’in her biri için birçok döşekler olduğuna işâret zımnında ‫فُــ ُر ٍش‬ lafzı cem‘ sígasıyla vârid olmuştur. Ehl-i Cennet’in döşeklerinin dış yüzleri, bu dünyâda ta‘rîfi kâbil olmayan kumaşlardan olduğuna işâret için, iç yüzleri beyân olunup, dış yüzleri beyân olunmamıştır. Zîrâ, dış yüzleri, dünyâ kumaşlarına benze- mediğinden ukúl-i beşer, idrâkinden kâsırdır. Ve iç yüzleri, beyân olunduğu vecihle şerefli olunca; dış yüzlerinin daha ziyâde şerefli olacağında şübhe yoktur.”469 Hulâsa: Cennet’te, ehl-i Cennet’in üzerine yaslanıp zevkleneceği, Cennet’e lâyık döşek ve yataklar vardır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, dikkatlerimizi o döşeklerin iki vasfına çevirdi: Birincisi: Gáyet derecede yüksek ve álî olmasıdır. İkincisi: O döşeklerin iç astarlarının kalın ipekten olmasıdır. Demek, Cennet’in tefrîşâtlarından biri de, aklımızın anlamadığı döşek ve ya- taklardır. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bu furuş-i merfûayı cümlemize nasíb eylesin. Âmîn. 467 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 606. 468 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 1/110. 469 Hulâsatü’l-Beyân, 14/330.

208 Dâr-ı Saádet Cennet’teki dördüncü ve beşinci kısım tefrîşât: ‫( رَ ْفــ َر ٍف‬Refref) ve ‫َع ْب َقــ ِر ٍ ّي‬ (abkarî)’dir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da, bu iki kelime berâber, Rahmân Sûresi’n- de zikredilmektedir. Şöyle ki: ‫“ ُم َتّ ِك۪ٔــ َن َعـ ٰى رَ ْفـ َر ٍف ُخ ْضـ ٍر َو َع ْب َقـ ِر ٍ ّي ِح َسـا ٍن‬Ehl-i Cennet, kendileri için hâ- zırlanan ve amelleri üzerine terettüb eden yeşil ve renkli döşekler üzerinde uzan- dıkları, gáyet nefîs ve acîb koltuklar ve yastıklara yaslandıkları ve gáyet güzel ve münakkaş halılar üzerinde oturdukları hâlde, Rab’lerinin ihsân ettiği ni‘metlerle tena‘um ve telezzüz ederler.”470 Âyet-i kerîmede geçen ‫ رَ ْفــرَ ٍف‬kelimesi, “döşek, yastık veyâhúd halı” gibi yer- deki sergilerdir. Veyâhúd çadırların yanlarıdır. Ba‘zan bu kelime, geniş elbise hakkında da kullanılır. Burada “yastık” ma‘nâsında olsa daha güzeldir. :‫ قَالُوا اَل ّرَ ْفرَ ُف ٰه ُهنَا ِريَا ُض ا ْل َجنَّ ِة َوقَالُوا اَل ّرَ ْفرَ ُف اَ ْلوَ َسائِ ُد َوقَالُوا‬:‫َوقَا َل أَبُو ِإ ْس َحا َق‬ ‫ ُهوَ فُ ُضو ُل ال ِثّيَا ِب‬: ‫ فُ ُضو ُل ا ْل َم َحابِ ِس ِل ْل ُف ُر ِش َوقَا َل ا ْل ُم َ ِّب ُد‬:‫اَل ّرَ ْفرَ ُف اَ ْل َم َحابِ ُس َوقَالُوا‬ ‫الَّ۪ت تَتَّ ِخ ُذ ا ْل ُم ُلو ُك ِفي ا ْل ُف ُر ِش َو َغ ْ ِي ۪ه َوقَا َل ا ْلوَا ِح ۪دي َو َكأَ َّن ا ْلَ ْقرَ َب ٰه َذا ِلَ َّن ا ْل َعرَ َب‬ . ‫تُ َس ّ۪مى َك ْسرَا ْل ِخبَا ِء َوا ْل ِخ ْرقَةَ الَّ۪ت ُتَا ُط ۪في أَ ْس َف ِل ا ْل ِخبَا ِء رَ ْفرَفًا‬ “Ebû İshâk (ra) demiştir ki: ‘Bu âyet-i kerîmede geçen Refref, Cennet’in ravza- ları (yeşil bahçelik yerleri)dir. Refref’in, yastık ve çarşaf ma‘nâsında olduğunu da söylemişlerdir. Ba‘zıları da yere serilen sergiler, yaygılardır, demişlerdir.’ El-Mü- berrid (ra) der ki: ‘Refref, kralların döşeklerde ve başka şeylerde kullandıkları faz- la giyecekler (lüks sergiler)dir.’ El-Vâhidî (ra) der ki: ‘Anlaşılan, Refref budur. Çünkü, Arablar çarşaf kırımlarına ve çarşafın altına iliştirilen bez parçalarına (karyola örtüsü vb.) Refref derler.’ ”471 ‫ رَ ْفــرَ ٍف‬kelimesinden murâd; ‫“ ِريَــا ُض ا ْل َجنَّــ ِة‬Cennet bahçesidir.” Kezâ, bu ke- lime, “arş, ya‘nî serîr ve mecâlis” ile tefsîr olunmuştur. ‫ رَ ْفــرَ ٌف‬kelimesinin cem‘ı, ‫’رَفَــا ِر ُف‬dir. Kezâ, bisâtlara, ya‘nî döşeklere de ‫ رَفَــا ِر ُف‬denir.472 Ba‘zı ehl-i lügat 470 Rahmân, 55:76. 471 İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, 2/242; İbnü’l-Cevzî, Garîbü’l-Hadîs, 1/407; Kurtubî Tefsîri, 17/191. 472 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 1/445.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 209 ise; ‫ رَ ْفرَ ٌف‬lafzı, kendisi cem‘dir demişlerdir. Müfredi, ٌ‫’ رَ ْفرَفَة‬dur.473 ‫“ َع ْب َقـ ِر ٍ ّي‬Abkar denilen yere mensûb” demektir. “Abkar”, cinlerin yaşadığına inanılan efsânevî bir yerin adıdır. Acîb şeyler oraya isnâd edilir. Bu cihette ‫ َع ْب َق ِر ٍ ّي‬kelimesinin ma‘nâsı, “gûyâ insânlar tarafından yapılmamış, öyle acîb bir yerde i‘mâl edilmiş şeyler” demektir. Her acîb şeye, ‫ َع ْب َقــ ِر ٍ ّي‬denir. Ya‘nî, ehl-i Cennet, Cennet’te çok acîb ve güzel sergiler üzerine otururlar. Veyâ ‫َع ْب َقــ ِر ٍ ّي‬ kelimesi, “Yemen bölgesinde bulunan Abkar kasabasına mensûb” demektir. Ora- da son derece güzel, nakışlı halı ve kilimler dokunur. Yüce Elláh, bu nakışlı sergileri anlatmak súretiyle, o iki Cennet’in sergilerinin keyfiyyetini zihnimize yaklaştırdı.474 ‫“ َع ْب َقــ ِر ٍ ّي‬Sık dokunmuş kalın halîçedir. Ebû Ubeyde (ra); ‘Arab Kavmi, cins-i bisâttan, ya‘nî yere serilecek seccâde, halı, kilim ve misâli eşyâ-yı nefîseye, ‫َع ْب َقــ ِر ٍ ّي‬ derler’ demiştir.”475 Acabâ, her bir ehl-i Cennete semâvât ve arz genişliğinde bir Cennet’in ve- rildiği; o Cennetlerin bağ ve bahçelerle, çeşme ve pınarlarla, kasr ve sarâylarla tezyîn edildiği; pek çok mücevherâtla işlenen her bir kasrın pek çok hádim ve gılmânlarla şenlendiği; o sarâyların tabanına yeşil sergiler serildiği, koltukların dizildiği; ehl-i Cennet’in her çeşit hüzün ve korkudan emîn olarak selâmetle o koltuklar üzerinde oturduğu ve karşısında hûrîlerin ona nağmeler söylediği bir Cennet’te, istediği yerde gezip dolaştığı bir saltanattan daha büyük bir saltanat düşünülebilir mi? Yâ Rab! Hesâbsız bir súrette böyle bir Cennet’e girmeyi lütfunla bizlere nasíb eyle. Âmîn. Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, Cennet’te ehl-i Cennet’e ikrâm edilecek yeşil ve renkli yatak ve döşekleri, gáyet nefîs ve acîb koltuk ve yastıkları, gáyet güzel ve münakkaş halı ve sergileri haber verdikten sonra, umûm cin ve inse hıtáben şöyle buyurur: 473 el-Kutuf min Lügati’l-Kur’ân, 1396. 474 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 733-734. 475 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 2/74.

210 Dâr-ı Saádet ‫“ فَ ِبــأَ ِ ّي آ َلء رَبِّ ُك َمــا تُ َك ِّذبَــا ِن‬Ey cin ve ins! Bu Cennetleri ve onlardaki pek acîb ve güzel olan yeşil halıları, yeşil yastıkları ve yeşil koltukları mı inkâr ve tekzîb edersiniz? “Yoksa bunların dünyevî nezáirini mi inkâr edersiniz? “Yoksa bu müjdeleri size veren Kur’ân’ı ve ondaki teklîfî ahkâmı mı inkâr eder- siniz? “Mâdem tekvînî ve teklîfî bu ni‘metleri ve âyetleri inkâr edemiyorsunuz. Öyle ise, bu ni‘metlerin ve bu âyetlerin sáhib ve mâlikini îmân ile tanıyınız ve ubûdiyyetle hiz- metine giriniz ki; bu Cennetlere nâmzed olasınız. Aksi takdîrde bu Cennetler ve için- deki böyle acîb ve mergúb ni‘metleri kaybetmekle berâber, küfür ve isyânınız sebebiy- le dünyâda kalbî ve rûhî sıkıntılardan gelen ma‘nevî bir cehennemi yaşadığınız gibi; âhirette ise hakíkí ve dâimî bir Cehennem’e gireceksiniz. Cennetiniz ve mahbûbunuz olan şu dünyâdan tardedilip ebedî zulümât mahalli olan Cehennem’e atılacaksınız. “Bütün bu sonsuz ni‘metler, birer İlâhî lütuftur. Mü’minler, bu ni‘metlere va‘d-i İlâhîye binâen nâil olacaklardır. Bunları inkâr edenler de kendi bâtıl inançlarının cezâsına kavuşacaklar, bu ni‘metlerden ebediyyen mahrûm kalacaklardır. Çünkü, Álemlerin Rabbi, ni‘metlerini bilip ona şükredenler hakkında o ni‘metlerini arttırır, şükretmeyip o ni‘metleri inkâr edenleri ise o ni‘metlerden mahrûm bırakır. Artık münkir ve mükezzibler, bu ákıbeti düşünsünler!”476 Bu âyetle alâkalı daha tafsílâtlı bilgi için, Rahle Yayınları’ndan “Rahmân Sû- resi’nin Tefsîri” adlı esere mürâcaat edebilirsiniz. Cennet’teki altıncı kısım tefrîşât: ‫’ نَ َمــا ِر ُق‬dir. Bu kelime, Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân’da bir tek yerde geçmektedir. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak, Ğâşiye Sûresi’nde şöyle buyurmuştur: ٌ‫“ َونَ َمــا ِر ُق َم ْص ُفوفَــة‬Ehl-i Cennet için, Cennet’te (yan yana, sıra sıra, sáf sáf di- zilmiş yastıklar vardır.) Cennet ehli, onlara yaslanarak huzúr ve saádet içinde bu- lunurlar.”477 ‫ نَ َمــا ِر ُق‬kelimesinin ma‘nâsı; ‫ َو َســائِ ُد‬ya‘nî, “dayanılacak yastıklar” demektir. 476 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 738-739. 477 Gáşiye, 88:15.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 211 ٌ‫“ نُ ْمرَقَــة‬yastık” kelimesinin cem‘ıdir. ٌ‫ َم ْص ُفوفَــة‬kelimesi ise, ‫ َصــ ٌّف‬masda- rından ism-i mef‘úl olup, ‫ نَ َمــا ِر ُق‬kelimesine sıfâttır, “sıralanmış yastıklar” demektir.478 Hulâsa: ‫“ نَ َمـا ِر ُق‬yastıklar” demektir. ٌ‫“ َم ْص ُفوفَـة‬sáf olmuş, biribirine dayanmış, yan yana dizilmiş”479 demektir. Cennet’teki yedinci kısım tefrîşât: ‫’زَرَابِــ ُّي‬dür. Bu kelime, Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân’da, bir tek yerde geçmektedir. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak, Ğâşiye Sûresi’nde şöyle buyurmuştur: ٌ‫(“ َو زَرَابِــ ُّي َم ْبثُوثَــة‬Ve) o Cennet’te, çeşit çeşit renklerle müzeyyen (döşenmiş nefis sergiler) döşekler, halılar, kilimler (de vardır.) Cennet ehli, bunlardan da istifâde ederler.”480 ‫ زَرَابِـ ُّي‬lafzı, ٌ‫ زَ ْربِيَّـة‬kelimesinin cem‘ıdir.481 “Şadırvanlar, küçük koltuk yastıkları, fahir ve nefîs bisâtlar ve mutlaka döşenilip ittiká olunacak (yaslanılacak) nesneler”482 demektir. ٌ‫ َم ْبثُوثَة‬Ya‘nî, “her bir meclislerinde dağıtılmış” demektir. ٌ‫ َو زَرَابِــ ُّي َم ْبثُوثَــة‬Ya‘nî: “Cennet’te her yerde münteşir birçok yastıklar, döşekler, halılar, kilimler ve hâkezâ sergiler bulunmaktadır.”483 Demek, o yastık ve döşekler, Cennet’in her meclisinde dağıtılmış ve münte- şirdir. Ehl-i Cennet, her meclisde onların üzerine yaslanıp keyiflenirler. Hulâsa: Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, yukarıdan buraya kadar zikrettiğimiz, ‫ نَ َمــا ِر ُق‬، ‫ زَرَابِــ ُّي‬، ‫ َع ْب َقــ ِر ٍ ّي‬، ‫ رَ ْفــرَ ٌف‬، ‫ فُــ ُر ٍش‬، ‫ اَ ْلَرَٓائِــ ِك‬،‫ ُســ ُر ٍر‬kelimeleriyle Cen- net’in yedi nev‘ tefrîşâtını beyân etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in, bu ta‘bîrlerle 478 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 2/380. 479 Hulâsatü’l-Beyân, 15/371. 480 Gáşiye, 88:16. 481 el-Kutuf min Lügati’l-Kur’ân, 1412. 482 Lügat-ı Remzi, 1/619. 483 Sıfâtü’l-Cenneti fi’l-Kur’ân, 274.

212 Dâr-ı Saádet Cennet’in tefrîşâtını zikretmesi, aklımıza yaklaştırmak; bu nümûnelerle Cen- net’in mefrûşâtını azıcık da olsa düşünüp anlamamız içindir. Yoksa, Cennet’teki mefrûşât, isim olarak dünyâdaki mefrûşâta benzer; onların künh-i mâhiyyetini anlamamız mümkün değildir. Cennet’te daha nice tefrîşât vardır ki; beşerin akıl terâzîsi bu kadar sıkleti çekmediği için, Kur’ân onları zikretmemiştir. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Cennet’te ehl-i îmâna vereceği her ni‘meti mahfî ve gizli kılmıştır. Hîçbir nefis bunu bilemez. Bu mevzú‘, ileride daha tafsílli bir súrette zikredilecektir.  ONUNCU MEBHAS Cennet’in kap kacakları hakkındadır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Cennet’in bir kısım kap kacaklarından dahi bahseder. Kur’ân-ı Kerîm’de, beş nev‘ kaptan bahsedilir. İkisi ekl (yemek) için, üçü de şürb (içmek) içindir. Şöyle ki: Birincisi: ‫’ ٰا ِنيَ ٍة‬dir. Bu kelime, Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde geçer: Biri: Ehl-i Cennet hakkındadır.484 Diğeri: Ehl-i Cehennem hakkındadır.485 İnsân Sûresi’nde geçen ehl-i Cennet hakkındaki âyet-i kerîme şöyledir: ‫(“ َويُطَـا ُف َعلَ ْي ِهـ ْم بِاٰ ِنيَـ ٍة ِمـ ْن ِف َّضـ ٍة َواَ ْكـوَا ٍب َكانَـ ْت قَوَا ۪ريـرَا‬Ve onların üzerleri- ne) Cennet ehline, Cennet’teki hizmetçiler, (gümüşten kaplar, billûrdan kâseler, bardaklar, kulpsuz ibrîkler) su destileri (ile dolaşırlar.) O ibrîkler, şeffâflıkta bil- lûra, beyâzlıkta gümüşe benzer. Dâimâ o Cennet’teki zâtların emirlerine verilmiş bulunurlar.”486 ‫“ قَوَا ۪ريــرَ ِمــ ْن ِف َّضــ ٍة قَ َّد ُرو َهــا تَ ْق ۪ديــرًا‬O su kapları, (gümüşten billûrlardır.) Öyle beyâz, parlak, ince camlardan müteşekkil, zevk verici bir mâhiyyette bulunmaktadır. 484 İnsân,76:15. 485 Gáşiye, 88:5. 486 İnsân,76:15.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 213 (Onları) o kapları, o güzel destileri Cennet’teki hizmetçiler, (muayyen mikdârlarda takdîr etmişlerdir.) Cennet’teki o hizmetçiler, Cennet ehlinin yanlarında dolaşırlar; emirlerine verilmiş bulunurlar; onların arzûları mikdârına göre, o kadehler ile o lezzetli suları takdîm ederler.”487 “‫ ٰا ِنيَ ٍة‬kelimesi, ‫ إناء‬lafzının cem‘ıdir. Bütün kaplar için kullanılan bir ta‘bîrdir.”488 Cennet’teki ikinci kısım kap kacak: ‫’ ِص َحــا ٍف‬dır. Bu âyet-i kerîme, Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde geçmektedir. Şöyle ki: ‫يُطَا ُف َعلَ ْي ِه ْم بِ ِص َحا ٍف ِم ْن ذَ َه ٍب َواَ ْكوَا ٍبۚ َو ۪في َها َما تَ ْشتَ ۪هي ِه ا ْلَ ْن ُف ُس‬ ‫َوتَلَ ُّذ ا ْلَ ْع ُ ُۚي َواَ ْن ُت ْم ۪في َها َخا ِل ُدو َن‬ “O mü’min ve takvâ sáhibi kullar Cennet’e girince; (onların üzerine) çeşitli yiyecek ve, meyveler bulunan (altından tepsiler, kaplar, tabaklar ile ve) lezîz su- lar, çeşitli içecekler bulunan billûrdan (destiler ile dolaşılır) kendilerine Cennet hizmetçileri vâsıtasıyla ikrâm edilir. Cennet ehli her ne isterse, hizmetçiler tara- fından getirilir. (Ve orada) o Cennet’te (nefislerin isteyeceği) cânların hóşlana- cağı (ve gözlerin lezzet alacağı şeyler vardır) o ni‘metlerin en yücesi, en rûhânîsi ise, Cenâb-ı Hakk’ın mübârek cemâliyle müşerref olmaktır. (Ve) ehl-i Cennet’e, (‘Siz orada ebediyyen kalıcılarsınız.’) demekle onların sürûrlarını ikmâl ederler ki; Cennet’ten çıkma korkusu kalblerinden bi’l-külliyye zâil olur. Böylece orada ferah içinde ebedî kalırlar. Evet, Cennet, bâkídir, ona nâil olanlar da orada ebe- diyyen zevk ve sürûr içinde yaşayacaklardır. Artık orada ne o ni‘metler, ne de o ni‘metlerden istifâde edenler yok olacaktır.”489 ‫ أَ ْى بِ ِق َصـا ٍع َجْـ ُع ال َّص ْح َفـ ِة بِ َم ْعـ َى ا ْل َق ْص َعـ ِة‬: ‫ ِص َحـا ٍف‬ya‘nî, ‫ ِص َحـا ٍف‬kelimesi, ٌ‫ َص ْح َفـة‬kelimesinin cem‘ıdir ki; ٌ‫ قَ ْص َعـة‬demektir. Cem‘ı, ‫ ِق َصـا ٌع‬gelir. ٌ‫“ قَ ْص َعـة‬As- len ağaçtan i‘mâl olunan kabdır. Türk Dili’nde, ona kavata (oyma ağaç kab) denir. Akvâm-ı sâlife, husúsan bedevîler, bunda taám yerlerdi. Daha sonra bu kelime, tabak ve çanak gibi şeylerde isti‘mâl olundu.”490 487 İnsân,76:16. 488 es-Sıhâh, 6/2273; Lisânü’l-Arab, 14/48; Mu‘cemü’l-Vesît, 1/31. 489 Zuhruf, 43:71. 490 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 1/546; el-Kutuf min Lügati’l-Kur’ân, 1474; Mu‘ce- mü Mekáyisi’l-Lügat, 3/334; es-Sıhâh: 4/1384; Lisânü’l-Arab, 9/187.

214 Dâr-ı Saádet Resûl-i Ekrem (asm)’ın, bu tabaklara dâir ba‘zı beyânâtını aşağıda zikrediyoruz: ‫َع ْن ِع ْك ِر َمةَ َم ْولَى ا ْب ِن َع ّبَا ٍس رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه َما أَ ْخ َبَ ُه أَ َّن رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه‬ ‫ ِإ َّن أَ ْد ٰنى أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة َم ْ ِنلَةً َوأَ ْس َفلَه ْم َدرَ َجةً لَرَ ُج ٌل َل يَ ْد ُخ ُل ا ْل َجنَّةَ بَ ْع َد ُه أَ َح ٌد‬:‫َو َس ّلَ َم قَا َل‬ ‫يُ ْف َس ُح لَ ُه ۪في بَ َص ِر ۪ه َم ۪سيرَةَ ِمائَ ِة َعا ٍم ۪في قُ ُصو ٍر ِم ْن ذَ َه ٍب َو ِخيَا ٍم ِم ْن لُ ْؤلُ ٍؤ لَ ْي َس ۪في َها‬ ‫َم ْو ِض ُع ِش ْ ٍب ِإ َّل َم ْع ُمورٌ يُ َغ ّٰدى َعلَ ْي ِه َويُرَا ُح بِ َس ْب ۪عي َن أَ ْل َف َص ْح َف ٍة ِم ْن ذَ َه ٍب لَ ْي َس ۪في َها‬ ‫َص ْح َفةٌ ِإ َّل ۪في َها لَ ْو ٌن لَ ْي َس ِفي ا ْلُ ْخ ٰرى ِم ْث ُل ُه َش ْهوَتُ ُه ۪في ٰا ِخ ِر َها َك َش ْهوَ ِت ۪ه ۪في أَ ّوَ ِل َها لَ ْو نَزَ َل‬ .‫بِ ۪ه َ۪جي ُع أَ ْه ِل ا ْلَ ْر ِض لَوَ ِس َع َعلَ ْي ِه ْم ِمَّا أُ ْع ِط َي َل يَ ْن ُق ُص ٰذ ِل َك ِ ّمَا أُو ِت َي َش ْيئًا‬ İbn-i Abbâs’ın (ra) kölesi İkrime’den (ra) rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: “Cennetliklerin derece i‘tibârı ile en aşağıda olanı, öyle bir adamdır ki; ondan sonra Cennet’e hîç kimse girmeyecektir. Gözünün görebileceği yerler, onun için al- tın sarâylar, gümüş çadırlar içinde yüz yıllık bir mesâfeye kadar genişletilir. Orada ma‘mûr olmayan bir karış yer yoktur. Sabâh ve akşâm önüne yetmiş bin altın tabak getirilir. Onların içinde, biri diğerine benzeyen yiyecekler bulunan hîçbir tabak yok- tur. Sonundaki iştihâsı, aynen başındaki iştihâsı gibidir. (Hîçbir zamân şehvet ve iştihâsı noksán olmaz.) Yeryüzü halkının hepsi oraya inip misâfir olsa, ona verilen- ler hepsine yeter ve ona verilenlerden hîçbir şey eksilmez.”491 ‫ ِإ َّن أَ ْد ٰنى أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة َم ْ ِنلَةً ِإ َّن لَ ُه‬:‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫َع ْن أَ۪بي ُهرَ ْيرَةَ قَا َل‬ ،‫ َو ِإ َّن لَ ُه لَثَ َل َث ِمائَ ِة َخا ِد ٍم َويُ ْغ ٰدى َعلَ ْي ِه‬،‫ َوفَ ْوقَ ُه ال َّسابِ َع ُة‬،‫ َو ُهوَ َع َل ال َّسا ِد َس ِة‬،‫لَ َس ْب َع َدرَ َجا ٍت‬ ‫ ِم ْن ذَ َه ٍب ۪في ُك ِّل َص ْح َف ٍة لَ ْو ٌن لَ ْي َس‬:‫ َو َل أَ ْعلَ ُم ُه ِإ َّل قَا َل‬، ‫َويُرَا ُح ُك َّل يَ ْو ٍم بِثَ َل ِث ِمائَ ِة َص ْح َف ٍة‬ ‫ َو ِم َن ا ْلَ ْش ِربَ ِة ثَ َلثُ ِمائَ ِة ِإنَا ٍء ۪في ُك ِّل ِإنَا ٍء لَ ْو ٌن لَ ْي َس‬،‫ َو ِإنَّ ُه لَيَلَ ُّذ أَ ّوَلَ ُه َك َما يَلَ ُّذ ٰآ ِخرَ ُه‬،‫ِفي ا ْلُ ْخ ٰرى‬ ‫ يَا رَ ِّب لَ ْو أَ ِذ ْن َت ۪لي َلَ ْط َع ْم ُت أَ ْه َل ا ْل َجنَّ ِة‬:‫ َو ِإنَّ ُه لَيَ ُقو ُل‬،‫ِفي ا ْل َخ ِر َو ِإنَّ ُه لَيَلَ ُّذ أَ ّوَلَ ُه َك َما يَلَ ُّذ ٰآ ِخرَ ُه‬ ‫ َو ِإ َّن لَ ُه ِم َن ا ْل ُحو ِر ا ْل ۪عي ِن َ ِل ْثنَ ْ ِي َو َس ْب ۪عي َن زَ ْو َجةً ِس ٰوى‬،‫َو َس َق ْي ُت ُه ْم لَ ْم يَ ْن ُق ْص ِمَّا ِع ْن ۪دي َش ْي ٌء‬ . ‫ َو ِإ َّن ا ْلوَا ِح َدةَ ِم ْن ُه َّن لَيَأْ ُخ ُذ َم ْق َع ُد َها قَ ْدرَ ۪مي ٍل ِم َن ا ْلَ ْر ِض‬،‫أَ ْز َوا ِج ِه ِم َن ال ُّد ْنيَا‬ 491 Tefsîr-i Abdurrezzâk, 2/165; Tefsîr-i İbn-i Kesîr, 7/239.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 215 Ebû Hüreyre’den rivâyetle, Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: “Cennetliklerin makám i‘tibârıyla en aşağı olanının yedi derecesi vardır. O, al- tıncı derecede olup üstünde yedinci derece vardır. Onun üç yüz hizmetçisi olacak. Ona sabâh ve akşâm üç yüz altın tabak getirilecek. Her tabakta, diğerinde olmayan bir çeşit yemek bulunacak. Sonunda aldığı lezzeti, başında da alacak. Kezâ, içecek için kullandığı üç yüz kap olacak. Her bir kapta diğerinde olmayan bir çeşit içecek bulunacak ve o, sonunda duyduğu lezzeti, başında da duyacak ve şöyle diyecektir: ‘Ey Rabbim! Keşke izin verseydin de Cennetliklere yedirip içirseydim. Benim ya- nımda olanlardan yine de hîçbir şey eksilmezdi.’ Dünyâdaki eşleri dışında, onun hûrîlerden yetmiş iki zevcesi olacak. O yetmiş iki zevcesinden bir tânesinin oturacağı yer, yeryüzü ölçüleriyle bir mil mikdârı olacaktır.”492 ‫ ۪في يَ ِد‬،‫ َم ْن لَ ُه قَ ْص ٌر ۪في ِه َس ْب ُعو َن أَ ْل َف َخا ِد ٍم‬،ً‫ ِإ َّن أَ ْد ٰنى أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة َم ْ ِنلَة‬:‫َع ْن ُش ْعبَةَ قَا َل‬ .‫ لَ ْو فَتَ َح بَابَ ُه فَ َضافَ ُه أَ ْه ُل ال ُّد ْنيَا َلَ ْو َس َع ُهم‬،‫ُك ِّل َخا ِد ٍم َص ْح َفةٌ ِس ٰوى َما ۪في يَ ِد َصا ِح ِب َها‬ Şu‘be (ra)’dan rivâyetle şöyle demiştir: “Ehl-i Cennet’in makám ve derece i‘tibâriyle en aşağı mertebede olanı için bir ka- sır vardır ki; o kasırda yetmiş bin hádimi, hizmetçisi vardır. Her bir hádimin elinde bir tabak vardır. Her bir hádimin elindeki tabak, diğer hádimlerin elindeki tabaktan ayrıdır. Eğer o kimse, o kasrın kapısını açsa ve ehl-i dünyânın tamâmı ona misâfir olsa; yine o kasır, hepsine yetecek büyüklüktedir. Hepsine yeter, kâfî gelir.”493 Bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin sarîh ifâdeleriyle; Cennet’te her nev‘ ta- bak, çanak, kap kacak vardır. Onlar, Cennet’e lâyık altın ve gümüşten ma‘mûl- dür. Dünyâda kullanılan tabaklar gibi ağaç, demir, çelik, bakır veyâ toprak cinsinden değildir. Dîn-i İslâm’da, altın ve gümüşten ma‘mûl kap kacakları kul- lanmak câiz değildir. Ama, Cennet’te ehl-i Cennet’in kullanacağı kap kacakla- rın hepsi, en kıymetdâr altın ve gümüştendir. Resûl-i Ekrem (asm), bu mevzú‘ ile alâkalı şöyle buyurmaktadır: ‫ َجنَّتا ِن ِم ْن ِف َّض ٍة ٰا ِنيَ ُت ُه َما َو َما ۪في ِه َما‬:ً‫َع ْن أَ ۪بي ُموس َى ا ْلَ ْش َع ِر ِ ّي رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه َم ْرفُوعا‬ ‫َو َجنَّتَا ِن ِم ْن ذَ َه ٍب ٰا ِنيَ ُت ُه َما َو َما ۪في ِه َما َو َما بَ ْ َي ا ْل َق ْو ِم َوبَ ْ َي أَ ْن يَ ْن ُظ ُروا ِإ ٰلى رَبِّ ِه ْم إ َّل ِر َدا ُء‬ .‫ متفق عليه‬.‫ا ْل ِك ْ ِبيَا ِء َع ٰل َو ْج ِه ۪ه ۪في َجنَّ ِة َع ْد ٍن‬ 492 Müsned, 2/538. 493 Tefsîr-i Taberî, 13/116.

216 Dâr-ı Saádet Ebû Mûse’l-Eş‘arî (ra)’den rivâyetle şöyle demiştir: “İki Cennet vardır ki; bunların kapları ve içlerinde bulunan şeyler gümüştendir. Diğer iki Cennet daha vardır ki; bunların kapları ve içlerinde bulunan şeyler de altındandır. Adn Cennet’indeki Cennetliklerle bunların Rablerine bakmaları arasında Elláh’ın ma‘nevî vechi üzerinde bulunan kibriyâ ve azamet perdesinden başka bir şey bulunmayacaktır.”494 ‫ أَ ّوَ ُل زُ ْمرَ ٍة تَ ْد ُخ ُل‬:‫ قَا َل‬،‫ أَ َّن رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬،‫َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه‬ ‫ قُ ُلوبُ ُه ْم‬،ً‫ َوالَّ ۪ذي َن َع ٰل ِإ ْث ِر ِه ْم َكأَ َش ِّد َك ْو َك ٍب ِإ َضا َءة‬،‫ا ْل َجنَّةَ َع ٰل ُصورَةِ ا ْل َق َم ِر لَ ْيلَةَ ا ْلبَ ْد ِر‬ ‫ ُك ُّل‬،‫ ِل ُك ِّل ا ْم ِر ٍئ ِم ْن ُه ْم زَ ْو َجتَا ِن‬،‫ لاَ ا ْخ ِتلاَ َف بَ ْينَ ُه ْم َولاَ تَبَا ُغ َض‬،‫َع ٰل قَ ْل ِب رَ ُج ٍل َوا ِح ٍد‬ ،‫ يُ َس ِّب ُحو َن الّٰلَ بُ ْكرَةً َو َع ِشيًّا‬،‫َوا ِح َد ٍة ِم ْن ُه َما يُ ٰرى ُم ُّخ َسا ِق َها ِم ْن َورَا ِء لَ ْح ِم َها ِم َن ا ْل ُح ْس ِن‬ ،‫ َوأَ ْم َشا ُط ُه ُم ال َّذ َه ُب‬،‫ ٰا ِنيَ ُت ُه ُم ال َّذ َه ُب َوا ْل ِف َّض ُة‬،‫ َولاَ يَ ْب ُص ُقو َن‬،‫ َولاَ يَ ْمتَ ِخطُو َن‬،‫لاَ يَ ْس َق ُمو َن‬ .‫ َورَ ْش ُح ُه ُم ا ْل ِم ْس ُك‬،- ‫ يَ ْع ِن ا ْل ُعو َد‬:‫ قَا َل أَبُو ا ْليَ َما ِن‬- ‫َو َوقُو ُد َمَا ِم ِر ِه ْم اَ ْلُلُ ّوَ ُة‬ Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Cennet’e ilk girecek zümre, Ay’ın on dördüncü gecesindeki nûrlu súreti üzere- dirler. Bunların ardından Cennet’e girecek olanlar ise, en keskin ışık yayan yıldız- lar gibidirler. Cennet âhâlîsinin gönülleri, kalbleri, bir tek kişinin kalbi üzeredir. Ehl-i Cennet’in arasında buğz ve ihtilâf, kîn ve adâvet yoktur. Her biri için, iki zevce vardır. O iki zevceden her birinin güzellik ve letáfetinden dolayı etinin arkasından baldırının tâ iliğine kadar görülür. Cennetlikler, sabâh akşâm Elláh’ı tesbîh ederler. Hasta olmazlar, sümkürmezler, tükürmezler. Onların kullandıkları kap ve kacakları altın ve gümüştendir. Tarakları da altındandır. Buhurdânlıklarının yakacağı, ud ağacıdır. Ehl-i Cennet’in terleri ise misktir.”495 :‫ َِس ْع ُت رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم يَ ُقو ُل‬:‫َع ْن ُح َذ ْي َفةَ ْب ِن ا ْليَ َما ِن رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه قَا َل‬ ‫ َولاَ تَأْ ُك ُلوا ۪في‬،‫ َولاَ تَ ْشرَبُوا ۪في ٰا ِنيَ ِة ال َّذ َه ِب َوا ْل ِف َّض ِة‬،‫لاَ تَ ْلبَ ُسوا ا ْل َح ۪ريرَ َولاَ ال ۪ ّديبَا َج‬ .‫ فَ ِإنَّ َها لَ ُه ْم ِفي ال ُّد ْنيَا َولَنَا ِفي ا ْل ِخرَ ِة‬،‫ِص َحا ِف َها‬ 494 Buhárî, Kitâb-ı Tevhîd, Bâb: 24; Müslim, Kitâbü’l-Îmân, Bâb: 80. 495 Buhárî, Kitâbü Bed’i’l-Halk, Bâb: 8 Hadîs No: 3282; Müslim, Kitâb: 51, Bâb: 8; Sıfât-ı Cenneh, 4/2180.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 217 Huzeyfe bin el-Yemân, Resûlulláh (sav)’den şöyle işittiğini rivâyet etmektedir: “İpek giymeyiniz. Altın ve gümüş kaplarda su içmeyiniz. Altın ve gümüş kaplarda yemek yemeyiniz. (ipek giymek, altın ve gümüş kaplarda su içmek, ye- mek yemek, dünyâda gayr-i Müslimler içindir) Âhirette ise bu ni‘metler bizlere verilecektir. (Ehl-i Cennet, Cennet’te ipek elbiseler giyer ve yiyip içtikleri kapları hepsi altın ve gümüştendir. Gayr-i Müslimler, âhirette her ni‘met gibi bu ni‘met- lerden de mahrûmdurlar.)”496 Cennet’teki üçüncü kısım kap kacak: ‫’ أَ ْكــوَا ٍب‬dır. Bu kelime, Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân’da dört yerde geçmektedir. ‫ أَ ْكــوَا ٍب‬kelimesinin geçtiği âyet-i kerîmelerin birincisi: Zuhruf Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫يُطَا ُف َعلَ ْي ِه ْم بِ ِص َحا ٍف ِم ْن ذَ َه ٍب َواَ ْكوَا ٍبۚ َو ۪في َها َما تَ ْشتَ ۪هي ِه ا ْلَ ْن ُف ُس‬ ‫َوتَلَ ُّذ ا ْلَ ْع ُ ُۚي َواَ ْن ُت ْم ۪في َها َخا ِل ُدو َن‬ “O mü’min ve takvâ sáhibi kullar Cennet’e girince; (onların üzerine) çeşitli yiyecekleri, meyveleri taşıyan (altından tepsiler ile ve) lezîz sular, çeşitli içecekler bulunan billûrdan (destiler ile dolaşılır,) kendilerine Cennet hizmetçileri vâsıta- sıyla ikrâm edilir. Cennet ehli her ne isterse, hizmetçiler tarafından getirilir. (Ve orada) o Cennet’te (nefislerin isteyeceği) cânların hóşlanacağı (ve gözlerin lezzet alacağı şeyler vardır.) O ni‘metlerin en yücesi, en rûhânîsi ise, Cenâb-ı Hakk’ın mübârek cemâliyle müşerref olmaktır. (Ve) ehl-i Cennet’e, (‘Siz orada ebediyyen kalıcılarsınız’) demekle onların sürûrlarını ikmâl ederler ki; Cennet’ten çıkma korkusu kalblerinden bi’l-külliyye zâil olur ve onlar, orada ferah içinde ebedî ka- lırlar. Evet, Cennet, bâkídir, ona nâil olanlar da orada ebediyyen zevk ve sürûr içinde yaşayacaklardır. Artık orada ne o ni‘metler, ne de o ni‘metlerden istifâde edenler yok olacaktır.”497 ‫ أَ ْكـوَا ٍب‬kelimesinin geçtiği âyet-i kerîmelerin ikincisi: Vâkıa Sûresi’nde şöy- le buyruluyor: ‫“ يَطُــو ُف َعلَ ْي ِهــ ْم ِو ْلــ َدا ٌن ُمَ ّلَــ ُدو َن‬Onların çevrelerinde dâimâ aynı hâlde kalan, 496 Buhárî, Kitâb: 70, Et‘ıme Bâb: 29, 6/208; Müslim, Kitâb: 37, el-Libâs ve’z-Ziyneh Bâb: 2, 3/1637. 497 Zuhruf, 43:71.

218 Dâr-ı Saádet ya‘nî ihtiyârlamayan, değişme ve bozulmaya uğramayan gençler dolaşır; onlara hizmet ederler. Her ne zamân her ne arzû ederlerse, istedikleri vechile hizmette hâzırdırlar.”498 ‫“ بِاَ ْكـوَا ٍب َواَبَا ۪ريـ َق َو َكأْ ٍس ِمـ ْن َم ۪عـ ٍن‬O hizmetçiler, kaynaktan çıkan lezîz şarâb- dan doldurulmuş ellerinde kulpsuz ve oluksuz destiler ve kulplu ve oluklu ibrîkler ve kadehler olduğu hâlde onların etrâfında dolaşırlar; o muhterem zâtlara o içkiden takdîm ederler.”499 ‫“ َل يُ َص َّد ُعـو َن َع ْن َهـا َو َل يُ ْ ِنفُـو َن‬Ehl-i Cennet’in içtikleri o şarâbdan dolayı baş- ları ağrımaz, akıllarına halel gelmez.” 500 ‫ أَ ْكــوَا ٍب‬kelimesinin geçtiği âyet-i kerîmelerin üçüncüsü: İnsân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ َويُطَـا ُف َعلَ ْي ِهـ ْم بِاٰ ِنيَـ ٍة ِمـ ْن ِف َّضـ ٍة َواَ ْكـوَا ٍب َكانَـ ْت قَوَا ۪ريـرَا‬Ve onların üzerleri- ne) Cennet ehline, Cennet’teki hizmetçiler, (gümüşten kaplar, billûrdan kâseler, bardaklar, kulpsuz ibrîkler) su destileri (ile dolaşırlar.) O ibrîkler, şeffâflıkta bil- lûra, beyâzlıkta gümüşe benzer. Dâimâ o Cennet’teki zâtların emirlerine verilmiş bulunurlar.”501 ‫ أَ ْكوَا ٍب‬kelimesinin geçtiği âyet-i kerîmelerin dördüncüsü: Ğâşiye Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ٌ‫“ َواَ ْكـوَا ٌب َم ْو ُضو َعـة‬Ehl-i Cennet için, (hâzırlanmış, bırakılmış sürâhiler, bar- daklar, kâseler) vardır. Cennet ehli, her istedikleri zamân o Cennet’teki çeşme- lerin ve pınarların etrâfında bulunan o kulpsuz ibrîk ve destileri, billûr kâseleri doldurarak o lezzetli sulardan içerler.”502 ‫ أى أ ْقـ َدا ٌح بِـ َا ُعـرًى‬: ‫“ أَ ْكـوَا ٌب‬Kulpsuz, oluksuz ve emziksiz kadehler” demektir. ‫ َك‬harfinin fethası (üstünü) ile ‫ َك ْو ٌب‬kelimesinin cem‘ıdir.503 498 Vâkıa, 56:17. 499 Vâkıa, 56:18. 500 Vâkıa, 56:19. 501 İnsân,76:15. 502 Gáşiye, 88:14. 503 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 1/142.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 219 ٌ‫ َم ْو ُضو َعة‬ya‘nî, “Ehl-i Cennet için köşklerde, sarâylarda, çadırlarda ve su kenâr- larında vaz‘edilmiş, bırakılmış” demektir. Cennet’in her mekânına o kadehler konulmuş, dizilmiştir. Ehl-i Cennet, her yerde kolaylıkla ulaşıp o kadehlerden envâ-ı çeşit Cennet şarâblarını içerler. Cennet’teki dördüncü kısım kap kacak: ‫’ أَبَا ۪ريـ َق‬dir. Bu kelime, Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân’da yalnızca bir yerde geçiyor. Cenâb-ı Hak, Vâkıa Sûresi’nde şöyle buyuruyor: ‫“ يَطُــو ُف َعلَ ْي ِهــ ْم ِو ْلــ َدا ٌن ُمَ ّلَــ ُدو َن‬Onların çevrelerinde dâimâ aynı hâlde kalan, ya‘nî ihtiyârlamayan, değişme ve bozulmaya uğramayan gençler dolaşır; onlara hiz- met ederler. Her ne zamân her ne arzû ederlerse, istedikleri vechile hizmette hâzır- dırlar.”504 ‫“ بِاَ ْكــوَا ٍب َواَبَا ۪ريــ َق َو َكأْ ٍس ِمــ ْن َم ۪عــ ٍن‬O hizmetçiler, kaynaktan çıkan lezîz şarâbdan doldurulmuş ellerinde kulpsuz ve oluksuz destiler ve kulplu ve oluklu ibrîkler ve kadehler olduğu hâlde, onların etrâfında dolaşırlar; o muhterem zât- lara o içkiden takdîm ederler.” 505 ‫ اَبَا ۪ريــ َق‬kelimesi, ‫ ِإ ْب ۪ريــ ٌق‬kelimesinin cem‘ıdir. “Kulp ve oluğu olan kaplara de- nir.”506 “Emzikli su kabına denir.”507 Cennet’teki beşinci kısım kap kacak: ‫’ َكأْ ٌس‬dür. Bu kelime, Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân’da altı (6) yerde geçmektedir. Şöyle ki: ‫ َكأْ ٌس‬kelimesinin geçtiği âyet-i kerîmelerin birincisi: Sáffât Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ يُطَـا ُف َعلَ ْي ِهـ ْم بِـ َكأْ ٍس ِمـ ْن َم ۪عـ ٍن‬Onların) o tahtların üzerinde oturan zâtla- rın (üzerlerine) onlardan her birinin zevk ve neş’esini arttırmak için cereyân edip duran (ırmaktan) sáf ve berrâk şarâbdan (doldurulmuş bir bardak ile dolaşılır.) Onlardan her birine bu súretle de hizmetçiler tarafından içkiler ikrâm edilir.”508 504 Vâkıa, 56:17. 505 Vâkıa, 56:18. 506 es-Sihâh, 4/1449; Lisânü’l-Arab, 10/17; Mu‘cemü’l-Vesît, 1/2. 507 Lügat-ı Remzi, 1/6. 508 Sáffât, 37:45.

220 Dâr-ı Saádet ‫( َم ۪عي ٍن‬Maín): “Yerde cereyân edip görünen, şarâbdan bir ırmak” demektir. ‫“ بَ ْي َٓضــا َء لَــ َّذ ٍة ِلل َّشــا ِر ۪بي َن‬O bardaklar ile ikrâm edilecek lezîz şarâb, (bem beyâz) gáyet şeffâf, hóş bir manzara teşkîl edecektir. İçlerindeki içkiler ise, (içenler için lezzetli)bulunacaktır.”509 ‫“ َل ۪في َهـا َغـ ْو ٌل َو َل ُهـ ْم َع ْن َهـا يُ ْنَفُـو َن‬O içilecek şarâbın (kendisinde ne bir sersem- letme vardır) ki; içenleri râhatsız etsin; onların akıllarına, fikirlerine bir zarar ver- sin; (ve ne de onlar,) onu içenler (ondan sarhóş olacaklardır.) O Cennet şarâbları, dünyâdaki şarâblara aslâ benzemez. Onları içecek olanlar, rûhânî zevkler içinde kalacaklar; hîçbir árızaya uğramayacaklardır. Ne başları ağrıyacak; ne helâk olma endîşesi taşıyacak; ne cisimleri zarar görecek; ne de aklî melekeleri zâil olacaktır.”510 ‫ َكأْ ٌس‬kelimesinin geçtiği âyet-i kerîmelerin ikincisi: Túr Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ يَتَنَازَ ُعــو َن ۪في َهــا َكأْ ًســا َل لَ ْغــ ٌو ۪في َهــا َو َل تَأْ ۪ثيــ ٌم‬Ve) ehl-i Cennet, (orada) Cen- net’te (karşılıklı kadeh tokuştururlar; bir kadehi elden ele dolaştırırlar.) İçi şarâb dolu kâseleri, münâvebe tarîkı ile biribirlerinden alırlar. (Onda) o içecekleri şeyde (ne bir boş söz vardır) onu içtikleri sırada lüzûmsuz, boş lâkırdılarda bulunmazlar (ve ne de bir günâh.) Onun içilmesi, bir günâha sebebiyyet vermiş olmaz. Ya‘nî, o, dünyâdaki şarâblara benzemez; içenleri sarhóş etmez; onları abes lâkırdılara sev- keylemez; onları günâha sevk etmez.”511 ‫ َكأْ ٌس‬kelimesinin geçtiği âyet-i kerîmelerin üçüncüsü: Vâkıa Sûresi’nde şöy- le buyruluyor: ‫“ بِاَ ْكـوَا ٍب َواَبَا ۪ريـ َق َو َكأْ ٍس ِمـ ْن َم ۪عـ ٍن‬O hizmetçiler, kaynaktan çıkan lezîz şarâb- dan doldurulmuş ellerinde kulpsuz ve oluksuz destiler ve kulplu ve oluklu ibrîkler ve kadehler olduğu hâlde, onların etrâfında dolaşırlar; o muhterem zâtlara o içki- den takdîm ederler.”512 509 Sáffât, 37:46. 510 Sáffât, 37:47. 511 Túr, 52:23. 512 Vâkıa, 56:18.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 221 ‫ َكأْ ٌس‬kelimesinin geçtiği âyet-i kerîmelerin dördüncüsü ve beşincisi: İnsân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ ِا َّن ا ْلَ ْبـرَارَ يَ ْشـرَبُو َن ِمـ ْن َكأْ ٍس َكا َن ِمزَا ُج َهـا َكافُـورًا‬Muhakkak ki; iyi insânlar) ihlâsla Elláh’a ibâdet eden mü’min kimseler, öyle doğruluk ve samîmiyyetle vasıf- lanmış, ni‘mete şükretmeye devâm eden takvâ sáhibi zâtlar, Cennet’lerde (bir ka- dehten) lezzetli suları (içerler ki: Ona) o kadehe, ondaki suya (katılmış şey, kâfûr- dur.) O, fevka’l-áde şeffâf ve lezzetlidir; gáyet soğuk ve tatlıdır. Bu dünyâda olan mazarrât, onda olmaz. Zîrâ, Cennet’in me’kûlât ve meşrûbâtı, ehl-i îmân hakkında sırf telezzüzden ibâret olduğu cihetle aslâ zarar şâibesi olmaz.”513 ‫(“ َويُ ْســ َق ْو َن ۪في َهــا َكأْ ًســا َكا َن ِمزَا ُج َهــا زَ ْنَ ۪بيــ ًا‬Ve) Cennet ehline (orada) o Cen- net’te (bir kadehde) bir bardakta içilecek pek lezzetli bir su (içirirler ki; ona Zencebîl katılmıştır.)”514 ‫ َكأْ ٌس‬kelimesinin geçtiği âyet-i kerîmelerin altıncısı: Nebe’ Sûresi’nde şöyle buyrulur: ‫(“ َو َكأْ ًســا ِد َهاقًــا‬Ve) o takvâ sáhibleri için Cennet’lerde (dop dolu kâseler) de (vardır) ki; o kâseler, billûrdan yapılmış şeffâf kadehlerdir. Onlar ile temiz, lezzetli suları, şarâbları içer, zevk alırlar.”515 ‫ َكأْ ًســا‬kelimesi, “dolu kadeh” demektir. Bizim kâse dediğimiz, boş olanıdır. Ancak lisân-ı Arab’da, dolusuna ‫ َكأْ ًسـا‬denir; boşuna denilmez. Maahâzâ, yalnız kadehe ve şarâba da ıtlâk olunur.516 ‫ َكأْ ٌس‬: “Su, şerbet içilecek kaba denilir ki; Fârisî’de câm ta‘bîr olunur. İçin- de vesâir meşrûbât bulunmağa hástır. İçilecek şeye de ıtlâk olunur. Cem‘ı, ‫ ُك ُؤ ٌس‬،‫ َكا َسا ٌت‬،‫ ِكئَا ٌس‬gelir.”517 513 İnsân, 76:5. 514 İnsân,76:17. 515 Nebe’, 78:34. 516 en-Nûru’l-Furkán fî Şerhi Lügati’l-Kur’ân, 197. 517 Lügat-ı Remzi, 172.

222 Dâr-ı Saádet Hulâsa: Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da ve Resûl-i Ekrem (asm) bir- çok hadîs-i şerîfinde, ehl-i Cennet’in Cennet’te isti‘mâl edecekleri, Cennet’e lâyık birçok kap ve kacaklarından haber vermiştir. O kap kacaklar, altın ve gü- müştendir. O kadehler, billûr gibi berrâk, cam gibi şeffâftırlar. İçecekleri mik- dârı onlar ta‘yîn ederler. Hem o kadehler, Cennet’in her mekânında bulunurlar. Ehl-i Cennet, bu envâ-ı çeşit kaplarda, envâ-ı çeşit yemekleri yerler ve o kadeh- lerde Cennet’in envâ-ı çeşit meşrûbâtından, husúsan içki ve şarâbından içerler. Bundan da ayrı ayrı zevk ve lezzet alırlar. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, cümlemize o envâ-ı çeşit kaplardan yemek yemeği ve envâ-ı çeşit kâse ve kadehlerden Cennet’in şarâb-ı tahûrunu içmeyi nasíb eylesin. Âmîn.  ON BİRİNCİ MEBHAS Cennet’in taám ve şarâbları (yiyecek ve içecekleri) hakkındadır. Daha evvelki mebhaslarda Cennet’in yiyeceklerinden, fâkihelerinden bah- settik. Fâkihe ta‘bîrinde, aynı zamânda bütün yemekler de dâhildir. İçecekler kısmında ise, dört nev‘ su, süt, bal ve içki nehirlerinden, çeşme ve pınarlarından bahsettik. Bu mebhasta ise, sâdece ehl-i Cennet’e ilk ikrâm edilecek taámdan, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’ın haber verdiği ba‘zı taámlardan ve içecek olarak da Cennet’in hamr ve şarâbından bahsedeceğiz. Lezzet-i cismâniyyenin en mükemmeli; ekl ve şürbdür (yemek ve içmektir.) Kur’ân-ı Kerîm’de geçen “Cennet” ve “nehir” kelimeleri bu ma‘nâya delâlet etmektedir. Çünkü, “Cennetler” ta‘bîri; bahçeler, bağlar, bostânlar demektir. Buralarda ise her türlü meyve, sebze ve fâkihe bulunur. Bunlar ise, yemek için- dir; yemeğe delâlet eder. Demek, o Cennetlerde bi’l-fiil yemek-içmek vardır. Şâyet ekl-şürb (yemek-içmek) olmazsa; bağlar, bahçeler, bostânlar, nehirler ve çeşmeler neye yarar? Cenâb-ı Hak, kemâl-i merhametinden o bağ, bahçe ve bostânları, nehir ve çeşmeleri ihsân ediyor ki; ehl-i Cennet onlardan yiyip içsin- ler, istifâde etsinler. Ehl-i Cennet, dâimâ iştâhla yerler, içerler. O dâr-ı saádette hem lezzet-i cis-

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 223 mâniyye, hem de lezzet-i rûhâniye, ikisi berâber vardır. Demek, Cennet, sâdece rûhânî lezzetten ibâret değildir. Ehl-i Cennet, yiyip içtikçe lezzet cihetinde terakkí ediyorlar. Suları da, içe- cekleri de böyle içtikçe lezzeti artan cinstendir. Ehl-i Cennet’in bir dakíka evvel yediği bir rızık, bir meyve, içtiği bir bardak su, bir dakíka sonrakine benzemiyor; lezzetçe çok yüksektir. Ya‘nî, şekil ve súret bakımından benzese de, lezzetçe benzemez; her ân lezzeti artarak devâm ediyor. Cennet’teki bütün taámlar, dünyâdakinden ne kadar yüksekse; Cennet’teki taám, meyve ve ni‘metlerin de bir sâat sonraki lezzeti, bir sâat önceki lezzetine nisbetle o kadar yüksektir. Me- selâ; Cennet’te ikrâm edilen bir elma, bir muz, daha önce ikrâm edilene benzer bir şekilde ihsân edilir. Fakat, tadı ve lezzeti kat kat artar. Çünkü, lezzet değiş- tikçe, tadı teceddüd ettikçe daha fazla lezzet verir. Cennet’tekilere ilk yapılacak ikrâmın ne olduğunu, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle haber vermektedir: ‫ ُك ْن ُت قَائِ ًما ِع ْن َد رَ ُسو ِل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل‬:‫رَ ٰوى ُم ْس ِل ٌم ۪في َص ۪حي ِح ۪ه ِم ْن َح ۪دي ِث ثَ ْوبَان قَا َل‬ ‫ اَل َّس َل ُم َعلَ ْي َك يَا ُمَ َّم ُد فَ َدفَ ْع ُت ُه َد ْف َعةً َكا َد‬:‫َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم فَ َجا َء ِح ْبٌ ِم ْن أَ ْحبَا ِر ا ْليَ ُهو ِد فَ َقا َل‬ ‫ ِإنَّ َما نَ ْد ُعو ُه‬:‫ فَ َقا َل ا ْليَ ُهو ِد ُّي‬،‫ أَ َل تَ ُقو ُل يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل‬:‫ ِل َم تَ ْدفَ ُع۪ن؟ فَ ُق ْل ُت‬:‫يُ ْصرَ ُع ِم ْن َها فَ َقا َل‬ ‫ « ِإ َّن ا ْ ۪سي ُمَ َّم ٌد الَّ ۪ذي‬:‫ فَ َقا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬.‫بِا ْ ِس ِه الَّ ۪ذي َسَّا ُه بِ ۪ه أَ ْه ُل ُه‬ :‫ فَ َقا َل لَ ُه رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬،‫ ِج ْئ ُت أَ ْسأَلُ َك‬:‫ فَ َقا َل ا ْليَ ُهو ِد ُّي‬،»‫َسَّا ۪ني بِ ۪ه أَ ْه۪ل‬ ‫ فَنَ َك َت رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬،‫ أَ ْسَ ُع بِأُذُنَ َّي‬:‫«أَيَ ْن َف ُع َك َش ْي ٌء ِإ ْن َح َّد ْث ُت َك؟» قَا َل‬ ‫ أَ ْي َن يَ ُكو ُن النَّا ُس يَ ْو َم تُبَ َّد ُل ا ْلَ ْر ُض َغ ْيَ ا ْلَ ْر ِض‬:‫ « َس ْل» فَ َقا َل ا ْليَ ُهو ِد ُّي‬:‫ فَ َقا َل‬،‫بِ ُعو ٍد َم َع ُه‬ »‫ « ُه ْم ِفي الظُّ ْل َم ِة ُدو َن ا ْل ِج ْس ِر‬:‫َوال َّس َما َوا ُت؟ فَ َقا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬ ‫ فَ َما ُ ْت َف ُت ُه ْم ۪حي َن‬:‫ «فُ َقرَا ُء ا ْل ُم َها ِج ۪ري َن» قَا َل ا ْليَ ُهو ِد ُّي‬:‫ فَ َم ْن أَ ّوَ ُل النَّا ِس ِإ َجازَةً؟ قَا َل‬:‫قَا َل‬ ‫ «يُ ْن َح ُر‬:‫ فَ َما ِغ َذا ُؤ ُه ْم َع ٰل ِإ ْث ِر َها؟ قَا َل‬:‫ قَا َل‬،»‫ « ِزيَا َد ُة َك ِب ِد النُّو ِن‬:‫يَ ْد ُخ ُلو َن ا ْل َجنَّةَ؟ قَا َل‬ ‫ « ِم ْن َع ْ ٍي‬:‫ فَ َما َشرَابُ ُه ْم َعلَ ْي ِه؟ قَا َل‬:‫لَ ُه ْم ثَ ْو ُر ا ْل َجنَّ ِة الَّ ۪ذي َكا َن يَأْ ُك ُل ِم ْن أَ ْطرَا ِف َها» قَا َل‬ ‫ َو ِج ْئ ُت أَ ْسأَلُ َك َع ْن َش ْي ٍء َل يَ ْعلَ ُم ُه أَ َح ٌد‬:‫ قَا َل‬.‫ َص َد ْق َت‬:‫۪في َها تُ َس ّٰمى َس ْل َس ۪بي ًل» قَا َل‬ ‫ أَ ْسَ ُع‬:‫ «يَ ْن َف ُع َك ِإ ْن َح َّد ْث ُت َك؟» قَا َل‬:‫ قَا َل‬.‫ِم ْن أَ ْه ِل ا ْلَ ْر ِض ِإ َّل نَِ ٌّب أَ ْو رَ ُج ٌل أَ ْو رَ ُج َل ِن‬

224 Dâr-ı Saádet ‫ فَ ِإذَا‬،‫ َو َما ُء ا ْل َم ْرأَ ِة أَ ْص َف ُر‬،‫ « َما ُء ال ّرَ ُج ِل أَ ْبيَ ُض‬:‫ ِج ْئ ُت أَ ْسأَلُ َك َع ِن ا ْلوَلَ ِد؟ قَا َل‬:‫ قَا َل‬.‫بِأُذُنَ َّي‬ ،‫ َو ِإذَا َع َل َم ِ ُّن ا ْل َم ْرأَ ِة َم ِ َّن ال ّرَ ُج ِل‬،‫ أَ ْذ َكرَا بِ ِإ ْذ ِن الّٰ ِل‬،‫ فَ َع َل َم ِ ُّن ال ّرَ ُج ِل َم ِ َّن ا ْل َم ْرأَ ِة‬،‫ا ْجتَ َم َعا‬ ‫ فَ َقا َل رَ ُسو ُل‬.‫ ثُ َّم ا ْن َصرَ َف فَ َذ َه َب‬،‫ َو ِإنَّ َك لَنَِ ٌّب‬،‫ لَ َق ْد َص َد ْق َت‬:‫ قَا َل ا ْليَ ُهو ِد ُّي‬.»‫ٰانَثَا بِ ِإ ْذ ِن الّٰ ِل‬ ‫ َو َما ۪لي ِع ْل ٌم بِ َش ْي ٍء‬،‫ «لَ َق ْد َسأَلَِن َه َذا َع ِن الَّ ۪ذي َسأَلَ۪ن َع ْن ُه‬:‫الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬ .‫ َح ّٰت أَتَا ِن َي الّٰ ُل بِ ۪ه‬،‫ِم ْن ُه‬ Müslim, “Sahîh”inde, Sevbân (ra)’dan şöyle rivâyet etmiştir: “Ben, Resûlulláh (asm)’ın yanında ayakta duruyordum. Derken, Yahûdî ulemâ- sından bir álim gelerek, ‘Es-selâmü aleyke yâ Muhammed!’ dedi. Bunun üzerine ben onu (o Yahûdî álimini) öyle bir ittim ki; az daha yere yuvarlanıyordu. Yahûdî álimi, ‘Niçin beni itiyorsun?’ diye sordu. Ben, o Yahûdî álimine, ‘Yâ Resûlelláh (asm) de- sene’ dedim. Yahûdî, ‘Biz, onu ancak áilesinin verdiği ismiyle çağırırız’ dedi. “Bunun üzerine Resûlulláh (asm), ‘Muhakkak, ehlimin bana verdiği isim Mu- hammed’dir’ dedi. Müteákıben Yahûdî, ‘Sana ba‘zı şeyler sormaya geldim’ dedi. Resûlulláh (asm), ‘Acabâ, söylersem sana bir fâidesi olur mu?’ dedi. Yahûdî, ‘Ku- laklarımla dinlerim’ cevâbını verdi. Resûlulláh (asm), yanındaki bir sopa ile yere bir takım çizgiler çizerek, ‘Sor!’ dedi. “Yahûdî, ‘Yer değiştirilip, başka bir yer hâline getirildiğinde (kıyâmet gününde, ha- şir meydânında) insânlar nerede olacak?’ dedi. Resûlulláh (asm), ‘Sırât Köprüsü’nün berisinde, karanlık içinde bulunacaklar.’ Yahûdî, ‘Peki, Sırât Köprüsü’nü ilk kimler geçecektir?’ Resûlulláh (asm), ‘Muhâcirlerin fakírleri’ buyurdu. Yahûdî, ‘Cennet’e girdikleri zamân, onlara ikrâm (hediyye) ne olacak?’ diye sordu. Resûlulláh (asm), ‘Balık ciğeri pürçüğü (ziyâdesi)’ buyurdu. Yahûdî, ‘Bu ikrâmın peşinden gıdâları ne olacak? Ne yiyecekler?’ dedi. Resûlulláh (asm), ‘Onlar için Cennet’in etrâfında otla- yan Cennet öküzü kesilecek’ buyurdu. Yahûdî, ‘Peki, o yemeğin üstüne ne içecekler?’ dedi. Resûlulláh (asm): ‘Orada Selsebîl adı verilen pınardan içecekler.’ “Yahûdî, ‘Doğru söyledin’ dedi ve şunu dahi ilâve etti: ‘Hem ben, sana, yeryü- zünde yaşayan bir peygamberden yâhúd bir veyâ iki kişiden başka hîçbirinin bil- meyeceği bir şeyi sormaya geldim.’ Resûlulláh (asm), ‘Acabâ, söylersem sana bir faydası olur mu?’ dedi. Yahûdî, ‘İki kulağımla dînlerim’ dedi ve ilâve etti: ‘Sana, çocuğun nasıl meydâna geldiğini sormaya geldim.’ Resûlulláh (asm), ‘Erkeğin me- nisi beyâz, kadınınki ise sarıdır. Erkek ve kadının menisi bir araya geldiği zamân,

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 225 şâyet erkeğin menisi kadının menisine galebe ederse; çocuk bi-iznillâh erkek olur. Yok, eğer kadının menisi erkeğin menisine galebe ederse; o zamân çocuk kız olur’ buyurdu. Yahûdî, ‘Doğru söyledin. Sen muhakkak peygambersin’ dedi ve oradan çekip gitti. Resûlulláh (asm), ‘Bana öyle şeyler sordu ki; o ânda o sordukları hak- kında hîçbir bilgim yoktu. Tâ ki, onları Elláh (cc) bana o ânda bildirdi’ dedi.”518 ‫ َح َّدثَنَا ا ْب ُن لَ ۪هي َعةَ َح َّدثَ۪ن يَ ۪زي ُد ْب ُن أَ۪بي َح ۪بي ٍب أَ َّن أَبَا ا ْل َخ ْ ِيأَ ْخ َبَ ُه‬:‫َوقَا َل َع ْب ُد الّٰ ِل ْب ُن ا ْل ُمبَارَ ِك‬ ‫ ِإ َّن الّٰلَ َع ّزَ َو َج َّل يَ ُقو ُل ِلَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة ا ْد ُخ ُلو َها ِإ َّن ِل ُك ِّل‬:‫أَ َّن أَبَا ا ْل َعوَا ِم أَ ْخ َبَ أَنَّ ُه َِس َع َك ْعبًا يَ ُقو ُل‬ .‫َض ْي ٍف َج ُزورًا َو ِإ ۪نّي أُ ْج ِز ُر ُك ُم ا ْليَ ْو َم فَ ُي ْؤ ٰتى بِنُو ٍن َو ُحو ٍت فَيَ ْج ِز ُر ِلَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة‬ Abdulláh İbn-i Mübârek şöyle dedi: “Bize İbn-i Lehîa anlattı. Ka‘b, şunu söyledi: ‘Elláh (cc), Cennet ehline, ‘Cennet’e girin! Şübhesiz her misâfir için kesilecek iyi bir hayvân vardır.’ (Ya‘nî, Cennet’e girdikleri zamân, her bir misâ- fire bir hayvân kesilir.) Ve ‘Ben, bugün size bir hayvân keseceğim’ der ve bir balık getirilir; ehl-i Cennet için keser.”519 Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, taámlar içinde etten, husúsan lahm-ı tayr, ya‘nî kuş etinden bahseder. Şöyle ki: Túr Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫“ َواَ ْم َد ْدنَا ُهـ ْم بِ َفا ِك َهـ ٍة َولَ ْحـ ٍم ِمَّـا يَ ْشـتَ ُهو َن‬Ve ehl-i Cennet’in ni‘metlerini, meyve- lerle ve arzûlarına muvâfık etlerle ziyâde ederiz.”520 Vâkıa Sûresi’nde ise, şöyle buyruluyor: ‫“ َولَ ْحـ ِم طَـ ْ ٍر ِمَّـا يَ ْشـتَ ُهو َن‬Hem o hizmetçiler, Cennet ehlinin cânlarının çektiği kuş eti ile de etrâflarında dolaşırlar. Çeşitli kuş etlerini onlara ikrâm ve takdîm ederler. Onlar da istedikleri kadar yerler.” 521 ‫ يَا رَ ُسو َل‬:‫ ذَ َكرَ لَنَا أَ َّن أَبَا بَ ْك ٍر قَا َل‬:} ‫َوقَا َل قَتَا َد ُة ۪في قَ ْو ِل ۪ه تَ َعا ٰلى { َولَ ْح ِم طَ ْ ٍي ِمَّا يَ ْشتَ ُهو َن‬ ‫ أَ ْن َع َم‬-‫ َوالّٰ ِل يَا أَبَا بَ ْك ٍر‬- ‫ َم ْن يَأْ ُك ُل َها‬:‫ قَا َل‬.‫الّٰ ِل ِإ ۪نّي أَ ٰرى طَ ْيَ َها نَا ِع َمةً َك َما أَ ْه ُل َها نَا ِع ُمو َن‬ 518 Müslim, Kitâbü’l-Hayz, 315. 519 İbn-i Mübârek, Ziyâdât, ez-Zühd, 130. 520 Túr, 52:22. 521 Vâkıa, 56:21.

226 Dâr-ı Saádet .‫ َو ِإنَّ َها َلَ ْمثَا ُل َو ِإ ۪نّي َل ْحتَ ِس ُب َع َل الّٰ ِل أَ ْن تَأْ ُك َل ِم ْن َها يَا أَبَا بَ ْك ٍر‬،‫ِم ْن َها‬ Katâde, ‫“ َولَ ْحـ ِم طَـ ْ ٍر ِ ّمَـا يَ ْشـتَ ُهو َن‬Dâimî hizmetçiler, iştihâ ettikleri kuş etlerin- den onlara getirirler” âyet-i kerîmesi hakkında der ki: “Hazret-i Ebû Bekir (ra) bize nakletti ki; o, ‘Yâ Resûlelláh (sav)! Öyle sanıyorum ki; Cennet’in sâkinleri gibi, kuşları da değerli olmalıdır’ dedi. Resûlulláh (sav) bu- yurdu ki: ‘Elláh’a yemîn olsun ki ey Ebû Bekir! Onu yiyenler, ondan daha değerlidir- ler. O Cennet’in kuşları, bir nev‘ı deve gibidirler. Elláh’tan dilerim ki; ey Ebû Bekir (ra)! Sen de o kuş etlerinden yiyesin.’ ”522 ‫ َع ِن‬،‫ ُس ِئ َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫ قَا َل‬،‫َع ْن أَنَ ِس ْب ِن َما ِل ٍك رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه‬ ‫ ُهوَ نَ َه ٌر أَ ْعطَا ۪ني ِه الّٰ ُل ِفي ا ْل َجنَّ ِة تُرَابُ َها ِم ْس ٌك أَ ْبيَ ُض ِم َن ال ّلَ َ ِب َوأَ ْح ٰل ِم َن‬:‫ا ْل َك ْوثَ ِر فَ َقا َل‬ ،‫ يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل‬:‫ا ْل َع َس ِل يَ ِر ُد ُه طَائِ ٌر أَ ْعنَاقُ َها ِم ْث ُل أَ ْعنَا ِق ا ْل ُج ُزرِ» فَ َقا َل أَبُو بَ ْك ٍر رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه‬ .‫ أُ ُك ُل َها أَ ْن َع ُم ِم ْن َها‬:‫ فَ َقا َل‬.ٌ‫ِإنَّ َها لَنَا ِع َمة‬ Enes İbn-i Mâlik (ra) şöyle diyor: “Resûlulláh (sav)’e Kevser’den sorulduğunda şöyle buyurdu: ‘O, bir nehirdir. Rabbim Azze ve Celle, Cennet’te onu bana vermiştir. Onun toprağı, misktir. O, sütten daha ak; baldan daha tatlıdır. O Kevser nehrine gelen kuşların boyunları, devebo- yunları gibidir.’ Hazret-i Ebû Bekir (ra), ‘Onlar, çok değerli olmalı!’ deyince; Resû- lulláh (sav), ‘O kuş etlerini yiyenler, onlardan daha değerlidirler’ buyurmuştur.”523 ‫َو ُر ِو َي َعن عبد الله بن َم ْس ُعود رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل قَا َل رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم‬ ‫ِإنَّك لتنظر ِإلَى الطير ِفي ا ْلجنَّة فتشتهيه فَيَ ِجيء مشويا بَين يَديك‬ Abdulláh bin Mes‘úd (ra), Resûlulláh (sav)’in şöyle dediğini rivâyet etti: “Cennet’te kuşları görüp, onları yemek isteyince, kızartılmış olarak karşına gelir.”524 ‫َو َعن أبي أُ َما َمة رَ ِضي الله َعن ُه أَن الرجل من أهل ا ْلجنَّة ليشتهي الطير من طيور ا ْلجنَّة‬ ‫فَيَ َقع ِفي يَده منفلقا نضجا‬ 522 Musannaf, İbn-i Ebî Şeybe, 12/13; Tefsîr-i İbn-i Kesîr, 7/523. 523 Sünen-i Tirmizî, 2542. 524 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 348-349.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 227 Ebû Ümâme (ra)’den şöyle rivâyet olundu: “Cennet ehlinden biri, Cennet kuşlarından kuş eti yemek isteyince, pişmiş ve temizlenmiş olarak eline gelir.”525 ‫َو ُر ِو َي َعن َم ْي ُمونَة رَ ِضي الله َع ْن َها أَنَّ َها َِسعت النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم يَ ُقول ِإن‬ ‫الرجل ليشتهي الطير ِفي ا ْلجنَّة فَيَ ِجيء مثل البختي َح َّت يَقع على خوانه لم يصب ُه‬ ‫ُدخان َولم تمسه نَار فيأكل ِم ْن ُه َح َّت ي ْشبع ث َّم يطير‬ Meymûne (ra), “Resûlulláh (sav)’den şöyle işittim” dedi: “Cennet’te kişi, kuş yemek isteyince, Horasan devesi gibi bir kuş, âteş ve du- man değmeden pişmiş olarak sofrasına gelir. Ondan doyuncaya kadar yedikten sonra, tekrâr uçar gider.”526 ‫ ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة لَطَ ْيًا‬:‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬: ‫َع ْن أَ ۪بي َس ۪عي ٍد ا ْل ُخ ْد ِر ِ ّي قَا َل‬ ‫۪في ِه َس ْب ُعو َن أَ ْل َف ۪ري َش ٍة فَيَ َق ُع َع ٰل َص ْح َف ِة ال ّرَ ُج ِل ِم ْن أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة فَيَ ْنتَ ِف ُض فَيَ ْخ ُر ُج ِم ْن‬ ‫ُك ِّل ۪ري َش ٍة يَ ْع۪ن لَ ْونًا أَ ْبيَ َض ِم َن ال ّلَ َ ِب َوأَ ْل َ َي ِم َن ال ّزُ ْب ِد َوأَ ْع َذ َب ِم َن ال َّش ْه ِد لَ ْي َس ِم ْن َها لَ ْو ٌن‬ .‫يَ ۪شي ُه َصا ِحبَ ُه ثُ َّم يَ ۪طي‬ ‫ يَأْ ُك ُل ِ ّمَا ُخ ِل َق ِم ْن ثَ َمرَا ِت ا ْل َجنَّ ِة‬،‫ ِإ َّن طَائِرَ ا ْل َجنَّ ِة أَ ْمثَا ُل ا ْل ُب ْخ ِت‬: ‫َع ْن َك ْع ٍب قَا َل‬ ‫َويَ ْشرَ ُب ِم ْن أَ ْن َها ِر ا ْل َجنَّ ِة فَيَ ْصطَ ِف ْف َن لَ ُه فَ ِإذَا ِا ْشتَ ٰهى ِم ْن َها َش ْيئًا أَتَا ُه َح ّٰت يَ َق َع بَ ْ َي يَ َد ْي ِه‬ .‫فَيَأْ ُك ُل ِم ْن َخا ِر ِج ۪ه َو َدا ِخ ِل ۪ه ثُ َّم يَ ۪طي ُر لَ ْم يَ ْن ُق ْص ِم ْن ُه َش ْي ٌء‬ Ebû Saíd el-Hudrî (ra)’den, Resûlulláh (sav)’in şöyle buyurduğunu nakletti: “Doğrusu Cennet’te öyle bir kuş vardır ki; o kuşun, yetmiş bin tüyü bulunmak- tadır. O kuş gelip Cennet ehlinden bir kişinin önünde tüyünü silkeler. Her tüyden sütten daha ak, köpükten daha yumuşak, baldan daha tatlı bir şey çıkar. Onlardan hîçbirinin rengi, diğerine benzemez; sonra uçar gider.” Ka‘b el-Ahbâr, şöyle demiştir: “Cennet’in kuşlarının misâli, bir nev‘ı deve gibidir. 525 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 349. 526 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 349.

228 Dâr-ı Saádet Cennet’in meyvelerinden yerler; ırmaklarından içerler. Cennetlik kişi, onlardan hóşlanınca; gelir, önüne konarlar. O kuşun içinden ve dışından yer; sonra o kuş uçar ve gider de hîçbir şeyi eksilmez.”527 Hulâsa: Cennet’te hakíkatını bilmediğimiz envâ-ı çeşit yemekler vardır. Husúsan, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’ın haber verdiği lahm-i tayr vardır. Ancak bun- lar, açlığı gidermek için değil, telezzüz için yenilir. Zîrâ, Cennet’te açlık ve su- suzluk yoktur. Ekmek ve yemek orada meyve cinsidir. İhtiyâcdan dolayı yen- mez, içilmez. Ehl-i Cennet, istediği zamân yer ve içer. Yediği ve içtiği şeyler de ter olup vücûdundan dışarı çıkar. Bu ter ise, misk ü anber gibi kokar. Cennet’te açlık ve susuzluğun olmadığı, Táhâ Sûresi’nde şöyle ifâde edilmiştir: ‫(“ ِا َّن لَـ َك اَ َّل َتُـو َع ۪في َهـا َو َل تَ ْعـ ٰرى‬Muhakkak ki; senin için orada) Cennet’te, o ni‘metler diyârında (acıkmak da yoktur.) Çünkü, orada yemek yemek, ihtiyâcdan dolayı değil, sırf lezzet içindir. Hem Cennet’in taámları ve yiyecekleri dâimî olup, arkası kesilmez. (Çıplak kalmak da yoktur.) Cennet’in elbiseleri aslâ eskimez, libâs- ları tükenmez; orada kesbetmek ve kazanmak meşakkati yoktur, her şey hâzırdır. Hulâsa; orada her türlü lezîz, nefis yiyecekler olduğu gibi; pek güzel, süslü, latíf elbiseler de vardır.”528 ‫(“ َواَنَّـ َك َل تَ ْظ َمـ ُ۬ؤا ۪في َهـا َو َل تَ ْض ٰحـى‬Ve şübhesiz ki, sen; orada) Cennet’te (su- samazsın) susuz kalmazsın. Zîrâ, susamak, şiddet-i harâret îcâbıdır. Cennet’te ise şiddet-i harâret yoktur (ve Güneş’in harâretine uğramazsın.) Çünkü, ehl-i Cennet, Cennet’te dâimî bir gölge altındadırlar. Hulâsa; Cennet’te huzúru boza- cak bir árıza yoktur. Cennet’te bulunanlar, ni‘metlere gark olmuş olarak dâimî bir huzúr ve sükûn içinde yaşarlar.”529 Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Cennet taámlarından, bâ-husús kuş etlerinden ye- meyi, cümlemize nasíb eylesin. Âmîn. Cennet’in içeceklerine dâir daha evvel beyânât verdik. Burada yalnız Cen- net’in içki ve şarâbına dâir kısa beyânâtta bulunacağız. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da beyân edildiği üzere; Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran ba‘zı vasıfları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz: 527 Tefsîr-i İbn-i Kesîr, 7/543/544. 528 Táhâ, 20:118. 529 Táhâ, 20:119.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 229 Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran birinci vasıf: ‫“ لَــ َّذ ٍة‬lezzetli” olması- dır. Cennet içkisi, içildiğinde lezzet verir. Dünyâ içkisinin pis kokusu ve pis tadı ise, ondan lezzet almaya mâni‘dir; içenlere elem, keder, acı, sıkıntı ve tiksinti verir. Cennet içkisinin, içene lezzet verdiğini, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân iki âyetiyle ha- ber vermektedir. Birinci Âyet: Muhammed Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫“ َواَ ْن َهـارٌ ِمـ ْن َخْـ ٍر لَـ َّذ ٍة ِلل َّشـا ِر ۪بي َن‬Cennet’te müttakíler için, (içenlere lezzet veren içkiden nehirler vardır.)”530 Bu âyet-i kerîme, ‫ لَـ َّذ ٍة‬lafzını, ‫ َخْـ ٍر‬lafzına sıfât yapmakla bildiriyor ki; Cennet içkileri, dünyâ içkilerinde mevcûd olan âfâttan berîdir. Çünkü, dünyâ içkisinin pis kokusu ve pis tadından dolayı lezzeti yoktur. Ama, Cennet’in içkileri, ayn-ı lezzettir. İkinci Âyet: Sáffât Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ يُطَـا ُف َعلَ ْي ِهـ ْم بِـ َكأْ ٍس ِمـ ْن َم ۪عـ ٍن‬Onların) o tahtların üzerinde oturan zât- ların (üzerlerine) onlardan her birinin zevk ve neş’esini arttırmak için cereyân edip duran (ırmaktan doldurulmuş bir bardak ile dolaşılır.) Onlardan her biri- ne, bu súretle de hizmetçiler tarafından içkiler ikrâm edilir.”531 ‫“ بَ ْي َٓضــا َء لَــ َّذ ٍة ِلل َّشــا ِر ۪بي َن‬O bardaklar ile ikrâm edilecek lezîz sular, içkiler, (bem beyâz) gáyet şeffâf, hóş bir manzara teşkîl edecektir. İçlerindeki içkiler ise, (içenler için lezzetli) bulunacaktır.”532 Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmede geçen ‫ لَــ َّذ ٍة‬ta‘bîriyle, yine ehl-i Cennet’in içkilerden alacağı lezzeti haber verdi. Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran ikinci vasıf: Mezkûr âyet-i kerime- de geçen ‫ بَ ْي َٓضا َء‬ya‘nî “beyâz, sáfî, berrâk” olmasıdır. Ya‘nî, Cennet içkileri, dün- yâ içkileri gibi kudûretli, bulanık, kötü görünümlü değildir. Zîrâ, dünyâ içkileri 530 Muhammed, 47:15. 531 Sáffât, 37:45. 532 Sáffât, 37:46.

230 Dâr-ı Saádet kırmızı, siyâh, sarı renkte veyâ bulanıktır. Buna mukábil Cennet içkileri gáyet berrâk, sáfî ve beyâzdır. Görünümü, çok güzeldir. Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran üçüncü vasıf: ‫ رَ ۪حي ٍق‬ya‘nî hális, sáfî olması, içine başka bir maddenin karışmamış olmasıdır. Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran dördüncü vasıf: ‫ َ ْم ُتـو ٍم‬ya‘nî mühür- lü, daha önce açılmamış, şahsa özel olmasıdır. Daha evvel hîçbir kimse o içkileri açmamış; içine başka şeyler katılmamıştır. Kur’ân-ı Kerîm, bu kelime ile, “Ey ehl-i Cennet! Bu içkiler, sizlere mahsústur. Hepsi mühürlüdür. Sizden evvel kimse bunları açmamıştır. İlk olarak sizler o içkilerin mührünü açacaksınız” diye müjde vermektedir. Dünyâ içkilerine ise başka eller değmiştir ve içine pis kokulu ve sarhóş edici maddeler konulmuştur. Cennet içkileri bunların hepsinden berîdir. Gelecek âyet-i kerîme, Cennet içkilerinin bu iki vasfını beyân etmektedir: ‫(“ يُ ْســ َق ْو َن ِمــن رَ ۪حيــ ٍق َ ْم ُتــو ٍم‬Onlara) Cennet’e girenlere, Cennet’te (mühürlü) içine başka şeylerin karışmasından korunmuş, şahsa özel (hális bir içkiden içirile- cektir.) Onlar o içkiden içince, büyük bir zevk ve lezzet alırlar. Kalbleri ferahlanmış olur. Aklın gitmesi ve baş ağrısı gibi hîçbir árızaya uğramazlar.”533 Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran beşinci vasıf: ‫ ِختَا ُمــ ُه ِم ْســ ٌك‬ya‘nî, içildikten sonra misk gibi kokmasıdır. Cennet içkileri, içildikten sonra Cennet’e mahsús misk gibi hóş bir koku verir. Dünyâ içkileri gibi pis kokmaz. Demek, koku cihetiyle dahi Cennet içkileri ile dünyâ içkileri arasında çok fark vardır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, bu hakíkati, Mutaffifîn Sûresi’nde şöyle haber vermek- tedir: ‫(“ ِختَا ُمــ ُه ِم ْســ ٌك َو ۪فــي ٰذ ِلــ َك فَ ْليَتَنَافَــ ِس ا ْل ُمتَنَا ِف ُســو َن‬Onun) o Cennet’e mahsús içkinin (nihâyeti, misktir.) Öyle güzel kokulu bir şeydir. Öyle pek hóş bir koku ile sona ermiş olur. (Artık ziyâde rağbet gösterenler,) nefîs bir şeye kavuşma arzusun- da bulunanlar, (bunun hakkında rağbet göstersinler.) Böyle pek lezzetli, pek nefîs bir ni‘mete kavuşmak için büyük bir rağbet göstersinler. Buna lâyık olmak için çalışsınlar; biribirleriyle yarışsınlar; ibâdet ve itáatte bulunsunlar.”534 533 Mutaffifîn, 83:25. 534 Mutaffifîn, 83:26.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 231 Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran altıncı vasıf: ‫َل يُ َص َّد ُعــو َن َع ْن َهــا‬ ya‘nî, Cennet içkilerinin baş ağrısı yapmamasıdır. Cennet’te ehl-i îmâna ikrâm edilen içkiler, dünyâ içkileri gibi baş ağrısı yapmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de Vâkıa Sûresi’nde konuyla alâkalı olarak şöyle buyruluyor: ‫“ يَطُـو ُف َعلَ ْي ِهـ ْم ِو ْلـ َدا ٌن ُمَ ّلَـ ُدو َن‬Onların çevrelerinde dâimâ aynı hâlde kalan, ya‘nî ihtiyârlamayan, değişme ve bozulmaya uğramayan gençler dolaşıp onlara hizmet ederler. Her ne zamân, her ne arzû ederlerse, istedikleri vechile hizmete hâzırdırlar.”535 ‫“ بِاَ ْكــوَا ٍب َواَبَا ۪ريــ َق َو َكأْ ٍس ِمــ ْن َم ۪عــ ٍن‬O hizmetçiler, kaynaktan çıkan lezîz şarâbdan doldurulmuş ellerinde kulpsuz ve oluksuz destiler ve kulplu ve oluk- lu ibrîkler ve kadehler olduğu hâlde onların etrâfında dolaşırlar; o muhterem zâtlara o içkiden takdîm ederler.” 536 ‫“ َل يُ َص َّد ُعــو َن َع ْن َهــا َو َل يُ ْ ِنفُــو َن‬Ehl-i Cennet’in içtikleri o şarâbdan dolayı başları ağrımaz; akıllarına halel gelmez.” 537 Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran yedinci vasıf: ‫ َو َل يُ ْ ِنفُــو َن‬ya‘nî o içkinin akıl melekesini zâil etmemesidir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, mezkûr âyet-i kerimede geçen ‫ َو َل يُ ْ ِنفُـو َن‬ya‘nî “Cennet içkisi, akla halel vermez; düşünme mele- kesini götürmez; sarhóş etmez” ifâdesiyle, bu vasfı beyân buyurmaktadır. Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran sekizinci vasıf: ‫ َل ۪في َهـا َغـ ْو ٌل‬ya‘nî, Cennet’teki içkilerin karın ağrısı yapmamasıdır. Sáffât Sûresi’nde konuyla alâ- kalı olarak şöyle buyrulmaktadır: ‫“ َل ۪في َهــا َغــ ْو ٌل َو َل ُهــ ْم َع ْن َهــا يُ ْنَفُــو َن‬O içilecek şarâbın (kendisinde ne bir ser- semletme vardır, ne karın ağrısı yapar) ki; içenleri râhatsız etsin; onların akıllarına, fikirlerine, bedenlerine bir zarar versin; (ve ne de onlar,) onu içenler (ondan sarhóş olacaklardır.) O Cennet şarâbları, dünyâdaki şarâblara aslâ benzemez. Onları içe- cek olanlar, rûhânî zevkler içinde kalacaklardır; hîçbir árızaya uğramayacaklardır. 535 Vâkıa, 56:17. 536 Vâkıa, 56:18. 537 Vâkıa, 56:19.

232 Dâr-ı Saádet Ne başları ve karınları ağrıyacak; ne helâk olma endîşesi taşıyacak; ne cisimleri zarar görecek; ne de aklî melekeleri zâil olacaktır.”538 Bu âyet-i kerîmede geçen ‫ يُ ْنَفُو َن‬kelimesi, ‫ يُ ْس َك ُرو َن‬ma‘nâsındadır. ‫ َو َل ُه ْم َع ْن َها يُ ْنَفُو َن‬demek, ya‘nî “Onlar, ondan sarhóş olmazlar” ma‘nâsındadır. Mücâhid, ‫ َو َل ُهــ ْم َع ْن َهــا يُ ْنَفُــو َن‬cümlesini şöyle îzáh etmiştir: Ya‘nî, “akılları gitmez” demektir. Aynı zamânda İbn-i Abbâs, Muhammed bin Ka‘b, el-Hasan, Atá bin Ebî Müslim el-Horasânî ve Süddî (ra) gibi ba‘zı zâtlar dahi bu ma‘nâyı kabûl etmişlerdir. 539 Demek, Cennet içkilerinin bir vasfı da, içenin aklını götürüp sarhóşluk ver- memesidir. Dünyâ içkisi ise; içenlerin, akıl gibi mühim bir ni‘meti kaybedip sar- hóş olmalarına sebebiyyet verir. Hem bu âyette Cennet içkisinin bir vasfı daha zikredilmiştir ki; o da şudur: ‫ َل ۪في َهــا َغــ ْو ٌل‬ya‘nî: “Cennet ehli, içecekleri içkiden dolayı karın ağrısı çekmezler.” Dünyâ içkileri, aynı zamânda karın ağrısına sebebdir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, ‫ َل ۪في َهــا َغــ ْو ٌل‬demekle; dünyâ içkisi ile Cennet içkisi arasındaki farkı tesbît bu- yuruyor. ‫ َغ ْو ٌل‬kelimesi, birçok ma‘nâya gelmekle berâber, burada asıl ma‘nâ, ‫ َو َجـ ُع ا ْلبَ ْطـ ِن‬ya‘nî, “karın ağrısı” demektir. Demek, ehl-i Cennet, kemâl-i râhatla içkilerini içerler. Karın ağrısından dahi emîndirler; karınları ağrımaz. Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran dokuzuncu vasıf: ‫ َل لَ ْغـ ٌو ۪في َهـا‬ya‘nî, Cennet ehli, o içkiyi içtiklerinde kötü söz söylemezler, biribirlerine sövüp say- mazlar, hakáret etmezler. Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran onuncu vasıf: ‫ َو َل تَأْ ۪ثي ٌم‬ya‘nî, o içki, bir günâha, bir kötülüğe, yalan söz söylemeye sebebiyyet vermez. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Cennet içkilerini dünyâ içkilerinden ayıran bu iki vas- fı, Túr Sûresi’nde şöyle haber vermektedir: 538 Sáffât, 37:47. 539 Tefsîr-i İbn-i Kesîr, 7/13.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 233 ‫(“ يَتَنَازَ ُعـو َن ۪في َهـا َكأْ ًسـا َل لَ ْغ ٌو ۪في َهـا َو َل تَأْ ۪ثيـ ٌم‬Ve) ehl-i Cennet, (orada) Cennet’te (karşılıklı kadeh çekiştirirler, tokuştururlar; bir kadehi elden ele dolaştırırlar.) İçi şarâb dolu kâseleri, münâvebe tarîkı ile biribirlerinden alırlar. (Onda) o içecekleri şeyde (ne bir boş söz vardır) onu içtikleri sırada lüzûmsuz, boş lâkırdılarda bulun- mazlar (ve ne de bir günâh.) Onun içilmesi, bir günâha sebebiyyet vermiş olmaz. Ya‘nî, o, dünyâdaki şarâblara benzemez; içenleri sarhóş etmez; onları abes lâkırdı- lara sevkeylemez; onları günâha sevk etmez.”540 ‫ َل لَ ْغــ ٌو‬demek, ya‘nî “Cennet’te bâtıl bir şey yoktur” veyâhúd “O içtikleri içki- den dolayı biribirlerini sövmezler. Çünkü, Cennet, böyle kötü şeylerin yeri değildir” ma‘nâsındadır. ‫ َو َل تَأْ ۪ثيــ ٌم‬demek, ya‘nî, “Sáhibini günâha sokacak hîçbir fiil yoktur” veyâhúd, “O içtikleri içkiden dolayı yalan konuşmazlar”541 demektir. İbn-i Abbâs, Mücâhid, Katâde (ra), bu ma‘nâları kabûl etmişlerdir.542 Dünyâ içkisini içenler, biribirini söverler, döverler. Yalan, bâtıl ve hezeyân veren şeyleri konuşmaya başlarlar. Cennet içkisi böyle âfetlerden berîdir. Ehl-i Cennet’ten hîçbir zamân kötü söz ve fiil sudûr etmez. Bu da ayrı bir güzelliktir. Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran on birinci vasıf: ‫َو َســ ٰقي ُه ْم رَبُّ ُهــ ْم‬ ya‘nî, o içkiyi Rablerinin kendilerine ikrâm etmesidir. Cennet içkisini, dünyâ içkisinden ayıran on ikinci vasıf: ‫َشــرَابًا طَ ُهــورًا‬ ya‘nî táhir ve temiz olmasıdır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Cennet içkilerini dünyâ içkilerinden ayıran bu iki vasfı, İnsân Sûresi’nde şöyle haber vermektedir: ‫“ َو َســ ٰقي ُه ْم رَبُّ ُهــ ْم َشــرَابًا طَ ُهــورًا‬Ehl-i Cennet’in Rableri, onlara gáyet pâk ve temiz bir şarâb içirmiştir.”543 “Ya‘nî, ehl-i Cennet’e Rableri bir şarâb içirir ki; o şarâb pâktır ve onu içen kim- seleri, ádî lezzetleri arzû etmekten vazgeçirir ve o şarâb, içen kimseyi bi’l-cümle ah- lâk-ı zemîmeden tathîr eder. Binâenaleyh, maddî ve ma‘nevî emrâzdan temizlediği 540 Túr, 52:23. 541 Tefsîr-i Taberî. 542 Tefsîr-i İbn-i Kesîr, 6/434. 543 İnsân,76:21.

234 Dâr-ı Saádet için, insâna bu dünyâda árız olan hastalıklardan hîçbir şey árız olmaz. Onlar, her türlü elemden sâlim olurlar ve ebeden sıhhat üzere bulunurlar. “Fahr-i Râzî’nin beyânı vechile, şarâbın táhir olması ile murâd; dünyâ şarâbları gibi necîs olmaz ve necâsete temâs eden el ve ayak o şarâba dokunmaz ve içtikten sonra necâsete inkılâb etmez. Zîrâ, vücûddan terlemek súretiyle çıkar. Hattâ, koku- su, misk ve anber kokusu gibi olur ve diğer şarâblar ve taámlar bununla hazm olur. Binâenaleyh, bu şarâb, diğer şarâblara mugáyir ve onların fevkınde bir şarâbdır ve bu nev‘ şarâbın şânına ihtimâm için Cenâb-ı Hak, bu şarâbla ehl-i Cennet’i sulamağı kendi Zât’ına nisbet etmiştir. Çünkü, diğer şarâblar, ehl-i Cennet’e hiz- metçiler vâsıtasıyla verileceği beyân olunmuş iken bu şarâbı Zât-ı ulûhiyyetine nis- bet etmek, elbette bu nev‘ şarâbın şerefine delâlet eder.”544 ‫(“ ِا َّن ٰهــ َذا َكا َن لَ ُكــ ْم َجــزَٓا ًء َو َكا َن َســ ْع ُي ُك ْم َم ْشــ ُكورًا‬Şübhe yok ki, bu;) size yapılan bu ihsânlar ve ikrâmlar, (sizin için bir mükâfât olmuştur) sálih amel- leriniz karşılığı olarak size ihsân buyrulmuştur. (Ve sizin çalışmanız, teşekkü- re lâyık bulunmuştur.) Şimdi o güzel amellerinizin ebedî fâidelerine kavuşmuş bulunuyorsunuz. Her şekilde tebrîke şâyânsınız.”545 Hulâsa: Yukarıdan buraya kadar Cennet içkilerinin on iki sıfatını zikrettik. Şöyle ki: Birincisi: ‫ لَــ َّذ ٍة‬ya‘nî: “İçenlere lezzet verir.” Dünyâ içkisi gibi içenlere elem, keder, acı ve sıkıntı vermez. İkincisi: ‫ بَ ْي َضـا َء‬ya‘nî: “Beyâz, sáfî, berrâktır.” Dünyâ içkisi gibi siyâh, kırmızı, sarı renkte, bulanık ve kudûretli değildir. Üçüncüsü: ‫ ِختَا ُمـ ُه ِم ْسـ ٌك‬ya‘nî: “O Cennet’e mahsús içkinin nihâyeti, misktir.” Dünyâ içkisi gibi, içildiğinde kötü kokusu yoktur. O şarâbı içen kimse, âhirinde misk râyihâsı gibi bir râyihâ bulur. Dördüncüsü: ‫ رَ ۪حيــ ٍق‬ya‘nî, içinde aslâ karışık bir madde bulunmayan sáfî ve hális şarâbdır. Beşincisi: ‫ َ ْم ُتــو ٍم‬ya‘nî: “Mühürlenmiştir.” Dünyâ içkisi gibi başkalarının müdâhalesi yoktur. Kimse içine bir şey katmamıştır. Şahsa özeldir. Mühürlü 544 Hulâsatü’l-Beyân, 15/330. 545 İnsân,76:22.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 235 olması; ehl-i Cennet’e ta‘zím ve tekrîm içindir. Zîrâ, ikrâm olunmaya layık büyük kimselere takdîm olunan şeyin, ta‘zím için mühürlü takdîm olunması ádettir. Altıncısı: ‫ َل يُ َص َّد ُعـو َن‬ya‘nî: “Cennet ehlinin, içtikleri içkiden dolayı başları ağ- rımaz.” Dünyâ içkisi ise baş ağrısı verir. Yedincisi: ‫ َو َل يُ ْ ِنفُــو َن‬ya‘nî: “Cennet içkisi, akla halel vermez. Aklı götürmez. Sarhóş etmez.” Dünyâ içkisi gibi, akıl ni‘metini zâil edip sarhóşluk vermez. Sekizincisi: ‫ َل ۪في َها َغ ْو ٌل‬ya‘nî: “İçecekleri içkiden dolayı karın ağrısı çekmezler.” Dünyâ içkileri gibi, karın ağrısı meydâna getirmez. Dokuzuncusu: ‫ َل لَ ْغــ ٌو‬ya‘nî: “O içtikleri içkiden dolayı boş söz söylemezler; bi- ribirlerini sövmezler. Çünkü, Cennet, böyle kötü şeylerin yeri değildir.” Cennet iç- kilerinden içenler, dünyâ içkisi içenler gibi bâtıl ve fâidesiz sözler konuşmazlar; biribirlerini sövmezler; biribirlerine râhatsızlık vermezler. Onuncusu: ‫ َو َل تَأْ ۪ثي ٌم‬ya‘nî: “İçtikleri içkiden dolayı yalan konuşmazlar.” Dünyâ içkisini içenler ise yalan konuşup, bâtıl sözler sarfedip, kendilerinden her türlü kötü fiiller sudûr eder. On Birincisi: ‫ َو َســ ٰقي ُه ْم رَبُّ ُهــ ْم‬ya‘nî: “Rableri, ehl-i Cennet’e, Cennet şarâbı içi- rir.” Bu, daha büyük bir ni‘mettir ki; Cenâb-ı Hak, hakíkatını bilmediğimiz bir şekilde ehl-i Cennet’e bu şarâbı içirir. Ba‘zı müfessirîn, “Cenâb-ı Hak tarafından kendisine içki ikrâm edilen bu táife, daha hás bir táifedir; dereceleri daha yüksek- tir” demişlerdir. Diğer ehl-i Cennet’e, “vildânun muhalledûn” ta‘bîr olunan Cen- net hademeleri o içkileri ikrâm eder. Bu táifeye ise, Rabbü’l-álemîn ikrâm eder. On İkincisi: ‫ َشــرَابًا طَ ُهــورًا‬ya‘nî, “pâk ve temiz şarâb” vasfında dört vasıf dahi vardır ki: Birincisi: Cennet içkileri, madde i‘tibâriyle pâk, temiz ve táhirdir. Dünyâ içkileri gibi necîs değildir. İkincisi: Netîce i‘tibâriyle dahi pâk ve temizdir. Cennet şarâbı içildikten son- ra, dünyâ şarâbı gibi bevl olmaz. Temiz, misk kokulu ter olarak vücûddan çıkar. Üçüncüsü: Cennet şarâbını içen ehl-i Cennet, ahlâk-ı hasene sáhibi olur. Dünyâ içkisini içen ise ahlâk-ı seyyie sáhibi olur.

236 Dâr-ı Saádet Dördüncüsü: Cennet içkileri, dünyâ içkilerinin meydâna getirdiği (baş ve ka- rın ağrısı, sarhóşlukla aklın zevâli gibi) mefâsidden árî ve berîdir. Demek, Cennet şarâbı, bu vasıflar ile mevsúftur. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bizleri bu ni‘metlere nâil eylesin. Âmîn. Cennet ehli yerler, içerler. Ancak yeyip içtikleri şeyin kázûrâtı ve fuzúliyyâtı olmaz. Belki ter olarak çıkar. O ter de misk gibi kokar. Resûl-i Ekrem (sav), konuyla alâkalı olarak şöyle buyurmuşlardır: ‫َو َعن زيد بن أَرقم رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل بَينا َنن ِع ْند النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم ِإ ْذ أقبل‬ ‫رجل من ا ْليَ ُهود يُ َقال لَ ُه ثَ ْعلَبَة بن ا ْل َحا ِرث فَ َقا َل ال َّس َلم َعلَ ْيك يَا ُمَ َّمد فَ َقا َل َو َعلَ ْي ُكم‬ ‫فَ َقا َل لَ ُه ا ْليَ ُهو ِد ّي ت ْزعم أَن ِفي ا ْلجنَّة طَ َعاما َو َشرَابًا وأزواجا فَ َقا َل النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه‬ ‫َوسلم نعم تؤمن بشجرة ا ْلمسك قَا َل نعم قَا َل وتجدها ِفي كتاب ُك ْم قَا َل نعم قَا َل فَ ِإن‬ .‫ا ْلبَ ْول والجنابة عرق يسيل من َتت ذوائبهم ِإلَى أَ ْق َدامهم مسك‬ Zeyd bin Erkâm (ra) şöyle anlatır: “Hazret-i Peygamber (sav)’in yanında idim. O sırada Yahûdîlerden Sa’lebe bin Hâris gelerek, ‘Esselâmü aleyke (selam sana)’ dedi. Resûlulláh (sav), ‘Ve aleyküm (size de)’ dedi. Yahûdî, ‘Cennet’te yiyecek içecek ve kadınların olduğunu mu söylü- yorsun?’ ‘Evet. Sen Cennet’te misk ağacının olduğuna inanıyor musun?’ ‘Evet ina- nıyorum!’ ‘Onu kitâbınızda da görüyor musunuz?’ ‘Evet’ deyince; Resûl-i Ekrem (sav), ‘İşte Cennet’te yerler, içerler ve kadınlarla berâber olurlar. Abdest bozmaları ve cünüblükleri, saçlarının dibinden ayaklarına kadar hafîf terlemeden ibârettir. Terleri de misk gibi kokar’ buyurdu.”546 ‫ َويَ ْشرَبُو َن َو َل يَتَ َغ ّوَ ُطو َن َو َل‬،‫ يَأْ ُك ُل أَ ْه ُل ا ْل َجنَّ ِة ۪في َها‬: ‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل‬:‫َع ْن َجابِ ٍر قَا َل‬ ‫ يُل َه ُمو َن التَّ ْس ۪بي َح‬،‫يَ ْمتَ ِخطُو َن َو َل يَ ُبولُو َن َو ٰل ِك ْن طَ َعا ُم ُه ْم ٰذ ِل َك ُج َشا ٌء َكرَ ْش ِح ا ْل ِم ْس ِك‬ .‫ َك َما يُ ْل َه ُمو َن النَّ َف َس‬،َ‫َوالت ْك ۪بير‬ Câbir (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Cennetlikler, Cennet’te yiyip içerler, ama büyük ve küçük abdest bozmazlar ve 546 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 345.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 237 sümkürmezler. Yedikleri, geğirme ve misk gibi kokan ter yoluyla çıkar. Nefes alıp verdikleri gibi râhat bir şekilde Cenâb-ı Hakk’ı tesbîh ve tekbîr ederler; noksán sıfatlardan tenzîh, kemâl sıfatlarıyla tavsíf etmekten zevk alırlar.”547 َ‫ أَ ّوَ ُل زُ ْمرَ ٍة يَ ْد ُخ ُلو َن ا ْل َجنَّةَ َع ٰل ُصورَةِ ا ْل َق َم ِر لَ ْيلَة‬: ‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل‬:‫َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ قَا َل‬ َ‫ لاَ يَ ُبولُو َن َولا‬،ً‫ ثُ َّم الَّ ۪ذي َن يَ ُلونَ ُه ْم َع ٰل أَ َش ِّد َك ْو َك ٍب ُد ِّر ٍي ِفي ال َّس َما ِء إ َضا َءة‬،‫ا ْلبَ ْد ِر‬ ‫ َو َمَا ِم ُر ُه ُم‬،‫ َورَ ْش ُح ُه ُم ا ْل ِم ْس ُك‬،‫ َولاَ يَ ْمتَ ِخطُو َن أَ ْم َشا ُط ُه ُم ال َّذ َه ُب‬،‫ َولاَ يَ ْت ُف ُلو َن‬،‫يَتَ َغ ّوَ ُطو َن‬ ‫ َع ٰل ُصورَةِ أَ ۪بي ِه ْم‬،‫ َع ٰل َخ ْل ِق رَ ُج ٍل َوا ِح ِد‬،‫ أَ ْز َوا ُج ُه ُم ا ْل ُحو ُر ا ْل ۪ع ْ ُي‬- ‫ ُعو ُد ال ِطّي ِب‬-‫ا َلل ّوَ ُة‬ . ‫ٰا َد َم ِستُّو َن ِذرَاعاً ِفي ال َّس َما ِء‬ ‫ َو ِل ُك ِّل َوا ِح ٍد‬،‫ َورَ ْش ُح ُه ُم ا ْل ِم ْس ُك‬،‫ ٰا ِنيَ ُت ُه ْم ۪في َها ال َّذ َه ُب‬:‫َو ۪في ِر َوايَ ِة ل ْل ُب َخا ِر ِ ّي َو ُم ْس ِلم‬ ‫ َو َل‬،‫ لاَ ا ْخ ِتلاَ َف بَ ْينَ ُه ْم‬،‫ِم ْن ُه ْم زَ ْو َجتَا ِن يُ ٰرى ُم ُّخ ُسو ِق ِه َما ِم ْن َورَا ِء ال ّلَ ْح ِم ِم َن ا ْل ُح ْس ِن‬ . ‫ قُ ُلوبُ ُه ْم قَ ْل ٌب َوا ِح ٌد يُ َس ِّب ُحو َن الّٰلَ بُ ْكرَةً َو َع ِشيًّا‬:‫تَبَا ُغ َض‬ Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Cennet’e ilk girecek kimselerin yüzleri, dolunay gibi parlak olacak. Onların peşi sıra girecek olanlar, gökyüzündeki en parlak yıldız gibi aydınlık olacak. Orada küçük ve büyük abdest bozmak yoktur. Onlarda tükürük ve sümük de bulunmaya- caktır. Onların tarakları, altındandır. Terleri, misk gibidir. Buhurdânlıklarındaki koku, Cennet’in güzel kokulu ağacındandır. Eşleri, hûrîlerdir. Cennetliklerin hepsi de babaları Âdem’in şeklinde yaratılmış olup boyları altmış arşındır.”548 Buhárî ve Müslim’in başka bir rivâyetlerinde ise şöyle denilmiştir; “Onların Cennet’teki kapları, altındandır. Onların teri, misktir. Ehl-i Cennet’ten her birinin iki kadını vardır ki, vücûdunun güzelliğinden iki baldır kemiğinin iliği, etinin üstünden görünür. Ehl-i Cennet’in arasında ne çekişme vardır, ne de düşmân- lık. Kalbleri bir kalb gibi birdir. Onlar, sabâh akşâm Elláh’ı tesbîh ederler.”549 ‫َعن أبي أُ َما َمة رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل ِإن الرجل من أهل ا ْلجنَّة ليشتهي ال َّشرَاب من‬ ‫شراب ا ْلجنَّة فَيَ ِجيء الإبريق فَيَ َقع ِفي يَده فيشرب ث َّم يعود ِإلَى َم َكا ِن ِه‬ 547 Müslim, Cennet, 18. 548 Buhárî, Bed’ü’l-Halk, 8; Müslim, Cennet, 15. 549 Buhárî ve Müslim.

238 Dâr-ı Saádet Ebû Ümâme (ra)’den şöyle rivâyet olundu: “Cennet ehlinden kimin cânı içki isterse, kendiliğinden bir desti gelir, avucuna boşalır. İçince de geldiği yere tekrâr geri gider.”550 Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri de Cennet ehlinin yiyip içtikleri hâlde yiyip içtikleri şeylerin kázûrâtı ve fuzúliyyâtı olmadığı husúsunda şöyle buyuruyor: “Hem Cennet’te lüzûmsuz, kışırlı ve fuzúlî maddeler olmadığından; ehl-i Cen- net’in ekl ve şürbünden sonra kázûrâtı olmadığını, hadîs-i şerîf beyân ediyor. Mâdem şu süflî dünyâda, en ádî zî-hayât olan ağaçlar, çok tegaddî ettikleri hâlde kázûrâtsız oluyorlar. En yüksek tabaka-i hayât olan Cennet ehli neden kázûrâtsız olmasın?”551  ON İKİNCİ MEBHAS Cennet’in gölgeleri hakkındadır. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da, birçok âyette Cennet’in gölgelerin- den bahsetmektedir. Şöyle ki: Cennet’in gölgelerini beyân eden birinci âyet: Nisâ Sûresi’nde şöyle buyrulur: ‫َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت َسنُ ْد ِخ ُل ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬ ‫َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًد ۜا لَ ُه ْم ۪في َهٓا اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌۘة َونُ ْد ِخ ُل ُه ْم ِظ ًّل ظَ ۪لي ًل‬ “(Ve o kimseler ki;) onlar, Elláhu Teálâ’ya, kitâblarına, resûllerine ve âhirete (îmân ettiler ve) îmânlarının muktezásı olan (sálih amellerde bulundular. Biz Azí- mü’ş-şân, yakın vakitte onları altlarından ırmaklar akar Cennet’lere, o Cennet’lerde ebedî kalıcı oldukları hâlde elbette idhál edeceğiz. Onlar için orada) Cennet’te hayız ve nifâsdan, dünyâda fıtratın sevmeyeceği ahlâk-ı zemîmeden ve sû-i işretten (pâk ve temiz eşler vardır ve onları,) ne sıcak, ne soğuk, tam karârında kemâl-i râhatta oldukları hâlde (gölgeler altında bulunduracağız.) Ve o gölge, gáyet medîd ve kesîf olup onda hîçbir harâret bulunmaz. Güneş te’sîr etmez, mümted bir gölgedir ki; 550 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 343. 551 Sözler, 28. Söz, s. 500-501.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 239 ni‘met-i tâmmeyi ve râhat-ı dâimiyyeyi mûcibdir. Onlar, o Cennet’lerde dâimî bir huzúr ve saádet içinde yaşayıp duracaklardır.”552 “Cennet’te Güneş olmadığı cihetle gölge olacağı ma‘lûm iken; gölgeyi zikir, kemâl-i râhattan kinâyedir. Çünkü, Cezîretu’l-Arab gáyet harâretli ve Arabistân’da gölge fevka’l-áde kıymetli ve esbâb-ı istirâhattan ma‘dûd olduğu cihetle Cenâb-ı Hak, Cennet’in kemâl-i râhata mahal olduğunu inde’l-Arab makbûl olan gölgesini zikirle beyân buyurmuştur. “Şu hâlde, ً‫ ظَ ۪ليــا‬râhatta mübâlağayı beyân için gelmiştir. Ya‘nî, ‘Bir gölgedir ki; gölge denmeye şâyândır’ demektir.”553 Cennet’in gölgelerini beyân eden ikinci âyet: Ra‘d Sûresi’nde şöyle buyru- luyor: ‫َمثَ ُل ا ْل َجنَّ ِة الَّ۪ت ُو ِع َد ا ْل ُمتَّ ُقو َنۜ َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُرۜ اُ ُك ُل َها َدٓائِ ٌم َو ِظ ّلُ َه ۜا‬ ‫ِت ْل َك ُع ْق َب الَّ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا َو ُع ْق َب ا ْل َكا ِف ۪ري َن النَّا ُر‬ “(Takvâ sáhiblerine) Elláh’tan korkan, O’nun hükümlerine riáyet eden, mu- harremâttan nefislerini vikáye eden mü’minlere (va‘d olunan Cennet’in evsáfı şu- dur: Onun altından ırmaklar akar; yemişleri ve gölgeleri dâimîdir.) Öyle dünyâ bahçelerinin, bostânlarının meyveleri, sebzeleri gibi geçici değildir. Hem orada dâimî, hóş bir gölgelik vardır. Ya‘nî, o Cennet’te sıcaklık, soğukluk, zulmet gibi şeyler yoktur. (İşte) şu evsáfı hâiz olan (o Cennet, takvâ sáhiblerinin ákıbetidir ve kâfirlerin ákıbetleri ise âteştir.)”554 Cennet’in gölgelerini beyân eden üçüncü âyet: Yâsîn Sûresi’nde şöyle buy- ruluyor: ‫(“ ُهــ ْم َواَ ْز َوا ُج ُهــ ْم ۪فــي ِظــ َا ٍل َعــ َى ا ْلَرَ ٓائِــ ِك ُمتَّ ِكــ ُؤ۫ َن‬Onlar) Cennet ni‘metine mazhar olan o mü’minler (ve) îmân şerefine nâil olmuş (eşleri,) Cennet’te son derece istirâhatı te’mîn eden (gölgeler içinde) ya‘nî, kendilerini râhatsız edecek ışık ve sıcaklığa ma‘rûz kalmaksızın, huzúr ve emniyyet içinde (tahtlar üzerine dayanıp oturmuşlardır.)”555 552 Nisâ, 4:57. 553 Hulâsatü’l-Beyân, 3/117. 554 Ra‘d, 13:35. 555 Yâsîn, 36:56.

240 Dâr-ı Saádet “Yirmi Beşinci Mektûb Yasîn Sûresi’nin Tefsîri-3” adlı eserimizde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sadedinde şöyle denilmiştir: “‫ ِظ َل ٍل‬kelimesi, ‫ ِظ ٌّل‬kelimesinin çoğuludur ve dört ma‘nâya muhtemeldir: “1. Gölgeler demektir. Cennet’te gölge vardır. Ancak mâhiyyeti bizce mechûl- dür. Hem Cennet’te Güneş olmadığından dünyâdaki gibi bir gölgeye ihtiyâc yoktur. Ancak, insân dünyâda iken gölgeden lezzet aldığı için, Cennet’te de mâhiyyetini bilmediğimiz bir tarzda ashâb-ı Cennet, Cennet’te gölgelenecek ve bundan ayrı bir lezzet alacaktır. Zîrâ, Cennet’te ehl-i îmâna ihsân edilecek ni‘metlerin bir nümûne- si, dünyâda mevcûddur. “2. Bu kelime, ehl-i îmân ve táate, Cennet’te elem ve keder, sıkıntı ve meşakkat, yorgunluk ve bitkinlik gibi râhatsız edici hîçbir hâletin bulunmadığından kinâyedir. Nitekim, Cenâb-ı Hak, ashâb-ı Cennet’in hîçbir elemi olmadığını beyân sadedinde şöyle buyurmuştur: “‫‘ َل يَ َم ُّسـنَا ۪في َهـا نَ َصـ ٌب َو َل يَ َم ُّسـنَا ۪في َهـا لُ ُغـو ٌب‬Artık (burada bize bir yorgun- luk dokunmayacaktır) dâimâ istirâhat içinde yaşayacağız (ve burada bize hîçbir usanç dokunmayacaktır.) Böyle bir râhat yerde, zevk u safâ içinde, dâimî bir sú- rette yaşayacağız.’556 “‫(‘ َل يَـرَ ْو َن ۪في َهـا َشْ ًسـا َو َل زَ ْم َه ۪ريـرًا‬Orada ne bir Güneş, ne de bir zemherîr göre- cekler.) Onlar, orada kendilerini râhatsız edecek sıcaktan da soğuktan da korun- muştur. Ebedî olarak tam bir ferahlık ve râhatlık içinde yaşarlar. Zîrâ, Cennet’in havâsı, sıcaklık ve soğukluk bakımından mu‘tedildir. Hem Cennet pür-nûr oldu- ğundan, orada ne Güneş’e, ne de Ay’a ihtiyâc vardır.’557 “3. Ebû Hayyân, âyet-i kerîmede geçen ‫ ِظــ َا ٍل‬kelimesini, insâna gölge yapan elbise ve perde gibi şeylerle tefsîr etmiştir. “4. Zifâf ve gerdek için hâzırlanan oda veyâ settâreli yer ma‘nâsındadır. “‫ ِظ َل ٍل‬kelimesinin cem‘ olarak zikrinin üç sebebi olabilir: “1. Herkese olan gölgenin tümü murâddır. “2. Herkes için vikáye yönlerinin çokluğundan gölge de çok olur. 556 Fâtır, 35:35. 557 İnsân, 76:13.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 241 “3. Bu kelimenin cem‘ olarak zikri, azamet-i kadrine işârettir.”558 Bu âyet-i kerîme, Cennet ehlinin meşgúliyyetinin keyfiyyetini beyân eden bir misâldir. Ashâb-ı Cennet ve hánımları, gölgelerde yaşarlar. Ya‘nî, onlar ve eşle- ri, Cennet’te ağaçların gölgelerindedirler. Orada insânı râhatsız edecek harâret ve bürûdet yoktur. Hava, dâimâ mu‘tedildir. Cennet ne soğuk, ne de sıcaktır. Cennet ehli, orada karşılıklı oturup içki içerler. O içki ile cinsî münâsebet gücü artar. Koltukların yüksekliği, beş yüz senelik mesâfededir. Oturmak iste- diğinde aşağı iner; oturduğunda yükselir. Cennet’te uyku yoktur. Zîrâ, Cennet’te uykuyu gerektiren yorgunluk, sıkıntı, derd ve keder gibi esbâb mevcûd değildir. Bu âyet-i kerîmenin ifâdesiyle, ashâb-ı Cennet, sâdece Cennet ni‘metlerin- den faydalanmakla kalmazlar. Aynı zamânda eşleriyle bir ünsiyyet ve saádet içindedirler. Onlar, orada kendilerini gölgeleyen ve örten çadır ve zifâf odala- rında tahtları üzerinde saádet içindedirler. Zeyd bin Erkam (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Elláhu Teálâ, Cennet ehlinin her birine yüz kişilik şehvet kuvveti verir. Yemek-içmek husúsunda da böyledirler.” Ehl-i îmân ve táatin mü’mine ve itáatkâr zevcesi, dünyâ hayâtında huzúr ve saádet vesîlesi olduğu gibi, Cennet’te de daha a‘lâ bir súrette huzúr ve saádet vesîlesi olacaktır. “İşârâtü’l-İ‘câz Tefsîri”nde bu konu şöyle îzáh edilmiştir: “Evet insânın en fazla ihtiyâcını tatmîn eden, kalbine mukábil bir kalbin mev- cûd bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübâdele etsinler ve lezâizde biribirine ortak, gâm ve kederli şeylerde de yekdiğerine muávin ve yar- dımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veyâ bir şeye dalarak tefekkür eden adam, velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalblerin en latífi, en şefîkı; kısm-ı sânî ile ta‘bîr edilen kadın kalbidir. Fakat, kadın ile rûhî imtizâcı (geçimi) ikmâl eden, kalbî ünsiyyet ve ülfeti itmâm eden, súrî ve záhirî olan arkadaşlığı samîmîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyie- den temiz ve pâk bulunması ve çirkin árızalardan hálî olmasıdır.”559 Hadîs-i şerîfte beyân edildiği üzere: “Kıyâmet günü Güneş, insânlara bir mil mesâfe kalıncaya kadar yaklaştırılır. Harâretinden beyinler kaynar. İnsânlar, 558 25. Mektûb Yasîn Sûresi’nin Tefsîri-3, s. 30-31. 559 İşârâtü’l-İ‘câz, s. 145.

242 Dâr-ı Saádet işledikleri kötü amelleri kadar tere boğulurlar. Onlardan bir kısmı topuklarına, bir kısmı dizlerine, bir kısmı bellerinin hizâsına kadar, bir kısmı da ağızları hizâsına kadar ter içinde kalırlar.”560 “Kıyâmetin dehşetinden insânlar öyle terlerler ki; on- ların terleri, yerin yetmiş arşın derinliğine ulaşır. Ter, onların ağızlarına ve kulak- larına kadar ulaşır.”561 Ehl-i Cehennem, haşir meydânında böyle bir vaz‘ıyyette iken, ashâb-ı Cennet, Cennet’te gölge içindedir. Cennet’te, Güneş’in harâretinden korunmak amacıy- la mevcûd olan gölge yoktur. Zîrâ, Cennet’te Güneş yoktur. Cennet’in gölgesi, Güneş doğmadan önceki duruma benzer olduğuna dâir ba‘zı rivâyetler vardır. Âyet-i kerîmede geçen ‫ ِظــ َا ٍل‬kelimesi, bir meseldir, bir teşbîhtir. Kur’ân-ı Kerîm’de Cennet ni‘metleriyle alâkalı zikredilen âyet-i kerîmeler müteşâbihât- tandır. Cennet’teki ni‘metlerin ve o ni‘metlerden hâsıl olan lezzetlerin yüksek derecelerini dünyâdaki emsâlleriyle aklımıza yaklaştırıyor. Hakíkí mâhiyyetleri bizce mechûldür. Bu káideye binâen, Cennet’te gölge vardır.562 Ancak mâhiyyeti bizce mechûldür. Nasıl ki; dünyâda insânın en huzúrlu hâllerinden biri, hánımı ile berâber karşılıklı koltuklar üzerinde, meyvedâr ağaçların gölgeleri altında, akan suların yanında oturmasıdır. Aynen öyle de, ashâb-ı Cennet, Cennet’te bu hâlin pek fevkınde lezzetli ve huzúrlu bir hâle mazhar olacaktır. İşte bu âyet-i kerîme, böyle bir hâli tasvîr ediyor ve insânın bu nev‘ hislerinin orada bâkí bir súrette tatmîn edileceğini haber veriyor. Evet, şu dünyâdaki ni‘metler, Cennet’teki ni‘metlerin nümûneleridir. Binâe- naleyh, Kur’ân Cennet’i tavsíf ederken, onların dünyevî nezáirine dahi işâret et- mek için tavr-ı aklın háricinde olan Cennet’i ve içindeki masnûátı, dünyevî em- sâllerinin isimleriyle isimlendirmiş ve akla takrîb etmiştir. Yoksa, o ni‘metlerin hakíkatini ve ehl-i îmânın onlardan istifâde etme derecesini ifâde etmiş değildir. Çünkü, Cennet’teki ni‘metler, dünyâdaki ni‘metlere isim olarak benzer, ancak o ni‘metlerin tatları, renkleri, kokuları, şekilleri ve onlardan alınan zevk ve lezzet, bütün bütün ayrıdır. Demek, Cennet’le alâkalı âyetler, bu ma‘nâda birer temsîl, birer teşbîhtir. “Cennet, ağaç, pınar, hurma, nar, çadır, gölge”gibi 560 Müslim, Cennet, 62. 561 Buhárî, Rikâk, 47, Müslim, Cennet 61. 562 Nisâ 4:57; Ra‘d 13:35; Vâkıa 56:30; İnsân 76:14; Mürselât 77:45. âyet-i kerîmeleri de aynı ma‘nâyı ifâde etmektedir.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 243 unvânlar, dünyevî nümûnelerini ihtár etmek içindir. Cennet’te bağ, bahçe, ağaç, meyve, pınar, sarây, gölge, zevce gibi ni‘metler aynen ve cismen vardır. Ancak, Cennet ve Cennet’teki bu gibi ni‘metler ve bu ni‘metlerden elde edilen lezzet- ler, dünyâya ve dünyâdakilere benzemez. O hâlde, Cennet ve ni‘metleri, maddî ve cismânîdir. İşte Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bu temsîl ve teşbîh üslûbuyla dünyevî ni‘metleri nazara verip, onların arkasında Cennet’teki ni‘metleri isbât eder. “Sözler” adlı eserde şöyle deniliyor: “Cenâb-ı Kerîm-i Mutlak, onları [dünyevî ni‘metleri] âhiret ni‘metlerine bir liste, hem ihtár edici, hem müşâbihleri, hem Cennet meyvelerine müşterileri da‘vet eden nümûneler súretinde yapmış.”563 Hem Cennet’teki ni‘metlerden istifâde etmek, ihtiyâcdan dolayı değil- dir. Belki, sâdece o ni‘metlerden telezzüz etmek içindir. Bu káideye binâen, ehl-i Cennet, ihtiyâcdan dolayı değil, sırf telezzüz için gölgelenirler ve bundan Cennet’e muvâfık ayrı bir lezzet alırlar. Mü’minler, dâr-ı imtihân olan dünyâda ma‘rûz kaldıkları ve çektikleri me- şakkat ve sıkıntılarını geride bırakıp mükâfâtlarını almak üzere râhatlatıcı göl- geliklerde, ta‘rîfi mümkün olmayan tahtlar üzerinde karşılıklı oturup tatlı soh- bette bulunurlar. Orada tama‘, hırs, hased ve ihtirâs gibi sû-i ahlâk söz konusu değildir.564 Cenâb-ı Hakk’ın Cennet’te her mü’mine fazlından verdiği ni‘metler, göz ve gönül dolduracak kadar bol ve geniştir.565 Evet, Cennet o kadar geniştir ki; herkesin hissesine düşen kısmı da sanki bütün Cennet kadar geniştir, vâsi‘dir. Demek, Cennet ehlinin her birisine, sanki bütün Cennet vardır. Ya‘nî, ehl-i Cennet, hep berâber, bir Cennet’te değillerdir. Herkese verilen Cennet, bütün Cennet kadardır. Ya‘nî, Elláh (cc), hepsini bir yere, bir Cennet’e idhál edip ismini Cennet koymamıştır. Belki, herkesin o ka- dar geniş bir Cennet’i vardır ki; sanki bütün Cennet ondan ibârettir. Cennet’in gölgelerini beyân eden dördüncü âyet: Vâkıa Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫“ َو ِظ ٍّل َ ْم ُدو ٍد‬Ve o ashâb-ı yemîn, devâm edip duran, güzel, râhatlatıcı, her zamân 563 Sözler, 8. Söz, s. 38. 564 A‘râf, 7:43; Hicr, 15:47. 565 Mü’minûn, 23:19; Sád, 38:51; Zuhruf, 43:73; Vâkıa, 56:32.

244 Dâr-ı Saádet bir karâr üzere bulunan bir gölgeye nâil olacaklardır. Cennet’te Güneş olmadığın- dan; gölge, her tarafı ihâta eder ve her şahıs hakkında müsâvîdir.” 566 Cennet’in gölgelerini beyân eden beşinci âyet: İnsân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ َو َدا ِنيَـةً َعلَ ْي ِهـ ْم ِظ َللُ َهـا َوذُ ِلّلَـ ْت قُطُوفُ َهـا تَ ْذ ۪ليـ ًا‬Ve onların) ehl-i Cennet’in (üzerlerine) Cennet’teki ağaçların (gölgeleri yakındır;) onlar için, o ağaçlar vâsıtasıyla da istirâhatlerinin artması takdîr edilmiştir. O bağların, bahçe ve bostânların (meyveleri de) ehl-i Cennet’in (tam bir itáatle emirlerine, istifâdele- rine sunulmuştur.) O Cennet ehli, o meyvelerden pek kolaylıkla istifâde ederler; onları elde ederek zevk alırlar.”567 Cennet’in gölgelerini beyân eden altıncı âyet: Mürselât Sûresi’nde şöyle buy- ruluyor: ‫(“ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قـ َن ۪فـي ِظـ َا ٍل َو ُع ُيـو ٍن‬Şübhe yok ki; müttakíler,) Cennet’te (gölgelerde ve çeşmelerdedirler.) Onlar, ağaçların gölgelerinde bulunurlar ve dâimâ akıp giden lezzetli sulardan, pınarlardan içip zevk alırlar.”568 Resûl-i Ekrem (asm), Cennet’in ağaçlarının gölgesinden şöyle bahsetmektedir: ‫َو ِفي ال َص ۪حي َح ْ ِي أَ ْي ًضا ِم ْن َح ۪دي ِث أَ ۪بي َحا ِز ٍم َع ْن َس ْه ِل ْب ِن َس ْع ٍد َع ْن رَ ُسو ِل الّٰ ِل َص َّل‬ .‫ ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة لَ َش َجرَةً يَ ۪سي ُر ال ّرَا ِك ُب ۪في ِظ ِّل َها ِمائَةَ َعا ٍم َل يَ ْقطَ ُع َها‬:‫الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل‬ Buhárî ve Müslim’de, Ebû Hâzım hadîsinde; Sehl bin Sa‘d (ra), Resûlulláh (asm)’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Cennet’te öyle bir ağaç vardır ki; bir binekli, onun gölgesinde yüz yıl gider de yine o gölgeyi bitiremez.”569 ‫قاَ َل اَبُو َحا ِز ٍم فَ َح َّدثَنَا بِ ِه النُّ ْع َما ُن ْب ُن أَ ۪بي َعيَّا ِش ال ّزَ ْر ۪قي فَ َقا َل َح َّدثَ۪ن أَبُو َس ۪عي ٍد ا ْل ُخ ْد ِر ُّي‬ ‫ يَ ۪سي ُر ال ّرَا ِك ُب ا ْل َجوَا َد‬،ً‫ ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة لَ َش َجرَة‬:‫َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل‬ .‫ا ْل ُم َض َّمرَ ال َّس ۪ري َع ۪في ِظ ِّل َها ِمائَةَ َعا ٍم َل يَ ْقطَ ُع َها‬ 566 Vâkıa, 56:30. 567 İnsân,76:14. 568 Mürselât, 77:41. 569 Buhárî, 9/415; Müslim, 2827.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 245 Ebû Hâzım dedi ki: “Ebû Saíd el-Hudrî, Resûl-i Ekrem (asm)’dan şöyle rivâyet etti: ‘Cennet’te öyle bir ağaç vardır ki; iyi eğitilmiş, hızlı koşan bir ata binen kişi, onun gölgesinde yüz yıl gider de o ağacın gölgesini kat‘edip bitiremez.’ ”570 Hulâsa: Cennet’te mâhiyyetini bilmediğimiz gölgeler vardır. Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân, kemâl-i râhata delâlet için Cennet’te bulunan gölge ta‘bîrini kullan- mıştır. Cennet’te herhangi bir şeyin gölgesinden murâd, kapladığı sâha ve alan- dır. Meselâ; yukarıda zikrettiğimiz hadîste de geçtiği gibi, “Cennet’in bir ağacının gölgesinde, yüz yıl gidilse dahi kat‘edilmez” demek, ya‘nî o ağacın kapladığı alan ve sâhası demektir. O alan ve sâha, o kadar büyük ve geniştir ki; bir kimse, o ağacın kapladığı alanın altında yüz yıl gitse, yine o alanı bitiremez, demektir. El-ilmü indelláh.  ON ÜÇÜNCÜ MEBHAS Cennet’in iklimi hakkındadır. Cennet’in mu‘tedil bir havâsı vardır. Orada ne yakıcı bir sıcak, ne de şiddet- li bir soğuk mevcûddur. Tefsîrlerde Cennet’in aydınlığının, şafak vaktiyle Gü- neş’in doğuşu arasındaki vaktin aydınlığı gibi olacağı beyân edilmektedir. İnsân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫“ ُم َتّ ِك۪ٔــ َن ۪في َهـا َعـ َى ا ْلَرَ ٓائِـ ِ ۚك َل يَـرَ ْو َن ۪في َهـا َشْ ًسـا َو َل زَ ْم َه ۪ريـرًا‬Cennet ehli (ora- da) Cennet’te, kendileri için hâzırlanmış (tahtlar) koltuklar (üzerine yaslanırlar.) Tam bir huzúr ile otururlar. (Orada ne bir Güneş, ne de bir zemherîr) şiddetli soğuk (görürler.) Gáyet mu‘tedil ve mizâc-ı beşere muvâfık bir hava içinde ya- şarlar. Onlar, orada kendilerini râhatsız edecek sıcaktan da soğuktan da korun- muştur. Ebedî olarak tam bir ferahlık ve râhatlık içinde yaşarlar. Zîrâ, Cennet’in havâsı, sıcaklık ve soğukluk bakımından mu‘tedildir. Hem Cennet, pür-nûr oldu- ğundan; orada ne Güneş’e, ne de Ay’a ihtiyâc vardır.”571  570 Müslim, 2828. 571 İnsân, 76:13.

246 Dâr-ı Saádet ON DÖRDÜNCÜ MEBHAS On yedi mes’eledir. Birinci Mes’ele: Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın, dâr-ı saádet olan Cennet’le alâkalı ba‘zı tebşîrâtına dâirdir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, birçok âyet-i kerîmesinde ehl-i îmân ve táati Cennet ile tebşîr; ehl-i şirk, küfür ve isyânı da Cehennem ile inzâr buyurmaktadır. Ve kezâ, resûllerin, ümmetlerine “beşîr” ve “nezîr” olarak gönderildiklerini haber vermektedir. Evet, Hálık-ı Álem, Cennet ve Cehennem’i halk ve îcâd ettikten sonra, başta Kendisini tanıttırmak ve sevdirmek olmak üzere birçok gáye, maksad ve hikmet için bu dâr-ı ibtilâ’ ve meydân-ı tecrübeyi açmıştır. İnzâl-i kütüb ve irsâl-i rusül ile nâsı; îmân ile Kendisini tanımaya, ibâdet ve şükür ile de Kendisini sevmeye da‘vet etmiştir. Kezâ, kitâbları ve resûlleri lisânıyla; îmân ve ibâdet vazífesini edâ edenleri dünyâ ve âhiret saádetiyle tebşîr etmiş; îmân ve ubûdiyyetten is- tinkâf edenleri de dünyâ ve âhiret şekávetiyle inzâr eylemiştir. Tecrübe ve ibtilâ’ bittikten sonra bu memleketin harâb edileceğini, insân- ların meydân-ı haşre cem‘ olacaklarını, o gün imtihân ve tecrübenin netîceleri ortaya çıkacağını; tebşîrât-ı İlâhiyye’ye kulak verip îmân ve táat dâiresinde ka- lan ebrâr táifesinin ebedî saádete mazhar, semâvî fermânları ve resûlleri dinle- meyen füccâr táifesinin de ebedî şekávete dûçâr olacaklarını ihbâr-ı bi’l-gayb nev‘ınden haber vermiştir. Şimdi Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın dâr-ı saádet olan Cennet’le alâkalı ba‘zı tebşîrâtını dört kısım hâlinde zikredeceğiz. Şöyle ki: Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın dâr-ı saádet olan Cennet’le alâkalı ba‘zı teb- şîrâtına dâir birinci kısım: Doğrudan doğruya Cenâb-ı Hak tarafından yapılan tebşîrâttır. Bu kısma dâir Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’dan iki misâl veriyoruz. Birinci Misâl: ‫(“ يُبَ ِّشـ ُر ُه ْم رَبُّ ُهـ ْم بِرَ ْحَـ ٍة ِم ْنـ ُه َو ِر ْضـوَا ٍن َو َجنَّـا ٍت لَ ُهـ ْم ۪في َهـا نَ ۪عيـ ٌم ُم ۪قيـ ٌم‬Onları,) bu yüksek vasıflara sáhib olan mü’minleri, (Rab’leri, kendinden) ind-i İlâhîsinden sırf bir lütuf olarak (bir rahmet ile ve onlardan) dâimî bir súrette (râzı olmakla ve) onlara ebediyyen gazab ve azâb etmemek üzere (Cennetler ile müjdeler. Onlar için o

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 247 Cennetlerde) kederden ârî, mihnetten berî; tükenmek, azalmak, kuruyup çürümek gibi âfetlerden sâlim (ebedî ni‘metler vardır.)”572 ‫(“ َخا ِل ۪ديـ َن ۪في َهٓـا اَبَـ ًداۜ ِا َّن الّٰلَ ِع ْنـ َد ُهٓ اَ ْجـ ٌر َع ۪ظيـ ٌم‬Onlar,) bu yüksek vasıflara sáhib olan mü’minler (orada ebedî olarak kalacaklardır.) Artık onların, mazhar oldukla- rı ni‘metlerden mahrûm kalmaları düşünülemez. (Şübhe yok ki, Elláhu Teálâ’nın indinde,) ma‘nevî huzúrunda, dâr-ı âhirette, (pek büyük bir mükâfât vardır.) Bâ- husús onlar; dâr-ı saádet olan Cennet’te lâ zamânî, lâ mekânî, lâ keyfî bir súrette Cenâb-ı Hakk’ın cemâliyle müşerref olacak, O’nun rızásına nâil olacaklardır. El- bette bu, Cennet ni‘metlerinin fevkınde pek büyük bir mükâfâttır.”573 İkinci Misâl: ‫َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت ۪في رَ ْو َضا ِت ا ْل َجنَّا ِ ۚت‬ ‫لَ ُه ْم َما يَ َٓشا ُؤ۫ َن ِع ْن َد رَبِّ ِه ْمۜ ٰذ ِل َك ُهوَ ا ْل َف ْض ُل ا ْل َك ۪بي ُر‬ “Îmân edenler ve sálih amellerde bulunanlar ise, Cennetlerin bahçelerindedir. Onlar için Rab’lerinin katında diledikleri şeyler vardır. İşte budur o en büyük lütuf.”574 ۜ‫“ ٰذ ِلـ َك الَّـ ۪ذي يُبَ ِّشـ ُر الّٰ ُل ِعبَـا َد ُه الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت‬Şöyle ki: (İşte bu, o) Cennetlere erişme hakkındaki haber(dir ki,) bunu (Elláh, îmân edip sálih amel işleyen kullarına müjdeler.) Tâ ki, daha dünyâda iken bu İlâhî lütuftan ha- berdâr olarak tam bir aşk ve gönül ferahlığı ile kulluk vazífelerini yerine getirmeye çalışsınlar.”575 Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın dâr-ı saádet olan Cennet’le alâkalı ba‘zı teb- şîrâtına dâir ikinci kısım: Başta Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân olmak üzere, semâvî kitâblar vâsıtasıyla yaptığı tebşîrâttır. Gelecek âyet-i kerîmeler bu hakíkati ifâde etmektedir: Birinci Âyet-i Kerîme: ‫ِا َّن ٰه َذا ا ْل ُق ْر ٰا َن يَ ْه ۪دي ِل ّلَ۪ت ِه َي اَ ْقوَ ُم َويُبَ ِّش ُر ا ْل ُم ْؤ ِم ۪ني َن‬ ‫الَّ ۪ذي َن يَ ْع َم ُلو َن ال َّصا ِل َحا ِت اَ َّن لَ ُه ْم اَ ْجرًا َك ۪بيرًا‬ 572 Tevbe, 9:21. 573 Tevbe, 9:22. 574 Şûrâ, 42:22. 575 Şûrâ, 42:23.

248 Dâr-ı Saádet “(Şübhe yok ki, bu Kur’ân) bütün insânlığa hıtáb eder. Bütün hükümleri, nev-ı beşerin dünyâ ve âhiret saádetini te’mîn etmeye müteveccihtir. O, yalnız bir kav- mi, bir milleti değil; bütün insânları İslâm Dîni’ne da‘vet eder. Kendisine îmân edip ahkâmıyla amel edenleri (en doğru yola iletir ve sálih amellerde bulunan mü’minlere müjde verir ki, onlar için muhakkak büyük bir mükâfât vardır.) O da Cennet’e kavuşmaktır, Elláh’ın cemâlini görme şerefine erişmektir.”576 İkinci Âyet-i Kerîme: ‫َويُبَ ِّشـرَ ا ْل ُم ْؤ ِم ۪نـ َن الَّ ۪ذيـ َن يَ ْع َم ُلـو َن ال َّصا ِل َحـا ِت اَ َّن لَ ُهـ ْم اَ ْجـرًا َح َسـنًا َما ِك ۪ثـ َن ۪فيـ ِه اَبَـ ًدا‬ “Elláhu Teálâ, kulu Muhammed (asm)’a Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’ı indirdi. Tâ ki, o Kitâb vâsıtasıyla (sálih amellerde bulunan mü’minleri müjdelesin ki, onlar için) îmânları ve sálih amelleri mukábilinde (şübhe yok ki güzel bir mükâfât vardır.) O da, Cennet’ten ve orada olan pek güzel ni‘metlerden ibârettir. O mü’minler (orada) Cennet’te (ebedî olarak ikámette bulunacaklar,) onların mükâfâtları aslâ son bulmayacaktır.”577 Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın dâr-ı saádet olan Cennet’le alâkalı ba‘zı teb- şîrâtına dâir üçüncü kısım: Cenâb-ı Erhamürrâhimîn; başta Resûl-i Ekrem (asm) olmak üzere bütün peygamberler vâsıtasıyla, Cennet, saádet-i ebediyye ve rü’yet-i Cemâlulláh müjdesini ümmetlerine vermiştir. Rusül-i kirâm, beşîr ve mübeşşirdirler. Ümmetlerini îmân ve táat mukábi- linde Cennet ile tebşîr eylemişlerdir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, birçok âyet-i kerî- mesinde resûllerin bu vasıflarını nazarımıza vermektedir. Bir kısmını nümûne olarak zikredip kalan kısmı dipnotta vereceğiz.578 Birinci Misâl: ‫(“ َو َمـا نُ ْر ِسـ ُل ا ْل ُم ْر َسـ ۪لي َن ِا َّل ُمبَ ِّشـ ۪ري َن َو ُم ْن ِذ ۪ريـ َ ۚن‬Ve Biz; peygamberleri gönderme- yiz) onların gönderilmeleri boş yere değildir, (ancak) onları, ümmetlerine dünyâ ve âhiret saádetiyle (müjdeleyiciler ve) dünyâ ve âhiret şekávetiyle (uyarıcılar olarak göndeririz.) Mü’minleri sevâb ile Cennetlere nâiliyyet ile müjdelerler; kâfir ve ásí 576 İsrâ, 17:9. 577 Kehf, 18:2-3. 578 Kur’ân-ı Azímüşşân’da rusül-i kirâm hakkında ‫ بَ ِشيًرا‬ve ‫ ُمبَ ِّش ِري َن‬vasıflarının geçtiği âyet-i kerîme ler: Bakara, 2:119, 213; Nisâ, 4:165; Mâide, 5:19 (2 def’a); A‘râf,7:188; Hûd, 11:2; İsrâ, 17:105; Kehf, 18:56; Furkán, 25:56; Ahzâb, 33:45, Sebe’, 34:28, Fâtır, 35:24; Zümer, 39:17; Feth, 48:8.

Birinci Bâb/İkinci Fasıl 249 olanları da azâb ile Cehennem ile korkuturlar. Tâ ki, uyansınlar da şirk, küfür, nifâk ve isyân yolunu terk etsinler. İrtikâb ettikleri cürümleri sebebiyle dünyâ ve âhirette felâketlere uğramasınlar.”579 İkinci misâl: ‫“ ِانَّٓـا اَ ْر َسـ ْلنَا َك َشـا ِه ًدا َو ُمبَ ِّشـرًا َونَ ۪ذيـرًا‬Ey Resûlüm! (Şübhe yok ki, Biz; seni, bir şâhid) olarak gönderdik. Sen; Elláh’ın varlığına, birliğine, İslâm dîninin hak ol- duğuna şehâdet etmektesin. Kendilerini dîn-i hak olan İslâm’a da‘vete me’mûr ol- duğun kimselerin îmân ve itáatlerine, küfür ve isyânlarına; kısmen bizzât, kısmen de hafaza melekleri vâsıtasıyla bir şâhid olmak üzere gönderilmiş bulunmaktasın. (Ve) seni, (bir müjdeci) olarak gönderdik. İslâm dînini kabûl edenleri Cennetler ile ve nice ni‘metler ile müjdelemektesin. (Ve) seni, (bir korkutucu olarak gönderdik.) Sana îmân ve itáat etmeyip dîn-i hak olan İslâm’ın nûrundan mahrûm kalanları da azâb-ı İlâhî ile korkutmakla mükellef bulunmaktasın. Senin risâletin, bütün insânlık hakkında bir selâmet ve saádet vesîlesidir. Sen; insânlara hidâyet yolunu göstermekte, onları irşâda çalışmaktasın. Ne yüce bir vazífe!”580 Cenâb-ı Hak, birçok âyet-i kerîmede de Resûl-i Ekrem (sav)’e; îmân edip amel-i sálih işleyenleri Cennet ile müjdelemeyi emir buyurmuştur. Konuyla alâkalı ba‘zı misâlleri nümûne olarak zikrediyoruz. Şöyle ki: Birinci Misâl: ‫َوبَ ِّش ِر الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت اَ َّن لَ ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُۜر ُك ّلَ َما‬ ‫ُر ِزقُوا ِم ْن َها ِم ْن ثَ َمرَ ٍة ِر ْزقًاۙ قَالُوا ٰه َذا الَّ ۪ذي ُر ِز ْقنَا ِم ْن قَ ْب ُل َواُتُوا بِ ۪ه ُمتَ َشابِهً ۜا َولَ ُه ْم ۪في َهٓا‬ ‫اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌة َو ُه ْم ۪في َها َخا ِل ُدو َن‬ “(Îmân eden ve sálih amel işleyen mü’minlere beşâret ver ki, altından nehirler akan Cennetler onlarındır. O Cennetlerden bir meyve yedikleri zamân, ‘Bu, bundan evvel yediğimiz meyvedir’ derler. Biribirine benzer bir súrette rızıkları getirilip ve- rilir. Ve o Cennetlerde onlar için) maddeten ve ma‘nen (temiz zevceler vardır. Ve onlar, o Cennetlerde dâimî bir şekilde kalacaklardır.)”581 579 Kehf, 18:56. 580 Feth, 48:8. 581 Bakara, 2:25.

250 Dâr-ı Saádet İkinci Misâl: ‫(“ فَ ِانَّ َمــا يَ َّســ ْرنَا ُه بِ ِل َســا ِن َك ِل ُتبَ ِّشــرَ بِــ ِه ا ْل ُمتَّ ۪قــ َن َوتُ ْنــ ِذرَ بِــ ۪ه قَ ْو ًمــا لُــ ًّدا‬İşte onu) o Kur’ân-ı Kerîm’i; (senin) Arabca olan mübârek (lisânın ile) inzâl buyurarak onu (kolayca) anlaşılır (kıldık ki, onunla,) o Kur’ân’ın âyetleriyle, ihtivâ ettiği nasîhat- ler ile (takva sáhiblerine müjde veresin.) Elláh Teálâ’nın emirlerine ve yasakla- rına riáyet eden mü’minlere, gelecekte nâil olacakları ni‘metleri, saádetleri müj- deleyesin. (Ve inâd eden bir kavmi de) Elláh’a îmân etmeyen, inâdcı, dîndârlara karşı düşmânlıkları pek şiddetli bir táifeyi, kâfirleri, müşrikleri ve münâfıkları da (korkutasın.) Dünyâda, bâ-husús âhirette; nice felâketlere, azâblara uğrayacak- larını kendilerine ihtár edesin. Bu da bir İlâhî merhamet eseridir ki; öyle câhil, inkârcı kimseleri uyandırmak için Resûl-i Ekrem (asm)’ı böyle bir irşâd ve ihtár vazífesiyle vazífeli kılmıştır.”582 Üçüncü Misâl: ‫ِانَّ َمـا تُ ْنـ ِذ ُر َمـ ِن اتَّب َـ َع ال ِّذ ْكـرَ َو َخ ِشـ َي ال ّرَ ْحٰـ َن بِا ْل َغ ْيـ ِبۚ فَبَ ِّشـ ْر ُه بِ َم ْغ ِفـرَ ٍة َواَ ْجـ ٍر َك ۪ريـ ٍم‬ “Ey Resûlüm! (Sen; ancak, zikre tâbi‘ olan) Kur’ân-ı Kerîm’i kabûl ederek onun hükümlerine rızá gösterip boyun eğen kimseleri (ve Rahmân’dan) rahmeti sonsuz olan Cenâb-ı Hakk’ın azâbından (henüz görmeksizin) dünyevî ve uhrevî azâbı müşâhede etmeden önce o azâbdan (korkan kimseyi) mü’minleri (korkutursun.) Ancak bu sıfâtlara hâiz olan bir kimse, senin nasîhat ve ihtárlarından menfaat gö- rür. (Artık onu) îmân, amel-i sálih ve takvâ dâiresinde bulunan kimseyi (mağfiret ile) dünyâ ve âhirette günâhlarının setrolunmasıyla (ve pek şerefli bir mükâfât ile) dünyâda düşmânlarına galebe etmek, âhirette Cennet’e girmek ve Cemâlulláh ile müşerref olmak gibi en yüce bir lütuf ile (tebşîr et) müjdele. O mü’min, istikbâlde böyle bir saádet-i cismâniyyeye ve rûhâniyyeye nâil olacaktır.”583 Bu mevzú‘muz ile alâkalı Risâle-i Nûr Külliyyâtı’ndan gelecek cümleleri naklediyoruz. Şöyle ki: “Onuncu Kelime: ‫ َو ُهـوَ َعـ َى ُك ِّل َشـ ْي ٍء قَ ۪ديـ ٌر‬Ya‘nî: O Vâhid’dir, Ehad’dir, her şey’e kádirdir. Hîçbir şey O’na ağır gelmez. Bir bahârı halk etmek, bir çiçek kadar O’na kolaydır. Cennet’i halk etmek, bir bahâr kadar O’na râhattır. Her günde, her 582 Meryem, 19:97. 583 Yâsîn, 36:11.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook