Birinci Bâb/İkinci Fasıl 251 senede, her asırda yeniden yeniye îcâd ettiği hadsiz masnûátı, nihâyetsiz kudretine nihâyetsiz lisânlarla şehâdet ederler. İşte, şu kelime dahi şöyle müjde eder, der ki: “ ‘Ey insân! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyyet boşu boşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfât, bir mahall-i saádet senin için ihzâr edilmiştir. Senin şu fânî dünyâna be- del, bâkí bir Cennet seni bekler. İbâdet ettiğin ve tanıdığın Hálık-ı Zü’l-celâl’in va‘di- ne îmân ve i‘timâd et. O’na, va‘dinde hulfetmek muhâldir. Kudretinde hîçbir cihetle noksániyyet yoktur. İşlerine acz müdâhale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet’i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va‘d etmiş. Ve va‘det- tiği için, elbette seni onun içine alacak. “ ‘Mâdem bi’l-müşâhede görüyoruz: Her senede, yer yüzünde, hayvânât ve ne- bâtâtın üç yüz binden ziyâde envâ‘larını ve milletlerini, kemâl-i intizám ve mîzân ile, kemâl-i sür‘at ve sühûletle haşr edip neşreder. Elbette, böyle bir Kadîr-i Zü’l-celâl, va‘dini yerine getirmeye muktedirdir. Hem mâdem her senede, öyle bir Kadîr-i Mut- lak, haşrin ve Cennet’in nümûnelerini binler tarzda îcâd ediyor. Hem mâdem bütün semâvî fermânları ile saádet-i ebediyyeyi va‘d edip Cennet’i müjde veriyor. Hem mâ- dem bütün icrââtı ve şuûnâtı hak ve hakíkattır ve sıdk ve ciddiyyetledir. Hem mâdem âsârının şehâdetiyle, bütün kemâlât, onun nihâyetsiz kemâline delâlet ve şehâdet eder. Ve hîçbir cihette naks ve kusúr onda yoktur. Hem mâdem hulfü’l-va‘d ve hılâf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks u kusúrdur. “ ‘Elbette ve elbette o Kadîr-i Zü’l-celâl, o Hakîm-i Zü’l-kemâl, o Rahîm-i Zü’l- cemâl; va‘dini yerine getirecek, saádet-i ebediyye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennet’e sizleri, ey ehl-i îmân, idhál edecektir.’ ”584 “Ve beşer için öyle bir istikbâlden haber veriyor ki; dünyevî istikbâl, ona nisbeten bir katre hükmündedir. Ve öyle bir saádetten müjde veriyor ki; dünyâ saádetleri, ona nazaran rü’yâlar gibi olur. Evet, bu kâinâtın perdesi altında çok acâib şeyler vardır, bizleri bekliyorlar. Biz de onları intizár ediyoruz. Binâenaleyh, o acâibi görüp bize keyfiyyetlerini hikâye etmek için háriku’l-áde bir insân lâzımdır ki, o hárika garâibi görsün ve gördüğü gibi bize de söylesin.”585 “Belki Senin o sádık elçilerin ve doğru dellâl-ı saltanatın hakka’l-yakín, ay- ne’l-yakín, ilme’l-yakín súretinde Senin uhrevî rahmet hazinelerine ve Álem-i Beká- da ihsânâtının defînelerine ve dâr-ı saádette tamâmıyla zuhûr eden güzel isimlerinin hárika güzel cilvelerine şehâdet, işâret, beşâret ederler. Ve bütün hakíkatların merciı 584 Mektûbât, 20. Mektûb, 1. Makám, s. 227-228. 585 Mesnevî-i Nûriyye, Reşhalar, 10. Reşha, s. 27.
252 Dâr-ı Saádet ve güneşi ve hâmisi olan ‘Hak’ isminin en büyük bir şuáı, bu hakíkat-ı ekber-i haş- riyye olduğunu îmân ederek, Senin ibâdına ders veriyorlar.”586 Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın dâr-ı saádet olan Cennet’le alâkalı ba‘zı teb- şîrâtına dâir dördüncü kısım: Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’in melâike-i kirâm ta- rafından yaptığı tebşîrâttır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, bu hakíkatı şöyle haber ver- mektedir. ِا َّن الَّ ۪ذي َن قَالُوا رَبُّنَا الّٰ ُل ثُ َّم ا ْستَ َقا ُموا تَتَ َ ّنَ ُل َعلَ ْي ِه ُم ا ْل َم ٰلٓ ِئ َك ُة اَ َّل َتَافُوا َو َل َ ْتزَنُوا َواَ ْب ِش ُروا بِا ْل َجنَّ ِة الَّ۪ت ُك ْن ُت ْم تُو َع ُدو َن “(Şübhesiz o kimseler ki; Rabbimiz Elláh’tır, dediler) Elláhu Teálâ’nın Ru- bûbiyyetini ikrâr ettiler (sonra da istikámet üzere bulundular,) bu îmân ve tak- vâlarında sebât gösterdiler, mükellef oldukları vazífeleri tam bir samîmiyyetle yerine getirmeye devâm eylediler, (onların üzerine) Elláh tarafından müjdeleyici (melekler inecektir) ve onlara hıtáben, (‘Korkmayın.) Beşeriyyet muktezásı olarak işlemiş olduğunuz kusúrlardan dolayı korkuya düşmeyin. Cenâb-ı Hak sizi bağış- lar ve kendilerinden ayrılmış olduğunuz çoluk çocuğunuzdan, vesâireden dolayı da (üzülmeyin.) Zîrâ, siz, sevdiklerinizle berâber ebedî ferahlığa kavuşacaksınız (ve) dünyâda peygamberler lisânıyla (va‘d olunduğunuz Cennet ile müjdelenin.) Çünkü, siz Cennetlere kavuşacak, onların içinde ebediyyen kalıp ni‘metlere nâil olacaksınız, diyeceklerdir.” َ ْن ُن اَ ْو ِليَٓا ُ۬ؤ ُك ْم ِفي ا ْل َح ٰيو ِة ال ُّد ْنيَا َو ِفي ا ْلٰ ِخرَ ِۚة َولَ ُك ْم ۪ۜفي َها َما تَ ْشتَ ۪ ٓهي اَ ْن ُف ُس ُك ْم َولَ ُك ْم ۪في َها َما تَ َّد ُعو َن “Ve melekler, o sádık mü’minlere diyeceklerdir ki: (Biz, dünyâ hayâtında da, âhirette de sizin dostlarınızız.) Biz size dünyâda iken iyilik ve yardımda bulunur, size hayırlı amelleri işlemeyi, şerlerden sakınmayı ilhâm ederdik. Âhirette de size şefâat- çiyiz, Cennet’e girinceye kadar sizden ayrılmayız, sizin üzerinize nezáret etmekteyiz. Cennet’te de sizinle berâber olacağız. (Ve) ey mü’minler! (Sizin için orada) Cen- net’te (nefislerinizin hóşlandığı her şey vardır.) Çeşitli lezzetler, ni‘metler, cismânî ve rûhânî zevkler hâzır bulunmaktadır (ve sizin için orada) o Âhiret Áleminde (ne 586 Şuá‘lar, 3. Şuá‘, s. 211.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 253 isterseniz vardır.) Her türlü ni‘metlere, tecellîlere, maddî ve ma‘nevî zevklere nâil olacaksınız. Bütün bunlar sizin için takdîr edilmiştir.” 587 ۟“ نُــ ُز ًل ِمــ ْن َغ ُفــو ٍر رَ ۪حيــ ٍمEy mü’minler! Sizlere va‘dedilen bu sonsuz ni‘metler, lütuflar (çok mağfiret eden) günâhları afveden ve bağışlayan (çok merhametli olan- dan) Rabbiniz tarafından (bir ziyâfet olmak üzere) size ihsân buyrulmuştur.” 588 Hulâsa: Cenâb-ı Erhamürrâhimîn; bütün semâvî kütüb ve suhuflarıyla ve başta Resûl-i Ekrem (as) olmak üzere gönderdiği bütün elçiler vâsıtasıyla ehl-i îmân ve táat için bir dâr-ı saádet olduğunu müjdelemiştir. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn böyle bir müjdeye bizleri de nâil eylesin. Âmîn. İkinci Mes’ele: Cennet’in anahtarı hakkındadır. Konuyla alâkalı birkaç ha- dîs-i şerîfi zikredeceğiz: قَا َل ۪لي رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه:َع ْن ُم َعا ِذ ْب ِن َجبَ ٍل قَا َل .َو َس ّلَ َم َم َفا ۪تي ُح ا ْل َجنَّ ِة َش َها َد ُة أَ ْن َل ِإ ٰلهَ ِإ َّل الّٰ ُل Muáz bin Cebel (ra)’dan rivâyet ile, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Cennet’in anahtarı, kelime-i tevhîd olan َل ِإ ٰلــهَ ِإ َّل الّٰ ُلşehâdetidir. (Ya‘nî, El- láh’tan başka Ma‘bûd-i bi’l-hak olmadığına îmân etmektir.)”589 قَا َل اَ ْعرَابِ ٌّي يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم:َو َع ْن اَنَ ٍس قَا َل . َل ِإ ٰلهَ ِإ َّل الّٰ ُل:َما ِم ْفتَا ُح ا ْل َجنَّ ِة قَا َل Hazret-i Enes (ra)’dan rivâyet edildiğine göre; bir bedevî, “Yâ Resûlelláh (asm)! Cennet’in anahtarı nedir?” diye suâl eyledi. Resûlulláh (asm) buyurdular ki: “Elláh’dan başka ilâh olmadığını ifâde eden َل ِإ ٰلــهَ ِإ َّل الّٰ ُلkavl-i şerîfidir.”590 َع ْن، َع ْن ُمَا ِه ٍد،َوذَ َكرَ أَبُو ال َّش ْي ِخ ِم ْن َح ۪دي ِث ا ْلَ ْع َم ِش . ِإ َّن ال ُّس ُيو َف َم َفا ۪تي ُح ا ْل َجنَّ ِة: قَا َل،َيَ ۪زي َد ْب ِن َش َجرَة 587 Fussılet, 41:31. 588 Fussılet, 41:30-32. 589 En-Nihâye, 2/367; Müsned, 1/242. 590 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 2/38.
254 Dâr-ı Saádet Ebû’ş-Şeyh, Mücâhid’den, Yezîd b. Şecere’den gelen el-A‘meş hadîsinde şunu zikretmiştir: Yezîd bin Şecere şöyle demiştir: “Kılınçlar, Cennet’in anah- tarlarıdır.”591 Her şeyin bir anahtarı olduğu gibi, Cennet’in dahi anahtarı îmândır, tevhîd- dir. O anahtarın dişleri ise a‘mâl-i sálihadır. Üçüncü Mes’ele: Cennet’e giriş fermânı ve pasaportu hakkındadır. Mutaffifîn Sûresi’nin 18-21. âyet-i kerîmelerinde şöyle buyruluyor: َۜك َّٓل ِا َّن ِكتَا َب ا ْلَ ْبرَا ِر لَ ۪في ِع ِّل ۪يّي َنۜ َو َمٓا اَ ْد ٰري َك َما ِع ِّليُّو َۜن ِكتَا ٌب َم ْرقُو ٌمۙ يَ ْش َه ُد ُه ا ْل ُم َق ّرَبُو َن “Tahkík, ebrârın, ya‘nî Elláh’a îmân ve itáat eden sálih kulların kitâbı, İlliy- yûn’dadır. İlliyyûn’un ne olduğunu sana ne bildirdi? O, ebrârın amellerinin yazıl- dığı bir kitâbdır ki; mukarreb melekler onu hıfzeder ve içinde yazılı olan amellere şehâdet ederler.”592 Fahr-i Râzî ve Ebû’s-Suúd (ra) Efendi’nin beyânları vechile “İlliyyûn”, ye- dinci kat gök yâhúd Arş-ı A‘lâ veyâhúd Levh-i Mahfûz’dur. O kitâbı hıfzeden ve cümle halâik huzúrunda mazmûnuna şehâdet eden meleklerin mukarrebûn olmaları, ehl-i îmânın şanlarına ta‘zím içindir. Zîrâ, amel defterlerini hıfzeden meleklerin Cenâb-ı Hakk’ın mukarreblerinden olması; kitâbın muhterem ve içindeki amellerin rızá-yı İlâhî’ye muvâfık olduğuna delâlet ettiğinden, mü’min- ler için bundan büyük saádet olamaz. Kezâlik, şâhidlerin indelláh mukarreb olması, şehâdetin hüsn-i kabûlüne vesîle olacağına ve rütbelerinin çok yüksek olduğuna delâlet eder. Cenâb-ı Hak, mü’min kullarının amellerini öyle bir kitâbda yazar ki; o kitâb, İlliyyûn’dadır. Melâike-i Mukarrebûn, yazdıkları o amellere şâhid olur ve o amel sáhibinin ehl-i Cennet olduğunu bilirler. Cenâb-ı Hak, ehl-i Cennet’in amelle- rini bir kitâbda kaydeder ve günü geldiği zamân bütün mevcûdâtın huzúrunda bunu neşreder. İşte bu kitâb, ehl-i îmânın Cennet’e giriş fermânıdır. Gelecek hadîs-i şerîf, ehl-i îmânın kitâbının İlliyyîn’de yazıldığını, orada kayd ve muhâfaza altına alındığını şöyle haber vermektedir: َخرَ ْجنَا َم َع رَ ُسو ِل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم ِإ ٰلى َجنَازَ ٍة فَ َجلَ َس:َع ِن ا ْل َبَا ِء ْب ِن َعا ِز ٍب قَا َل 591 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 2/40. 592 Mutaffifîn, 83:18-21.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 255 رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم َع َل ا ْل َق ْ ِب َو َجلَ ْسنَا َح ْولَ ُه َكأَ ْن َع ٰل ُر ُؤو ِسنَا الطَّ ْ ُي َو ُهوَ يُ ْل َح ُد ِإ َّن ا ْل ُم ْؤ ِم َن ِإذَا َكا َن ۪في ِإ ْقبَا ٍل: ثُ َّم قَا َل، ثَلاَ َث َم ّرَا ٍت، أَ ُعوذُ بِالّٰ ِل ِم ْن َع َذا ِب ا ْل َق ْ ِب:لَ ُه فَ َقا َل َوا ْن ِقطَا ٍع ِم َن ال ُّد ْنيَا تَ َ ّنَلَ ْت ِإلَ ْي ِه ا ْل َم َلئِ َك ُة َكأَ َّن َع ٰل ُو ُجو ِه ِه ْم ال َّش ْم َس َم َع ُك ِّل،ِم َن ا ْلٰ ِخرَ ِة فَ َجلَ ُسوا ِم ْن ُه َم َّد بَ َص ِر ۪ه ثُ َّم َ۪ي ُئ َملَ ُك ا ْل َم ْو ِت َح ّٰت َ ْي ِل َس ِع ْن َد،َوا ِح ٍد ِم ْن ُه ْم َك َف ٌن َو َحنُو ٌط أَيَّ ُت َها النَّ ْف ُس ا ْل ُم ْط َم ِئنَّ ُة ا ْخ ُر ۪جي ِإ ٰلى َم ْغ ِفرَ ِة الّٰ ِل َو ِر ْضوَا ِن ۪ه قَا َل فَتَ ْخ ُر ُج تَ ۪سي ُل:رَ ْأ ِس ۪ه فَيَ ُقو ُل ،َك َما تَ ۪سي ُل ا ْل َق ْطرَ ُة ِم ْن ِفي ال ِّس َقا ِء فَيَأْ ُخ ُذ َها فَ ِإذَا أَ َخ َذ َها لَ ْم يَ َد ُعو َها ۪في يَ ِد ۪ه طَ ْرفَةَ َع ْ ٍي َو َ ْي ُر ُج ِم ْن َها َكأَ ْطيَ ِب نَ ْف َح ِة، َو ۪في ٰذ ِل َك ا ْل َحنُو ِط،َحت ّٰى يَأْ ُخ ُذو َها فَيَ ْج َع ُلو َها ۪في ٰذ ِل َك ا ْل َك َف ِن فَيَ ْص َع ُدو َن بِ َها فَ َل يَ ُم ّرُو َن بِ َها يَ ْع۪ن َع ٰل َم َ ٍل ِم َن:ِم ْس ٍك ُو ِج َد ْت َع ٰل َو ْج ِه ا ْلَ ْر ِض قَا َل ا ْل َم َلئِ َك ِة إ َّل قَالُوا َما ٰه ِذ ِه ال ّرُو ُح الطَّ ِيّبَ ُة فَيَ ُقولُو َن فُ َل ُن ْب ُن فُ َل ٍن بِأَ ْح َس ِن أَ ْسَائِ ِه الَّ۪ت َكانُوا يُ َس ُّمونَ ُه بِ َها ِفي ال ُّد ْنيَا َح ّٰت يَ ْنتَ ُهو َن بِ ۪ه ِإلَى ال َّس َما ِء ال ُّد ْنيَا فَيَ ْستَ ْف ِت ُحو َن فَ ُي ْفتَ ُح لَ ُه َويُ َش ِيّ ُع ُه َ َح ّٰت يَ ْنتَ ِه َي بِ َها ِإلَى ال َّس َما ِء الَّ۪ت ۪في َها الّٰ ُل َع ّز،ِم ْن ُك ِّل َسَا ٍء ُم َق ّرَبُو َها ِإلَى ال َّس َما ِء الَّ۪ت تَ ۪لي َها . ا ْك ُت ُبوا ِكتَا َب َع ْب ۪دي ۪في ِع ِّل ۪يّي َن: فَيَ ُقو ُل الّٰ ُل َع ّزَ َو َج َّل، َو َج َّل Berâ bin Ázib (ra) anlatıyor: “Resûlulláh (asm) ile birlikte bir cenâzenin defni- ne gittik. Resûlulláh (asm), kabrin başına oturdu. O adam, kabre konulduğunda, bizler de Resûlulláh (asm)’ın etrâfında oturduk. Sanki başımız üzerinde kuş varmış gibi (pür dikkat onu dinlemeğe başladık.) “Resûlulláh (asm), üç def‘a, ‘Kabir azâbından Elláh’a sığınırım’ dedi ve şöyle buyurdu: ‘Mü’min kul, âhirete doğru yolculuğu başlayıp dünyâdan alâkası kesi- leceği zamân, yüzleri güneş gibi parlak olan Melâike-i Kirâm, o mü’minin yanına her biriyle berâber kefen ve güzel kokular olduğu hâlde inerek, mü’min kulun gö- zünün görebileceği bir yere otururlar. Sonra melekü’l-mevt gelip o mü’minin başu- cunda oturur ve şöyle der: ‘Ey güzel ve hóş nefs! Elláh’ın mağfiret ve rızásına doğru çık!’ “Resûl-i Ekrem (asm) devâmla şöyle buyurdu: ‘Adamın rûhu, damlanın, su kabının ağzından süzülüp çıkması gibi süzülerek çıkarken; melek, onu alır. Mele- kü’l-mevt, o mü’minin rûhunu alınca; diğer melekler, aradan bir ân bile zamân
256 Dâr-ı Saádet geçmeden o mü’min kulun rûhunu melekü’l-mevtten alıp, yanlarındaki kefen ve gü- zel kokuların içine koyarlar. O mü’minin rûhundan, yeryüzünde bulunan en güzel miskler gibi güzel kokular çıkar.’ “Resûlulláh (asm), devâmla şöyle buyurdu: ‘Melekler, o rûhu yükseltirler. Hangi melek topluluğuna uğrasalar, o melek topluluğundaki melâike grubu, ‘Bu güzel rûh da nedir?’ derler. O rûhu taşıyan melekler, bu meleklere cevâben der- ler ki: ‘Bu, falân oğlu falândır.’ O kişiyi, dünyâdaki en güzel ismiyle tesmiye ederler. Bu şekilde tâ semâ-i dünyâya çıkıp semânın açılmasını isterler. Her bir semânın mukarreb melekleri, o rûhu teşyî‘ edip uğurlarlar. Nihâyet o rûh, Elláhu Teálâ’nın ma‘nevî huzúruna vardırılır. Elláh azze ve celle şöyle buyurur: ‘Şu ku- lumun kitâbını İlliyyîn’de yazın.’ ”593 َل يَ ْد ُخ ُل ا ْل َجنَّةَ أَ َح ٌد إ َّل: قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم:َع ْن َس ْل َما َن ا ْل َفا ِر ِس ِ ّي قَا َل ،ً أَ ْد ِخ ُلو ُه َجنَّةً َعا ِليَة، ٰه َذا ِكتَا ٌب ِم َن الّٰ ِل ِل ُف َل ِن ْب ِن فُ َل ٍن،ِبَوَا ِز بِ ْس ِم الّٰ ِل ال ّرَ ْحٰ ِن ال ّرَ ۪حي ِم .ًقُطُوفُ َها َدا ِنيَة Selmân-ı Fârisî (ra)’den rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Herkes, Cennet’e ancak şu pasaport ile girecektir: بِ ْسـ ِم الّٰ ِل ال ّرَ ْحٰـ ِن ال ّرَ ۪حيـ ِمBu, falân oğlu falân için Elláh tarafından bir kitâb, (yazılı bir fermân)’dır. O kişiyi, meyveleri, yemişleri yakın olan álî, yüksek Cennet’e koyunuz.”594 Tâberânî’de ise şöyle nakledilmiştir: Selmân-ı Fârisî’den rivâyet edildiğine göre; Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet gününde, Sırât Köprüsü’nün başında mü’minlere bir belge, bir pasa- port verilecektir. Bunu almadan hîç kimse Sırât’ı geçemez, Cennet’e giremez. O pa- saportta şöyle yazılıdır: “ ‘ بِ ْسـ ِم الّٰ ِل ال ّرَ ْحٰـ ِن ال ّرَ ۪حيـ ِمBu belge, bu pasaport, Azîz ve Hakîm olan Elláh tarafından Filân oğlu Filâna verilmiş sırâttan geçiş vesîkası ve Cennet’e giriş belgesidir. Bu kulumu, öyle yüksek, öyle álî bir Cennet’e koyun, yerleştirin ki; o Cennet’in meyvelerinin dalları, ehl-i Cennet, onlardan kolayca istifâde etsinler diye aşağıya doğru sarkıtılmıştır.’ ”595 593 Müsned, 4/287-288; Ebû Dâvûd, 4753; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1/37. 594 El-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 10/398; Beyhekí, el-Ba‘s ve’n-Nüşûr, 247. 595 Taberânî.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 257 Hulâsa: Ehl-i îmânın kitâb-ı a‘mâli, İlliyyîn’de kaydlıdır. Amelleri ve ehl-i Cennet oldukları da orada yazılıdır. Melâike-i Mukarrebûn, buna şâhiddir. Ehl-i îmân, Cennet’e gireceği zamân, mâhiyyetini bilmediğimiz bir fermân, bir pasaport veyâ giriş iznine dâir bir belge kendisine verilir. O belgede amelleri yazıldığı gibi; şahsın ismi ve Cennet’i ne zamân kazandığı dahi yazılıdır. Bu, El- láh’ın verdiği bir fermân, bir pasaporttur. Ancak bu fermân ve pasaportu alanlar Cennet’e girebilirler. Dünyâ hayâtında etbâını kandırmak için rüesânın verdiği her türlü fermân, pasaport ve tapu o gün geçersizdir. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bizlere de o îmân vesîkasını elde etmeyi, bu súret- le Cennet’e giriş fermânını ve pasaportunu almayı nasíb eylesin. Âmîn. Dördüncü Mes’ele: Cennet’te’ki ebedî saádet, îmânın; köşkler, tefekkürâtın; ağaçlar ve meyveler, a‘mâl-i sálihânın mükâfâtıdır. Cennet’in arâzísi ise kar- şılıksızdır. Cennet’teki sarâylar, zînetler ve sâir ni‘metler, dünyevî aklımızla idrâk edi- lemezler. Cennet’teki saádet-i ebediyye, îmânın mükâfâtıdır. Cennet’in arâzísi ise karşılıksızdır. O, sâdece fazl-ı Rabbânîdir. Cennet’in arâzísi o kadar geniş ve kıymetlidir ki; ona bahâ biçilemez ve o, amelle elde edilemez. O arâzí, sâdece fazl-ı İlâhî ile verilir. Cennet’teki köşk ve sarâylar gibi temel yapılar ise tefek- kürâtın mükâfâtıdır. Cennet’teki ağaçlar ve meyveler gibi teferruât ise, a‘mâl-i sálihanın mükâfâtıdır. Meselâ; söylediğin اَ ْل َح ْمــ ُد ِ ّٰ ِلkelimesi, záhiren ağızdan çıkıp fenâya gider. Ancak, senin söylediğin o kelime kaybolmaz. O ânda bu ke- limenin mükâfâtı olarak Cennet’te bir ağaç dikilip yeşerir ve başına en az on meyve-i Cennet takılır. Konuyla alâkalı olarak Resûl-i Ekrem (sav) şöyle bu- yurmuşlardır: َع ِن ْب ِن َم ْس ُعو ٍد قَا َل قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم لَ ۪قي ُت ِا ْبرَا ۪هي َم لَ ْيلَةَ اُ ْس ِر َي ۪بي فَ َقا َل يَا ُمَ َّم ُد ِا ْقرَ ْأ اُ ّمَتَ َك ِم۪ ّن ال َّس َل َم َواَ ْخ ِ ْب ُه ْم اَ َّن ا ْل َجنَّةَ طَ ِيّبَ ُة ال ُّ ْتبَ ِة َع ْذبَ ُة ا ْل َما ِء َواَنَّ َها ُ۪قي َعا ٌن َواَ َّن ِغرَا َس َها ُس ْب َحا َن الّٰ ِل َو ا ْل َح ْم ُد ِ ّٰ ِل َو َل ِا ٰلهَ ِا َّل الّٰ ُل َو الّٰ ُل اَ ْك َب “Mi‘râc gecesi, Hazret-i İbrâhîm (as) ile karşılaştım. Bana dedi ki: ‘Yâ Mu- hammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara bildir ki; Cennet’in top- rağı güzel ve verimli, suyu tatlı, arâzísi düzdür. Oraya ekilecek fidânlar,
258 Dâr-ı Saádet ُ ُس ْب َحا َن الّٰ ِل َو ا ْل َح ْم ُد ِ ّٰ ِل َو َل ِا ٰلهَ ِا َّل الّٰ ُل َو الّٰ ُل اَ ْك َبkelimât-ı kudsiyyesidir.”596 Selmân-ı Fârisî demiştir ki: “Resûlulláh (sav)’in şöyle buyurduğunu işittim: ‘Cennet’in arâzísi düzdür, verimlidir. Oraya çok ağaç dikiniz’ Ashâb, ‘Yâ Resûlel- láh! Oraya ağaç dikmek ne demektir?’ diye sordular. Resûlulláh (sav), ‘ ُسـ ْب َحا َن الّٰ ِل َو ا ْل َح ْمـ ُد ِ ّٰ ِل َو َل ِا ٰلـهَ ِا َّل الّٰ ُل َو الّٰ ُل اَ ْكـ َ ُرdiyerek Elláh’ı zikretmektir’ buyurdu.”597 Ebû Hüreyre (ra) şöyle anlatır: “Ağaç dikiyordum. Resûlulláh (sav) bana uğ- radı ve, ‘Yâ Ebâ Hüreyre! Ne dikiyorsun?’ diye sordu. Ben de, ‘Ağaç dikiyorum’ de- dim. Resûlulláh (sav); ‘Bundan daha hayırlı bir ağaç dikmeyi sana bildireyim mi? ُ ُســ ْب َحا َن الّٰ ِل َو ا ْل َح ْمــ ُد ِ ّٰ ِل َو َل ِا ٰلــهَ ِا َّل الّٰ ُل َو الّٰ ُل اَ ْكــ َرdiyerek Elláh’ı zikretmektir. Bunların her birinden dolayı senin için Cennet’te bir ağaç dikilir’ buyurdu.”598 Abdulláh bin Amr (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: َم ْن قَا َل ُس ْب َحا َن الّٰ ِل َو ِبَ ْم ِد ِه ُغ ِر َس ْت لَ ُه َ ْنلَةٌ ِفى ا ْل َجنَّ ِة “Kim ُس ْب َحا َن الّٰ ِل َو ِبَ ْم ِد ِهderse, onun için Cennet’te bir hurma (ağacı) dikilir.”599 Câbir (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: َم ْن قَا َل ُس ْب َحا َن الّٰ ِل ا ْل َع ۪ظي ُم َو ِبَ ْم ِد ِه ُغ ِر َس ْت لَ ُه َش َجرَ ٌة ِفى ا ْل َجنَّ ِة “Kim ُس ْب َحا َن الّٰ ِل ا ْل َع ۪ظي ُم َو ِبَ ْم ِد ِهderse, onun için Cennet’te bir ağaç dikilir.”600 Hulâsa: Îmân, ehl-i Cennet’e Cennet’te ebedî bir saltanat kazandırır. İnsâ- nın tefekkürât ve sálih ameli ise, orayı geliştirip şenlendirir. O gelişme ve şen- lendirme ise, îmân ve ubûdiyyetin derecesine göre olur. Beşinci Mes’ele: Cennet’i istemek, taleb etmek hakkındadır. Konuyla alâkalı olarak Bakara Sûresi’nde şöyle buyruluyor: َو ِم ْن ُه ْم َم ْن يَ ُقو ُل رَبَّنَ ٓا ٰا ِتنَا ِفي ال ُّد ْنيَا َح َسنَةً َو ِفي ا ْ ٰل ِخرَةِ َح َسنَةً َوقِنَا َع َذا َب النَّا ِر 596 Riyâzu’s-Sálihîn, Kitâbü’l-Ezkâr; Tirmizî, Kitâbü’d-Deavât, 60, 3767 No’lu Hadîs. 597 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 4, s. 424. 598 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 4, s. 425. 599 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 4, s. 422. 600 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 4, s. 422.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 259 “(Ve insânlardan öylesi vardır ki,) Cenâb-ı Hakk’a inanıp, O’nun âhirete áid ni‘metlerine çok fazla ihtiyâcı olduğuna kanâat getirdiğinden, (‘Ey Rabbimiz! Bize dünyâda da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azâbından muhâ- faza eyle!’) diye duá ve niyâzda bulunurlar.”601 Müfessirîne göre, âyet-i kerîmede geçen “âhiretteki iyilik” ta‘bîrinin bir ma‘nâsı da Cennet’tir. Şuarâ Sûresi’nde ise şöyle buyruluyor: “ َوا ْج َع ْل ـ۪ي ِم ـ ْن َورَثَـ ِة َجنَّـ ِة النَّ ۪عي ـ ِمİbrâhîm (as) duásına devâm ederek şöyle niyâzda bulundu: ‘Ey Elláh’ım! (ve beni) âhirette (Naím Cenneti’nin vârislerin- den kıl!’)”602 Suâl: Kur’ân-ı Kerîm’de Cehennem’den Elláh’a sığınmakla alâkalı emir (duá) sígasıyla gelen âyet-i kerîmeler daha ziyâde bulunduğu hâlde,603 Cennet’i istemek, taleb etmek husúsunda emir (duá) sígasıyla gelen pek az âyet-i kerîme bulunmaktadır.604 Bunun sırr-ı hikmeti nedir? Elcevâb: Cehennem, insânın ademiyyâtından tevellüd eden şirk, küfür, nifâk, şer, isyân, ahlâk-ı seyyie vesâirenin cezâ mahallidir. Zîrâ, insân, vücûd-i hakíkísi olmayan, vücûd-i nisbîsi bulunan cüz’î bir irâde ve ihtiyâra sáhibdir. Şerlerde, şerri iktizá eden, isteyen ve kesbeden insândır. Şerri halk eden ise, Cenâb-ı Hak’tır. Dolayısıyla, insân, kesbettiği şerden mes’ûldür ve şerde hakíkí fâildir. İşte, insânın ademî olan irâdesinden menfî ve ademî olan şerler sudûr ettiğinden, Cehennem, bu ademî olan şerleri yakıp temizlemekle tavzíf edilen, Cenâb-ı Hakk’ın celâldârâne bir azâb memleketidir. İnsân, kendi irâdesiyle böyle bir cezâya müstehak olduğu için, hem Cehennem’den, hem de Cehennem’e sebeb olan bâtıl i‘tikád ve fâsid amellerinden Elláh’a ilticâ ediyor. “Ya Rabbî! Cehennem azâbından, Cehennem âteşinden bizi kurtar!” diye duá ve niyâzda bulunuyor. Cennet ise, fazl ve lütf-i İlâhîdir. Çünkü, Cennet’e girmeye vesîle olan hayır- larda, muktezí rahmet-i İlâhiyyedir, hayrı halk eden ise kudret-i Rabbâniyyedir. İnsânın hayırlarda kesbi, sâdece gelen hayrı kabûl etmek, onu reddetmemektir. 601 Bakara, 2:201. 602 Şuarâ, 26:85. 603 Bakara, 2:201; Âl-i İmrân, 3:16, 191; Furkán, 25:65. 604 Bakara, 2:201; Şuarâ, 26:85.
260 Dâr-ı Saádet Hayırlar, Cenâb-ı Hakk’ın vücûdî olan esmâ ve sıfâtına dayandığı için, müs- bettir, vücûdîdir, menfî ve ademî değildir. Hayırların netîcesi olan Cennet de vücûdîdir. Cennet, vücûdî olan hayırların mahsúlâtını taşıyor ve ebedî bir súrette onları ihyâ ediyor, sünbüllendiriyor. Şerler ise, ademî olan insânın irâde ve ihtiyârına dayandığı için, menfîdir, ademîdir, müsbet ve vücûdî değildir. Şerlerin netîcesi olan Cehennem de ademî- dir. Cehennem ise, ademî olan şerlerin mahsúlâtını taşıyor ve onları ebedî bir súrette ihrâk edip kavuruyor. Cennet, vücûdî olan hayırların tezáhürüdür. Cehennem ise, ademî olan şer- lerin tezáhürüdür. Onun için, tevhîd ve kader cihetinden bakılsa, Cennet’i istemeye gerçek ma‘nâda insânın hakkı olmadığı görülür. Cehennem’e sebebiyyet verecek bâtıl i‘tikád ve fâsid ameller insândan sudûr ettiği ve insân irâdesiyle Cehennem’e kesb-i istihkák ettiği için, Cehennem’den ve Cehennem’e sebeb olacak şirk, kü- für, nifâk, şer, isyân, ahlâk-ı seyyie vesâireden Elláh’a sığınması, tevhîd ve kader cihetinde lâzım ve elzemdir. Demek, kader cihetinden, insânın, vücûdî olan Cennet’i istemeye hakkı yoktur. Ancak, ademî olan Cehennem’den ve ademiyyâttan halâs olmayı is- temeye insânın hakkı vardır. İşte bu sırr-ı hikmete binâen, Kur’ân-ı Kerîm’de Cehennem’den Elláh’a sığınmakla alâkalı emir (duá) sígasıyla gelen âyet-i kerî- meler;605 Cennet’i istemek, taleb etmek husúsunda emir (duá) sígasıyla gelen âyet-i kerîmelerden daha ziyâdedir. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, “Şuá‘lar” adlı eserinde şöyle buyuruyor: “Cinnî ve insî şeytánlar ve muzırr maddelerin umûr-i şerriyyede ve ademiyyede isti‘mâlleri dahi, yine kudret-i Sübhâniyyeyi gadirden ve haksız i‘tirâzlardan ve şek- vâlara hedef olmaktan kurtarmak ile takdîs ve tesbîhât-ı Rabbâniyyeye ve kâinâtta- ki bütün kusúrâttan müberrâ ve münezzehiyyetine hizmet ediyorlar. Çünkü, bütün kusúrlar ademden ve kábiliyyetsizlikten ve tahrîbden ve vazífe yapmamaktan -ki birer ademdirler- ve vücûdî olmayan ademî fiillerden geliyor. Bu şeytánî ve şerli perdeler, o kusúrâta mercî‘ olup i‘tirâz ve şekvâları bi’l-istihkák kendilerine ala- rak Cenâb-ı Hakk’ın takdîsine vesîle oluyorlar. Zâten şerli ve ademî ve tahrîbci işlerde kuvvet ve iktidâr lâzım değil; az bir fiil ve cüz’î bir kuvvet, belki vazífesini 605 Bakara, 2:201; Âl-i İmrân, 3:16, 191; Furkán, 25:65.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 261 yapmamak ile ba‘zan büyük ademler ve bozmaklar oluyor. O şerîr fâiller, muktedir zannedilirler. Hâlbuki, ademden başka hîç te’sîrleri ve cüz’î bir kesbden háric bir kuvvetleri yoktur. Fakat, o şerler ademden geldiklerinden, o şerîrler hakíkí fâildirler. Bi’l-istihkák, eğer zî-şuúr ise cezâyı çekerler. “Demek, seyyiâtta o fenâlar fâildirler; fakat haseneler ve hayırlarda ve amel-i sálihte vücûd olmasından, o iyiler hakíkí fâil ve müessir değiller. Belki kábildirler; feyz-i İlâhî’yi kabûl ederler ve mükâfâtları dahi sırf bir fazl-ı İlâhîdir diye, Kur’ân-ı Hakîm, َمـا اَ َصابَـ َك ِمـ ْن َح َسـنَ ٍة فَ ِمـ َن الّٰ ِل َو َمـا اَ َصابَـ َك ِمـ ْن َسـ ِيّئَ ٍة فَ ِمـ ْن نَ ْف ِسـ َكfer- mân eder. “Elhâsıl: Vücûd kâinâtları ve hadsiz adem álemleri biribirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücûd álemleri ‘Elhamdü lillâh, Elhamdü lillâh’ ve bütün adem álemleri ‘Sübhânelláh Sübhânelláh’ der- ken ve ihâtalı bir kánûn-i mübâreze ile melekler şeytánlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrâfındaki ilhâm, vesvese ile mücâdele ederken; birden meleklere îmânın bu meyvesi tecellî eder, mes’eleyi halledip karanlık kâinâtı ışıklandırır. اَلّٰ ُل نُو ُر ال َّس ٰموَا ِت َو ْالاَ ْر ِضâyetinin envârından bir nûrunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır.”606 “Nasıl ki, Cennet, bütün vücûd álemlerinin mahsúlâtını taşıyor ve dünyânın yetiştirdiği tohumları bâkıyâne sünbüllendiriyor; öyle de, Cehennem dahi, had- siz dehşetli adem ve hîçlik álemlerinin çok elîm netîcelerini göstermek için o adem mahsúlâtlarını kavuruyor ve o dehşetli Cehennem fabrikası, sâir vazífeleri içinde, álem-i vücûd kâinâtını álem-i adem pisliklerinden temizlettiriyor.”607 Konuyla alâkalı ba‘zı ehâdîs-i Nebeviyye’yi zikrediyoruz. Şöyle ki: َما ِم ْن ُم ْس ِل ٍم يَ ْسأَ ُل الّٰلَ ا ْل َجنَّةَ ثَ َلثًا:َع ْن أَنَ ٍس أَ َّن رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل اَل ّٰل ُه َّم أَ ْد ِخ ْل ُه ا ْل َجنَّةَ َو َم ِن ا ْستَ َجارَ ِم َن النَّا ِر بِالّٰ ِل ثَ َلثًا قَالَ ِت النَّا ُر اَل ّٰل ُه َّم:ِإ َّل قَالَ ِت ا ْل َجنَّ ُة .أَ ِج ْر ُه ِم َن النَّا ِر Enes bin Mâlik (ra) şöyle demiştir: “Resûlulláh (asm) şöyle buyurdular: ‘Cenâb-ı Hak’tan üç def‘a Cennet’i isteyen hîç kimse yoktur ki; Cennet onun için 606 Şuá‘lar, 11. Şuá‘, 11. Mes’ele, s. 262. 607 Şuá‘lar, 11. Şuá‘, 11. Mes’ele, s. 259.
262 Dâr-ı Saádet ’!şöyle duá etmesin: ‘Ey Elláh’ım! Onu, (Cennet’i isteyen kulunu) Cennet’e koy Kezâ, Cehennem âteşinden üç def‘a Elláh’a sığınan hîçbir kul yoktur ki; o kul için Cehennem şöyle duá etmesin: ‘Ey Elláh’ım! Âteşten sığınan o kişiyi, âteşten muhâfaza eyle.’ ”608 َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ ،قَا َل :قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َمَ :ما َسأَ َل الّٰلَ َع ْب ٌد اَ ْل َجنَّةَ ۪في يَ ْو ٍم َس ْب َع َم ّرَا ٍتِ ،إ َّل قَالَ ِت ا ْل َجنَّ ُة :يَا رَ ِّب ِإ َّن َع ْب َد َك فُ َل ٌن َسأَلَ۪ن فَأَ ْد ِخ ْل ۪ني ِه. Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Günde yedi def‘a Elláh’tan Cennet’i isteyen hîçbir kul yoktur ki; Cennet, ona şöyle duá etmesin: ‘Yâ Rabbi! Senin falân kulun beni istiyor. Onu, benim içime dâhil eyle.’ ”609 وع ْن أَبي ُهرَ ْيرَةَ قا َل :قا َل رَ ُسو ُل الله :إ َّن لله تَ َعالى َملائِ َكة يَطُوفُو َن في الطُ ُر ِق يَ ْلتَ ِم ُسو َن أَ ْه َل ال ِّذ ْك ِر ،فإذا َو َج ُدوا قَ ْوماً يَذ ُك ُرو َن الله َع ّزَ و َج َّل ،تَنَا َد ْواَ :ه ُل ُّموا إلى َحا َج ِت ُك ْم ،فَيَ ُح ُّفونَ ُه ْم بِأ ْج ِن َح ِت ِهم إلى ال َّس َما ِء ال ُّد ْنيَا ،فَيَسأَل ُهم ربُّ ُهم َ -و ُهوَ أ ْعل َم :-ما يقو ُل ِعبَادي ؟ قال :يقولون :يُ َس ِّب ُحونَ َكَ ،ويُ َك ِّبُونَ َكَ ،و َ ْي ِم ُدونَ َكَ ،ويَ ُم ِّج ُدونَ َك ،فيقو ُل: هل رَأَ ْوني ؟ فيقولون :لاَ ,والل ِه ما رَأَ ْو َك ،فَيَ ُقو ُل :ك ْي َف لو رَأَ ْوني ؟ ! قا َل :يَ ُقولُو َن :لو رَأَ ْو َك كانُوا أَ َش َّد ل َك ِعبَا َدةًَ ،وأَ َش َّد ل َك تَ ْم ِجيداََ ،وأَ ْك َثَ لَ َك تَ ْس ِبيحاً .فَيَ ُقو ُل :فماذا يَ ْسأَلُو َن ؟ قَا َل :يَ ُقولُو َن :يَ ْسأَلُونَ َك ال َجنَّةَ .قا َل :يقو ُلَ :و َهل رَأَ ْو َها ؟ قَا َل :ي ُقولُو َن :لا َ ,والل ِه يَا رَ ِّب َما رَأَ ْو َها .قَا َل :يَ ُقو ُل :فَ َك ْي َف لو رَأَ ْو َها؟ ! قا َل :يَ ُقولُو َن :لو أنَّ ُه ْم رَأَ ْو َها َكانُوا أَ َش َّد َعلَ ْي َها ِح ْرصاًَ ،وأَ َش َّد ل َها طَلَباًَ ،وأَ ْعظَ َم ِفيها رَ ْغبَةً .قَا َل :فَ ِم َّم يَتَ َع ّوَذُو َن ؟ قَا َل :يَتَ َع ّوَذُو َن ِم َن النَّا ِر؟ قا َل :فَي ُقو ُلَ :و َه ْل رَأَ ْو َها؟ قا َل :يقولو َن :لا َوالل ِه َما رَأَ ْو َها .فَيَ ُقو ُلَ :ك ْي َف لو رَأَ ْو َها؟ ! قا َل: يَ ُقولُو َن :ل ْو رَأَو َها كانُوا أَ َش َّد منها ِفرَاراًَ ،وأَ َش َّد لها َمَافَةً .قَا َل :في ُقو ُل :فَأُ ْش ِه ُد ُك ْم أَنّي قَد َغ َف ْر ُت لهم ،قَا َل :ي ُقو ُل َملَ ٌك ِم َن ال َملاَئِ َك ِةِ :في ِهم فُلا ٌن لَ ْي َس ِمنهم ،إنَّ َما َجا َء ِل َحا َج ٍة، قا َلُ :ه ُم ال ُجلَ َسا ُء لا يَ ْش َقى بِ ِه ْم َج ِلي ُسهم . 608 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 1/95; İbn-i Ebî Şeybe, 10/421; İbn-i Mâce, 4340; Nesâî, 8/279. 609 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 1/97.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 263 إ َّن لل ِه َملائِ َكةً َسيَّارَةً فُ ُضلاً يَتَتَ ّبَ ُعو َن: َع ِن النَِّ ِ ّب قا َل،َوفي رواي ٍة لمس ِل ٍم َع ْن أبي ُهريرة ً َو َح َّف بَ ْع ُض ُه ْم بَ ْعضا، قَ َع ُدوا َم َع ُهم، فَإذَا َو َج ُدوا َم ِلساً في ِه ِذ ْك ٌر،َمَا ِل َس ال ِّذ ْك ِر فَإذَا تَ َف ّرَقُوا َعرَ ُجوا َو َص ِع ُدوا إلى،بِأَ ْج ِن َح ِت ِه ْم َح َّت يَ ْملَ ُؤوا ما بَ ْينَ ُه ْم َوبَ ْ َي ال َّس َما ِء ال ُّد ْنيَا ِج ْئنَا ِم ْن ِع ْن َد: ِم ْن أَ ْي َن ِج ْئ ُت ْم ؟ فَيَ ُقولُو َن:- َو ُهوَ أَ ْعلَ ُم- فيَ ْسأَلُ ُه ُم الله َع ّزَ َو َج َّل،ال َّس َما ِء : قا َل. َويَ ْسأَلُونَ َك، َو َ ْي َم ُدونَ َك، َويُ َه ِّل ُلونَ َك، َويُ َك ِّبُونَ َك، يُ َس ِّب ُحونَ َك:َعبا ٍد لَ َك في الأ ْر ِض : قا َل، أَ ْي رَ ِّب، لا: َو َه ْل رَأَ ْوا َجنَّتي ؟ قالُوا: قا َل. يَ ْسأَلُونَ َك َجنَّتَ َك:َو َماذَا يَ ْسأَلُوني ؟ قَالُوا ِم ْن نَا ِر َك يَا: َو ِم َّم يَ ْستَ ِجي ُروني ؟ قالوا: قال. َويَ ْستَ ِجي ُرونَ َك:فَ َك ْي َف لَ ْو رَأَ ْوا َجنَّتي ؟ ! قالُوا ، َويَ ْستَ ْغ ِف ُرونَ َك: فَ َك ْي َف لَ ْو رَأَ ْوا نَا ِري ؟ ! قالُوا: قال، لا: َو َه ْل رَأَ ْوا نَا ِري ؟ قالوا: قا َل.رَ ّب ر ِّب: فَيَ ُقولُو َن: قَا َل. َوأَ َج ْرتُ ُه ْم ِمَّا ا ْستَ َجا ُروا، َوأَ ْعطَ ْي ُت ُه ْم ما َسأَلُوا، قَ ْد َغ َف ْر ُت لَ ُه ْم:فَيقول ُه ُم ال َق ْو ُم لا يَ ْش َقى، ول ُه َغ َف ْر ُت: فيقو ُل، فَ َجلَ َس َم َع ُه ْم،َ إنَّماَ َم ّر، َع ْب ٌد َخطَّا ٌء،في ِه ْم فُلا ٌن .بِ ِه ْم َج ِلي ُس ُه ْم Ebu Hüreyre (ra)’dan bildirildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Elláh’ın yollarda, çarşı ve pazarlarda dolaşarak Elláh’ı hátırlayıp zikredenleri tesbît eden melekleri vardır. Bunlar, Elláh’ı zikreden bir topluluğu bulunca biri- birlerine, ‘Geliniz, aradığınız burada!’ diye seslenirler ve bu zikreden kimseleri, dünyâ semâsına kadar kanatlarıyla kuşatırlar. Elláh, onların hâllerini meleklerden daha iyi bildiği hâlde meleklerine, ‘Kullarım ne söylüyor?’ diye sorar. Melekler de; ‘ ُســ ْب َحا َن الّٰ ِلdiyerek Sana yakışmayan sıfâtlardan Seni tenzîh ediyorlar. اَلّٰ ُل اَ ْكــ َ ُرdiyerek Sana ta‘zímde bulunuyorlar. اَ ْل َح ْمــ ُد ِ ّٰ ِلdiyerek Seni medh ü senâ ediyorlar, Sana şükrediyorlar, Senin şânını yüceltiyorlar’ derler. “Elláh (cc) der ki: ‘Peki, bu kullarım beni gördüler mi ki böylece beni zik- rediyorlar?’ ‘Hayır, valláhi Seni görmediler.’ ‘Beni görselerdi ne yaparlardı?’ ‘Eğer onlar Seni görseler, Sana daha çok ibâdet ederler, şânını daha çok övüp yüceltirler ve Sana yakışmayan sıfatlardan Seni daha fazla takdîs ve tenzîh eder; Seni daha fazla bilir ve tanırlardı.’ ‘Kullarım benden ne istiyorlar?’ ‘Cen- net istiyorlar.’ ‘Peki, Cennet’i görmüşler mi?’ ‘Hayır, valláhi Cennet’i görme- mişler.’ ‘Ya Cennet’i görselerdi ne yaparlardı?’ ‘Eğer Cennet’i görselerdi, onu
264 Dâr-ı Saádet büyük bir istekle isterler ve elde etmek için daha fazla gayret gösterirlerdi.’ “ ‘Peki, bu kullarım neden sığınıyorlar?’ ‘Cehennem’den sığınıyorlar.’ ‘Peki, Cehennem’i gördüler mi?’ ‘Hayır, valláhi görmediler.’ ‘Ya görselerdi ne yapar- lardı?’ ‘Eğer Cehennem’i görselerdi, ondan daha fazla kaçarlar ve daha çok korkarlardı.’ Bunun üzerine Elláh (cc) meleklerine, ‘Sizi şâhid tutarak söylüyo- rum ki; Ben, bu kullarımı mağfiret ettim’ buyurur. “Meleklerden biri der ki: ‘Yâ Rabbî! Onlar arasında bulunan falân kişi, on- lardan sayılmaz. Zîrâ, o, başka bir işi için gelip oraya oturmuştu.’ Bunun üzeri- ne Elláhu Teálâ şöyle buyurur: ‘Orada oturanlar öyle iyi kimselerdir ki; onların arasında bulunan, kötü kimselerden olmaz.’ ”610 Müslim’in bir rivâyeti şöyledir: Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyete göre, Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurdu: “Elláh’ın diğer meleklerinden ayrı olarak sâdece Elláh’ın adının anıldığı ve El- láh’ın isteğine göre hareket edilen meclisleri tesbît etmek üzere seyyâr dolaşan me- lekleri vardır. Onlar bir zikir meclisi buldukları zamân onların aralarına otururlar ve cemâatin arasındaki boş yerleri, dünyâ semâsına kadar olan yerleri kanatlarıyla doldururlar. O insânlar oradan dağıldıklarında, o melekler de semâya çıkarlar. El- láh (cc) daha iyi bildiği hâlde meleklere sorar: ‘Nereden geldiniz?’ Melekler de, ‘Yeryüzündeki ba‘zı kullarının yanından geldik. Onlar, ُس ْب َحا َن الّٰ ِلdiyerek Seni, thaáksdoîsldvueğtuennuzîhsöeydlüiyyoorrllaarr..ُـاهََلّٰ ِا ُلَّلاَ ْكاـلّٰـ ُلَرd ٰلـi ِاyلeَٓ redkiy, ekriebk- Sana yakışmayan sıfâtlardan riyâ ve azametin sâdece Sana Senden başka ilâh olmadığını kabûl ediyorlar. اَ ْل َح ْمــ ُد ِ ّٰ ِلdiyerek Sana hamd ediyorlar, medh ü senâda bulunuyorlar ve Senden istiyorlar’ derler. “Elláh (cc): ‘Benden ne istiyorlar?’ diye sorar. Melekler: ‘Cennet’i istiyorlar.’ Elláh: ‘Onlar Cennet’imi gördüler mi?’ Melekler: ‘Hayır yâ Rabbî, görmedi- ler.’ Elláh: ‘Ya Cennet’i görselerdi ne yaparlardı?’ Melekler: ‘Senden kurtuluş isterlerdi.’ Elláh: ‘Benden neden dolayı kurtuluş isterlerdi?’ Melekler: ‘Senin âteşinden (Cehennem’den) yâ Rabbî!’ Elláh: ‘Peki, onlar Benim âteşimi gör- müşler mi?’ Melekler: ‘Hayır, görmediler.’ Elláh: ‘Ya görselerdi ne yaparlardı?’ Melekler: ‘Senden mağfiret talebinde bulunurlardı.’ Bunun üzerine Elláhu Teálâ şöyle buyurur: ‘Ben onları afvettim; onların her istediklerini verdim ve onları 610 Buhárî, Deavât, 66.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 265 korktukları Cehennem’den de emniyyette kıldım.’ Bunun üzerine melekler, ‘Yâ Rabbî! Bu grubun içerisindeki falân kul çok günâhkârdır. Oradan geçerken başka bir maksadla oraya oturuvermiştir’ derler. O zamân Elláh (cc) şöyle buyu- rur: ‘Onu da bağışladım. Onlar öyle bir topluluktur ki; onların arasında bulu- nanlar kötü olmaz.’ ”611 Ehl-i îman ve táat, duálarında Elláh’tan Cennet’i isteyip Cehennem’den O’na sığındıkları gibi; Cennet ve Cehennem de Elláh’a duá edip táliblerini is- terler. Konuyla alâkalı bir hadîs-i şerîfi nümûne olarak zikrediyoruz: : تَ ُقو ُل ا ْل َجنَّ ُة. َما ِم ْن يَ ْو ٍم ِإ َّل َوا ْل َجنَّ ُة َوالنَّا ُر يَ ْسأَ َل ِن: يَ ْرفَ ُع ا ْل َح ۪دي َث قَا َل،أَ َّن َع ْب َد ا ْل َم ِل ِك ، َع ِّج ْل ِإلَ َّي بِأَ ْه۪ل، َوا ْشتَ ْق ُت ِإ ٰلى أَ ْو ِليَا ۪ئي، َواطَّرَ َد ْت أَ ْن َها ۪ري،يَا رَ ِّب قَ ْد طَابَ ْت ثَ َمرَ ۪تي . َو َع ُظ َم َجْ ۪ري َع ِّج ْل ِإلَ َّي بِأَ ْه۪ل، َوبَ ُع َد قَ ْع ۪ري، ِا ْشتَ َّد َح ّ۪ري:َوتَ ُقو ُل النَّا ُر Abdulmelik (ra)’dan rivâyetle; Resûl-i Ekrem (asm), şöyle buyurmuştur: “Hîçbir gün yoktur ki; Cennet ve Cehennem duá etmesin. Cennet şöyle der: ‘Yâ Rabbî! Meyvelerim olgunlaştı; nehirlerim şırıl şırıl akıyor; dostlarımı çok özle- dim, onlara müştâkım. Bana ehlimi çabuk gönder.’ Cehennem de şöyle duá eder: ‘Harâretim şiddetlendi, çok arttı; dibim çok derinleşti; kıvılcımlarım büyüdük- çe büyüdü. Bana ehlimi hemen gönder.’ ”612 Cennet’i istemek ve taleb etmek husúsundaki hadîsler pek çoktur. Nümûne olarak birkaçını zikrettik. Bu hadîsler, bize şu dört şeyi haber veriyor: Birincisi: Devâmlı súrette Cenâb-ı Hak’tan Cennet’i istemek ve âteşten El- láh’a sığınmak gerekir. İkincisi: Cennet ve Cehennem, mâhiyyetini bilmediğimiz bir tarzda konu- şurlar. Üçüncüsü: Cennet, kendisini isteyenleri; Cehennem ise kendinden Elláh’a sığınanları bilir ve tanır. Cennet’i taleb edene, Cennet dahi tálib olur ve onu bir ân önce içine almak ister. Cehennem dahi kendisinden sakınanları Elláh’ın iz- niyle bilir ve mü’minler için duá eder ki; Elláh, onları Cehennem’den muhâfaza eylesin. 611 Müslim, Zikir, 25. 612 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 1/121.
266 Dâr-ı Saádet Dördüncüsü: Bu ve benzeri hadîsler ifâde ediyor ki; Cennet ve Cehennem dahi hâlihâzırda mevcûd ve mahlûktur. Altıncı Mes’ele: Cennet’in nûru ve beyâzlığı hakkındadır. Cennet, bilmediğimiz bir tarzda beyâz ve nûrânîdir. Konuyla alâkalı birkaç rivâyeti zikrediyoruz: ، َعلَ ْي ُك ْم بِا ْلبَيَا ِض: قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم: قَا َل،َع ِن ا ْب ِن َع ّبَا ٍس . َو َك ِّفنُوا ۪في ِه َم ْوتَا ُك ْم،فَ ِإ َّن الّٰلَ َخلَ َق ا ْل َجنَّةَ بَ ْي َضا َء فَ ْليَ ْلبَ ْس ُه أَ ْحيَا ُؤ ُك ْم İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Size beyâz (rengi) tavsıye ederim. Çünkü, Elláh, Cennet’i beyâz olarak ya- ratmıştır. Dirileriniz, beyâz renkli elbise giyinsin. Ölülerinizi dahi beyâz renkli kefen ile kefenleyiniz.”613 َو ُر ِو َي َعن أبي ُهرَ ْيرَة رَ ِضي الله َعن ُه َعن النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل أَرض ا ْلجنَّة بَ ْي َضاء عرصتها صخور الكافور َوقد أ َحاط بِ ِه ا ْلمسك مثل ُك ْثبَان الرمل أَن َهار مطر َدة فيجتمع ِفي َها أهل ا ْلجنَّة أَ ْدنَا ُهم َوآخره ْم فيتعارفون فيبعث الله ريح ال ّرَ ْحَة فتهيج َعلَ ْي ِهم ريح ا ْلمسك فَيرجع الرجل ِإلَى زَوجته َوقد ا ْز َدا َد حسنا وطيبا فَتَقول لَ ُه لقد خرجت من ِع ْن ِدي َوأَنا بك معجبة َوأَنا بك ا ْلن أَشد إعجابا Ebu Hüreyre (ra)’den, Resûlulláh (sav)’in şöyle buyurduğu rivâyet olundu: “Cennet’in arâzísi bem beyâz, kayaları miskle kaplı kâfûrdur. Misk yığınları, kum kümeleri gibidir. Biribirine denk ırmaklar vardır. Her dereceden Cennet ehli orada toplanır, tanışırlar. O sırada Elláh, rahmet rüzgârı gönderir, onlara misk kokusu gelir. Adamlar hánımlarının yanına daha güzel ve burcu burcu kokarak giderler. Onlar da kocalarına, ‘Yanımdan giderken seni seviyordum. Şimdi daha çok seviyorum’ der.”614 َو َعن سماك أَنه لَ ِقي عبد الله بن َع ّبَاس بِا ْل َم ِدينَ ِة بعد َما كف بَ َصره فَ َقا َل يَا بن َع ّبَاس َما أَرض ا ْلجنَّة قَا َل مرمرة بَ ْي َضاء من ف َّضة َكأَنَّ َها م ْرآة قلت َما نورها قَا َل َما رَأَ ْيت ال َّسا َعة 613 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 1/163. 614 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 323.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 267 الَِّت يكون ِفي َها ُط ُلوع ال َّش ْمس فَ َذ ِلك نورها ِإ َّل أَنه لَ ْي َس ِفي َها شمس َو َل زمهرير قَا َل قلت فَ َما أنهارها أَ ِفي أخ ُدود قَا َل َل َولكن َها ت ْج ِري على أَرض ا ْلجنَّة مستكفة َل تفيض َه ُهنَا َو َل َه ُهنَا قَا َل الله لَ َها كوني فَ َكانَت قلت فَ َما حلل ا ْلجنَّة قَا َل ِفي َها َش َجرَة ِفي َها ثَ َمر َكأَنَّ ُه ال ّرُ ّمَان فَ ِإذا أَرَا َد ولي الله ِم ْن َها ك ْسوَة انحدرت ِإلَ ْي ِه من غصنها فانفلقت لَ ُه َعن سبعين ح ّلَة ألوانا بعد ألوان ث َّم تنطبق فترجع َك َما َكانَت رَ َوا ُه ا ْبن أبي ال ُّد ْنيَا َم ْوقُوفا بِ ِإ ْسنَاد حسن Sîmâk der ki: “Abdulláh bin Abbâs (ra) a‘mâ olduktan sonra Medîne’de ona rastladım, aramızda şu konuşma geçti: ‘Yâ İbn-i Abbâs! Cennet’in arâzísi na- sıldır?’ ‘Bem beyâz gümüşten ayna gibi mermerdir.’ ‘Işığı nasıldır?’ ‘Oranın ışı- ğı, Güneş’in doğduğu sâatte gördüğün aydınlık gibidir. Fakat, orada ne Güneş’in sıcağı, ne de zemherîrin soğuğu vardır.’ ‘Cennet’in ırmakları nasıldır, dünyâda olduğu gibi oyuk yerlerden mi akar?’ ‘Hayır. Cennet’in düz arâzísinden etrâfa taşmadan akar. Elláh, ona: ‘Ol!’ deyince oluverdi, meydâna geldi.’ ‘Cennet’in elbi- seleri nasıldır?’ ‘Orada, nar gibi meyvesi olan bir ağaç vardır. Elláh’ın sevgili kulu elbise giymek isteyince, ağacın ona doğru eğilen dalı yarılır, içinden yetmiş tâne rengârenk ipek elbise çıkar; sonra dal yumulur, ondan uzaklaşır.’ ”615 Konumuzla alâkalı daha başka rivâyetler de vardır. Bu rivâyetlere göre, Cen- net’in ana rengi beyâzdır. Cennet, nûrânî ve aydınlık olup, pırıl pırıl parıldayan bir nûr gibidir. Yedinci Mes’ele: Cennet’in kokusu ve kokusunun te’sîr mesâfesi hakkında- dır. Konuyla alâkalı birkaç rivâyeti zikrediyoruz: َم ْن قَتَ َل قَ۪تي ًل ِم ْن أَ ْه ِل: َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل،َع ْن َع ْب ِد الّٰ ِل ْب ِن َع ْم ٍرو . َو ِإ َّن ۪ريحَ َها لَ ُيو َج ُد ِم ْن َم ۪سيرَ ِة ِمائَ ِة َعا ٍم،ال ِّذ ّمَ ِة لَ ْم يَرَ ْح رَا ِئَةَ ا ْل َجنَّ ِة Abdulláh bin Amr (ra)’dan rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Her kim ki; ehl-i zimmeden (zimmîlerden) birini öldürürse; o kimse, Cen- net’in kokusunu alamaz. Muhakkak ki; Cennet’in kokusu yüz yıllık bir mesâfeden bulunur, hissedilir.”616 615 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 330-331. 616 Kenzü’l-Ummâl, 15/65-66; Hâkim, el-Müstedrek, 2/128.
268 Dâr-ı Saádet تُو َج ُد ِم ْن، ِإ َّن رَا ِئَةَ ا ْل َجنَّ ِة:َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ َع ْن رَ ُسو ِل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل .َم ۪سيرَةِ َخْ ِس ِمائَ ِة َعا ٍم Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (asm) şöyle buyur- muştur: “Muhakkak Cennet’in kokusu, beş yüz yıllık mesâfeden hissedilir.”617 ۪ري ُح ا ْل َجنَّ ِة يُو َج ُد: قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم:َع ْن َجابِ ٍر قَا َل . َوالّٰ ِل َل َ ِي ُد َها َعا ٌّق َو َل قَا ِط ُع رَ ِح ٍم،ِم ْن َم ۪سيرَةِ أَ ْل ِف َعا ٍم Câbir (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Cennet’in kokusu, bin yıllık mesâfeden alınır. Elláh’a yemîn olsun ki; ana-babasına isyân eden ve akrabâlarıyla sılâ-i rahmi kesenler, Cennet’in ko- kusunu alamazlar.”618 Cennet’in kokusunun hissedilme mesâfesi ile alâkalı daha pek çok hadîs mevcûddur. Bu hadîsler arasında tezâd yoktur. Zîrâ, herkes, îmân, takvâ ve amel-i sálih derecesine göre Cennet’in kokusunu alır. Kimi yüz yıllık, kimi beş yüz yıllık, kimi de bin yıllık mesâfeden Cennet’in kokusunu hisseder. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, cümlemize, Cennet’in o güzel kokusunu almayı nasíb buyursun ve Cennet’in kokusunu almaya mâni‘ olan kötü amellerden biz- leri muhâfaza eylesin. Âmîn. Sekizinci Mes’ele: Cennet ehlinin atları ve binekleri hakkındadır. Konuyla alâkalı birkaç rivâyeti zikrediyoruz: َوا ْل ِف ْر َد ْو ُس:َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ قَا َل قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم َوذَ َكرَ ا ْل َجنَّةَ فَ َقا َل َو َعلَ ْي َها يُو َض ُع ا ْل َع ْر ُش يَ ْو َم، َو ِم ْن َها تَتَ َف َّج ُر أَ ْن َها ُر ا ْل َجنَّ ِة،ًأَ ْع َل َها ُسُ ّوًا َوأَ ْو َس ُع َها َ ِم ّلَة ِإ ۪نّي رَ ُج ٌل ُح ِّب َب ِإلَ َّي: يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم: فَ َقا َم ِإلَ ْي ِه رَ ُج ٌل فَ َقا َل،ا ْل ِقيَا َم ِة َو ِإبِ ًل، ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة لَ َخ ْي ًل، ِإي َوالَّ ۪ذي نَ ْف ۪سي بِيَ ِد ۪ه: فَ َه ْل ِفي ا ْل َجنَّ ِة َخ ْي ٌل؟ قَا َل،ا ْل َخ ْي ُل .َه ّفَافَةً تَ ِز ُّف بَ ْ َي ِخ َل ِل َورَ ِق ا ْل َجنَّ ِة يَ َتَا َو ُرو َن َعلَ ْي َها َح ْي ُث َشا ُءوا 617 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 8/148; İbn-i Kesîr, 2/495. 618 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 2/42; el-Hilye, 3/307.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 269 . ِإ ۪نّي ُح ِّب َب ِإلَ َّي ا ْ ِلبِ ُل: يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم:فَ َقا َم ِإلَ ْي ِه رَ ُج ٌل فَ َقا َل Ebû Hüreyre (ra) dedi ki: “Resûlulláh (asm), Cennet’i zikredip şöyle bu- yurdular: ‘Firdevs, Cennet’in en a‘lâsı ve yer olarak en geniş olanıdır. Cennet’in nehirleri, Firdevs Cennet’inden fışkırır. Kıyâmet günü Arş, Firdevs Cenneti’nin üzerine konulur.’ “Bunun üzerine bir adam kalkıp şöyle dedi: ‘Yâ Resûlelláh! Bana at sevdirilmiş. Ben atı seven bir adamım. Acabâ Cennet’te at var mıdır?’ Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu: ‘Nefsim yed-i kudretinde olan Elláh’a yemîn ederim ki; Cennet’te öyle atlar, öyle develer vardır ki; onlar çok sür‘atlidirler; Cennet yaprakları arasında uçar, koşarlar. Ehl-i Cennet, o at ve develer üzerinde istedikleri zamân, istedikleri yerde biribirlerini ziyâret ederler.’ “Bunun üzerine adamın biri de kalkıp, ‘Yâ Resûlelláh! Bana da deve sevdirilmiş- tir’ dedi.”619 Süleymân b. Büreyde (ra)’ın babasından rivâyete göre, bir adam, Resûlulláh (sav)’e, “Yâ Resûlelláh! Cennet’te at var mıdır?” diye sordu. Resûlulláh (sav) şöy- le buyurdu: ِإ ِن الّٰ ُل أَ ْد َخلَ َك ا ْل َجنَّةَ فَ َل تَ َشا ُء أَ ْن ُ ْت َم َل ۪في َها َع ٰل فَرَ ٍس ِم ْن يَاقُوتَ ٍة َحْرَا َء يَ ۪طي ُر بِ َك ِفي ا ْل َجنَّ ِة َح ْي ُث ِش ْئ َت “Elláh, seni Cennet’e koyarsa; orada senin istediğin şekilde kırmızı yâkúttan bir atá bindirilip dilediğin yere uçabilirsin.” Bir başka adam da şöyle sordu: “Yâ Resûlelláh! Cennet’te deve de var mıdır?” Resûlulláh (sav), bu adama arkadaşına söylediği şekilde söylemedi ve şöyle buyurdu: .ِإ ْن يُ ْد ِخ ْل َك الّٰ ُل ا ْل َجنَّةَ يَ ُك ْن لَ َك ۪في َها َما ا ْشتَ َه ْت نَ ْف ُس َك َولَ َّذ ْت َع ْينُ َك “Elláh seni Cennet’e koyarsa; cânının çektiği ve gözünün hóşlandığı her şey senin olacaktır.”620 يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل: أَ ٰتى أَ ْعرَابِ ٌّي اَلنَِّ َّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم فَ َقا َل: قَا َل،َع ْن أَ ۪بي أَيُّو َب 619 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 427. 620 Tirmizî, 38/11, Hadîs No: 2718.
270 Dâr-ı Saádet ِإ ْن: أَ ِفي ا ْل َجنَّ ِة َخ ْي ٌل؟ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم،َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم ِإ۪نّي أُ ِح ُّب ا ْل َخ ْي َل . ثُ َّم طَارَبِ َك َح ْي ُث ِش ْئ َت،أُ ْد ِخ ْل َت ا ْل َجنَّةَأُ ۪تي َت بِ َفرَ ٍس ِم ْن يَاقُوتَ ٍة لَ ُه َجنَا َحا ِن فَ ُح ِم ْل َت َعلَ ْي ِه Ebû Eyyûb (ra)’dan rivâyetle, o şöyle demiştir: “Bir bedevî, Resûlulláh (asm)’a gelerek, ‘Yâ Resûlelláh! Ben muhakkak atları seviyorum. Acabâ, Cennet’te at var mıdır?’ dedi. Resûlulláh (asm) buyurdular ki: ‘Cennet’e girdiğinde, sana iki ka- nadı olan yâkúttan bir at getirilir; üzerine bindirilirsin. Sonra o at, dilediğin yere doğru seni uçurur.’ ”621 َو ُر ِو َي َعن َعل ّي رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل َِسعت رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم يَ ُقول ِإن ِفي ا ْلجنَّة ل َش َجرَة يخرج من أَ ْع َل َها حلل َومن أَ ْس َفل َها خيل من ذهب مسرجة ملجمة من در َويَاقُوت َل تروث َو َل تبول لَ َها أَ ْج ِن َحة خطوها مد ا ْلبَ َصر فَيركب َها أهل ا ْلجنَّة فتطير بهم َح ْي ُث شاؤوا فَيَ ُقول الَّذين أَ ْس َفل ِم ْن ُهم َدرَ َجة يَا رب بِ َما بلغ ِعبَادك َه ِذه ا ْل َكرَا َمة كل َها قَا َل فَ ُي َقال لَ ُهم َكانُوا يصلو َن بِال ّلَ ْي ِل وكنتم تنامون َو َكانُوا يَ ُصو ُمو َن وكنتم تَأْ ُك ُلو َن َو َكانُوا يُ ْنف ُقو َن وكنتم تبخلون َو َكانُوا يُ َقات ُلون وكنتم تجبنون Hazret-i Ali (ra), “Resûlulláh (sav) şunları söylerken işittim” dedi: “Cennet’te bir ağac vardır. Yüksek dallarından kıymetli elbiseler çıkar. Alt dal- larından ise, eğeri ve gemi inci ve yâkúttan olan altın atlar çıkar. Terslemeyen ve bevletmeyen o atların kanatları vardır. Her adımı, gözün gördüğü yere kadar uzanır. Cennet ehli bu atlara biner, diledikleri yerlere uçarlar. O sırada aşağı derecede olanlar, ‘Yâ Rabbî! Bu yüce kulların, bu kadar ikrâm ve ni‘metlere nasıl kavuştular?’ deyince, onlara, ‘Onlar geceleri namâz kılıyordu, siz uyu- yordunuz. Onlar nâfile oruç tutuyordu, siz yiyordunuz. Onlar cömertçe hayır yapıyor, sadaka veriyordu; siz cimrilik ediyordunuz. Onlar savaşıyordu, siz korkuyordunuz’ denilir.”622 Abdurrahmân bin Sâide (ra) der ki: “Atı çok severdim. Onun için, ‘Yâ Resûlul- láh! Cennet’te at var mıdır?’ diye sordum. ‘Eğer Elláh seni Cennet’e koyarsa, sana iki kanatlı yâkúttan bir at verilir. Seni istediğin yere uçurur’ dedi.”623 621 Tirmizî, 2544; Taberânî fi’l-Kebîr, 4/180; Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 423. 622 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 381-382. 623 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 382.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 271 َعن شفي بن ماتع أَن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل ِإن من نعيم أهل ا ْلجنَّة أَنهم يتزاورون على المطايا والنجب َو ِإنَّ ُهم يُ ْؤتو َن ِفي ا ْلجنَّة بخيل مسرجة ملجمة َل تروث َو َل تبول فيركبونها َح َّت ي ْنتَهوا َح ْي ُث َشا َء الله عز َوجل Şufiy bin Mâti‘ (ra)’den, Resûlulláh (sav)’in şöyle dediği rivâyet olundu: “Cennet ni‘metlerinden biri de, Cennet ehlinin at ve deve gibi en iyi bineklerle bi- ribirlerini ziyâret etmeleridir. Cennet’te onlara, dışkı ve idrâr yapmayan eğerli atlar getirilir. Ehl-i Cennet, bunların üzerinde Elláh’ın dilediği yere kadar giderler.”624 Hulâsa: Ehl-i Cennet, Dâr-ı Saádet olan Cennet’te, istediği zamân istediği yerde at ve deve gibi bineklere binip, o bineklerle istedikleri yerlere uçarlar. Bundan dahi çok keyf ve lezzet alırlar. O binekler, mâhiyyetini bilmediğimiz yâkút gibi mücevherâttan olup, ehl-i Cennet onların üzerinde biribirlerini ziyâ- ret ederler. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bizlere de o Cennet bineklerine binmeyi ve orada dostlarımızla görüşmeyi nasíb eylesin. Âmîn. Dokuzuncu Mes’ele: Cennet ehlinin çoğu, bu ümmetten olduğu hakkında- dır. Konuyla alâkalı birkaç rivâyeti zikrediyoruz: Abdulláh b. Mes‘úd (ra)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Bir kubbe altında (deriden ma‘mûl bir çadırda) kırk kişi kadar Resûlulláh (sav) ile berâber idik. Bu sırada Resûlulláh (sav): أَتَ ْر َض ْو َن أَ ْن تَ ُكونُوا ُربُ َع أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة “ ‘Cennetliklerin dörtte biri olmanıza râzı mısınız?’ buyurdu. Oradakiler, ‘Evet’ dediler. Resûlulláh (sav): أَتَ ْر َض ْو َن أَ ْن تَ ُكونُوا ثُ ُل َث أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة “ ‘Cennetliklerin üçte biri olmanıza râzı mısınız?’ buyurdu. Oradakiler yine, ‘Evet’ dediler. Bu sefer Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: َو ٰذ ِل َك أَ َّن ا ْل َجنَّةَ َل يَ ْد ُخ ُل َها.َوالَّ ۪ذي نَ ْف ۪سي بِيَ ِد ِه ِإ ۪نّي َلَ ْر ُجو أَ ْن تَ ُكونُوا ِن ْص َف أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة 624 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 379.
272 Dâr-ı Saádet ِإ َّل نَ ْف ٌس ُم ْس ِل َمةٌ َو َما أَ ْن ُت ْم ِفي أَ ْه ِل ال ِّش ْر ِك ِا َّل َكال َّش َعرَ ِة ا ْلبَ ْي َضا ِء ۪في ِج ْل ِد الثَّ ْو ِر ا ْلَ ْسوَ ِد .أَ ْو َكال َّش َعرَ ِة ال َّس ْو َدا ِء ۪في ِج ْل ِد الثَّ ْو ِر ا ْلَ ْحَ ِر “Nefsim kudret elinde olan Elláh’a yemîn ederim ki; ben, sizin Cennetliklerin ya- rısı olmanızı kuvvetle ümîd ederim. Sebebi de şudur: Cennet’e ancak Müslümân kişi girecek, başkası girmeyecektir ve sizler, ehl-i şirkin içinde, ancak siyâh öküzün cil- dindeki beyâz bir kıl veyâ kırmızı öküzün derisindeki siyâh bir kıl gibi olacaksınız.”625 Büreyde (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: أَ ْه ُل ا ْل َجنَّ ِة ِع ْش ُرو َن َو ِماَئَ ُة َص ٍّف ثَ َمانُو َن ِم ْن َها ِم ْن ٰه ِذ ِه ا ْلُ ّمَ ِة َوأَ ْربَ ُعو َن ِم ْن َسائِ ِر ا ْلُ َم ِم “Cennetlikler, yüz yirmi sáf olacaklardır. Onların seksen sáfı bu ümmetten, kırk sáfı diğer ümmetlerden olacaktır.”626 Abdulláh bin Mes‘úd (ra)’ın rivâyet ettiği hadîste, Resûl-i Ekrem (sav)’in ümmetinin Cennet ehlinin yarısını teşkîl etmesinin Resûlulláh tarafından ümîd edildiği bildiriliyor. Büreyde (ra)’ın rivâyet ettiği hadîste ise, Ümmet-i Muham- med (asm)’ın Cennet ehlinin üçte ikisini teşkîl ettiği ifâde edildi. Bu iki hadîs arasında işkâl yoktur. Resûl-i Ekrem (asm), önce, ümmetinin, Cennetliklerin yarısını teşkîl etmesini ümîd etmişti. Sonra ümmetinin, Cennetlik olanların ya- rısından fazla olduğu Elláh tarafından kendisine müjdelenmiştir. Onuncu Mes’ele: Cennet’e girmek, Hazret-i Muhammed (asm)’ın şefâatiyledir. Ebedî saádet mahalli olan Cennet, Cenâb-ı Hakk’ın ehl-i îmân ve táat olan kullarına bir lütfu, bir ihsânıdır. Cennet ehli Cennet’e vardıklarında, Cennet’in kapılarının kapalı olduğunu görürler ve Cennet’in kapıcısından kapıların açıl- masını isterler. Hattâ, bu husústa ulü’l-azm diye bilinen peygamberlerden şefâat talebinde bulunurlar. Hátemu’l-Enbiyâ ve’l-Mürselîn olan Hazret-i Muham- med (asm)’a gelinceye kadar hîçbir peygamber, insânların bu taleblerini kabûl etmez. Netîcede bütün peygamberlerin efendisi ve en fazíletlisi olan Hazret-i Muhammed (asm), onların bu teklîflerini kabûl eder. “Elláh’ın emir ve izniyle onu ben açarım” diyerek Arşın altına gider, secdeye kapanarak duá eder ve so- nunda başını kaldırıp dileğini söylemesi için ona izin verilir. Böylece Elláh (cc), Habîbi’nin hátırını yüceltmek, mertebesinin yüceliğini göstermek için şefâatini 625 Sünen İbn-i Mâce, Hadîs No: 4283; Tirmizî, 38/13, Hadîs No: 2723. 626 Tirmizî, 38/13, Hadîs No: 2722.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 273 kabûl eder ve Cennet’in kapılarını açar. Konuyla alâkalı Sahîh-i Müslim’de ge- çen hadîsi naklediyoruz: حدثنا محمد بن طريف بن خليفة البجلي .حدثنا محمد بن فضيل .حدثنا أبو مالك الأشجعي عن أبي حازم ،عن أبي هريرة .وأبو مالك عن ربعي ،عن حذيفة؛ قالا: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم «يجمع الله تبارك وتعالى الناس .فيقوم المؤمنون حتى تزلف لهم الجنة .فيأتون آدم فيقولون :يا أبانا استفتح لنا الجنة .فيقول :وهل أخرجكم من الجنة إلا خطيئة أبيكم آدم! لست بصاحب ذلك .اذهبوا إلى ابني إبراهيم خليل الله .قال فيقول إبراهيم :لست بصاحب ذلك .إنما كنت خليلا من وراء وراء .اعمدوا إلى موسى صلى الله عليه وسلم الذي كلمه الله تكليما .فيأتون موسى صلى الله عليه وسلم فيقول :لست بصاحب ذلك .اذهبوا إلى عيسى كلمة الله وروحه .فيقول عيسى صلى الله عليه وسلم :لست بصاحب ذلك .فيأتون محمدا صلى الله عليه وسلم .فيقوم فيؤذن له .وترسل الأمانة والرحم .فتقومان جنبتي الصراط يمينا وشمالا .فيمر أولكم كالبرق» قال قلت :بأبي أنت وأمي! أي شيء كمر البرق؟ قال «ألم تروا إلى البرق كيف يمر ويرجع في طرفة عين؟ ثم كمر الريح .ثم كمر الطير وشد الرجال .تجري بهم أعمالهم .ونبيكم قائم على الصراط يقول :رب! سلم سلم. حتى تعجز أعمال العباد .حتى يجيء الرجل فلا يستطيع السير إلا زحفا .قال وفي حافتي الصراط كلاليب معلقة .مأمورة بأخذ من أمرت به .فمخدوش ناج ومكدوس في النار» .والذي نفس أبي هريرة بيده! إن قعر جهنم لسبعون خريفا. Ebu Hüreyre ve Huzeyfe (ra) şöyle dediler: “Resûlulláh (sav) şöyle buyurdular: “ ‘Elláhu Teâla, kıyâmet gününde insânları bir araya toplar. Mü’minler ayağa kalkar. Nihâyet Cennet kendilerine yaklaştırılır. Derken, Hazret-i Âdem (as)’a ge- lip, ‘Ey babamız! Cennet’i bize açtır’ derler. Bunun üzerine Hazret-i Âdem (as), ‘Sizleri Cennet’ten ancak babanızın hatásı çıkardı. Ben bunun sáhibi değilim. Sizler, benim oğlum İbrâhîm Halîlulláh’a gidiniz’ der. Hazret-i İbrâhîm (as) da, ‘Ben bunun sáhibi değilim. Ben, ancak perde arkasından bir halîl (dost) olmu-
274 Dâr-ı Saádet şumdur. Sizler, Elláh’ın kendisine kelâm etmiş olduğu Mûsâ’ya yöneliniz’ der. Halk, bu def‘a Hazret-i Mûsâ (as)’a gelirler. Mûsâ (as), ‘Ben buna sáhib değilim. Sizler, Elláh’ın kelimesi ve rûhu olan İsa‘ya gidiniz’ der. Îsâ (as) da, ‘Ben bunun sáhibi değilim’ der. Nihâyet insânlar Muhammed (asm)’a gelirler. O da doğrulur ve kendisine izin verilir.’ ”627 On Birinci Mes’ele: Cennet’e ilk olarak kimin ve hangi ümmetin gireceği hakkındadır. Cennet’e ilk girecek insân, álemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Mu- hammed (asm)’dır. Konuyla alâkalı ba‘zı hadîsleri naklediyoruz: Enes b. Mâlik (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyur- muştur: ٰا ۪تى بَا َب ا ْل َجنَّ ِة يَ ْو َم ا ْل ِقيَا َم ِة فَاَ ْستَ ْف ِت ُح فَيَ ُقو ُل ا ْل َخا ِز ُن َم ْن اَ ْن َت فَاَقُو ُل ُمَ َّم ٌد فَيَ ُقو ُل بِ َك اُ ِم ْر ُت َل اَ ْفتَ ُح ِلَ َح ٍد قَ ْبلَ َك “Kıyâmet gününde Cennet’in kapısına gelip açılmasını isterim. Kapıdaki bekçi: ‘Sen kimsin?’ diye sorunca: ‘Ben Muhammed’im’ karşılığını veririm. Bunun üze- rine bekçi, ‘Senden önce hîç kimseye kapıyı açmamam emredilmişti’ der.”628 Yine Enes b. Mâlik (ra)’den rivâyet edilen bir hadîste ise Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: اَنَا اَ ّوَ ُل َم ْن يَ ْقرَ ُع بَا َب ا ْل َجنَّ ِة “Cennet’in kapısını ilk olarak çalan ben olacağım.”629 İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (sav) şöyle bu- yurmuştur: َاَنَا اَ ّوَ ُل َم ْن ُيَ ِّر ُك ِحلَ َق ا ْل َجنَّ ِة فَيَ ْفتَ ُح الّٰ ُل ِل َي فَ ُي ْد ِخ ُل ۪ني َها َو َم ۪عي فُ َقرَا ُء ا ْل ُم ْؤ ِم ۪ني َن َو َل فَ ْخر “Kıyâmet gününde Cennet’in kapılarının halkalarını ilk hareket ettirecek olan benim. Elláh, bana Cennet kapısını açacak, berâberimde olan fukarâ-i mü’minîni Cennet’e idhál edecektir. Bunda övünme yok!”630 627 Müslim, Îmân, 84, Hadîs No: 329. 628 Müslim, Îmân, 85. 629 Müslim, Îmân, 85. 630 Tirmizî, Menâkıb, 1. Bâb, Hadîs No: 3616.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 275 Cennet’e ilk girecek ümmet de, Ümmet-i Muhammed (asm)’dır. Resûlulláh (sav), bu husúsu hadîs-i şerîflerinde şöyle beyân buyurmuşlardır: َ ْن ُن: قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَم: قَا َل.ََع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَة َ َو َ ْن ُن اَ ّوَ ُل َم ْن يَ ْد ُخ ُل ا ْل َجنَّة.ا ْ ٰل ِخ ُرو َن ا ْلَ ّوَلُو َن يَ ْو َم ا ْل ِقيَا َم ِة Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyur- muştur: “Bizler, dünyâda âhirûn, kıyâmet günü evvelûnuz. Ya‘nî, dünyâda en son geldik. Kıyâmet gününde ise öne geçeceğiz. Bizler Cennet’e girecek olanların ilkiyiz.”631 َوالَّ ِذي نَ ْف ُس: فَ َقا َل، َص َد ْرنَا َم َع رَ ُسو ِل الل ِه صلى الله عليه وسلم:َع ْن ِرفَا َعةَ ا ْل ُج َه ِ ِ ّن قَا َل َوأَ ْر ُجو أَلاَّ يَ ْد ُخ ُلو َها.ُمَ َّم ٍد بِيَ ِد ِه! َما ِم ْن َع ْب ٍد يُ ْؤ ِم ُن ثُ َّم يُ َس َّد ُد ِإلاَّ ُس ِل َك بِ ِه ِفي ا ْل َجنَّ ِة . َم َسا ِك َن ِفي ا ْل َجنَّ ِة، َو َم ْن َصلَ َح ِم ْن ذَرَا ِر ِيّك ْم،َح َّت تَبَ ّوَ ُؤا أَ ْن ُت ْم Rifâa el-Cühenî (ra)’den şöyle demiştir: “Biz, Resûlulláh (sav)’in berâberinde bir yolculuk (veyâ savaş)tan geri döndük. O sıralarda Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurdu: “Muhammed’in hayâtı (kudret) elinde olan Elláhu Teálâ’ya yemîn ederim ki, îmân edip sonra da istikámetten ayrılmayan hîçbir kul yoktur ki; Cennet’e dâhil edilmesin. Siz ve îmân edip amel-i sálih işleyen nesliniz, Cennet’teki meskenlere (köşklere) yerleşmedikçe (diğer ümmetlerin mü’minleri olan) Cennetliklerin Cen- net’e girmemelerini de ümîd ederim.”632 َوأَ ّوَ ُل، َ ْن ُن ٰا ِخ ُر ا ْلُ َم ِم:َع ِن ا ْب ِن َع ّبَا ٍس؛ أَ َّن النَِّ َّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل . أَ ْي َن ا ْلُ ّمَ ُة ا ْلُ ِّميَّ ُة َونَ ِبيُّ َها؟ فَنَ ْح ُن الآ ِخ ُرو َن ا ْلَ ّوَلُو َن: يُ َقا ُل.َم ْن ُيَا َس ُب İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Biz (dünyâya geliş bakımından) ümmetlerin sonuncusuyuz ve (kıyâmet günü) hesâbı görüleceklerin ilkiyiz. (Kıyâmet günü) ‘Ümmî olan ümmet ve peygamberi 631 Müslim, Cum‘a, 6. 632 Sünen İbn-i Mâce, Hadîs No: 4285.
276 Dâr-ı Saádet nerededir?’ denilir. (Ya‘nî, bu ümmete öncelik verilir.) Bu i‘tibârla biz, (dün- yâya gelişte) sonuncu, (kıyâmet günü hesâbın görülmesi ve Cennet’e girmek ba- kımından) önde olanlarız.”633 Hazret-i Muhammed (sav)’in ümmetinden ilk Cennet’e girecek olan da Haz- ret-i Ebû Bekir (ra)’dir. Konuyla alâkalı bir hadîste şöyle buyrulmuştur: اَتَا ۪نى ِج ْ ۪بي ُل َعلَ ْي ِه ال َّس َلُم: قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم:َع ْن اَ۪بى ُهرَ ْيرَةَ قَا َل فَاَ َخ َذ بِيَ ۪دى فَاَرَا ۪نى بَا َب ا ْل َجنَّ ِة الَّ ۪ذى تَ ْد ُخ ُل ِم ْن ُه اُ ّمَ۪ت فَ َقا َل اَبُو بَ ْك ٍر يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل َو ِد ْد ُت اَ۪نّى ُك ْن ُت َم َع َك َح ّٰت اَ ْن ُظرَ ِالَ ْي ِه فَ َقا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم اَ َما اَّنَ َك يَا اَبَا بَ ْك ٍر اَ ّوَ ُل َم ْن يَ ْد ُخ ُل ا ْل َجنَّةَ ِم ْن اُ ّمَ۪ت Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Bana Cebrâîl (as) geldi. Elimden tutup, bana, ümmetimin kendisinden Cennet’e gireceği Cennet’in kapısını gösterdi.” Bunun üzerine Ebû Bekir (ra) şöyle dedi: “Yâ Resûlelláh! Ben de o sırada seninle berâber olup o kapıyı görmeyi çok isterdim.” Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurdu: “Ey Ebû Bekir! Şunu iyi bil ki, ümme- timden Cennet’e ilk girecek olan sensin.”634 On İkinci Mes’ele: Cennet ehlinin hangi dille konuşacağı hakkındadır. Ehl-i Cennet’in Cennet’teki lisânı, Arabca’dır. Buna dâir İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyetle Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur: .اَ ِح ّبُوا ا ْل َعرَ َب ِلثَلاَ ٍث ِلَ ۪نّى َعرَبِ ٌّي َوا ْل ُق ْر ٰا ُن َعرَبِ ٌّي َو َك َل ُم اَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة َعرَبِ ٌّي “Arabları üç şeyden dolayı sevin. Çünkü, ben Arab’ım; Kur’ân’ın lisânı Arab- ca’dır; ehl-i Cennet’in kelâmı Arabca’dır.”635 Ehl-i Cennet’in lisânı Arabca’dır. Mahşer âhâlîsinin dili ise bir rivâyete göre Süryânîce’dir.636 633 Sünen İbn-i Mâce, Hadîs No: 4290. 634 Ebû Dâvûd, Sünnet, Hadîs No: 4652. 635 Taberânî, Mu‘cemü’l-Kebîr ve’l-Evset; Beyhekí, Şuábü’l-Îmân; Sehâvî fî Mekásıdi’l-Hasene; Hâkim, Müstedrek; Süyûtí, fi’d-Dureri’l-Münteşire fî Ehâdîsi’l-Müştehire. 636 İbn-i Ebî Hâtim.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 277 On Üçüncü Mes’ele: Cenâb-ı Hakk’ın Cennet’te, ehl-i Cennet’e Kur’ân oku- yacağı hakkındadır. Konuyla alâkalı birkaç rivâyeti zikrediyoruz: ُ ِإ َّن أَ ْه َل ا ْل َجنَّ ِة يَ ْد ُخ ُلو َن ُك َّل يَ ْو ٍم َم ّرَتَ ْ ِي َع َل ا ْل َج ّبَا ِر تَ َعالَى فَيَ ْقرَأ: قَا َل، ََع ْب ُد الَّ ِل ْب ُن بُرَ ْي َدة ، َوال ّزَبَ ْر َج ِد، َوقَ ْد َجلَ َس ُك َّل ا ْم ِر ٍئ ِم ْن ُه ْم َ ْم ِل َس ُه َع َل َمنَابِ ِر ال ُّد ِّر َوا ْليَاقُو ِت، َعلَ ْي ِه ُم ا ْل ُق ْر ٰا َن , َولَ ْم يَ ْس َم ُعوا َش ْيئًا قَ ُّط أَ ْعظَ َم، فَلَ ْم تَ َق ّرَ أَ ْع ُينُ ُه ْم بِ َذ ِل َك، َوال َّذ َه ِب َوال ُّز ُم ُّر ِد ُك ًّل بِأَ ْع َما ِل ِه ْم . ثُ َّم يَ ْن َص ِرفُو َن ِإلَى ِر َحا ِل ِه ْم نَا ِع ِمي َن قَ ِريرَةً أَ ْع ُينُ ُه ْم ِإلَى ِم ْث ِل َها ِم َن ا ْل َغ ِد، َو َل أَ ْح َس َن ِم ْن ُه Abdulláh bin Büreyde (ra)’den rivâyetle şöyle demiştir: “Muhakkak ehl-i Cennet, günde iki def‘a Cebbâr-ı Zi’l-kıdem’in (Ellá- hu Teálâ’nın) rü’yet-i cemâli ile müşerref olurlar. Cenâb-ı Hak, ehl-i Cennet’e Kur’ân’ı okur. Ehl-i Cennet’ten her biri, amellerinin derecesine göre inci, yâkút, zeberced, altın ve zümrüdden minberler, tahtlar üzerine otururlar. Daha önce göz- leri böyle rûşen olmamıştı ve daha önce bundan daha güzel ve büyük bir şey işitme- mişlerdi. Cenâb-ı Hak’tan Kur’ân’ı dinlemek gibi daha güzel ve büyük bir şey işit- memişlerdir. Cenâb-ı Hakk’ın rü’yet-i cemâli ile müşerref olup, Kur’ân’ı Elláhu Teálâ’dan dinledikten sonra ertesi gün yine bu ni‘metin misline nâil olana kadar menzillerine gözleri aydın ve çok ni‘metlere mazhar oldukları hâlde dönerler.”637 . َكأَ َّن النَّا َس لَ ْم يَ ْس َم ُعوا ا ْل ُق ْر ٰان ِحي َن يَ ْتلو ُه الله َعلَ ْي ِه ْم في ال َجنَّ ِة: عن أنس مرفوعا Enes (ra)’dan rivâyet edilen merfû‘ bir hadîste şöyle buyrulmuştur: “Elláhu Teálâ, ehl-i Cennet’e Cennet’te Kur’ân’ı okuduğu zamân, sanki onlar, daha önce hîç Kur’ân’ı işitmemişler gibi olurlar.”638 ( كأن الخلق لم يسمعوا: عن أبي هريرة مرفوعا ولفظه . ) القرآن حين يسمعونه من الرحمن يتلوه عليهم Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet edilen merfû‘ bir hadîste şöyle buyrulmuştur: “Cennet halkı, Rahmân-ı Zü’l-celâl’den Kur’ân’ı işittikleri zamân, sanki daha evvel hîç o Kur’ân’ı işitmemişlerdir. (Sanki yeni işitiyor gibi olurlar.)”639 637 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 270; Nevâdiru’l-Usûl, 2/90; Fethu’l-Kebîr li’n-Nebhânî, 2/292. 638 er-Râfiî Fî Târîhihi, 2/403. 639 er-Râfiî Fî Târîhihi, 2/403.
278 Dâr-ı Saádet ، َكأَ َّن النَّا َس ِإذَا َِس ُعوا ا ْل ُق ْرآ َن: قَا َل، َع ْن ُمَ َّم ِد ْب ِن َك ْع ٍب ا ْل ُقرَ ِظ ِ ّي ِم ْن ِفي ال ّرَ ْحَ ِن َع ّزَ َو َج َّل يَ ْو َم ا ْل ِقيَا َم ِة فَ َكأَنَّ ُه ْم لَ ْم يَ ْس َم ُعو ُه قَ ْب َل ذَ ِل َك Muhammed bin Ka‘b el-Kurezî (ra)’den rivâyetle, şöyle demiştir: “İnsânlar kıyâmet gününde Rahmân olan Elláhu Teálâ’dan, teşbîh olmasın O’nun fem-i mübârekinden Kur’ân’ı işittiklerinde, sanki bundan evvel hîç Kur’ân’ı işitmemiş gibi olurlar.”640 On Dördüncü Mes’ele: Ehl-i Cennet’in Cennet’te hamd, tesbîh ve kırâat-ı Kur’ânla meşgúl olduklarına dâirdir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, dört âyette ehl-i Cennet’in, Cennet’te Elláhu Teálâ’yı hamd ve tesbîh etmesinden bahsetmektedir. Şöyle ki: Ehl-i Cennet’in Cennet’te Elláhu Teálâ’yı hamd etmesinden bahseden âyet- lerden birincisi: َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت َل نُ َك ِّل ُف نَ ْف ًسا ِا َّل ُو ْس َع َه ۘا اُو۬ ٰلٓ ِئ َك اَ ْص َحا ُب ا ْل َجنَّ ِةۚ ُه ْم ۪في َها َخا ِل ُدو َن “(O kimseler ki; îmân ettiler ve) îmanlarını muhâfaza ve takviye için (sá- lih amel işlediler. Biz ise hîçbir nefsi, gücünün üstünde bir şey ile mükellef kıl- mayız.) Bu kimselerin mükellef oldukları ibâdetler, onların güç ve tâkatlerinin háricinde değildir. (İşte onlar, Cennet ehlidir. Onlar, orada ebedî kalıcılardır.) Dâimî bir hâlde Cennet ni‘metlerinden istifâde edeceklerdir.”641 َونَزَ ْعنَا َما ۪في ُص ُدو ِر ِه ْم ِم ْن ِغ ٍّل َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت ِه ُم ا ْلَ ْن َها ُۚر َوقَالُوا ا ْل َح ْم ُد ِ ّٰ ِل الَّ ۪ذي َه ٰدينَا ِل ٰه َذا َو َما ُكنَّا ِلنَ ْهتَ ِد َي لَ ْو َٓل اَ ْن َه ٰدينَا الّٰ ُۚل لَ َق ْد َٓجا َء ْت ُر ُس ُل رَبِّنَا بِا ْل َح ِّ ۜق َونُو ُدٓوا اَ ْن ِت ْل ُك ُم ا ْل َجنَّ ُة اُو۫ ِر ْث ُت ُمو َها بِ َما ُك ْن ُت ْم تَ ْع َم ُلو َن “(Ve Biz, onların) Cennet ehlinin (göğüslerinde kînden her ne varsa hepsini sö- küp atmışızdır.) Onların kalbleri saf, temiz, biribirine karşı muhabbetle dolu bu- lunacaktır. Şâyet dünyâda iken aralarında bir kîn ve hîle bulunmuş ise de, artık 640 Abdulláh bin Ahmed Fi’s-Sünneh”, 1/147. 641 A‘râf, 7:42.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 279 Cennet’te ondan bir eser kalmayacaktır. (Onların altlarından) köşklerinin, bahçeleri- nin yanı başından (ırmaklar akar.) Bunlar, onların zevklerini ve lezzetlerini devâmlı arttırırlar. (Ve) onlar da Cenâb-ı Hakk’a şükür için (şunu derler: ‘Elláhu Teálâ’ya hamdolsun ki, bize hidâyeti nasíb etmek súretiyle bizi bu ni‘metlere kavuştur- du. Eğer Elláhu Teálâ, bize hidâyet etmeseydi,) eğer O’nun tevfîk ve inâyeti bize erişmeseydi, (biz, kendi kendimize hidâyete eremezdik.) Bedbahtlıkta kalır, böyle ni‘metlere kavuşamazdık. İşte, insânlara lâzım olan şudur ki, herhangi bir şeye mu- vaffak olduğunda bunu Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu olarak görmesi ve bilmesi; kendi ilmine ve kudretine güvenerek kibre düşmekten sakınması gerekir. (Ve muhakkak ki,) kasem olsun ki, (Rabbimizin Peygamberleri hak ile geldiler.’) Biz de onla- rın irşâdı ile hidâyete kavuşarak bu hüsn-i ákıbete eriştik. (Ve onlara:) Cennet sâ- kinlerine hıtáben: (‘İşte bu Cennet’tir ki; siz, buna, sálih amelleriniz sebebiyle vâris oldunuz’ diye) melekler vâsıtasıyla (nidâ olunacaktır.) Evet, bu ni‘met; dün- yâdaki sahîh i‘tikádınızın ve sálih amellerinizin mükâfâtı olarak size Elláh tara- fından ihsân buyrulmuştur. İşte îmânın ve sálih amellerin muazzam mükâfâtı!”642 Ehl-i Cennet’in Cennet’te Elláhu Teálâ’yı hamd etmesinden bahseden âyet- lerden ikincisi: ِا َّن الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت يَ ْه ۪دي ِه ْم رَبُّ ُه ْم بِ ۪اي َما ِن ِه ْ ۚم َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت ِه ُم ا ْلَ ْن َها ُر ۪في َجنَّا ِت النَّ ۪عي ِم “O kimseler ki, îmân ettiler ve sálih amellerde bulundular; muhakkak ki, onları, îmân etmiş olmaları sebebiyle Rab’leri hidâyete erdirir; ni‘met dolu Cen- netlerde onların altlarından ırmaklar akar.”643 َد ْع ٰوي ُه ْم ۪في َها ُس ْب َحانَ َك ال ّٰل ُه َّم َو َ ِتيَّ ُت ُه ْم ۪في َها َس َل ٌۚم َو ٰا ِخ ُر َد ْع ٰوي ُه ْم اَ ِن ا ْل َح ْم ُد ِ ّٰ ِل رَ ِّب ا ْل َعالَ ۪مي َن “Cennet ehlinin (orada) Cennet’te (duáları; ‘Yâ İlâhî! Seni tesbîh ve tenzîh ederiz’ sözüdür. Orada biribirlerine temennîleri de ‘Selâm’dır.) ‘Selâmette olu- nuz!’ cümlesinden ibârettir. (Duálarının sonu da: ‘Hamd Álemlerin Rabbi olan Elláhu Teálâ’ya mahsústur’) şeklindedir.”644 642 A‘râf, 7:43. 643 Yûnus,10: 9. 644 Yûnus,10: 10.
280 Dâr-ı Saádet Ehl-i Cennet’in Cennet’te Elláhu Teálâ’yı hamd etmesinden bahseden âyet- lerden üçüncüsü: َجنَّا ُت َع ْد ٍن يَ ْد ُخ ُلونَ َها ُيَ ّلَ ْو َن ۪في َها ِم ْن اَ َسا ِورَ ِم ْن ذَ َه ٍب َولُ ْؤلُؤً۬اۚ َو ِلبَا ُس ُه ْم ۪في َها َح ۪ري ٌر “O mü’minler hakkında tecellî eden İlâhî lütuf, (Adn Cennetleridir ki;) içlerin- de dâimâ ikámet edilecek olan ebedî köşkleri, sarâyları, bağları, bahçeleridir ki; o mü’minler, (onlara girerler.) Dâimî zevk u safâ dolu o Cennetlere kavuşurlar. (Orada altından bilezikler ve İncilerle süsleneceklerdir.) Cennet’e giren erkekler ve kadınlar hâllerine lâyık, gûnâgûn tezyînâta nâil olacaklardır. (Orada libâsları da ipektir.) O mü’minler o Cennetlerde en güzel, pek latíf, çok kıymetli ipekten elbise- ler ile süslenmiş bir hâlde bulunacaklardır.”645 ٌَوقَالُوا ا ْل َح ْم ُد ِ ّٰ ِل الَّ ۪ذٓي اَ ْذ َه َب َعنَّا ا ْل َحزَ َنۜ ِا َّن رَبَّنَا لَ َغ ُفورٌ َش ُكور “(Ve) o Cennetlere nâil olan mü’minler (diyeceklerdir ki: ‘Hamd o Elláh’a ol- sun ki, bizden üzüntüyü giderdi.) Bizi dünyânın elem ve kederlerinden kurtardı; bizi Cehennem korkusundan halâs etti; bizi böyle büyük, ebedî bir rızka nâil bu- yurdu. (Şübhe yok ki bizim Rab’bimiz, çok bağışlayıcıdır.) Kusúrlarımızı afv bu- yurmuştur ve Kerîm Hálıkımız, (şükrü kabûl edicidir.’) İtáatkâr kullarının güzel amellerini kabûl ederek kendilerini birçok mükâfâtlara nâil buyurmuştur.”646 اَلَّ ۪ذٓي اَ َح ّلَنَا َدارَ ا ْل ُم َقا َم ِة ِم ْن فَ ْض ِل ۪هۚ َل يَ َم ُّسنَا ۪في َها نَ َص ٌب َو َل يَ َم ُّسنَا ۪في َها لُ ُغو ٌب “Öyle Cennetlere nâil olacak olan ehl-i îmân orada devâmlı olarak kalacaklarından, fevka’l-áde olan sevinçlerini göstermek ve Cenâb-ı Hakk’a arz-ı şükrân ederek diyeceklerdir ki: ‘Rabbimiz, (öyle) kerem sáhibi bir Zât-ı Zü’l- cemâl’dir (ki O, bizi lütfundan) sırf lütuf ve keremi gereği olarak ebedî (bir ikámetgâh olan diyâra) hîçbir zamân yok olmayacak, değişmeyecek olan bu Cen- netlere (yerleştirip misâfir etti.) Bizi bu ni‘metlere kavuşturdu. Artık (burada bize bir yorgunluk dokunmayacaktır.) Dâimâ istirâhat içinde yaşayacağız (ve burada bize hîçbir usanç da dokunmayacaktır.) Böyle râhat bir yerde, zevk u safâ içinde dâimî bir súrette yaşayacağız.’ ”647 645 Fâtır, 35:33. 646 Fâtır, 35:34. 647 Fâtır, 35:35.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 281 Ehl-i Cennet’in Cennet’te Elláhu Teálâ’yı hamd etmesinden bahseden âyet- lerden dördüncüsü: َو ۪سي َق الَّ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا رَبَّ ُه ْم ِالَى ا ْل َجنَّ ِة زُ َمرً ۜا َح ّٰٓت ِاذَا َٓجا ُؤ۫ َها َوفُ ِت َح ْت اَ ْبوَابُ َها َوقَا َل لَ ُه ْم َخزَنَ ُت َها َس َل ٌم َعلَ ْي ُك ْم ِط ْب ُت ْم فَا ْد ُخ ُلو َها َخا ِل ۪دي َن “Rab’lerinden korkup takvâ dâiresinde bulunanlar ise, bölük bölük Cennet’e sevk edilir. Oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara; ‘Selâm size! Ter temiz geldiniz. Artık buraya, ebediyyen kalıcılar olmak üzere giriniz!’ derler.”648 َوقَالُوا ا ْل َح ْم ُد ِ ّٰ ِل الَّ ۪ذي َص َدقَنَا َو ْع َد ُه َواَ ْورَثَنَا ا ْلَ ْر َض نَتَبَ ّوَاُ ِم َن ا ْل َجنَّ ِة َح ْي ُث نَ َٓشا ُءۚ فَ ِن ْع َم اَ ْج ُر ا ْل َعا ِم ۪لي َن “Cennetlere sevk edilen mü’minler, orada nâil oldukları ni‘metleri görünce (dediler ki: ‘Hamd, Elláh’a mahsústur ki,) tam bir hamd ve senâya lâyık olan yalnız Elláhu Teálâ’dır ki, (bizim için va‘dini yerine getirdi.) Peygamberle- ri vâsıtasıyla bize müjde verilen bu Âhiret Álemi, bu ebedî saádet makámı ger- çekleşmiş oldu. Bu husústaki beyânların doğruluğu ortaya çıkmış bulundu. (Ve bizi, bu yere vâris kıldı.) Bize bu Cennetleri nasíb buyurdu. Artık (Cennet’ten dilediğimiz yerde ikámet ederiz.) Şimdi bu Cennetlerde bir mîrâsçının mîrâs yoluyla kavuştuğu gibi tasarrufa selâhiyyetli bulunacağız. İstediğimiz yerlerde, geniş makámlarda ikámet edip zevk alacağız. (Artık ne güzeldir) ne kadar hóştur, güzel (amel edenlerin mükâfâtı.) Cenâb-ı Hak da bunları bir mükâfât olarak bizlere nasíb buyurdu. Rabbimize hadsiz hamd ü senâlar olsun.’ ”649 Ehl-i Cennet’in Cennet’te Cenâb-ı Hakk’ı hamd ve tesbîh edeceklerine dâir ba‘zı ehâdîs-i Nebeviyyeyi zikrediyoruz. Şöyle ki: أَ ّوَ ُل زُ ْمرَ ٍة تَ ْد ُخ ُل: قَا َل، أَ َّن رَ ُسو َل الَّ ِل َص َّل الل ُه َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم،َع ْن أَبِي ُهرَ ْيرَةَ رَ ِض َي الَّ ُل َع ْن ُه قُ ُلوبُ ُه ْم،ً َوالَّ ِذي َن َع َل ِإ ْث ِر ِه ْم َكأَ َش ِّد َك ْو َك ٍب ِإ َضا َءة،ال َجنَّةَ َع َل ُصورَةِ ال َق َم ِر لَ ْيلَةَ البَ ْد ِر ُك ُّل، ِل ُك ِّل ا ْم ِر ٍئ ِم ْن ُه ْم زَ ْو َجتَا ِن، لاَ ا ْخ ِتلاَ َف بَ ْينَ ُه ْم َولاَ تَبَا ُغ َض،َع َل قَ ْل ِب رَ ُج ٍل َوا ِح ٍد ، يُ َس ِّب ُحو َن الَّلَ بُ ْكرَةً َو َع ِشيًّا،َوا ِح َد ٍة ِم ْن ُه َما يُرَى ُم ُّخ َسا ِق َها ِم ْن َورَا ِء لَ ْح ِم َها ِم َن ال ُح ْس ِن 648 Zümer, 39:73. 649 Zümer, 39:74.
282 Dâr-ı Saádet لاَ يَ ْس َق ُمو َنَ ،ولاَ يَ ْمتَ ِخطُو َنَ ،ولاَ يَ ْب ُص ُقو َن ،آ ِنيَ ُت ُه ُم ال َّذ َه ُب َوال ِف َّض ُةَ ،وأَ ْم َشا ُط ُه ُم ال َّذ َه ُب، َو َوقُو ُد َمَا ِم ِر ِه ْم الألُ ّوَ ُة -قَا َل أَبُو اليَ َما ِن :يَ ْع ِن ال ُعو َد َ ،-ورَ ْش ُح ُه ُم ال ِم ْس ُك. Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Cennet’e ilk girecek zümre, Ay’ın on dördüncü gecesindeki nûrlu súreti üzere- dirler. Bunların ardından Cennet’e girecek olanlar ise, en keskin ışık yayan yıldızlar gibidirler. Cennet âhâlîsinin gönülleri, kalbleri, birtek kişinin kalbi üzeredir. Ehl-i Cennet’in arasında buğz ve ihtilâf, kîn ve adâvet yoktur. Her biri için iki zevce vardır. O iki zevceden her birinin güzellik ve letáfetinden dolayı etinin arkasından baldırının tâ iliğine kadar görülür. Cennet’likler, sabâh akşâm Elláh’ı tesbîh ederler. Hasta ol- mazlar, sümkürmezler, tükürmezler. Onların kullandıkları kap ve kacakları, altın ve gümüştendir. Tarakları da altındandır. Buhurdânlıklarının yakacağı, ud ağacıdır. Ehl-i Cennet’in terleri ise, misktir.”650 َو َعن عبد الله بن عمر رَ ِضي الله َع ْن ُه َما قَا َل َِسعت رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم يَ ُقول أَلا أ ْخبر ُكم بِأَ ْس َفل أهل ا ْلجنَّة َدرَ َجة قَالُوا ب َل يَا رَ ُسول الله قَا َل رجل ي ْدخل من بَاب ا ْلجنَّة فيتلقاه غلمانه فَيَ ُقولُو َن م ْر َحبًا بسيدنا قد آن لَك أَن تَ ُزورنَا قَا َل فتمد لَ ُه الزرابي أَ ْربَ ِعي َن سنة ث َّم ينظر َعن يَ ِمينه وشماله فَيرى ا ْلجنان فَيَ ُقول لمن َما َه ُهنَا فَ ُي َقال لَك َح َّت ِإذا ا ْنتهى رفعت لَ ُه ياقوتة َحْرَاء أَو زبرجدة خضراء لَ َها َس ْب ُعو َن شعبًا ِفي كل شعب َس ْب ُعو َن غرفَة ِفي كل غرفَة َس ْب ُعو َن بَابا فَ ُي َقال ا ْقرَأ وارقه فيرقى َح َّت ِإذا ا ْنتهى ِإلَى َس ِرير ملكه اتكأ َعلَ ْي ِه سعته ميل ِفي ميل لَ ُه ِفي ِه قُ ُصور فيسعى ِإلَ ْي ِه بسبعين َص ْح َفة من ذهب لَ ْي َس ِفي َها َص ْح َفة ِفي َها من لون أُ ْخت َها يجد لَ َّذة آخر َها َك َما يجد لَ َّذة أَول َها ث َّم ي ْس َعى ِإلَ ْي ِه بألوان ا ْلَ ْش ِربَة فيشرب ِم ْن َها َما ا ْشتهى ث َّم يَ ُقول الغلمان اتركوه وأزواجه فَي ْنطَلق الغلمان ث َّم ينظر فَ ِإذا حوراء من ا ْلحور ا ْلعين جالسة على َس ِرير ملك َها َعلَ ْي َها َس ْب ُعو َن ح ّلَة لَ ْي َس ِم ْن َها ح ّلَة من لون صاحبتها فَيرى مخ َساق َها من 650 Buhárî, Kitâbü Bed’i’l-Halk, Bâb: 8 Hadîs No: 3282; Müslim, Kitâb: 51, Bâb: 8; Sıfât-ı Cenneh, 4/2180.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 283 َورَاء ال ّلَ ْحم َوال َّدم والعظم َوا ْل ِك ْسوَة فَوق ذَ ِلك فَي ْنظر ِإلَ ْي َها فَيَ ُقول من أَ ْنت فَتَقول أَنا من ا ْلحور ا ْلعين من ال َّل ِتي خبئن لَك فَي ْنظر ِإلَ ْي َها أَ ْربَ ِعي َن سنة َل يصرف بَ َصره َع ْن َها ث َّم يرفع بَ َصره ِإلَى الغرفة فَ ِإذا أُ ْخرَى أجمل ِم ْن َها فَتَقول َما آن لَك أَن يكون لنا ِم ْنك نصيب فيرتقي ِإلَ ْي َها أَ ْربَ ِعي َن سنة َل يصرف بَ َصره َع ْن َها ث َّم ِإذا بلغ النَّعيم ِم ْن ُهم كل مبلغ وظنوا أَن َل نعيم أفضل ِم ْن ُه لىتج لَ ُهم الرب تبَارك ا ْسه فَيَ ْن ُظ ُرو َن ِإلَى َوجه ال ّرَ ْحَن فَيَ ُقول يَا أهل ا ْلجنَّة هللوني فيتجاوبون بتهليل ال ّرَ ْحَن ث َّم يَ ُقول يَا َدا ُود قُم فمجدني َك َما كنت تمجدني ِفي ال ُّد ْنيَا قَا َل فيمجد َدا ُود ربه عز َوجل Abdulláh bin Ömer (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurmuştur: “Size Cennet ehlinin en aşağı derecede olanını haber vereyim mi?” Ashâb, “Bu- yur yâ Resûlelláh” dediler. Resûlulláh (sav) şöyle anlattı: “En aşağı derecede olan kimse, Cennet’in kapısından girince; hizmetçi gençler onu karşılayarak: ‘Hóş geldin, safâ geldin efendimiz! Bizi ziyâret etme zamânın geldi’ derler. O sırada kırk yıllık mesâfeye halılar döşenir. Sonra o kimse sağına ve soluna bakar, Cennetleri görür. ‘Bunlar kimindir?’ deyince; ‘Senindir’ denir. Biraz ilerleyince ona áid yetmiş koridorlu kırmızı yâkúttan yâhúd yeşil zümrüd taşından yapılmış bir binâ yükselir. Her koridorda yetmiş salon, her salonda yetmiş kapı vardır. Ona, ‘İçeri gir’ denilir. Sarâya çıkar. Biraz yürüyünce, saltanatının genişliği bir mil kare olan tah- ta ulaşır. Orada ona áid köşkler vardır. Oturunca, kendisine yetmiş altın tabakla ye- mek gelir. Yemekler biribirine benzemez. O kadar lezzetlidir ki; ilk lokmadan aldığı tadı, son lokmasından da alır. Sonra çeşitli içecekler gelir, cânının istediğinden içer. Daha sonra hizmetçiler, ‘Onu hánımlar ile başbaşa bırakın’ derler ve yanından çıkarlar. “Onlar gidince, tahtının üzerine oturmuş, üzerinde ayrı ayrı renklerden yetmiş kat ipek elbise giyinmiş, ceylân gözlü hûrîlerden nâdîde bir hánım görür. O kadar güzel ve teni beyâzdır ki, yetmiş kat elbisenin altından et, kan ve kemiklerinin de altından bacak kemiklerindeki ilikleri gözükür. Ona, ‘Sen kimsin?’ der. O da, ‘Ben, senin için hâzırlanmış olan hûrîlerdenim’ diye cevâb verir. Ona bir bakar, kırk yıl gözünü ondan ayıramaz. Sonra başını kaldırıp odaya bakınca, ondan daha güzel birini görür. Kendisine, ‘Seninle berâber olma, başbaşa kalma zamânı gelmedi mi?’ der. Yanına varır, ona da kırk yıl baka kalır.
284 Dâr-ı Saádet “Bütün ni‘metlere kavuşup, daha üstün ni‘met kalmadığını sandıktan sonra, yüce Elláh onlara bir tecellî eder. O esnâda Rahmân olan Rabbin yüzüne bakarlar. O sırada O Zât-ı Akdes, ‘Ey Cennet ehli! Beni tesbîh ve tevhîd edin!’ deyince, yap- tıkları tesbîh ve tevhîd seslerinin yankıları duyulur. Daha sonra Elláh, ‘Ey Dâvûd! Güzel sesinle -dünyâda yaptığın gibi- Beni ta‘zím ve tesbîh et’ buyurur. Dâvûd (as) da Yüce Rabbini tesbîh, tekbîr ve tevhîd eder.”651 Ehl-i Cennet’in hamd ve tesbîh ve tekbîrleri ve Kur’ân’ı kırâat eylemeleri teklîf ve ilzâmdan dolayı değildir. Çünkü, Cennet, dâr-ı cezâ ve mükâfâttır, dâr-ı teklîf değildir. Cenâb-ı Hak, ilhâm súretinde ehl-i Cennet’e bildirir. Onlar da tesbîh, tahmîd, tekbîr ve kırâat eylerler. Nitekim, aşağıdaki hadîs-i şerîf bu hakí- katı haber verir. Câbir bin Abdillâh (ra)’dan rivâyete göre, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmak- tadır: يلهمون التسبيح والحمد كما تلهمون النفس “Ehl-i Cennet’e nasıl ki nefes almaları husúsunda ilhâm edilir. Aynen öyle de, tesbîh ve hamd eylemeleri de ilhâm olunur.”652 يُ َقا ُل: َع ْن َع ْب ِد الّٰ ِل ْب ِن َع ْم ٍرو رضي الله عنهما َع ْن النَِّ ِ ّب َص َّل الَّ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل فَ ِإ َّن َم ْ ِنلَتَ َك ِع ْن َد آ ِخ ِر، ا ْقرَ ْأ َوا ْرتَ ِق َورَ ِتّ ْل َك َما ُك ْن َت تُرَ ِتّ ُل ِفي ال ُّد ْنيَا: ِل َصا ِح ِب ا ْل ُق ْر ٰا ِن آيَ ٍة تَ ْقرَأُ بِ َها Abdulláh bin Amr (ra)’dan rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuşlardır: “Kur’ân’ın sáhibine denilir ki, ‘Oku ve yüksel! Dünyâda okuduğun gibi oku! Çünkü, Cennet’te derecen, okuduğun son âyete kadar yükselecektir.’ ”653 Hulâsa: Ehl-i Cennet, Cennet’te hamd ve tesbîh ederler, Kur’ân’ı okur ve dînlerler. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn bizleri de Cennet’te Rabbini hamd ve tes- bîh edenlerden eylesin. Âmîn. On Beşinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in, Cennet’te hep zevk ve lezzet veren şey- lerle meşgúl olduklarına dâirdir. Cenâb-ı Hak, Yâsîn Sûresinde konuyla alâkalı olarak şöyle buyuruyor: 651 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 310-311. 652 Müslim, Kitâb: 51 Bâb: 7, 4/2180; Ahmed, 2/354; Sünen-i Dârimî, 2/241; Şerhü’s Sünne, 15/212. 653 Ebû Dâvûd, Vitir, 20; Tirmizî, Fezáilü’l-Kur’ân, 18.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 285 ِا َّن اَ ْص َحا َب ا ْل َجنَّ ِة ا ْليَ ْو َم ۪في ُش ُغ ٍل فَا ِك ُهو َن “Haşir sabâhında kâfirler, şirk ve küfürleri sebebiyle hasret ve nedâmet içinde kalıp azâb çekecekler. Ehl-i mahşere i‘lân edilmek üzere, taraf-ı İlâhî’den bizzât veyâhúd melekler vâsıtasıyla denir ki; (Tahkík, Cennet Ashâbı) olan ehl-i îmân ve táat, (bugün sürûr, ferah ve lezzet veren ni‘metler içinde müstağrâk ve meşgúldür- ler.) Bu nidâ, ehl-i şirk ve küfrü daha çok hasret ve nedâmete sevk eder.”654 “25. Mektûb Yasîn Sûresi’nin Tefsîri-3” adlı eserimizde şöyle denilmiştir: “Rivâyet edildiğine göre; kıyâmet gününde bir münâdî şöyle seslenecektir: ‘Bana itáat eden ve kimsenin görmediği yerlerde bile Benim emirlerimi muhâfaza eden kimseler nerede?’ Bu hıtáb üzerine bu evsáfa hâiz olan mü’minler, yüzleri ayın on dördü ve parlayan yıldızlar gibi ayağa kalkacaklar. Dizginleri yâkúttan olan nûrdan asîl develere binmiş olacaklar. Herkesin gözü önünde bu develer, sırtlarında onları uçuracaktır. Nihâyet Arş’ın önünde dikilecekler, Yüce Elláh da onlara şöyle diye- cektir: ‘Bana itáat eden, Benim ahdimi kimsenin görmediği yerlerde bile muhâfaza eden kullarıma selâm olsun! Sizi Ben seçtim. Sizi Ben tercîh ettim. Haydi, gidin Cennet’e! Hesâbsız olarak girin Cennet’e! يَــا ِعبَــا ِد َل َخــ ْو ٌف َعلَ ْي ُكــ ُم ا ْليَــ ْو َم َو َل اَ ْن ُتــ ْم َ ْتزَنُــو َنEy kullarım! Bugün size hîçbir korku yoktur ve siz mahzûn da olmayacaksınız.’655 Bunun üzerine Sırât’ın üzerinden şimşek gibi geçecekler. Onlara Cennet’in kapıları açılacak. Daha sonra mahşerde bekleyen insânlar biribirlerine: ‘Filân nerede, filân nerede?’ diye soracaklar. İşte ehl-i mahşerin biribirlerine böyle sordukları bir vakitte, bir münâdî onlara cevâben, ‘ ِا َّن اَ ْص َحـا َب ا ْل َجنَّـ ِة ا ْليَـ ْو َم ۪فـي ُشـ ُغ ٍل فَا ِك ُهـو َنMuhakkak o gün Cennetlikler, sürûr ve ferah içinde Cennet ni‘metleriyle meşgúldürler’ diye seslenecektir.”656-657 Âyet-i kerîmede geçen ُشــ ُغ ٍلkelimesinden murâd; kişinin kendine nazaran gerek meserret ve gerek elem verici olan meşgúliyyet ise de, Cennet’te elem olmadığından, burada meserret verecek ni‘metlerle meşgúl olmaktır. Binâe- naleyh, ehl-i Cennet, Cennet’e girince hátır ve hayâline gelmeyen öyle hadsiz 654 Yâsîn, 36:55. 655 Zuhruf, 43:68. 656 Tefsîr-i Kurtubî. 657 Yirmi Beşinci Mektûb, Yasîn Sûresi’nin Tefsîri-3, s. 35-36.
286 Dâr-ı Saádet ni‘metlerden telezzüz eder ki; o ni‘metlerden aldığı lezzet, dünyâdaki emsâl ve nümûnelerini ve onlardan aldığı lezzeti unutturur. Âyet-i kerîmede geçen ُش ُغ ٍلkelimesi gelecek ma‘nâlara muhtemeldir: 1. Ehl-i îmân ve táat, Cennet’te kendilerine ikrâm edilen maddî ve ma‘nevî, cismânî ve rûhânî niam-ı İlâhiyye’ye o kadar müstağrak olurlar ki; kabir, kıyâ- met ve haşir gibi mevkı‘lerde cereyân eden hevl, şiddet, dehşet, rezâlet, mahcû- biyyet, azâb, hesâb gibi havf ve hüzün verici hâlleri hátırlamazlar. 2. Bu, ehl-i Cennet’in hâllerini anlatan bir ifâdedir. Ya‘nî, “Ehl-i Cehennem, haşir meydânında hesâb ile meşgúl iken, ehl-i Cennet Cennet’te kendilerine zevk ve lezzet veren envâ-ı ni‘metten istifâde edecek bir meşgúliyyet içindedirler.” Hûrîler- le berâber olmak, şarkı söylemek, raksedip eğlenmek, yemek-içmek, karşılıklı olarak ziyâretleşmek, Cum‘a günü Cenâb-ı Hakk’ın huzúr-i ma‘nevîsine misâfir olmak; Rabb-i Rahîm’in lütfuna, kurbuna, rızásına ve rü’yet-i cemâline nâil ol- mak gibi maddî ve ma‘nevî ni‘metler, Cennet’teki meşgúliyyetlerden birkaçıdır. 3. Ehl-i Cennet, Cennet’te o kadar ni‘met, sürûr, lezzet, saádet, zevk ve safâ ile meşgúldürler ki; onların bu hâlleri, Cehennemlikleri düşünmeye, bâ-husús Cehennem’de azâb çeken yakınlarını hátırlamaya mâni‘dir. 4. Onlar, dünyâda iken; “Şâyet Cennet’e girersek, şöyle şöyle ni‘metleri isteriz” diye tasavvur ve ümîd etmişlerdi. Ancak, Cennet’e girince, tasavvur ve ümîdle- rinin pek fevkınde öyle ni‘metlere mazhar olurlar ki; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de kalb-i beşere hutúr etmiş bu ni‘metlerle meşgúliyyet, onları daha evvel tasavvur ve ümîd ettikleri ni‘metlerle meşgúliyyetten alıkoyar. Nitekim, bir kudsî hadîste buyrulmuştur ki: اَ ْع َد ْد ُت ِل ِعـبَا ِد َى ال َّصال ِح ِـي َن َما لاَ َعـْي ٌن رَاَ ْت َولاَ اُذُ ٌن َِس َع ْت َولاَ َخـطَـرَ َع َل قَ ْل ِب بَ َشـ ٍر “Sálih kullarım için öyle ni‘metler hâzırladım ki, onları ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş, ne de onlar, bir insânın hátırına gelmiştir.”658 فَا ِك ُهـو َنkelimesi, ٌ فَا ِكـهkelimesinin cem‘ıdir. “Varlık ve bolluk içinde olan, zevk u safâ duyan, ni‘metlerden lezzet alan kimseler” demektir. Meyvelere de kendile- riyle lezzet alındığı için فَوَا ِكــ ُهdenilmiştir. Müfredi ٌ’فَا ِك َهــةdür. Çünkü, meyve, ancak lezzet için yenilir; açlık elemini izâle etmek için yenilmez. 658 Sahîh-i Buhárî, c. 4, s. 143/ Sahîh-i Müslim, s. 2174-2175.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 287 Ya da burada geçen فَا ِك ُهو َنkelimesi, “ ذُوو فَا ِك َه ٍةfâkihe sáhibleri” demektir. فَا ِك ُهــو َنkelimesi, ’ ِا َّنnin haberidir. Bu kelime, فَا ِك ۪هــ َنşeklinde hâl olmak üzere mansúb olarak da okunmuştur. Bu durumda, takdîr-i kelâm şöyle olur: “ أَ ْص َحـا ُب ا ْل َجنَّـ ِة َم ْشـ ُغولُو َن فَا ِك ۪هـ َنCennetlikler, eğlence içinde ve mesrûr olduk- ları hâlde, meşgúldürler.” فَا ِك ُهــو َنkelimesi, ashâb-ı Cennet’in Cennet’te tamâmen selâmet ve emniy- yette olduklarını ve kemâl-i saádet ve lezzet içinde bulunduklarını beyân etmek- tedir. Cenâb-ı Hak, eğer sâdece ۪فـي ُشـ ُغ ٍلdemiş olsaydı, o zamân onların kıyâ- met günü ve dehşeti husúsunda endîşelerinden dolayı büyük bir meşgúliyyet içinde oldukları ma‘nâsı çıkabilirdi. İşte bundan dolayı, Cenâb-ı Hak, فَا ِك ُهــو َن demiştir ki; bu, “ َشـ َغ ُلوا َع ْنـ ُه بِال ّلَـ َّذ ِة َوال ُّسـ ُرو ِر لَا بِا ْلوَ ْيـ ِل َوالثُّ ُبـو ِرOnlar, bu günde veyl ve helâk ile değil, zevk u safâ ile meşgúldürler” demektir. فَا ِك ُهــو َنkelimesi, “Ferahlanırlar, mazhar oldukları ni‘met ve saádetten dolayı taaccüb ve hayrettedirler, onlara hep saádet ve meserret veren işlerle meşgúldürler, biribirleriyle şakalaşırlar, biribirlerine güzel söz söylerler, raksederler, gülüp eğlenir- ler, dünyevî mâcerâları tahattur ederler, Cennet ni‘metleriyle telezzüz ederler, bolluk içindedirler; parlak, sevinçli, güleç bir yüze, râhat ve huzúrlu bir kalbe sáhibdirler” gibi ma‘nâlara gelmektedir. Cennet’e girmek, esâs i‘tibâriyle Elláh’ın lütfu sebebiyledir. Fakat, Rabb-i Rahîm’imiz, mâdem bir bahâne olarak “ َو َل ُ ْتـزَ ْو َن ِا َّل َمـا ُك ْن ُتـ ْم تَ ْع َم ُلـو َنAncak yap- tıklarınızın karşılığını göreceksiniz” fermân ederek, biz kullarını îmân, amel-i sálih ve takvâya da‘vet eder. Elbette, bu amellerin meyvesi de olacaktır. O meyve ise Cennet’tir. İşte bu âyet-i kerîmenin bir önceki âyet-i kerîme ile olan vech-i irtibâtı düşünüldüğünde, bu âyette geçen فَا ِك ُهـو َنkelimesinin ma‘nâsı, Cennet, amelleri- nin meyvesi olduğunu ifâde edip, ince ve latíf bir ma‘nâ ile onu hátırlatıyor. Kişinin Cennet’te nâil olduğu ni‘metlerin, îmân ve sálih amellerinin meyvesi olduğunu bilmesi de lezzetlerine ayrı bir lezzet katâr.
288 Dâr-ı Saádet Ehl-i Cennet’in Cennet’teki bu hâllerini henüz vukú‘ bulmazdan evvel isim cümlesiyle vukú‘ olmuş şeklinde ifâde etmek, muhakkak olacağını bildirmek içindir. Bu işin muhakkak vukú‘ bulacağını bildirmekle, mü’min olan muhátab- ları sevindirmek ve muhálifleri olan kâfirleri de üzüntüye boğmak istenmiştir. Kıyâmet günü cennetlikler, cehennemliklerden ayrılıp Cennet’e; cehennem- likler de Cehennem’e sevk edilirler. Ehl-i Cennet, hem Cennet ni‘metleriyle meşgúldürler hem de فَا ِك ُهــو َن ُمتَلَــ ِّذذُو َنya‘nî onlar, tamâmen zevk u safâda- dırlar. Cennet’teki bütün ni‘metlerden istifâde edip eğlenirler. Onların zevk u safâlarını bozacak, saádet ve lezzetlerini acılaştıracak, onları sıkıntıya sokacak hîçbir hâl ve hîçbir sebeb yoktur. Öyle bir meşgúliyyetleri vardır ki; aklen ta‘rîfi mümkün değildir. Elláh’ın verdiği ni‘metlerle lezzetlenirler. Bu ni‘metleri ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de o ni‘metler kalb-i beşere hutúr etmiştir. Bu meşgúliyyet, zor ve yorucu değil, zevk ve safâ verici bir meşgúliyyettir. Çünkü, Cennet’te, yorgun ve bitkin düşme yoktur.659 Cennet’teki ni‘metler ve o ni‘metlerden alınan lezzetler, dâimâ teceddüd ve tezâyüd eder. Ya‘nî, Cennet’te alınan lezzet, biraz evvel alınan lezzetin pek fevkındedir. Meselâ, ehl-i Cennet’in yediği bir elmadan aldığı bir lezzet, bir evvelki lezzetin pek fevkındedir. Kezâ, gördüğü ve ünsiyyet ettiği hûrîsinin hüsün ve letáfetinden aldığı lezzet, daha evvel aldığı lezzetin pek fevkındedir. Cennet’e girenler, tatlı, zevkli ve neş’eli bir meşgúliyyettedirler. Orada üzün- tü, sıkıntı, derd, keder, belâ, musíbet, zevâl, firâk, ümîdsizlik ve güvensizlik dü- şünülemez. Çünkü, dünyâda iken onlar birçok sıkıntılar çekmişti. Buna mükâfât olarak, Cennet’te derdsiz, kedersiz, elemsiz, meşakkatsiz, sıkıntısız, yorulmadan kolay elde edilebilecek ni‘metlere nâil olacaktır. On Altıncı Mes’ele: Cennet’te akrabâlık ve dostluk bağlarının devâm edece- ği ve ehl-i Cennet’in Cennet’te biribirini ziyâret edeceği hakkındadır. Ehl-i Cennet, her ân ayrı ayrı ni‘metlerden telezzüz etmek súretiyle zamân- larını geçirirler. Ya‘nî, lezzet ve saádetleri devâmlı olarak teceddüd etmekle berâber, bu lezzet ve saádet her def‘asında en az on misli artarak ilâ nihâye devâm eder. Bu lezzet ve saádetin bir nev‘ı de akrabâların, dost ve ahbâbların biribirlerini ziyâret etmeleri ve dünyâdaki mâcera-i hayâtlarını tahattur etmeleridir. 659 Hicr, 15:48.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 289 Evet, Cennet’te dostlar ve ahbâblar karşılıklı koltuklara oturup hóş, şîrîn, güzel, tatlı bir súrette, kadîm olan hátırâtlarını biribirine nakledip eğlenirler; dünyâ mâcerâlarını biribirlerine hátırlatıp, o mâcerâları sinema şerîdinde göste- rilen film gibi seyrederler. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri şöyle buyuruyor: “Dünyâda ‘El-hubbu fillâh’ hükmünce, sálih ahbâblara muhabbetin netîcesi: Cennet’te َع ٰل ُسـ ُر ٍر ُمتَ َقابِ ۪لي َنile ta‘bîr edilen, karşı karşıya kurulmuş Cennet iskem- lelerinde oturup hóş, şîrîn, güzel, tatlı bir súrette, dünyâ mâcerâlarını ve kadîm olan hátırâtlarını biribirine nakledip eğlendirmeleri súretinde firâksız, sáfî bir muhabbet ve sohbet súretinde ahbâblarıyla görüştüreceği, Kur’ân’ın nassıyla sâbittir.”660 Cenâb-ı Hak, Yâsin Sûresi’nde şöyle buyuruyor: (“ ُهـ ْم َواَ ْز َوا ُج ُهـ ْم ۪فـي ِظـ َا ٍل َعـ َى ا ْلَرَٓائِـ ِك ُمتَّ ِكـ ُؤ۫ َنOnlar) Cennet ni‘metine mazhar olan o mü’minler (ve) îmân şerefine nâil olmuş (eşleri,) Cennet’te son derece istirâhatı te’mîn eden (gölgeler içinde) ya‘nî, kendilerini râhatsız edecek ışık ve sıcaklığa ma‘rûz kalmaksızın, huzúr ve emniyyet içinde (tahtlar üzerine dayanıp oturmuşlardır.)”661 “Yirmi Beşinci Mektûb, Yasîn Sûresi’nin Tefsîri-3” adlı eserimizde bu âyet-i kerîmenin tefsîri sadedinde şöyle denilmiştir: Âyet-i kerîmede geçen اَ ْلَ ْز َوا ُجkelimesi, iki ma‘nâya muhtemeldir: 1. “Îmân ve ihsân husúsunda onlar gibi olan kimseler” demektir. Küm- melîn-i insâniyye denilen ve nev-ı beşerin güneşleri, ayları ve yıldızları mesâbesinde olan enbiyâ, sıddîkín, şühedâ ve sálihîn zümresi, ahbâb, ihvân, âbâ, ecdâd, zürriyyet, akrabâ ve taallukát bu ma‘nâda dâhildir. Ya‘nî, Cen- net ehli, istedikleri zamân Cennet’te bütün sevdikleriyle bir araya gelip soh- bet etmek lezzetini de tadarlar.662 Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri “Sözler” adlı eserinde şöyle buyuruyor: “Vâlideyn ve evlâda muhabbet-i meşrûanın netîcesi: (Nass-ı Kur’ân ile) Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, onların makámları ayrı ayrı da olsa, yine o mes‘úd áileye sáfî olarak lezzet-i sohbeti, Cennet’e lâyık bir hüsn-i muáşeret súretinde, dâr-ı bekáda ebedî mülâkat ile ihsân eder.” 660 Sözler, 32. Söz, 3. Mevkıf, 2. Noktanın 2. Mebhası, Mühim Bir Suâl, Mukaddeme, s. 648-649. 661 Yâsîn, 36:56. 662 25. Mektûb Yasîn Sûresi’nin Tefsîri-3, s. 30.
290 Dâr-ı Saádet “Enbiyâ ve evliyâya Kur’ân’ın ta‘rîf ettiği tarzda muhabbetin netîcesi: O enbiyâ ve evliyânın şefâatlarından berzahta, haşirde istifâde etmekle berâber; gáyet ulvî ve onlara lâyık makám ve füyûzâttan o muhabbet vâsıtasıyla istifâza etmektir. “Evet, اَ ْل َمــ ْر ُء َمــ َع َمــ ْن اَ َحــ َّبsırrınca, ádî bir adam, en yüksek bir makáma, muhabbet ettiği álî-makám bir zâtın tebâıyyetiyle girebilir.”663 Gelecek âyet-i kerîmeler, bu ma‘nâyı beyân buyurmaktadır: Birinci Âyet-i Kerîme: َو َم ْن يُ ِط ِع الّٰلَ َوال ّرَ ُسو َل فَاُ ۬و ٰلٓ ِئ َك َم َع الَّ ۪ذي َن اَ ْن َع َم الّٰ ُل َعلَ ْي ِه ْم ِم َن النَّ ِب ّ۪ َي َوال ِ ّص ۪ ّدي ۪قي َن َوال ُّش َه َٓدا ِء َوال َّصا ِل ۪حي َۚن َو َح ُس َن اُو۬ ٰلٓ ِئ َك رَ ۪في ًق ۜا “(Ve her kim Elláhu Teálâ’ya) Kitâbulláh’a (ve Peygamber’e) Sünnet-i Resû- lulláh’a (itáat ederse, işte onlar, Elláhu Teálâ’nın kendilerine lütuflarda bulundu- ğu peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sálih zâtlar ile) dâr-ı saádet olan Cennet’te (berâberdirler.) Onlar, ne güzel arkadaşlardır.”664 (“ ٰذ ِلــ َك ا ْل َف ْضــ ُل ِمــ َن الّٰ ِلۜ َو َك ٰفــى بِــالّٰ ِل َع ۪لي ًمــ ۟اİşte bu lütuf) Elláhu Teálâ’ya ve Resûl-i Ekrem (sav)’e itáat edenler için takdîr edilen bu mükâfât, (Elláhu Teálâ’dandır.) Sırf O’nun bir lütuf ve fazlıdır, ihsân ve ikrâmıdır. (Ve Hak Teálâ, hakkıyla bilici olarak kâfîdir.) O Alîm-i Mutlak, herkesin hak ettiğini, lâyık oldu- ğu lütuf ve ihsânının derecesini hakkıyla bilir ve herkese dilediği lütufta bulunma- ya kudreti fazlasıyla kâfîdir.”665 Rivâyete göre, Resûl-i Ekrem (sav)’in âzâdlısı olan Sevbân (ra), Hazret-i Peygamber (sav)’e karşı şiddetli bir muhabbetle bağlıydı. Ondan ayrılmağa sabredemezdi. Bir gün rengi değişmiş, vücûdu zayıflamış bir hâlde Resûlulláh (sav)’in huzúruna gelmişti. Resûl-i Ekrem (sav) onun bu üzüntülü vaz‘ıyyetini görünce sebebini sormuş, o da şöyle demişti: “Yâ Resûlelláh! Benim bir hastalığım ve ağrım yok. Fakat, senin ayrılığına da- yanamıyorum. Huzúr-i saádetine gelmedikçe üzüntümü teskîn edemiyorum. Sonra âhiret hayâtını düşünüyorum, korkuyorum ki, zât-ı álînizi göremeyeceğim. Çünkü, 663 Sözler, 32. Söz, 3. Mevkıf, 2. Noktanın 2. Mebhası, Mühim Bir Suâl, Mukaddeme, s. 648-649. 664 Nisâ, 4:69. 665 Nisâ, 4:70.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 291 sizin peygamberlik mertebeniz pek yücedir. Ben Cennet’e girsem de, benim merte- bem aşağı olduğundan, size kavuşmuş olamayacağımdan korkuyorum. Eğer Cen- net’e giremezsem, seni ebediyyen göremem.” İşte, Sevbân Hazretleri’nin bu pek samîmî endîşesini izâle etmek maksadıyla bu mübârek âyetler nâzil olmuş ve Hazret-i Peygamber (sav), “Kişi, sevdiğiyle berâberdir”666 buyurarak, onu tesellî etmiştir. İkinci Âyet-i Kerîme: (“ َوالَّ ۪ذيــ َن ٰا َمنُــوا َو َع ِم ُلــوا ال َّصا ِل َحــا ِت لَنُ ْد ِخلَنَّ ُهــ ْم ِفــي ال َّصا ِل ۪حــ َنO kimseler ki; îmân ettiler ve sálih amel işlediler. Elbette onları sálihler arasına katacağız.) Onlarla berâber Cennet’e idhál edeceğiz.”667 Üçüncü Âyet-i Kerîme: َجنَّا ُت َع ْد ٍن يَ ْد ُخ ُلونَ َها َو َم ْن َصلَ َح ِم ْن ٰابَٓائِ ِه ْم َواَ ْز َوا ِج ِه ْم َوذُ ِّريَّا ِت ِه ْم َوا ْل َم ٰلٓ ِئ َك ُة يَ ْد ُخ ُلو َن َعلَ ْي ِه ْم ِم ْن ُك ِّل بَا ٍب “Mezkûr yüksek evsáfa hâiz olanlar için güzel ákıbet olan (Adn Cennet’leri vardır ki;) onlar, (onlara) o Cennet’lere (gireceklerdir ve babalarından ve eşlerin- den ve çocuklarından sálih olanlar da) îmân edip sálih amel işleyen, ancak amel bakımından onların derecelerine ulaşamayanlar da onlarla berâber Adn Cennet- leri’ne gireceklerdir. Hattâ, (melekler de onların üzerine her kapıdan giriverirler.)”668 Dördüncü Âyet-i Kerîme: َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َواتَّبَ َع ْت ُه ْم ذُ ِّريَّ ُت ُه ْم بِ ۪اي َما ٍن اَ ْل َح ْقنَا بِ ِه ْم ذُ ِّريَّتَ ُه ْم َو َمٓا اَلَ ْتنَا ُه ْم ِم ْن َع َم ِل ِه ْم ِم ْن َش ْي ٍۜء ُك ُّل ا ْم ِر ٍئ بِ َما َك َس َب رَ ۪هي ٌن “(Ve o kimseler ki, îmân ettiler ve kendilerine zürriyyetleri de îmân ile tâbi‘ ol- dular,) onların çocukları ve torunları da kendileri gibi inandıkları için, aralarında dînî bir bağ gerçekleşmiş oldu. Artık (onlara) o babalara ve dedelere, onların îmân ehlinden olan (zürriyyetlerini de kattık, ilhâk ettik) hepsini de Cennetlere berâber idhál ettik. Hepsi Cennetlerde berâber bulunacaklardır. Bu da pek büyük bir İlâhî 666 Buhárî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165. 667 Ankebût, 29:9. 668 Ra‘d, 13:23.
292 Dâr-ı Saádet lütuftur. Henüz mükellef olmayan çocuklar, babalarının îmânı sebebiyle babaları- na tâbi‘ olurlar. Mükellef olan çocuklar ve torunlar ise; kendileri de mü’min olduk- ları takdîrde âhirette babalarına, dedelerine tâbi‘ olurlar. (Ve onlar için,) o kendile- rine zürriyyetleri tâbi‘ kılınacak olan mü’minler hakkında (amellerinden bir şeyi de eksiltmedik. Her şahıs, kendi kazandığı şeye bağlıdır.) Kendi amelinden mes’ûldür. İster baba, ister oğul olsun, başkasının günâhı ona yüklenmez.”669 “İnsân, hánımı ile yalnız kalsa bile, yine tam saádet ve lezzete mazhar değildir. Yine áile efrâdı, akrân ve ahbâbı ile ünsiyyet etmek ister. Zîrâ, insân, câmi‘ bir fıt- ratta yaratıldığından, pek çok hislerle mücehhezdir. Her bir hissin arzûsu ve tatmîni ayrıdır. Meselâ; hánımı ile berâber olmaktan aldığı haz ve lezzet, evlâd ve ahfâdıyla berâber olmaktan aldığı lezzetten çok farklıdır. İşte bütün bu hisler, dâr-ı saádet olan Cennet’te maddeten ve ma‘nen tatmîn edilecektir. “2. Kadının zevci (kocası) ve erkeğin zevcesi (hanımı) ma‘nâsındadır.670 Bu ma‘nâya göre; âyet-i kerîmede geçen ‘ اَ ْلَ ْز َوا ُجzevceler’ kelimesinden maksad, mü’minlerin dünyâdaki îmânlı zevceleri ile Cenâb-ı Hakk’ın ehl-i îmân ve táate Cennet’te ihsân edeceği hûrîlerdir.”671 Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri “Sözler” adlı eserinde şöyle buyuruyor: “Refîka-i hayâtına meşrû‘ dâiresinde, ya‘nî latíf şefkatine, güzel hasletine, hüsn-i sîretine binâen samîmî muhabbet ile refîka-i hayâtını da nâşizelikten, sâir günâh- lardan muhâfaza etmenin netîce-i uhrevîsi ise: Rahîm-i Mutlak, o refîka-i hayâtı, hûrîlerden daha güzel bir súrette ve daha zînetli bir tarzda, daha câzibedâr bir şekil- de, ona dâr-ı saádette ebedî bir refîka-i hayâtı ve dünyâdaki eski mâcerâları biribi- rine mütelezzizâne nakletmek ve eski hátırâtı biribirine tahattur ettirecek enîs, latíf, ebedî bir arkadaş, bir muhib ve mahbûb olarak verileceğini va‘detmiştir. Elbette va‘dettiği şeyi kat‘í verecektir.”672 Cenâb-ı Hak,“ ِا َّن اَ ْص َح ـا َب ا ْل َجنَّـ ِة ا ْليَـ ْو َم ۪ف ـي ُش ـ ُغ ٍل فَا ِك ُه ـو َنMuhakkak o gün Cennetlikler, sürûr ve ferah içinde Cennet ni‘metleriyle meşgúldürler” âyet-i keri- 669 Túr, 52:21. 670 Bakara, 2:234; Mü’minûn, 23:6 gibi âyet-i kerîmelerde geçen اَ ْلَ ْز َوا ُجkelimesi, bu ma’nâyı ifâde etmektedir. 671 25. Mektûb Yasîn Sûresi’nin Tefsîri-3, s. 30. 672 Sözler, 32. Söz, 3. Mevkıf, 2. Nokta, 2. Mebhas, Mühim Bir Suâl Mukaddeme, s. 648.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 293 mesinde geçen ۪فـي ُشـ ُغ ٍلifâdesiyle, ashâb-ı Cennet’in herhangi bir elem ve ke- derleri olmadığına işâret etti. فَا ِك ُهـو َنkelimesi ile de, onların elem ve kederden mahfûz kaldıkları gibi; Cennet ni‘metleriyle müferrah, mütena‘ím ve mütelez- ziz olduklarını beyân buyurdu. Böylece, onların en mükemmel bir hâl üzere bulunduklarını açıklamış, sonra da bu kemâl ve mükemmelliği, ُهــ ْم َواَ ْز َوا ُج ُهــ ْم “kendileri de, zevceleri de...” ifâdesiyle te’yîd ve takviye etmiştir. Çünkü, lezzet ve zevk içinde bulunan bir kimsenin hâl ve durumu, alâkadâr olduğu bir başkasının hâl ve durumunu düşünmesinden dolayı ba‘zan bozulabilir. İşte, Cenâb-ı Hak, “ ُهــ ْم َواَ ْز َوا ُج ُهــ ْمkendileri de, zevceleri de...” buyurmakla, o Cennetliklerin kalbi, kendilerini râhatsız edici herhangi bir şeyle meşgúl değildir. Zîrâ, îmân ve táatte emsâlleri ve zevceleri, kendileri gibi müferrah, mütena‘ím ve mütelezzizdirler. Ehl-i Cennet için vahşet (yalnızlık) olamaz. Zîrâ, zevceleri ve bütün sevdikle- ri yanlarındadır. Onlar için lezzet ve sürûrdan başka bir şey düşünülemez. Zira; Cennet’te onlara elem ve keder verecek, korku ve hüzün îrâs edecek, içinde bu- lundukları saádet ve lezzeti tahrîb edip acılaştıracak hîçbir durum mevcûd de- ğildir. Bütün istekleri ânında yerine getirilir ve kendilerine ihsân edilen ni‘met- ler bir daha geri alınmaz. Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Sizden Cennet’in en aşağı derecesinde bulunan birine Elláh; ‘Ne dilersen dile!’ diyecek. O da bütün dileklerini söyleyecek. Kendisine; ‘Kalbinden geçenlerin hep- sini diledin mi?’ diyecek. O da, ‘Evet, diledim’ diyecek. Bunun üzerine o kimseye, ‘Bütün dilediklerin, bir misli fazlasıyla sana verilecek’ denilecektir.”673 Cennet’te insânı üzen, râhatsız eden hîçbir şey yoktur. Sâdece ve sâdece lez- zet vardır. Cennet’te ehl-i Cennet arasında kîn, hased, düşmânlık gibi râhat- sız edici ve aralarındaki muhabbeti zedeleyeci hîçbir ahlâk-ı rezîle bulunmaz. Ádetâ cesedleri ayrı, rûhları bir hükmündedirler. Cenâb-ı Hak, bu konuda şöyle buyuruyor: (“ َونَزَ ْعنَـا َمـا ۪فـي ُص ُدو ِر ِهـ ْم ِمـ ْن ِغـ ٍّلVe Biz, onların) Cennet ehlinin (göğüsle- rinde kînden her ne varsa hepsini söküp atmışızdır.) Onların kalbleri sáf, temiz, biribirine karşı muhabbetle dolu bulunacaktır. Şâyet dünyâda iken aralarında bir 673 Müslim, Îmân, 303.
294 Dâr-ı Saádet kîn ve hîle bulunmuş ise de, artık Cennet’te ondan bir eser kalmayacaktır.”674 Evet, Cennet’te huzúrsuzluğa sebeb olacak kîn, hased, nefret, düşmânlık gibi ahlâk-ı seyyieden hîçbiri yoktur. Zîrâ, Cennet ehli, rahmet-i İlâhiyye tarafından bu gibi kötü hasletlerden arındırılmıştır. Cennet ehli, Cennet’te dâimî bir em- niyyet içindedirler. Zîrâ, hem Cenâb-ı Hak onlardan râzı olmuştur, hem de bi- ribirlerine karşı emîndirler. Orada işitilen hep selâmdır. Bu selâm ise Elláh’tan, meleklerden ve Cennet ehlinden sudûr eder. Cennet ehline aslâ yorgunluk do- kunmaz. Orada ebedî kalırlar. Bütün Cennet ni‘metlerinin fevkınde, Elláh’ın rızásına, lütfuna, kurbiyyetine, rahmet ve mağfiretine nâil olurlar. Kur’ân-ı Hakîm, gelecek âyet-i kerîmeleriyle bu hakíkati şöyle ifâde etmektedir: (“ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قـ َن ۪فـي َجنَّـا ٍت َو ُع ُيـو ٍنŞübhesiz takvâ sáhibleri,) dünyâda şirk, meásí ve mâsivâdan ictinâb ile îmân ve sálih amel ile vasıflanmış zâtlar, âhirette (Cennet- ler) bağlar, bahçeler (ve pınarlar) çeşmeler, nehirler (içindedirler.)”675 “ اُ ْد ُخ ُلو َهــا بِ َســ َا ٍم ٰا ِم ۪نــ َنVe öyle Cennetlere nâil olacak olan o müttekí zâtlara Elláh tarafından veyâ melekler tarafından pek büyük bir iltifât olarak denilecek- tir ki: (‘Oraya) o Cennetlere, (emniyyetle,) ya‘nî yok olmaktan, âfetlerden, gadab-ı İlâhî’den sürekli korunmuş bir hâlde (selâm ile) ya‘nî selâmetle veyâ Elláh’ın ve meleklerin selâmına kavuşmuş olarak (giriniz.’) Öyle muazzam, İlâhî ni‘metlere, dâimî ziyâfetlere, sermedî iltifâtlara mazhar olunuz.”676 (“ َونَزَ ْعنَـا َمـا ۪فـي ُص ُدو ِر ِهـ ْم ِمـ ْن ِغـ ٍّل ِا ْخوَانًـا َعـ ٰى ُسـ ُر ٍر ُمتَ َقابِ ۪لـ َنVe onların) o Cennet’e girecek zâtların (gönüllerindeki kîni) dünyâda iken kalblere bulaşmış olan hased, cimrilik, düşmânlık gibi kötü ve ahlâkí olmayan hasletleri (çıkarıp attık.) Artık ehl-i Cennet arasında bu gibi lâyık olmayan şeylerden bir eser bulun- mayacaktır. (Onlar,) o Cennet âhâlîsi, (tahtlar üzerinde) koltuklarda, sandalye- lerde, yüksek mevkı‘lerde oturacaklar (kardeşler olarak) biribirlerine dîn kardeş- liği bağıyla bağlanmış; şefkat ve merhamet; meveddet ve muhabbetle muámele eder bir hâlde (karşı karşıya bulunacaklardır.) Aralarında böyle karşılıklı artan bir sevgi ortaya çıkacaktır. İşte İlâhî dîne ortak bağlılığın pek yüce netîcesi!”677 674 A‘râf, 7:43. 675 Hicr, 15:45. 676 Hicr, 15:46. 677 Hicr, 15:47.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 295 (“ َل يَ َم ُّســ ُه ْم ۪في َهــا نَ َصــ ٌب َو َمــا ُهــ ْم ِم ْن َهــا بِ ُم ْخرَ ۪جــ َنOnlara) o mes‘úd zâtlara (orada) o saádet bahşeden Cennetlerde (bir yorgunluk dokunmaz.) Onlar, o Cen- net áleminde bir kedere, bir sıkıntıya, bir meşakkate aslá ma‘rûz kalmazlar. (On- lar,) o Cennetlere giren zâtlar, (oradan) o Cennetlerden (çıkarılacak da değillerdir.) Orada ebediyyen ikámet ederek sonsuz ni‘metlere, tecellîlere mazhar olacaklardır. Bu kavuşacakları eşsiz ve benzersiz lütuflar, mükâfâtlar aslâ yok olmayacaktır.”678 Cennet ehli, istediği kişiyle, istediği zamân görüşebilir ve bir engelle karşılaş- maz. Áile hayâtı, akrabâlık ve dostluk bağı orada da devâm eder. Suâl: Ehl-i Cennet, Cennet’te gerek Resûl-i Ekrem (asm) ve gerekse diğer peygamberlerle görüşebilecekler mi? Cevâb: Evet, görüşebilecekler. Bu konuda hîçbir engel yoktur. Makámları, dereceleri ayrı ayrı da olsa, ehl-i Cennet istediği zamân, istediği yerde, istediği kişi ile görüşebilir. Meselâ; Cennet’te en alt mertebedeki bir mü’min, en álî makámda bulunan Resûl-i Ekrem (sav) ile berâber bulunabilir. Ancak, Cennet ni‘metlerinden istifâdeleri, makámlarına göre mütefâvittir. Her mü’min, lezzet alma bakımından kendisini en yüksek mertebede bilir; daha fazlasını düşüne- mez. O kimseye göre, bulunduğu mertebenin üstünde daha yüksek bir mertebe yoktur. İstemeyi de beceremez. Zîrâ, Cenâb-ı Hak ona, “İste!” der. O kimse: “Yâ Rab! Fazlasıyla verdin. Bunun ötesinde neyi isteyeyim” der. Daha aşağı bir mertebede bulunan bir ehl-i Cennet, daha yüksek makámda bulanan bir ehl-i Cennet’in makámına gittiği zamân, o kadar inceliği anlaya- mıyor; anlaması da mümkün değildir. Zîrâ, yüksek mertebede olanlar, ancak kendi mertebelerini anlarlar. Alt tabakada bulunanlar, onların mertebelerini anlayamazlar. Suâl: Her peygamberin ümmeti kendine áid ayrı bir Cennet’te mi buluna- cak? Yoksa bütün ümmetler berâber mi bulunacaklar? Cevâb: Bütün ümmetler, haşir meydânında bir arada bulundukları gibi; Cennet’te de bir arada bulunacaklar. Ancak, îmân, amel-i sálih ve takvâ derece- sine göre makámları ayrı ayrıdır. Cennet’te görüşmeler ve görüşme yerleri mütefâvittir. Ehl-i îmân, Peygam- berimizle, sâir peygamberân-ı izámla, evliyâ ve ulemâ ile, akrabâlarıyla, áile 678 Hicr, 15:48.
296 Dâr-ı Saádet ferdleriyle, misâfirlerle, dostlarla ve sâir mü’minlerle değişik makám ve mev- kı‘lerde buluşup görüşürler. Her bir yerde ayrı ayrı lezzet alırlar. Bütün bu gö- rüşmeler, bir zamânda olabilir ve biri diğerlerine mâni‘ olmaz. Zîrâ, Cennet ehli, nûrâniyyet kesbettiği için bir iş, bir görüşme diğerine mâni‘ olmaz. Meselâ: bir mü’min, bir dostunu görmek istediğinde, aynı ânda onda da görüşme isteği doğar ve biribirleriyle o ânda görüşürler. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, “Sözler” adlı eserinde bu sırr-ı dakíkı şöyle ifâde etmektedir: “Nûrânî, kayıdsız, geniş ve ebedî olan Cennet’te, cisimleri rûh kuvvetinde ve hıffetinde ve hayâl sür‘atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüz bin yerlerde bulunup yüz bin hûrîlerle sohbet ederek yüz bin tarzda zevk almak; o ebedî Cen- net’e, o nihâyetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sádık’ın (asm) haber verdiği gibi hak ve hakíkattır.”679 Cennet’te misâfir kabûl yerleri vardır ki, bu mekânlar özeldir, diğer yerlere benzemez. En muhteşem yer burasıdır. Misâfir kabul yeri, hánımların bulundu- ğu sarâylardan ayrıdır. (“ ُحـورٌ َم ْق ُصـورَا ٌت ِفـي ا ْل ِخيَـا ِمBu Cennetlerde ehl-i Cennet için hâzırlanmış hûrîler,) iri ve siyâh gözlü zevceler (vardır ki; onlar, çadırlar) koni şeklinde olan sarâylar, köşkler (içinde kemâl-i muhabbetlerinden dâimâ zevclerine hasr-ı nazar ederler. Başkalarına bakmazlar.) O sîreten ve súreten güzel olan kadınlar, Cennetlerde kendilerine mahsús, pek kıymetli sarâylarda ikámet ederler. Onlar; örtülü olan ve ötede beride dolaşıp durmaktan sakınan hûrîler ve dünyâdan gitme zevcelerdir.”680 Bu âyet-i kerîmenin nassı ile, hûrîlerin bölgesine kocalarından başka kimse giremez. Cennet’te akrabâlar dünyâda olduğu gibi biribirleriyle görüşeceklerdir. Bu görüşme misâfirhanelerde olacaktır. Zîrâ, Cennet’te misâfir kabûl etme yerleri vardır. Gelen misâfirler bu yerlerde ağırlanırlar. Hîç kimse, başkasına áid há- nımların ve hûrîlerin yanına giremez. Orası yasak bölgedir. Hánımlar ise, ko- casından başkasını göremez ve görmek de istemezler. Zîrâ, Cennet’teki hánım- lar kocalarına áşıktırlar. En güzel bir sadâ ile kocalarını medheden sözleri sarf ederler. O hûrîlerden birisinin sesi şâyet dünyâda duyulsa, herkes mest olur, 679 Sözler, 28. Söz, s. 471. 680 Rahmân, 55:72.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 297 cezbeye düşer. Nass-ı hadîs-i Nebevî ile, hûrîlerin bir kılı dünyâda görünse, Gü- neş’in ışığı sönük kalır. Artık diğer güzellikleri siz kıyâs edin. Gerçi Cennet’te neyi çağırsan, o şey yanına gelir. Fakat, ehl-i Cennet’in dün- yâda ülfet ettiği vaz‘ıyyeti göstermek için, orada misâfirlere gılmânlar hizmet ederler. Cennet’te en düşük mertebedeki bir insânın misâfirleri için serilen sof- raların uzunluğu, beş yüz senelik mesâfedir. Şu ziyâretler, her zamân alt taba- kadan üst tabakaya doğrudur. Üst tabakada bulunanlar, alt tabakalara inmez- ler. Meselâ; ámî bir mü’min, Resûl-i Ekrem (asm)’ı makámında ziyâret eder, onunla aynı sofraya oturup, aynı yiyecek ve içeceklerden istifâde eder. Ancak, istifâdeleri mütefâvittir. Ehl-i Cennetin oturduğu koltuklar kuş tüyündendir. Oturduğu koltukla, is- tediği yere uçabilirler. Ehl-i Cennet’ten biri, “Şu kuşun eti pişmiş olarak önüme gelse” diye kalbinden geçirse, arzûsu hemen yerine gelir. “Beş yüz senelik uzun- luktaki misâfir sofrası, bu kuş etleriyle donatılsın” diye arzû etse, hemen ve aynen arzû ettiği gibi o kuşlar pişirilmiş olarak sofraya konur. Misâfirler o sofradaki ni‘metlerden istifâde ve telezzüz ettikten sonra Elláh’a hamdederler. Cennet’te ehl-i îmân için öyle sofralar serilecektir ki; ne göz görmüş, ne ku- lak işitmiş ve ne de beşerin kalbine hutúr etmiş bir tarzda taámlarla doludur. Bir taraftan Cennet rızıklarından yiyilip içilirken, diğer taraftan kayda alınmış dünyâ mâcerâları seyredilir ve der-hátır edilir. Bir taraftan burada okumuş ol- duğumuz Kur’ân âyetleri, Cennet meyveleri súretinde tecessüm ettirilir, ehl-i Cennete ikrâm edilir. Ne kadar yenilirse yenilsin râhatsızlık eseri görünmez, şişkinlik ve iştâhsızlık olmaz. Yemeğe ara verdiği zamân, şâyet tekrâr sofraya otursa daha büyük bir iştâhla ve en az on misli daha fazla lezzet alarak o ni‘met- lerden telezzüz eder. Bu lezzet artışı, ilâ nihâye devâm eder. Cennet’te tuvalet ihtiyâcı yoktur. Zîrâ, yenilen ve içilen rızıklar, ter olarak dışarı atılır, ancak bu ter, misk ü anber gibi kokar. Cennet ni‘metleri, istenildiği ve arzû edildiği zamân ânında onlara ikrâm edilir. Cismânî Cennet denilen ekl-şürb, mesken ve nikâh bir tarafa, Ellá- hu Teálâ’nın o saádet-i ebediyyede kullarından râzı olup onlara lâ zamânî, lâ mekânî ve lâ keyfî bir súrette cemâlini göstermesi ise bütün o Cennet-i cismâ- niyyenin pek çok fevkınde bir saádettir, rûh-i beşer için ta‘rîf edilmeyecek bir sürûrdur. Cennet’te her bir insân, kendi áleminde bir sultán olur. Ehl-i Cennet’ten
298 Dâr-ı Saádet birisine en az dünyanın on misli kadar bir memlekette hükümdârlık verilecek. Hûrîsi ve gılmânı, yiyecek ve içecekleri, taşı ve toprağı, havâsı ve suyu kısaca her şeyi onun emrindedir. Ehl-i Cennet, ne isterse ânında yerine getirilir. Arzû etti- ği her şey aynı ânda hâzır olup önüne gelir. Orada ölüm, derd, keder, hastalık, belâ, musíbet, yorgunluk, usanç, kısaca insânı mahzûn edecek ve korkutacak hîçbir sebeb yoktur. Orası Daru’s-Selâm’dır. O ebedî saltanatın sened ve berâtı ise; îmân, amel-i sálih ve takvâdır. O hâl- de, hakíkí îmânı elde edelim. O îmânın gereği olan evâmir-i İlâhiyye’ye imtisâl, nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb edelim. Ahkâm-ı İlâhiyyenin icrâ ve tatbîkıne ta- rafdâr olalım. Sünnet-i seniyyenin, bâ-husús şeáir-i İslâmiyyenin ihyâsına çalışa- lım. Bid‘alara tarafdâr olmayalım. Ehl-i Cennet’in Cennet’te biribirini ziyâret edeceğine dâir pek çok hadîs-i şerîf mevcûddur. Onlardan birkaçını nümûne olarak zikredeceğiz: َعن شفي بن ماتع أَن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل .ِإن من نعيم أهل ا ْلجنَّة أَنهم يتزاورون على المطايا والنجب Şufiy bin Mâti‘ (ra)’den, Resûlulláh (sav)’in şöyle dediği rivâyet olundu: “Cennet ni‘metlerinden biri de, ehl-i Cennet’in Cennet’te at ve deve gibi en iyi bineklerle, biribirlerini ziyâret etmeleridir.”681 َو ُر ِو َي َعن أنس رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل قَا َل رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم ِإذا دخل أهل ا ْلجنَّة ا ْلجنَّة فيشتاق الإخوان بَعضهم ِإلَى بعض فيسير َس ِرير َه َذا ِإلَى َس ِرير َه َذا وسرير َه َذا ِإلَى َس ِرير َه َذا َح َّت يجتمعا َِجي ًعا فيتكىء َه َذا ويتكىء َه َذا فَيَ ُقول أَحدهم َا ل َصاحبه أتعلم َمتى غفر الله لنا فَيَ ُقول َصاحبه نعم يَ ْوم ُكنَّا ِفي َمو ِضع َك َذا َو َك َذا فدعونا الله فغفر لنا Enes (ra)’den, Resûlulláh (sav)’in şöyle dediği rivâyet olundu: “Cennet ehli Cennet’e girdikten sonra, dünyâda arkadaşlık yapan dostlar biri- birlerini özlerler. O sırada oturdukları dîvânlar biribirine doğru yürür. Bir araya gelerek konuşmaya başlarlar. Biri, arkadaşına, ‘Elláh günâhlarımızı ne zamân 681 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 379.
Birinci Bâb/İkinci Fasıl 299 bağışladı, biliyor musun?’ diye sorar. O da, ‘Evet, biliyorum. (Dünyâda iken) falân yerde idik, Elláh’a şöyle şöyle duá etmiştik. Bu yüzden Elláh (cc) bizi afvetti’ der.”682 َو ُر ِو َي َعن أبي ُهرَ ْيرَة رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل ِإن أهل ا ْلجنَّة ليتزاورون على العيس الجون َعلَ ْي َها رحال الميس ويثير مناسمها ُغبَار ا ْلمسك خطام أَو ِز َمام أَحد َها خير من ال ُّد ْنيَا َو َما ِفي َها Ebu Hüreyre (ra)’den, şöyle rivâyet olundu: “Cennet ehli, biribirlerini, çeşitli renklerde, üzerlerinde sağlam semer olan, yü- rürken ayakları misk savuran öyle develerin üzerinde ziyâret ederler ki; bir devenin yuları, dünyâdan ve dünyâdaki her şeyden daha kıymetlidir.”683 On Yedinci Mes’ele: Cennet, ehl-i îmân ve táat için va‘d-i İlâhî olduğu hak- kındadır. Cenâb-ı Hak, bütün semâvî fermânlarda, başta Kur’ân olmak üzere Tevrât, İncîl, Zebûr ve suhuflarda evâmir-i İlâhiyye’ye itáat ve nevâhî-i İlâhiyyeden ic- tinâb eden mü’min kullarına ebedî saádet diyârı olan Cennet’i va‘detmiştir. Hem bütün enbiyâ, sıddîkín ve evliyâ tevâtürle, o Zât-ı Akdes’in sıdkına ve hakkániyyetine, ilim ve kudretine şehâdet etmiştir. Hem kâinâttaki umûm mevcûdât, o Zât-ı Akdes’in hadsiz kudret ve nihâyet- siz ilim sáhibi olduğuna delâlet etmektedir. Şimdi hîç mümkün müdür ki; tekvînen bütün kâinât, teklîfen bütün enbiyâ, sıddîkín ve evliyâ, sıdkına ve hakkániyyetine, ilim ve kudretine şehâdet ettiği Alîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak olan şu masnûátın Sániı, va‘dini yerine ge- tirmemekle hem Kendisini, hem bütün o hakíkí dostlarını tekzîb etsin? Hem kâinâttaki hadsiz tekvînî şâhidleri reddetsin, hem de acz ve cehlini izhâr etsin? Hâşâ, yüz bin def‘a hâşâ! Elbette o Zât-ı Alîm-i Kadîr va‘dini yerine getirecek, ehl-i îmân ve táati Cennet’e idhál edecektir. Evet, semâvî kitâbları inzâl, peygamberleri irsâl buyuran ve zerreden Arş’a kadar umûm mevcûdâtı sıdk ve hakkániyyetine, ilim ve kudretine şâhid gös- teren bir Alîm-i Kadîr, îmân ve ibâdet mukábilinde Cennet’i ve saádet-i 682 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 380. 683 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 381.
300 Dâr-ı Saádet ebediyyeyi ehl-i îmâna va‘d etmekle o hás ibâdına nihâyetsiz bir müjde vermiş- tir. Elbette, böyle bir müjdeye nâil olmak, ehl-i îmân için son derece saádet- âverdir ve mühimdir. Hem bu va‘di yerine getirmek, sâdece ehl-i îmân için değil; her şey için gáyet ehemmiyyetlidir. Zîrâ, bu îfâ-yı va‘d ile her şey yokluktan ve abesiyyetten kur- tulur. Hem bu îfâ-yı va‘d, Kendisine de lâzımdır. Ya‘nî, bin bir isim ve sıfâtı için de lâzımdır. Zîrâ, O Zât-ı Akdes’in esmâ ve sıfâtı bâkí olduğundan, o esmâya mazhar olan âyînelerin de bâkí kalması lâzımdır ki, o esmâ bâkí bir súrette tezáhür etsin. Hem Elláhu Teálâ, Cennet ve saádet-i ebediyye va‘dini yerine getirmezse, hâşâ O Zât-ı Zü’l-celâl’in áciz ve câhil olması lâzım gelir. Zîrâ, hulfü’l-va‘d iki şeyden kaynaklanır. Ya hulfü’l-va‘dda bulunan Zât ácizdir; bundan dolayı va‘di- ni yerine getiremez. Ya da câhildir; sözünde durmanın ehemmiyyetini derk edemez. Cenâb-ı Hak ise kâinâttaki masnûátıyla nihâyetsiz ilim ve kudret sáhibi olduğunu bi’l-fiil gösterdiğinden, elbette hulfü’l-va‘de sebeb olan acz ve cehlden münezzehtir. O hâlde, va‘d ve vaídini elbette yerine getirecektir. Hem bu îfâ-yı va‘d, Saltanat-ı Rubûbiyyetine de pek çok lâzımdır. Zîrâ, Sal- tanat-ı Rubûbiyyet; itáat edenlere mükâfât, isyân edenlere de mücâzât etmek iktizá eder. Eğer itáat edenlere mükâfât, isyân edenlere mücâzâtı bulunmazsa, saltanatı sukút eder. Elbette O Zât-ı Zü’l-celâl va‘dini yerine getirecek, saádet-i ebediyye kapısını açacak, ehl-i îmân ve táati Cennet’e idhál edecektir. Şimdi konuyla alâkalı ba‘zı âyet-i kerîmeleri zikredeceğiz: Birinci Âyet-i Kerîme: َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت َسنُ ْد ِخ ُل ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًداۜ َو ْع َد الّٰ ِل َح ًّق ۜا َو َم ْن اَ ْص َد ُق ِم َن الّٰ ِل ۪قي ًل “Ve o kimseler ki îmân ettiler ve sálih amel işlediler; onları, altlarından ır- maklar akan Cennetlere orada ebedî olarak kalıp durmak üzere elbette idhál edeceğiz. Elláhu Teálâ, bunu hak bir söz olarak va‘detti. Elláh Teálâ’dan daha doğru sözlü, daha va‘dine sádık kim vardır?”684 684 Nisâ, 4:122.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
Pages: