İkinci Bâb/Birinci Fasıl 351 Sabâh-akşam O’nu tesbîh ederler.901 Elláh ve melekleri, onlara rahmet eder.902 Onlar, Elláh’ın Kitâbı‘nı okurlar.903 Rab’lerinden gelen hakka tâbi‘ olurlar.904 Elláh’ın Dînine yardım ederler.905 Mallarında, yardım isteyen ve iffetinden dolayı yardım istemeyip mahrûm kalan kimselerin bir hakkı olduğunu bilirler ve o hakkı, sáhiblerine minnet et- meden ve başa kakmadan verirler.906 Nezirlerini (adaklarını) yerine getirirler.907 Nefislerini, arzûlarını yerine getirmekten alıkoyarlar.908 Onlar, ehl ü iyâlleriyle berâber olduklarında, Elláh’ı unutmazlar; O’ndan korkarlar.909 Táğúta ibâdet etmekten sakınırlar.910 Onlar, geceleri pek az uyur; kalkıp ibâdet ederler.911 Namazı kılar, beş vakit namâza devâm ederler.912 Kurbân keserler.913 Elláh’a yönelirler.914 Seherlerde istiğfâr ederler.915 Sözü dinler; sonra da sözün en güzeline tâbi‘ olurlar.916 901 Ahzâb, 33:42. 902 Ahzâb, 33:43. 903 Fâtır, 35:29. 904 Muhammed, 47:3. 905 Muhammed, 47:7. 906 Zâriyât, 51:19; Meáric; 70:24, 25. 907 İnsân, 76:7. 908 Nâziát, 79:40. 909 Túr, 52:26. 910 Zümer, 39:17. 911 Zâriyât, 51:17. 912 Meáric, 70:22, 23; A‘lâ, 87:15; Kevser, 108:2. 913 Kevser, 108:2. 914 Zümer, 39:17. 915 Zâriyât, 51:18. 916 Zümer, 39:18.
352 Dâr-ı Saádet Kötülüğe kötülükle mukábelede bulunmazlar. Kötülük yapanları bağışlar; sulh ve barışı te’mîn ederler.917 Rab’lerinin huzúrunda hesâb vermek üzere duracaklarından korkarlar.918 Babaları, oğulları, kardeşleri veyâ aşîretleri de olsa; Elláh’a ve Peygambe- ri’ne düşmân olanlara aslâ muhabbet etmez, onlara sevgi beslemezler.919 Onlar, Elláh’ın kendilerine hidâyet bahşettiği kimselerdir.920 Onlar, Arş’ı yüklenen meleklerle onun etrâfında bulunan meleklerin, Ce- hennem’den ve günâhlardan mahfûz kalmaları ve yakınlarıyla berâber Cennet’e girmeleri için kendilerine duá ettikleri kimselerdir.921 Elláhu Teálâ, onların kalblerine îmânı nakşetmiş, yerleştirmiştir.922 Elláh, onları, kendi indinden bir rûh ile te’yîd etmiştir.923 Onlar, Rab’lerinin azâbından korkar; azâb-ı İlâhî’den emîn olunamayaca- ğını bilirler.924 Elláh rızásı için yoksula, yetîme ve esîre it‘ám eder, onları doyururlar. İt‘ám ettikleri kimselere de şöyle derler: “Biz, sizi Elláh rızásı için doyuruyoruz. Siz- den bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.”925 Onlar, köle âzad ederler.926 Biribirlerine sabrı ve merhameti tavsıye ederler.927 Günâhlardan temizlenmek için, mallarını müstehak olan yerlere verirler.928 Onlar, hîçbir karşılık beklemeden iyilik yapar; sâdece Rab’lerinin rızásını tahsíl etmeyi düşünürler.929 917 Şûrâ, 42:40. 918 Rahmân, 55:46; Nâziát, 79:40. 919 Mücâdele, 58:22 920 Zümer, 39:18. 921 Mü’min, 40:7,8. 922 Mücâdele, 58:22. 923 Mücâdele, 58:22. 924 Meáric, 70:27, 28. 925 İnsân, 76:9. 926 Beled, 90:13. 927 Beled, 90:17. 928 Leyl, 92:19. 929 Leyl, 92:19-20.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 353 Elláh, onlardan; onlar da Elláh’tan râzı olmuşlardır.930 Onlar, Elláh’ın hizbi, tarafdârlarıdırlar.931 Onlar, ehl-i saádettirler.932 Onlar, mahlûkátın en hayırlılarıdırlar.933 Ehl-i Cennet’in dünyevî evsáfıyla alâkalı Ehâdîs-i Nebeviyye’ye gelince; bu konuyla alâkalı hadîsler pek çoktur. Nümûne olarak ba‘zılarını zikrediyoruz. Şöyle ki: Ebû Hüreyre’den rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmaktadır: ٌ“ َل يَ ْد ُخ ُل ا ْل َجنَّةَ ِإ َّل نَ ْف ٌس ُم ْس ِل َمةCennet’e ancak Müslümân olan kimse girer.”934 “ أَ َل ِإنَّــ ُه َليَ ْد ُخــ ُل ا ْل َجنَّــةَ ِإ َّل ُم ْؤ ِمــ ٌنDikkat edin! Uyanık olun! Muhakkak ki; Cennet’e ancak mü’min olan girer.”935 Ebû Saíd’den rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmaktadır: لَيَأْ ُخ َذ َّن رَ ُج ٌل بِيَ ِد أَ ۪بي ِه فَلَ ُي ْق ِط َعنَّ ُه النَّارَ يُ ۪ري ُد أَ ْن يُ ْد ِخلَ ُه ا ْل َجنَّةَ فَ ُينَا ٰدى .أَ َّن ا ْل َجنَّةَ َل يَ ْد ُخ ُل َها َكا ِف ٌر أَ َل ِإ َّن الّٰلَ َح ّرَ َم ا ْل َجنَّةَ َع ٰل ُك ِّل َكا ِف ٍر “Kişi babasının elini tutup âteşi kat‘edip geçirerek Cennet’e koymak isterse, o ânda şöyle nidâ olunur: ‘Cennet, öyle bir yerdir ki; oraya hîçbir kâfir giremez. Uyanık olun, mütenebbih olun ki; Elláhu Teálâ, her kâfir üzerine Cennet’i harâm kılmıştır.’ ”936 َم ْن: يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل َما ا ْل ُمو ِجبَتَا ِن؟ فَ َقا َل: َجا َء اَ ْعرَابِ ٌّى ِالَى النَِّ ِ ّب فَ َقا َل: َع ْن َجابِ ٍر قَا َل . َ َو َم ْن َما َت يُ ْش ِر ُك بِالّٰ ِل َش ْيئًا َد َخ َل النَّار،ََما َت لاَ يُ ْش ِر ُك بِالّٰ ِل َش ْيئًا َد َخ َل ا ْل َجنَّة Câbir b. Abdillâh (ra) şöyle demiştir: “Resûl-i Ekrem (sav)’e bir bedevî geldi ve, ‘Yâ Resûlelláh! Cennet’e veyâ Cehennem’e girmeyi gerektiren hâller nelerdir?’ 930 Tevbe, 9:100; Mücâdele, 58:22. 931 Mücâdele, 58:22. 932 Hûd, 11:108; Enbiyâ, 21:101. 933 Beyyine, 98:7. 934 Müslim, Kitâbü’l-Îmân, 191. 935 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/460; Müslim, 1142. 936 Müsned-i Ebû Ya‘la, 2/315; Müsned-i Bezzâr, 1/65, Sıfât-ı Cenneh, 85.
354 Dâr-ı Saádet diye sordu. Resûlulláh (sav) de, ‘Elláh’a şerîk koşmadan ölen, Cennet’e; Elláh’a ortak koşarak ölen ise Cehennem’e girer’ buyurdular.”937 َِس ْع ُت رَ ُسو َل الّٰ ِل َ ْيطُ ُب ۪في َح َّج ِة: َع ْن أَ ۪بي أُ َما َمةَ ُص َد ِ ّي ْب ِن َع ْج َل َن ا ْلباَ ِه ِ ِّل قَا َل , َوأَ ُّدوا زَ َكاةَ أَ ْموَا ِل ُك ْم, َو ُصو ُموا َش ْهرَ ُك ْم, َو َص ّلُوا َخْ َس ُك ْم،َ ِاتَّ ُقوا الّٰل: ا ْلوَ َدا ِع فَ َقا َل . تَ ْد ُخ ُلوا َجنَّةَ رَبِّ ُك ْم,َوأَ ۪طي ُعوا أُ َمرَا َء ُك ْم Ebû Ümâme Sudayy İbn-i Aclân el-Bâhilî (ra)’den rivâyet edildiğine göre; o, Resûlulláh (sav)’i vedâ’ hutbesinde şöyle buyururken işittiğini söylemiştir: “Ey insânlar! Elláh’tan korkunuz. Beş vakit namâza devâm ediniz. Ramazán orucunu tutunuz. Mallarınızın zekâtını veriniz. İdârecilerinize itáat ediniz ki; Rabbinizin Cennet’ine giresiniz.”938 Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlulláh (sav), şöyle buyurdu: َ“ َوا ْل َحــ ُّج ا ْل َمــ ْ ُرو ُر لَ ْيــ َس لَــ ُه َجــزَا ٌء إلاَّ ا ْل َجنَّــةMakbûl haccın karşılığı, ancak Cennet’tir.”939 Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyetle; o, şöyle demiştir: “Halîlim Resûlulláh (sav)’i şöyle buyururken işittim: .‘ تَ ْب ُلـ ُغ ا ْل ِح ْليَـ ُة ِمـ َن ا ْل ُم ْؤ ِمـ ِن َح ْيـ ُث يَ ْب ُلـ ُغ ا ْل ُو ُضـو ُءMü’mi- nin Cennet’te takınacağı zîneti, abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır.’ ”940 َِس ْع ُت: قَالَ ْت، رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه َما،َع ْن أُ ِّم ا ْل ُم ْؤ ِم ۪ني َن أُ ِّم َح ۪بيبَةَ رَ ْملَةَ بِ ْن ِت أَ ۪بي ُس ْفيَا َن ً َما ِم ْن َع ْب ٍد ُم ْس ِل ٍم يُ َص۪ ّل ِ ّٰ ِل تَ َعا ٰلى ُك َّل يَ ْو ٍم ِث ْن َ ْت َع َشرَةَ رَ ْك َعةً تَطَ ّوُعا:رَ ُسو َل الّٰ ِل يَ ُقو ُل .إلاَّ بُِ َن لَ ُه بَ ْي ٌت ِفي ا ْل َجنَّ ِة- أَ ْو- إلاَّ بَ َن الّٰ ُل لَ ُه بَ ْيتاً ِفي ا ْل َجنَّ ِة،َغ ْيَ ال َف ۪ري َض ِة Mü’minlerin annesi Ümmü Habîbe Ramle binti Ebû Sufyân (ra), “Resûlul- láh (sav)’i şöyle buyururken işittim” dedi: “Müslümân bir kimse, farzdan başka nâfile olarak her gün Elláh rızásı için on iki rek‘at namâz (sünnet-i revâtıb, farz namâzlara bağlı müekked sünnet) kılarsa; Elláh, ona Cennet’te bir köşk yapar veyâ ona Cennet’te bir köşk yapılır.”941 937 Müslim, Îmân, 151. 938 Tirmîzî, Cum‘a, 80. 939 Buhárî, Umre, 1; Müslim, Hac, 437. 940 Müslim, Tahâra, 40. 941 Müslim, Müsâfirîn, 103.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 355 ، َم ْن َغ َدا ِإلَى ا ْل َم ْس ِج ِد أَ ْو رَا َح:َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ أَ َّن النَِّ َّب قَا َل .أَ َع َّد الّٰ ُل لَ ُه ِفي ا ْل َجنَّ ِة نُ ُزلاً ُك ّلَ َما َغ َدا أَ ْو رَا َح Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Her kim namâz için câmiye gidip gelirse, Elláh, onun her geliş ve gidişinde onun için Cennet’te bir ziyâfet hâzırlar.”942 يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل اَ ْخ ِ ْب ۪نى بِ َع َم ٍل يُ ْد ِخ ُل ِن: َجا َء رَ ُج ٌل ِإلَى النَِّ ِ ّب فَ َقا َل: َع ْن أ ۪بي أَيُّو َب قَا َل ،َ َولاَ تُ ْش ِر ُك بِ ۪ه َش ْيئًا َوتُ ۪قي ُم ال َّصلاَة, َ تَ ْع ُب ُد الّٰل: َويُبَا ِع ُد ۪ني ِم َن النَّا ِر؟ فَ َقا َل النَّ ِ ُّب،َا ْل َجنَّة . َوتَ ِص ُل ال ّرَ ِح َم،ََوتُ ْؤ ِتي ال ّزَ َكاة Ebû Eyyûb Hálid İbn-i Zeyd el-Ensârî (ra)’den bildirildiğine göre, bir adam, “Yâ Resûlelláh! Beni Cennet’e sokacak ve Cehennem’den uzaklaştıracak bir ameli, bana haber ver” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav), şöyle bu- yurdu: “Elláh’a ibâdet eder, O’na hîçbir şeyi şerîk koşmazsın; namâzı kılar, zekâtı verir ve akrabâlarını görüp gözetirsin.”943 يُ َقا ُل ِل َصا ِح ِب:َع ْن َع ْب ِد الّٰ ِل ْب ِن َع ْمر ِو ْب ِن ا ْل َعا ِص رَ ِض َى الّٰ ُل َع ْن ُه َما َع ِن النَِّ ِ ّب قَا َل . فَ ِإ َّن َم ْ ِنلَتَ َك ِع ْن َد ٰا ِخ ِر ٰايَ ٍة تَ ْقرَ ُؤ َها، َورَ ِتّ ْل َك َما ُك ْن َت تُرَ ِتّ ُل ِفي ال ُّد ْنيَا، ِا ْقرَ ْأ َوا ْرتَ ِق:ا ْل ُق ْر ٰا ِن Abdulláh İbn-i Amr İbn-i Ás (ra)’dan rivâyet edildiğine göre; Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: “Sáhib-i Kur’ân’a şöyle denir: ‘Kur’ân oku da yüksel! Okuduğun nisbette Cennet basamaklarından yukarı çık! Dünyâda ağır ağır) her harfin hakkını vererek (okuduğun gibi, şimdi de ağır ağır oku! Şübhesiz senin Cennet’te yerleşeceğin yer, okuduğun âyetin son noktasıdır. Ne kadar okursan, o kadar yükselirsin.’ ”944 ذُو ُس ْلطَا ٍن ُم ْق ِس ٌط: ٌ أَ ْه ُل ا ْل َجنَّ ِة ثَلاَثَة: َِس ْع ُت رَ ُسو َل الّٰ ِل يَ ُقو ُل: َو َع ْن ِعيَا ِض ْب ِن ِحَا ٍر قَا َل . و َع ۪في ٌف ُمتَ َع ِّف ٌف ذُو ِعيَا ٍل، ورَ ُج ٌل رَ ۪حي ٌم رَ ۪قي ُق ا ْل َق ْل ِب ِل ُك ِّل ۪ذي قُ ْر ٰبى َو ُم ْس ِل ٍم،ُموَفَّ ٌق 942 Buhárî, Ezân, 37; Müslim, Mesâcid, 285. 943 Buhárî, Edeb, 10; Müslim, Îmân, 14. 944 Ebû Dâvûd, Vitir, 20; Tirmizî, Fezáilü’l-Kur’ân, 18.
356 Dâr-ı Saádet İyâd bin Hımâr (ra), “Resûlulláh (sav)’i şöyle buyururken işittim” dedi: “Cennet ehli üç sınıftır: Ádil ve Elláh’ın kendisini hayırlı işlerde muvaffak kıldığı devlet reîsi; akrabâlarına ve Müslümânlar’a karşı şefkatli, merhametli ve yumuşak kalbli kişi; áilesi kalabalık olduğu hâlde, harâm kazançtan uzak kalmaya çalışıp kimseden bir şey istemeyen kimsedir.”945 ِإ َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة ِمائَةَ َدرَ َج ٍة أَ َع َّد َها الّٰ ُل:َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ أَ َّن رَ ُسو َل الّٰ ِل قَا َل . ِل ْل ُم َجا ِه ۪دي َن ۪في َس ۪بي ِل الّٰ ِل َما بَ ْ َي ال َّدرَ َجتَ ْ ِي َك َما بَ ْ َي ال َّس َما ِء َوا ْلَ ْر ِض Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet edildiğine göre; Resûlulláh (sav), şöyle buyur- du: “Elláh yolunda cihâd edenler için Elláh, Cennet’te yüz derece hâzırlamıştır ki; her iki derecenin arası, yerle gök arası kadardır.”946 : أَ ْي َن أَنَا يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل ِإ ْن قُ ِت ْل ُت ؟ قَا َل: قَا َل رَ ُج ٌل:َو َع ْن َجابِ ٍر قَا َل . ثُ َّم قَاتَ َل َح ّٰت قُ ِت َل، فَأَ ْل ٰقى تَ َمرَا ٍت ُك َّن ۪في يَ ِد ۪ه.ِفي ا ْل َجنَّ ِة Câbir (ra) şöyle dedi: “Bir adam, ‘Yâ Resûlelláh! Elláh yolunda öldürülürsem, yerim neresidir?’ diye sordu. Resûlulláh (sav), ‘Cennet’tir’ diye cevâb verdi. Bunun üzerine adam, elindeki hurmaları attı ve savaştı. Sonunda şehîd oldu.”947 أَنَا َو َكا ِف ُل ا ْليَ۪تي ِم ِفي: قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل: َع ْن َس ْه ِل ْب ِن َس ْع ٍد قَا َل . َوأَ َشارَ بِال َّس ّبَابَ ِة َوا ْل ُو ْس ٰطى َوفَ ّرَ َج بَ ْينَ ُه َما، ٰه َكذا،ا ْل َجنَّ ِة Sehl İbn-i Sa‘d (ra)’dan rivâyete göre; Resûlulláh (sav), “Ben ve yetîmi kol- layıp gözetleyen kimse, Cennet’te şöyle berâberce bulunacağız” buyurdu ve işâret parmağıyla orta parmağını biraz açarak işâret etti.948 : قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل: َع ْن اُ ِّم َسلَ َمةَ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن َها قَالَ ْت .َاَيُّ َما ا ْمرَأَ ٍة َماتَ ْت َوزَ ْو ُج َها َع ْن َها رَا ٍض َد َخلَ ِت ا ْل َجنَّة Ümmü Seleme (ra)’dan rivâyet edildiğine göre; Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: 945 Müslim, Cennet, 63. 946 Buhárî, Cihâd, 4. 947 Müslim, İmâra, 143. 948 Buhárî, Talak, 25.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 357 “Herhangi bir kadın, kocası kendisinden râzı olduğu hâlde ölürse, Cennet’e girer.”949 َما ِل َع ْب ِدي ا ْل ُم ْؤ ِم ِن: يَ ُقو ُل الّٰ ُل تَ َعا ٰلى:َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ أَ َّن رَ ُسو َل الّٰ ِل قَا َل . ِع ْن ۪دي َجزَا ٌء ِإذَا قَبَ ْض ُت َص ِفيَّ ُه ِم ْن أَ ْه ِل ال ُّد ْنيَا ثُ َّم ا ْحتَ َسبَ ُه ِإلاَّ ا ْل َجنَّ ُة Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyur- du: “Elláhu Teálâ, şöyle buyurdu: ‘Mü’min kulumun, dünyâda sevdiği dostunu aldığım zamân, o kimse sabredip mükâfâtını Benden beklerse; karşılığı Cen- net’tir.’”950 يَا أَيُّ َها النَّا ُس أَ ْف ُشوا: َِس ْع ُت رَ ُسو َل الّٰ ِل يَ ُقو ُل: َو َع ْن أَ ۪بي يُو ُس َف َع ْب ِد الّٰ ِل ْب ِن َسلاَ ٍم قَا َل . تَ ْد ُخ ُلوا ا ْل َجنَّةَ بِ َسلاَ ٍم، َو َص ّلُوا َوالنَّا ُس ِنيَا ٌم، َو ِص ُلوا ا ْلَ ْر َحا َم، َوأَ ْط ِع ُموا الطَّ َعا َم،ال َّسلاَ َم Abdulláh İbn-i Selâm (ra) şöyle demiştir: “Ben, Resûlulláh (sav)’i şöyle bu- yururken işittim: ‘Ey insânlar! Selâmı yayınız; yemek yediriniz; akrabâlarınızla alâkanızı devâm ettiriniz; insânlar uyurken siz namâz kılınız ki, bu yüzden selâ- metle Cennet’e giresiniz’ ”951 َو َم ْن اَ ْدلَ َج، َم ْن َخا َف اَ ْدلَ َج: قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل: َع ْن اَ۪بى ُهرَ ْيرَةَ قَا َل . أَلاَ ِإ َّن ِس ْل َعةَ الّٰ ِل ا ْل َجنَّ ُة،ٌ أَلاَ ِإ َّن ِس ْل َعةَ الّٰ ِل َغا ِليَة.بَلَ َغ ا ْل َم ْ ِن َل Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet edildiğine göre; Resûlulláh (sav) şöyle buyur- muştur: “Korkan kimse, geceden yol alır. Geceleri nâfile ibâdetlere ağırlık verir. Bu şe- kilde hareket eden de maksadına ulaşır. Dikkat edin! Elláh’ın satışa çıkardığı mal, gáyet pahalı ve yüksektir. İyi biliniz ki; Elláh’ın satışa çıkardığı mal, Cennet’tir.”952 Daha pek çok hadîs-i şerîf te, ehl-i Cennet’in başta îmân, amel-i sálih ve tak- vâ olmak üzere pek çok evsáfı zikredilmiştir. Bununla alâkalı müstakil kitâblar yazılmıştır. Burada çok uzun gideceğinden, bu mevzú‘ ile alâkalı bu kadarıyla iktifâ edip, bu mes’eleyi kütüb-i ehâdîsiyyeye havâle ediyoruz. 949 Tirmizî, Rada’, 10. 950 Buhárî, Rikák, 6. 951 Tirmizî, Kıyâme, 42. 952 Tirmizî, Kıyâmet, 18.
358 Dâr-ı Saádet Hulâsa: Yukarıda zikrettiğimiz âyet ve hadîsler sarîhan haber veriyorlar ki; Cennet’e, ancak mü’minler ve îmânın iktizá ettiği evsáfa sáhib olanlar girebilir. Kâfirler ise kesinlikle Cennet’e giremez; hattâ kokusunu dahi alamazlar. Risâle-i Nûr Külliyyâtı’nda ehl-i Cennet’in dünyâdaki evsáflarından îmân, amel-i sálih ve takvâya dâir birçok beyânât vardır. Nümûne olarak ba‘zılarını zikrediyoruz. Şöyle ki: “Evet, bu cihân harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemîn yüzündeki hâ- kimiyyet-i ámme da‘vâsından daha ehemmiyyetli bir da‘vâ, herkesin ve bi’l-hás- sa Müslümânların başına öyle bir hâdise ve öyle bir da‘vâ açılmış ki; her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek da‘vâyı kazanmak için bilâ-tereddüd sarfedecek. “İşte o da‘vâ ise, yüz bin meşâhir-i insâniyyenin ve hadsiz nev-ı beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, kâinât sáhibinin ve mutasarrıfının binler va‘d ü ahd- lerine istinâden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin îmân mukábilinde bu zemîn yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâkí ve dâimî bir tarla ve mülkü kazanmak veyâ kaybetmek da‘vâsı başına açılmış. Eğer îmân vesîkasını sağlam elde etmezse, kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyûnluk táúnuyla çoklar o da‘vâsını kaybediyor. Hattâ, bir ehl-i keşf ve tahkík, bir yerde, kırk vefiyyâttan yalnız birkaç tânesi kazandığını sekerâtta müşâhede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acabâ, bu kaybettiği da‘vânın yerini, bütün dünyâ saltanatı o adama verilse doldurabilir mi? “İşte o da‘vâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksânına o da‘vâyı kaybettirmeyen hárika bir da‘vâ vekîlini o işde çalıştıran vazífeleri bırakıp ebedî dünyâda kalacak gibi âfâkî mâlâya‘niyyât ile iştigál etmek tam bir akılsızlık bildiği- mizden, biz Risâle-i Nûr şâkirdleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyâde olsa da ancak bu vazífeye sarf etmek lâzımdır diye kanâatımız var.”953 “Hem îmân, o elinde pek cüz’î bir kesb bulunan cüz’î bir cüz’-i ihtiyârî yerine, o hadsiz düşmân ve zulmetlere karşı, gayr-ı mütenâhî bir kudrete istinâd etmek ve hadsiz bir rahmete intisâb etmek için o cüz’-i ihtiyârînin eline bir vesîka veriyor; belki de îmân, o cüz’-i ihtiyârînin elinde bir vesîka oluyor. Hem o cüz’-i ihtiyârî olan silâh-ı insânî, gerçi zâtında hem kısa, hem áciz, hem noksándır; fakat nasıl ki bir asker, cüz’î kuvvetini devlet hesâbına isti‘mâl ettiği vakit, binler derece kuv- vetinden fazla işler görür; öyle de, sırr-ı îmânla o cüz’î cüz’-i ihtiyârî, Cenâb-ı Hak 953 Asáy-ı Mûsâ, 4. Mes’ele, s. 20-21.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 359 nâmına onun yolunda isti‘mâl edilse, beş yüz sene genişliğinde bir Cennet’i dahi kazanabilir.”954 “Ve kezâ, îmân, insânı ebediyyete, Cennet’e lâyık bir cevhere kalbeder.”955 “İnsân, nûr-i îmân ile A‘lâ-yı İlliyyîn’e çıkar; Cennet’e lâyık bir kıymet alır.”956 “Îmân hem nûrdur, hem kuvvettir. Evet, hakíkí îmânı elde eden adam, kâinâta meydân okuyabilir ve îmânın kuvvetine göre hâdisâtıın tazyîkátından kurtulabilir. ‘Tevekkeltü alelláh’ der, sefîne-i hayâtta kemâl-i emniyyetle hâdisâtıın dağlarvârî dalgaları içinde seyrân eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emânet eder, râhatla dünyâdan geçer, berzahta istirâhat eder. Sonra saádet-i ebe- diyyeye girmek için Cennet’e uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyânın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker. “Demek, îmân tevhîdi, tevhîd teslîmi, teslîm tevekkülü, tevekkül saádet-i dâ- reyni iktizá eder.”957 “Ey sersem nefsim! Acabâ şu vazífe-i ubûdiyyet netîcesiz midir, ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? Hâlbuki, bir adam sana birkaç para verse veyâhúd seni korkutsa, akşâma kadar seni çalıştırır ve fütûrsuz çalışırsın. Acabâ, bu misâfirhá- ne-i dünyâda áciz ve fakír kalbine kút ve gınâ ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıdâ ve ziyâ ve herhâlde mahkemen olan Mahşer’de sened ve berât ve ister istemez üstünden geçilecek Sırât Köprüsü’nde nûr ve bûrâk olacak bir namâz, netîcesiz midir veyâhúd ücreti az mıdır? Bir adam sana yüz liralık bir hediyye va‘detse, yüz gün seni çalıştırır. Hulfü’l-va‘d edebilir o adama i‘timâd edersin, fütûrsuz işlersin. Acabâ, hulfü’l-va‘d hakkında muhâl olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saádet-i ebediyye gibi bir hediyyeyi sana va‘d etse; pek az bir zamânda, pek güzel bir vazífede seni istihdâm etse; sen hizmet etmezsen veyâ isteksiz, suhre gibi veyâ usançla, yarım yamalak hizmetinle O’nu va‘dinde ittihâm ve hediyyesini istihfâf etsen, pek şiddetli bir te’dîbe ve dehşetli bir ta‘zîbe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyâda hapsin korkusundan en ağır işlerde fütûrsuz hizmet ettiğin hâlde; Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafîf ve latíf bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?”958 “Hem meselâ: Dalâletin gáyet müdhiş ma‘nevî elemini hisseden bir adama 954 Lem‘alar, 26. Lem‘a, 7. Ricâ, s. 230. 955 Mesnevî-i Nûriyye, Katre, Hátime, s. 69. 956 Sözler, 23. Söz, 1. Mebhas, 1. Nokta, s. 311. 957 Sözler, 23. Söz, 1. Mebhas, 3. Nokta, s. 314. 958 Sözler, 21. Söz, 1. Makám, 4. Îkáz, s. 271.
360 Dâr-ı Saádet îmân ile hidâyet ihsân etmek, eğer tevhîd nazarıyla bakılsa, birden o cüz’î ve fânî ve áciz adam bütün kâinâtın Hálıkı ve Sultánı olan Ma‘bûd’unun muhátab bir abdi olmak ve o îmân vâsıtasıyla bir saádet-i ebediyyeyi ve şâhâne ve çok geniş ve şa‘şaalı bir mülk-i bâkí ve bâkí bir dünyâyı ihsân etmek ve onun gibi bütün mü’minleri dahi derecelerine göre o lütfa mazhar etmek olan bu ihsân-ı ekber yüzünde ve sîmasında, bir Zât-ı Kerîm ve Muhsin’in öyle bir hüsn-i ezelîsi ve öyle bir cemâl-i lâyezalîsi görünür ki; bir lem‘asıyla bütün ehl-i îmânı kendine dost ve hás kısmını da áşık yapıyor. Eğer tevhîd nazarıyla bakılmazsa; o cüz’î îmânı, ya mütehakkim ve hod-bîn Mu‘tezileler gibi kendi nefsine veyâ ba‘zı esbâba havâle eder ki; hakíkí fiyatı ve bahâsı Cennet olan o Rahmânî pırlanta bir cam parçasına inip, âyînedârlık ettiği kudsî cemâlin lem‘asını kaybeder.”959 Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, yukarıda zikrettiğimiz îmân, amel-i sálih ve takvâ evsáfıyla ömrümüzün sonuna kadar mevsúf olarak Cennetu’l-Firdevs’e girmeyi bizlere nasíb eylesin. Âmîn. 959 Şuá‘lar, 2. Şuá‘, 1. Makám, 1. Meyve, s. 8.
İKİNCİ MEBHAS Ehl-i Cennet’in uhrevî evsáfı hakkındadır. On dört mes’eledir. Birinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in Cennet’e girmelerine dâir; Cenâb-ı Hak veyâ melâike-i kirâm tarafından yapılan hıtábât-ı Kur’âniyye hakkındadır. İkinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in yüzündeki parlaklık, sevinç ve sürûra dâirdir. Üçüncü Mes’ele: Cennet’in, ehl-i îmân ve táat için büyük fevz ve necât oldu- ğuna dâirdir. Dördüncü Mes’ele: Cennet’in, ehl-i îmâna fazl-ı İlâhî olduğuna dâirdir. Beşinci Mes’ele: Cennet ehline havf ve hüzün olmadığına, Cennet’te emniy- yet içinde bulunacaklarına dâirdir. Altıncı Mes’ele: Ehl-i Cennet’in, selâm ve tahiyyelere mazhar olmasına dâirdir. Yedinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in, bedenî, fizîkî ve ahlâkí özelliklerine dâirdir. Sekizinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in dünyâ hayâtını, dünyâda yaşadıklarını há- tırlamasına dâirdir. Dokuzuncu Mes’ele: Ehl-i Cennet’in, her isteğinin verilmesine dâirdir. Onuncu Mes’ele: Ehl-i Cennet’in libâslarına dâirdir. On Birinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in zînet ve hulliyyâtına dâirdir. On İkinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in, Cennet’te uyumamalarına dâirdir. On Üçüncü Mes’ele: Ehl-i Cennet’in kötü bir söz işitmemelerine dâirdir. On Dördüncü Mes’ele: Ehl-i Cennet’in ehl-i Cehennemle olan tekellümüne dâirdir. Şimdi bu mesâili birer birer îzáh edeceğiz:
362 Dâr-ı Saádet Birinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in Cennet’e girmelerine dâir; Cenâb-ı Hak veyâ melâike-i kirâm tarafından yapılan hıtábât-ı Kur’âniyye hakkındadır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’ın birçok âyet-i kerîmesinde Cenâb-ı Hak veyâ melâi- ke-i kirâm tarafından ehl-i îmâna, “Selâmet ve emniyyet içinde Cennet’e giriniz!” diye hıtáb edileceğinden bahsedilmektedir. Ehl-i Cennet, bundan dahi nihâyet derecede mesrûr olurlar; bütün hüzün ve kederleri, bu hıtábla izâle olur. İşte, mü’minlerin hüsn-i ákıbeti böyledir. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bizleri de bu hıtába mazhar olmakla ebediyyen mesrûr eylesin. Âmîn. Şimdi bu mevzúa dâir Kur’ân-ı Kerîm’de geçen yedi âyet-i kerîmeyi zikredi- yoruz: Birinci Âyet-i Kerîme: “ اُ ْد ُخ ُلــوا ا ْل َجنَّــةَ َل َخــ ْو ٌف َعلَ ْي ُكــ ْم َو َٓل اَ ْن ُتــ ْم َ ْتزَنُــو َنEhl-i îmân ve táate Elláh tarafından veyâ melekler tarafından şöyle nidâ olunur: (Cennet’e giriniz. Bundan sonra size ne bir korku vardır ne de siz mahzûn olacaksınız.)”960 İkinci Âyet-i Kerîme: “ اُ ْد ُخ ُلو َهــا بِ َســ َا ٍم ٰا ِم ۪نــ َنVe öyle Cennetlere nâil olacak olan o müttakí zâtlara Elláh tarafından veyâ melekler tarafından pek büyük bir iltifât olarak denilecek- tir ki: (Oraya) o Cennetlere, (emniyyetle,) ya‘nî yok olmaktan, âfetlerden, gadab-ı İlâhî’den sürekli korunmuş bir hâlde (selâm ile) ya‘nî selâmetle veyâ Elláh’ın ve meleklerin selâmına kavuşmuş olarak (giriniz.) Öyle muazzam İlâhî ni‘metlere, dâimî ziyâfetlere, sermedî iltifâtlara mazhar olunuz.”961 Üçüncü Âyet-i Kerîme: اَلَّ ۪ذي َن تَتَوَ ٰفّي ُه ُم ا ْل َم ٰلٓ ِئ َك ُة طَ ِيّ ۪بي َنۙ يَ ُقولُو َن َس َل ٌم َعلَ ْي ُك ُم ا ْد ُخ ُلوا ا ْل َجنَّةَ بِ َما ُك ْن ُت ْم تَ ْع َم ُلو َن “(Onlar ki,) o takvâ ehli mü’minler ki, (ter temiz oldukları hâlde) sağlam bir i‘tikád, sálih bir amel ve güzel bir ahlâk ile vasıflanmış, şirk, isyân ve sû-i ahlâk- tan temizlenmiş, hakka yönelmiş bir durumda iken (rûhlarını melekler alıverirler.) O melekler, onlara o ölüm ânında (derler ki: ‘Selâm size) ey Elláh’ın dostları! Cenâb-ı Hak sizi selâmetle, cennet ile müjdeliyor. Artık dünyâda iken (yapmış 960 A‘râf, 7:49. 961 Hicr, 15:46.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 363 olduğunuz şey sebebiyle) îmân, ibâdet ve takvânızdan dolayı (Cennet’e giriniz.) O Cennet ki, sizin için hâzırlanmış bir saádet makámıdır. O, size mahsústur. Haşir ve hesâbdan sonra lâyık olduğunuz Cennetlere gireceksiniz.’ Ne büyük bir müjde! kâfirler ve münâfıklar ise bu saádetten ebediyyen mahrûmdurlar.”962 Dördüncü Âyet-i Kerîme: َو ۪سي َق الَّ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا رَبَّ ُه ْم ِالَى ا ْل َجنَّ ِة زُ َمرًاۜ َح ّٰٓت ِاذَا َٓجا ُؤ۫ َها َوفُ ِت َح ْت اَ ْبوَابُ َها َوقَا َل لَ ُه ْم َخزَنَ ُت َها َس َل ٌم َعلَ ْي ُك ْم ِط ْب ُت ْم فَا ْد ُخ ُلو َها َخا ِل ۪دي َن “Rab’lerinden korkup takvâ dâiresinde bulunanlar ise bölük bölük Cennet’e sevk edilir. Oraya varıp da kapıları açıldığında, Cennet’in bekçileri, onlara: ‘Selâm size! Ter temiz geldiniz. Artık buraya, ebediyyen kalıcılar olmak üzere giriniz!’derler.”963 Beşinci Âyet-i Kerîme: “ يَــا ِعبَــا ِد َل َخــ ْو ٌف َعلَ ْي ُكــ ُم ا ْليَــ ْو َم َو َٓل اَ ْن ُتــ ْم َ ْتزَنُــو َنEy kullarım! Bugün size hîçbir korku yoktur ve siz mahzûn da olmayacaksınız.”964 “ اَلَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا بِاٰيَا ِتنَـا َو َكانُـوا ُم ْسـ ِل ۪مي َنÖyle kullar ki, Bizim âyetlerimize îmân ettiler ve Müslümân oldular.”965 (“اُ ْد ُخ ُلـوا ا ْل َجنَّـةَ اَ ْن ُتـ ْم َواَ ْز َوا ُج ُكـ ْم ُ ْتـ َرُو َنSiz ve zevceleriniz, yüzünüzde eseri görü- lürcesine sürûr-i tâmla mesrûr ve envâ-ı zînetle müzeyyen olduğunuz hâlde Cennet’e giriniz.) Cenâb-ı Hakk’ın size ihsân buyurduğu ni‘metlerden tam bir zevk ve sürûr ile istifâde ediniz.”966 Altıncı Âyet-i Kerîme: “ َمــ ْن َخ ِشــ َي ال ّرَ ْحٰــ َن بِا ْل َغ ْيــ ِب َو َٓجــا َء بِ َق ْلــ ٍب ُم ۪نيــ ٍبEvet. Cennet, takvâ sáhibi olanlara mahsústur. Ya‘nî, (Rahmân’dan gıyâben korkan) Cenâb-ı Hakk’ın yüce Zât’ını görmediği hâlde, hális bir kalb ile O’nun varlığını bilip tasdîk eden, o Zât-ı 962 Nahl,16: 32 963 Zümer, 39:73. 964 Zuhruf, 43:68. 965 Zuhruf, 43:69. 966 Zuhruf, 43:70.
364 Dâr-ı Saádet Akdes’e itáatten ayrılmayan ve insânlardan hálî olduğu hâlde bile Elláh’dan kor- kan (ve hális bir kalb ile Cenâb-ı Hakk’ın huzúruna gelen) temiz bir i‘tikáda sáhib, Elláh korkusu ile mevsúf bir kalbe sáhib olduğu hâlde Cenâb-ı Hakk’a kavuşma şerefine erişen (kimseye) mahsús bir Cennet’tir.”967 “ اُ ْد ُخ ُلو َهـا بِ َسـ َا ٍمۜ ٰذ ِلـ َك يَـ ْو ُم ا ْل ُخ ُلـو ِدO âhiret gününde öyle takvâ sáhibi zâtlara bir ikrâm mâhiyyetinde melekler derler ki: (Ona) o Cennet’e (selâmetle giriveriniz.) Azâbdan, üzüntü ve kederden uzak; yok olmaktan ve zevâl-i ni‘metten emîn ve rızá-yı İlâhî’ye nâil olduğunuz hâlde Cennet’e giriniz. (İşte bu,) Cennet’e gireceğiniz gün, (ebediyyet günüdür.) Artık bu hayât ebediyyen devâm edecektir. Artık sizin için ölüm ve bu Cennet’ten ayrılış yoktur.”968 Yedinci Âyet-i Kerîme: “ يَٓـا اَيَّ ُت َهـا النَّ ْفـ ُس ا ْل ُم ْط َم ِئنَّـ ُةMü’minlere âhirette Elláh tarafından bir iltifât ola- rak buyrulacak ki: (Ey mutmain olan) huzúra kavuşmuş olan (nefis!)” 969 ً(“ ِا ْر ِج ۪ٓعـي ِا ٰلـى رَبِّـ ِك رَا ِضيَـةً َم ْر ِضيَّـةRabbine dönüver.) Kerem sáhibi Ma‘bûd’u- nun ma‘nevî huzúruna yönel! O’nun va‘detmiş olduğu bir kerâmet mahallinde, bir yüksek Cennet’e gidiver! (Sen) sana verilen ni‘metlerden (râzı) olduğun hâlde (O) Kerîm Rabbin (de senden râzı olarak) o pek yüce makáma gir!”970 “ فَا ْد ُخــ۪ي ۪فــي ِعبَــا ۪ديEy mutmain olan nefis! (Artık kullarımın arasına katıl!) Sen de şerefli kullarımın zümresine dâhil ol!”971 (“ َوا ْد ُخــ۪ي َجنَّــ ۪يVe) sen de o muhterem kullarım ile berâber (Cennetime giriver.)”972 Hulâsa: Ehl-i Cennet mezkûr hıtáblara muhátab olunca, gáyet mesrûr ve müferrah olurlar. Bu sevincin ta‘rîfi gayr-ı kábildir. Cenâb-ı Hak ve melâike-i kirâmdan ehl-i îmâna, “Emniyyet ve selâmet içinde, korktuklarınızdan emîn ve um- duklarınıza nâil olarak, ebedî kalmak üzere Cennet’e girin!” hıtábı gelir. Bu hıtáb, 967 Káf, 50:33. 968 Káf, 50:34. 969 Fecr, 89:27. 970 Fecr, 89:28. 971 Fecr, 89:29. 972 Fecr, 89:30.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 365 ehl-i Cennet’in hayâtlarının ve o hayâtta mükellef oldukları tekâlif-i İlâhiyye’nin en güzel netîcesidir. Ne mutlu bu hıtába mazhar olanlara! Cenâb-ı Erhamürrâhimîn; bizleri, ehl ü iyâlimizi, ana ve babamızı ve bütün mü’minîn ve mü’minâtı bu hıtáblara muhátab eylesin. Âmîn. İkinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in yüzündeki parlaklık, sevinç ve sürûra dâirdir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, bu mes’eleyi muhtelif şekilde haber vermektedir. Konuyla alâkalı birkaç âyet-i kerîmeyi nümûne olarak zikrediyoruz. Birincisi: ٌ(“ ُو ُجــوهٌ يَ ْو َم ِئــ ٍذ نَا ِع َمــةBir kısım yüzler de o günde güzellik sáhibidir.) Yüzleri parlak, nûrlu ve güzeldir. Îmânlarının nûru yüzlerinde parlar.”973 İkincisi: “ تَ ْعـ ِر ُف ۪فـي ُو ُجو ِه ِهـ ْم نَ ْضـرَةَ النَّ ۪عيـ ِمO mes‘úd zâtların vaz‘ıyyetlerine bakacak olsan, (onların yüzlerinde o ni‘metin güzelliğini görüp anlarsın.) Onların yüzle- rinde öyle bir parlaklık ve güzellik vardır ki; onların ne kadar mes‘úd, bahtiyâr ve indelláh makbûl oldukları anlaşılır.”974 Üçüncüsü: (“ فَوَ ٰقي ُهــ ُم الّٰ ُل َشــ ّرَ ٰذ ِلــ َك ا ْليَــ ْو ِم َولَ ّٰقي ُهــ ْم نَ ْضــرَةً َو ُســ ُرورًاArtık Elláh, onları o günün şerrinden,) kıyâmet gününün bütün sıkıntılarından, mahrûmiyyetlerinden (korumuştur ve onlara bir güzellik) yüzlerine bir beşâşet ve aydınlık (ve bir sevinç) kalblerine bir ferahlık ve sürûr (vermiştir.)”975 Dördüncüsü: (“ ُو ُجــوهٌ يَ ْو َم ِئــ ٍذ نَا ِضــرَ ٌةO günde) kıyâmet gününde (bir takım yüzler parıldaya- caktır.) Parlak, nûrlu bir hâlde olacaktır. Bunlar, samîmî mü’minlerden ibârettir. Kavuştukları ni‘metlerden, İlâhî tecellîlerden dolayı büyük bir güzelliğe, bir parlak- lığa erişmişlerdir.”976 “ ِا ٰلـى رَبِّ َهـا نَا ِظـرَ ٌةO mes‘úd kullar, (Rab’lerine nazar edecekler.) O kerem sáhibi 973 Gáşiye, 88:8. 974 Mutaffifîn, 83:24. 975 İnsân,76:11. 976 Kıyâme, 75:22.
366 Dâr-ı Saádet Ma‘bûd’larını lâ zamânî, lâ mekânî ve lâ keyfî bir súrette görmek şerefine nâil olacaklardır. Böyle bir tecellîye kavuşmak ise, bütün ma‘nevî zevklerin üstünde bulunacaktır.”977 Beşincisi: ٌِۜل ّلَ ۪ذي َن اَ ْح َسنُوا ا ْل ُح ْس ٰن َو ِزيَا َد ٌةۜ َو َل يَ ْر َه ُق ُو ُجو َه ُه ْم قَ َتٌ َو َل ِذلَّة اُو۬ ٰلٓ ِئ َك اَ ْص َحا ُب ا ْل َجنَّ ِةۚ ُه ْم ۪في َها َخا ِل ُدو َن “(İhsânda bulunanlar için) ya‘nî, îmân ve a‘mâl-i sáliha sáhibi olanlar, tam bir ihlâs ve samîmiyyet ile ibâdet ve itáatte bulunanlar için (güzellik) güzel bir mükâfât, güzelliklerin timsâli olan Cennet’ler vardır (ve bir fazlası) da (vardır.) Bu da güzel amellerinin kat kat mükâfâtıdır veyâ bir İlâhî lütuf olarak hakla- rında İlâhî rızánın tecellîsidir veyâhúd cemâl-i İlâhî’yi görmeye mazhariyyettir. (Ve onların) öyle Cennet’e nâil olan kulların (yüzlerini, ne bir karalık) bir siyâh perde (ve ne de bir alçaklık) kıymetlerini düşürecek bir hakáret eseri kaplar. Bu gibi korkunç, alçaltıcı árızalar, ehl-i Cennet’e değil; ehl-i Cehennem’e mahsús- tur. (İşte onlar,) o mümtâz vasıflara sáhib olan muhterem kullar, (Cennet ehli- dirler.) Onlar, Elláh’ın yardımı sâyesinde Cennet’lere nâil olacaklardır. (Onlar, orada) o Cennet Áleminde (ebediyyen kalıcılardır.) Oradan aslá çıkarılmaya- caklardır. Onların haklarındaki ni‘metler dâimîdir; öyle dünyâ ni‘metleri gibi yok olacak değildir.”978 Altıncısı: َضا ِح َكـةٌ ُم ْستَ ْب ِشـرَ ٌة. (“ ُو ُجـوهٌ يَ ْو َم ِئـ ٍذ ُم ْسـ ِفرَ ٌةO günde) ba‘zı (yüzler) nûr-i îmâ- nın ziyâsıyla (paklaktır.) Ve hesâbdan selâmetle çıktığı için (güler.) Ve Elláh’ın rızásına ve kerâmât ve derecât-ı áliyyâta nâil olduğundan, ferahlanıp (sevinir.)”979 Yedincisi: “ َواَ ّمَــا الَّ ۪ذيــ َن ا ْبيَ َّضــ ْت ُو ُجو ُه ُهــ ْم فَ ۪فــي رَ ْحَــ ِة الّٰ ِل ُهــ ْم ۪في َهــا َخا ِلــ ُدو َنAmmâ, şol kimseler ki; onların yüzleri beyâz oldu; onlar, ebedî kalıcılar oldukları hâlde rah- met-i İlâhiyye ve lütf-i Sübhâniyye içinde müstağrak olurlar.”980 977 Kıyâme, 75:23. 978 Yûnus,10: 26. 979 Abese, 80:38-39. 980 Âl-i İmrân, 3:107.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 367 Kadı Beydávî ve Ebû Suúd Efendi’nin beyânları vechiyle, bu âyette geçen “rahmet-i İlâhiyye” ta‘bîrinden murâd, “Cennet ve ni‘met-i ebediyye”dir. Bu eserimizde muhtelif mes’elelerde ehl-i Cennet’in yüzünün parlak, sevinç- li ve sürûrlu olduğuna dâir ba‘zı hadîsleri naklettik. Burada konumuzla alâkalı birkaç hadîs zikredeceğiz: ِ أَ ّوَ ُل زُ ْمرَ ٍة يَ ْد ُخ ُلو َن ا ْل َجنَّةَ َع ٰل ُصورَة: قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل:َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه قَا َل .ً ثُ َّم الَّ ۪ذي َن يَ ُلونَ ُه ْم َع ٰل أَ َش ِّد َك ْو َك ٍب ُد ِّر ٍ ّي ِفي ال َّس َما ِء ِإ َضا َءة،ا ْل َق َم ِر لَ ْيلَةَ ا ْلبَ ْد ِر Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyur- muştur: “Cennet’e ilk girecek kimselerin yüzleri, dolunay gibi parlak olacak. Onların ardından Cennet’e girecek olanların yüzleri, gökyüzündeki en parlak yıldız gibi aydınlık olacak.”981 ِإ َّن أُ ّمَ۪ت يُ ْد َع ْو َن: قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم:َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه قَا َل . فَ َم ِن ا ْستَطَا َع ِم ْن ُك ْم أَ ْن يُ ۪طي َل ُغ ّرَتَ ُه فَ ْليَ ْف َع ْل،يَ ْو َم ا ْل ِقيَا َم ِة ُغ ّرًا ُمَ َّج ۪لي َن ِم ْن ٰاثَا ِر ا ْل ُو ُضو ِء Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki, benim ümmetim, kıyâmet günü abdestin âsârından dolayı yüzle- ri, el ve ayakları nûrânî ve parlak olarak çağrılırlar. Sizden gücü yeten, nûrunu ve parlaklığını uzatsın, çoğaltsın.”982 ِإ َّن َح ْو ِضي أَ ْب َع ُد ِم ْن أَ ْيلَةَ ِم ْن: َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ أَ َّن رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل َو َلٰ ِنيَ ُت ُه أَ ْك َثُ ِم ْن َع َد ِد، َوأَ ْح ٰل ِم َن ا ْل َع َس ِل بِال ّلَ َ ِب، َع َد ٍن لَ ُهوَ أَ َش ُّد بَيَا ًضا ِم َن الثَّ ْل ِج يَا: َك َما يَ ُص ُّد ال ّرَ ُج ُل ِإبِ َل النَّا ِس َع ْن َح ْو ِض ۪ه قَالُوا، النُّ ُجو ِم َو ِإ ۪نّي َلَ ُص ُّد النَّا َس َع ْن ُه نَ َع ْم لَ ُك ْم ۪سي َما لَ ْي َس ْت ِلَ َح ٍد ِم َن ا ْلُ َم ِم تَ ِر ُدو َن َع َ َّل ُغ ّرًا: رَ ُسو َل الّٰ ِل أَتَ ْع ِرفُنَا يَ ْو َم ِئ ٍذ ؟ قَا َل . ُمَ َّج ۪لي َن ِم ْن أَثَ ِر ا ْل ُو ُضو ِء، Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyetle, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur: 981 Buhárî, Bed’ü’l-Halk, 8; Müslim, Cennet, 15. 982 Buhárî, Vudú‘, 3; Müslim, Tahârât, 35.
368 Dâr-ı Saádet “Muhakkak ki, benim havzımın uzaklığı, Eyle ve Aden şehirlerinden daha uzak- tır. O havuzun suyu kardan daha beyâz, süt karışmış baldan daha tatlıdır. Kabları ise, yıldızların adedinden daha çoktur. Kişi, kendi havuzunun başından nasıl ki, baş- ka insânların develerini men‘eder; öyle de ben dahi (ümmetimden olmayan insânla- rı) o havuzdan men‘ederim.’ Bunun üzerine Sahâbe-i Kirâm şöyle buyurdular: ‘Yâ Resûlelláh! O gün bizi tanıyacak mısınız?’ Peygamberimiz (asm), ‘Evet’ dedi, ‘Sizin için hîçbir ümmette olmayan alâmetler vardır. Benim yanıma abdest a‘zálarının eserinden dolayı yüzleriniz, el ve ayaklarınız parlak olarak geleceksiniz.’ ”983 Hulâsa: Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, ehl-i Cennet’in, mazhar oldukları ni‘metle- rin eserinin yüzlerindeki parıldamasını muhtelif şekilde haber verdi. Yüzler- den murâd, yüzlerin sáhibi olan ehl-i Cennet’tir. İnsânın sevincinin, mutlulu- ğunun eseri, en ziyâde yüzünde görülür. Onun için, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, ehl-i Cennet’in mazhar oldukları ni‘metlerden dolayı nasıl sevinç ve saádet içinde olduklarını, yüzlerindeki beşâşet, sürûr ve sevinci bildirmekle ve yüzlerinin ak olduğunu söylemekle beyân etti. Bu zikrettiğimiz beyânât, sarîh bir şekilde ve a‘zamî bir súrette haşr-i cismânîyi haber vermektedir. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, dâr-ı âhirette bizim yüzlerimizi de ak eylesin. Âmîn. Üçüncü Mes’ele: Cennet’in, ehl-i îmân ve táat için büyük fevz ve necât olduğuna dâirdir. Ehl-i Cennet’in, fevz-i azíme nâil olup ebediyyen necât bula- caklarına dâir birkaç âyet-i kerîmeyi zikredip diğer kısmını dipnotta vereceğiz.984 Birincisi: َو َم ْن يُ ِط ِع الّٰلَ َورَ ُسولَ ُه يُ ْد ِخ ْل ُه َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َه ۜا َو ٰذ ِل َك ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم “(Her kim Elláhu Teálâ’ya ve Peygamberine) Kitâb ve Sünnet’e (itáat ederse; Elláhu Teálâ, onu, altından ırmaklar akar Cennetlere idhál eder. Onlar, o Cen- netlerde ebedî kalıcı oldukları hâlde tena‘um ve telezzüz ederler. İşte bu, en büyük kurtuluş ve saádettir.) Bunun üstünde bir kurtuluş ve saádet olamaz.”985 983 Müslim, Tahâret, 36. 984 Âl-i İmrân, 3:185; Mâide, 5:119; En‘ám, 6:16; Tevbe, 9:20, 72, 89, 100, 111; Mü’minûn, 23: 111; Nûr, 24:52; Ahzâb, 33:71; Sáffât, 37:60; Gáfir, 40:9; Duhán, 44:57; Câsiye, 45:30; Fetih, 48:5; Hadîd, 57:12; Burûc, 85:11. 985 Nisâ, 4:13.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 369 İkincisi: َو َم ْن يُ ْؤ ِم ْن بِالّٰ ِل َويَ ْع َم ْل َصا ِل ًحا يُ َك ِّف ْر َع ْن ُه َس ِيّـَٔا ِت ۪ه َويُ ْد ِخ ْل ُه َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًداۜ ٰذ ِل َك ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم “(Ve her kim, Elláh’a îmân eder ve sálih amellerde bulunursa) Elláhu Teálâ, (onun günâhlarını afveder, örter ve altlarından ırmaklar akar Cennet’lere, orada ebediyyen kalıcılar olmak üzere idhál eder.) Artık o kimse, orada dâimî olarak saá- det içinde yaşar. (İşte, en büyük fevz ve kurtuluş budur.)”986 Üçüncüsü: اَ َع َّد الّٰ ُل لَ ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َه ۜا ٰذ ِل َك ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم “(Elláh Teálâ, onlara) Kur’ân’ın hâkimiyyeti için mallarıyla ve cânlarıyla cihâd edenlere (altından ırmaklar akan Cennetler hâzırlamıştır. Onlar, orada ebedî ola- rak kalıcılardır.) Onlar için orada zevâl ve firâk, mevt ve fenâ yoktur. (İşte en büyük kurtuluş budur.) Bu uhrevî ni‘metlere, cismânî ve rûhânî saádetlere kavuşmaktır.”987 Dördüncüsü: َل يَ ْستَ ۪وٓي اَ ْص َحا ُب النَّا ِر َواَ ْص َحا ُب ا ْل َجنَّ ِةۜ اَ ْص َحا ُب ا ْل َجنَّ ِة ُه ُم ا ْل َفٓائِ ُزو َن “(Âteş ashâbı ile) kendi bâtıl inanç ve fâsid amellerinden dolayı Cehennem âteşine müstehak olanlar ile (Cennet ashâbı) kendi sáfî inançlarından ve hális amellerinden dolayı Cennet ni‘metlerine nâmzed olan zâtlar, elbette (eşit olamaz- lar.) Aralarında hîçbir şekilde bir berâberlik, aynı derecede olmak, aynı muámeleyi görmek gibi şeyler düşünülemez. Çünkü, âteş ashâbı, Cehennem’de yanıp yakıla- caklardır. (Cennet ashâbı ki; onlar, murâdlarına ermiş olanlardır.)”988 Beşincisi: (“ يَٓـا اَيُّ َهـا الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َهـ ْل اَ ُدلُّ ُكـ ْم َعـ ٰى ِتَـارَةٍ تُ ْن ۪جي ُكـ ْم ِمـ ْن َعـ َذا ٍب اَ۪ليـ ٍمEy îmân edenler! Sizi elem verici bir azâbdan kurtaracak, ebedî selâmet ve saádetinize vesîle olacak bir ticâret husúsunda size rehberlik edeyim mi?)”989 986 Tegábün, 64:9. 987 Tevbe, 9:89. 988 Haşir, 59:20. 989 Saff, 61:10.
370 Dâr-ı Saádet تُ ْؤ ِمنُو َن بِالّٰ ِل َورَ ُسولِ۪ه َو ُتَا ِه ُدو َن ۪في َس ۪بي ِل الّٰ ِل بِاَ ْموَا ِل ُك ْم َواَ ْن ُف ِس ُك ْمۜ ٰذ ِل ُك ْم َخ ْيٌ لَ ُك ْم ِا ْن ُك ْن ُت ْم تَ ْعلَ ُمو َن “İşte o ticâret şudur: (Elláh’a ve O’nun Peygamberine îmân edersiniz) îmânınızda hális olup sebât edersiniz (ve) Kur’ân’ın hâkimiyyeti için (mallarınızla ve cânları- nızla Elláh yolunda cihâd edersiniz. Bu) îmân ve cihâd, (sizin için) her şeyden, mallarınızdan, nefislerinizden ve bütün fânî mevcûdâttan (daha hayırlıdır. Eğer) bunun sevâbını ve mükâfâtını (bilirseniz), Elláh ve Resûlü’ne îmânınızda sebât eder ve mallarınızla ve cânlarınızla O’nun yolunda cihâd edersiniz.”990 يَ ْغ ِف ْر لَ ُك ْم ذُنُوبَ ُك ْم َويُ ْد ِخ ْل ُك ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َو َم َسا ِك َن طَ ِيّبَةً ۪في َجنَّا ِت َع ْد ٍنۜ ٰذ ِل َك ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم “Eğer îmân eder, mallarınızla ve cânlarınızla cihâdda bulunursanız, Elláhu Teálâ, (günâhlarınızı mağfiret eder) sizden hasbe’l-beşeriyye sudûr eden bir kısım günâhlarınızdan dolayı size azâb etmez (ve sizi altından ırmaklar akar Cennetle- re) bostânlara, bağlara, bahçelere kavuşturur. (Ve Adn Cennetlerinde) Arş’a yakın olan Cennet köşklerinde (ter temiz konaklara girdirir.) Oralarda pek mes‘údâne bir hâlde ebediyyen yaşarsınız. (Bu ise,) böyle mağfiret ve Cennetlere nâiliyyet ise, (büyük bir kurtuluştur.) En büyük bir fevz ve necâttır.”991 Dördüncü Mes’ele: Cennet’in, ehl-i îmâna fazl-ı İlâhî olduğuna dâirdir. Evvelâ: Şu hakîkâti beyân etmekte fâide var. Şöyle ki: Bir kısım âyet-i kerîme ve Ehâdîs-i Nebeviyyeden anlaşıldığı üzere; Cennet, fazl-ı İlâhî’dir. Ancak Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’in fazl ve rahmetiyle Cennet’e girilir. Evet, hem Cennet’in hılkat ve vücûdu, hem ehl-i Cennet’in Cennet’e girmesi, hem de Cennet’te ebediyyen lütuf ve ihsânlara mazhar olması; Cenâb-ı Erha- mürrâhimîn’in fazl ü keremidir; esmâ, sıfât ve şuûnâtının muktezásıdır. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Cennet’e girmek için îmân, amel-i sálih ve takvâ- yı şart koşmuştur. Fakat, bu amel-i sálih ve takvâ şartını kimse hüve hüvesine yerine getirememiştir. Bu sebeble, Cennet’e girmek, fazl ü rahmet-i İlâhiyye ile- 990 Saff, 61:11. 991 Saff, 61:12.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 371 dir. Kişi, bi-zâtihî müstakil ameliyle Cennet’e giremez. Buna dâir ba‘zı âyetleri nümûne olarak zikrediyoruz. Birinci Âyet: َسابِ ُٓقوا ِا ٰلى َم ْغ ِفرَ ٍة ِم ْن رَبِّ ُك ْم َو َجنَّ ٍة َع ْر ُض َها َك َع ْر ِض ال َّس َٓما ِء َوا ْلَ ْر ِ ۙض اُ ِع َّد ْت ِل ّلَ ۪ذي َن ٰا َمنُوا بِالّٰ ِل َو ُر ُس ِل ۪هۜ ٰذ ِل َك فَ ْض ُل الّٰ ِل يُ ْؤ ۪تي ِه َم ْن يَ َٓشا ُءۜ َوالّٰ ُل ذُو ا ْل َف ْض ِل ا ْل َع ۪ظي ِم “Mâdem bu dünyâ, fânîdir. Öyle ise, ey insânlar! (Rabbinizden bir mağfirete) tevbe ve istiğfâra; o yüce Ma‘bûd’unuzun mağfiretini celbetmeye vesîle olan sálih amelleri îfâya acele edin (ve öyle bir Cennet’e müsâbaka edin, sebkat edip yarışın ki; onun eni, gök ile yerin eni gibidir.) Her bir mü’mine verilecek Cennet o kadar büyüktür. Onun yalnız eni, gök ile yerin enlerine eşittir. Artık onun uzunluğunun ne kadar fazla olduğu düşünülsün. İşte böyle muazzam (bir Cennet, Elláh’a ve resûllerine îmân etmiş olanlar için hâzırlanmıştır) ve şu ânda mevcûddur. (İşte bu,) Cenâb-ı Hakk’ın böyle hâzırlamış olduğu Cennet Álemi, (Elláh’ın lütfudur.) O’nun fazl ve rahmetinin bir eseridir. (Bunu, dilediği kimseye verir.) Bu, İlâhî bir lütuftur; yoksa böyle bir Cennet’i, hîçbir kimse kendi gayreti ile, kendi şahsí ameli ile hak etmiş olamaz. Bu, o kadar muazzam ve ebedî bir ni‘mettir ve bir saádettir ki; ta‘rîfi gayr-ı kábildir. (Ve Elláh, pek büyük lütuf sáhibidir.) İşte bunun içindir ki; mü’min kullarına öyle yüce makámları ihsân buyuracaktır.”992 İkinci Âyet: َۚوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت ۪في رَ ْو َضا ِت ا ْل َجنَّا ِت لَ ُه ْم َما يَ َٓشا ُؤ۫ َن ِع ْن َد رَبِّ ِه ْمۜ ٰذ ِل َك ُهوَ ا ْل َف ْض ُل ا ْل َك ۪بي ُر “Îmân edenler ve sálih amellerde bulunanlar ise, Cennet’lerin bahçelerindedir. Onlar için Rab’lerinin indinde diledikleri şeyler vardır. İşte budur o en büyük lütuf.”993 Üçüncü Âyet: اَلَّ ۪ ٓذي اَ َح ّلَنَا َدارَ ا ْل ُم َقا َم ِة ِم ْن فَ ْض ِل ۪هۚ َل يَ َم ُّسنَا ۪في َها نَ َص ٌب َو َل يَ َم ُّسنَا ۪في َها لُ ُغو ٌب “Öyle Cennet’lere nâil olacak olan ehl-i îmân orada devâmlı olarak kalacaklarından, fevka’l-áde olan sevinçlerini göstermek ve Cenâb-ı Hakk’a arz-ı 992 Hadîd, 57:21. 993 Şûrâ, 42:22.
372 Dâr-ı Saádet şükrân etmek için diyeceklerdir ki: ‘Rabbimiz, (öyle) kerem sáhibi bir Zât-ı Zü’l- cemâl’dir (ki; O, bizi lütfundan) sırf lütuf ve keremi gereği olarak, ebedî (bir iká- metgâh olan mahalle) hîçbir zamân yok olmayacak, değişmeyecek olan bu Cennet- lere (yerleştirip misâfir etti.) Bizi bu ni‘metlere kavuşturdu. Artık (burada bize bir yorgunluk dokunmayacaktır.) Dâimâ istirâhat içinde yaşayacağız (ve burada bize hîçbir usanç da dokunmayacaktır.) Böyle râhat bir yerde, zevk u safâ içinde dâimî bir súrette yaşayacağız.’ ”994 Dördüncü Âyet: “ ِليَ ْجـ ِز َي الَّ ۪ذيـ َن ٰا َمنُـوا َو َع ِم ُلـوا ال َّصا ِل َحـا ِت ِمـ ْن فَ ْض ِلـ ۪هۜ ِانَّـ ُه َل ُ ِيـ ُّب ا ْل َكا ِف ۪ريـ َنTâ ki, îmân edip amel-i sálih işleyen kimseleri, fazlından mükâfâtlandırsın. Şübhe yok ki; O, kâfirleri sevmez.”995 Beşinci Âyet: “ َجـزَٓا ًء ِمـ ْن رَبِّـ َك َعطَٓـا ًء ِح َسـابًاBütün bunlar, (Rabbinden bir mükâfât ve kâfî bir ihsândır.) Elláh tarafından o takvâ sáhibi zâtlara ihsân olarak verilen birer hediyyeden ibârettir ve mâhiyyeti her türlü düşüncenin üstündedir.”996 Demek, Cennet, Elláhu Teâlanın bir fazlı, bir atásıdır. Hadîs-i şerîfte ise bu mevzú‘ hakkında şöyle buyrulmaktadır: : لَ ْن يُ ْد ِخ َل أَ َح ًدا ِم ْن ُك ْم َع َم ُل ُه ا ْل َجنَّةَ قَالُوا:قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم . َو َل أَنَا ِإ َّل أَ ْن يَتَ َغ َّم َد ِن َي الّٰ ُل بِ َف ْض ٍل َورَ ْحَ ٍة:َو َل أَ ْن َت يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل قَا َل Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (asm) şöyle buyurdu: “ ‘Hîçbir kimsenin ameli, onu Cennet’e idhál edemez.’ Sahâbe-i Kirâm, ‘Siz de mi kendi amelinizle Cennet’e giremezsiniz yâ Resûlelláh?’ diye sorunca, Resûl-i Ek- rem (sav), şöyle buyurdu: ‘Evet, ben de amelimle Cennet’e giremem. Ancak Elláh, fazl ve rahmetiyle beni kaplarsa, öyle Cennet’e dâhil olurum.’ ”997 Bu hadîs-i şerîfte bildirildiği gibi; kişi, Cennet’e ancak fazl-ı İlâhî ile girer. Bir kısım âyet-i kerîme ve Ehâdîs-i Nebeviyye’de ise, ehl-i Cennet’in, bu 994 Fâtır, 35:35. 995 Rûm, 30:45. 996 Nebe’, 78:36. 997 Buhárî, Rikâk,18; Müslim, Münâfikín, 71-73.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 373 mükâfâta kendi amelleriyle nâil oldukları bildirilmektedir. Bu âyet-i kerîmeler- den birkaçını nümûne olarak zikredeceğiz. Birinci Âyet: (“ فَـ َا تَ ْعلَـ ُم نَ ْفـ ٌس َمٓـا اُ ْخ ِفـ َي لَ ُهـ ْم ِمـ ْن قُـ ّرَ ِة اَ ْعـ ُ ٍن َجـزَٓا ًء بِ َمـا َكانُـوا يَ ْع َم ُلـو َنOn- lara) ehl-i Cennet’e (yapmış oldukları amellere mükâfâten gözlerin mesrûr ve aydın olacağı şeylerden neler saklanmış olduğunu artık hîçbir kimse bilemez.)”998 İkinci Âyet: اَ ّمَا الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت فَلَ ُه ْم َجنَّا ُت ا ْل َمأْ ٰوىۘ نُ ُز ًل بِ َما َكانُوا يَ ْع َم ُلو َن “(O kimseler ki; îmân ettiler ve sálih amellerde bulundular; artık onlar için, yapmış oldukları amelleri karşılığında konak olmak üzere Me’vâ Cennet’leri var- dır.) Onlar için, amelleri sebebiyle, istirâhat mahalli olarak Cennet’ler ve misâfir- leri için hâzırlanmış konaklar vardır. Cennet’ler; onların birer saádet memleketi, birer dâimî ikámetgâhı, birer istirâhat mahalli olacaktır. Onlar, o Cennet’lerde daha nice ni‘metlere ve tecellîlere nâil olacaklardır.”999 Üçüncü Âyet: َوقَالُوا ا ْل َح ْم ُد ِ ّٰ ِل الَّ ۪ذي َص َدقَنَا َو ْع َد ُه َواَ ْورَثَنَا ا ْلَ ْر َض نَتَبَ ّوَاُ ِم َن ا ْل َجنَّ ِة َح ْي ُث نَ َٓشا ُءۚ فَ ِن ْع َم اَ ْج ُر ا ْل َعا ِم ۪لي َن “Cennet’lere sevk edilen mü’minler, orada nâil oldukları ni‘metleri görünce, (şöyle derler: ‘Hamd, Elláh’a mahsústur ki;) tam bir hamd ve senâya lâyık olan, yalnız Elláhu Teálâ’dır ki; (bizim için va‘dini yerine getirdi.) Peygamberleri vâ- sıtasıyla bize müjde verilen bu Âhiret Álemi, bu ebedî saádet makámı gerçekleş- miş oldu. Bu husústaki beyânların doğruluğu ortaya çıkmış bulundu (ve Elláh, bizi bu yere vâris kıldı.) Bize bu Cennet’leri nasíb buyurdu. Artık (Cennet’ten dilediğimiz yerde ikámet ederiz.) Şimdi bu Cennet’lerde, bir mîrâsçının mîrâs yoluyla kavuştuğu gibi tasarrufa salâhiyyetli bulunacağız; istediğimiz yerlerde geniş makámlarda ikámet edip zevk alacağız. (Artık ne güzeldir) ne kadar hóştur, gü- zel (amel edenlerin mükâfâtı.) Cenâb-ı Hak da bunları bir mükâfât olarak bizlere nasíb buyurdu. O Mün‘ım-i Hakíkí’ye binlerce şükür olsun.’ ”1000 998 Secde, 32:17. 999 Secde, 32:19. 1000 Zümer, 39:74.
374 Dâr-ı Saádet Sâniyen: Yukarıda zikrettiğimiz ba‘zı âyet ve hadîslere göre: “Cennet, fazl-ı İlâhî’dir.” Ba‘zı âyetlerde ise; Cennet’in ehl-i îmân ve táatin mükâfâtı olduğu bildirilmektedir. Şimdi her iki da‘vâ ile alâkalı âyât-ı Kur’âniyye ve ehâdîs-i Ne- beviyye arasında bir tezâd olmadığını ve vech-i tevfîkı dokuz madde ile îzáh edeceğiz. Şöyle ki: Birincisi: Cennet’in hılkati, Cenâb-ı Hakk’ın fazl, kerem ve rahmetiyledir. Cenâb-ı Hakk’ın esmâ, sıfât ve şuûnât-ı Rabbâniyye’si, Cennet’in vücûdunu ik- tizá ediyor. O Zât-ı Akdes, rahmetinin tecellîsiyle Cennet’i yaratmıştır. İkincisi: Her ne kadar Cennet’e girmeye sebeb olan a‘mâl-i sáliha ise de, onu iktizá eden ve halk eden, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve kudretidir. Zîrâ, hayrı iktizá edip isteyen, rahmet-i İlâhiyye; yaratan, kudret-i Samedâniyye’dir. İnsân, sâdece cüz’î îrâde ve kudretiyle o hayrı kesbettiği, ya‘nî o hayrı reddetmeyip kabûl ettiği için, Cenâb-ı Hak onu fazlından mükâfâtlandırıyor. Sâlisen: Yukarıda zikrettiğimiz َ“ لَـ ْن يُ ْد ِخـ َل أَ َحـ ًدا ِم ْن ُكـ ْم َع َم ُلـ ُه ا ْل َجنَّـةSizden hîçbir kimsenin ameli, onu Cennet’e idhál edemez” hadîs-i şerîfi, amel-i sálihin fâidesini nefyetmiyor. Belki, hadîsten murâd; “Amel, bi-zâtihî sáhibinin Cennet’e girmesini vâcib kılmaz” demektir. Bu vecîz ifâde, aynı zamânda Mu‘tezile Mez- hebi’ni de reddediyor. Zîrâ, Mu‘tezile diyor ki: “Amel, bi-zâtihî kişiyi Cennet’e koyar; Cennet’i ona vâcib kılar. Öyleyse, Elláh üzerine haktır ki; a‘mâl-i sáliha sáhibini Cennet’e koysun.” Hadîs-i şerîf, Mu‘tezile’nin bu da‘vâsının yanlış oldu- ğunun bir delîlidir. Râbian: Mezkûr hadîs-i şerîf; amel-i sálihin, Cennet’e girmeye sebeb olması- nı nefyetmediği gibi; Cennet’e girmek husúsunda kişinin, ameline i‘timâd etme- mesi gerektiğini dahi ihtár ediyor. Hámisen: Hem bu hadîs-i şerîf ifâde ediyor ki; mücerred bir sebeb, tek ba- şına müsebbebi husúle getiremez. Ya‘nî: “Bir sebeb olan a‘mâl-i sálihamız, mü- sebbeb ve netîce olan Cennet-i A‘lâ’yı husúle getiremez. Nasıl ki, şu álemde tekvînî hîçbir sebeb, kudret ve rahmet-i İlâhiyye olmadan, kendi başına en küçük bir mü- sebbebi vücûda getiremez. Aynen öyle de, teklîfî olarak Cennet’e girmemize sebeb olan a‘mâlimiz, fazl ve rahmet-i İlâhiyye olmadan müsebbeb olan Cennet’i bize ka- zandıramaz” demektir. Zîrâ, “ اُ ْد ُخ ُلـوا ا ْل َجنَّـةَ بِ َمـا ُك ْن ُتـ ْم تَ ْع َم ُلـو َنİşlediğiniz ameller sebebiyle Cennet’e giriniz”1001âyetindeki “ بbâ” harf-i cerri, bâ-i sebebiyyedir. 1001 Nahl, 16:32.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 375 Ya‘nî, âyetin ma‘nâsı; “Ameliniz sebebiyle Cennet’e girin!” demektir. Yoksa, ba‘zı ehl-i İ‘tizâl’in dediği gibi; buradaki bâ harf-i cerri, mukábele için değildir. Mukábele için olsa, o zamân âyetin ma‘nâsı şöyle olur: “Ameliniz mukábilinde Cennet’e girin. Amelinize ivaz olarak Cennet’e girin.” Resûl-i Ekrem (asm)’ın, “Sizden birinizi, ameli, Cennet’e idhál edemez” ha- dîsi, mezkûr âyette geçen bâ harf-i cerrinin mukábele için olmadığına delâlet etmektedir. Zîrâ, amelin, Cennet’e girmek için kâfî bir semen ve ivaz olmadığı hadîsten anlaşılmaktadır. İllâ ki, afv-ı İlâhî ve fazl-ı Rahmânî gereklidir. Sâdisen: Hem yukarıdaki hadîs-i şerîf, Cebriyye Mezhebi’ni dahi nefyeder. Zîrâ, Cebriyye Mezhebi, insânın cüz’î irâdesini nefyettiğinden; ameli, insâna nisbet etmiyor. Resûl-i Ekrem (asm), yukarıdaki hadîste, َ“ لَـ ْن يُ ْد ِخـ َل أَ َحـ ًدا ِم ْن ُكـ ْم َع َم ُلـ ُه ا ْل َجنَّـةSizden hîçbir kimsenin ameli, onu Cennet’e idhál edemez” buyurmakla; ameli, insâna nisbet ve izáfe etti. َع َم ُل ُهya‘nî, “kişinin ameli” ifâdesinde izáfe vardır. İzâfe ise, tahsísi ifâde eder. Demek, amel, insâna hástır. İnsânın ise cüz’î irâdesi mevcûd olup, hayr ve şerre kábiliyyeti vardır. Bundan dolayı, Nebî (asm), ameli, insâna izáfe etti. Demek, Cebriyye Mezhebi, bu da‘vâsında haksızdır. İnsânın cüz’î irâdesi vardır ve bu münâsebetle mes’ûliy- yet altındadır. Daha tafsílatlı bilgi için, Semendel Yayınları’nın neşrettiği, “Ka- der Risâlesi ve Şerhi” adlı esere mürâcaat edebilirsiniz. Sâbian: Yine bu hadîs-i şerîf bildiriyor ki; eğer Cennet’in fazl-ı İlâhî olduğu bildirilmeseydi; insânın, ameliyle o menzile kavuştuğu düşünülür ve fahre giri- lirdi. Demek, bu kısa ve vecîz hadîs, insânın ameliyle mağrûr olmaması gerekti- ğini bildiriyor. Hem zâten amelimiz, ekmel vecih üzere değildir. Sálih amelimiz- de dahi çok taksírâtımız vardır. Bundan dolayı, birçok amelin, husúsan namâz, kırâat-ı Kur’ân ve zikrin akabinde istiğfâr etmekle emrolunmuşuz. Tâ ki, bu taksírâtlı amelimizle ucbe ve gurûra girmeyelim. Sâminen: Yine bu hadîs-i şerîfte; “ ِإ َّل أَ ْن يَتَ َغ َّم َد ِنــ َي الّٰ ُل بِ َف ْضــ ٍل َورَ ْح َــ ٍةAncak Elláhu Teálâ beni rahmet ve fazlı ile setredip örterse, işte o zamân ben de Cen- net’e girerim” denmekle bildiriliyor ki; a‘mâl-i sálihaya, yüksek derecelere nâil olmak, günâhlardan mahfûz kalmak; ancak Elláh’ın tevfîk ve inâyeti, fazl ve rahmeti, havl ve kuvvetiyledir. Mâdem a‘mâl-i sálihaya muvaffakıyyet, Elláh’ın rahmetiyledir. Öyleyse, Cennet’e girmek dahi Elláh’ın rahmet ve inâyetiyledir.1002 1002 Fethu’l-Bârî li İbn-i Hâcer, 11/297.
376 Dâr-ı Saádet Tâsian: Yine bu hadîs-i şerîf bildiriyor ki: Resûlulláh (asm) dahi Elláh’ın rahmet ve fazlıyla Cennet’e giriyorsa; bi’t-tarîkı’l-evlâ olarak her mü’min, an- cak rahmet ve fazl-ı İlâhî ile Cennet’e girebilir.1003 Hulâsa: Cennet’in vücûdu, Cennet’e girmek, Cennet’e götürecek amelin taleb ve halkı; ehl-i îmânın a‘mâl-i sálihâya muvaffakıyyeti ile ma‘sıyyetten ic- tinâbı; amel-i sálihe bire on, yetmiş, yedi yüz, yedi yüz bin, hattâ daha ziyâde sevâb verilmesi; insânın záhiren ameliyle nâil olduğu Cennet’teki mükâfât ve o mükâfâttan daha ziyâdesinin ehl-i Cennet’e verilmesi ve sâire; bunların hepsi, Elláh’ın fazl ve rahmeti, ihsân ve keremi iledir. Amel-i sálih ise bir şart-ı ádî- dir; bir illet-i mûcide değildir. Şimdi konuyla alâkalı ba‘zı nakilleri zikredeceğiz. Risâle-i Nûr’un “Lem‘alar” adlı eserinde bu mevzú‘ şöyle îzáh edilmektedir: “İkinci Suâl: Şerîat’ta denilmiştir ki: ‘Cehennem cezâ-yı ameldir, fakat Cennet fazl-ı İlâhî iledir.’ Bunun sırr-ı hikmeti nedir? “Elcevâb: Sâbık işâretlerde tebeyyün etti ki: İnsân, îcâdsız bir cüz’-i ihtiyârî ile ve cüz’î bir kesb ile bir emr-i ademî veyâ bir emr-i i‘tibârî teşkîl ile ve sübût vermekle müdhiş tahrîbâta ve şerlere sebebiyyet verdiği gibi; nefsi ve hevâsı dâimâ şerlere ve zararlara meyyâl olduğu için, o küçük kesbin netîcesinden hâsıl olan seyyiâtın mes’ûliyyetini o çeker. Çünkü, onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyyet verdi. Ve şer, ademî olduğu için, abd ona fâil oldu. Cenâb-ı Hak da halk etti. Elbette o hadsiz cinâyetin mes’ûliyyetini, nihâyetsiz bir azâb ile çekmeye müstehak olur. “Ammâ, hasenât ve hayrât ise, mâdem ki vücûdîdirler; kesb-i insânî ve cüz’-i ihtiyârî onlara illet-i mûcide olamaz. İnsân, onda hakíkí fâil olamaz. Ve nefs-i emmâresi de hasenâta tarafdâr değildir, belki rahmet-i İlâhiyye onları ister ve kudret-i Rabbâniyye îcâd eder. Yalnız insân, îmân ile, arzû ile, niyyet ile sáhib ola- bilir. Ve sáhib olduktan sonra, o hasenât ise, ona evvelce verilmiş olan vücûd ve îmân ni‘metleri gibi sâbık hadsiz niam-ı İlâhiyye’ye bir şükürdür, geçmiş ni‘metlere bakar. Va‘d-i İlâhî ile verilecek Cennet ise, fazl-ı Rahmânî ile verilir. Záhirde bir mükâfâttır, hakíkatta fazıldır. “Demek, seyyiâtta sebeb, nefistir; mücâzâta bizzât müstehaktır. Hasenâtta ise sebeb, Hak’tandır; illet de Hak’tandır. Yalnız insân, îmân ile tesáhüb eder. ‘Mükâfâtını isterim’ diyemez, ‘Fazlını beklerim’ diyebilir.”1004 1003 Fethu’l-Bârî li İbn-i Hâcer, 11/297. 1004 Lem‘alar, 13. Lem‘a, 12. İşâret 2. Suâl, s. 84-85.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 377 “Arabî İşârâtü’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-6” adlı eserde ise şöyle denilmiştir: “Âmma, بَ ِّشــ ْرya‘nî, ‘Müjdele!’ ma‘nâsındaki bu ta‘bîr; Cennet’in, Elláhu Teálâ’nın yalnız fazl-ı kereminden bir hediyye-i İlâhiyye olup, amelin ücreti muká- bilinde verilmesi Elláh’a vâcib olan bir hak olmadığına işârettir. (Evet, Cennet, mahz-ı fazldır. Cehennem ise cezâ-yı ameldir; ayn-ı adldir.) “Eğer Cennet, amelin ücreti olsaydı, beşâretle ta‘bîr edilmezdi. Zîrâ, hak ve üc- retin verilmesi beşâret ile, müjde ile ifâde edilmez; zâten verilmesi lâzım olan bir haktır. “Suâl: Kur’ân, bu makámda neden َو بَ ِّشــ ْرya‘nî, ‘Ey Habîbim! Müjdele!’ de- miştir? “Elcevâb: Bu kelime, remz eder ki; Cennet, fazl-ı İlâhî’dir. Cennet’i vermek, hâşâ Elláh üzerine vâcib değildir. “Evet, Cennet, záhiren cezâ-yı ameldir; amel-i sálihin karşılığıdır. “ اُ ۬و ٰلٓ ِئـ َك اَ ْص َحـا ُب ا ْل َجنَّـ ِة َخا ِل ۪ديـ َن ۪في َهـا َجـزَٓا ًء بِ َمـا َكانُـوا يَ ْع َم ُلـو َنYa‘nî, ‘Onlar, Cennet ehlidirler. Yapmış oldukları amel-i sálihin karşılığı olarak orada ebedî ka- lacaklardır’1005 âyet-i kerîmesi gibi çok âyetler, Cennet’in, îmân ve amel-i sálihin cezâsı, karşılığı olduğunu haber vermektedir. Fakat, bu, Elláh’a vâcib değildir. Eğer Cennet hakíkaten cezâ-yı amel olsaydı; Elláh, hâşâ mecbûren ücret vermek zorun- da olsaydı; o zamân Kur’ân, bu ücreti müjde súretinde i‘lân etmezdi. Zîrâ, ücret, zâten mecbûren verilir. Fakat, Cennet, záhiren cezâ-yı amel görünse de, hakíkatta sâdece mahzá fazl-ı İlâhî ve ikrâm-ı Rabbânîdir. Onun için, ‘ َو بَ ِّشــ ْرEy Habîbim! Îmân edip amel-i sálih işleyenleri müjdele!’ dedi. “Demek, ehl-i îmân ve táati Cennet’e, ehl-i küfür ve isyânı da Cehennem’e idhál etmek, Elláh’a vâcib değildir. Fakat, Cenâb-ı Hak, ehl-i îmâna Cennet’i va‘d edip müjdelediği için, mutlaka verir. Kâfirler ve ásíler için de Cehennem’i vaíd etmiş; Cehennem’le korkutmuş; elbette kâfirleri de oraya dökecek, orada yakacaktır. Zîrâ, Elláh hakkında va‘d ve vaídinden dönmek, muhâldir. “Evet, amelimizin, záhirî bir sebebiyyeti, bir müdâhalesi vardır. Fakat, Elláh’a vâcib değildir ki; onun karşılığını versin. Elláh, lütf u keremiyle mükâfât verir. Amel-i sálih işlediğimizden dolayı Cenâb-ı Hak Cennet’i va‘d etti, müjde verdi. 1005 Ahkáf, 46:14.
378 Dâr-ı Saádet Bu, záhirî bir sebebiyyettir. Ya‘nî, ‘Sizlere müjde! O va‘de nâil olacaksınız’ demektir. Ya‘nî, Elláh, amel-i sálihi işlememizden dolayı bizlere bu mükâfâtı müjde veriyor. Yoksa, amelimiz onu gerektirmiş; bizler o mükâfâtı hakíkí ma‘nâda hak etmişiz; ondan dolayı o mükâfât veriliyor, demek değildir. Belki, Hálık-ı Rahîm, mahzá lütf ü keremiyle, yaptığımız amelin záhirî ücreti olarak Cennet’i ihsân ediyor. Hîç vermezse de yine adâlettir. Zîrâ, evvelâ biz, mükâfâtımızı, ücretimizi peşînen almı- şız; sonra ibâdetle me’mûr ve mükellef kılınmışız. Öyle ise, Cennet, mahzá fazl-ı İlâhî’dir; hakíkí ma‘nâda amelimizin karşılığı değildir. “Hem yaptığımız ibâdet, o kadar mükâfâtı zâten gerektirmez. Belki, bize ve- rilen ni‘metin, binde birinin karşılığı değildir. Hem biz, mükâfâtımızı peşinen al- mışız, sonra ibâdetle mükellef kılınmışız. Öyle ise, Cennet, mahzá fazl-ı İlâhî’dir. Hakíkí ma‘nâda amelimizin karşılığı değildir.”1006 “Sözler” adlı eserde bu mevzú‘ şöyle îzáh edilmiştir: “İkinci Meyve: Ey nefis! Ubûdiyyet, mukaddeme-i mükâfât-ı lâhika değil, bel- ki netîce-i ni‘met-i sâbıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubûdiyyetle muvazzafız. Çünkü, ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücûdu sana giydi- ren Hálık-ı Zü’l-celâl, sana iştihâlı bir mi‘de verdiğinden, Rezzâk ismiyle bütün mat‘úmâtı bir sofra-i ni‘met içinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassâ- siyyetli bir hayât verdiğinden, o hayât dahi bir mi‘de gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki; rû-yi zemîn kadar geniş bir sofra-i ni‘meti o ellerin önüne koymuştur. Sonra ma‘nevî çok rızık ve ni‘metler isteyen insâniy- yeti sana verdiğinden, Álem-i Mülk ve Melekût gibi geniş bir sofra-i ni‘met, o mi‘de-i insâniyyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra, nihâyetsiz ni‘metleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddî eden ve insâ- niyyet-i kübrâ olan İslâmiyyeti ve îmânı sana verdiğinden, dâire-i mümkinât ile berâber esmâ-i hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dâiresine şâmil bir sofra-i ni‘met ve saádet ve lezzet sana fethetmiştir. Sonra, îmânın bir nûru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenâhî bir sofra-i ni‘met ve saádet ve lezzet sana ihsân etmiş- tir. Ya‘nî, cismâniyyetin i‘tibâriyle küçük, zaíf, áciz, zelîl, mukayyed, mahdûd bir cüz’sün. O’nun ihsânıyla cüz’î bir cüz’den, küllî bir küll-i nûrânî hükmüne geçtin. Zîrâ, hayâtı sana vermekle, cüz’iyyetten bir nev‘ı külliyyete ve insâniyyeti vermekle hakíkí külliyyete ve İslâmiyyeti vermekle ulvî ve nûrânî bir külliyyete ve ma‘rifet ve muhabbeti vermekle muhît bir nûra seni çıkarmış. 1006 Arabî İşârâtü’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-6, s. 437-439.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 379 “İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubûdiyyet gibi lezzetli, ni‘metli, râhatlı, hafîf bir hizmetle mükellefsin. Hâlbuki, buna da tenbellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, gûyâ eski ücretleri kâfî gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem ‘Niçin duám kabûl olmadı’ diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın nâz değil, niyâzdır. Cenâb-ı Hak Cennet’i ve saádet-i ebediyyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsân eder. Sen, dâimâ rahmet ve keremine ilticâ et. Ona güven ve şu fermânı dinle: “1007 قُ ْل بِ َف ْض ِل الّٰ ِل َوبِرَ ْحَ ِت ِه فَ ِب ٰذ ِل َك فَ ْليَ ْفرَ ُحوا ُهوَ َخ ْيٌ ِمَّا َ ْي َم ُعو َن Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, fazl ve ihsânını üzerimizden eksik eylemesin. Rahmet ve fazlıyla cümle mü’minleri, Cennet’te cemâl-i bâ-kemâliyle müşerref eylesin. Âmîn. Hem Cennet’teki ni‘metlere amel ile nâil olunduğunu haber veren âyetler- den; Cennet’teki menzil ve derecelerin záhiren kişinin ameline göre olduğu an- laşılsa da, hakíkatte bu dereceler de Elláh’ın fazlı ve rahmeti iledir. Bununla birlikte, kişinin, Cennet’te kendi ameliyle bu menzillere, derecelere, ni‘metlere mazhar olduğunu bilmesi de ayrı bir lezzettir. Bu dahi Elláh’ın azím fazl ve lüt- funun netîcesidir. “Arabî İşârâtü’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-6” adlı eserde buna dâir şöyle buyrulmaktadır. “Ve kezâ, bu cümlede geçen ‘ َع ِمــ َلamel’ lafzı; ta‘bîr i‘tibâriyle -ma’nası; ‘çalış- mak’, ‘iş yapmak’ demektir- tebşîr edilen, müjdelenen mükâfâtın, ücret gibi olduğu- na remz eder. (Zâten daha önce îzáh edildiği gibi; ehl-i Cennet, verilen ni‘metlerin, kendi amellerinin karşılığı ve ücreti olduğunu hissedecekler; bundan ayrı bir lezzet alacaklardır.) “Hem Müellif (ra), diyor ki: Burada َع ِمـ َلlafzı, remzeder ki; ehl-i Cennet, Cen- net’te kendilerine verilecek mükâfât ve saádetin, kendi amellerinin karşılığı ve dün- yâda yaptıkları hayırlı işlerin ücreti olarak onlara verilmiş olduğunu bileceklerdir. Evet, her ne kadar Cennet, amel-i sálihin karşılığı, ücreti, mükâfâtı değildir, yalnız lütuftur, fazl-ı İlâhî’dir; fakat onlar, bunu, ücret gibi hissedecekler, anlayacaklar ve bundan ayrı bir zevk ve lezzet alacaklardır. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın bir lütf u keremidir. 1007 Sözler, 24. Söz, 5. Dal, 2. Meyve, s. 360-361.
380 Dâr-ı Saádet “Evet, biz, amelimizin karşılığını önceden bu dünyâda almışız; hadsiz ni‘met- lere mazhar olmuşuz. Cennet, mükâfât-ı amel değil; belki mahzá lütûf ve ikrâm-ı İlâhî’dir. “Demek, َع ِمــ َلkelimesi, mâdem yapılan işi, vazífeyi hátırlatır. Öyle ise, bu iş ve vazífe, ücreti iktizá eder. O hâlde, verilen müjde, amelin karşılığı olmasa da ücreti gibidir.”1008 Beşinci Mes’ele: Cennet ehline havf ve hüzün olmadığına, Cennet’te emniy- yet içinde bulunacaklarına dâirdir. Cennet, dâr-ı lezzet ve saádettir; hizmet, meşakkat, keder, elem yeri değildir. Ehl-i Cennet aslâ ne mahzûn olurlar; ne onlar için bir korku, bir elem vardır; ne de onlarda bir yorgunluk, bir bitkinlik, bir hâlsizlik, bir usanç, bir bıkkınlık, bir sıkıntı, bir zorluk hâsıl olur.1009 Dâimâ sáfî lezzet ve ni‘met ve emniyyet için- dedirler. Birçok âyet-i kerîmede, ehl-i îmân ve táat olan ehl-i Cennet’in emniy- yet içinde olduğu; kendileri için havf ve hüzün olmadığı haber verilmekte- dir. Nümûne olarak birkaç âyet-i kerîmeyi zikredip diğer kısmını dipnotta vereceğiz.1010 Birinci Âyet: اَ ٰهٓ ُ۬ؤ َٓل ِء الَّ ۪ذي َن اَ ْق َس ْم ُت ْم َل يَنَالُ ُه ُم الّٰ ُل بِرَ ْحَ ٍةۜ اُ ْد ُخ ُلوا ا ْل َجنَّةَ َل َخ ْو ٌف َعلَ ْي ُك ْم َو َٓل اَ ْن ُت ْم َ ْتزَنُو َن “A‘râf’takiler, kâfirlerin ileri gelenlerine, fakír mü’minleri göstererek şöyle derler: (‘Sizin,) kendilerini tahkír edip hor ve zelîl görerek (‘Elláh, bunları rah- mete erdirmez’) Cennet’ine koymaz (diye yemîn ettikleriniz şunlar mı?’) O ânda fukarâ-yı mü’minîne şöyle nidâ olunur: (‘Cennet’e giriniz. Bundan sonra size ne bir korku vardır, ne de siz mahzûn olacaksınız.’)”1011 İkinci Âyet: ٰل ِك ِن ال ّرَ ُسو ُل َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َم َع ُه َجا َه ُدوا بِاَ ْموَا ِل ِه ْم َواَ ْن ُف ِس ِه ْ ۜم 1008 Arabî İşârâtu’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-6, s. 448. 1009 Hicr, 15:48; Fâtır, 35:35. 1010 Ehl-i Cennet olan ehl-i îmân için havf ve hüzün olmadığını haber veren âyetler: Bakara, 2:38, 62, 112, 262, 274, 277; Âl-i İmrân, 3:170; Mâide, 5:69; En‘ám, 6:48, 82; A‘râf, 7:35; Yûnus, 10:62; Enbiyâ, 21:103; Zümer, 39:61; Fussılet, 41:30; Ahkáf, 46:13. 1011 A‘râf, 7:49.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 381 َواُو۬ ٰلٓ ِئ َك لَ ُه ُم ا ْل َخ ْيَا ُ ۘت َواُ ۬و ٰلٓ ِئ َك ُه ُم ا ْل ُم ْف ِل ُحو َن “Münâfıklar, mallarıyla ve cânlarıyla Elláh yolunda cihâd etmekten kaçındılar; dîn-i Hak olan İslâm’a hizmet etmediler. (Fakat Peygamber ve onunla berâber bu- lunan mü’minler, mallarıyla ve cânlarıyla cihâd ettiler.) Elláhu Teálâ’nın rızásını tahsíl için her türlü fedâkârlıkta bulundular. (İşte, bütün hayırlar,) dünyâdaki zafer ve ganîmet, âhiretteki Cennet ve rızá-i İlâhî (onlarındır ve kurtuluşa erenler,) um- duklarına nâil, korktuklarından emîn olanlar (işte onlardır.)”1012 Üçüncü Âyet: (“ َو ُهــ ْم ِفــي ا ْل ُغ ُرفَــا ِت ٰا ِمنُــو َنVe onlar,) îmân edip sálih amel işleyenler, yârın âhirette (yüksek makámlarda) Cennet’in köşk ve sarâylarında (emniyyete kavuş- muş zâtlardır.) Onlar, korkudan emîndirler. Zîrâ, azâb korkusu ve rızkın tüken- mesi gibi hîçbir şeyden telâş ve endîşeleri yoktur. Ni‘metlerinin yok olmayacağın- dan emîn bir hâlde, Cennet’te mes‘údâne bir hayât geçirirler.”1013 Dördüncü Âyet: ٌ(“ َوقَالُـوا ا ْل َح ْمـ ُد ِ ّٰ ِل الَّـ ۪ ٓذي اَ ْذ َهـ َب َعنَّـا ا ْل َحـزَ َۜن ِا َّن رَبَّن َـا لَ َغ ُفـورٌ َشـ ُكورVe) o Cen- net’lere nâil olan mü’minler (diyeceklerdir ki: ‘Hamd, o Elláh’a olsun ki; bizden üzüntüyü giderdi.) Bizi dünyânın elem ve kederlerinden kurtardı. Bizi Cehen- nem korkusundan halâs etti. Bizi böyle büyük, ebedî bir rızka nâil buyurdu. (Şübhe yok ki; bizim Rabbimiz çok bağışlayıcıdır.) Kusúrlarımızı afv buyurmuştur ve Kerîm Hálık’ımız (şükrü kabûl edicidir.’) İtáatkâr kullarının güzel amellerini kabûl ederek, kendilerini birçok mükâfâtlara nâil buyurmuştur.”1014 Bu âyet-i kerîmede geçen اَ ْذ َهـ َب َعنَّـا ا ْل َحـزَ َنya‘nî, “Bizden üzüntüyü giderdi” cümlesi, on ma‘nâya muhtemeldir. Şöyle ki: Birincisi: İbn-i Abbâs (ra)’a göre ma‘nâ; “Bizden Cehennem âteşinin üzüntü- sünü, korkusunu giderdi” demektir. İkincisi: Atiyye (ra)’a göre; “Bizden ölümün hüzün ve kederini götürdü. Zîrâ, daha ölmeyiz, ebedîyiz” demektir. 1012 Tevbe, 9:88. 1013 Sebe’, 34:37. 1014 Fâtır, 35:34.
382 Dâr-ı Saádet Üçüncüsü: Katâde (ra)’a göre; “Bizden dünyânın her türlü keder ve sıkıntısını götürdü” demektir. Dördüncüsü: Semûre (ra)’a göre; “Bizden minnet hüznünü giderdi. Umduğu- muz her şeye nâil olduk” demektir. Beşincisi: İbn-i Zeyd (ra)’a göre; “Bizden zálimin sû-i hâlinden müşâhede edi- len her türlü hüzün ve kederi giderdi” demektir. Altıncısı: Nakkáş (ra)’a göre; “Bizden açlığı giderdi” demektir. Yedincisi: Kelbî (ra)’a göre; “Bizden sultánın, idârecinin korkusunu giderdi” demektir. Sekizincisi: Ferrâ (ra)’a göre; “Bizden yaşantımızdaki arzûmuzu, isteklerimizi giderdi. Geçim sıkıntımız kalmadı” demektir. Dokuzuncusu: Bir kavle göre; “Taám hüznünü giderdi; ya‘nî, ‘Ebediyyen aç ve susuz olmayız’ ” demektir. Onuncusu: Bir kavle göre; “Biribirimize karşı her türlü buğz, hased, kin ve adâveti götürdü” demektir. Ehl-i Cennet, ebediyyen biribirlerine buğz ve hased etmezler.1015 Bu ma‘nâların hepsi de haktır ve murâd-ı İlâhî’dir. اَلَّ ۪ ٓذي اَ َح ّلَنَا َدارَ ا ْل ُم َقا َم ِة ِم ْن فَ ْض ِل ۪هۚ َل يَ َم ُّسنَا ۪في َها نَ َص ٌب َو َل يَ َم ُّسنَا ۪في َها لُ ُغو ٌب “Öyle Cennet’lere nâil olacak olan ehl-i îmân orada devâmlı olarak kala- caklarından, fevka’l-áde olan sevinçlerini göstermek ve Cenâb-ı Hakk’a arz-ı şükrân etmek üzere diyeceklerdir ki: ‘Rabbimiz (öyle) kerem sáhibi bir Zât-ı Zü’l- cemâl’dir (ki; O, bizi lütfundan) sırf lütuf ve keremi gereği olarak ebedî (bir iká- metgâh olan diyâra) hîçbir zamân yok olmayacak, değişmeyecek olan bu Cen- net’lere (yerleştirip misâfir etti.) Bizi, bu ni‘metlere kavuşturdu. Artık (burada bize bir yorgunluk dokunmayacaktır.) Dâimâ istirâhat içinde yaşayacağız (ve bu- rada bize hîçbir usanç da dokunmayacaktır.) Böyle râhat bir yerde, zevk u safâ içinde, dâimî bir súrette yaşayacağız.’ ”1016 1015 En-Nüketü ve’l-Uyûn Tefsîru’l-Mâverdî, 4/475. 1016 Fâtır, 35:35.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 383 Beşinci Âyet: “ يَــا ِعبَــا ِد َل َخــ ْو ٌف َعلَ ْي ُكــ ُم ا ْليَــ ْو َم َو َٓل اَ ْن ُتــ ْم َ ْتزَنُــو َنEy kullarım! Bugün size hîçbir korku yoktur ve siz mahzûn da olmayacaksınız.”1017 “ اَلَّ ۪ذيــ َن ٰا َمنُــوا بِاٰيَا ِتنَــا َو َكانُــوا ُم ْســ ِل ۪مي َنÖyle kullar ki, bizim âyetlerimize îmân ettiler ve Müslümân oldular.”1018 Altıncı Âyet: (“ ِا َّن ا ْل ُمتَّ ۪قــ َن ۪فــي َم َقــا ٍم اَ ۪مــ ٍنTahkík, müttakíler,) şirkten, meásíden ve mâsivâdan sakınanlar, (güvenilir bir makámdadırlar.) Onlar, yok olmaktan, her türlü belâ, musíbet ve âfetten mahfûz bir mekânda bulunacaklardır. Artık hîçbir korkuları, endîşeleri kalmayacaktır.”1019 “ ۪فــي َجنَّــا ٍت َو ُع ُيــو ٍنO takvâ sáhibleri, âhirete gidince, (Cennetlerde) bağ ve bahçelerde (ve) pek lezzetli suları cereyân eden (pınarlardadırlar.) Onların makámları öyle güzel, temiz mevkı‘lerdir.”1020 “Makám”; ikámet edilecek mahaldir. İkámet edilecek makámın iyiliği iki şeyle hâsıl olur: Birincisi: Mekânın; cemî-ı tehlikeden ve korkulacak âfâttan emîn olmasıdır ki, âyette اَ ۪مـ ٍنlâfzı, bu manâyı ifâde etmiştir. İkincisi: Kemâl-i safâyı, envâ-ı lezzet ve sürûru câmi‘ olmasıdır ki; ۪ف ـي َجنَّـا ٍت َو ُع ُي ـو ٍنlâfızları bu manâyı ifâde etmiştir. Çünkü, insânlarda; bağ ve bahçeyi sevmekten, sahrâlarda gezmekten, pınarbaşlarında oturmaktan lezzet almak fıtrî bir hâldir. Şu hâlde, âyet; müttakílerin râhat, emîn, cemî-ı âfâttan sâlim ve envâ-ı sürûru câmi‘ bir mahâlde olacaklarını beyân buyurmuştur. Yedinci Âyet: “ يَ ْد ُعـو َن ۪في َهـا بِـ ُك ِّل فَا ِك َهـ ٍة ٰا ِم ۪نـ َنO Cennet’lere kavuşan takvâ sáhibleri, (orada) 1017 Zuhruf, 43:68. 1018 Zuhruf, 43:69. 1019 Duhán, 44:51. 1020 Duhán, 44:52.
384 Dâr-ı Saádet o Cennet’lerde (emîn oldukları hâlde, her türlü meyveden taleb ederler.) Cennet hizmetçilerinden diledikleri meyvelerin hâzırlanmasını isterler. O meyvelerden dile- dikleri kadar yerler. O meyvelerin azalmasından ve kendilerine dokunabileceğinden hîçbir endîşe duymazlar. Onlardan tam bir zevk ve lezzet ile istifâde ederler.”1021 “ َل يَ ُذوقُــو َن ۪في َهــا ا ْل َمــ ْو َت ِا َّل ا ْل َم ْوتَــةَ ا ْلُو۫ ٰلــىۚ َو َو ٰقي ُهــ ْم َعــ َذا َب ا ْل َج ۪حيــ ِمArtık o Cennetlere nâil olan zâtlar, (orada ölümü tadmazlar.) Bir daha ölmeleri takdîr edilmiş değildir. Ölümden korkmaksızın o ni‘metlerden istifâde ederler. (İlk ölüm müstesnâ) dünyâda iken ölmüş oldukları başka, artık tekrâr bir daha ölümü tad- mayacaklardır. (Ve) Rahîm Rab’leri, (onları Cehennem’in azâbından korumuştur.) Onlar, Cehennem’de hîç azâb görmeyeceklerdir. Takvâ ehli olmayan mü’minlere gelince; Cenâb-ı Hak, bunlardan dilediğini Cehennem’e sevk ederse de, bu, geçi- cidir. Sonra Elláh’ın afvı tecellî eder, onlar da Cehennem’den çıkar, Cennet’e nâil olurlar. Fakat, bu geçici azâb dahi pek müdhiş olacağından, öyle bir felâkete geçici de olsa uğramamak için elden geldiği kadar takvâ ehli olmaya çalışılmalıdır.”1022 Ehl-i Cennet, Cennet’te her ni‘metle mütena‘ím ve mütelezziz oldukları gibi; hayât ni‘metiyle dahi ebeden mütelezziz olurlar. Çünkü, dünyâda gördükleri ölümden mâadâ ölüm tadmazlar. Zîrâ, Cennet’teki hayât ebedîdir, aslâ âfâta ma‘rûz olmaz. Gerçi ehl-i nâr ölmek istedikleri hâlde ölümü tatmayacaklarsa da, Cehennem’de azâb içinde olacakları cihetle onlar hakkındaki hayât mazar- rat olduğundan; hayâtla tebşîr, sâdece ehl-i Cennet’e tahsís olunmuştur. Çünkü, hayâttan menfaat görecek ve mesrûr olacak, sâdece ehl-i Cennet’tir. “ فَ ْضـ ًا ِمـ ْن رَبِّـ َكۜ ٰذ ِلـ َك ُهـوَ ا ْل َفـ ْوزُ ا ْل َع ۪ظيـ ُمMü’minlerin Cehennem’den kurtu- lup Cennet’e girmeleri ve oradaki ni‘metlerden istifâde etmeleri, (Rabbinden bir ihsân olarak) meydâna gelmiştir. Şu da bilinmelidir ki; bir insân, ne kadar ibâdet ve itáatte bulunsa da, yine bu dünyâda nâil olduğu İlâhî ni‘metlerin şükrünü hakkıyla yerine getirmiş olamaz; dolayısıyla fazlaca bir ni‘mete lâyık olamaz. Ancak Cenâb-ı Hak’ın bir ihsânı ve lütfudur ki; mü’min kullarını böyle muazzam, ebedî ni‘metlere ve saádetlere kavuşturacaktır. (İşte budur, o pek büyük kurtuluş.)”1023 Hulâsa: Nümûne olarak zikrettiğimiz âyet-i kerîmelerde ve zikretmeyip dipnotta numaralarını verdiğimiz âyetler ile bir sonraki mes’elede zikredeceğimiz 1021 Duhán, 44:55. 1022 Duhán, 44:56. 1023 Duhán, 44:57.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 385 âyetlerde görüleceği üzere; ehl-i Cennet, Cennet’te her cihetten emniyyet içindedirler. Dünyâda çektikleri hüzün ve keder, belâ ve musíbetin zerresi dahi Cennet’te kalmamıştır. Onlar îmânları sâyesinde emniyyet-i tâmmeye mazhar olmuşlardır. O ebedü’l-âbâd yolculuğundaki tüm menzillerde emniyyet, felâh, sevinç, sürûr içindedirler. Bu vaz‘ıyyet onlarda ebediyyen devâm edecektir. Mü’minler, îmânları sâyesinde dünyâda dahi altı cihetten gelen sıkıntılara karşı râhat ve emniyyettedirler. Bu mevzú‘ Risâle-i Nûr’un pek çok yerlerinde îzáh edilmiştir.1024 O yerlere mürâcaat edilebilir. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn bizleri de emniyyet-i tâmmeye mazhar ettire- cek îmâna ve a‘mâl-i sálihâya muvaffak eylesin. Korktuklarımızdan emîn, umduklarımıza nâil buyursun. Hüzün ve kederimizi götürsün. Âmîn. Altıncı Mes’ele: Ehl-i Cennet’in, selâm ve tahiyyelere mazhar olmasına dâirdir. Bu da üç kısımdır. Birinci Kısım: Ehl-i Cennet’in, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn tarafından selâma mazhar olmalarıdır. Buna dâir Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da şöyle buyrulmaktadır: “ َســ َا ٌم قَــ ْو ًل ِمــ ْن رَ ٍّب رَ ۪حيــ ٍمHusúsan, saádet-i ebediyyeye nâil olan Cennet ehli için (Rahîm olan) Elláh’ın rızásını kazanmaya çalışan kulları hakkında lütuf ve merhameti nihâyetsiz olan (Rab’den) insânı tekvînen ve teklîfen terbiye eden Zât-ı Akdes’ten (söz olarak bir selâm) da vardır ki; bu selâm, Cennet ni‘metle- rinin pek fevkınde bir ihsân-ı İlâhî’dir. Bu selâm, hem melekler vâsıtasıyla olur; hem de bizzât Cenâb-ı Hak tarafından vukú‘ bulur. Elláhu Teálâ Hazretleri, Cennet’te lâ zamânî, lâ mekânî, lâ keyfî bir súrette kullarına cemâlini göstermek lütfunda bulunacak; onlara ta‘zím ve taltíf olarak selâm verecek; böylece onları cismânî saádetle berâber rûhânî saádete de nâil buyuracaktır.”1025 Evet, saádet-i ebediyye iki kısımdır: Biri: Saádet-i cismâniyyedir. Bunun esâsları da mesken, ekl, nikâh olmak üzere üçtür. Diğeri: Saádet-i rûhaniyyedir. 1024 Sözler, 17. Söz’ün 2. Makámı, Kalbe Fârisî Olarak Tahattur Eden Bir Münâcât, s. 208; Sözler, 23. Söz, 1. Mebhas, 2. Nokta, s. 311-313; Lem‘alar, 26. Lem‘a, 7. Ricâ, s. 228-230; Şuá‘lar, 2. Şuá‘, 3. Meyve, s. 17; Şuá‘lar, 29. Lem‘a’dan 2. Bab, 1. Nokta, s. 753-755. 1025 Yâsîn, 36:58.
386 Dâr-ı Saádet Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, ِا َّن اَ ْص َحا َب ا ْل َجنَّ ِة ا ْليَ ْو َم ۪في ُش ُغ ٍل فَا ِك ُهو َن ۞ ُه ْم َواَ ْز َوا ُج ُه ْم ۪في ِظ َل ٍل َع َل ا ْلَرَٓائِ ِك ُم َتّ ِك ُؤ۫ َن ۞ لَ ُه ْم ۪في َها فَا ِك َهةٌ َولَ ُه ْم َما يَ َّد ُعو َن ayet-i kerîmeleriyle, saádet-i cismâniyyeyi ve onun esâsları olan mesken, ekl ve nikâhı beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, ِا َّن اَ ْص َحـا َب ا ْل َجنَّـ ِة ا ْليَـ ْو َم ۪فـي ُشـ ُغ ٍل فَا ِك ُهـو َنâyet-i kerîmesiyle; Cennet ehlinin sâdece zevk u safâ içinde olduklarını; onlara hîçbir derd, keder, meşakkat, sıkıntı, yorgunluk árız olmadığını ifâde etti. Bu âyet-i kerîmesiyle saádet-i cismâniyyeyi icmâlen beyân buyurdu. Gelecek iki âyet-i kerîmede ise tafsíl buyurmaktadır. Şöyle ki: ُهـ ْم َواَ ْز َوا ُج ُهـ ْم ۪فـي ِظـ َا ٍل َعـ َى ا ْلَرَ ٓائِـ ِك ُمتَّ ِكـ ُ۫ؤ َنâyet-i kerîmesiyle onların, vah- şet (yalnızlık) içinde olmadıklarını, ağaçların gölgeleri altında karşılıklı koltuk- lar üzerinde oturup zevceleriyle berâber ünsiyyet ettiklerini bildirdi. Bununla, saádet-i cismâniyyenin temel esâslarından olan nikâh ve meskeni nazara verdi. لَ ُهــ ْم ۪في َهــا فَا ِك َهــةٌ َولَ ُهــ ْم َمــا يَ َّد ُعــو َنâyet-i kerîmesiyle de ehl-i îmân ve táatin Cennet’teki meyvelerden istifâde ettiklerini ve bütün ihtiyâclarının yerine geti- rildiğini beyân buyurdu. Bununla da, saádet-i cismâniyyenin temel esâslarından biri olan ekli (yemek) nazara verdi. َسـ َا ٌم قَـ ْو ًل ِمـ ْن رَ ٍّب رَ ۪حيـ ٍمâyet-i kerîmesi ise, saádet-i ebediyyenin ikinci kıs- mı olan saádet-i rûhâniyyeye işâret etmektedir. Ya‘nî, ashâb-ı Cennet, Rabb-ı Rahîm’in tecellîsine, kurbiyyetine, lütfuna, rızásına mazhar olmuştur. Ehl-i Cennet’in en büyük matlûbu, Rabb-ı Rahîm’lerinin onlara selâm vermesidir. Cennet’te bu matlûbları verilecektir. Selâm ise, korktuklarından emîn, umduk- larına nâil olmaktır. Elláh’ın selâmı ise; bütün rûhânî ve cismânî ni‘metlerin üstünde yüce bir lütuftur ki; “Ben sizden râzı oldum. Size ebediyyen gadab etme- yeceğim” ma‘nâsındadır. Cenâb-ı Hak, Cennet’te lâ zamânî, lâ mekânî, lâ keyfî bir súrette kullarına cemâ- lini göstermek lütfunda bulunacak ve onlara ta‘zím ve taltíf olmak üzere selâm vererek onları cismânî saádetle berâber rûhânî saádetlere de nâil buyuracaktır.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 387 َسـ َا ٌم قَـ ْو ًل ِمـ ْن رَ ٍّب رَ ۪حيـ ٍمâyet-i kerîmesinde bahsi geçen selâm, ya bilâ-vâsıta taraf-ı İlâhîden ehl-i Cennet’e ta‘zím ve tekrîm için söylenir. Cenâb-ı Hak, onla- rı ebediyyen selâmette bulundurur. Veyâ selâm-ı İlâhî, melekler vâsıtasıyla gelir ki; ehl-i Cennet’in her türlü mekârihten sâlim olacaklarını beyânla kendilerine ta‘zím ve tekrîmdir. “Cenâb-ı Hak, ehl-i Cennet’e Cennet’te bilâ-vâsıta اَل َّسـ َا ُم َعلَ ْي ُكـ ْم يَااَ ْهـ َل ا ْل َجنَّـ ِة şeklinde selâm verecektir. “Meleklerin, ehl-i Cennet’e Cennet’te selâmları ise, َسـ َا ٌم َعلَ ْي ُكـ ْم ِمـ ْن رَبِّ ُكـ ُم ال ّرَ ۪حيـ ِمtarzında olacaktır. Ba‘zı rivâyete nazaran, melek- ler vâsıtasıyla selâm-ı İlâhî gelir, her kapıdan melekler girerler, َس َل ٌم َعلَ ْي ُك ْم ِم ْن رَبِّ ُك ُم ال ّرَ ۪حي ِمderler.”1026 “Cennet’in maddî ni‘metlerinin pek fevkınde bir ni‘met, Rabb-i Rahîm’in as- hâb-ı Cennet’e selâm vermesidir. Bundan daha büyük bir saádet olur mu? “Rabbimizin, ‘Ey ehl-i Cennet! Sizlere selâm olsun!’ kelâmını bizzât Kendi- sinden işiteceğiz. Sözlü olarak Elláh’ın selâmına şâhid olmak, elbette hîçbir şeye değişilmez bir ni‘mettir. Elláhu Azímü’ş-şân’dan selâm, ehl-i Cennet için en büyük lütuftur. Hem de Kahhâr ve Cebbâr gibi celâlli esmâ ile değil; Rab ve Rahîm gibi kemâlli ve cemâlli esmâ ile selâm. “Selâm, selâmetin ifâdesidir. Cenâb-ı Hak, ‘Ey ehl-i Cennet! Sizlere selâm olsun!’ hıtábıyla ehl-i Cennet’e şöyle bir müjde verir: ‘Ey kullarım! Sizler, şu ânda Benim misâfirlerimsiniz. Dünyâdaki teklîf nihâyet buldu. Şu ânda Dâru’s-Selâm denilen Cennet’te selâmet ve emniyyet içindesiniz. Bütün sevdiklerinizle berâber hastalık, belâ, musíbet, ihtiyârlık, yorgunluk, ayıb, kusúr, elem, keder, zevâl, firâk, mevt gibi sizi mahzûn edecek ve korkutacak hîçbir hâlin bulunmadığı bir mahâlde meskûnsu- nuz. İstirâhatınıza bakın, size hîçbir zarar dokunmaz. Endîşelenmeyin, zâil olmayan bir memlekete girdiniz. Hem her istediğiniz verilecek, hem de verilen bir daha geri alınmayacaktır. Sizden râzıyım ve ebedî bir súrette size gadab etmeyeceğim.’ “Demek, ni‘meti ni‘met eden ve ni‘meti kemâle kavuşturan iki şeydir: “Biri: Devâm ve hulûddur. 1026 Yâsîn Sûresi’nin Tefsîri, 3/50.
388 Dâr-ı Saádet “Diğeri: Selâmet ve emniyyettir. Elláh’ın kullarından râzı ve hóşnûd olması, on- lara ebediyyen gazab ve azâb etmemesidir. “Ebû Saíd ve Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: ‘Cennet ehli, Cennet’e girince bir kimse şöyle seslenir: Siz, Cen- net’te ebediyyen yaşayacak, hîç ölmeyeceksiniz. Hep sağlıklı olacak, hîç has- talanmayacaksınız. Hep genç kalacak, hîç ihtiyârlamayacaksınız. Hep ni‘met ve saádet içinde olacak, hîç keder ve sıkıntı çekmeyeceksiniz.’1027 “Ebû Saíd el-Hudrî (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: ‘Elláh (cc), Cennetliklere, ‘Ey Cennet sâkinleri!’ diye seslenir. Onlar da, ‘Buyur Rabbimiz, emrindeyiz, bütün hayır ve iyilikler Senin elindedir’ derler. Elláh da, ‘Hâlinizden memnûn musunuz?’ diye sorar. Onlar da, ‘Nasıl memnûn olmayalım Rabbimiz! Sen, bize hîç kimseye vermediğin bu ni‘met- leri verdin’ derler. Elláh da, ‘Size bunlardan daha kıymetlisini vereyim mi?’ buyurur. Cennetlikler, ‘Bunlardan daha kıymetlisi ne olabilir Rabbimiz?’ derler. Bunun üzerine Elláh, ‘Sizlere, sizden râzı olduğumu bildiriyorum. Bundan sonra size hîç gazab etmeyeceğim’ buyurur.’ ” -1028 1029 Hazret-i Câbir (ra)’dan birçok zâtın rivâyet ettikleri bir hadîs-i Nebevî’de beyân buyrulduğu üzere: “Cennet ehli ni‘metler içinde bulunurken, kendilerine karşı bir nûr parlamaya başlayacak; başlarını yukarıya kaldırınca Elláh’ın cemâ- lini görmeğe muvaffak olacaklar. Yüce Elláh, onlara; ‘ اَل َّسـ َا ُم َعلَ ْي ُكـ ْم يَااَ ْهـ َل ا ْل َجنَّـ ِةSelâm üzerinize olsun ey Cennet ehli!’ diye hıtáb buyuracak ve onlara lütfuyla bakacak; onlar da Hak Teálâ’ya bakıp durdukça başka hîçbir ni‘mete iltifât etmeyecekler. Sonra o tecellî onlardan ayrılınca, onun nûru ve bereketi, onların ikámetgâhlarında bâkí kalacaktır.”1030 Diğer bir hadîs-i şerîfte ise şöyle buyrulmuştur: َ (أَلاَ َه ْل ُم َش ِّم ٌر ِل ْل َجنَّ ِة؟ فَ ِإ َّن ا ْل َجنَّة:رَ ٰوى ِا ْب ُن َما َج ٍه َوا ْب ُن ِح ّبَا ٍن أَنَّ ُه َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل ٌ َوفَا ِك َهة، َونَ َه ٌر ُمطَّ ِر ٌد، َوقَ ْص ٌر َم ۪شي ٌد، َورَ ْيَانَةٌ تَ ْه َ ُّت،ُلاَ َخطَرَ لَ َها ِه َي َورَ ِّب ا ْل َك ْعبَ ِة! نُورٌ يَتَ َ ْل َل 1027 Müslim, Cennet, 22. 1028 Buhárî, Rikák, 5; Müslim, Mesâcid, 211. 1029 Yâsîn Sûresi’nin Tefsîri, 3/49-50. 1030 İbn-i Mâce, I, 65’te, Abdulláh (b. Mes‘úd)’dan; ed-Deylemi, el-Firdevs, II, 14 (Câbir b. Abdil- lâh (ra)’dan; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VII, Câbir (ra)’dan.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 389 ۪في. ۪في َح ْبَ ٍة َونَ ْضرَ ٍة. ۪في َم َقا ٍم أَبَ ًدا. َو ُحلَ ٌل َك ۪ثيرَ ٌة،ٌ َوزَ ْو َجةٌ َح ْسنَا ُء َ۪جيلَة،ٌَك ۪ثيرَ ٌة نَ ۪ضي َجة .) ِإ ْن َشا َء الّٰ ُل: َ ْن ُن ا ْل ُم َش ِّم ُرو َن لَ َها يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل! قَا َل (قُولُوا:ُدو ٍر َعا ِليَ ٍة َس ۪لي َم ٍة بَ ِهيَّ ٍة) قَالُوا “ ‘Cennet için kollarını sıvayıp paçasını toplayan kimse yok mudur? Zîrâ, Cen- net’in bir benzeri ve Cennet ehlinin yok olma endîşesi hîçbir súretle yoktur. Ka‘be’nin Rabbi’ne yemîn olsun ki; o Cennet, bütünüyle ışıl ışıl ışıldayan ve pırıl pırıl par- layan bir nûr, sallanan bir reyhân, inşâ edilmiş bir köşk, devâmlı akan bir nehir, olgunlaşmış bol meyveler, güzel ve yakışıklı eşler ve çokça elbiselerdir. Bu ni‘metler, devâmlı olarak selâmetle kalınacak yerlerde, bolluk ve sevinç içindeki yüksek, sağ- lam ve şâhâne evlerde bulunacaktır.’ Sahâbîler, ‘Ey Elláh’ın Resûlü! Biz onun için kollarımızı sıvamışız’ dediler. Resûlulláh (sav) de buyurdu ki: ‘İnşâelláh, deyin.’ Resûlulláh daha sonra cihadı anlattı ve ona teşvîk etti.”1031 َسـ َا ٌم قَـ ْو ًل ِمـ ْن رَ ٍّب رَ ۪حيـ ٍمâyet-i kerîmesinin tefsîri husúsunda tefsîr kitâbla- rımızda şöyle denilmiştir: “Ehl-i Cennet için en büyük, en mükemmel şey, en büyük murâd ve mat- lûbları olan rü’yet-i cemâlulláhdan sonra Cenâb-ı Hak tarafından selâm ve tahiyyelere mazhar olmalarıdır.”1032 “Ehl-i Cennet’in, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn tarafından onların Rabb’i, Mâlik’i, Seyyid’i ve Hálık’ı olduğu hâlde onlara selâm etmesi, ehl-i Cennet’in Cenâb-ı Hak yanındaki şeref ve kıymetini gösterir.”1033 “Vaktâ ki, Cenâb-ı Hak, ehl-i Cennet’e selâm verir. Onlar için artık her ci- hetten selâmet-i tâmme hâsıl olur. Çünkü, en büyük, en azím tahiyye, Cenâb-ı Hak tarafından verilen selâmdır. Bundan daha a‘lâ bir tahiyye yoktur ve bu ni‘mete mümâsil bir ni‘met de yoktur.”1034 “Denildi ki: Cenâb-ı Hakk’ın ehl-i Cennet üzerine selâm vermesi, Melâike-i Kirâm vâsıtasıyla olur. O Melâike-i Kirâm, Rab’leri tarafından ehl-i Cennet’e selâmı iletirler.”1035 1031 İbn-i Mâce, Zühd 39, Hadîs No: 4332. 1032 Tefsîru’l-Kebîr, 26:94; El-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 8/15,45. 1033 Tefsîru’l-Kebîr, 26:95; Tefsîru’l-Kásimî, 14/81. 1034 Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîr-i Kelâmi’l-Mennân, 6/355. 1035 Meálimü’t-Tenzîl, 4/23,547; Tefsîru’l-Beydávî, 2/285; Kitâbü’t-Teshîl fî Ulûmi’t-Tenzîl li’l-Ğir- nâtî, 3/361.
390 Dâr-ı Saádet “Melâike-i Kirâm, Cennet’in tüm kapılarından ehl-i Cennet’in huzúruna girerler ve şöyle derler: ‘ َسـ َا ٌم َعلَ ْي ُكـ ْم يَـا أَ ْهـ َل ا ْل َجنَّـ ِة ِمـ ْن رَبِّ ُكـ ُم ال ّرَ ۪حيـ ِمEy ehl-i Cennet! Rabb-i Rahîm’inizden size selâm olsun.’1036 Ancak, Elláhu a‘lemü bi’s-savâb, kavl-i râcih şudur ki; Cenâb-ı Hakk’ın, قَ ْو ًلmasdarıyla te’kîd etmesi gösteriyor ki; o Zât-ı Akdes vâsıtasız, doğrudan doğruya ehl-i Cennet’e selâm eder.”1037 Cennet’in maddî ni‘metlerinin pek fevkınde bir ni‘met, Rabb-i Rahîm’in, as- hâb-ı Cennet’e selâm vermesidir. Bundan daha büyük bir saádet olur mu? Ehl-i Cennet’in, selâm ve tahiyyelere mazhar olmasına dâir ikinci kısım: Ehl-i Cennet’in, Melâike-i Kirâm tarafından selâm ve tahiyyelere mazhar ol- malarıdır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da geçen konuyla alâkalı âyet-i kerîmeleri zik- rediyoruz: Ehl-i Cennet’e, melâike-i kirâm tarafından selâm verileceğini beyân eden birinci âyet: َوالَّ ۪ذي َن َص َ ُبوا ا ْب ِت َٓغا َء َو ْج ِه رَبِّ ِه ْم َواَقَا ُموا ال َّص ٰلوةَ َواَ ْن َف ُقوا ِمَّا رَزَ ْقنَا ُه ْم ِس ّرًا َو َع َل ِنيَةً َويَ ْدرَ ُؤ۫ َن بِا ْل َح َسنَ ِة ال َّس ِيّئَةَ اُ ۬و ٰلٓ ِئ َك لَ ُه ْم ُع ْق َب ال َّدا ِر “(Ve onlar) o takvâ sáhibi mü’minler (ki; Rab’lerinin rızásını isteyerek) táate, günâhlara, belâ ve musíbetlere karşı (sabretmişlerdir ve namâzı hakkıyla, dos doğ- ru kılmışlardır.) Beş vakit namâzı; vaktin evvelinde, ta‘dîl-i erkâna riáyet ederek, cemâatle ve huşû‘ içinde devâmlı olarak edâ etmişlerdir. (Ve kendilerine vermiş olduğumuz rızıklardan gizli ve âşikâr infâkta bulunmuşlardır ve onlar, kötülüğü, iyilikle def‘ederler.) Beşeriyyet muktezásı bir kötülük işlediklerinde, ardından he- men bir iyilik işleyerek, o kötülüğü def‘etmeye çalışırlar. Kezâ, kendilerine yapılan kötülük ve hakárete kötülükle değil, iyilikle mukábelede bulunurlar. (İşte onlar için, bu dâr-ı dünyânın iyi bir ákıbeti, sonucu vardır.)”1038 َجنَّا ُت َع ْد ٍن يَ ْد ُخ ُلونَ َها َو َم ْن َصلَ َح ِم ْن ٰابَٓائِ ِه ْم َواَ ْز َوا ِج ِه ْم َوذُ ِّريَّا ِت ِه ْم َوا ْل َم ٰلٓ ِئ َك ُة يَ ْد ُخ ُلو َن َعلَ ْي ِه ْم ِم ْن ُك ِّل بَا ٍب 1036 Meálimü’t-Tenzîl, 4/23/547. 1037 Rûhu’l-Maánî, 8/23/38; Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîr-i Kelâmi’l-Mennân, 6/355. 1038 Ra‘d, 13:22.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 391 “Mezkûr yüksek evsáfa hâiz olanlar için, güzel ákıbet olan (Adn Cennet’leri vardır ki;) onlar, (onlara) o Cennet’lere (gireceklerdir ve babalarından ve eşle- rinden ve çocuklarından sálih olanlar da gireceklerdir.) Îmân edip sálih amel işleyen, ancak amel bakımından onların derecelerine ulaşamayanlar da onlarla berâber Adn Cennet’lerine gireceklerdir. Hattâ, (melekler de onların üzerine her kapıdan giriverirler.)”1039 “ َسـ َا ٌم َعلَ ْي ُكـ ْم بِ َمـا َص َ ْبتُـ ْم فَ ِن ْعـ َم ُع ْقـ َى الـ َّدا ِرVe taraf-ı İlâhî’den selâm ihdâ etmek için Cennet’in her kapısından ehl-i Cennet üzerine melekler dâhil olurlar ve onların etrâfını tavâf ederek şöyle derler: ‘Mesáibe ve ibâdâta ve menhiyyâtı terke karşı olan (sabrınız sebebiyle) cemî-ı âfâttan (selâmet, sizin üzerinize ol- sun ve selâmeti buldunuz. Artık dünyâ denilen memleketin sonu ne güzeldir!) İşte bütün bu ni‘metler, dünyâdaki sabrınızın, kulluk vazífelerini yerine getirmenizin bir netîcesi ve bir mükâfâtıdır.”1040 Bu âyet-i kerîmenin tefsîri sadedinde hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur: َه ْل: َع ْن َع ْب ِد الّٰ ِل ْب ِن َع ْم ِرو ْب ِن ا ْل َعا ِصي َع ْن رَ ُسو ِل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم أَنَّ ُه قَا َل أَ ّوَ ُل َم ْن: قَا َل، اَلّٰ ُل َورَ ُسولُ ُه أَ ْعلَ ُم: تَ ْد ُرو َن أَ ّوَ َل َم ْن يَ ْد ُخ ُل ا ْل َجنَّةَ ِم ْن َخ ْل ِق الّٰ ِل ؟ قَالُوا يَ ْد ُخ ُل ا ْل َجنَّةَ ِم ْن َخ ْل ِق الّٰ ِل ا ْل ُف َقرَا ُء ا ْل ُم َها ِج ُرو َن الَّ ۪ذي َن تُ َس ُّد بِ ِه ْم اَلثُّ ُغو ُر َويُتَّ ٰقى بِ ِه ْم َ فَيَ ُقو ُل الّٰ ُل َع ّز، اَ ْل َم َكا ِر ُه َويَ ُمو ُت أَ َح ُد ُه ْم َو َحا َج ُت ُه ۪في َص ْد ِر ۪ه َل يَ ْستَ ۪طي ُع لَ َها قَ َضا ًء َ ْن ُن ُس َّكا ُن َسَائِ َك: اُ ْئ ُتو ُه ْم فَ َحيُّو ُه ْم فَتَ ُقو ُل ا ْل َم َلئِ َك ُة: َو َج َّل ِل َم ْن يَ َشا ُء ِم ْن َم َلئِ َك ِت ۪ه ِإنَّ ُه ْم َكانُوا ِعبَا ًدا: َو ۪خيرَتُ َك ِم ْن َخ ْل ِق َك أَفَتَأْ ُم ُرنَا أَ ْن نَأْ ِت َي ٰه ُؤ َل ِء فَنُ َس ِّل َم َعلَ ْي ِه ْم ؟ قَا َل يَ ْع ُب ُدو ۪ني َل يُ ْش ِر ُكو َن ۪بي َش ْيئًا َوتُ َس ُّد بِ ِه ْم اَلثُّ ُغو ُر َويُتَّ ٰقى بِ ِه ْم اَ ْل َم َكا ِر ُه َويَ ُمو ُت أَ َح ُد ُه ْم فَتَأْ ۪تي ِه ُم ا ْل َم َلئِ َك ُة ِع ْن َد ٰذ ِل َك فَيَ ْد ُخ ُلو َن: قَا َل، َو َحا َج ُت ُه ۪في َص ْد ِر ۪ه َل يَ ْستَ ۪طي ُع لَ َها قَ َضا ًء »َعلَ ْي ِه ْم ِم ْن ُك ِّل بَا ٍب « َس َل ٌم َعلَ ْي ُك ْم بِ َما َص َ ْبتُ ْم فَ ِن ْع َم ُع ْق َب ال َّدا ِر 1039 Ra‘d, 13:23. 1040 Ra‘d, 13:24.
392 Dâr-ı Saádet Abdulláh bin Amr bin Ás (ra)’dan rivâyet edildiğine göre; Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur: “Elláh’ın kullarından ilk evvel Cennet’e girecek olanları biliyor musunuz?” Sahâbe-i Kirâm, “Elláh ve Resûl’ü daha iyi bilendir” dediler. Bunun üzerine Resûlulláh (asm) buyurdular ki: “Elláh’ın mahlûkátından ilk olarak Cennet’e girecek olanlar, muhâcirînin fu- karâsıdır. Onlar, o kimselerdir ki; onlar sâyesinde gedikler, tehlikeli delikler ka- patılmıştır. Onlar sâyesinde çok zorluklardan korunulmuştur. Onlardan biri vefât ederken ihtiyâcı, isteği gönlünde kalmış; arzû ve istedikleri yerine gelmemiş; ye- rine getirmeye de gücü yoktur. İşte Cenâb-ı Hak, meleklerinden istediğine der ki; ‘O kullarıma gidin ve onlara selâm edin.’ Melekler de der ki: ‘Yâ Rab! Bizler, semâvâtın sekenesiyiz. Mahlûkátından sana hayırlı olanlarız. Bunlara gidip selâm vermemizi mi emredersiniz?’ “Cenâb-ı Hak da buyurur ki: ‘Onlar, Bana ibâdet edip hîçbir şeyi şerîk koş- mayan kullarımdır. Onlar sâyesinde gedikler, tehlikeli delikler kapatılmıştır. Onlar sâyesinde çok zorluklardan korunulmuştur. Onlardan biri vefât eder- ken onun ihtiyâcı, isteği gönlünde kalmış; arzû ve istekleri yerine gelmemiş; yerine getirmeye de güçleri yoktur.’ O ânda melekler, Cennet’in bütün kapıla- rından mü’minlerin huzúruna girip, َسـ َا ٌم َعلَ ْي ُكـ ْم بِ َمـا َص َ ْبتُـ ْم فَ ِن ْعـ َم ُع ْقـ َى الـ َّدا ِر ‘Sabrınız sebebiyle selâmet sizin üzerinize olsun ve selâmeti buldunuz. Artık dünyâ denilen memleketin sonu ne güzeldir!’1041 derler.”1042 Ehl-i Cennet’e, melâike-i kirâm tarafından selâm verileceğini beyân eden ikinci âyet: “ اُ ْد ُخ ُلو َهــا بِ َســ َا ٍم ٰا ِم ۪نــ َنVe öyle Cennet’lere nâil olacak olan o müttakí zât- lara, Elláh veyâ melekler tarafından pek büyük bir iltifât olarak denilecektir ki; (‘Oraya) o Cennet’lere (emniyyetle,) ya‘nî yok olmaktan, âfetlerden, gazab-ı İlâhî’den sürekli korunmuş bir hâlde (selâm ile) ya‘nî selâmetle veyâ Elláh’ın ve meleklerin selâmına kavuşmuş olarak (giriniz.) Öyle muazzam, İlâhî ni‘metlere, dâimî ziyâfetlere, sermedî iltifâtlara mazhar olunuz.’ ”1043 1041 Ra‘d, 13:24. 1042 Müsned, Ahmed ibn-i Hanbel, 10/76; Mecmau’z-Zevâid, 10/259. 1043 Hicr, 15:46.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 393 Ehl-i Cennet’e, melâike-i kirâm tarafından selâm verileceğini beyân eden üçüncü âyet: (“ َ ِت َّي ُت ُهــ ْم يَــ ْو َم يَ ْل َق ْونَــ ُه َســ َا ٌمۚ َواَ َعــ َّد لَ ُهــ ْم اَ ْجــرًا َك ۪ري ًمــاOna) Elláh’ın rızásına ve rü’yet-i cemâline (kavuşacakları gün duáları,) o mü’minler hakkında Cenâb-ı Hakk’ın veyâ meleklerin; sağlık, selâmet, saádet dilemesi de (‘selâm’dır) onların her türlü korkudan, âfetten emîn olarak selâmete nâil olduklarına dâir kendileri- ne verilen müjdedir. (Ve) Elláhu Teálâ Hazretleri (onlar için) ehl-i îmân ve táat için, (pek şerefli bir mükâfât hâzırlamıştır.) O da ebediyyen Cennet’lerde kalmaları; rü’yet-i Cemâlulláh’a mazhar olarak ebedî ve rûhânî bir zevke nâil olmalarıdır.”1044 Ehl-i Cennet’e, melâike-i kirâm tarafından selâm verileceğini beyân eden dördüncü âyet: “ اُ ْد ُخ ُلو َهـا بِ َسـ َا ٍمۜ ٰذ ِلـ َك يَـ ْو ُم ا ْل ُخ ُلـو ِدO âhiret gününde, öyle takvâ sáhibi zât- lara bir ikrâm mâhiyyetinde melekler derler ki: (‘Ona) o Cennet’e (selâmetle gi- riveriniz.) Azâbdan, üzüntü ve kederden uzak; yok olmaktan ve zevâl-i ni‘metten emîn ve rızá-yı İlâhî’ye nâil olduğunuz hâlde Cennet’e giriniz. (İşte bu,) Cennet’e gireceğiniz gün, (ebediyyet günüdür.) Artık bu hayât ebediyyen devâm edecektir. Artık sizin için ölüm ve bu Cennet’ten ayrılış yoktur.’ ”1045 Ehl-i Cennet’e, melâike-i kirâm tarafından selâm verileceğini beyân eden beşinci âyet: َو ۪سي َق الَّ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا رَبَّ ُه ْم ِالَى ا ْل َجنَّ ِة زُ َمرً ۜا َح ّٰٓت ِاذَا َٓجا ُؤ۫ َها َوفُ ِت َح ْت اَ ْبوَابُ َها َوقَا َل لَ ُه ْم َخزَ َن ُت َها َس َل ٌم َعلَ ْي ُك ْم ِط ْب ُت ْم فَا ْد ُخ ُلو َها َخا ِل ۪دي َن “Rab’lerinden korkup takvâ dâiresinde bulunanlar ise, bölük bölük Cen- net’e sevk edilir; oraya varıp da kapıları açıldığında, Cennet’in bekçileri onla- ra, ‘Selâm size! Ter temiz geldiniz. Artık buraya, ebediyyen kalıcılar olmak üzere giriniz!’ derler.”1046 Bir Nükte-i Mühimme: Bu âyet-i kerîmede ehl-i Cennet’in, Cennet’e sevk edildiği anlatılırken; َوفُ ِت َح ْتifâdesi kullanılmış. Bu ifâdenin evvelinde “ وvâv” harfi getirildiği hâlde, 1044 Ahzâb, 33:44. 1045 Káf, 50:34. 1046 Zümer, 39:73.
394 Dâr-ı Saádet ehl-i Cehennem’in âteşe sevk edildiğini beyân eden bir önceki âyet-i kerîmede geçen فُ ِت َحــ ْتkelimesinin evvelinde “ وvâv” harfi zikredilmemiştir. Bunun hik- meti nedir? Elcevâb: Dört madde hâlinde bunun hikmetini îzáh edeceğiz: Birincisi: َوفُ ِت َحــ ْتkelimesindeki وharfi, vâv-ı hâliyyedir. Buna göre, âyetin ma‘nâsı şöyle olur: “Ehl-i Cennet, Cennet’e sevk edildikleri zamân, Cennet kapıla- rının hâli, onlar için açılmış olmasıdır.” Demek, ehl-i Cennet daha Cennet’e gel- meden, Cennet’in kapıları onlar için açılmıştır, demektir. Zîrâ, başka bir âyet-i kerîme, bu hakíkatı şöyle îzáh eder: “ َجنَّــا ِت َعــ ْد ٍن ُم َفتَّ َحــةً لَ ُهــ ُم ا ْلَ ْبــوَا ُبMüttakíler için İkámet Cennetleri’nin kapıları açılmıştır.”1047 Ehl-i Cehennem’e gelince; onlar Cehennem’e sevk edildiklerinde, Cehen- nem’in önüne geldikleri zamân, işte o vakit Cehennem’in kapıları onlar için açı- lır, demektir. Çünkü, Cehennem’in kapılarının açılmasından bahseden âyette فُ ِت َحــ ْتlafzı, evvelindeki ِاذَاedâtının cevâbıdır. Buna göre, âyetin ma‘nâsı şöyle olur: “Ehl-i küfür olan ehl-i Cehennem, grup grup, zümre zümre Cehennem’e sevk edildiklerinde, Cehennem’e geldikleri zamân; onlar için kapılar yeni açılır.” İkincisi: : َوفُ ِت َحــ ْتkelimesindeki وharfi, vâv-ı semâniyye olup bu harf, Cen- net kapılarının sekiz aded olduğuna işâret eder. Evet, Cennet’le alâkalı âyet-i kerîmede geçen َوفُ ِت َحــ ْتkelimesinden evvel وharfinin ziyâde edilmesi işâret eder ki; Cennet’in kapıları sekizdir. Cehennem’le alâkalı âyet-i kerîmede geçen فُ ِت َحــ ْتkelimesinden evvel ise َوharfinin gelmemesi işâret eder ki; Cehennem kapıları, yedidir.1048 Zîrâ, Arablar, yediden fazla olan sayılar için وharfi ile atıf yaparlar. Kehf Sûresi’nin 22. âyet-i kerîmesi, buna misâl olarak verilebilir. Üçüncüsü: İçlerinde el-Ferrâ’nın da bulunduğu ehl-i lügat, َوفُ ِت َحــ ْتkelime- sinde bulunan ( وvâv) harfinin zâide olduğunu söylemişlerdir.1049 1047 Sád, 38:50. 1048 Hicr, 15:44. 1049 Zâdü’l-Mesîr, 4/65; Mesâilu’r-râzî ve ecvibetihâ min garâibi âyi’t-tenzîl, s. 359-360.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 395 Dördüncüsü: Diğer bir ma‘nâya göre و, harf-i atıf olup, َوفُ ِت َحــ ْتkelime- sinden evvel gelen ِاذَاedâtının cevâbı mahzûfdur. O mahzûf olan cümle ise, فَا ْد ُخ ُلو َهــا َخا ِل ۪ديــ َنcümlesinden sonra gelen َد َخ ُلو َهــاcümlesidir. Bu durumda, âyetin ma‘nâsı şöyle olur: “Rab’lerinden korkup takvâ dâiresinde bulunanlar ise, bölük bölük Cennet’e sevk edilir; oraya vardıklarında ve Cennet’in kapıları açıldığı zamân bekçileri, onlara, ‘Selâm size! Ter temiz geldiniz. Artık buraya, ebediyyen kalıcılar olmak üzere giriniz!’ derler. Onlar da Cennet’e girerler.” Ehl-i Cennet için, Cennet kapılarının açık bulunması; ehl-i Cehennem için ise, Cehennem kapılarının kapalı bulunmasında üç vecih vardır: Birinci Vecih: Ehl-i Cennet, Cennet’in kapılarının açık olduklarını gördükle- ri vakit, sevinç ve sürûrları daha ziyâde olur. İşte sevinç ve sürûrları daha çabuk ve ziyâde olsun diye onlar için kapılar açık bırakılmıştır. Ehl-i nâr ise, Cehen- nem’in kapısına getirildiklerinde kapıların kapalı olduklarını görürler. Cehen- nem’in kapıları kapalıdır. Tâ ki, Cehennem’in harâreti, daha şiddetli ve ehl-i Cehennem’in korku ve dehşeti daha ziyâde olsun. İkinci Vecih: Kapalı kapının önünde durmak, zilletin bir nev‘ıdir. Cenâb-ı Hak, mü’minleri bu hâlden korumuştur. Üçüncü Vecih: Kapıların açık olması, sevâb ve mükâfâtı vermek husúsun- da Cenâb-ı Hakk’ın ta‘cîl ettiğine işârettir. Cennet’in kapıları açıktır. Tâ ki, mü’minler, nâil oldukları mükâfâta bir ân evvel kavuşsunlar. Cehennem’in ka- pılarının kapalı olması ise gösteriyor ki; Cenâb-ı Hak, ukúbetin cezâsını te’hír edicidir. Cehennem, hapishanelerin ve zindânların en şiddetlisidir. Beşerî nizâmda, (devletlerde) ádettendir ki; bu tür cezâ yerlerinin kapıları açık tutulmaz; ancak giriş çıkış zamânlarında açılır. Cehennem dahi celâldârâne bir habs ve zindân yeri olduğu için, kapıları devâmlı kapalıdır. Tâ ki, mahbûslar üzerine daha ziyâ- de tazyîk bulunsun. İşte bu hâl, Cehennem’de daha dehşetli ve azâblı bir şekil- de vardır. (Cehennem’in kapıları bir def‘a girenler için açılır. Diğer bir def‘a da ehl-i îmândan Cehennem’e girenlerden cezâsı bitenlerin çıkması için açılır. Vaktâ ki, ehl-i îmândan kimse Cehennem’de kalmayınca; Cehennem, ehl-i kü- für üzerine ebediyyen kapanır. Buna “Tibâku’n-Nâr” denir. Ehl-i nâr, o zamân daha ziyâde feryâd ü figân ederler. Ama ne çâre!) Ammâ, Cennet’in kapıları açıktır. Çünkü, Cennet’te olan hûrîler ve hádim-
396 Dâr-ı Saádet ler, ehl-i Cennet’i görmek için gáyet derece şevkli ve isteklidirler. Kapılar açıktır; tâ ki, hûrîler kocalarını, hádimler mahdûmlarını kapıda karşılasınlar ve ehl-i Cennet bununla müjdelensinler. Ehl-i Cennet, Cennet’e doğru gelince bakarlar ki; Cennet’in kapıları, onlar için daha evvelden açılmıştır. Kapıların öylece açık olduğunu gören mü’minler, gáyet derecede sevinirler. Nasıl ki, dünyâda insânın en makbûl ve sevdiği bir misâfiri evine geldiğinde, kapıyı ev- velden açıp onu kapıda karşılar; her iki taraf da bununla mes‘úd olurlar; aynen öyle de, dâr-ı âhirette dahi bu hâl cereyân eder.1050 Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bizleri, kendileri için Cennet kapılarının açıldığı sálihler zümresine ilhâk eylesin. Âmîn. َسـ َا ٌم َعلَ ْي ُكـ ْم ِط ْب ُتـ ْم فَا ْد ُخ ُلو َهـا َخا ِل ۪ديـ َنâyet-i kerîmesi, Risâle-i Nûr’da şöyle îzáh edilmiştir: “Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediyye ve hikmet-i ezeliyyenin iktizásıyla, şu dün- yâyı tecrübeye mahal ve imtihâna meydân ve esmâ-i hüsnâsına âyîne ve kalem-i kader ve kudretine sahîfe olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihân ise neşv ü nemâya sebebdir. O neşv ü nemâ ise, isti‘dâdların inkişâfına sebebdir. O inkişâf ise, kábiliyyetlerin tezáhürüne sebebdir. O kábiliyyetlerin tezáhürü ise, hakáik-ı nisbiye- nin zuhûruna sebebdir. Hakáik-ı nisbiyenin zuhûru ise, Sáni‘-ı Zü’l-celâl’in esmâ-i hüsnâsının nukúş-i tecelliyyâtını göstermesine ve kâinâtı mektûbât-ı Samedâniyye súretine çevirmesine sebebdir. İşte şu sırr-ı imtihân ve sırr-ı teklîf iledir ki; ervâh-ı áliyyenin elmâs gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffî eder, ayrılır. “İşte bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, álî hikmetler için álemi bu súrette irâde ettiğinden, şu álemin tegayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irâde etti. Tahavvül ve tegayyür için zıdları biribirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlara mezcederek, şerleri hayırlara idhál ederek, çirkinlikleri güzelliklerle cem‘ederek, hamur gibi yoğurarak şu kâinâtı tebeddül ve tegayyür kánûnuna ve tahavvül ve tekâmül düstûruna tâbi‘ kıldı. “Vaktâ ki, meclis-i imtihân kapandı. Tecrübe vakti bitti. Esmâ-i hüsnâ hükmü- nü icrâ etti. Kalem-i kader, mektûbâtını tamâmıyla yazdı. Kudret, nukúş-i san‘a- tını tekmîl etti. Mevcûdât, vezáifini îfa etti. Mahlûkát, hizmetlerini bitirdi. Her şey, ma‘nâsını ifâde etti. Dünyâ, âhiret fidânlarını yetiştirdi. Zemîn, Sáni‘-ı Kadîr’in 1050 Durretü’t-Tenzîl ve Ğurretü’t-Te’vîl, 2/1050.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 397 bütün mu‘cizât-ı kudretini, umûm havârik-ı san‘atını teşhîr edip gösterdi. Şu álem-i fenâ, sermedî manzaraları teşkîl eden levhaları zamân şerîdine taktı. O Sáni‘-i Zü’l- celâl’in hikmet-i sermediyyesi ve inâyet-i ezeliyyesi; o imtihân netîcelerini, o tecrü- benin netîcelerini, o esmâ-i hüsnânın tecellîlerinin hakíkatlarını, o kalem-i kader mektûbâtının hakáikını, o nümûne-misâl nukúş-i san‘atının asıllarını, o vezáif-i mevcûdâtın fâidelerini, gáyelerini, o hıdemât-ı mahlûkátın ücretlerini ve o kelimât-ı kitâb-ı kâinâtın ifâde ettikleri ma‘nâların hakíkatlarını ve isti‘dâd çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i kübrâ açmasını ve dünyâdan alınmış misâlî manzaraların göstermesini ve esbâb-ı záhiriyyenin perdesini yırtmasını ve her şey doğrudan doğruya Hálık-ı Zü’l-celâl’ine teslîm etmesi gibi hakíkatları iktizá etti ve o mezkûr hakíkatları iktizá ettiği için; kâinâtı dağdağa-i tegayyür ve fenâdan, tahavvül ve zevâlden kurtarmak ve ebedîleştirmek için o zıdların tasfiyesini istedi ve tegayyürün esbâbını ve ihtilâfâtın maddelerini tefrîk etmek istedi. Elbette kıyâmeti koparacak ve o netîceler için tasfiye edecek. “İşte şu tasfiyenin netîcesinde, Cehennem ebedî ve dehşetli bir súret alıp, táifeleri, َوا ْمتَـازُوا ا ْليَـ ْو َم اَيُّ َه ـا ا ْل ُم ْج ِر ُم ـو َنtehdîdine mazhar olacak. Cennet ebe- dî, haşmetli bir súret giyerek, ehil ve ashâbı َســ َا ٌم َعلَ ْي ُكــ ْم ِط ْب ُتــ ْم فَا ْد ُخ ُلو َهــا َخا ِل ۪ديــ َنhıtábına mazhar olacak. ‘Yirmi Seki- zinci Söz’ün ‘Birinci Makám’ının ‘İkinci Suâl’inde isbât edildiği gibi; Hakîm-i Ezelî, şu iki hánenin sekenelerine, kudret-i kâmilesiyle ebedî ve sâbit bir vücûd verir ki; hîç inhilâl ve tegayyüre ve ihtiyârlığa ve inkırâza ma‘rûz kalmazlar. Çünkü, inkırâza sebebiyyet veren tegayyürün esbâbı bulunmaz.”1051 Ehl-i Cennet’in, selâm ve tahiyyelere mazhar olmasına dâir üçüncü kısım: Ehl-i Cennet’in, biribirlerine karşı selâm ve tahiyyeleridir. Mü’minler, Cennet’te biribirlerine beşâret ma‘nâsında selâm verirler ve bundan lezzet alırlar. Cehennem âteşinden kurtuldukları için, her ne zamân karşılaşsalar, tebşîr ve tebrîk bâbında biribirlerine selâm ederler; biribirlerini müjdelerler. Bundan dolayı da çok sevinç ve mutluluk duyarlar. Ehl-i Cennet’in biribirlerini selâmlayacağını, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân şöyle haber vermiştir: Birincisi: ِۚا َّن الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت يَ ْه ۪دي ِه ْم رَبُّ ُه ْم بِ ۪اي َما ِن ِه ْم 1051 Sözler, 29. Söz, 2. Maksad, 4. Esâs, Remizli bir Nükte s. 532-533.
398 Dâr-ı Saádet َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت ِه ُم ا ْلَ ْن َها ُر ۪في َجنَّا ِت النَّ ۪عي ِم “O kimseler ki; îmân ettiler ve sálih amellerde bulundular; muhakkak ki on- ları, îmân etmiş olmaları sebebiyle Rab’leri hidâyete erdirir; ni‘met dolu Cen- net’lerde onların altlarından ırmaklar akar.”1052 َد ْع ٰوي ُه ْم ۪في َها ُس ْب َحانَ َك ال ّٰل ُه َّم َو َ ِتيَّ ُت ُه ْم ۪في َها َس َل ٌۚم َو ٰا ِخ ُر َد ْع ٰوي ُه ْم اَ ِن ا ْل َح ْم ُد ِ ّٰ ِل رَ ِّب ا ْل َعالَ ۪مي َن “Cennet ehlinin (orada) Cennet’te (duáları: ‘Yâ İlâhî! Seni tesbîh ve tenzîh ederiz’ sözüdür. Orada biribirlerine temennîleri de ‘Selâm’dır.) Selâmette olu- nuz!’ cümlesinden ibârettir. (Duálarının sonu da: ‘Hamd, Álemlerin Rabbi olan Elláhu Teálâ’ya mahsústur’) şeklindedir.”1053 İkincisi: َواُ ْد ِخ َل الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َها بِ ِا ْذ ِن رَبِّ ِه ْمۜ َ ِتيَّ ُت ُه ْم ۪في َها َس َل ٌم “(Ve îmân edip sálih amel işleyen kimseler, altlarından ırmaklar akar Cennet’le- re konulmuşlardır. Orada Rab’lerinin izniyle ebedî bir hâlde kalacaklardır. Onların duá ve temennîleri, tahiyye ve iltifâtları orada ‘selâm’dır.) Cennet ehli biribirine selâm vereceği gibi, melekler de ehl-i Cennet’e selâm verirler.”1054 Üçüncüsü: “ َل يَ ْسـ َم ُعو َن ۪في َهـا لَ ْغـوًا ِا َّل َسـ َا ًماۜ َولَ ُهـ ْم ِر ْزقُ ُهـ ْم ۪في َهـا بُ ْكـرَةً َو َع ِشـيًّاEhl-i Cen- net, (orada) o Adn Cennetleri’nde (fâidesiz, boş bir söz işitmezler.) Lüzûmsuz söz söylemez ve bâtıl kelâm işitmezler. (Ancak selâm işitirler.) Onlar, kendilerine Elláh veyâ melekler tarafından veyâ biribirleri tarafından verilen selâmı işitir- ler. Böylece onlar, iltifât edici sözleri işitmek ni‘metine de kavuşurlar. (Ve onlar için orada sabâh ve akşâm) ya‘nî, sürekli olarak (rızıkları da vardır.) İstedikleri zamân rızıkları kendilerine gelir; aslâ darlık görmezler.”1055 1052 Yûnus,10:9. 1053 Yûnus,10:10. 1054 İbrâhîm, 14:23. 1055 Meryem, 19:62.
İkinci Bâb/Birinci Fasıl 399 Dördüncüsü: (“ اُو۬ ٰلٓ ِئـ َك ُ ْيـزَ ْو َن ا ْل ُغ ْرفَـةَ بِ َمـا َصـ َ ُروا َويُلَ َّقـ ْو َن ۪في َهـا َ ِتيَّـةً َو َسـ َا ًماİşte onlar, sab- retmiş oldukları şey karşılığında) mesáibe, ibâdâta ve menhiyyâtı terke karşı sabır göstermelerine mukábil olarak, (en yüksek köşkler ile mükâfâtlanacaklardır ve orada) o yüksek makámda, melekler tarafından (bir sağlık ve selâmet duásıyla karşılanacaklardır.) Melekler, onları karşılayarak selâmet içinde ebedî bir hayât sürmelerine dâir duá edecek; onları böyle dâimî bir saádetle müjdelemiş olacak- lardır. Diğer bir görüşe göre ise; o Cennet’lere girmek mutluluğuna eren zâtlar, biribirlerine, ‘Elláh, uzun ömür versin’ diyerek selâmda bulunacak; bütün belâ- lardan uzak olarak yaşamalarına dâir duá edecekler ve bu vesîle ile de Cenâb-ı Hakk’a hamd ve şükürde bulunmuş olacaklardır.”1056 Âyet-i kerîmede geçen ً“ َ ِتيَّــةtahiyye” kelimesi; “duá, övmek, selâm, mülk” gibi ma‘nâlara gelir. “Elláh ömrünü uzun etsin” yerinde de kullanılmaktadır. “ َخا ِل ۪ديـ َن ۪في َهـ ۜا َح ُسـنَ ْت ُم ْسـتَ َق ّرًا َو ُم َقا ًمـاEhl-i Cennet, (orada) o yüksek Cen- net áleminde, Cennet’teki köşklerde, sarâylarda, çardaklarda (ebedî olarak kala- caklardır.) Artık ne öleceklerdir, ne de oradan çıkarılacaklardır. (Orası) o Cen- net álemi, ebedî (bir karârgâh) bir istikrâr yeri (ve) sürekli (bir ikámetgâh yeri olmak üzere, ne güzel olmuştur!)”1057 Elláhu Teálâ, cümlemizi kendi ihsânı ile böyle bir mükâfâta nâil buyursun. Âmin. Beşincisi: (“ َل يَ ْسـ َم ُعو َن ۪في َهـا لَ ْغـوًا َو َل تَأْ ۪ثي ًمـاOrada) Cennet’te, Cennet ehli, (ne bir boş lâf ve ne de günâha sokacak bir söz işitirler.)”1058 “ ِا َّل ۪قيــ ًا َســ َا ًما َســ َا ًماOnlar, Cennet’lerde (ancak bir söz işitirler. O da, en iyi ve en güzel söz olan ‘Selâm, Selâm’dır.) Ya‘nî, hem kendileri biribirlerine devâmlı selâm verirler; hem melekler onlara selâm verir; hem de Elláh tarafından kendilerine böyle bir selâmette devâmlı kalacakları tekrâr tekrâr müjdelenir.”1059 1056 Furkán, 25:75. 1057 Furkán, 25:76. 1058 Vâkıa, 56:25. 1059 Vâkıa, 56:26.
400 Dâr-ı Saádet Hulâsa: Ehl-i Cennet’e ihsân edilen azím ni‘metlerden biri de şudur: Ba‘zan Cenâb-ı Erhamürrâhimîn tarafından doğrudan doğruya, vâsıtasız veyâ melâi- ke-i kirâm vâsıtasıyla; ba‘zan melâike-i kirâm tarafından, ba‘zan da ehl-i Cennet tarafından dâimî súrette selâm verilmesidir. Tüm bu rivâyetler, aynı zamânda a‘zamî derecede haşr-i cismânîyi de isbât eder. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bizleri de bu selâmlara mülâkí olanlardan eylesin. Âmîn. Yedinci Mes’ele: Ehl-i Cennet’in bedenî, fizîkî ve ahlâkí özelliklerine dâirdir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, ehl-i Cennet’in Cennet’teki bedenî ve fizîkî özellikle- rinden pek bahsetmez. İnsânları Cennet’e götürecek îmân, amel-i sálih ve takvâ vasıflarından daha ziyâde bahseder. Hem onlar için ihzâr edilen Cennet’teki muazzam ni‘metlerin vasıflarından bahseder. Muazzam ni‘metlerin toplandığı Cennet, bütün ihtişâm ve müzeyyenâtıyla bu derece güzelse, Cennet’in kendisi için ihzâr edildiği ehl-i Cennet’in evsáfı acabâ ne kadar güzel olur, kıyâs edilsin. Akl-ı beşer bunu anlayamaz. Ehl-i Cennet’in ba‘zı ehâdîs-i şerîfedeki bedenî ve fizîkî evsáfını aşağıda zikrediyoruz. Şöyle ki: َخلَ َق الّٰ ُل ٰا َد َم َع ٰل ُصورَ ِت ۪ه ُطولُ ُه: َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل ِستُّو َن ِذرَا ًعا فَلَ َّما َخلَ َق ُه قَا َل ا ْذ َه ْب فَ َس ِّل ْم َع ٰل أُو ٰل ِئ َك النَّ َف ِر ِم ْن ا ْل َم َلئِ َك ِة ُج ُلو ٌس فَا ْستَ ِم ْع َما ُيَيُّونَ َك فَ ِإنَّ َها َ ِت َّي ُت َك َو َ ِتيَّ ُة ذُ ِّريَّتِ َك فَ َقا َل ال َّسلا ُم َعلَ ْي ُك ْم فَ َقالُوا ال َّس َل ُم َعلَ ْي َك َورَ ْحَ ُة الّٰ ِل فَزَا ُدو ُه َورَ ْحَ ُة الّٰ ِل فَ ُك ُّل َم ْن يَ ْد ُخ ُل ا ْل َجنَّةَ َع َل ُصورَةِ ٰا َد َم فَلَ ْم يَزَ ْل .اَ ْل َخ ْل ُق يَ ْن ُق ُص بَ ْع ُد َح َّت ا ْلٰ َن Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyetle; Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Elláh, Âdem (as)’ı, kendi súreti üzere (ya‘nî başta Rahmân ismi olmak üze- re bin bir ism-i İlâhîsine âyîne olmak üzere) halk etti. Boyunun uzunluğu, altmış zirâ’dır. Âdem (as)’ı yarattığında ona dedi ki: ‘Git, şu oturan melâike topluluğuna selâm ver! Dinle, onlar sana nasıl selâm veriyorlar. Çünkü, o selâm, senin ve zürriyyetinin selâmı olacaktır.’ Âdem (as) da gitti ve meleklere, اَل َّســ َا ُم َعلَ ْي ُكــ ْم dedi. Melekler de َورَ ْح َــ ُة الّٰ ِلcümlesini, Âdem (as)’ın selâmı üzerine ziyâde ederek, اَل َّسـ َا ُم َعلَ ْيـ َك َورَ ْحَـ ُة الّٰ ِلdediler.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
Pages: