Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore cennet

cennet

Published by Mehmet Sıddık Kılavuz, 2020-11-18 00:55:01

Description: cennet

Search

Read the Text Version

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 501 iffet, hayâ ve edeb perdesi altına girmemizi emir buyurur. Zîrâ, ancak böylelikle karı-koca arasındaki samîmiyyet ve muhabbet devâm edebilir. Risâle-i Nûr’da bu mes’eleye dâir şöyle buyrulmaktadır: “Bir áilenin saádet-i hayâtiyyesi; koca ve karı mâbeyninde bir emniyyet-i mütekábile ve samîmî bir hürmet ve muhabbetle devâm eder. Tesettürsüzlük ve açık-saçıklık, o emniyyeti bozar, o mütekábil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık-saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tânesi bulunur ki; kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebiye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tânesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit, o samîmî muhabbet ve hürmet-i mütekábile gitmekle berâber, gáyet çirkin ve gáyet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyyet verebilir.”1345 Cennet kadınlarının ahlâk ve sîret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki ikinci vasfı: ‫’ َم ْق ُصــورَا ٌت ِفــي ا ْل ِخيَــا ِم‬dır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da bu ifâde sâdece bir yerde geçmektedir. Şöyle ki: Rahmân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫“ ُحـورٌ َم ْق ُصـورَا ٌت ِفـي ا ْل ِخيَـا ِم‬Bu Cennet’lerde, ehl-i Cennet için hâzırlanmış (hûrîler,) iri ve siyâh gözlü zevceler (vardır ki; onlar, çadırlar,) koni şeklinde olan sarâylar, köşkler (içinde dâimâ mestûredirler; kemâl-i muhabbetlerinden dâimâ zevclerine hasr-ı nazar ederler. Başkalarına bakmazlar.) O sîreten ve sú- reten güzel olan kadınlar, Cennet’lerde kendilerine mahsús, pek kıymetli sarây- larda ikámet ederler. Onlar, örtülü olan ve ötede beride dolaşıp durmaktan sakınan hûrîler ve de dünyâdan gitme zevcelerdir.”1346 “Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bu haymelerde oturan kadınları iki şekilde vasfet- miştir: “Birincisi:ٌ‫ُحور‬ “İkincisi: ‫َم ْق ُصورَا ٌت‬ “ٌ‫ ُحــور‬kelimesi; ‫ َحــ ْورَا ُء‬kelimesinin cem‘ıdir. ‫ َحــ ْورَا ُء‬ise, ‘kara gözlü’ demektir. Demek, kadınların en güzeli, kara gözlü olanıdır. 1345 Lem‘alar, 24. Lem‘a, s. 197. 1346 Rahmân, 55:72.

502 Dâr-ı Saádet “‫ َم ْق ُصــورَا ٌت‬kelimesi; ‫ َم ْق ُصــورَ ٌة‬kelimesinin cem‘ıdir. ‫ َم ْق ُصــورَ ٌة‬ise, ‘kasredilen’ demektir. Ya‘nî, ‘sâdece kocaları için hasredilen, gözleri kocalarından başkasını görmeyen kadın’ demektir. “Evvelde bahsi geçen iki Cennet’teki hûrîler için, ism-i fâil olan ‫قَا ِصــرَا ٌت‬ kelimesi kullanıldı. Sonraki iki Cennet’teki hûrîler için ise, ism-i mef‘úl olan ‫ َم ْق ُصــورَا ٌت‬ta‘bîrinin kullanılması, evvelki hûrîlerin derecelerinin buradaki hûrî- lere göre daha yüksek olduğuna işâret içindir. Çünkü, birincisi, ‫ قَ ْصـ ٌر‬kelimesinin ism-i fâilidir. Ya‘nî, kendisi, fıtrî olarak nazarını kocasına hasretmiştir, başka- larını görmez. Bu hûrîler ise, ‫ قَ ْصــ ٌر‬kelimesinin ism-i mef‘úlüdür. Ya‘nî, onlar, Elláh tarafından kocalarına hasredilmişlerdir. Bu hûrîler de elbette evvelkiler gibi kocalarına áşıktırlar ve başkalarına bakmazlar. Fakat, ‫ قَا ِصـرَا ُت‬kelimesi ile ‫ َم ْق ُصــورَا ٌت‬kelimesi arasındaki mukáyese, evvelki hûrîlerin zevclerine karşı aşk- larının daha ziyâde olduğuna işâret etmektedir.”1347 Cennet kadınlarının ahlâk ve sîret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki üçüncü vasfı: ‫’ ُع ُرب ًـا‬dir. Bu kelime, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da bir yerde geçmektedir. Şöy- le ki: Vâkıa Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ ُع ُربًــا اَ ْترَابًــا‬Ve o Cennet kadınlarını; kocalarına düşkün, onları ziyâdesiyle sever bir yaradılışta yarattık. Ve onları hep bir yaşıt yaptık.) Yaşları eşit buluna- caktır. Kendileri de kocaları da otuz üç yaşında olacaklardır.”1348 ‫ ُع ُرب ًا‬lafzı, aşağıda zikredeceğimiz ma‘nâlara gelmektedir: Bunlardan en meşhûru, Ümmü Seleme (ra) hadîsinde geçenidir. Şöyle ki: ‫ ُع ُرب ًــا‬ya‘nî, “Kocalarına áşıktırlar ve kendilerini kocalarına sevdirip sevecen ya- parlar” demektir. ‫ ُع ُربًـا‬kelimesi; ‫ أَ ْى ُمتَ َح ِّببَـا ٌت ِلَ ْز َوا ِج ِهـ َّن ِع ْشـ ًقا لَ ُهـ ْم‬ya‘nî, iki damme hâlindeki ‫ ُعــ ُرو ٌب‬kelimesinin cem‘ı olup “zevcine kendini sevdiren ve zevcine áşık olan ka- 1347 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, 713-714. 1348 Vâkıa, 56:37.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 503 dın” demektir. Hem ‫ َح َســنَ ُةالتَّبَ ُّع ِل‬ya‘nî, “zevcine iyi zevcelik eden, hóşnûd olarak zevcini idâre eden kadın” demektir.1349 Bir başka ma‘nâ da ‫ َح َسـنَا ُت ا ْلـ َك َل ِم‬ya‘nî, “konuşmaları çok güzel ve tatlı” demektir. “Onlar, kelâmın en güzeliyle mükâleme eder; kocalarını üzecek hîçbir söz söylemezler” demektir ‫ ُع ُرب ًا‬kelimesinin bir ma‘nâsına dâir hadîs-i Nebeviyye’de şöyle buyurulmuştur: ‫“ ُع ُربًا َك َل ُم ُه َّن َعرَب ِ ٌّى‬Cennet kadınlarının kelâmı, Arabca’dır.”1350 İbnü’l-Arabî’ye göre; kadınlar hakkında kullanılan ‫ ُعــ ُرو ٌب‬kelimesi, “eşine bağlı, itáatkâr ve kocasına muhabbet eden” demektir.1351 Ebû Ubeyde (ra) şöyle demiştir: ‫ ُعــ ُرو ٌب‬kelimesinden maksad; “cimâ‘ esna- sında kocasına karşı her türlü mülâtefe, cilve ve hareketi yapan” demektir.1352 Hulâsa: Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, ‫ ُع ُرب ًــا‬kelimesiyle Cennet kadınlarının birçok evsáfına, husúsan Cennet kadınlarının, kocalarına son derece áşık olduğuna işâ- ret ediyor. Hûrîler, kocalarını çok sever ve kendilerini onlara sevdirirler. Hem kocalarına son derece bağlıdırlar. Zîrâ, áile saádetinin esâsı, karı kocanın bi- ribirine karşı olan sevgi ve muhabbetine bağlıdır. Cennet’teki her saádet gibi, áile saádeti dahi her cihetle en zirvededir. Dünyâda dahi áile saádeti, karı ve kocanın biribirlerini Elláh ve âhiret için sevmesine bağlıdır. Cennet kadınlarının ahlâk ve sîret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki dördüncü vasfı: ‫’ َخــ ْرَا ٌت‬dur. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da şöyle buyrulmaktadır: ‫(“ ۪في ِهــ َّن َخــ ْرَا ٌت ِح َســا ٌن‬Zikrolunan bu Cennet’lerde hayırlı, sîreten ve súreten güzel zevceler,) iyi huylu, güzel yüzlü kadınlar (vardır.)”1353 Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmede ise, ehl-i Cennet’e verilecek ni‘metler silsi- lesine súreten ve sîreten güzel olan hûrîler ni‘metini dâhil etti. Daha evvelki âyette olduğu gibi, bu âyet-i kerîmede dahi ‫ ۪في ِه َما‬tesniye zamîri 1349 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 2/89. 1350 Tefsîru İbn-i Ebî Hâtim, 8/18; Nüketü ve’l-Uyûn, 5/456. 1351 Mu‘cemü Tehzîbu’l-Luğati li’l-Ezheri, 3/2380; Lisânü’l-Arab, 1/591. 1352 Mecâzü’l-Kur’ân, 2/251. 1353 Rahmân, 55:70.

504 Dâr-ı Saádet yerinde ‫ ۪في ِهـ َّن‬cem‘ zamîrinin zikredilmesi; her bir hûrînin bulunduğu yerin ayrı bir Cennet olduğuna işâret içindir. Demek, Cennet’in iki tâne olması, bizim taksîmâtımıza göredir. Hakíkatte her bir hûrînin yeri, ayrı bir Cennet’tir. Âyet-i kerîmede geçen ‫ َخــ ْرَا ٌت‬ta‘bîri, “hayırlı kadınlar” demektir. ‫ِح َســا ٌن‬ ta‘bîri ise, ‫ ِح َسـا ُن ا ْل َخ ْلـ ِق َوا ْل ُخ ُلـ ِق‬ya‘nî, “hem yaratılışları, hem de ahlâkları güzel olan kadınlar” demektir. Veyâ âyet-i kerîmede geçen ‫ َخــ ْرَا ٌت‬ta‘bîri, ahlâk gü- zelliğini; ‫ ِح َســا ُن‬ta‘bîri ise, vech (yüz) güzelliğini ifâde eder. Ezvâc-ı Táhirât’tan Ümmü Seleme (ra)’dan rivâyet olunan bir hadîs-i şerîf, bu ma‘nâyı te’yîd eder. Çünkü, Ümmü Seleme (ra) şöyle diyor: “Ben, Resûlulláh (sav)’e, ‘Yâ Resûlelláh! ‫ ۪في ِهــ َّن َخــ ْرَا ٌت ِح َســا ٌن‬âyet-i kerîmesinin ma‘nâsını bana haber ver’ dediğimde Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: ‘‫ َخـ ْرَا ٌت‬, ahlâkı güzel kadın- lar; ‫ ِح َسا ٌن‬, yüzleri güzel kadınlar demektir.’ ”1354 Bu âyet-i kerîmede geçen ‫ َخــ ْرَا ٌت‬kelimesi, ism-i tafdîl ma‘nâsında olan ‫ َخـ ْ ٌر‬kelimesinin cem‘ı değildir. Zîrâ, Arab lisânında ٌ‫ َخـ ْر‬kelimesi, ef‘ál-i tafdîl ma‘nâsında kullanıldığı zamân, bu kelime cem‘ olarak gelmez. ‫ َخـ ْرَا ٌت‬kelimesi, ‫ َخـ ِّرَ ٌة‬kelimesinin cem‘ıdir. Sıkletten dolayı tahfîf edilmiş. Ya‘nî, şedde düşürül- müş, ‫ َخ ـ ْرَ ٌة‬olmuştur. Cem‘ı, ‫ َخ ـ ْرَا ٌت‬gelmiştir. Demek, Cennet’te ehl-i îmâna verilecek zevceler, hem súreten çok güzeldir- ler, hem de sîreten çok güzeldirler. O zevceler de iki kısımdır: Bir kısmı: Dünyâdan giden mü’min kadınlardır. Diğer kısmı ise: Hûrîlerdir. Cennet’e giren her mü’min erkeğe, Cennet’e giren dünyâdaki hánımı -hûrî- lerden daha güzel bir súrette- ihsân edileceği gibi; hûrîler de ihsân-ı İlâhî olarak fazladan verilecektir. Cennet’e giden bekár erkekler, Cennet’e giden bekár kız- larla evlendirilecektir. Cennet’te ehl-i îmâna ihsân edilecek zevcelerin hîçbir kötü huyu ve ahlâkı yoktur. Zîrâ, Cenâb-ı Hak, Cennet ehlinden bütün kötü huyları, kalblerindeki 1354 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 7/119; İmâm Süyûtí, Mu’tereku’l-Akrân fî İ‘câzi’l-Kur’ân, 3/517.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 505 kîn ve hased gibi bütün kötü hisleri çekip alır.1355 O zevceler, hîçbir zamân kalb kırmazlar, hîçbir zamân kocalarına itáatsizlik etmezler. Kocalarının hîçbir arzû- suna yok demezler. Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bu âyet-i kerîmede Cennet’te ehl-i îmân ve táate ihsân edeceği súreten ve sîreten güzel zevceleri müjde verdikten sonra şöyle fermân buyurur: ‫“ فَ ِبـأَ ِ ّي ٰا َلء رَبِّ ُك َمـا تُ َك ِّذبَـا ِن‬Ey cin ve ins! Sizler, dünyâ hayâtında o kadar aradı- ğınız hâlde, hem sîreten, hem de súreten güzel olan birini zor bulursunuz. Hâlbuki, Cennet’teki bütün hûrîler ve dünyâdan gitme bütün kadınlar, hem sîreten, hem de súreten çok güzeldirler. Kocalarına kemâl-i hürmetle itáat ederler, onların arzû ve is- teklerini aslâ geri çevirmezler. İşte Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, böyle sîreten ve súreten güzel olan hûrî ve zevceleri sizlere müjde veriyor. Sizler, Kur’ân’ın bu müjdesini mi inkâr ve tekzîb edersiniz? “Yoksa, bu Cennetleri ve onlardaki ni‘metleri mi inkâr edersiniz? “Yoksa, bunların dünyevî nezáirini mi inkâr edersiniz? Eğer Kur’ân’a îmân ve itáat ederseniz, Cennet’te ‫ َخــ ْرَا ٌت ِح َســا ٌن‬olan hûrîleri ve dünyâdan gitme zevcele- ri kazanırsınız. Şâyet bu tekvînî ve teklîfî ni‘metleri ve âyetleri inkâr ederseniz; bu ni‘metlerden mahrûmiyyetle berâber, Cehennem’e müstehak olursunuz.”1356 Daha tafsílâtlı bilgi için Rahle Yayınları’ndan “Rahmân Sûresi’nin Tefsîri” adlı esere mürâcaat edebilirsiniz. “Ehl-i ilim, ‫ َخــ ْرَا ٌت‬lafzına, ‘Ahlâk cihetiyle çok hayırlıdırlar’; ‫ ِح َســا ٌن‬lafzına ise, ‘Yüzleri çok güzeldir’ ma‘nâsını vermişlerdir.”1357 “Asıl evlâ olan, ma‘nânın ta‘mîmidir. Zîrâ, âyet-i kerîmede Cennet hátûnla- rının ne cihetle hayırlı ne cihetle güzel oldukları belirtilmemiş; ma‘nâ, mutlak bı- rakılmıştır. Tâ ki, umûmî ma‘nâ düşünülsün. Hayırlı olmaları; ‘Her türlü sıfât ve ahlâklarında hayırla muttasıftırlar’ demektir. Hisân ve güzel olmaları ise; ‘Yüzleri, cesedleri, şekilleri, renkleri cihetinde hüsün ile muttasıf olacakları her ne varsa, bu cihetlerin hepsinde gáyet güzeldirler. Halkí ve hulukí; ya‘nî súret ve sîret cihetiyle gáyet derecede cemâl ve hüsün sáhibidirler’ demektir.”1358 1355 A‘râf, 7:43; Hicr, 15:47. 1356 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s.710. 1357 Câmiu’l-Beyân, 13/27/160. 1358 Sıfâtü’l-Cenneti Fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 300.

506 Dâr-ı Saádet Demek, Cennet’te, ehl-i îmâna verilecek zevceler, hem súreten, hem de sîre- ten çok güzeldirler. Hulâsa: ‫ اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَــرَ ٌة‬ifâdesine göre; Cennet kadınları öyle güzel zevceler- dir ki; hem ahlâk ve sîret, hem de hılkat ve súret cihetiyle tathîr edilmişlerdir. Âyet-i kerîme, onların hangi cihetle tathîr ve tanzíf edildiklerini söylememekle, ma‘nâyı mutlak bırakmıştır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, yukarıda zikrettiğimiz sıfat- ların cemîıni; ya‘nî sîret ve súret i‘tibâriyle olan sıfatlarının hepsini, ‫ ُمطَ ّهَــرَ ٌة‬laf- zına dâhil etmiştir. Şimdi, Cennet kadınlarının Kur’ân-ı Kerîm’de geçen mezkûr iki kısım evsáfını hulâsa edeceğiz. Tâ ki, mevzú‘ zihinlerde daha iyi yer etsin. a) Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da Cennet kadınlarının evsáf-ı halkıyyelerine dâir on vasıf vardır: Birincisi: ‫’ ُحـورٌ ۪عـ ٌن‬dir. Bu ta‘bîrle, hûrîlerin gözlerinin iki vasfı beyân edil- miştir: Biri: Gözlerinin rengi cihetiyledir ki; siyâhı gáyet siyâh, beyâzı şiddetli beyâzdır. Diğeri: Gözlerinin hacmi cihetiyledir ki; gözleri vâsi‘, geniş ve iridir. İkincisi: ‫’ اَ ْب َكارًا‬dir. Cennet kadınlarının tamâmı bâkiredir. Üçüncüsü: ‫’ َكوَا ِعــ َب‬dir. Ya‘nî, göğüsleri tomurcuk gibi yeni belirmiş, kabar- maya başlamıştır. Dördüncüsü: ‫’اَ ْترَابًا‬dir. Ya‘nî, Cennet ehli hepsi aynı yaştadırlar. Beşinci ve Altıncısı: ‫’ال ّلُ ْؤلُـ ِ۬ؤ ا ْل َم ْكنُـو ِن‬dur. Ya‘nî, hûrîler; sadefler içinde saklı, sáf, berrâk, şeffâf, Güneş görmemiş inciler gibi güzel ve temizdirler. Bu ta‘bîrde iki sıfât vardır: Biri: ۬‫’اَل ّلُ ْؤلُ ِؤ‬dur. Ya‘nî, sáflık, berrâklık, renk cihetiyle inci gibidirler. Diğeri: ‫’اَ ْل َم ْكنُـو ِن‬dur. Ya‘nî, değer ve kıymet cihetiyle hıfz ve muhâfaza altın- dadırlar. Sadefindeki inci gibi, gáyet kıymetli ve değerlidirler. Yedincisi: ‫’اَ ْليَاقُ ـو ُت‬dur. Ya‘nî, Cennet’te mü’minler için hâzırlanan hátûnla- rın yanakları kırmızılıkta sanki yâkúta benzer.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 507 Sekizincisi: ‫’اَ ْل َم ْر َجــا ُن‬dır. Ya‘nî, Cennet’te mü’minler için hâzırlanan hátûn- ların vücûdları, berrâk olup beyâzlıkta hális mercâna benzer. Dokuzuncusu: ‫’بَ ْيــ ٌض َم ْكنُــو ٌن‬dur. Ya‘nî, sanki onlar, o zevceler, kapalı, toz toprak dokunmamış, ter temiz, güzel bir renge sáhib yumurtalardır. Onuncusu: ‫’ ِح َسا ٌن‬dır. Ya‘nî, onlar súreten çok güzeldirler. b) Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da Cennet kadınlarının evsáf-ı hulkiyyelerine dâir dört vasıf vardır: Birincisi: ‫’قَا ِصـرَا ُت الطَّـ ْر ِف‬dir. Ya‘nî, Cennet hátûnları, gözlerini kocalarına dikmişler. Onlara fevka’l-áde bir muhabbetle bakıp başkalarına bakmazlar. İkincisi: ‫’ َم ْق ُصـورَا ٌت ِفـى ا ْل ِخيَـا ِم‬dır. Ya‘nî, onlar, çadırlar içinde dâimâ mestû- redirler. Kemâl-i muhabbetlerinden dâimâ zevclerine hasr-ı nazar ederler. Baş- kalarına bakmazlar. Üçüncüsü: ‫’ ُع ُرب ًــا‬dir. Ya‘nî, Cennet kadınları, kocalarına düşkün olup onları ziyâdesiyle severler. Dördüncüsü: ‫’ َخ ْيَا ٌت‬dur. Ya‘nî, onlar, ahlâk ve súret cihetiyle güzeldirler. İşte Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Cennet hátûnları hakkında; hılkat ve súret cihetiyle on sıfât, ahlâk ve sîret cihetiyle de dört sıfât olmak üzere toplam on dört vasfı zikretti. Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen bu on dört evsáf ile Ehâdîs-i Nebeviyye’de sîret ve súret cihetiyle zikredilen tüm sıfâtlar, ‫ اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌة‬ma‘nâ- sında dâhildir. Bu sıfâtlara hâiz olan kadınlar, hakíkí ma‘nâda ‫ اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌة‬hıtá- bına mazhardırlar. Bu ise, ancak ebedî álemdeki Cennet-i A‘lâ’da mümkündür. Cenâb-ı Hak, cümlemizi, bu ni‘metlere mazhar eylesin. Âmîn. Burada zikrettiğimiz Cennet kadınları bahsindeki bütün âyet ve hadîsler, a‘zamî mertebede îmânın iki kutbu olan îmân-ı billâh ve îmân-ı bi’l-yevmi’l-âhir rüknünü, husúsan haşr-i cismânîyi isbât ve îzáh eder. Şimdi, hûrîlere dâir ba‘zı muhtelif mesâili îzáh edeceğiz: Birinci Mes’ele: Cennet kadınlarının ba‘zı rivâyâtlardaki sıfâtlarına dâirdir. ‫ َع ْن‬،َ‫ َع ْن أَ ۪بي ُعبَ ْي َدة‬،َ‫ َع ْن أَ ۪بي بَ ّزَة‬،‫ َع ِن ا ْل َقا ِس ِم‬،‫ َع ْن َجابِ ٍر‬،‫ َع ْن ُس ْفيَا َن‬:‫قَا َل َو ۪كي ٌع‬

508 Dâr-ı Saádet ‫ َو ِل ُك ِّل َخ ْي َم ٍة أَ ْربَ َع ُة‬،ٌ‫ َو ِل ُك ِّل َخ ْيَ ٍة َخ ْي َمة‬،‫ ِل ُك ِّل ُم ْس ِل ٍم َخ ْيَ ٌة‬:‫ َع ْن َع ْب ِد الّٰ ِل قَا َل‬،‫َم ْس ُرو ٍق‬ ‫ َل‬،‫ تَ ْد ُخ ُل َعلَ ْي َها ُك َّل يَ ْو ٍم ِم ْن ُك ِّل بَا ٍب ُ ْت َفةٌ َو َه ِديَّةٌ َو َكرَا َمةٌ لَ ْم تَ ُك ْن قَ ْب َل ٰذ ِل َك‬،‫أَ ْبوَا ٍب‬ .‫ َو َل طَ َّما َحا ٌت‬،‫ َو َل َس ِخرَا ٌت‬،‫ َو َل ذَ ِفرَا ٌت‬،‫َم ّرَا َحا ٌت‬ Vekî‘ (ra) rivâyetiyle; Abdulláh dedi ki: “Her Müslümân için bir hayırlı kadın (‫ ) َخــ ْرَ ٌة‬vardır. O her hayırlı kadın için bir çadır, her çadırın da dört kapısı vardır. Ona her gün her bir kapıdan daha önce- kilerden farklı olarak yâdigâr bir hediyye ve ikrâm gelir. O kadınlar; şımarık, kirli, pasaklı, itáatsiz, gözü dışarda ve azgın kimseler değildirler.”1359 İkinci Mes’ele: Hûrîlerin yaratıldığı madde hakkındadır. ‫ اَ ْل ُحو ُر ا ْل ۪عي ُن ُخ ِل ْق َن ِم َن ال ّزَ ْع َفرَا ِن‬:‫َع ْن أَنَ ِس ْب ِن َما ِل ٍك َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم أَنَّ ُه قَا َل‬ Hazret-i Enes (ra)’dan rivâyetle, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurmuş- tur: “Hûrîler, za‘ferândan yaratılmış mahlûklardır.”1360 Za‘ferândan murâd, Cennet’in za‘ferânı olduğundan, onun mâhiyyetini bi- lemiyoruz. : ‫ َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل تَ َعا ٰلى َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬- ‫ َع ْن ُه‬،َ‫َع ْن َعائِ َشة‬ .‫اَ ْل ُحو ُر ا ْل ۪عي ُن ُخ ِل ْق َن ِم ْن تَ ْس ۪بي ِح ا ْل َم َلئِ َك ِة‬ Hazret-i Áişe (ra) rivâyetiyle, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurmuştur: “Hûru’l-îynler, meleklerin zikir ve tesbîhinden yaratılmıştır.”1361 İbn-i Mübârek’ten, Zeyd bin Eslem’in rivâyetinde şöyle denilmiştir: “El- láhu Teálâ, hûrîleri topraktan yaratmamıştır. Cenâb-ı Hak, hûrîleri; misk, kâfûr ve za‘ferândan yaratmıştır.”1362 Hulâsa: Hûrîler, yukarıda zikrettiğimiz gibi za‘ferândan, melâikenin tesbîhâtından, misk ve kâfûrdan yaratılmışlardır. Bu rivâyetlerin hepsi de haktır; arasında bir tezâd yoktur. Zîrâ, ba‘zı hûrîlerin za‘ferândan, ba‘zılarının melâike- nin tesbîhâtından, ba‘zılarının da misk ve kâfûrdan halk edilmesi mümkündür. 1359 Tefsîru’t-Taberî, 27/83; İbn-i Mübârek, Ziyâdâtü’z-Zühd, 69; Hâdiyü’l-Ervâh, 2/489. 1360 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 384; el-Hatíb, Târîhu’l-Bağdâd, 7/99; Feyzu’l-Kadîr, 3/516. 1361 Feyzu’l-Kadîr, 3/516. 1362 Tefsîr-i Abdurrezzâk, 3/189.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 509 Cenâb-ı Hak, istediği şeyi, istediği şeyden vücûda getirebilir. Ba‘zı rivâyetlerde geçtiği üzere; Elláh, hûrîlerin ba‘zı a‘zásını miskten, ba‘zısını kâfûrdan, ba‘zısını ise za‘ferândan yaratmıştır. El-ilmü indelláh. Üçüncü Mes’ele: Hûrîlerin gayreti hakkındadır. Buna dâir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır: ‫ لاَتُ ْؤ ِذي ا ْمرَأَ ٌة زَ ْو َج َها ِفي ال ُّد ْنيَا ِإلاَّقَالَ ْت‬:‫َع ْن ُم َعا ِذ ْب ِن َجبَ ٍل َع ِن النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَا َل‬ .‫ لاَتُ ْؤ ۪ذي ِه قَاتَلَ ِك الّٰ ُل فَ ِإنَّ َما ُهوَ ِع ْن َد َك َد ۪خي ٌل يُو ِشـ ُك أَ ْن يُ َفا ِرقَ َك ِإلَ ْينَا‬:‫زَ ْو َج ُتـ ُه ِمـ َن ا ْل ُحـو ِر ا ْل ۪عـ ِن‬ İmâm Ahmed bin Hanbel’in “Müsned”inde Muáz bin Cebel (ra)’dan gelen Küseyyir bin Murra hadîsinde, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Dünyâda kocasına eziyyet eden hîçbir kadın yoktur ki; kocasının hûrîlerden olan hánımı, o kadına; ‘Ona eziyyet etme. Elláh, senin cânını alsın. O senin yanında geçici olarak bulunan bir misâfirdir. Senden ayrılıp bize gelmesi yakındır’ demiş olmasın.”1363 Bu hadîs-i şerîf; şu ânda, hem Cennet’in mahlûk olduğunu; hem hûrîlerin yaratılıp Cennet’te hâzır olduğunu; hem hûrîlerin, dünyâdaki kocalarını tanı- dıklarını; onlarla alâkadâr ve onlara müştâk olup onları beklediklerini haber vermektedir. Nitekim, harb meydânlarında şehîd olan Sahâbe-i Kirâm’ın yanına hûrîlerinin geldiği mervîdir. İmâm Yafiî de bu konuda, Şeyh Abdulvâhid bin Zeyd’den şöyle bir nakilde bulunur: “Biz, günün birinde bu meclisimizde oturuyorduk. Savaş için hâzırlandık. Ben arkadaşlarıma emr ettim ki, sizden biri cihâd hakkında Kur’ân’dan bir âyet oku- sun. Derken birisi, َ‫‘ ِا َّن الّٰلَ ا ْشـ َ ٰرى ِمـ َن ا ْل ُم ْؤ ِم ۪نـ َن اَ ْن ُف َسـ ُه ْم َواَ ْموَالَ ُهـ ْم بِـاَ َّن لَ ُهـ ُم ا ْل َجنَّـة‬Şübhe yok ki, Elláh (cc), Cennet mukábilinde mü’minlerden cânlarını ve mallarını satın almıştır’1364 âyetini okudu. Babası ölüp kendisine çok mikdârda mîrâs bıraktığı takrîben on beş yaşında bir genç ortaya atıldı ve, ‘Yâ Abdelvâhid! Elláh (cc) mü’minlerden Cennet karşılığında mallarını ve nefislerini satın mı almış?’ dedi. 1363 Müsned-i Ahmed, 5/242. 1364 Tevbe Sûresi, 9: 111.

510 Dâr-ı Saádet “Ben, ‘Evet’ dedim. O, ‘Sen şâhid ol, ben nefsimi ve malımı, Cennet karşılığında Elláh’a sattım’ dedi. Ben ona, ‘Kılıç keskindir, yarası acıdır. Sen henüz küçüksün, korkarım ki buna tahammül edemezsin’ dedim. O, bana, ‘Ey Abdelvâhid! Ben Elláh ile Cennet karşılığında pazarlık yaptıktan sonra, hîç áciz kalır mıyım?’ dedi. “Abdulvâhid der ki: Bunun karşısında bütün yaptıklarımız bize küçük göründü ve biz dedik ki: ‘Bu bir sabîdir, o bunu düşünür de, biz niye düşünemiyoruz?’ O genç, babasından kalan küllî servetini hep Elláh yolunda tasadduk etti. Yalnız bir atı, silâhı ve o yolda nafakası kaldı. Savaşa çıkmak günü gelince, ilk olarak o bize gelip selâm verdi. Biz de onun selâmını aldık. ‘Satışınız kâr etti’ dedim. O genç bi- zimle berâber bulunuyordu. Gündüz oruç tutar, geceleyin kıyâmda kalır, yolda bize ve hayvânlarımıza hizmette bulunur, geceleyin biz uyurken o nöbet tutardı. Nihâyet Rûm bilâdına kavuştuk. Biz orada iken birden o genç haykırarak; ‘Ey benim Ay- nau’l-Mardiyye’m! Ben artık sana áşığım ve sana geleceğim’ dedi. Benim arkadaşla- rım; ‘Bu çocuk vesvese yapıyor ve aklî dengesi yerinde değildir’ dediler. O şöyle dedi: “ ‘Ben, hafîf uyudum. Biri bana geldi ve ‘Aynau’l-Mardiyye’ye git!’ dedi. Beni bir bahçeye götürdü. Suyu sáf ve sâde olan bir nehirle karşılaştım. Baktım nehrin kenârında üzerlerinde vasf edemeyeceğim güzel hulleler bulunan kızlar vardı. Onlar beni görünce sevindiler ve dediler ki: ‘Bu, Aynau’l-Mardiyye’nin kocasıdır.’ Ben: ‘Size selâm olsun, hanginiz Aynau’l-Mardiyye’siniz?’ Onlar, ‘Biz Aynau’l-Mar- diyye’nin hizmetçileri ve câriyeleriyiz. Öne doğru ilerle’ dediler. “ ‘Ben ilerledim, önümde tadı bozulmamış bir süt nehrini gördüm. Orada bir bahçe vardı. İçinde her türlü süs ve envâ-ı ziynet mevcûd idi. O bahçede yine kızlar vardı. Ben onların hüsün ve cemâllerine hayran kalarak meftûn oldum. Beni görün- ce müjdelediler ve; ‘Velláhi bu Aynau’l-Mardiyye’nin kocasıdır’ dediler. Ben: ‘Size selâm olsun! Aynau’l-Mardiyye içinizde midir?’ Onlar: ‘Ey Elláh’ın velî kulu! Sana selâm olsun. Biz onun hizmetçileri ve câriyeleriyiz, ileriye doğru git!’ “ ‘Ben ilerledim, şarâbdan bir nehre rastladım. O nehrin kenârında öyle güzel hûrî ve câriyeler vardı ki, geride bıraktıklarımı bana unutturdular. Ben onlara selâm verdim ve: ‘Aynau’l-Mardiyye içinizde midir?’ Onlar, ‘Hayır. Biz onun hizmetçi- leri ve câriyeleriyiz. Sen ileriye doğru git’ dediler. “ ‘Ben ilerledim. Bir bal nehrine rastladım. Onun kenârında hûrîler vardı. O kadar güzel idiler ki, bana geride bıraktıklarımı unutturdular. Ben onlara: ‘Ay- nau’l-Mardiyye içinizde midir?’ Onlar, ‘Hayır, biz onun hizmetçileriyiz, ilerle!’ dediler.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 511 “ ‘Ben ilerledim beyâz incilerden yapılmış çadır tipi bir sarâya rastladım. Sarâ- yın kapısında üzerinde ta‘rîf edemeyeceğim hulleler bulunan bir câriye vardı. Beni görünce sevinip içeriye bağırdı ve; ‘Ey Aynau’l-Mardiyye! Bu senin kocandır, işte geliyor!’ dedi. Ben çadıra yaklaştım ve içeri girdim. Baktım, etrâfı yâkút gibi envâ-ı mücevherâtla süslü, altından yapılmış bir taht vardır. Aynau’l-Mardiyye, o tahtın üzerinde oturuyordu. Ben onu görünce dayanamadım. O bana; ‘Merhabâ ey Rah- mân’ın velîsi! Senin bize yaklaşma zamânın geldi’ dedi. Ben ona sarılmak iste- dim. O, bana, ‘Bekle, henüz zamânı gelmedi. Zîrâ, sende dünyâ hayâtının rûhu vardır. Sen önümüzdeki gece bizim ile iftár edeceksin’ dedi. Ben uyandım. Ey Abdelvâhid! Ben artık sabredemem’ dedi. “Abdulvâhid der ki: ‘Bizim bu konuşmamız henüz bitmeden bir düşmân seriyyesi göründü. Yanımdaki genç hemen onlara hamle yaptı. O genç düşmândan dokuz ki- şiyi öldürdü. Daha sonra kendisi şehîd edildi. Ben onun yanına vardım, kan içinde gülüyordu ve böylece dünyâdan ayrıldı.’ ”1365 Dördüncü Mes’ele: Hûrîlerin mehri hakkındadır. Buna dâir muhtelif rivâyetler vardır. Şöyle ki: Hazret-i Ali (ra)’dan rivâyetle; Resûlulláh (asm), şöyle buyurdular: ،‫يَا َع ِ ُّل أَ ْع ِط ا ْل ُحورَ ا ْل ۪عي َن ُم ُهورَ ُه َّن ِإ َماطَ ُة ا ْلَ ٰذى َع ِن الطَّ ۪ري ِق‬ .‫َو ِإ ْخرَا ُج ا ْل ُق َما َم ِة ِم َن ا ْل َم ْس ِج ِد فَ ٰذ ِل َك َم ْه ُر ا ْل ُحو ِر ا ْل ۪عي ِن‬ “Yâ Ali! Hûrîlere mehirlerini ver. Onların mehri şunlardır: Eziyyet verici şeyle- ri yoldan kaldırmak; mescidden çöpleri çıkarıp mescidi temizlemektir.”1366 :‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫ قَا َل‬،َ‫َع ْن أَ ۪بي أُ َما َمة‬ .‫قَبَ َضا ُت التَّ ْم ِر ِل ْل َم َسا ۪كي ِن ُم ُهو ُر ا ْل ُحو ِر ا ْل ۪عي ِن‬ Ebû Umâme (ra)’dan rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Miskînler için verilen avuç dolusu hurmalar, hûrîlerin mehirleridir.”1367 Ayrıca ba‘zı rivâyetlerde; “Sofradaki kırıntıları yemek, hûrîlerin mehridir” de- nilmiştir. 1365 İrşâdü’l-İbâd, s. 100; Mir’âtü’l-Cihâd, s. 418-420. Semendel (Tahşiye) Yayınları. 1366 Deylemî, fî Müsnedi’l-Firdevs, 8335; Tergîb li İbn-i Şâhin fî Fezáilu’l-A‘mâl, 553; Kenzü’l-Um- mâl li İbn-i Neccâr, 16/229. 1367 Deylemî, fî Müsnedi’l-Firdevs, 4645.

512 Dâr-ı Saádet Hulâsa: Ulemâ-i İslâm, “Hûrîlerin mehirleri, sâdece belli ba‘zı amellere ta‘yîn edilemez. Bütün a‘mâl-i sáliha, hûrîlerin mehridir” demiş; yukarıdaki rivâyetleri zayıf saymışlardır. Ancak, fezáil-i a‘mâl konusunda zaíf hadîslerle de amel edi- lebilir. El-ilmü indelláh. Beşinci Mes’ele: Hûrîlerin güzelliğine dâir ba‘zı rivâyât hakkındadır. ، ‫ َسطَ َع نُورٌ ِفي ا ْل َجنَّ ِة‬:‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫َع ْن َع ْب ِد الّٰ ِل ْب ِن َم ْس ُعو ٍد قَا َل‬ .‫فَرَفَ ُعوا ُر ُؤو َس ُه ْم فَ ِإذَا ُهوَ ِم ْن ثَ ْغ ِر َح ْورَا َء َض ِح َك ْت ۪في َو ْج ِه زَ ْو ِج َها‬ Abdulláh İbn-i Mes‘úd (ra)’dan rivâyetle, Resûlulláh (asm) şöyle buyur- muştur: “Cennet’te bir nûr parıldar. Ehl-i Cennet, başlarını kaldırırlar. Bir de ne görsünler! Meğer o nûr, eşinin yüzüne gülümseyen bir hûrînin ön dişlerinden parıldayan bir nûrmuş.”1368 ‫ قَا َل رَ ُسو ُل‬:‫ قَا َل‬،َ‫ َع ِن ا ْلوَ ۪لي ِد ْب ِن َع ْب َدة‬،‫ َع ْن يَ ۪زي َد ْب ِن أَ ۪بي َح ۪بي ٍب‬،‫َوقَا َل ال ّلَ ْي ُث ْب ُن َس ْع ٍد‬ ‫ يَا ِج ْ ۪بي ُل ِق ْف ۪بي َع َل ا ْل ُحو ِر ا ْل ۪عي ِن‬:‫الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم ِل ِج ْ ۪بي َل َعلَ ْي ِه ال َّس َل ُم‬ ‫ َو َش ّبُوا‬،‫ َ ْن ُن َحوَا ِري قَ ْو ٍم ِكرَا ٍم َح ّلُوا فَلَ ْم يَ ْظ َعنُوا‬:‫ َم ْن أَ ْن ُ َّت؟ قُ ْل َن‬:‫فَأَ ْوقَ َف ُه َعلَ ْي ِه َّن فَ َقا َل‬ .‫ َونُ ُّقوا فَلَ ْم يَ ْدرَنُوا‬،‫فَلَ ْم يَ ْهرَ ُموا‬ El-Leys bin Sa‘d rivâyetiyle; Velîd bin Abde’den, Resûlulláh (asm), Cebrâîl’e, “Yâ Cebrâîl! Bana hûrîleri göster!” dedi. Cebrâîl (as) da göster- di. Resûlulláh (asm), hûrîlere hıtáben: “Sizler kimsiniz?” dedi. Hûrîler de cevâben dediler ki: “Bizler şerefli, mükerrem bir topluluğun hûrîleriyiz. O de- ğerli toplum ki; göç edip gitmediler. Hep genç kaldılar, ihtiyârlamadılar. Ter temiz ve pâk olup aslâ kirlenmediler.”1369 ‫ لَ ْو أَ َّن يَ ًدا ِم َن ا ْل ُحو ِر ُد ِلّيَ ْت ِم َن‬:‫َع ِن ا ْب ِن َع ّبَا ٍس قَا َل ُكنَّا ُج ُلو ًسا َم َع َك ْع ٍب يَ ْو ًما فَ َقا َل‬ :‫ ِإنَّ َما قُ ْل ُت‬:‫ ثُ َّم قَا َل‬.‫ال َّس َما ِء َلَ َضا َء ْت لَ َها ا ْلَ ْر ُض َك َما تُ ۪ضي ُء ال َّش ْم ُس ِلَ ْه ِل ال ُّد ْنيَا‬ .‫يَ ُد َها فَ َك ْي َف بِا ْلوَ ْج ِه بَيَا ِض ۪ه َو ُح ْس ِن ۪ه َو َجَا ِل ۪ه‬ İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyetle: “Bir gün Ka‘b’la berâber oturuyorduk. Ka‘b 1368 Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 386; et-Tergíb ve’t-Terhîb, 4/535. 1369 İbn-i Kesîr, en-Nihâye, 2/463.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 513 (ra) dedi ki: ‘Eğer hûrîlerden birinin eli semâdan sarkıtılsa, Güneş’in, ehl-i Arz için ziyâ verdiği gibi; o hûrînin kolu dahi ışık verirdi.’ Devâmla Ka‘b Hazretleri (ra) buyurdular ki: ‘Eli böyle ise, acabâ yüzünün beyâzlığı, hüsnü ve cemâli nasıldır!’ ”1370 ‫ لَ ْو أَ َّن َح ْورَا َء أَ ْخرَ َج ْت َك ّفَ َها بَ ْ َي‬:‫َع ْن َس ۪عي ِد ْب ِن ُجبَ ْ ٍي قَا َل َِس ْع ُت ا ْب َن َع ّبَا ٍس يَ ُقو ُل‬ ‫ َولَ ْو أَ ْخرَ َج ْت نَ ۪صي َف َها؛ لَ َكانَ ِت ال َّش ْم ُس‬،‫ال َّس َما ِء َوا ْلَ ْر ِض؛ َل ْفتَ َ َت ا ْل َخ َلئِ ُق ِبُ ْس ِن َها‬ ‫ َولَ ْو أَ ْخرَ َج ْت َو ْج َه َها؛ َلَ َضا َء ُح ْسنُ َها‬،‫ِع ْن َد ُح ْس ِن ۪ه ِم ْث َل ا ْل َف ۪تيلَ ِة ِفي ال َّش ْم ِس َل َض ْو َء لَ َها‬ .‫َما بَ ْ َي ال َّس َما ِء َوا ْلَ ْر ِض‬ Saíd bin Cübeyr’den rivâyetle, İbn-i Abbâs (ra) şöyle diyordu: “(Eğer bir hûrî, elinin avucunu semâ ile Arz arasında çıkarıp gösterseydi; o hûrî- nin elinin güzelliğine bütün halâik meftûn olurlardı. Eğer başörtüsünü çıka- rıp gösterse, fitilin Güneş’e karşı misâli neyse) fitilin Güneş’e karşı ışığı nasıl sönükse, (Güneş dahi o hûrînin başörtüsüne karşı fitil gibi (sönük) kalırdı. Işığı yok hükmünde olurdu. Eğer bir hûrî, yüzünü çıkarıp gösterseydi; yüzünün güzelliği, semâ ile yer arasını ışıklandırırdı.)”1371 ‫ َخ ْيٌ ِم َن ال ُّد ْنيَا َو َما ۪في َها َولَ َقا ُب قَ ْو ِس أَ َح ِد ُك ْم أَ ْو َم ْو ِض ُع‬،ٌ‫َغ ْد َو ٌة ۪في َس ۪بي ِل الّٰ ِل أَ ْو رَ ْو َحة‬ ‫قَ َد ٍم ِم َن ا ْل َجنَّ ِة َخ ْ ٌي ِم َن ال ُّد ْنيَا َو َما ۪في َها َولَ ْو أَ َّن ا ْمرَأَةً ِم ْن ِن َسا ِء أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة اطَّلَ َع ْت ِإلَى‬ ‫ا ْلَ ْر ِض َلَ َضا َء ْت َما بَ ْينَ ُه َما َولَ َم َلَ ْت َما بَ ْينَ ُه َما ۪ريحًا َولَنَ ۪صي ُف َها َع ٰل رَ ْأ ِس َها َخ ْ ٌي ِم َن‬ .‫ال ُّد ْنيَا َو َما ۪في َها‬ Enes (ra)’dan rivâyetle, Resûlulláh (asm), şöyle buyurmuştur: “(Sabâhleyin veyâ akşâmleyin herhangi bir vakitte Elláh yolunda) cihâd için (bir kere yürüyüş, dünyâdan ve dünyâdaki şeylerin hepsinden hayırlıdır. Sizden birinin káb-ı kavsı) ya‘nî, yayının orta kısmıyla yay telinin arası veyâ yayın iki ucunun arası veyâ bir zirâ’ mesâfesi (kadar yer veyâ yayının kapladığı kadar bir yer, dünyâ ve içindekilerin hepsinden hayırlıdır. Ehl-i Cennet kadınlarından biri, dünyâya muttali‘ olup gö- rülse, semâ ile yer arasını ışıklandırır; yer ve gök arasını güzel kokusuyla doldurur. Başındaki himârı, ya‘nî başörtüsü, dünyâ ve içindekilerden hayırlıdır.)”1372 1370 İbn-i Mübârek; Ziyâdetü’z-Zühd, 73; et-Tergíb ve’t-Terhîb, 4/535. 1371 Münzirî, et-Tergíb ve’t-Terhîb, 4/535. 1372 Buhárî, 2793; Müslim, 1882; İbn-i Mâce, 2755; Tirmizî, 1649; Ahmed, 10902.

514 Dâr-ı Saádet İbn-i Ömer (ra)’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte, Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuşlardır: ‫فَي ْنظر فَ ِإذا حوراء من ا ْلحور ا ْلعين جالسة على َس ِرير ملك َها َعلَ ْي َها َس ْب ُعو َن ح ّلَة لَ ْي َس‬ ‫ِم ْن َها ح ّلَة من لون صاحبتها فَيرى مخ َساق َها من َورَاء ال ّلَ ْحم َوال َّدم والعظم َوا ْل ِك ْسوَة‬ ‫فَوق ذَ ِلك فَي ْنظر ِإلَ ْي َها فَيَ ُقول من أَ ْنت فَتَقول أَنا من ا ْلحور ا ْلعين من ال َّل ِتي خبئن لَك‬ ‫فَي ْنظر ِإلَ ْي َها أَ ْربَ ِعي َن سنة َل يصرف بَ َصره َع ْن َها ث َّم يرفع بَ َصره ِإلَى الغرفة فَ ِإذا أُ ْخرَى‬ ‫أجمل ِم ْن َها فَتَقول َما آن لَك أَن يكون لنا ِم ْنك نصيب فيرتقي ِإلَ ْي َها أَ ْربَ ِعي َن سنة َل‬ ‫يصرف بَ َصره َع ْن َها‬ “Başını kaldırınca yatağında oturmuş iri gözlü hûrîyi görür. Üzerine yetmiş kat rengârenk şeffâf elbise giyinmiştir. Elbiselerin altında, etinin ve kemiğinin içinden ilikleri görülür. Ona bakınca: ‘Sen kimsin?’ diye sorar. O da, ‘Ben yalnız senin için hâzırlanmış olan hûrîlerdenim’ der. Ona bir bakınca nâ- dîde güzelliğinin karşısında mest olur, kırk yıl gözünü ondan ayıramaz. Sonra başını kaldırıp odaya bakınca, ondan daha güzel bir hûrî görür. O da kendi- sine, ‘Bizim de senden nasíbimizi alacağımız zamân gelmedi mi?’ deyince, ona da bakar; güzelliğinin câzibesinden kırk yıl gözünü ondan ayıramaz.”1373 ‫َو َعن سعيد بن َعامر بن خريم رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل َِسعت رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه‬ ‫َوسلم يَ ُقول لَو أَن ا ْمرَأَة من ن َساء أهل ا ْلجنَّة أشرفت لملأت الأَ ْرض ريح مسك‬ ‫ولأذهبت ضوء ال َّش ْمس َوا ْل َق َمر‬ Saíd bin Âmir b. Hureym (ra)’den, Resûlulláh (sav)’in şöyle dediği rivâyet olundu: “Cennet kadınlarından biri dünyâya bakacak olsa, yeryüzünü misk kokusu doldurur, güzelliği de Güneş’in ve Ay’ın ışığını giderir.”1374 ‫َو ُر ِو َي َعن ا ْبن َع ّبَاس رَ ِضي الله َع ْن ُه َما قَا َل لَو أَن حوراء أخرجت كفها بَين ال َّس َماء َوا ْلَ ْرض‬ ‫لافتتن ا ْل َخ َلئق بحسنها َولَوأخرجتنصيفهال َكانَ ْت ال َّش ْمس ِع ْندحسنهمثل الفتيلة ِفي‬ 1373 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 358. 1374 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 361.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 515 ‫ال َّش ْمس َل ضوء لَ َها َولَو أخرجت َوجه َها لأضاء حسنها َما بَين ال َّس َماء َوا ْلَ ْرض‬ İbn-i Abbâs (ra)’dan şöyle rivâyet olundu: “Eğer bir hûrî, gökle yer arasında bir avucunu çıkarıp gösterse, güzelliği karşı- sında bütün insânlar şaşkına döner, güzelliğine vurulurlar. Şâyet eşarbını çıkarıp gösterse, onun güzelliğinin yanında, Güneş’in altında mûm ışığı nasıl sönük ise Güneş’in ışığı öyle zayıf kalır. Şâyet yüzünü gösterecek olsa, güzelliği yer ile gök arasını aydınlatır.”1375 ‫َو َعن أنس بن َمالك رَ ِضي الله َعن ُه َعن النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل‬ ‫لَو أَن حوراء بزقت ِفي َبر لعذب ذَ ِلك ا ْلبَ ْحر من عذوبة ِريق َها‬ Enes bin Mâlik (ra)’den rivâyet olunan hadîste, Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Eğer bir hûrî denize tükürse, tükürüğünün tatlılığından o denizin suyu tatlanır.”1376 ‫َعن ا ْبن َع ّبَاس َم ْوقُوفا قَا َل لَو أَن ا ْمرَأَة من ن َساء أهل ا ْلجنَّة بصقت‬ ‫ِفي َس ْب َعة أبحر ل َكانَ ْت ِت ْل َك الأبحر أحلى من ا ْل َع َسل‬ İbn-i Abbâs (ra)’dan mevkûf olarak şöyle rivâyet olundu: “Şâyet Cennet ehlinin kadınlarından biri yedi denize tükürse, bütün denizler baldan daha tatlı olur.”1377 ‫َو َعن ا ْبن َع ّبَاس رَ ِضي الله َع ْن ُه َما قَا َل ُكنَّا ُج ُلو ًسا َم َع َك ْعب يَ ْو ًما فَ َقا َل لَو أَن يدا‬ ‫من ا ْلحور من ال َّس َماء ببياضها وخواتيمها دليت َلَ َضا َء ْت لَ َها الأَ ْرض َك َما تضيء‬ ‫ال َّش ْمس لأهل ال ُّد ْنيَا ث َّم قَا َل ِإنَّ َما قلت يَد َها فَكيف بِا ْلوَ ْج ِه بياضه َوحسنه وجماله‬ ‫وتاجه وياقوته ولؤلؤه وزبرجده‬ İbn-i Abbâs (ra) der ki: “Bir gün Ka‘b’la birlikte oturuyorduk. Dedi ki: ‘Eğer bir hûrînin bem beyâz eli, parmaklarındaki yüzüklerle semâdan sarkıtılsa, Güneş’in dün- yâyı aydınlattığı gibi, bütün yeryüzü aydınlanır. Yalnız eli dedim. Ya bem beyâz güzel 1375 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 365. 1376 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 366. 1377 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 366.

516 Dâr-ı Saádet yüzü, göz alıcı tâcı ve onun yâkútları, incileri ve yeşil zümrüt taşları nasıl olur!’ ”1378 Hûrîlerin güzelliğine dâir rivâyet çoktur. Bu kadarıyla iktifâ ettik. Altıncı Mes’ele: Hûrîlerin Cennet’te güzel nağmeleriyle terennüm ettiklerine ve gür sesleriyle şarkı söylediklerine dâirdir. ‫ ِإذَا َس ّبَ َح ِت ا ْل َم ْرأَ ُة ِم َن‬:‫ َع ْن َ ْي َي ْب ِن أَ ۪بي َك ۪ثي ٍر‬:‫قَا َل ا ْلَ ْوزَا ۪عي‬ .‫ا ْل ُحو ِر ا ْل ۪عي ِن لَ ْم يَ ْب َق َش َجرَ ٌة ِفي ا ْل َجنَّ ِة ِإ َّل َورَ ّدَ ْت َعلَ ْي َها‬ Evzâî, Yahyâ bin Ebî Kesîr’den şöyle nakleder: “Hûrîlerden biri tesbîh ettiği zamân, Cennet’te o hûrînin tesbîhine mukábele etmeyen hîçbir ağaç yoktur.”1379 ‫َوقَا َل ا ْب ُن ا ْل ُمبَارَ ِك َح َّدثَنَا ا ْلَ ْوزَا ِع ُّي َع ْن َ ْي َي ْب ِن أَ ۪بي َك ۪ثي ٍر أَ َّن ا ْل ُحورَ ا ْل ۪عي َن يَتَلَ َّق ْ َي‬ ،‫ فَنَ ْح ُن ال ّرَا ِضيَا ُت فَ َل نَ ْس َخ ُط‬،‫ طَا َل َما ا ْنتَظَ ْرنَا ُك ْم‬:‫ ِع ْن َد أَ ْبوَا ِب ا ْل َجنَّ ِة فَيَ ُق ْل َن‬،‫أَ ْز َوا َج ُه َّن‬ ‫ َوتَ ُقو ُل أَ ْن َت‬،‫َوا ْل ُم ۪قي َما ُت فَ َل نَ ْظ َع ُن َوا ْل َخا ِل َدا ُت فَ َل نَ ُمو ُت بِأَ ْح َس ِن أَ ْصوَا ٍت ُ ِس َع ْت‬ .‫ َو َل َورَا َء َك َم ْع ِد ٌل‬،‫ لَ ْي َس ُدونَ َك َم ْق ِص ٌد‬،‫ِح۪ ّب َوأَنَا ِح ّبُ َك‬ İbn-i Mübârek der ki: “Bize Evzâî, Yahya bin Ebî Kesîr’den rivâyet ede- rek şöyle buyurdu: ‘Hûrîler, zevclerini Cennet kapılarının yanında karşılarlar ve derler ki: ‘Sizi bekleyişimiz çok uzun oldu. Biz her hâlimize râzıyız, aslâ kız- mayız. Dâimî burada kalıcılarız, aslâ başka yere göçmeyiz. Burada ebedîyiz, aslâ ölmeyiz.’ Bunları söylerken, işitilecek en güzel seslerle söylerler. Ve o hûrîler, zevclerini karşılarken derler ki: ‘Sen, benim mahbûbum, sevdiğimsin; ben senin sevgilinim. Senden başka arzûm yoktur. Senden sonra da senin yerine geçe- cek kimse yoktur.’ ”1380 Ali (ra)’den rivâyete göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: ‫ِا َّن ِفي ا ْل َجنَّ ِة لَ ُم ْجتَ َم ًعا ِل ْل ُحو ِر ا ْل ۪عي ِن يَ ْرفَ ْع َن بِاَ ْصوَا ٍت لَ ْم يَ ْس َم ِع ا ْل َخ َلئِ ُق ِم ْثلَ َها يَ ُق ْل َن‬ ‫َ ْن ُن ا ْل َخا ِل َدا ُت فَ َل نَ۪بي ُد َو َ ْن ُن النَّا ِع َما ُت فَ َل نَ ْباَ ُس َو َ ْن ُن ال ّرَا ِضيَا ُت فَ َل نَ ْس َخ ُط ُطو ٰبى‬ .‫ِل َم ْن َكا َن لَنَا َو ُكنَّا لَ ُه‬ 1378 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 367. 1379 Hâdiyü’l-Ervâh, 2/516. 1380 İbn-i Mübârek, Kitâbü’z-Zühd, 435; İbn-i Ebi’d-Dünyâ Sıfâtü’l-Cenneh, 268 (senedi sahîhdir).

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 517 “Şübhesiz, Cennet’te hurîlerin bir toplantı yeri vardır. Hûrîler orada bir araya gelirler ve hîçbir yaratığın bir benzerini işitmediği güzel ve yüksek bir sesle şunları terennüm ederler: ‘Biz, ebedî kalanlarız, aslâ yok olmayacağız. Biz, refâh için- deyüzenleriz; güçlük görmeyeceğiz. Hóşa gitmeyen hüzün ve sıkıntı veren hâ- limiz yoktur. Biz, dâimâ hóşnûd ve râzı olanlarız; aslâ öfkelenmeyeceğiz. Ne mutlu o kişiye ki; o bizimdir, biz de onunuz.’ ”1381 ‫ ِإ َّن أَ ْز َوا َج أَ ْه ِل‬:‫ قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم‬:‫َع ِن ا ْب ِن ُع َمرَ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه َما قَا َل‬ ‫ َ ْن ُن ا ْل َخ ْيَا ُت‬:‫ ِإ َّن ِ ّمَا يُ َغ ۪نّي َن بِ ۪ه‬،‫ا ْل َجنَّ ِة لَ ُي َغ ۪نّي َن أَ ْز َوا َج ُه َّن بِأَ ْح َس ِن أَ ْصوَا ٍت َِس َع َها أَ َح ٌد قَ ُّط‬ ‫ َ ْن ُن ا ْل َخا ِل َدا ُت فَ َل‬:‫ َو ِإ َّن ِ ّمَا يُ َغ ۪نّي َن‬،‫ يَ ْن ُظ ْر َن بِ ُق ّرَ ِة أَ ْعيَا ٍن‬،‫ أَ ْز َوا ُج قَ ْو ٍم ِكرَا ٍم‬،‫ا ْل ِح َسا ُن‬ ‫ رواه الطبراني في الصغير‬.‫ َ ْن ُن ا ْل ُم ۪قي َما ُت فَ َل يَ ْظ َعنَّ ْه‬،‫ َ ْن ُن ا ْلٰ ِمنَا ُت فَ َل َيَ ْفنَ ْه‬،‫يَ ُم ْتنَ ْه‬ ‫والأوسط ورواتهما رواة الصحيح‬ İbn-i Ömer (ra)’dan rivâyetle Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuştur: “Ehl-i Cennet’in zevceleri, hîçbir kimsenin işitmediği en güzel seslerle kocalarına şar- kı söyleyip tegannîde bulunurlar. Söyledikleri şarkı ve tegannîlerinden ba‘zıları şunlardır: ‘Bizler, ahlâken çok hayırlı ve súreten çok güzeliz. Bizler; kirâm, saygı değer bir kavmin zevceleriyiz.’ Onlar, gözlerinin aydınlığı ve parlaklığı ile bakarlar. Yine tegannîlerinden bir kısmı dahi şudur: ‘Bizler; burada dâimî kalı- cılarız, ebediyyen ölmeyiz. Bizler emniyyet içindeyiz, aslâ korkmayız. Burada mukímleriz, aslâ başka yere göçmeyiz.’ ”1382 ‫َو ُر ِو َي َعن أبي أُ َما َمة رَ ِضي الله َعن ُه َعن النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل َما من عبد ي ْدخل‬ ‫ا ْلجنَّة ِإ َّل ِع ْند رَأسه َوعند رجلَ ْي ِه ِث ْنتَا ِن من ا ْلحور ا ْلعين تُغنيَا ِن بِأَ ْح َسن َصوت َسعه ا ْ ِل ْنس‬ ‫َوا ْل ِج ّن َولَ ْي َسبمزامير ال َّش ْيطَان َولَ ِكنبتحميد اللهوتقديسهرَ َوا ُهالطَّ َبَا ِن ّي َوا ْلبَ ْي َه ِق ّي‬ Ebû Umâme (ra), Resûlulláh (sav)’den şöyle rivâyet etti: “Cennet’e giren her kulun başucunda ve ayağı ucunda ikişer hûrî, insânların ve cinlerin işitmediği güzel sesle şarkı söyleyeceklerdir. Fakat, onların şarkısı, şeytánı sevindiren hevâî sözler ve âletlerle değildir. İlâhî sözlerle, nağmelerle Elláh’ı hamd ve takdîstir.”1383 1381 Tirmizî, 38/23, Hadîs No: 2743. 1382 Taberânî fi’l-Kebîr, 11/364; Taberânî fi’l-Evset, 5/149. 1383 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 370-371.

518 Dâr-ı Saádet ‫َو َعن ا ْبن عمر رَ ِضي الله َع ْن ُه َما قَا َل قَا َل رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم ِإن أَز َواج أهل‬ ‫االْلحجنَّسةالني أغَنز َيوانجأَزق َواومجكهرَّانمبِأيَنْحظ َ ُرسون َنأبقصروةا أَ ْتعيَاَسنع َوَه ِإانأ ِ ّمحَاديقغن ّطي ِإننبِ ِهِ ّمَا َنينغنالينخابِلِهداَنتن‬ ‫ا ْلخيرَات‬ ‫فَ َل نمتنه‬ ‫َنن الآمنات فَ َل نخفنه َنن المقيمات فَ َل نظعنه رَ َوا ُه الطَّ َبَا ِن ّي ِفي ال َّص ِغير والأوسط‬ ‫ورواتهما ُر َواة ال َّص ِحيح‬ İbn-i Ömer (ra)’den, Resûlulláh (sav)’in şöyle dediĝi rivâyet olundu: “Cennet ehlinin hánımları, kocalarına hîç kimsenin aslâ işitmediği güzel ses- lerle şarkılar söylerler. Söylediklerinin içinde şu sözler de vardır: ‘Biz çok güze- liz. Hayât bahşederiz. En şerefli kimselerin hánımlarıyız. Bakışları neş’e ve sürûr verir.’ Şunları da terennüm ederler: ‘Biz, ebedî kalacağız, aslâ ölmeye- ceğiz. Biz, güven içinde mutluyuz, hîç korkumuz yoktur. Biz, hep buradayız, Cennet’teyiz, başka bir yere göçmeyeceğiz.’ ”1384 ‫َو َعن أنس بن َمالك رَ ِضي الله َعن ُه أَن النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل ِإن ا ْلحور ِفي‬ ‫ا ْلجنَّة يغنين يقلن َنن ا ْلحور الحسان هدينَا ِلَ ْز َواج كرام‬ Enes b. Mâlik (ra)’den Resûlulláh (sav)’in şöyle dediği rivâyet olundu: “Cennet’te hûrîler şarkı söyler ve şöyle derler: ‘Biz güzel hûrîleriz. İyi ve değer- li kocalara verilmişizdir.’ ”1385 ‫َو ُر ِو َي َعن ا ْبن أبي أوفى رَ ِضي الله َع ْن ُه َما قَا َل قَا َل رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم‬ ‫يُزَ ّوج كل رجل من أهل ا ْلجنَّة أَ ْربَ َعة آ َلف بكر َوثَ َما ِنية آ َلف أيم َو ِمائَة حوراء‬ ‫فيجتمعن ِفي كل َس ْب َعة أَيَّام فيقلن بِأَ ْصوَات حسان لم يسمع ا ْل َخ َلئق بمثلهن‬ ‫َنن الخالدات فَ َل نبيد َونحن الناعمات فَ َل نبأس َونحن الراضيات فَ َل نسخط َونحن‬ ‫المقيمات فَ َل نظعن ُطوبَى لمن َكا َن لنا َو ُكنَّا لَ ُه رَ َوا ُه أَبُو نعيم ِفي صفة ا ْلجنَّة‬ İbn-i Ebî Evfâ (ra), Resûlulláh (sav)’in şöyle dediğini rivâyet etti: “Cennet ehlinden her erkek, dört bin bâkire kızla, sekiz bin kadınla ve yüz de hûrî ile evlenir. 1384 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 371. 1385 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 372.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 519 Bunlar her yedi günde bir toplanır. Hîçbir yaratığın işitmediği güzel sesleriyle şu söz- leri terennüm ederler: ‘Biz, ebedîyiz, hîç yok olmayacağız. Bize ni‘met verilmiş ve hâlimizden memnûnuz, hîç üzülmeyiz. Biz râzıyız, hîç öfkelenmeyiz. Biz, hep burada kalacağız, başka yere göçmeyeceğiz. Ne mutlu bize eş olan ve bizim de kendisine eş olduğumuz kimseye.’ ”1386 ‫َو َعن أبي ُهرَ ْيرَة رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل ِإن ِفي ا ْلجنَّة نَهرا طول ا ْلجنَّة حافتاه العذارى قيام‬ ‫متقابلات يغنين بِأَ ْح َسن أصوات ي ْسمع َها ا ْل َخ َلئق َح َّت َما يرَ ْو َن أَن ِفي ا ْلجنَّة لَ َّذة‬ ‫مثل َها قُ ْلنَا يَا أَبَا ُهرَ ْيرَة َو َما ذَاك ا ْلغناء قَا َل ِإن َشا َء الله التَّ ْس ِبيح والتحميد َوالتَّ ْق ِديس‬ ‫وثناء على الرب عز َوجل رَ َوا ُه ا ْلبَ ْي َه ِق ّي َم ْوقُوفا‬ Ebu Hüreyre (ra)’den şöyle rivâyet olundu: “ ‘Cennet’te, Cennet’in uzunlu- ğunda bir ırmak vardır. İki kıyısında genç kızlar ayakta karşı karşıya durarak, hîç kimsenin işitmediği güzel sesleriyle şarkılar söylerler.’ Ebu Hüreyre’yi dinle- yenler: ‘Yâ Ebâ Hüreyre! Şarkılarının sözleri nelerdir?’ dediler. ‘Tesbîh, tahmîd, takdîs ve Elláh’a hamd ü senâdır’ dedi.”1387 Hûrîlerin seslerinin güzelliğine delâlet eden ve en güzel nağmelerle Cen- net’te şarkı söyleyeceklerini beyân eden daha pek çok hadîs-i şerîf mevcûddur. Biz, bu hadîslerden birkaçını zikretmekle iktifâ ettik. Yedinci Mes’ele: Hûrîlerin adedine dâirdir. Hûrîlerin adedine dâir muhtelif rivâyât vardır. İki aded olduğuna dâir ri- vâyetlerle birlikte, tâ on binlere kadar olduğuna dâir rivâyetler vardır. Hattâ, ba‘zı ehl-i Cennet, istediği kadar hûrî ihtiyâr edebilir. Konuyla alâkalı hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulmuştur: ‫َم ْن َكظَ َم َغ ْيظًا َو ُهوَ يَ ْستَ ۪طي ُع أَ ْن يُ ْن ِف َذ ُه َد َعا ُه الّٰ ُل يَ ْو َم ا ْل ِقيَا َم ِة‬ .‫َع ٰل ُر ُؤو ِس ا ْل َخلاَئِ ِق َح ّٰت ُيَ ِّيَ ُه ۪في أَ ِ ّي ا ْل ُحو ِر َشا َء‬ Muáz bin Enes el-Cühenî (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûl-i Ek- rem (asm) şöyle buyurmuşlardır: “Her kim gayz ve hiddetinin gereğini yapma- ya kádir olduğu hâlde, gayzını yutup gereğini yapmazsa; Cenâb-ı Hak, kıyâmet 1386 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 372. 1387 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 373.

‫‪520 Dâr-ı Saádet‬‬ ‫‪günü bütün mahlûkátının başları üzerinde o kulunu çağırır. Tâ ki, hûrîlerden‬‬ ‫‪istediğini ihtiyâr edip alsın.”1388‬‬ ‫‪Hazret-i Ali (ra)’den rivâyet edilen uzun bir hadîsin devâmında Resûl-i Ek-‬‬ ‫‪rem (sav) şöyle buyurmuştur:‬‬ ‫…وينتهون ِإلَى بَاب ا ْلجنَّة فَ ِإذا َحل َقة من ياقوتة َحْرَاء على َص َفائِح ال َّذ َهب َو ِإذا َش َجرَة‬ ‫على بَاب ا ْلجنَّة يَ ْنبع من أَ ْصل َها عينان فَ ِإذا شربوا من أَحدهم َا جرت ِفي ُو ُجوههم بنضرة‬ ‫النَّعيم َو ِإذا توضؤوا من ا ْلُ ْخرَى لم تشعث أشعارهم أبدا فيضربون ا ْلحل َقة بالصفيحة‬ ‫فَلَو َِسعت طنين ا ْلحل َقة يَا َعل ّي فَيبلغ كل حوراء أَن زَوج َها قد أقبل فتستخفها العجلة‬ ‫فتبعث قيمها فَيفتح لَ ُه ا ْلبَاب فلولا أَن الله عز َوجل عرفه نَفسه لخر لَ ُه َسا ِجدا ِمَّا يرى‬ ‫من النُّور والبهاء فَيَ ُقول أَنا قيمك الَّ ِذي وكلت بِأَ ْمرك فيتبعه فيقفو أَثَره فَيَأْ ِتي زَوجته‬ ‫فتستخفها العجلة فَتخرج من ا ْل َخ ْي َمة فتعانقه َوتقول أَ ْنت حبي َوأَنا حبك َوأَنا الراضية‬ ‫فَ َل أَسخط أبدا َوأَنا الناعمة بِ َل أبأس أبدا َوأَنا الخالدة فَ َل أظعن أبدا فَي ْدخل بَ ْيتا من‬ ‫أساسه ِإلَى سقفه مائَة ألف ِذرَاع َم ْب ِ ّن على جندل ال ّلُ ْؤلُؤ والياقوت طرائق خضر وطرائق‬ ‫صفر َما ِم ْن َها طَري َقة تشاكل صاحبتها فَيَأْ ِتي الأريكة فَ ِإذا َعلَ ْي َها َس ِرير على السرير َس ْب ُعو َن‬ ‫فراشا على كل فرَاش َس ْب ُعو َن زَ ْو َجة على كل زَ ْو َجة َس ْب ُعو َن ح ّلَة يرى مخ َساق َها من بَا ِطن‬ ‫ا ْلحلَل ي ْق ِضي جماعهن ِفي ِم ْق َدار لَ ْيلَة ت ْج ِري من َ ْتتهم أَن َهار مطر َدة أَن َهار من َماء غير‬ ‫آسن َصاف لَ ْي َس ِفي ِه كدر وأنهار من عسل مصفى لم يخرج من بطُون النَّ ْحل وأنهار من‬ ‫خمر لَ َّذة للشاربين لم تعصره ال ِّر َجال بأقدامها وأنهار من لبن لم يتَ َغ َّي طعمه لم يخرج‬ ‫من بطُون ا ْل َما ِشيَة فَ ِإذا اشتهوا الطَّ َعام َجا َء ْت ُهم طير بيض فَترفع أَ ْج ِن َحت َها فَيَأْ ُك ُلو َن من‬ ‫جنوبها من أَي الألوان شاؤوا ث َّم تطير فتذهب وفي َها ثمار متدلية ِإذا اشتهوها ا ْنبَ َع َث‬ ‫ا ْل ُغ ْصن ِإلَ ْي ِهم فَيَأْ ُك ُلو َن من أَي ال ِثّ َمار شاؤوا ِإن َشا َء قَائِما َو ِإن َشا َء ُمتكئا َوذَ ِل َك قَ ْوله‬ ‫وجنى الجنتين َدان َوبَين أَ ْيديهم خدم َكال ّلُ ْؤلُ ِؤ‪.‬‬ ‫َولَفظ ا ْبن أبي ال ُّد ْنيَا قَا َل يساق الَّذين اتَّقوا رَبهم ِإلَى ا ْلجنَّة زمرا َح َّت ِإذا ا ْنتَهوا ِإلَى‬ ‫‪1388 Tirmizî, 2021.‬‬

‫‪İkinci Bâb/İkinci Fasıl‬‬ ‫‪521‬‬ ‫بَاب من أَ ْبوَاب َها وجدوا ِع ْنده َش َجرَة يخرج من َتت َساق َها عينان تجريان فعمدوا ِإلَى‬ ‫ِإ ْح َداهم َا َكأَنَّ َما أمروا ب َها فَ َش ِربُوا ِم ْن َها فأذهبت َما ِفي بطونهم من أَذَى أَو قذى أَو‬ ‫بَأْس ث َّم َعم ُدوا ِإلَى ا ْلُ ْخرَى فتطهروا ِم ْن َها فجرت َعلَ ْي ِهم بنضرة النَّعيم فَلَ ْن تَتَ َغ َّي‬ ‫أبشارهم تغيرا ب ْعد َها أبدا َول ْن تشعث أشعارهم َكأَنَّ َما دهنوا بالدهان ث َّم ا ْنتَهوا ِإلَى‬ ‫َخزَنَة ا ْلجنَّة فَ َقالُوا َسلام َعلَ ْي ُكم طبتم فادخلوها َخا ِلدين قَا َل ث َّم تلقاهم أَو يلقاهم‬ ‫ا ْلول َدان يطيفون بهم َك َما ي ِطيف ولدان أهل ال ُّد ْنيَا بالحميم يقدم من غيبته فَيَ ُقولُو َن‬ ‫أبشر بِ َما أعد الله لَك من ا ْل َكرَا َمة قَا َل ث َّم ي ْنطَلق ُغ َلم من أُولَ ِئ َك ا ْلول َدان ِإلَى بعض‬ ‫أَز َواجه من ا ْلحور ا ْلعين فَيَ ُقول قد َجا َء ف َلن باسمه الَّ ِذي يدعى بِ ِه ِفي ال ُّد ْنيَا فَتَقول أَ ْنت‬ ‫رَأَ ْيته فَيَ ُقول أَنا رَأَ ْيته َو ُهوَ ذَا بإثري فيستخف ِإ ْح َدا ُه َّن ا ْل َفرح َح َّت تقوم على أُ ْس ُك ّفَة‬ ‫بَاب َها فَ ِإذا ا ْنتهى ِإلَى منزله نظر ِإلَى أَي َش ْيء أساس بُ ْنيَانه فَ ِإذا جندل ال ّلُ ْؤلُؤ فَ ْوقه‬ ‫صرح أَ ْخ َضر وأصفر وأحمر َومن كل لون ث َّم رفع رَأسه فَنظر ِإلَى سقفه فَ ِإذا مثل ا ْل َ ْبق‬ ‫لَ ْو َل أَن الله قدر لَ ُه ا ْلَلَم أَن يذهب ببصره ث َّم طأطأ رَأسه فَنظر ِإلَى أَز َواجه وأكواب‬ ‫َم ْو ُضو َعة ونمارق مصفوفة وزرابي مبثوثة فنظروا ِإلَى ِت ْل َك ال ِنّ ْع َمة ث َّم اتكئوا َوقَالُوا‬ ‫ا ْل َحمد لله الَّ ِذي ه َدانَا ل َه َذا َو َما ُكنَّا لنهتدي لَ ْو َل أَن ه َدانَا الله ث َّم يُنَادي ُمنَاد تحيون فَ َل‬ ‫تموتون أبدا وتقيمون فَ َل تظعنون أبدا وتصحون أرَا ُه قَا َل فَ َل تمرضون أبدا‬ ‫‪“Ehl-i Cennet, Cennet’e vardırdıklarında kanatları, altından olan kapının üze-‬‬ ‫‪rinde kırmızı yâkúttan bir halka görürler. Cennet’in kapısının önünde iki pınar var-‬‬ ‫‪dır. Onların birinden içince sevinçten yüzleri ışıldar. Diğerinden de abdest alınca,‬‬ ‫‪güzelce taranmış saçlarının şekli, bir daha bozulmaz. Halkasına vurup kapıyı çal-‬‬ ‫‪dıklarında öyle güzel bir ses çıkar ki, o halkanın sesini bir işitsen yâ Ali! Sesi işiten‬‬ ‫‪güzel Cennet kadınları kocalarının geldiğini anlayınca, hemen hizmetçilerini kapıyı‬‬ ‫‪açmaya gönderirler. Elláh (cc), onları öyle güzel yaratmıştır ki, eğer kendi kendileri-‬‬ ‫‪ni görseler, güzelliğine vurulur yere kapanırlar. Giden hizmetçi, ‘Ben, senin işlerini‬‬ ‫‪yapmakla vazífeli hizmetçinim’ der.‬‬ ‫‪“Hizmetkârın peşinden eşinin yanına gidince, nâdîde güzel, hemen otağından‬‬ ‫‪çıkar çıkmaz kocasının boynuna sarılır: ‘Sen benim sevgilimsin. Ben de senin‬‬

522 Dâr-ı Saádet sevgilinim. Ben, senden memnûnum. Aslâ sana gücenmeyeceğim. Seni hîç üz- meyeceğim. Hep yanında kalacağım. aslâ ayrılmayacağım’ der. Oradan öyle bir eve girer ki, tavanının yüksekliği yüz bin arşın inci ve yâkúttan yapılmıştır. Biribi- rine benzemeyen, biribirinden güzel kırmızı, yeşil ve sarı renkli koridorlardan geçer, yatak odasına girer. Orada ne görsün! Büyük bir karyola, üzerine yetmiş kat yatak serilmiş, her yatağın üzerinde yetmiş tâne hánımı var, her hánım yetmiş kat elbise giyinmiş. Elbiseler o kadar zarîf ve ince, hánımlar da o kadar güzel ve parlak ki, ba- kınca yetmiş kat elbiseden bacak kemiklerinin içindeki ilikler görülür. Bir gece gibi zamânda hánımlarının hepsinin yanına varır. “Evlerin altından biribirine benzeyen ırmaklar akar. Bunların bir kıs- mından ter temiz sular akar. Kimisinden arıdan çıkma değil de, Elláh’ın kudretiyle özel bir şekilde yaratılan süzülmüş bal akar. Bir takım ırmak- lardan da davarlardan sağılandan değil de, özel yaratılmış sütler akar. Cânları yemek isteyince beyâz kuşlar gelir, hemen kanatlarını kaldırırlar. Onlar da istedikleri yerin etlerinden yerler. Daha sonra kuşlar uçar giderler. Orada dallarda sallanan meyveler de vardır. Cânları isteyince dallar yaklaşır, dilerlerse ayakta veyâ oturarak istedikleri meyvelerden yerler. İnci tânesi gibi güzel hizmetciler de önlerinde hizmete hâzır dururlar. İşte Elláh (cc), şu âyette bunu bildirmiştir: ‘İki Cennet’in meyvelerini de kolayca toplarlar.’ (Rahmân, 55:54.) İbn-i Ebi’d-Dünyâ’nın rivâyetinde hadîsin lafzı şöyledir: “Elláh’ın azâbından korkup îmân ve táat edenler, Cennet’e grup grup götürü- lecekler. Cennet kapılarından birine varınca, orada gövdesinin altından iki pınar kaynayan bir ağaç bulacaklar. Sanki pınarlara gönderilmiş gibi oraya gidip birin- den içince, vücûdlarındaki bütün ağrı ve sızılar gidecek. Sonra diğer pınara gidip yıkanınca da vücûdları o kadar güzelleşecek ki, bir daha çirkinleşmeyecek. Yağ sürülüp taranmış gibi güzelleşen saçları da bir daha bozulmayacak. Daha sonra Cennet’in vazífeli bekçileri onlara: ‘Selâm size! Ter temizsiniz. Artık edebiyyen kalmak üzere girin Cennet’e!’ derler. Daha sonra kendilerini dünyâda gurbetten döndüklerinde hizmetçilerinin karşıladığı gibi güzel hizmetçiler karşılar, etrâflarını sararlar: ‘Size müjde olsun! Elláh, sizin için ne güzel şeyler hâzırladı’ derler. O sırada hizmetçilerden biri gider, güzel hûrîlerden ba‘zı eşlerini müjdeleyerek, dünyâ- daki ismi ile: ‘Falânca beyin geldi’ der. O da, ‘Sen onu gördün mü?’ diye sorunca, ‘Evet, onu gördüm. Arkamdan geliyor’ der. “Bunu işitince sevincinden uçacakmış gibi kalkar, kapının eşiğinde durur bek- ler. Eşi gelince, konağının nelerden yapıldığına bakar. Bir de ne görsün! İnciden

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 523 yaratılmış bir kayanın üzerine yeşil, sarı ve kırmızı rengârenk kıymetli taşlardan yapılmış bir köşk. Başını kaldırınca şimsek gibi parlayan tavanı görür. Eğer Elláh korumasa, tavanın ışığı gözünü alır. Sonra başını indirir, eşlerini görür. Orada önlerine konmuş kâseler, sıra sıra dizilmiş yastıklar, döşenmiş kıymetli halılar vardır. Daha sonra koltuklara dayanarak, ‘Bizi bu ni‘metlere erdiren Elláh’a hamdolsun. Eğer Elláh bizi doğru yola sevk etmeseydi, biz doğru yolu bula- mazdık’ derler. Daha sonra bir melek şöyle seslenir: ‘Ebedî yaşayacak, hîç ölme- yeceksiniz. Burada kalacaksınız, aslâ gitmeyeceksiniz. Hîç hastalanmadan sağlıklı yaşayacaksınız.’ ”1389 ‫َو ُر ِو َي َعن أنس بن َمالك رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل َحدث ِن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم‬ ‫قَا َل َحدث ِن ِج ْ ِبيل َعلَ ْي ِه ال َّس َلم قَا َل ي ْدخل الرجل على ا ْل َح ْورَاء فتستقبله بالمعانقة‬ ‫والمصافحة قَا َل رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم فَ ِبأَي بنان تعاطيه لَو أَن بعض بنانها‬ ‫بدا لغلب ضوؤه ضوء ال َّش ْمس َوا ْل َق َمر َولَو أَن طَاقَة من شعر َها بَ َدت لملأت َما بَين‬ ‫ا ْلمشرق َوا ْلم ْغرب من طيب ِريح َها فَبينا ُهوَ متكىء َمع َها على أريكته ِإ ْذ أشرف َعلَ ْي ِه‬ ‫نور من فَ ْوقه فيظن أَن الله عز َوجل قد أشرف على خلقه فَ ِإذا حوراء تناديه يَا ولي‬ ‫الله أما لنا ِفيك من دولة فَيَ ُقول من أَ ْنت يَا َه ِذه فَتَقول أَنا من اللواتي قَا َل الله تبَارك‬ ‫ فيتحول ِع ْند َها فَ ِإذا ِع ْند َها من ا ْلجمال والكمال َما لَ ْي َس َم َع‬35 ‫َوتَ َعالَى ولدينا م ِزيد ق‬ ‫الأولى فَبينا ُهوَ متكىء َمع َها على أريكته َو ِإذا حوراء أُ ْخرَى تناديه يَا ولي الله أما لنا‬ ‫ِفيك من دولة فَيَ ُقول من أَ ْنت يَا َه ِذه فَتَقول أَنا من اللواتي قَا َل الله عز َوجل فَ َل تعلم‬ ‫ فَ َل يزَال يتَ َح ّوَل‬17 ‫نفس َما أُ ْخ ِفي لَ ُهم من قُ ّرَة أعين َجزَاء بِ َما َكانُوا ي ْعم ُلو َن ال َّس ْج َدة‬ ‫من زَ ْو َجة ِإلَى زَ ْو َجة رَ َوا ُه الطَّ َبَا ِن ّي ِفي ا ْلَ ْو َسط‬ Enes bin Mâlik (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlulláh (sav) şöyle bu- yurmuştur: “Cibrîl bana, ‘Kişi Cennet’te kendisine verilen hûrînin yanına girin- ce onunla tokalaşarak ve boynuna sarılarak karşılar’ dedi.” “Resûlulláh (sav) sözüne şöyle devâm etti: ‘O, hangi parmaklarıyla tokalaşır 1389 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 292.

524 Dâr-ı Saádet biliyor musunuz? Eğer bir parmağı bu dünyâda olsa, Ay’ın ve Güneş’in ışığını bas- tırır. Saçının bir bölümü de görünse, doğu ile batı arasını güzel kokusu ile doldurur. Kişi onunla kanepeye dayanmış otururken, yukarısından bir nûr gözükür. Onu görünce, Elláh kullarına tecellî etti, zanneder. O sırada iri gözlü bir hûrî kendisi- ne, ‘Ey Elláh’ın dostu! Bize sıran gelmedi mi?’ diye seslenir. ‘Sen kimsin?’ de- yince, ‘Ben, Elláhu Teálâ’nın Kur’ân’da, “Orada arzû ettikleri her şeyi bulurlar. Nezdimizde daha fazlası da vardır” (Kaf, 50:35) dediği hûrîlerdenim’ der. Ona dönüp bakınca, onu, birincisinden daha güzel, daha şîrîn bulur. Bununla da kane- peye dayalı oturup onu severken, başka bir hûrînin kendisine, ‘Ey Elláh’ın sevgili kulu! Bize sıran gelmedi mi?’ diye seslendiğini görür. Ona da, ‘Sen kimsin?’ deyince, ‘Ben, Elláh’ın, “Hîçbir kimse, onlar için dünyâda yaptıklarının karşılığı olarak, saklanmış, memnûn edici ni‘metlerin ne olduğunu bilemez” (Secde, 32:17) buyurduğu, senin için saklanmış hûrîlerdenim’ der. İşte böylece, her başını çe- virdiğinde, bir zevcesinden diğer bir zevceye kavuşur.”1390 Ebu Hüreyre (ra)’dan rivâyet edilen bir hadîs de ise Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuşlardır: ‫أهل ا ْلجنَّة ي ْدخ ُلو َن ا ْلجنَّة فَيَ ُقول الله قد شفعتك وأذنت لَ ُهم ِفي ُد ُخول ا ْلجنَّة فَ َكا َن‬ ‫رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم يَ ُقول َوالَّ ِذي بَ َعثَِن بِا ْل َح ِّق َما أَ ْن ُتم ِفي ال ُّد ْنيَا بأعرف‬ ‫بأزواجكم ومساكنكم من أهل ا ْلجنَّة بأزواجهم ومساكنهم فَي ْدخل رجل ِم ْن ُهم على‬ ‫ِث ْنتَ ْ ِي َوسبعين زَ ْو َجة ِ ّمَا ينشىء الله وثنتين من ولد آدم لَهما فضل على من أنشأ الله‬ ‫لعبادتهما الله ِفي ال ُّد ْنيَا ي ْدخل على الأولى ِم ْن ُه َما ِفي غرفَة من ياقوتة على َس ِرير من‬ ‫ذهب مكلل بِال ّلُ ْؤلُ ِؤ َعلَ ْي ِه َس ْب ُعو َن زوجا من سندس وإستبرق ث َّم يضع يَده بَين كتفيها‬ ‫ث َّم ينظر ِإلَى يَده من صدرها من َورَاء ِثيَاب َها وجلدها ولحمها َوإنَّ ُه لي ْنظر ِإلَى مخ‬ ‫َساق َها َك َما ينظر أحد ُكم ِإلَى السلك ِفي قَ َصبَة ا ْليَاقُوت كبده لَ َها م ْرآة وكبدها لَ ُه م ْرآة‬ ‫فَبينا ُهوَ ِع ْند َها َل يملها َو َل تمله َو َل يَأْ ِتي َها م ّرة ِإ َّل وجد َها عذراء َما يفتر ذكره َو َل‬ ‫يشتكي قبل َها فَبينا ُهوَ َك َذ ِلك ِإ ْذ نُودي ِإنَّا قد عرفنَا أَنَّك َل تمل َو َل تمل ِإ َّل أَنه َل‬ 1390 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 362.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 525 ‫مني َو َل منية ِإ َّل أَن لَك أَ ْز َوا ًجا َغير َها فَيخرج فيأتيهن َوا ِح َدة َوا ِح َدة بعد كلما َجا َء‬ ‫َوا ِح َدة قَالَت َوالله َما ِفي ا ْلجنَّة َش ْيء أحسن ِم ْنك َو َما ِفي ا ْلجنَّة َش ْيء أحب ِإلَ ّي ِم ْنك‬ “Beni hak dinle gönderen Elláh’a yemîn ederim ki, Cennet’teki yerlerinizi ve há- nımlarınızı, dünyâdaki evleriniz ve hánımlarınızdan daha kolay tanırsınız. Cennet ehlinden bir erkeğe, Elláh’ın Cennet’te yarattığı hûrîlerden yetmiş zevce, dünyâdan gitme kadınlardan da iki tâne verilir. Bu kadınlar, dünyâda Elláh’a ibâdetleri sebe- biyle hûrîlerden daha üstündürler. Bunlardan ilk kadının yanına yâkúttan yaratıl- mış bir odada varır. Onu incilerle süslenmiş, üzerinde yetmiş kat hás ipekten örtü olan altın karyolanın üzerinde bulur. Yanına vardıktan sonra elini sırtına koyarak onu kucaklar. Göğsüne bakınca, ince elbiselerinin, şeffâf cildinin ve beyâz nârin etinin ardından sırtındaki elini görür. Bacaklarına bakınca da -ipliğe dizili yâkú- ta baktığınızda içindeki ipliği gördüğünüz gibi- iliklerini görür. Kendisinin ciğeri, hánımına; onun da ciğeri, kendisine ayna gibi parlar. Yanında olduğu sürece ne kendisi onu usandırır, ne de o kendini usandırır. Karısı ile her temâs edişinde onu bâkire bulur. Bu temâslardan da ne kendisi yorulur, tâkatten düşer, ne de hánımı ağrı ve sızıdan şikâyetçi olur. “Böyle zevk ve safâ içinde iken kendisine şöyle bir ses gelir: ‘Usanmazsın, usandırmazsın. Râhatın da bozulmaz. Fakat, seni bekleyen ondan başka hánımların da vardır.’ Bunu işitince hemen oradan çıkar, teker teker diğer hánımlarının da yanına varır, onlarla da zevk u safâ sürer. Yanına vardığı her kadın kendisine, ‘Cennet’te senden daha güzel ve yakışıklı ve bana senden daha sevimli hîçbir şey yoktur’ der.”1391 ‫َو ُر ِو َي َعن ِع ْك ِر َمة رَ ِضي الله َعن ُه َعن النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل ِإن ا ْلحور ا ْلعين‬ ‫لأ ْكثر عددا ِم ْن ُكن يدعو َن ِلَ ْز َوا ِج ِه َّن يقلن ال ّلَ ُه َّم أعنه على دينك بعزتك َوأَ ْقبل بِ َق ْل ِبه‬ ‫على طَا َعتك وبلغه ِإلَ ْينَا بقربك يَا أ ْرحم ال ّرَا ِ ِحي َن‬ İkrime (ra)’den, Resûlulláh (sav)’in şöyle dediği rivâyet olundu: “İri gözlü hûrîler, siz kadınlardan daha çokturlar. Onlar, kocaları olacak kişiler için Elláh’a şöyle yalvarırlar: ‘Elláh’ım! Kudret ve izzetin hakkı için, dîndâr 1391 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 364-365.

526 Dâr-ı Saádet olması husúsunda ona yardım et. Kalbini sana itáate çevir. Ey en çok bağışlayıcı ve merhametli olan! Sana yakın olarak onu bize ulaştır.’ ”1392 Hurîlerin adedleriyle alâkalı bu rivâyetlerin ayrı ayrı olması, ehl-i Cennet’in makám ve derecelerine göre hûrîlerin verileceğine işârettir. Kişinin makámına göre yetmiş, yedi yüz, yetmiş binden, tâ yüz binlere kadar hûrîleri olanlar vardır. Rivâyetler arasında tezâd yoktur. Hem bu sayılar, kesretten kinâyedir. El-ilmü indelláh.  1392 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 364-367.

ÜÇÜNCÜ FASIL Cennet’in hádimleri (hizmetçileri) hakkındadır. Lezzetin kemâli odur ki; şahıs, mahdûm olsun; ni‘metler, ikrâmlar ayağına gelsin; ona hizmet edilsin; pâdişâh gibi yerinde otursun; hizmetçiler yemekleri önüne getirsin, huzúrunda el-pençe dursun. İşte, Cennet’te hizmetçiye gerek olmadığı hâlde -zira insân, arzû ettiği her şeyi, istediği ânda yanında hâzır bulur-; yine de ayrı bir lezzet vermesi, bir haş- met-i saltanatı göstermesi cihetiyle sarâyların kapısına hizmetçiler dikilir; Cen- net’te ğılmanlar (“şâb-ı emred” denilen tüysüz, parlak, genç hizmetçiler) ehl-i Cennet’e hizmet ederler.1393 Bunlar, insân súretinde arz-ı dîdâr eden melekler- dir. Bu hádimler, meleklerden olduğu için, erkeklik ve dişilikleri yoktur. Fakat, Cennet ehlinin isteğine göre erkek veyâ kadın súretinde bulunurlar. Evlerde, sarâylarda hizmet eder; kadehlerle şarâblar ikrâm ederler. Ehl-i Cennet, bu hiz- metten ayrı lezzet alırlar. Evet, lezzetin en mükemmeli odur ki; insân, ağa gibi yerine, koltuğuna otura; ona hizmetçiler tarafından hizmet edile; ikrâmlar önüne, ayağına getirile. İşte, âyet-i kerîmede geçen ‫“ َواُتُـوا بِـ ۪ه‬Onlara rızıkları (hizmetçiler tarafından) getirilir, hizmet edilir”1394 ifâdesi, bu hakíkati sarâhaten haber vermektedir. Demek, ehl-i Cennet, yerinden kalkmıyor. Onlara hizmetçiler tarafından her çeşit ikrâmlar yapılıyor; önlerine konuluyor; ellerine sunuluyor. Bu da onlar için ayrı bir lezzettir, bir saádettir. Çünkü, bu hâl, onların ne derece yüksek bir salta- nata, bir haşmete, bir mülk-i bâkíye mazhar olduklarını gösteriyor. 1393 Túr, 52:24. 1394 Bakara, 2:25.

528 Dâr-ı Saádet Evet, âyâtın sarâhatiyle ve ehâdîsin rivâyâtıyla sâbittir ki: Cennet’te, ehl-i Cennet’e hizmetçiler ihsân edilir. Cenâb-ı Hak, ehl-i Cennet’e o hizmetçiler vâ- sıtasıyla ikrâmda bulunur. O hizmetçiler, ğılmânlardır. Ya‘nî, tüysüz, şâb-ı em- redlerdir. Ba‘zı rivâyetlere göre, her bir sarâyın kapısında yüz hizmetçi bulunur. Ba‘zı rivâyetlerde ise, beş yüz hizmetçiden bahsediliyor. Binlerce hizmetçi verileceğine dâir rivâyetler de vardır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, muhtelif âyetlerde Cennet’in hádimlerinden bahset- mektedir. Ba‘zı âyetlerde sarâhaten ‫ ِو ْلــ َدا ٌن ُمَ ّلَــ ُدو َن‬ve ‫ ِغ ْل َمــا ٌن‬diye ta‘bîr edi- len bu hizmetçiler, ehl-i Cennet’e hizmet etmek için musahhar kılınmıştır. Ba‘zı âyetlerde ise, işârî olarak bu hizmetçilerden bahsedilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de ‫ ِو ْلـ َدا ٌن ُمَ ّلَـ ُدو َن‬ta‘bîri, iki yerde; ‫ ِغ ْل َمـا ٌن‬ta‘bîri ise bir yerde geçmekte- dir. Şöyle ki: Vâkıa Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫“ يَطُــو ُف َعلَ ْي ِهــ ْم ِو ْلــ َدا ٌن ُمَ ّلَــ ُدو َن‬Onların çevrelerinde, dâimâ aynı hâlde ka- lan, ya‘nî ihtiyârlamayan, değişme ve bozulmaya uğramayan gençler dolaşıp on- lara hizmet ederler. Ehl-i Cennet, her ne zamân, her ne arzû ederlerse, o hizmet- çiler, istedikleri vechile hizmete hâzırdırlar.”1395 ‫“ بِاَ ْكـوَا ٍب َواَبَا ۪ريـ َق َو َكأْ ٍس ِمـ ْن َم ۪عـ ٍن‬O hizmetçiler, ellerinde çeşmelerden akan ve su kaynaklarından çıkan lezîz şarâbdan doldurulmuş destiler, ibrîkler ve kadehler oldu- ğu hâlde onların etrâfında dolaşırlar; o muhterem zâtlara o içkiden takdîm ederler.”1396 İnsân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ َويَطُــو ُف َعلَ ْي ِهــ ْم ِو ْلــ َدا ٌن ُمَ ّلَــ ُدو َنۚ ِاذَا رَاَ ْيتَ ُهــ ْم َح ِســ ْبتَ ُه ْم لُ ْؤلُــ ۬ؤًا َم ْنثُــورًا‬On- ların,) ehl-i Cennet’in (etrâfında, ebedî olan genç hizmetçiler dolaşır. Onları göreceğin zamân onları,) renklerinin saflığı, yüzlerinin parlaklık ve güzelliği i‘ti- bâriyle (birer saçılmış inci sanırsın.)”1397 Tûr Sûresi’nde şöyle buyruluyor: ‫(“ َويَطُـو ُف َعلَ ْي ِهـ ْم ِغ ْل َمـا ٌن لَ ُهـ ْم َكاَنَّ ُهـ ْم لُ ْؤلُـ ۬ؤٌ َم ْكنُـو ٌن‬Ve onların) Cennet ehlinin (etrâfında, kendilerine mahsús, sâdece onlara hizmet etmek için yaratılmış bir ta- 1395 Vâkıa, 56:17. 1396 Vâkıa, 56:18. 1397 İnsân,76:19.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 529 kım genç hizmetçiler dolaşırlar.) Onlardan gelecek emri intizár ederler (ki; sanki onlar,) o hizmet edenler, (saklı incilerdir.) Ehl-i Cennet, yiyecek ve içecekten her türlü ni‘mete nâil oldukları gibi; genç, temiz ve yakışıklı hizmetçilere dahi nâil olurlar. O hizmetçiler, şeffâf, beyâz ve berrâklıkta sadef içinde saklı, el değmedik inci gibidirler. Öyle bir saflığa ve güzelliğe sáhibdirler. Dünyâ hizmetçileri misillü onlarda sevilmeyecek şeyler bulunmaz.”1398 Ba‘zı âyetlerde ‫“ يَطُـو ُف َعلَ ْي ِهـ ْم‬Ehl-i Cennet’in etrâfını tavâf ederler”1399 ifâde- sinin, ba‘zı âyetlerde ise, mechûl sígasıyla ‫“ يُطَــا ُف‬Tavâf edilir”1400 kelimesinin kullanılması işâret eder ki; o hádimler, hîç durmaz; dâimâ gelip giderler. Ehl-i Cennet’in etrâfını devâmlı súrette tavâf eder, hizmetlerinde bulunurlar. Sanki ehl-i Cennet bir dâire şeklinde oturmuşlar da, hizmetçiler ehl-i Cennet’in etrâ- fını tavâf edip dolaşarak envâ-ı et‘ıme ve eşribeyi onlara getirirler. Hem hizmet- çiler, bir ân olsun hizmetten geri durmazlar. Evvelki iki âyette geçen ‫ ِو ْلــ َدا ٌن ُمَ ّلَــ ُدو َن‬lafzında, o hizmetçilerin iki sıfâtı beyân edilmiştir: Birincisi: ‫’ ِو ْلــ َدا ٌن‬dür. Ya‘nî, ‫“ ِغ ْل َمــا ٌن‬hademe-i Cennet” demektir ki; bunlar, mü’minlere hizmet için halk ve tahsís olunmuşlardır. ‫ ُّمَ ّلَــ ُدو َن‬kelimesi, ‫ِو ْلــ َدا ٌن‬ kelimesinin vasfıdır. Murâd şudur ki: ‫ ِو ْلـ َدا ٌن‬ve ‫ ِغ ْل َمـا ٌن‬denilen hizmetçiler, dün- yâ hizmetçileri gibi tegayyür etmezler; belli bir yaşta ebedî olarak kalırlar; pîr ve ihtiyâr olmazlar, demektir. ‫ ِو ْلــ َدا ٌن‬kelimesi; sabî, genç köle ve hádim ma‘nâsın- daki ‫ َو ۪لي ٌد‬lafzının cem‘ıdir.1401 İkincisi: ‫’ ُمَ ّلَــ ُدو َن‬dür. Ma‘nâsı; ‫ ُم ْب َقــ ْو َن ِو ْل َدانًــا‬ya‘nî, “Tâze ve genç olarak ibká olunurlar; ihtiyârlamaz ve tegayyür etmezler” demektir. Ayrıca bu kelime, ‫ ُم َق ّرَ ُطــو َن‬,‫ ُم َســ ّوَ ُرو َن‬ve ‫ ُمَ ّلَــ ْو َن‬ifâdeleriyle de tefsîr edilmiştir. Ya‘nî, “hulliyyât-ı müzeyyine ile tezyîn kılınmış” demek olur. Zîrâ, hulliyyât; emvâl içinde sarf olun- mayıp ibká edildiği için, ‫ َخلَـ َد ٌة‬olarak ta‘bîr olunur.1402 1398 Túr, 52:24. 1399 Túr, 52:24; Vâkıa, 56:17; İnsân,76:19. 1400 Zuhruf, 43:71; Sáffât, 37:45. 1401 En-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 2/405. 1402 En-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 2/264.

530 Dâr-ı Saádet “Vildân, tamâmen ehl-i Cennet’e hizmetle meşgúldürler. Vildândan murâd, ğılmândır.”1403 Katâde (ra)’ın görüşü vechile, vildânın hulûdları ile murâd; ölmemeleri, dâimî ve bâkí olmalarıdır.1404 Mücâhid (ra)’a göre; o hizmetçiler, bulundukları hâl üzere kalır; hîçbir şe- kilde ihtiyârlamaz, tegayyür etmezler.1405 Cennet hademeleri, hepsi aynı yaşta- dırlar. Ömürleri ve yaşları ziyâde olmaz. Onlar, ebediyyen tegayyür etmezler. Zîrâ, beká için halk olunmuşlardır.1406 Onlar, bulundukları súretten tahavvül etmezler. Âyet-i kerîme, onların hayâtının devâmına ve güzel hizmetler üzere ebediyyen devâm edeceklerine delâlet eder.1407 Saíd bin Cubeyr Hazretleri (ra) ise, o hademelerin envâ-ı çeşit hulliyyât ile süslendiğini, husúsan kulaklarının küpeli olduğunu söylemiştir.1408 ‫ ِو ْلــ َدا ٌن ُمَ ّلَــ ُدو َن‬ta‘bîrinden murâd kimler olduğu hakkında müfessirûnun üç kavli vardır. Şöyle ki: Birincisi: Ehl-i îmânın, kable’l-bülûğ vefât eden çocuklarıdır. İmâm-ı Ali (ra)1409 ve Hasan-ı Basrî Hazretleri (ra), ‫ ِو ْلــ َدا ٌن َُم ّلَــ ُدو َن‬hakkında şöyle buyur- maktadır: “Vildân, ehl-i dünyânın (kable’l-bülûğ vefât eden) evlâdlarıdır. Bunla- rın muákabe edilecekleri herhangi bir seyyieleri veyâ mükâfâtlandırılacakları herhangi bir haseneleri yoktur. Onun için Cennet’in vildânı olurlar.”1410 Risâle-i Nûr’da bu mevzú‘ şöyle îzáh edilmiştir: “Dördüncü İşâret: Vâlideyn ve evlâda muhabbet-i meşrûanın netîcesi: (Nass-ı Kur’ân ile) Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, onların makámları ayrı ayrı da olsa, yine o mes‘úd áileye sáfî olarak lezzet-i sohbeti, Cennet’e lâyık bir hüsn-i muáşeret súre- tinde, dâr-ı bekáda ebedî mülâkat ile ihsân eder. Ve on beş yaşına girmeden, ya‘nî 1403 Meálimü’t-Tenzîl, 5/17/289; Zâdü’l-Mesîr, 8/135. 1404 Câmiu’l-Beyân, 14/29/221. 1405 Tefsîru’l-Mücâhid, 2/646; Hâdiyü’l-Ervâh, 255. 1406 Câmiu’l-Beyân, 13/27/173 ve 14/29/221. 1407 Tefsîru’l-Kebîr, 3/251. 1408 Câmiu’l-Beyân, 13/27/173 ve 14/29/221; Meálimü’t-Tenzîl, 5/27/289; Zâdü’l-Mesîr, 8/136; El-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 10/19/144. 1409 Tefsîru’l-Kurtubî, 17/203. 1410 Tefsîru’l-Mücâhid, 2/646; Câmiu’l-Beyân, 13/27/173; Zâdü’l-Mesîr, 8/135; Hâdiyü’l-ervâh, 255.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 531 hadd-i bülûğa vâsıl olmadan vefât eden çocuklar, ‫ ِو ْلــ َدا ٌن ُمَ ّلَــ ُدو َن‬ile ta‘bîr edilen Cennet çocukları şeklinde ve Cennet’e lâyık bir tarzda gáyet süslü, sevimli bir sú- rette, onları Cennet’te dahi peder ve vâlidelerinin kucaklarına verir. Veledperverlik hislerini memnûn eder. Ebedî o zevkı ve o lezzeti onlara verir. Zîrâ, çocuklar, sinn-i teklîfe girmediklerinden; ebedî, sevimli, şîrîn çocuk olarak kalacaklar. Dünyâdaki her lezzetli şeyin en a‘lâsı Cennet’te bulunur, yalnız çok şîrîn olan veledperverlik, ya‘nî çocuklarını sevip okşamak zevkı -Cennet tenâsül yeri olmadığından- Cen- net’te yoktur zannedilirdi. İşte bu súrette o dahi vardır. Hem en zevkli ve en şîrîn bir tarzda vardır. İşte, kable’l-bülûğ evlâdı vefât edenlere müjde...”1411 “Birinci Nokta: Kur’ân-ı Hakîm’de ‫ ِو ْلــ َدا ٌن ُمَ ّلَــ ُدو َن‬sırrı ve meâli şudur ki: Mü’minlerin kable’l-bülûğ vefât eden evlâdları, Cennet’te ebedî, sevimli, Cennet’e lâyık bir súrette dâimî çocuk kalacaklarını; ve Cennet’e giden peder ve vâlideleri- nin kucaklarında ebedî medâr-ı sürûrları olacaklarını; ve çocuk sevmek ve evlâd okşamak gibi en latíf bir zevkı, ebeveynine te’mîne medâr olacaklarını; ve her bir lezzetli şey’in Cennet’te bulunduğunu; ‘Cennet tenâsül yeri olmadığından, ev- lâd muhabbeti ve okşaması olmadığı’nı diyenlerin hükümleri hakíkat olmadığını; hem dünyâda on senelik kısa bir zamânda teellümâtla karışık evlâd sevmesine ve okşamasına bedel, sáfî, elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve okşa- masını kazanmak, ehl-i îmânın en büyük bir medâr-ı saádeti olduğunu şu âyet-i kerîme, ‫ ِو ْلـ َدا ٌن ُمَ ّلَ ُدو َن‬cümlesiyle işâret ediyor ve müjde veriyor.”1412 Eğer bu çocukların hasenâtları varsa; ya‘nî yedi yaşından hadd-i bülûğa kadar namâz kılıp oruç tutmuşlarsa; onlar da Cennet’te aynen büyükler gibi mükâfât göreceklerdir. Onlar da Cennet’te çocuk değil; otuz üç yaşında olacaklardır. Bu mevzú‘ ile alâkalı Bedîuzzamân Saíd Nursî (ra) Hazretleri şöyle buyurmaktadır: “Râbian: Dinar Baraklı köyünden Mehmed Çâvûş ve kardeşi bir adamla berâber yanıma geldiler. Pek ciddî gördüm. Sonra bana bir mektûbunda bir şey yazıyor ve bir parça mektûbunu leffen gönderiyorum. Bu kardeşimiz ba‘zı şeyler soruyor. Risâle-i Nûr, suâllere ihtiyâc bırakmıyor ve benim bedelime her şeye cevâb veriyor. Yalnız, çocuk ta‘ziyesine dâir risâlede ‫’يَطُـو ُف َعلَ ْي ِهـ ْم ِو ْلـ َدا ٌن ُمَ ّلَـ ُدو َن‬ye dâir suâlin- de bir kısım eski tefsîrler demişler: ‘Cennet’te çocuktan gáyet ihtiyâra kadar herkes, 1411 Sözler, 32. Söz, 3. Mevkıf, 2. Nokta, 2. Mebhas, Mühim Bir Suâl, Mukaddeme, s. 648. 1412 Mektûbât, 17. Mektûb, 1. Nokta, s. 77-78.

532 Dâr-ı Saádet otuz üç yaşında olacak.’ Bunun hakíkatı Elláhu a’lem şu olacak ki: “Sarîh âyet, ‫ ِو ْلــ َدا ٌن‬ta‘bîri ifâde eder ki; ferâiz-i şer‘ıyyeyi yapmağa mecbûr ol- mayan ve mesnûniyyet cihetiyle de yapmayan ve kable’l-bülûğ vefât eden çocuklar, Cennet’e lâyık ve sevimli çocuk olarak kalacaklar. Fakat, şer‘an yedi yaşına gelen bir çocuğa namâz gibi farzlara peder ve vâlideleri onları alıştırmak için, teşvîkkârâ- ne emretmek ve on yaşına girse şiddetle namâz kıldırmak ve alıştırmak Şerîat’ta var. “Demek, vâcib olmadığı hâlde, nâfile nev‘ınden yedi yaşından hadd-i bülûğa kadar büyükler gibi namâz kılıp oruç tutan çocuklar, mütedeyyin büyükler gibi bü- yük mükâfâtı görmek için otuz üç yaşında olacaklar diye bir kısım tefsîr bu noktayı îzáh etmeden umûm çocuklara teşmîl etmişler. Hás iken, ámm zannedilmiş.”1413 İkincisi: Küffâr’ın kable’l-bülûğ vefât eden çocuklarıdır.1414 Üçüncüsü: Cenâb-ı Hak, Cennet’te hûrîleri halk edip, onları ehl-i îmâna zev- ce olarak verdiği gibi; “vildânun muhalledûn” diye ta‘bîr edilen hademeleri de ehl-i Cennet için hizmetçi olarak yaratıp, onları ehl-i Cennet’in hizmetine tahsís etmiştir. El-ilmü indelláh. Kur’ân-ı Kerîm’de, Cennet hademelerinin sıfâtlarından ‫“ لُ ْؤلُــؤًا َم ْنثُــورًا‬Cen- net’e saçılmış inciler” diye bahsedilir. Elláh (cc), bu ta‘bîrde, Cennet hademele- rinin iki vasfını zikretmektedir. Birincisi: ‫“ لُ ْؤلُــؤًا‬inci”; ikincisi: ‫“ َمنثُــورًا‬etrâfa saçılan, yayılan”dır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Resûl-i Ekrem (asm)’a şöyle buyurmaktadır: “Ey Habîb-i zî-şân’ım! Sen, şâyet bu vildân-ı muhalledûn olan Cennet há- dimlerini görseydin; hüsün ve cemâllerinde, temizlik ve tahâretlerinde, yüzlerinin beyâzlığında, renklerinin sáfîliğinde ve ehl-i Cennet’in meclis ve menzillerinde ehl-i Cennet’e hizmet edip onların arzû ve isteklerini yerine getirmelerinde, onları sanki etrâfa saçılmış inciler gibi zannederdin.”1415 ‫“ لُ ْؤلُـؤًا‬inci” ifâdesi delâlet eder ki: Cennet’in hademeleri, renklerinin saflığı, yüzlerinin parlaklık ve güzelliği, beden ve elbiselerinin tahâret ve temizliği i‘ti- bâriyle inciye benzerler. ‫“ َم ْنثُورًا‬etrâfa saçılmış” ifâdesi delâlet eder ki: O hizmetçiler boş durmuyorlar 1413 Emirdağ Lâhikası, c. 2, s. 66. 1414 Müsned, Ahmed bin Hanbel, 5/58, 20602. 1415 Câmiu’l-Beyân, 14/29/221; Tefsîru’l-Kebîr, 30/251; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 8/317.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 533 ve bir yerde fuzúlî toplanmıyorlar. Belki, ehl-i Cennet’in hizmeti için her tarafa dağılmışlardır. Aynı zamânda ‫ َم ْنثُــورًا‬demekle, manzaralarının dahi güzelliğine delâlet vardır. Çünkü, muhtelif yer ve mekânlarda ayrı ayrı bulunmaları, bir yerde toplanmalarından daha güzel bir manzaradır.1416 Katâde (ra) şöyle demiştir: “Cenâb-ı Hak, hizmetçilerin kesretini ve güzellik- lerini, ‫‘ لُ ْؤلُــؤًا َم ْنثُــورًا‬Cennet’e saçılmış inciler’ diye ifâde etmekle, güzel bir teşbîh yapmıştır.”1417 “Süfyân1418 ve Atá (ra)’a göre; incilerin beyâzlığıyla, o hádimlerin güzelliği murâd edilmiştir.”1419 “Eğer denilse: Cenâb-ı Hak, niçin vildânı, lü’lü’-i mensûra, ya‘nî etrâfa saçılmış incilere benzetti de, lü’lü’-i manzúma, ya‘nî ipe dizilmiş incilere benzetmedi? “Elcevâb: Ma‘lûm olsun ki; incilerin iki şekli güzeldir: “Birisi: Etrâfa saçılmış şekli. “Diğeri: İpe dizilmiş şeklidir. “Cenâb-ı Hak, hademe-i Cennet’i, etrâfa saçılmış inciye benzetmekle ifâde edi- yor ki; incinin en güzel ve kıymetli şekli, etrâfa saçılanıdır. Çünkü, etrâfa saçılan inci, delinmeyen incidir. Bir inci, delinmediği vakit çok daha kıymetlidir. İpe dizilen inci ise, ipe dizileceği için delinmesi gerekir. İnci delindiği vakit, delinmeyen inciye nisbeten kıymetini kaybeder. Dolayısıyla, lü’lü’-i mensûrun, saçılmış incinin man- zarası daha güzeldir. İnciler bir yere saçıldıkları zamân çok güzel görünürler. “Aynen öyle de, Cennet hádimleri dahi bir yerde toplanmalarındansa; Cennet’te ehl-i Cennet’in meclis ve menzillerinde ayrı ayrı hizmetler için ayrı ayrı yerlere saçıl- maları, ayrı ayrı yerlerde bulunmaları daha güzeldir. Hem saçılmış vildân, manzara olarak güzelliğe delâlet ettiğinden, ‫ لُ ْؤلُـؤًا َم ْنثُـورًا‬ifâdesiyle, vildânın zâtlarındaki gü- zelliğe de işâret vardır. “İşte bu nükteden dolayı Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, ‫ لُ ْؤلُــؤًا َم ْن ُظو ًمــا‬yerinde, ‫لُ ْؤلُــؤًا‬ ‫ َم ْنثُــورًا‬demiştir. 1416 Zâdu’l-Mesîr, 8/439; Tefsîru’l-Kebîr, 30/251; el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 10/19/143; Hâdi- yü’l-Ervâh, 255; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 8/317. 1417 Câmiu’l-Beyân, 14/29/221. 1418 Câmiu’l-Beyân, 14/29/221. 1419 Meálimü’t-Tenzîl, 5/29/510.

534 Dâr-ı Saádet “Hem ‫‘ يَطُـو ُف َعلَ ْي ِهـ ْم‬Ehl-i Cennet’in etrâfını tavâf ederler’ ifâdesiyle o hádim- lerin bir yerde durmadıklarını, devâmlı súrette ehl-i îmânın etrâflarını tavâf edip hizmette bulunduklarını beyân etmekle dahi bu nükteye delâlet eder.”1420 “‫ ِو ْلــ َدا ٌن‬ve ‫ ِغ ْل َمــا ٌن‬lafızlarının cem‘ sígasıyla gelmesi, o hádimlerin çokluk ve kesretine delâlet eder.”1421 Cennet hádimlerinin kesret ve çokluğunu haber veren ba‘zı Ehâdîs-i Nebe- viyye’yi zikrediyoruz. Şöyle ki: ‫ يُ ْن َص ُب لَ ُه‬،‫ َوا ْثنَا ِن َو َس ْب ُعو َن زَ ْو ًجا‬،‫ِإ َّن أَ ْد ٰنى أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة َم ْ ِنلَةً الَّ ۪ذي لَ ُه ثَ َمانُو َن أَ ْل َف َخا ِد ٍم‬ .‫ َك َما بَ ْ َي ا ْل َجابِيَ ِة َو َص ْن َعا َء‬،‫قُ ّبَةٌ ِم ْن لُ ْؤلُ ٍؤ َويَاقُو ٍت َوزَبَ ْر َج ٍد‬ “(Derece bakımından ehl-i Cennet’in en aşağı menzilesinde olanın, seksen bin hádimi ve yetmiş iki zevcesi vardır. Onun için kubbesi yâkút, zeberced ve inciden olan kasrı vardır. O kasrın kubbesinin genişliği, Câbiye) Şâm’da bir yer (ile San‘a) Yemen’deki meşhûr şehir (arası kadardır.)”1422 ‫َو َعن أنس بن َمالك رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل قَا َل رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم ِإن أَ ْس َفل‬ ‫أهل ا ْلجنَّة أَ ْجَ ِعي َن َدرَ َجة لمن يقوم على رَأسه عشرَة آ َلف َخا ِدم بيد كل َوا ِحد‬ ‫صحفتان َوا ِح َدة من ذهب َوا ْل ْخرَى من ف َّضة ِفي كل َوا ِح َدة لون لَ ْي َس ِفي ا ْلُ ْخرَى‬ ‫مثله يَأْ ُكل من آخر َها مثل َما يَأْ ُكل من أَول َها َِتد لآخرها من الطّيب واللذة مثل الَّ ِذي‬ ‫يجد لأولها ث َّم يكون ذَ ِلك ريح ا ْلمسك الأذفر َل يَ ُبولُو َن َو َل يَتَ َغ ّوَ ُطو َن َو َل يَ ْمتَ ِخطُو َن‬ ‫إ ْخوَانًا على سرر ُمتَ َقابلين‬ Enes bin Mâlik (ra), Resûlulláh (sav)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etti: “Cennet ehlinin en aşağı derecede olanının başucunda, birer ellerinde altın, diğer ellerinde gümüş tabakta yemek olduğu hâlde on bin hizmetçi beklerler. Her tabakta başka başka yemek olur. Hepsini yer. İlk tabaktan aldığı aynı tadı, son tabaktan da alır. Sonra bütün yedikleri, güzel kokulu miske dönüşür. Ne küçük abdest ne de 1420 Mesâilu’r-Râzî ve Ecvibetiha min Garâibi Âyi’t-Tenzîl, 425. 1421 Sıfâtü’l-Cenneti fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 464. 1422 Feyzu’l-Kadîr, 1/296, hadîs no: 324; Müsned, Ahmed İbn-i Hanbel.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 535 büyük abdest bozarlar. Sümkürmezler de. Biribirlerini seven kardeş olarak karşı karşıya koltuklarda otururlar.”1423 ‫َو َعن أبي ُهرَ ْيرَة رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل ِإن أدنى أهل ا ْلجنَّة منزلَة َولَ ْي َس فيهم دني من‬ ‫يَ ْغ ُدو َعلَ ْي ِه كل يَ ْوم َويروح َخْ َسة عشر ألف َخا ِدم لَ ْي َس ِم ْن ُهم َخا ِدم ِإ َّل َو َم َع ُه طرفَة‬ ‫لَيست َم َع َصاحبه‬ Ebû Hüreyre (ra)’den şöyle rivâyet olundu: “Cennet ehlinden derecesi olma- yan yoktur. En aşağı derecede olanına her gün on beş bin hizmetçi uğrar, hizmetinde hâzır olurlar. Gelirken de yanlarında biribirine benzemeyen hediyyeler getirirler.”1424 ‫َعن عبد الله بن َع ْمرو قَا َل ِإن أدنى أهل ا ْلجنَّة منزلَة من ي ْس َعى َعلَ ْي ِه ألف َخا ِدم كل‬ ‫َخا ِدم على عمل لَ ْي َس َعلَ ْي ِه َصاحبه قَا َل وتلا َه ِذه ا ْليَة ِإذا رَأَ ْيته ْم حسبتهم لؤلؤا منثورا‬ Abdulláh bin Amr (ra)’den şöyle rivâyet olundu: “Cennet ehlinin en aşağı derecede olanına bin hizmetkâr hizmet eder, her biri başka başka işini yapar.” Son- ra Abdulláh şu âyeti okudu: “O mü’minlerin çevrelerinde Cennet’te ebedî kalacak gençler dolaşır. Onları görsen, saçılmış birer inci sanırsın.” (İnsân, 76:19)1425 Bu mes’eleye dâir, Cennet’in kap kacakları mebhasında ba‘zı hadîsleri zik- retmiştik. Tafsílât için, oraya mürâcaat edebilirsiniz. Cennet hádimlerinin hîçbiri, aynı işle meşgúl değildir. Hepsi ayrı ayrı işler ve hizmetlerle meşgúldür. Buna dâir Resûlulláh (asm) şöyle buyurmaktadır: .‫َما ِم ْنأَ ْه ِلا ْل َجنَّ ِة ِم ْنأَ َح ٍد ِإ َّليَ ْس ٰعى َعلَ ْي ِهأَ ْل ُف ُغ َل ٍم ُك ُّل ُغ َل ٍم َع ٰل َع َم ٍل َغ ْ ِي َع َم ِل َصا ِح ِب ۪ه‬ “(Ehl-i Cennet’ten hîçbir kimse yoktur ki; illâ etrâfında bin hádim sa‘y edip hiz- met eder. Her bir hádim, öteki hádimin amelinden ve yaptığı işten başka bir iş üze- redir.) Ya‘nî, her biri ayrı ayrı işlerle meşgúldür.”1426 ‫ ِو ْلــ َدا ٌن‬ve ‫ ِغ ْل َمــا ٌن‬lafızlarının nekire olarak gelmesi, işâret ediyor ki: Ehl-i Cennet, daha önceden o hizmetçileri görmemişler, bilmiyorlar ve tanımıyor- lar. Cennet hádimleri, onlarca ma‘rûf olmadığı hâlde, Cennet’e girdikten sonra 1423 et-Tergíb ve’t-Terhîb, 4. Cild, s. 508-509. 1424 et-Tergíb ve’t-Terhîb, 7. Cild, s. 314. 1425 et-Tergíb ve’t-Terhîb, 7. Cild, s. 314. 1426 Beyhekí, 6/282; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 8/317; Sıfâtü’l-Cenneti fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 465.

536 Dâr-ı Saádet onlarla tanışırlar. Zîrâ, ehl-i Cennet, Cennet’e ilk girdiğinde, onun için çok özel bir karşılama yapılır. Böylece, Cennet’teki eşleri ve hizmetçileriyle tanışırlar. Yukarıda zikrettiğimiz âyetler, Cennet hádimlerinin başka bir sıfâtından dahi bahseder. Şöyle ki: ‫“ لُ ْؤلُــؤٌ۬ َم ْكنُــو ٌن‬sadefinde saklı inci” ifâdesinde; Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Cen- net hádimlerini, sáfîlikte, beyâzlıkta, hüsünde, behâda ve güzel görünümde ٌ‫ لُ ْؤلُــؤ‬ta‘bîriyle inciye benzetmiştir.1427 ‫ َم ْكنُــو ٌن‬demekle ‫ َم ُصــو ٌن‬ma‘nâsı murâd olarak1428 kâf-ı meksûre ve nûn-i müşeddede ile ‫ ِكــ ٌّن‬lafzındandır ki; “hıfzedi- len, saklanılan mahal ve perde ve örtü”1429 demektir. O, temizliği ve beyâzlığının sáfîliği üzerine muhâfaza edilmiştir. Onun parlaklığını ve güzelliğini götüre- cek hîçbir el, ona değmemiştir. Elbette, çok kıymetli ve değerli olan şeylerin saklanıp muhâfaza edilmesine dikkat edilir.1430 Saíd bin Cübeyr (ra) da şöyle buyurmuştur: ‫ لُ ْؤلُــؤٌ َم ْكنُــو ٌن‬ya‘nî, “sadefinde saklanıp muhâfaza edilen” demektir.1431 Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Cennet’teki hádimlerin güzelliğinden bahsetmek- le, aynı zamânda mahdûm olan ehl-i Cennet’in de güzelliğine işâret eder ve ma‘nen der ki: “Ehl-i Cennet’e hizmet eden hádimler bu kadar fevka’l-áde güzelse; mahdûm olan, ya‘nî kendisine hizmet edilen ehl-i Cennet acabâ ne kadar güzeldir, kıyâs edilsin!” Mervîdir ki: “Peygamber (asm)’dan suâl olunmuş ki: ‘Hádimler, böyle olun- ca mahdûmlar nice olurlar?’ Resûlulláh (sav) buyurmuşlar ki: ‘Ol gulamlar kevâkib farz olunsa; mahdûm müttakíler, Kamer farz olunur. Biribirlerine karşı fazılları bu rütbededir.’ ”1432 Hulâsa: Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, yukarıdan buraya kadar, Cennet hádimleri- nin altı vasfını zikretti. Şöyle ki: 1427 Câmiu’l-Beyân, 13/27/29; Meálimü’t-Tenzîl, 5/27/236; el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 9/17/69; Te’sîru’l-Kur’âni’l-Azím, 7/410; et-Tahrîru ve’t-Tenvîr, 27/56. 1428 Tefsîru’l-Mâverdî, 4/114; Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 9/17/69. 1429 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 2/319. 1430 el-Keşşâf, 4/24; Hâdiyü’l-Ervâh, 256; et-Tahrîru ve’t-Tenvîr, 27/56. 1431 Meálimü’t-Tenzîl, 5/27/236; Rûhu’l-Maánî, 9/27/34. 1432 Mevâkib Tefsîri, Osmânlıcası, 2/380; Sıfâtü’l-Cenneti fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 461.

İkinci Bâb/İkinci Fasıl 537 Birinci vasıf: ‫ يَطُـو ُف َعلَ ْي ِهـ ْم‬ya‘nî: “Cennetin hizmetçileri, ehl-i Cennet’in etrâ- fını tavâf ederler.” Ba‘zı âyetlerde de mechûl sígasıyla ‫ يُطَـا ُف‬gelmesi işâret eder ki; o hizmetçiler, bir ân olsun durmazlar, sürekli hareket halindedirler. Hem mahdûmların dereceleri dahi bir değildir. Zîrâ, ‫ يَطُــو ُف َعلَ ْي ِهــ ْم‬ifâdesi, “Hizmetçiler, kendileri tavâf ederler” ma‘nâsında iken; ‫ يُطَــا ُف‬ifâdesi, “Elláh ta- rafından o hizmetçiler, ehl-i Cennet’in etrâfında tavâf ettirilirler” ma‘nâsındadır. Ya‘nî, onlar, her türlü hizmete koşturulurlar. Bu síga-i mechûlle bildiriliyor ki; tavâf ettirilen ehl-i Cennet, tavâf edilen ehl-i Cennet’ten derece ve mertebe ba- kımından daha ileridedir. O vildân, devâmlı olarak hizmetle meşgúl olup, gelip giderler; ehl-i Cennet’in etrâfını tavâf ederler. İkinci vasıf: ‫’ ِو ْل َدا ٌن‬dür. Ya‘nî, bülûğ çağına yaklaşmış çocuklardır. Üçüncü vasıf: ‫’ ُمَ ّلَ ُدو َن‬dür. O vildâniyyetleri, ya‘nî çocukluk hâlleri, ebedîdir. Yaşlanmazlar. Hep müsâvî olarak çocuk yaşta kalırlar. Dördüncü vasıf: ‫’ لُ ْؤلُؤًا‬dir. Ya‘nî, sáfîlik, beyâzlık ve güzellikte inci gibidirler. Beşinci vasıf: ‫’ َم ْنثُـورًا‬dir. İncinin en güzel hâli gibi, etrâfa saçılmış olarak her biri ayrı bir hizmetle meşgúldür. Altıncı vasıf: ‫’ َم ْكنُــو ٌن‬dür. Ehl-i Cennet için, sadefindeki inci gibi muhâfaza edilmişlerdir. Hayâtlarında ilk olarak ehl-i Cennet’e hizmet ederler. Özel ola- rak ehl-i Cennet’e hizmet için yaratılmışlardır. Hulâsa: Elbette böyle her cihetle muhteşem, maddî ve ma‘nevî her türlü lezâizi câmi‘ bir Cennet’te; ehl-i Cennet’in, saádetin en nihâyeti olan binlerce vildân ve gılmânla mahdûm olması, o ebedî saádetin bir iktizásıdır. Cenâb-ı Hak, ehl-i Cennet’in her türlü râhat ve istirâhatini te’mîn ettiği gibi; binlerce hizmetçiyi dahi onların emrine vermesi ve onlara musahhar eyleme- si, elbette saádetin en zirve bir hâlidir. Bu hizmetçilere dâir zikrettiğimiz bü- tün rivâyetler, Cenâb-ı Hakk’ın vücûb-i vücûduna, âhiretin varlığına ve haşr-i cismâniyye a‘zamî mertebede delâlet eder. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, cümlemizi, vildân-ı muhalledûn tarafından tavâf edilenlerden eylesin. Âmîn.



ÜÇÜNCÜ BÂB



ÜÇÜNCÜ BÂB Cennet’teki saádet ve telezzüz, hem cismânî, hem de rûhânîdir. Cennet’te yeme, içme, mesken ve nikâh gibi ni‘metler, cismânîdir. Ehl-i Cennet’in, Cenâb-ı Hakk’ın rızásına, lütfuna, doğrudan doğruya tecellîsine ve kurb-i huzú- runa mazhar olması gibi ni‘metler de rûhânîdir. Cennet’le alâkalı âyât-ı Kur’âniyye ve Ehâdîs-i Nebeviyye’de her iki saádet ve lezâize yer verilmesi, bu da‘vâyı kesin olarak isbât eder. Mü’min, dünyâda cismiyle şehevât-ı nefsâniyyesini ve günâhları terkederek, ibâdet ve táatin zah- metlerine tahammül ettiği için; âhirette cismiyle telezzüz eder. İ‘tikádâta riáyet, ahlâk-ı haseneyle tehalluk ve ahlâk-ı rezîleden ictinâb ettiği için de rûhuyla te- lezzüz eder. Evet, insânda göz, kulak, lisân gibi hem záhirî ve maddî a‘zá ve cevârih mev- cûddur. Hem de akıl, kalb, rûh gibi bâtınî ve ma‘nevî havâs ve letáif mevcûddur. Cennet’te insânın her iki nev‘ âlât ve cihâzâtı tatmîn edilecektir. Ehl-i Cennet, ekl ve şürb gibi záhir ni‘metlerden maddeten lezzet alırlar. Cemâlulláh gibi bâtın ni‘metlerden de rûhen lezzet alırlar. Mâdem rahmet-i İlâhiyye, nev-ı beşeri bu dâr-ı fenâda maddî ve ma‘nevî cihâzatla, letáif ve hissiyyâtla techîz etmiştir. Hem mâdem maddî cihâzât ve hissiyyâtın telezzüzü, ancak maddî lezâizle mümkündür. Hem mâdem ma‘nevî cihâzât ve hissiyyâtın telezzüzü, ancak ma‘nevî lezâizle mümkündür. Hem mâ- dem bu dünyâda insânın saádet ve huzúru, zevk ve lezzeti, ancak bu maddî ve ma‘nevî cihâzâtın tatmîni ile mümkündür. Meselâ; gözün gıdâsı ve zevkı, güzel manzaraları seyretmektir. Kulağın gıdâsı ve zevkı, meşrû‘ dâirede güzel sesleri işitmektir. Mi‘denin gıdâsı ve zevkı, yemek ve içmektir. Dilin gıdâsı ve zevkı, lezzetli taámları yemek ve güzel şeyleri konuşmaktır. Kezâ, irâdenin gıdâsı ve

542 Dâr-ı Saádet zevkı, ibâdetulláhdır. Zihnin gıdâsı ve zevkı, ma‘rifetulláhdır. Hissin gıdâsı ve zevkı, muhabbetulláhdır. Latífenin gıdâsı ve zevkı, müşâhedetulláhtır. Demek, maddî ve ma‘nevî cihâzât-ı insâniyyenin zevk ve lezzeti ayrı ayrıdır. Nasıl ki; dünyâda bir insân, kör, sağır, dilsiz ve topal olsa; bu maddî cihâzla- rın zevk ve lezzetlerinden mahrûm kalır. Kezâ, bir insân, bu dünyâda akıl ni‘me- tinden mahrûm olsa, bu ma‘nevî cihâzın zevk ve lezzetinden hissesi olmaz. Demek, insânın bu dünyâda hakíkí huzúr ve lezzeti, ancak bu iki kısım lezâi- zin berâber te’mîn edilmesiyle mümkündür. Mâdem bu dünyâda insân için, bu iki kısım saádet ve huzúr, zevk ve lezzet, et ve kemik gibi biribirinden ayrılmaz ve biribirisiz olmaz. Hem mâdem tekâlif-i İlâhiyye’ye muhátab olan ve mükellef tutulan, insânın maddî ve ma‘nevî cihâzât ve cevârihidir. Her bir cihâzât ve cevârihin mükellefiyyeti ve ubûdiyyeti de ayrı ayrıdır. Hem mâdem dâr-ı âhirette o mükellefiyyete ve mükellef olan a‘zá ve cevârihin amel-i sálih ve takvâ ile inkişâf mertebesine göre mükâfât alacaktır. Öyle ise, mezkûr mâdemlerde ifâde edilen hakâikten dolayı, kat‘í ve zarûrî olarak, haşre gidecek, aynen bu evsáftaki insândır. Ya‘nî, rûh ve bedeniyle berâber haşir meydânına gelen insândır. Bütün yaptıklarından hesâba çekilecek olan da, aynen bu evsáftaki insândır. Hesâbdan sonra Cennet ve Cehennem’e gidecek olan da aynen bu evsáftaki insândır. Cennet’teki saádete mazhar olan da aynen bu evsáftaki insândır. Cehennem’deki şekávete dûçâr olan da aynen bu evsáftaki insândır. Demek, insân için, dünyâ ve âhirette maddî ve cismânî saádet ve lezzet lâzım ve zarûrî olduğu gibi; ma‘nevî ve rûhî saádet ve lezzet de lâzım ve zarûrîdir. Zîrâ, her iki kısım saádet ve lezzet, ayrı ayrıdır. Hattâ, maddî ve ma‘nevî her bir cihâzın saádet ve lezzeti ayrı ayrıdır. İnsân, her iki kısım saádet ve lezzeti şiddet- le taleb eder. Birinin olmaması durumunda, insânın saádet ve lezzeti mümkün değildir. O hâlde, dünyâda beden ile rûh biribirinden ayrılmadığı ve saádet ve lezzeti berâber tattığı gibi; âhirette dahi beden ile rûh biribirinden ayrılmaz ve saádet ve lezzeti berâber tadar. Cenâb-ı Hak, Zuhruf Sûresi’nin 71. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır: ‫(“ َو ۪في َهـا َماتَ ْشـتَ ۪هي ِه ا ْلَ ْن ُفـ ُس َوتَلَـ ُّذ ا ْلَ ْعـ ُ ُن َواَ ْن ُتـ ْم ۪في َهـا َخا ِلـ ُدو َن‬Ve orada) Cen- net’te, ehl-i îmân ve táatin (nefislerinin hóşlanacağı ve gözlerinin lezzet alacağı şey- ler vardır.) Cenâb-ı Hak veyâ melekler onlara der ki: (Ve siz orada) o Cennet’te

Üçüncü Bâb/Birinci Mebhas 543 (ebediyyen kalıcılarsınız) Cennet, bâkídir, ona nâil olanlar da orada ebediyyen zevk u safâ içinde bâkí kalacaklardır. Artık o ni‘metler yok olmayacaktır.”1433 Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmede hem maddi hem ma‘nevî; hem rûhî hem cismânî saádet ve lezzetin Cennet’te berâber bulunacağını ifâde etmek için ma‘nevî cihâzâttan nefsi, maddî cihâzâttan ise gözü misâl olarak zikretti. Sâir letáif ve havâss-ı insâniyye, maddî ve ma‘nevî cihâzât-ı beşeriyye bunlara kıyâs edilsin. Hîçbir uzv-i insânî, bu dünyâda hüve hüvesine tatmîn olmuyor. Her biri, ebe- diyyeti istiyor. “‫ اَ َگـْر نَـه َخوا ِهـى َدا ْد نَـه َدا ِدى َخـواْه‬denildiği gibi: Eğer vermek isteme- seydi, istemek vermezdi.”1434 Mâdem insânın maddî ve ma‘nevî bütün cihâzâtı, letáif ve havâssı ebediyyeti istiyor. Bu istek ise burada verilmiyor. Elbette, bu isteği veren Zât, onları başka bir memlekette ebedî bir súrette tatmîn edecektir. Kim bu hárika-i san‘at olan uzuvları yaratmış ise, bunların ebede áid ve ancak ebedî bir álemde tatmîn edilecek olan arzûlarını veren de O’dur. Mâdem insânın bu fânî dünyâda bu arzûları yerine getirilmiyor, elbette başka bir álemde bu ar- zûları yerine getirilecektir. Bu uzuvların ve duyguların hepsi o ebedî áleme göre verilmiş ve ancak orada tatmîn olacaktır. Meselâ; dil o kadar yüksek bir dere- ce-i san‘atta ve kábiliyyette yaratılmıştır ki, o dilin tatmîn yeri ancak Cennet’tir. Kezâ, hayâlin, gözün tatmîn yeri ancak Cennet’tir. Hayâl nasıl tatmîn olur? Şu ânda sen, hayâlen İstânbul’u düşündün ve bir ânda oraya gitmek istedin. Peki, hayâlin bu isteği yerine gelir mi? Oraya gidebilir misin? Hayır. İşte bu istek, en a‘lâ şekliyle Cennet’te ihsân edilecektir. Zîrâ, ehl-i Cennet, Cennet’te rûh hıffetinde, hayâl sür‘atinde gezip dolaşırlar. Cennet’te zamân ve mekân kaydı olmadığı için, tam bir saádete nâil olurlar. Meselâ; hayâl, nereyi düşünse, cesed aynı ânda o yerde gezer ve dolaşır. Bedenin sür‘at-i hareketi, hayâlin sür‘ati ka- dardır. Dünyâdaki sür‘at-i hayâl ne kadarsa, Cennet’te cesed o kadar sür‘atlidir. Ehl-i Cennet, aynı ânda düşündüğü şeyin yanında olur. İstediği ni‘met, onun yanında hâzır olur. Bir ni‘meti düşünmekle, o ni‘mete nâil olmak berâberdir. Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretleri, Cennet’teki bu hâli şöyle ta’rif eder: “Elbette nûrânî, kayıdsız, geniş ve ebedî olan Cennet’te, cisimleri rûh kuvvetin- de ve hıffetinde ve hayâl sür‘atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüz bin yerlerde 1433 Zuhruf, 43:71. 1434 Mektûbât, 24. Mektûb, 1. Zeyl, 5. Nükte, s. 302.

544 Dâr-ı Saádet bulunup yüz bin hûrîlerle sohbet ederek yüz bin tarzda zevk almak; o ebedî Cen- net’e, o nihâyetsiz rahmete lâyıktır.”1435 Demek, havâss-ı insâniyye, bu dünyâya göre verilmemiştir. Meselâ; havâss-ı insâniyyeden biri olan kuvve-i zâika envâ-ı çeşit ni‘metten istifâde ettiği hâlde tatmîn olmuyor, doymuyor ve daha iyisini istiyor. Bu hâl gösterir ki; bu kuvve-i zâika, dünyâ için değil, âhiret için yaratılmıştır. Bu sırdan dolayı, ehl-i Cennet, Cennet’te açlık elemini çekmez. Sâdece lezzet için yer. Yediği yemekte hîçbir kusúr görmez ve ondan daha a‘lâsını düşünemez. Yemeğe karşı dâimî bir iştihâsı vardır. Yemeğe oturur, istediği kadar yer, bununla berâber ne tok olur, ne usanır, ne de vücûdunda bir şişkinlik ve râhatsızlık meydâna gelir. Ehl-i Cennet, Cennet taámlarından ne kadar yerse yesin, lezzet alır. Mi‘desi şişmez, vücûd ölçülerinde bir değişme olmaz, lezzet de devâm eder. Dünyâda ise, iştâhı olunca yer, tok oldu- ğu zamân yemeği bırakır, gözü yemekte kaldığı hâlde daha fazla yiyemez. İnsân, bu dünyâda ihtiyâcdan dolayı yer ve içer. Cennet’te ise sırf lezzet için yer ve içer. Netîce-i kelâm: Cennet’teki saádet ve lezzet hem ruhânîdir, hem de cismânî- dir. Kezâ, Cehennem’deki şekávet ve azâb da hem rûhânîdir, hem de cismânîdir. Şâyet Cennet’teki saádet ve Cehennem’deki şekávet -hâşâ- sâdece rûhânî olsa; bu durumda Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da tavsíf ve ta‘rîf edilen Cennet’teki saádet-i cismâniyye ve Cehennem’deki şekávet-i cismâniyyeye dâir olan beyânât, abes ve fuzúlî olur. O Zât-ı Akdes’in hadsiz hikmeti ise, böyle bir abesiyyetten nihâyet derecede münezzeh ve mukaddestir. O hâlde, saádet ve şekávet-i cismâniyye haktır ve kat‘ídir. Mâdem ehl-i îmân ve táat, bu dünyâda maddî ve ma‘nevî cihâzâtını îmân ve ubûdiyyet yolunda isti‘mâl etmiştir. Elbette, o maddî ve ma‘nevî cihâzâta mükâfât olarak, Cennet’te cismânî ve rûhânî bir saádet ihsân edilecektir. Hem mâdem ehl-i küfür ve dalâlet, bu dünyâda maddî ve ma‘nevî cihâzâtını inkâr ve isyân yolunda isti‘mâl etmiştir. Elbette, o maddî ve ma‘nevî cihâzâta cezâ ola- rak, Cehennem’de cismânî ve rûhânî bir azâb verilecektir. Bu maksadın husúlü için elbette haşr-i cismânî olacaktır. “Birinci ve İkinci Bâb”larda Cennet’in cismânî saádet ve lezâizinden bahset- tik. Bu “Üçüncü Bâb”da ise, Cennet’in rûhânî saádet ve lezâizinden bahsedece- ğiz. Şöyle ki: Bu Üçüncü Bâb, İki Mebhas’tır. 1435 Sözler, 28. Söz, s. 502.

BİRİNCİ MEBHAS Ehl-i Cennet’ten Cenâb-ı Hakk’ın râzı olması ve Ehl-i Cennet’in dahi Elláhu Teálâ’nın vereceği mükâfâttan râzı olmalarına dâirdir. Cenâb-ı Hak, ehl-i Cennet’ten ebediyyen râzıdır ve ehl-i Cennet dahi mazhar oldukları her türlü ni‘met ve mükâfâttan râzıdır. Konuyla alâkalı âyet-i kerîme- leri zikrediyoruz. Birinci Âyet-i Kerîme: ٌ‫(“ ُو ُجــوهٌ يَ ْو َم ِئــ ٍذ نَا ِع َمــة‬Bir kısım yüzler de o günde güzellik sáhibidir.) Yüzleri parlak, nûrlu ve güzeldir. Îmânlarının nûru yüzlerinde parlar.”1436 ٌ‫“ ِل َســ ْع ِي َها رَا ِضيَــة‬O Cennet ehli, dünyâda iken sálih amellere (çalışmış olma- sından dolayı hóşnûddur.) O amellerinin mükâfâtını aldıkları için, son derece sevinçli olacaklardır. Böyle bir zevk ve sevinç içinde ebedî bir súrette mes‘údâne yaşayacaklardır.”1437 ‫“ ۪فـي َجنَّـ ٍة َعا ِليَـ ٍة‬O parlak, nûrlu, güzel yüzlü zâtlar, (Bir yüksek Cennet’te,) bu- lunacaklardır.”1438 İkinci Âyet-i Kerîme: ‫(“ فَاَ ّمَـا َمـ ْن اُو۫تِـ َي ِكتَابَـ ُه بِيَ ۪مينِـ ۪ه فَيَ ُقـو ُل َهٓـا ُؤ۬ ُم ا ْقـرَ ُؤ۫ا ِكتَابِيَـ ْه‬Artık) o hesâb gününde (kime ki kitâbı sağ tarafından verilmiş ise;) o kimse, kendisinin kurtuluşa erenler- den olduğunu anlamış bulunur. Tam bir zevk ve ferahlık ile (der ki: ‘Alınız, kitâbımı okuyunuz!’)”1439 1436 Gáşiye, 88:8. 1437 Gáşiye, 88:9. 1438 Gáşiye, 88:10. 1439 Hâkka, 68:19.

546 Dâr-ı Saádet ‫‘(“ ِا ۪نّـي ظَنَ ْنـ ُت َا ۪نّـي ُمـ َا ٍق ِح َسـابِيَ ْه‬Şübhesiz, kesin olarak inanmıştım ki;) daha dünyâda iken, yakín-i ilmî ile bilmiştim ki; (ben, muhakkak hesâbıma uğrayaca- ğım.’) ‘Kıyâmet haktır; hesâb ve kitâb vardır’ diye kat‘í îmân etmiştim. İşte o îmâ- nımın netîcesi olarak, bugün böyle kolay bir hesâb ile İlâhî lütuflara nâil oldum.”1440 ‫(“ فَ ُهـوَ ۪فـي ۪عي َشـ ٍة رَا ِضيَـ ٍة‬Artık bu kimse,) o kitâbı sağ tarafından verilen mes‘úd zât, (hóşnûd) vaz‘ıyyetinden râzı, çok memnûn (olduğu bir yaşayıştadır.) Onun nâil olduğu bu ni‘met, ebedîdir, her türlü zahmet ve külfetten uzaktır; sáhibini sürekli olarak zevklendirecek ve feraha gark edecek bir mâhiyyettedir.”1441 ‫“ ۪فــي َجنَّــ ٍة َعا ِليَــ ٍة‬O kimse, (bir yüksek Cennet içindedir.) Mekân i‘tibâriyle pek yüce bir Cennet içinde zevk alıp durmaktadır.”1442 ٌ‫“ قُطُوفُ َه ـا َدا ِنيَـة‬Öyle ki; o Cennet’in, o bağ ve bahçelerin (toplanacak meyveleri pek yakındır.) Pek lezîz ve pek latíf olan Cennet meyveleri, kolaylıkla elde edilecek bir vaz‘ıyyettedir. Sáhibi onlardan bol bol yer, telezzüz eder, ferahlanır.”1443 ‫“ ُك ُلـوا َوا ْشـرَبُوا َه ۪ٓني ٔــ ًا بِ َٓمـا اَ ْسـلَ ْف ُت ْم ِفـي ا ْلَيَّـا ِم ا ْل َخا ِليَـ ِة‬Artık bunun gibi kurtuluşa eren zâtlara Elláh tarafından en büyük bir iltifât olmak üzere hitab edilerek buy- rulur ki: ‘Ey Cennet’e girmiş olan kullarım! Bu Cennetlerde (áfiyetle) güzel ve lezîz şeylerden (yiyin ve için) zevk alın. Bütün bu ni‘metler, size (geçmiş günlerde) dünyâ denilen tecrübe ve imtihân meydânında (takdîm etmiş olduğunuz şeylerin) sálih amellerin (mükâfâtı olarak) Elláh tarafından ihsân buyrulmuştur.’ Veyâ onlara, ‘Yaz mevsiminin sıcak günlerinde tutmuş olduğunuz oruçların sevâb ve mükâfâtı olarak bugün Cennet ni‘metlerinden áfiyetle yiyin, için’ denilir.”1444 Üçüncü Âyet-i Kerîme: ‫َويُ ْد ِخ ُل ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهاۜ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه ْم َورَ ُضوا َع ْن ُه‬ “(Ve) Elláhu Teálâ (onları, sarâylarının veyâ ağaçlarının altlarından ırmak- lar akar Cennet’lere idhál edecektir. Onlar, orada ebedî olarak kalıcılardır.) On- lar, o ni‘metlerin yok olması endîşesinden tamâmen âzâde bulunacaklardır. (El- 1440 Hâkka, 68:20. 1441 Hâkka, 68:21. 1442 Hâkka, 68:22. 1443 Hâkka, 68:23. 1444 Hâkka, 68:24.

Üçüncü Bâb/Birinci Mebhas 547 láh, onlardan râzı olmuştur. Onlar da O’ndan) Elláh’tan (râzı olmuşlardır.)”1445 Dördüncü Âyet-i Kerîme: ‫َوال َّسابِ ُقو َن ا ْلَ ّوَلُو َن ِم َن ا ْل ُم َها ِج ۪ري َن َوا ْلَ ْن َصا ِر َوالَّ ۪ذي َن اتَّبَ ُعو ُه ْم بِ ِا ْح َسا ٍ ۙن رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه ْم‬ ‫َورَ ُضوا َع ْن ُه َواَ َع َّد لَ ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري َ ْتتَ َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًد ۜا ٰذ ِل َك ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم‬ “(Muhâcirler ile Ensâr’dan) Medîne-i Münevvere’ye hicret etmiş olan Ashâb-ı Kirâm ile Medîne-i Münevvere âhâlîsinden olup İslâmiyyet’i kabûl ile muhâcirlere yardım etmiş bulunan zâtlardan (ilk önce İslâmiyyet’i kabûl ile başkalarından öne geçenler) diğer Müslümânlar’dan önce İslâm şerefine nâil olanlar (ve onlara iyilik ve güzellikle tâbi‘ olanlar) kıyâmete kadar onların yolunda gidenler; o iki mübâ- rek zümreyi dâimâ hayır ile anarak, ‘Elláhu Teálâ, onlardan râzı olsun’ diye duá edenler (var ya; Elláhu Teálâ onlardan râzı oldu; onlar da O’ndan) O’nun ihsân ve ikrâmından (râzı oldular. Ve Elláh, onlar için, altından ırmaklar akan Cennet’ler hâzırladı. Onlar, içlerinde ebedî kalacaklardır.) Bu ni‘metlerden hîçbir vakit mah- rûm kalmayacaklardır. (İşte bu,) Elláh’ın onlardan râzı, onların da Elláh’ın ihsâ- nından râzı olmaları ve Cennet’te ebediyyen kalmaları, (en büyük bir kurtuluştur.) En büyük bir necâttır ki; insân için bundan büyük bir necât olamaz.”1446 Beşinci Âyet-i Kerîme: ‫َو َع َد الّٰ ُل ا ْل ُم ْؤ ِم ۪ني َن َوا ْل ُم ْؤ ِمنَا ِت َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َها َو َم َسا ِك َن‬ ۟‫طَ ِيّبَةً ۪في َجنَّا ِت َع ْد ٍ ۜن َو ِر ْضوَا ٌن ِم َن الّٰ ِل اَ ْك َبُۜ ٰذ ِل َك ُهوَ ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم‬ “(Elláhu Teálâ, îmân etmiş olan erkeklere ve kadınlara, içinde ebedî olarak ka- lıcılar olmak üzere altlarından ırmaklar akar Cennet’ler ve Adn) ikámet (Cennet- leri’nde pâk ikámetgâhlar, meskenler, köşk ve sarâylar va‘d buyurmuştur. Elláhu Teálâ tarafından olan bir rızá ise,) Cennet ni‘metlerinden (daha büyüktür. İşte bu,) şu beyân olunan ni‘metlere nâil olmak ve korkulan şeylerin cümlesinden emîn olmak, (en büyük kurtuluştur.) İnsân için bundan daha büyük bir mertebe olamaz. Hakíkí necât da budur.”1447 1445 Mücâdele, 58:22. 1446 Tevbe, 9:100. 1447 Tevbe, 9:72.

548 Dâr-ı Saádet Altıncı Âyet-i Kerîme: ‫اَلَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َها َج ُروا َو َجا َه ُدوا ۪في َس ۪بي ِل الّٰ ِل بِاَ ْموَا ِل ِه ْم‬ ‫َواَ ْن ُف ِس ِه ْمۙ اَ ْعظَ ُم َدرَ َجةً ِع ْن َد الّٰ ِلۜ َواُو۬ ٰلٓ ِئ َك ُه ُم ا ْل َفٓائِ ُزو َن‬ “(O zâtlar ki; îmân ettiler ve hicrette bulundular ve Elláhu Teálâ’nın yolun- da) Kur’ân’ın hâkimiyyeti için (mallarıyla, cânlarıyla cihâd ettiler. Onların, El- láh katında dereceleri pek büyüktür ve işte kurtuluşa erenler de onlardır.) Zîrâ, bunlar, dâr-ı bâkí olan âhireti, dâr-ı fânî olan dünyâya tercîh ettiler ve i‘lâ-yı kelimetulláh için mallarını ve cânlarını fedâ ettiler. Elbette bunların dereceleri, makám ve mevkı‘leri büyüktür.”1448 ‫(“ يُبَ ِّشـ ُر ُه ْم رَبُّ ُهـ ْم بِرَ ْحَـ ٍة ِم ْنـ ُه َو ِر ْضـوَا ٍن َو َجنَّـا ٍت لَ ُهـ ْم ۪في َهـا نَ ۪عيـ ٌم ُم ۪قيـ ٌم‬Onları,) bu yüksek vasıflara sáhib olan mü’minleri, (Rab’leri, kendinden) indinden sırf bir lütuf olarak (bir rahmet ile ve onlardan) dâimî bir súrette (râzı olmakla ve) onlara ebediyyen gazab ve azâb etmemek üzere (Cennet’ler ile müjdeler. Onlar için o Cennet’lerde) kederden ârî, mihnetten berî; tükenmek, azalmak, kuruyup çürümek gibi âfetlerden sâlim (ebedî ni‘metler vardır.)”1449 ‫(“ َخا ِل ۪ديــ َن ۪في َهٓــا اَبَــ ًداۜ ِا َّن الّٰلَ ِع ْنــ َد ُهٓ اَ ْجــ ٌر َع ۪ظيــ ٌم‬Onlar,) bu yüksek vasflara sáhib olan mü’minler, (orada ebedî olarak kalacaklardır.) Artık onların mazhar oldukları ni‘metlerden mahrûm kalmaları düşünülemez. (Şübhe yok ki, Elláhu Teálâ’nın indinde) ma‘nevî huzúrunda, dâr-ı âhirette (pek büyük bir mükâfât var- dır.) Bâ-husús onlar, dâr-ı saádet olan Cennet’te lâ zamânî, lâ mekânî, lâ keyfî bir súrette Cenâb-ı Hak’ın cemâliyle müşerref olacak; O’nun rızásına nâil ola- caklardır. Elbette bu, Cennet ni‘metlerinin fevkınde pek büyük bir mükâfâttır.”1450 Yedinci Âyet-i Kerîme: ‫لَ ُه ْم َجنَّا ٌت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًد ۜا‬ ‫رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه ْم َورَ ُضوا َع ْن ُهۜ ٰذ ِل َك ا ْل َف ْوزُ ا ْل َع ۪ظي ُم‬ “(Onlar için altlarından ırmaklar akan Cennet’ler vardır.) Onlar için bütün 1448 Tevbe, 9:20. 1449 Tevbe, 9:21. 1450 Tevbe, 9:22.

Üçüncü Bâb/Birinci Mebhas 549 güzellik ve ni‘metleri hâvî, hüzün ve kedere sebeb olacak bütün hâdiselerden ve sıkıntılardan berî bağ ve bahçeler, ikámetgâhlar hâzırlanmıştır (ki; onlar, bunlarda ebedî olarak kalıcılardır.) Bununla berâber, bütün bu ni‘metlerin fev- kınde Elláhu Teálâ’nın rızásı vardır. (Elláhu Teálâ onlardan râzı olmuş; onlar da Elláhu Teálâ’dan râzı olmuşlardır. İşte bu, en büyük bir kurtuluştur.) Bunun fevkınde bir saádet tasavvur edilemez.”1451 Sekizinci Âyet-i Kerîme: ‫قُ ْل اَ ُؤ۬نَ ِّب ُئ ُك ْم ِبَ ْ ٍي ِم ْن ٰذ ِل ُك ْمۜ ِل ّلَ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا ِع ْن َد رَبِّ ِه ْم َجنَّا ٌت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر‬ ‫َخا ِل ۪دي َن ۪في َها َواَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌة َو ِر ْضوَا ٌن ِم َن الّٰ ِۜل َوالّٰ ُل بَ ۪صيرٌ بِا ْل ِعبَا ِۚد‬ “Yâ Muhammed! (De ki: ‘Onlardan) o dünyevî iştâh çekici olan şeylerden, ço- luk çocuktan, mal ve servetten, makám ve mevkí‘den (daha hayırlısını sizlere ha- ber vereyim mi?) O dünyâlık nâmına elde ettiğiniz şeylerden daha hayırlı ve ebedî olan şeyleri size bildireyim mi? (Takvâ sáhibi olanlar için,) Elláhu Teálâ’dan korkup evâmir-i İlâhiyye’ye imtisâl ve nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb edenler için, (Rab’lerinin yanında) Âhiret Áleminde, ağaçlarının veyâ köşklerinin (altlarından ırmaklar akan Cennet’ler) bağlar, bahçeler, pek hóş ebedî ikámetgâhlar (vardır.) O takvâ sáhibleri, (orada) o Cennet’lerde, (ebedî olarak kalacaklardır ve) o takvâ sáhibleri için, orada maddî ve ma‘nevî kirlerden, kusúrlardan (ter temiz eşler var- dır ve) bununla berâber Cennet ni‘metlerinin fevkınde (Elláhu Teálâ’nın rızásı vardır.) İşte en büyük saádet, rızá-yı İlâhî’ye nâil olmaktır.’ (Ve Elláhu Teálâ, kullarını hakkıyla görücüdür.) Bütün kullarının yaptıklarını bilir, görür, ona göre mükâfât veyâ cezâ verir. İşte, takvâ sáhibi kullarının o güzel hâllerini de bildi- ğinden, onlar için Cennet’lerini hâzırlamış ve onları, en mukaddes bir gáye olan kendi rızásına mazhar buyurmuştur.”1452 Dokuzuncu Âyet-i Kerîme: ‫“ ِا َّن الَّ ۪ذيــ َن ٰا َمنُــوا َو َع ِم ُلــوا ال َّصا ِل َحــا ِ ۙت اُ ۬و ٰلٓ ِئــ َك ُهــ ْم َخــ ْ ُر ا ْل َ ِبيَّــ ِة‬Hakíkaten o kimseler ki, îmân ettiler ve sálih amellerde bulundular; işte yaratılmışların ha- yırlısı onlardır.”1453 1451 Mâide, 5: 119. 1452 Âl-i İmrân, 3:15. 1453 Beyyine, 98:7.

550 Dâr-ı Saádet ۜ‫َجزَٓا ُؤ۬ ُه ْم ِع ْن َد رَبِّ ِه ْم َجنَّا ُت َع ْد ٍن َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًدا‬ ‫رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه ْم َورَ ُضوا َع ْن ُۜه ٰذ ِل َك ِل َم ْن َخ ِش َي رَبَّ ُه‬ “(Onların Rab’lerinin indinde mükâfâtı,) îmân ve sálih amellerinin karşılığı, (altlarından ırmaklar akan Cennet’lerdir.) Ehl-i Cennet, (oralarda) o Cennet’lerde (ebediyyen dâimî kalıcılardır. Elláh, onlardan râzı olmuştur. Onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte bu, Rabbinden korkan kimse içindir.)”1454 Onuncu Âyet-i Kerîme: ‫(“ َولَ َســ ْو َف يَ ْر ٰضــى‬Ve andolsun ki; mutlaka) o müttakí kulundan Elláhu Teálâ Hazretleri de (râzı olacaktır.) Onu îmân ve sálih amelinin mükâfâtı olan Cennet’e ve rızásına kavuşturacaktır.” Veyâ: “O kul, ileride nâil olacağı böyle pek büyük ni‘metlerden dolayı râzı ve hóşnûd olacaktır.”1455 On Birinci Âyet-i Kerîme: ‫“ يَٓــا اَيَّ ُت َهــا النَّ ْفــ ُس ا ْل ُم ْط َم ِئنَّــ ُة‬Mü’minlere, âhirette Elláh tarafından bir iltifât olarak buyrulacak ki; (Ey mutmaîn olan) huzúra kavuşmuş olan (nefis!)” 1456 ً‫(“ ِا ْر ِج ۪ٓعـي ِا ٰلـى رَبِّ ِك رَا ِضيَـةً َم ْر ِضيَّـة‬Rabbine dönüver.) Kerem sáhibi Ma‘bûd’u- nun ma‘nevî huzúruna yönel; O’nun va‘detmiş olduğu bir kerâmet mahalline, bir yüksek Cennet’e gidiver. (Sen) sana verilen ni‘metlerden (râzı,) olduğun hâl- de; (O) Kerîm Rabbin (de senden râzı olarak) o pek yüce makáma gir!”1457 ‫“ فَا ْد ُخـ۪ي ۪ف ـي ِعبَـا ۪دي‬Ey mutmaîn olan nefis! (Artık kullarımın arasına katıl!) Sen de şerefli kullarımın zümresine dâhil ol!”1458 ‫(“ َوا ْد ُخ۪ل َجنَّ۪ت‬Ve) sen de o muhterem kullarım ile berâber (Cennet‘ıme giriver.)”1459 1454 Beyyine, 98:8. 1455 Leyl, 92:21. 1456 Fecr, 89:27. 1457 Fecr, 89:28. 1458 Fecr, 89:29. 1459 Fecr, 89:30.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook