İkinci Bâb/İkinci Fasıl 451 cimâ‘dan hálî olup kalkınca; tekrâr hánımı, táhir ve temiz ve bâkire olarak ric‘at eder.”1194 Hadîs-i şerîfte geçen َد ْح ًاlafzının ma‘nâsı şudur: نَ َك َح َها: َو َد َح َم ا ْل َم ْرأَةَ يَ ْد َحُ َها َد ْحًا. اَل ِنّ َكا ُح: َوال َّد ْح ُم، ال َّد ْف ُع ال َّش ۪دي ُد: ال َّد ْح ُم Ya‘nî: “Şiddetle def‘etmek, itelemek veyâhúd nikâh, ya‘nî cimâ‘ ma‘nâsındadır. ‘Bir kadını dahm etti’ demek, ya‘nî ‘Onu nikâhladı; onunla berâber oldu’ demektir.”1195 Veyâhúd َو ُهــوَ ِشــ َّد ُة ا ْل ِج َمــا ِع،ً أَ ْي يَ ْد َحُــو َن َد ْحــاya‘nî: “Dahm, cimâ‘ın, ya‘nî cinsî münâsebetin şiddetli şekline denir.” Bu hadîs-i şerîfteki َد ْح ًـاlafzı bildiriyor ki; ehl-i Cennet ve hánımları, birlikte şehvetin en şiddetli şekliyle, kemâl-i lezzetle cimâ‘ ederler. Hadîs, ehl-i Cen- net’in bu konuda dahi tamâm-ı ni‘mete mazhar olduklarını bildirir. ُس ِئ َل، أَ َّن رَ ُسو َل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم: َع ْن أَ ۪بي أُ َما َمةَ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه .َ َو َل َم ِنيَّة، َولَ ِك ْن َل َم ِ َّن، َد َحا ًما َد َحا ًما:أَ ُيَا ِم ُع أَ ْه ُل ا ْل َجنَّ ِة ؟ قَا َل Ebû Umâme (ra) Hazretleri’nden rivâyetle, Resûl-i Ekrem (asm)’a suâl edildi ki: “Ehl-i Cennet, cimâ‘ ederler mi?” Resûl-i Ekrem (asm) buyurdular ki: “Evet, hem de çok şiddetli ve şehvetli bir şekilde cimâ‘ ederler. Velâkin, erkek ve kadından meni gelmez.”1196 Hadîs-i şerîfteki, َ َو َل َم ِنيَّــة، َل َمــ ِ َّيcümlesinden murâd; ya‘nî: “Onlardan meni inzâl olmaz ve onlar orada ebedîdirler, ölmezler.” ya‘nî, “Cennet’te inzâl-i meni ve ölüm yoktur” demektir.1197 يَتَنَا َك ُح، « ُس ِئ َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم: َع ْن أَ ۪بي أُ َما َمةَ قَا َل ) َو َش ْهوَ ٍة َل تَ ْن َق ِط ُع َد ْحًا َد ْحًا، بِ َذ َك ٍر َل يَ َم ُّل، (نَ َع ْم: فَ َقا َل، أَ ْه ُل ا ْل َجنَّ ِة؟ 1194 Sahîh-i İbn-i Hibbân, 7402. 1195 Lisânü’l-Arab, 12/196. 1196 Taberânî fi’l-Kebîr, 7479; Ebû Nuaym Sıfâtü’l-Cenneh, 367; Beyhekí el-Ba‘sü ve’n-Nuşûr, 367. 1197 Hâdiyü’l-Ervâh, 239.
452 Dâr-ı Saádet Ebû Umâme (ra)’dan rivâyetle, Resûl-i Ekrem (asm)’a suâl olundu ki: “Ehl-i Cennet, cimâ‘ ederler mi?” Resûl-i Ekrem (asm) buyurdular ki: “Evet, usanma- yan, bıkmayan bir zekerle, tenâsül uzvuyla; kesilmeyen, şehvetli, şiddetli bir şekilde cimâ‘ ederler.”1198 Ehl-i Cennet’e yeme, içme ve cimâ‘ husúsunda yüz erkeğin kuvveti verilece- ğine dâir ehâdîs-i Nebeviyye’de şöyle buyrulmaktadır: َو َعن زيد بن أَرقم رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل َجا َء رجل من أهل ا ْلكتاب ِإلَى النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم فَ َقا َل يَا أَبَا ا ْل َقا ِسم ت ْزعم أَن أهل ا ْلجنَّة يَأْ ُك ُلون َويَ ْشرَبُو َن قَا َل نعم َوالَّ ِذي نفس ُمَ َّمد بِيَ ِد ِه ِإن أحدهم ل ُي ْعطى قُ ّوَة مائَة رجل ِفي ا ْلكل َوالشرب َوا ْل ِج َماع قَا َل فَ ِإن الَّ ِذي يَأْ ُكل َوي ْشرب تكون لَ ُه ا ْل َحاجة َولَ ْي َس ِفي ا ْلجنَّة أَذَى قَا َل تكون َحا َجة أحدهم رشحا ي ِفيض من ُج ُلوده ْم َكرَ ْش ِح ا ْلمسك فيضمر بَ ْطنه رَ َوا ُه أَ ْحد َوالنَّ َسائِ ّي َو ُر َواته ُ ْمتَج بهم ِفي ال َّص ِحيح Zeyd bin Erkam (ra) der ki: “Resûlulláh (sav)’e bir Yahûdî gelerek, ‘Yâ Ebe’l-Kásım! Cennet ehlinin yediklerini ve içtiklerini mi söylüyorsun?’ dedi. Resûl-i Ekrem (sav) de şöyle cevâb verdi: ‘Muhammed’i kudret ve irâdesiyle yaşatan Elláh’a yemîn ederim ki, evet. Onlardan her birine yemede, içmede ve kadınlarla temâsta yüz erkek kuvveti verilir.’ Yahûdî, ‘Yiyen ve içen kimse, abdest bozmak ihtiyâcını duyar. Hâlbuki, Cennet’te ne eziyyet var, ne de hóşa gitmeyen hâl var’ deyince; Resûlulláh (sav), ‘Onlardan biri abdest bozmak isteyince, vücûdundan misk kokusunu andıran bir ter çıkar, hemen acıkır’ buyurdu.”1199 قَا َل رَ ُسو ُل الّٰ ِل يُ ْعطَى ا ْل ُم ْؤ ِم ُن ِفي ا ْل َجنَّ ِة قُ ّوَةَ َك َذا،َع ْن أَنَ ِس ْب ِن َما ِل ٍك رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه قَا َل . يُ ْع ٰطى قُ ّوَةَ ِمائَ ٍة: يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل أَ َويُ ۪طي ُق ٰذ ِل َك؟ قَا َل: ۪قي َل.َو َك َذا ِم َن ا ْل ِج َما ِع Enes bin Mâlik’ten (ra) rivâyete göre, Resûlulláh (asm) şöyle buyurmuş- tur: “Mü’mine cimâ‘dan dolayı şu kadar, şu kadar kuvvet verilir.” Denildi ki: “Yâ Resûlelláh (asm)! Ehl-i Cennet, buna tâkat getirebilir mi?” Resûlulláh (asm), buyurdular ki: “Ehl-i Cennet’ten her bir kimseye, yüz kişinin kuvveti verilir.”1200 1198 Taberânî fi’l-Kebîr, 7674; Ebû Nuaym, Sıfâtü’l-Cenneh, 368. 1199 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 344. 1200 Tirmizî, 2536; Ebû Dâvûd et-Tayalisî, 2012; Sahîh-i İbn-i Hibbân, 7400.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 453 : َح َّدثَنَا َو ۪كي ٌع َح َّدثَنَا ا ْلَ ْع َم ُش َع ْن ثُ َما َمةَ ْب ِن ُع ْقبَةَ ا ْل ُم َح ِّل ِم ِ ّي قَا َل:َوقَا َل ا ْ ِل َما ُم أَ ْحَ ُد قَا َل ۪لي رَ ُسو ُل الّٰ ِل ِإ َّن ال ّرَ ُج َل ِم ْن أَ ْه ِل ا ْل َجنَّ ِة يُ ْع ٰطى قُ ّوَةَ ِمائَ ِة:َِس ْع ُت زَ ْي َد ْب َن أَ ْرقَ َم يَ ُقو ُل .رَ ُج ٍل ِفي ا ْلَ ْك ِل َوال ُّش ْر ِب َوال َّش ْهوَ ِة َوا ْل ِج َما ِع İmâm Ahmed (ra) (…) Sumâme bin Ukbete’l-Muhallimî’den rivâyetle; demiştir ki: “Ben, Zeyd bin Erkam (ra)’dan işittim ki; şöyle diyordu: ‘Resûlulláh (asm) bana dedi ki: ‘Ehl-i Cennet’ten her bir adama yeme, içme, şehvet ve cimâ‘ konusunda yüz adamın gücü verilir.’ ”1201 ِإ َّن ال ّرَ ُج َل: ۪قي َل ِلرَ ُسو ِل الّٰ ِل َه ْل نَ ِص ُل ِإ ٰلى ِن َسائِنَا ِفي ا ْل َجنَّ ِة ؟ قَا َل:َع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَةَ قَا َل .لَيَ ِص ُل ِفي ا ْليَ ْو ِم ِإ ٰلى ِمائَ ِة َع ْذرَا َء Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyetle; denildi ki: “Yâ Resûlelláh (asm)! Biz, Cen- net’te hánımlarımıza kavuşup berâber olur muyuz?” Resûlulláh (asm) buyurdular ki: “Bir adam, günde yüz bâkire kadına vâsıl olup onunla berâber olur.”1202 ِإ َّن النَِّ َّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه: َو ُسلَ ْي ُم ْب ُن َعا ِم ٍر بِلَ ْف ِظ، َوقَ ْد َجا َء ُم ْر َسلاً َع ِن ا ْل َه ْيثَ ِم الطَّائِ ِ ّي َو ِإ َّن ال ّرَ ُج َل، َوذَ َك ٍر َل يَ َم ُّل، بِ ُق ُب ٍل َش ِه ٍ ّي، نَ َع ْم: فَ َقا َل،َو َس ّلَ َم ُس ِئ َل َع ِن ا ْل ُب ْض ِع ِفي ا ْل َجنَّ ِة يَأْ ۪تي ِه ۪في ِه َما ا ْشتَ َه ْت، َل يَتَ َح ّوَ ُل َع ْن ُه َو َل يَ َم ّلُ ُه،ًلَيَتَّ ِك ُئ ۪في ِه ا ْل ُمتَّ َكأَ ِم ْق َدارَ أَ ْربَ ۪عي َن َسنَة .نَ ْف ُس ُه َوقَ ّرَ ْت َع ْينُ ُه Nebî (asm)’a, Cennet’teki cimâ‘dan suâl olundu. Buna dâir Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdular: “(Evet, şehvetli ferc ve usanmayan zeker ile cimâ‘ vardır. Kişi, taht ve döşeğinde kırk yıl) bir rivâyette yetmiş yıl (mikdârı başka yere tahavvül etmeden uzanıp yas- lanır. Hîç usanmaz. Nefsinin istediği, gözünün aydın olduğu her şey ona gelir.)”1203 يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل أَنُ ْف ۪ضي ِإ ٰلى ِن َسائِنَا ِفي: قُ ْل ُت: قَا َل، َع ِن ا ْب ِن َع ّبَا ٍس رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه َما 1201 Ahmed, 4/7424; Abd bin Hümeyd, 263; Sahîh-i İbn-i Hibbân, 7424; Nesâî-yi Kübrâ, 11414; Taberânî fi’l-Kübrâ, 5005-5008-5009; Taberânî fi’l-Evset, 1722; Bezzar fî Keşfi’l-Estar, 3522. 1202 Taberânî fi’l-Evset, 5267; Taberânî fi’s-Sağír, 795; Ebû Nuaym, Sıfât-ı Cenneh, 397; Ebû Ya‘lâ, 2436. 1203 Metálibü’l-Áliyye li-İbn-i Hâcer, 13/123; Sahîh-i İbn-i Hibbân, 7379.
454 Dâr-ı Saádet َوالَّ ۪ذي نَ ْف ُس ُمَ َّم ٍد بِيَ ِد ۪ه: ا ْل َجنَّ ِة َك َما نُ ْف ۪ضي ِإلَ ْي ِه َّن ِفي ال ُّد ْنيَا ؟ قَا َل َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم . ِإ َّن ال ّرَ ُج َل لَ ُي ْف ِضي ا ْل َغ َداةَ ا ْلوَا ِح َدةَ ِإ ٰلى ِمئَ ِة َع ْذرَا َء، İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyetle demiştir ki: “Ben, ‘Yâ Resûlelláh! Dünyâda hánımlarımızla berâber cimâ‘ ettiğimiz gibi; Cennet’te de hánımlarımızla berâber cimâ‘ eder miyiz?’ diye sordum. Resûlulláh (asm) buyurdular ki: ‘Nefsim yed-i kudretinde olan Elláh’a kasem ederim ki; Cennet’te bir adam, tek bir sabâh vak- tinde yüz bâkire ile birlikte cimâ‘ eder.’ ”1204 َعن أبي ُمو َسى ا ْل ْش َع ِر ّي رَ ِضي الله َعن ُه َعن النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل ِإن ِل ْل ُمؤم ِن ِفي ا ْلجنَّة لخيمة من لؤلؤة َوا ِح َدة مجوفة طول َها ِفي ال َّس َماء ِستُّو َن مي ًل ِل ْل ُمؤم ِن ِفي َها أهلون يطوف َعلَ ْي ِهم ا ْل ُمؤمن فَ َل يرى بَعضهم بَ ْع ًضا Ebu Mûsâ el-Eş‘arî (ra)’den, Resûlulláh (sav)’in şöyle dediği rivâyet olundu: “(Mü’min için Cennet’te tek inciden oyma altmış mil yüksekliğinde otağ) bü- yük ve süslü, görkemli ve gösterişli hakan çadırı (vardır. Oradaki eşlerine ayrı ayrı uğrar. Onlar ise biribirlerini göremezler.)”1205 َع ٰل أَ ْن َها ٍر: فَ َع ٰل َما يُطَّلَ ُع ِم َن ا ْل َجنَّ ِة؟ قَا َل، يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل:َح ۪دي ُث لَ ۪قي ِط ْب ِن َعا ِم ٍر أَنَّ ُه قَا َل َوأَ ْن َها ٍر ِم ْن لَ َ ٍب لَ ْم يَتَ َغ َّ ْي،ٌ َوأَ ْن َها ٍر ِم ْن َكأْ ٍس َما بِ َها ُص َدا ٌع َولاَ نَ َدا َمة،ِم ْن َع َس ٍل ُم َص ّٰفى َوأَ ْز َوا ٌج، َو َخ ْيٌ ِم ْن ِم ْث ِل ۪ه، َولَ َع ْم ُر ِإ ٰل ِه َك ِمَّا تَ ْعلَ ُمو َن، َوفَا ِك َه ٍة، َو َما ٍء َغ ْ ِي ٰا ِس ٍن،طَ ْع ُم ُه ، ال َّصا ِل َحا ُت ِلل َّصا ِل ۪حي َن: أَ َولَنَا ۪في َها أَ ْز َوا ٌج ُم ْصلَ َحا ٌت؟ قَا َل، يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل: قُ ْل ُت،ُمطَ ّهَرَ ٌة . َوتَلَ ُّذذُ ُك ْم َغ ْيَ أَ ْن َل تَوَالُ َد،تَلَ َّذذُوا بِ ِه َّن لَ َّذا ِت ُك ْم ِفي ال ُّد ْنيَا Lakít bin Ámir (ra) dedi ki: “Yâ Resûlelláh (asm)! Cennet’te nelere muttali‘ olunup seyredilir?” Resûlulláh (asm) cevâben buyurdular ki: “Sáfî bal nehirleri- ne, başağrısı ve pişmânlık vermeyen içki nehirlerine, tadı ekşileşip bozulmamış süt nehirlerine, tadı acılaşmayan su nehirlerine. Senin İlâh’ına yemîn olsun ki; sizlerin bildiği meyvelerine ve o bildiğiniz meyvelerden daha hayırlısına ve ezvâc-ı mutah- haraya muttali‘ olunur. Bunların hepsi seyredilir.” 1204 Ebû Nuaym el-Esbehânî, Sıfâtü’l-Cenneh, 398; Müsned-i Ebî Ya‘lâ, 4/326. 1205 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c.7, s. 325.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 455 Ben dedim ki: “Yâ Resûlelláh! Bizim için orada sáliha kılınmış eşler mi var?” Resûlulláh (asm) cevâben buyurdular ki: “Sáliha kadınlar, sálih erkeklerindir. Dünyâda eşlerinizle cimâ‘ edip lezzet aldığınız gibi, onlarla da berâber olup lezzet alırsınız; ancak bu ilişkilerden dolayı çocuk doğumu yoktur.”1206 Muhammed Buhárî diyor ki: “Ebû Rezîn el Ukeylî vâsıtasıyla Resûlulláh (sav)’den rivâyet edilmiştir ki: ‘‘ ِا َّن أَ ْهـ َل ا ْل َجنَّـ ِة َل يَ ُكـو ُن لَ ُهـ ْم ۪في َهـا َولَـ ٌدCennetlik- lerin Cennet’te çocukları olmayacaktır.’ ”1207 Demek, Cennet’te cimâ‘ var; ancak tenâsül (neslin çoğalması, doğum) yoktur. Hulâsa: Nümûne olarak zikrettiğimiz bu rivâyetlerden de anlaşılacağı üze- re; Cennet’te her nev‘ı lezzet olduğu gibi; ehl-i Cennet, kendileri için ihzâr edilen zifâf odalarında Cennet’teki hánımlarıyla birlikte olup, cimâ‘ da eder- ler. Cennet’e lâyık envâ-ı çeşit zevk ve lezzeti alırlar. Cimâ‘dan sonra, Cennet kadınlarına tekrâr bâkirelikleri iáde edilir. Bir erkeğe yeme, içme, şehvet ve cimâ‘ husúsunda yüz erkeğin kuvveti verilir. Buraya kadar zikrettiğimiz beyânât- lar, sarîhan a‘zamî bir şekilde haşr-i cismânîyi haber veriyor. Cenâb-ı Erhamür- râhimîn, bu ni‘metlere cümlemizi mazhar eylesin. Âmîn. İKİNCİ NEV‘ CENNET KADINLARI, HÛRÎLERDİR. Hûrîler, melek cinsinden olmayıp, kadın cinsindendir. Yerler ve içerler. Zevcleri onlarla cinsî münâsebette bulunur. Kadının en câzibeli yeri gözü ol- duğundan, Cennet kadınlarına “kara gözlü” ma‘nâsında olan “hûrî” ismi veril- miştir. Kadının göz güzelliğinden sonraki güzelliği ise, yanaklarının kırmızı ve beyâzlığıdır. Onun için onlar hakkında âyette “ َكأَنَّ ُهـ َّن ا ْليَاقُـو ُت َوا ْل َم ْر َجـا ُنSanki onlar, yâkút ve mercân gibidirler” denilmiştir. Cennet’te mü’minler için hâzır- lanan hátûnların yanakları kırmızılıkta yâkúta; vücûdları berrâk ve beyâzlıkta hális mercâna benzer. Şu hâlde, Cenâb-ı Hak bu âyette, ehl-i Cennet’in hátûn- larını, bâ-husús hûrîlerini güzellikte iki şeye teşbîh buyurmuştur ki; yüzleri kırmızılıkta yâkúta ve gáyet beyâz olmakta mercâna (incinin ufağına) teşbîh eylemiş ve kırmızı ile beyâz biribirine karıştığından insânlar için pek makbûl olan renkte olacaklarını beyân buyurmuştur. Bundan sonra, kadının güzelliği, 1206 Hâdiyü’l-Ervâh, 2/517-518. 1207 Tirmizî, 38/22, Hadîs No: 2742.
456 Dâr-ı Saádet kelâmının tatlılığındadır. Hûrîlerin kelâmının tatlılığı o kadar güzeldir ki; ko- nuştuğu zamân, kocası onun yanından ayrılmak istemez. Hûrîler, o kadar güzeldir ki, Cennet’in envâ-i mehâsininden yapılmış yetmiş hulleyi giydikleri hâlde kemiklerinin içindeki ilikleri görünür. Cenâb-ı Hak, her bir hûrîyi, hattâ üzerindeki elbiseyi, küçük bir Cennet hâline getirmiştir. Cennet’te her bir mü’min için yetmiş bin kasır, yetmiş bin hûrî vardır. Gerek kâfir, gerek Müslümân olsun, her insân için şu ânda Cennet’te hûrîler vardır. Ancak, kâfir Cehennem’e gittiği için, onun hûrîleri irs olarak Müslümânlara verilir. Cennet’teki hûrîler, dünyâdaki sáhibleriyle alâkadârdırlar. Sáhiblerinin her yaptığı güzel amel karşılığında onlar sevinirler ve günâhlarından dolayı da üzülürler. Onların mehirleri, salevât-ı şerîfedir ve sünnetin ittibâıdır. Burada ya- pılan güzel ameller Cennet’te tecessüm edince, o hûrîlerin yeri süslenir ve onlar bu süslerle sevinirler ve sáhiblerine karşı iştiyâk duyarlar. Daha dünyâdayken onlara áşık olurlar. Zevcleri günâh işlediği zamân da gücenirler. Haşre kadar kocalarını bekler ve bir ân önce onlara kavuşmak arzû ederler. Kavuştuklarında da, kocalarına hasr-ı nazar eder ve başka erkeklere aslâ bakmazlar. Çünkü, en güzel şekil ne ise, kocaları onların karşısında o súreti alır ve her zamân kocaları, izn-i İlâhî ile o hûrîlerin istediği şekle ve súrete girerler. Onlar da kocalarına áşık olurlar. Kocaları beş yüz senelik bir mesâfede de olsa, kocasının üzerine áşıkáne şarkı söylediği zamân, hemen onları celbedip yanlarına getirirler. Hadîste şöyle denilmiştir: “Hûrîler, mahlûkátın daha güzelini aslá duymadı- ğı, bizim de benzerini aslâ duymadığımız güzel seslerle şarkı söylerler ve derler ki: ‘Biz, hóşnûd olanlarız, aslâ kızıp öfkelenmeyiz. Biz, evlerinde kalanlarız, aslá dışarı çıkıp dolaşmayız. Biz, ebedî olanlarız, aslá ölmeyiz. Biz, ni‘metler içeri- sinde olanlarız, aslá yoksul düşmeyiz. Biz, ikrâm-ı İlâhîye mazharız, ebediyyen sefâlet çekmeyiz. Biz, güzel huylu, güzel yüzlüleriz. Üstün ve değerli kocaların sevgili eşleriyiz.’ ” Hazret-i Áişe (ra) dedi ki: “Hûrîler bu sözleri söylediği vakit, dünyâ ehlinden olan mü’mine kadınlar onlara şöyle cevâb verirler: ‘Bizler namâz kılan kadınla- rız, siz ise kılmadınız. Bizler oruç tutan kadınlarız, siz ise oruç tutmadınız. Bizler abdest alan kadınlarız, siz abdest almadınız. Bizler bolca sadaka veren kadınlarız, siz sadaka vermediniz.’ ” Hazret-i Áişe (ra) Vâlidemiz dedi ki: “Elláh’a kasem olsun ki; dünyâdan gi- den kadınlar, bu sözleriyle hûrîleri susturacaklardır.”
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 457 Cennet’te Hûrîler mi Daha Güzeldir, Yoksa Dünyâdan Giden Kadınlar mı? Dünyâdan Cennet’e giden kadınlar, dünyâda işledikleri amelleri sebebiyle hûrîlerden daha üstün ve daha güzel olacaklardır. Ümmü Seleme (ra), bir gün Hazret-i Peygamber (asm)’a, “Yâ Resûlelláh! Dünyâdaki kadınlar mı, yoksa Cennet’teki hûrîler mi daha güzeldir?” diye sorar. Resûlulláh (asm), “Dünyâdaki kadınların hûrîlere olan üstünlüğü, yüzün astara olan üstünlüğü gibidir” diye cevâb verir. Ümmü Seleme, “Niçin?” diye sorunca, Resûlulláh (asm) şöyle buyurur: “Dünyâdaki kadınlar, namâz kıldıkları, oruç tut- tukları ve birçok ibâdette bulundukları için hûrîlerden daha üstün olacaklardır.”1208 Cennet’te kocalarının erkeklik gücü hîç düşmez. Ya‘nî, cinsî münâsebet lezzeti hîç bitmez. Zevceleri de her münâsebetten sonra yine bâkire olurlar.1209 Cennet’te hâmilelik, hayz ve nifas hâlleri yoktur.1210 Cennet tenâsül yeri değil- dir. Ya‘nî, orada neslin çoğalması yoktur. Cenâb-ı Hak, her nev‘ı hissiyyâtın tatmîn edildiği Cennet’te, ehl-i Cennet’in çocuk sevme hissini de kable’l-bülûğ vefât eden çocukları, Cennet’e lâyık bir súrette onlara ihsân etmekle tatmîn eder. Cennet’teki hûrîlerin ve dünyâdan gitme kadınların üç vasfı vardır: 1. Hepsi bâkiredir.1211 2. Yaşları birdir.1212 3. Kocalarına áşıktırlar.1213 Hûrîler, ehl-i îmân için Cennet’te yaratılmış zevcelerdir. Şu ânda orada hâ- zırdırlar ve zevclerini beklemektedirler. Esahh olan kavle göre, her bir mü’mine yetmiş bin hûrî verilir. Suâl: Cennet’te erkeklere hûrî veriliyor. Peki, kadınlara ne verilecek? Elcevâb: Cenâb-ı Hak, Cennet’te kadınlara öyle bir hâl veriyor ki, kadın ko- casını hangi şekilde görmek isterse, kocası o şekilde kendisine yaklaşır. Böylece, o his tamâmen tatmîn olur ve kadın, kendi kocasından başka bir erkeği istemez. Hem kadın, kocasına o kadar áşıktır ki, başkasını görmek istemez. Hem erkek 1208 Taberânî. 1209 Vâkıa, 56:35-36. 1210 Bakara, 2:25. 1211 Vâkıa, 56:35-36. 1212 Vâkıa, 56:37; Nebe’, 78:33. 1213 Sád, 38:52; Vâkıa, 56:35-37; Nebe’, 78:33.
458 Dâr-ı Saádet cihâd ehlidir. Hûrîler ise cihâd ehli olan erkeklerin mükâfâtıdır. Kadında cihâd kábiliyyeti yoktur. Cenâb-ı Hak, Cennet’te, ehl-i îmânı hûrîler ile evlendirir. Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân, bu hakíkatı üç âyetiyle şöyle haber vermektedir: Birincisi: Túr Sûresi’nde şöyle buyruluyor: “ ُمتَّ ِك۪ٔـــ َن َعــ ٰى ُســ ُر ٍر َم ْص ُفوفَــ ٍۚة َوزَ ّوَ ْجنَا ُهــ ْم ِبُــو ٍر ۪عــ ٍنO pek mes‘úd zâtlara, ‘Cennet’lerde (sıra sıra dizilmiş tahtlara) biribirine bitişik, bir hizâda bulunan koltuklara (yaslanarak) tam bir zevk ve huzúr ile oturduğunuz hâlde, Cennet’in yiyecek ve içeceklerinden telezzüz ediniz’ denilecektir. (Ve) kerem sáhibi Rab’le- rinin, onlar hakkında büyük bir ni‘meti olmak üzere (onları; siyâh iri gözlü, sîmâları gáyet güzel hûrîler ile evlendiririz.) O takvâ sáhibi kullara, Cennet’te huzúr ve sükûn bulmaları için; kendileri ve elbiseleri gáyet güzel, kara ve iri göz- lü Cennet hátûnlarını hayât arkadaşı olmak üzere ihsân ederiz.”1214 İkincisi: Duhán Sûresi’nde şöyle buyruluyor: (“ َك ٰذ ِلــ َ ۠ك َوزَ ّوَ ْجنَا ُهــ ْم ِبُــو ٍر ۪عــ ٍنİşte böyledir.) Takvâ sáhibleri hakkında in- delláh takdîr edilen sevâb ve mükâfât, böyle pek mükemmel ve muhteşemdir. (Ve onları) o takvâ sáhiblerini, (iri ve siyâh gözlü ve beyâz yüzlü hûrîlerle evlen- dirdik.) Ceylân gözlü, elbiseleri ter temiz, renkleri bem beyâz kadınlarla evlen- dirdik. Onlarla dahi mütelezziz olurlar.”1215 Üçüncüsü: Tekvîr Sûresi’nde şöyle buyruluyor: َو ِإذَا النُّ ُفــو ُس زُ ِّو َجــ ْتBu âyet-i kerîmenin çok ma‘nâlarından biri de şudur: “Mü’minlerin, hûrîlerle birleştirildiği, bir araya getirildiği zamân” demektir.1216 Bu üç âyet-i kerîme sarîhan bildirir ki: Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, kendi fazl u kereminden, ehl-i îmânı, dünyâdan gitme zevcelerinden başka Cennet kadınları olan hûrîlerle dahi tezvîc eder, onlarla evlendirir. Konuyla alâkalı hadîs-i şerîflere gelince: َو َعن عبد الله بن أبي أوفى رَ ِضي الله َع ْن ُه َما قَا َل قَا َل رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم 1214 Túr, 52:20. 1215 Duhán, 44:54. 1216 Tekvîr, 81:7.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 459 ِإن الرجل من أهل ا ْلجنَّة ليزوج َخْس ِمائَة حوراء َوأَ ْربَ َعة آ َلف بكر َوثَ َما ِنية آ َلف ثيب يعانق كل َوا ِح َدة ِم ْن ُه َّن ِم ْق َدار عمره ِفي ال ُّد ْنيَا Abdulláh bin Ebî Evfâ’ (ra)’dan Resûlulláh (sav)’in şöyle buyurduğu rivâyet olundu: “Cennet ehlinden her erkeğe beş yüz hûrî, dört bin bâkire kız ve sekiz bin kadın verilecek. Onların her biri ile dünyâdaki ömrü kadar sarmaş dolaş kalacak.”1217 “Tezvîcden murâd; hakíkí akd-i nikâh değildir. Belki murâd; ‘Ehl-i Cennet ile hûrîleri bir araya getiririz, yakınlaştırırız, çiftleştiririz’ demektir. Dünyâdaki akdin fâidesi hilldir. Cennet’te ise, buna ihtiyâc yoktur. Âyet, böyle demekle, ehl-i Cennet’in kemâl-i şerefini izhâr etmektedir.”1218 َوزَ ّوَ ْجنَا ُهـ ْم ِبُـو ٍر ۪عـ ٍنkavl-i şerîfinin ma‘nâsı, “ قَ ّرَ ْبنَا ُه ْم بِ َهـاBiz, onları Cennet’te hûr-i îyne karîn kıldık” demektir. Zîrâ, Cennet’te, dünyâda olan tezvîc gibi bir tezvîc yoktur. Ya‘nî, murâd; “Dünyâdaki gibi kuyûd ve şurût ile mukayyed, meşrût bir tezvîc yoktur” demektir. زَ ّوَ َجfiili, tef‘íl bâbındandır. زَ ْو ٌجlafzı; mutlak “çift”, ya‘nî “eş” ma‘nâsında olup, insân, hayvân ve eşyâ-i sâirede dahi müsta‘meldir. Bu lafız; karîn, sınıf, nev‘ ve ferdin mukábili olan çift ma‘nâlarında da isti‘mâl olunur.”1219 Bu muvâcehede ma‘nâ; “Cenâb-ı Hak, ehl-i îmânı hûrîlere yakın eder; onları bir araya getirir” demektir. Hulâsa: Cennet’te Ehl-i Cennet’e, hem dünyâdaki zevceleri, hem de hûrîler- den zevceler verilir. Kendilerine hâzırlanan zifâf odalarında envâ-ı çeşit zevkı alırlar. Husúsan cinsî münâsebette bulunurlar. Cennet ehli olan erkekler, bir ânda ayrı ayrı sarâylarda bütün eşleri ile birlikte olup, cimâ‘ ederler. Şehvetle- rinden de bir şey noksán olmaz. Kur’ân-ı Kerîm’in iki âyetinde yine Cennet hûrîlerinden bahsedilmektedir: Birincisi: Rahmân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: (“ ُحــورٌ َم ْق ُصــورَا ٌت ِفــي ا ْل ِخيَــا ِمBu Cennet’lerde, ehl-i Cennet için hâzırlan- mış hûrîler,) iri ve siyâh gözlü zevceler (vardır ki; onlar, çadırlar) koni şeklinde 1217 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 359. 1218 Nazmü’d-Dürer fî Tenâsübi’l-Âyâti ve’s-Süver, 7/83. 1219 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 1/470.
460 Dâr-ı Saádet olan sarâylar, köşkler (içinde kemâl-i muhabbetlerinden dâimâ zevclerine hasr-ı nazar ederler. Başkalarına bakmazlar.) O sîreten ve súreten güzel olan kadın- lar, Cennet’lerde kendilerine mahsús, pek kıymetli sarâylarda ikámet ederler. Onlar, örtülü olan ve ötede beride dolaşıp durmaktan sakınan hûrîler ve de dünyâdan gitme zevcelerdir.”1220 Bu âyet-i kerîmenin ifâdesiyle; bu iki Cennet’te eşlerinin yanından ayrılma- yan, muhabbetlerini sâdece onlara hasreden, onlardan da sevgi ve saygı gören, başkalarına bakmaya tenezzül etmeyen, beyâz tenli, iri ve siyâh gözlü zevceler bulunmaktadır. Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bu haymelerde oturan kadınları iki şekilde vasfetmiştir: Birincisi: ٌ ُحــورkelimesidir. Bu kelime, َحــ ْورَا ُءkelimesinin cem‘ıdir. َحــ ْورَا ُء “kara gözlü” demektir. Demek, kadınların en güzeli, kara gözlü olanıdır. İkincisi: َم ْق ُصـورَا ٌتkelimesidir. Bu kelime ise, َم ْق ُصورَ ٌةkelimesinin cem‘ıdir. “ َم ْق ُصــورَ ٌةkasredilen”, ya‘nî “sâdece kocaları için hasredilen, gözleri kocalarından başkasını görmeyen” kadın demektir. Kadının en câzibedâr yeri, gözüdür. Sonra yanaklarının kırmızılığı (allığı) ve teninin beyâzlığı gelir. Daha sonra da kelâmının tatlılığı gelir. Hûrîlerde bu güzelliklerin hepsi mevcûddur. Hûrîlerin kelâmının tatlılığı o kadar güzeldir ki, konuştuğu zamân kocası onun yanından ayrılmak istemez. O sîreten ve súreten güzel olan kadınlar, Cennetlerde kendilerine mahsús, pek kıymetli sarâylarda ikámet ederler. Onlar örtülü olup, ötede beride dolaşıp dur- maktan sakınan hûrîler ve dünyâdan gitme zevcelerdir. Bu hûrîler, yollarda ge- zip dolaşan kadınlardan değildir. Hûrîler, ehl-i îmânın a‘mâl-i sálihasına mükâfât olarak Cennet’te yaratılan zevcelerdir. Onlar, kimin ameli mukábilinde halk olunmuşsa, ona mahsústur. Başka birine verilmez. Çünkü, her nefis, hayır ve şer olsun ameli ne ise onunla merhûne olduğundan,1221 herkesin amelinden halkolu- nan ni‘met de onun malıdır. Dolayısıyla, gayr ona sáhib çıkamaz. Üstâd Bedîuz- zamân (ra) Hazretleri, “İşârâtü’l-İ‘câz” tefsîrinde َو لَ ُهـ ْم ِفي َهـا اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَـرَ ٌةâyet-i 1220 Rahmân, 55:72. 1221 Müddessir, 74:38.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 461 kerîmesini tefsîr ederken, bu âyet-i kerîmede geçen لَ ُه ْمkelimesi ile alâkalı ola- rak şöyle buyuruyor: “ لَ ُه ْمkelimesi, ihtisâsı ifâde ettiği cihetle, o ezvâcın onların mülkü ve onlara mahsús olduklarına delâlet ettiği gibi, dünyâ kadınlarından başka ُحــورٌ ۪عــ ٌن ile ta‘bîr edilen bir kısım kadınlar da onlar için yaratılmış olduğunu îmâen gösteriyor.”1222 Cennet’te akrabâların görüşme yeri ayrı, misâfirlerin görüşme yeri ayrıdır. Misâfir kabûl etme yeri, beş yüz senelik bir yerdir. Hûrîlerin yeri ise daha baş- kadır. Hîç kimse onların yanına giremez. Zîrâ, orada dahi haremlik-selâmlık vardır. Cennet’teki kadınların, nâmahrem erkeklerin yüzüne çıkmaları yasak- tır. Misâfir geldiği zamân, misâfir ağırlama yerine gidilir. Gılmân denilen Cen- net’teki hizmetçiler, ellerinde kadehlerle onlara hizmet ederler.1223 Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, Cennet’te ehl-i îmân ve táate ihsân edeceği kemâl-i muhabbetlerinden dâimâ zevclerine hasr-ı nazar eden hûrîleri müjdele- dikten sonra umûm cin ve inse şöyle bir hıtábda bulunur: “ فَ ِب ـأَ ِ ّي ٰا َلء رَبِّ ُك َم ـا تُ َك ِّذبَـا ِنEy cin ve ins! Sizler kocalarına áşık olup gözleri on- lardan başkalarını görmeyen ve başka erkeklerle ihtilât etmeyen, böylece zevclerini nâmûs cihetinde emniyyette bırakan Cennet’teki hûrîleri ve dünyâdan gitme kadın- ları mı inkâr ve tekzîb edersiniz? “Yoksa, onların birer nümûnesi olan şu dünyâdaki iffetli ve nâmûslu kadınları mı inkâr ve tekzîb edersiniz? “Yoksa, koni şeklindeki Cennetleri ve o Cennetlerde bulunan koni şeklindeki sarâyları ve pek çok mücevherâtla süslü o sarâyların her bir kapısında bulunan yüz- lerce hádimleri mi ve her bir sarâyda bulunan iri ve siyâh gözlü hûrîleri mi inkâr ve tekzîb edersiniz? “Yoksa, Cennetlerde bulunan hûrîlere áid sarâylarla, misâfirleri ağırlamak için inşâ edilen sarâyları ve o sarâylarda hizmet eden gılmânları mı inkâr ve tekzîb eder- siniz? “Yoksa, Cennet’teki bu ni‘metleri size ta‘rîf eden Kur’ân’ı ve onun dünyâ ve âhiret 1222 İşârâtü’l-İ‘câz, s. 153. 1223 Túr, 52:24.
462 Dâr-ı Saádet saádetine vesîle olan ahkâmını mı inkâr edersiniz? Mâdem Cennet’teki bu ni‘metler, îmân, amel-i sálih ve takvâ ile elde edilir. Öyle ise, aklı başında ve kalbi yerinde olan her bir insân, bütün gücüyle îmân, amel-i sálih ve takvâ dâi- resine girerek böyle bir saádeti kaybetmemeye çalışmalıdır.”1224 Üstâd Bedîuzzamân (ra) Hazretlerine hizmet eden ba‘zı talebeleri tarafın- dan sorulan bir suâli ve o suâle verilen cevâbı, mevzú‘muzla alâkalı olması ha- sebiyle aynen naklediyoruz: “Küre-i Arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderâtıyla alâkadâr olan bu dehşetli harb-i umûmîden elli gündür (şimdi yedi seneden geçti aynı hâl) hîç sor- muyorsun ve merâk etmiyorsun. Hâlbuki, bir kısım mütedeyyin ve álim insânlar, cemâati ve câmii bırakıp radyo dinlemeğe koşuyorlar. Acabâ, bundan daha büyük bir hâdise mi var? Cevâben dedim ki: “Evet, bu cihân harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemîn yüzündeki hâ- kimiyyet-i ámme da‘vâsından daha ehemmiyyetli bir da‘vâ, herkesin ve bi’l-hássa Müslümânların başına öyle bir hâdise ve öyle bir da‘vâ açılmış ki; her adam, eğer Al- man ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek da‘vâyı kazanmak için bilâ-tereddüd sarfedecek. İşte o da‘vâ ise, yüz bin meşâhir-i insâniyyenin ve hadsiz nev-ı beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, kâinât sáhibinin ve mu- tasarrıfının binler va‘d ü ahdlerine istinâden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: “Herkesin îmân mukábilinde bu zemîn yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzey- yen ve bâkí ve dâimî bir tarla ve mülkü kazanmak veyâ kaybetmek da‘vâsı başına açılmış. Eğer îmân vesîkasını sağlam elde etmezse, kaybedecek. Ve bu asırda, mad- diyyûnluk táúnuyla çoklar o da‘vâsını kaybediyor. Hattâ, bir ehl-i keşf ve tahkík, bir yerde kırk vefiyyâttan yalnız birkaç tânesi kazandığını sekerâtta müşâhede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acabâ, bu kaybettiği da‘vânın yerini, bütün dünyâ saltanatı o adama verilse doldurabilir mi? “İşte, o da‘vâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o da‘vâyı kaybettirmeyen hárika bir da‘vâ vekîlini o işde çalıştıran vazífeleri bırakıp, ebedî dünyâda kalacak gibi âfâkí mâlâya’niyyât ile iştigál etmek tam bir akılsızlık bildiği- mizden, biz Risâle-i Nûr şâkirdleri, her birimizin yüz derece aklımız ziyâde olsa da, ancak bu vazífeye sarf etmek lâzım diye kanâatımız var.”1225 1224 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 721. 1225 Şuá‘lar, 11. Şuá‘, 4. Mes’ele, s. 202-203.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 463 İnsân, dünyevî bir saltanat için gece gündüz demeden çalışırsa, bu uğurda yeri geldiği zamân cân ve malını fedâ edecek kadar kendisini tehlikeye atarsa; sâdece saádet mahalli olan bir memlekette sultán olmak için ne kadar sa‘y ü gayret göstermesi lâzım geleceği düşünülsün. Husúsan o memlekette dediğim dedik ola; hîç kimse onu kırmaya; bütün ağaçlar önünde el-pençe dura; her şey kendisine itáat ede; her isteği ânında hâzır ola; rızkı peşinde koşmayıp, ayağına gele; sıcak ve soğuk elemini çekmeye; rûhî ve cismânî bütün arzûları tatmîn edi- le; maddî ve ma‘nevî ni‘metlerden aldığı lezzet bir karârda kalmayıp her ân arta; kendileriyle ünsiyyet edeceği sîreten ve súreten güzel zevceleri buluna; ihtiyâr olmayıp dâimî genç kala; bütün sevdikleriyle berâber mes‘úd ola; her türlü belâ, musíbet ve hastalıklardan emîn ola; her türlü korku ve üzüntüden selâmette buluna; mevt ve fenâ, zevâl ve firâk endîşesi olmayıp orada dâimî kala; bütün bu ni‘metlerin fevkınde Rahmân-ı Zü’l-cemâl’in rızá, kurbiyyet ve rü’yetiyle mü- şerref ola. Acabâ, bu nasıl bir memlekettir, bu nasıl bir saltanattır! Kıyâs edilsin. İnsânın kıymeti, ancak bâkí bir Zât’a abd ve bâkí bir memlekette sultán olmakla tezáhür eder. Kur’ân’ın ma‘nevî tefsîri olan Risâle-i Nûr’un “Sözler” adlı eserinde bu konu şöyle ifâde edilmiştir: “İnsân, kâinâtın kıymetdâr bir meyvesi ve Sáni-ı Kâinât’ın nâzdâr sevgilisi ol- duğu, Mi‘râc ile anlaşılmış ve o meyveyi cin ve inse getirmiştir. Küçük bir mahlûk, zayıf bir hayvân ve áciz bir zî-şuúr olan insânı, o meyve ile o kadar yüksek bir makáma çıkarır ki: Kâinâtın bütün mevcûdâtı üstünde bir makám-ı fahr veriyor. Ve öyle bir sevinç ve sürûr-i mes‘údiyyetkârâne veriyor ki, tasvîr edilmez. Çün- kü, ádî bir nefere denilse: ‘Sen müşîr oldun.’ Ne kadar memnûn olur! Hâlbuki, fânî, áciz bir hayvân-ı nâtık, zevâl ve firâk sillesini dâimâ yiyen bî-çâre insâna, birden, ‘Ebedî, bâkí bir Cennet’te, Rahîm ve Kerîm bir Rahmân’ın rahmetinde ve hayâl sür‘atinde, rûhun vüs‘atinde, aklın cevelânında, kalbin bütün arzûlarında, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerâna ve cevelâna muvaffak olduğun gibi; saá- det-i ebediyyede rü’yet-i cemâline de muvaffak olursun’ denildiği vakit, insâniyyeti sukút etmemiş bir insân, ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve sürûru kalbinde hissedeceğini tahayyül edebilirsin.”1226 (“ لَـ ْم يَ ْط ِم ْث ُهـ َّن ِا ْنـ ٌس قَ ْبلَ ُهـ ْم َو َل َٓجـا ٌّنCennet’te olan hûrîlere, zevclerinden evvel 1226 Sözler, 31. Söz, 4. Esâs, 5. Meyve, s. 583.
464 Dâr-ı Saádet ins ü cinden hîçbir kimse dokunmamıştır.) Dâimâ bâkiredirler. Kocaları onlarla her temâs ettiğinde, onları bâkire olarak bulurlar.”1227 Bu âyet-i kerîmenin ifâdesiyle; hûrîlere daha evvel hîçbir ins ve cin temâs etmemiştir. Dâimâ bâkiredirler. Kocaları onlarla her temâs ettiğinde, onları bâ- kire olarak bulurlar. Bu da, Cennet’te tenâsülün (neslin çoğalması) olmadığına işâret eder. Hûrîlerden biri nağme söylediğinde, beş yüz senelik mesâfeden, sesinin câzi- besiyle kocası yanına celb olunur. Ehl-i îmândan Cennet’e giren herkese, esahh olan görüşe göre yetmiş bin hûrî verilir. İnsân, orada nûrâniyyet kesbeder ve bir ânda yetmiş bin hûrînin yanında hâzır olabilir. Nasıl ki, Güneş, nûrâniyyet vâsıtasıyla bir ânda hadsiz âyînelerde ışığı, harâ- reti ve yedi rengiyle bulunur ve aks-i timsâlini yerleştirir. Hem Cibrîl-i Emîn bir ânda, hem Resûl-i Ekrem (asm)’ın yanında, hem Arş-ı A‘zam’da, hem huzúr-i İlâhîde bulunur. Öyle de, ehl-i Cennet, aynı ânda hadsiz yerde bulunabilir. Her bir hûrîyle aynı ânda cinsî münâsebette bulunur ve hepsinden ayrı ayrı lezzet alır. Ehl-i Cennet’in Cennet’te gezmeleri hayâl súretindedir. Nasıl şu ânda Ka‘be’yi hayâl ettiğinde, Ka‘be aynı ânda hemen gözün önüne geliyorsa; ehl-i Cennet’in Cennet’te cesedle gezmesi de o sür‘atte ve kolaylıktadır. Ehl-i Cen- net’in cisimleri rûh kuvvetinde ve hıffetinde ve hayâl sür‘atinde oldukları hâlde, o geniş Cennetlerde seyerân ve cevelân ederler. Risâle-i Nûr’un “Sözler” adlı eserinde, bu konu şöyle îzáh edilmiştir: “Nasıl ki şu kesâfetli, karanlıklı, dar dünyâda, Güneş’in pek çok âyînelerde bir ânda aynen bulunması gibi; öyle de, nûrânî bir zât, bir ânda çok yerlerde aynen bulunması -‘On Altıncı Söz’de isbât edildiği gibi- meselâ, Hazret-i Cebrâîl aley- hisselâm bin yıldızda bir ânda, hem Arş’ta, hem huzúr-i Nebevîde, hem huzúr-i İlâhîde bir vakitte bulunması; hem Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın haşirde bir ânda ekser etkıyâ-i ümmetiyle görüşmesi ve dünyâda hadsiz makám- larda bir ânda tezáhür etmesi ve evliyânın bir nev‘ı garîbi olan ebdalların bir vakit- te çok yerlerde görünmesi ve avâmın rü’yâda ba‘zan bir dakíkada bir sene kadar işler görmesi ve müşâhede etmesi ve herkesin kalb, rûh, hayâl cihetiyle bir ânda pek çok yerlerle temâs edip alâkadârâne bulunması ma‘lûm ve meşhûd olduğun- dan; elbette nûrânî, kayıdsız, geniş ve ebedî olan Cennet’te, cisimleri rûh kuvvetin- de ve hıffetinde ve hayâl sür‘atinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüz bin yerlerde 1227 Rahmân, 55:74.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 465 bulunup yüz bin hûrîlerle sohbet ederek yüz bin tarzda zevk almak, o ebedî Cennet’e, o nihâyetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sádık (asm)’ın haber verdi- ği gibi hak ve hakíkattır. Bununla berâber, bu küçücük aklımızın terâzîsiyle o muazzam hakíkatlar tartılmaz.”1228 Bu âyet-i kerîme, ehl-i îmânın Cennet’te hûrîlerle evleneceğini sarâhaten ifâde etmektedir. Ehl-i îmâna Cennet’te hûrîlerin verileceği ve onlarla evlenile- ceği ve onlarla mübâşeret edileceği nass-ı Kur’ân’la1229 ve Ehâdîs-i Nebeviyye ile sâbit olduğundan, inkârı dalâlettir. Mâdem nikâh muámelesi, cismen ve bede- nen olur. Öyle ise, Cennet’te hûrîlerle olan mübâşeret ve muámele cismânîdir. Risâle-i Nûr’un “Sözler” adlı eserinde, Cennet’teki saádet ve lezâizin cismânî olduğu şöyle ifâde edilmiştir: “Rahmânürrahîm ismiyle, hûrîlerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzûla- rına câmi‘ bir meskeni senin cismânî hevesâtına ihzâr eden ve sâir esmâsıyla senin rûhun, kalbin, sırrın, aklın ve sâir letáifin arzûlarını tatmîn edecek ebedî ihsânâtını o Cennet’te sana müheyyâ eden ve her bir isminde ma‘nevî çok hazîne-i ihsân ve kerem bulunan bir Mahbûb-i Ezelî’nin elbette bir zerre muhabbeti, kâinâta bedel olabilir. Kâinât onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz.”1230 Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, Cennet’te ehl-i Cennet’e ihsân edilecek zevclerin- den evvel ins ü cinden hîçbir kimsenin kendilerine dokunmadığı hûrîleri müjde verdikten sonra, şöyle bir hıtábda bulunur: “ فَ ِبــأَ ِ ّي ٰا َلء رَبِّ ُك َمــا تُ َك ِّذبَــا ِنEy cin ve ins! Şu mezkûr ni‘metleri, Kur’ân size ta‘lîm buyurmuştur. Eğer Rahmân-ı Zü’l-cemâl, bu Kur’ân’ı size ta‘lîm etmeseydi, sizin için gayb hükmünde olan bütün bu ni‘metlerin varlığından nasıl haberdâr olabilirdiniz? Öyleyse, bu Kur’ân’ı inkâr etmeyin ve ona itáat edin ki; bu had- siz ni‘metleri de inkâr etmiş olmayasınız. Eğer inkâr ederseniz, bu ni‘metlerden mahrûm olmakla berâber, dünyâda eski akvâm gibi âfât-ı Arzıyye ve semâviyye ile helâk olursunuz, âhirette de ebedî Cehennem ile cezâlandırılırsınız.”1231 Cennet hûrîlerinden bahseden âyet-i kerîmelerin ikincisi: Vâkıa Sûresi’nde şöyle buyruluyor: 1228 Sözler, 28. Söz, s. 502. 1229 Bakara, 2:25; Âl-i İmrân, 3:15; Nisâ, 4:57; Yâsîn, 36:56; Duhán, 44:54; Túr, 52:20; Vâkıa, 56:22. 1230 Sözler, 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve, s. 360. 1231 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, s. 732.
466 Dâr-ı Saádet “ َو ُحــورٌ ۪عــ ٌنO Cennet áleminde o mukarrebûn táifesi için beyâz tenli, iri ve siyâh gözlü zevceler de vardır.”1232 “ َكاَ ْمثَــا ِل ال ّلُ ْؤلُــ ِ۬ؤ ا ْل َم ْكنُــو ِنO hûrîler; sedefler içinde saklı, sáf, berrâk, şeffâf, Güneş görmemiş inciler gibi güzel ve temizdirler.”1233 “ َجـزَٓا ًء بِ َمـا َكانُـوا يَ ْع َم ُلـو َنMukarrebûn táifesi, işlemiş oldukları sálih amelle- rine mükâfât olarak bu ni‘metlere nâil olacaklardır.”1234 Mühim bir suâl: Dünyâdan Cennet’e giden kadınlar, eş olarak kimlere verilir? Elcevâb: Bu suâle, nisâ-i dünyânın durumuna göre altı maddede cevâb veri- lebilir. Şöyle ki: Birincisi: Bir kadın, dünyâdayken hîç evlenmeyip, bâkire olarak vefât etmiş- se; Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, dünyâdan Cennet’e giden ehl-i Cennet erkekle- rinden biriyle o bâkire kadını evlendirir. O kadına, gözünün aydın olacağı bir erkeği nasíb eder. Zîrâ, Cennet ni‘metleri husúsunda, erkek ve kadın müşterek- tir. Elláh, evlilik ve nikâh ni‘metini bekár kadına da nasíb eder. Zîrâ, Cennet’te kimse bekár kalmaz. İkincisi: Bir kadın dünyâdayken biriyle evlenip, daha sonra kocası onu boşar; kadın da o birinci kocasından başka biriyle evlenmeyip o hâlde vefât ederse; Cennet’e giden bu kadının durumu, yine birinci maddede zikrettiğimiz kadının durumu gibidir. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, o kadının durumuna göre, onu Cen- net’te biriyle evlendirir. Üçüncüsü: Bir kadın, dünyâdayken biriyle evlenir. Fakat, -el-iyâzu billâh- o koca, Cehennem’e giderse; bu kadın dahi evvelki iki maddede olduğu gibi, Cen- net’te bir erkek ile evlendirilir. Cennet’te bekár hîç kimse yoktur. Nitekim, ehâdîs-i Nebeviyye’de vârid ol- muştur ki; Resûl-i Ekrem (sav)’e, Cennet’te kendi zevcelerinden başka ba‘zı nisâ-i dünyâ dahi zevce olarak verilir. Şöyle ki: . َوأُ ْخ َت ُمو ٰسى، َوا ْمرَأَةَ ِف ْر َع ْو َن،ِإ َّن الّٰلَ زَ ّوَ َج۪ن ِفي ا ْل َجنَّ ِة َم ْريَ َم بِ ْن َت ِع ْمرَا َن 1232 Vâkıa, 56:22. 1233 Vâkıa, 56:23. 1234 Vâkıa, 56:24.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 467 “(Elláhu Teálâ, beni Cennet’te Meryem bint-i İmrân, Fir‘avn’un hánımı) Âsiye (ve Mûsâ (as)’ın kız kardeşi) Ümmü Gülsûm (ile evlendirir.)”1235 Bu ma‘nâda değişik lafızlarla rivâyet edilen pek çok hadîs vardır. Nümûne olarak bir tânesini zikrettik. Bu ve benzerî hadîsler bildiriyor ki; dünyâda bekár olarak vefât eden veyâ âhirette kocası Cehennem’e giden kadınlar, Cennet’te mutlaka biriyle evlendirilir. Dördüncüsü: Bir kadın, dünyâdayken bir erkek ile evlenir; kocasının nikâhı altında kocasından evvel vefât edip Cennet’e giderse; geride kalan kocası da sonradan vefât edip Cennet’e giderse, Cennet’te biribirlerine kavuşur, orada evlenirler. Beşincisi: Bir kadın, dünyâdayken bir erkek ile evlenir; daha sonra kocası vefât edip de dul kalan kadın, ölene kadar evlenmezse; bu kadın ve koca, Cen- net’e gittikleri vakit orada evlenir, berâber olurlar. Altıncısı: Bir kadın dünyâdayken bir erkek ile evlenir; daha sonra kocası vefât eder de bu dul kalan kadın başkasıyla evlenirse; bu durumda bu kadın hakkında iki rivâyet vardır: Birinci rivâyet: Bu durumdaki kadın, o kocaları içinde ahlâkı en güzel olanı tercîh eder. Bir hadîste, Ümmü Habîbe (ra)’ın bu konudaki suâline Resûl-i Ek- rem (asm) şöyle cevâb vermiştir: اَ ْل َم ْرأَ ُة يَ ُكو ُن، يَا رَ ُسو َل الّٰ ِل: أَ َّن أُ َّم َح ۪بيبَةَ زَ ْو َج النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم قَالَ ْت: َع ْن أَنَ ٍس ِل ْلَ ّوَ ِل أَ ْو ِل ْلٰ ِخ ِر؟، ِلَ ِيّ ِه َما تَ ُكو ُن، ثُ َّم يَ ُموتُو َن َو َ ْيتَ ِم ُعو َن ِفي ا ْل َجنَّ ِة، لَ َها ال ّزَ ْو َجا ُن ِفي ال ُّد ْنيَا . ذَ َه َب ُح ْس ُن ا ْل ُخ ُل ِق ِبَ ْ ِي ال ُّد ْنيَا َوا ْل ِخرَ ِة:َ ِلَ ْح َس ِن ِه َما ُخ ُل ًقا َكا َن َم َع َها يَا أُ َّم َح ۪بيبَة:قَا َل Enes (ra)’dan rivâyetle, Resûlulláh (asm)’ın ezvâc-ı táhirâtından olan Ümmü Habîbe (ra) dedi ki: “Yâ Resûlelláh! Bir kadının dünyâda iki kocası varsa, iki koca ile evlenmişse, sonra vefât edip hepsi Cennet’te toplanmışsa; bu kadın, iki kocadan hangisine verilir? Birincisine mi, yoksa ikincisine mi?” Resûl-i Ekrem (asm) buyurdular ki: “O kadın, ahlâk cihetiyle en güzel olan kocaya verilir. Ey Ümmü Habîbe! Hüsn-i hulk sáhibi, dünyâ ve âhiret hayrını alıp götürmüştür.”1236 1235 Taberânî, fi’l-Kebîr, 6/52; el-Heysemî, el-Mecmau’z-Zevâid, 9/218; el-Bidâyetu ve’n-Nihâye, 2/437. 1236 et-Tezkire Fî Ahvâli’l-Mevtâ ve’l-Âhire, 278/2.
468 Dâr-ı Saádet َو ُر ِو َي َعن أم َسل َمة زوج النَِّب صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم رَ ِضي الله َع ْن َها قَالَت قلت يَا رَ ُسول الله أَ ْخبر ِني َعن قَول الله عز َوجل حور عين ا ْلوَا ِق َعة 22قَا َل حور بيض عين ضخام شفر ا ْل َح ْورَاء بِ َم ْ ِنلَة جنَاح الن ْسرقلت يَا رَ ُسول الله فَأَ ْخبر ِني َعن قَول الله عز َوجل كأنهن ا ْليَاقُوت والمرجان ال ّرَ ْحَن 85قَا َل صفاؤهن كصفاء ال ّد ّر الَّ ِذي ِفي الأصداف الَّ ِذي َل تمسه ا ْلَ ْي ِدي قلت يَا رَ ُسول الله فَأَ ْخبر ِني َعن قَول الله عز َوجل ِفي ِه َّن خيرات حسان ال ّرَ ْحَن 07قَا َل خيرات ا ْلَ ْخ َلق حسان ا ْل ُو ُجوه قلت يَا رَ ُسول الله فَأَ ْخبر ِني َعن قَول الله عز َوجل كأنهن بيض َم ْكنُون الصافات 94قَا َل رقتهن كرقة ا ْلجلد الَّ ِذي ِفي َداخل ا ْلبَ ْي َضة ِمَّا يَِل القشر قلت يَا رَ ُسول الله فَأَ ْخبر ِني َعن قَول الله عز َوجل عربا أَ ْترَابًا ا ْلوَا ِق َعة 73قَا َل هن اللواتي قبضن ِفي َدار ال ُّد ْنيَا َع َجائِز رمصا ُشْطًا َخلقه َّن الله بعد ا ْلكبر فجعلهن عذراى عربا ُمتَ َعش َقات ُمتَ َحببَات أَ ْترَابًا على ِمي َلد َوا ِحد قلت يَا رَ ُسول الله أنساء ال ُّد ْنيَا أفضل أم ا ْلحور ا ْلعين قَا َل ن َساء ال ُّد ْنيَا أفضل من ا ْلحور ا ْلعين كفضل الظهارة على البطانة قلت يَا رَ ُسول الله َوبِ َم ذَاك قَا َل بصلاتهن وصيامهن وعبادتهن الله عز َوجل ألبس الله عز َوجل وجوههن النُّور وأجسادهن ا ْل َح ِرير بيض الألوان خضر ال ِثّيَاب صفر ا ْلح ِ ّل مجامرهن ال ّد ّر وأمشاطهن ال َّذ َهب يقلن أَلا َنن الخالدات فَ َل نموت أبدا أَلا َنن الناعمات فَ َل نبأس أبدا أَلا َونحن المقيمات فَ َل نظعن أبدا أَلا َونحن الراضيات فَ َل نسخط أبدا ُطوبَى لمن ُكنَّا لَ ُه َو َكا َن لنا قلت يَا رَ ُسول الله ا ْل َم ْرأَة منا ت َتَ ّوَج ال ّزَ ْو َج ْ ِي َوالثَّ َلثَة َوا ْلَ ْربَ َعة ِفي ال ُّد ْنيَا ث َّم تَ ُموت فَتدخل ا ْلجنَّة ويدخلون َمع َها من يكون زَوج َها ِم ْن ُهم قَا َل يَا أم َسل َمة ِإنَّ َها يرتخ فتختار أ ْحسنهم خلقا فَتَقول أَي رب ِإن َه َذا َكا َن أ ْحسنهم معي خلقا ِفي َدار ال ُّد ْنيَا فزوجنيه يَا أم َسل َمة ذهب حسن ا ْلخلق ِبَير ال ُّد ْنيَا َوا ْل ِخرَة رَ َوا ُه الطَّ َبَا ِن ّي ِفي ا ْل َك ِبير والأوسط َو َه َذا لَفظه
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 469 Resûlulláh (sav)’in zevcesi Ümmü Seleme (ra)’dan, şöyle dediği rivâyet olundu: “ ‘Yâ Resûlelláh! Elláhu Teálâ’nın, ‘İri gözlü hûrîlerdir’ (Vâkıa, 56:22) kavlini bana anlat’ dedim. ‘Onlar, beyâz tenli, iri gözlü, karakuşun kanatları gibi sürmeli- dir’ dedi. ‘Yâ Resûlelláh! Elláh’ın, ‘Sanki o kadınlar, birer yâkút ve mercândır’ (Rahmân, 55:58) âyetini anlat’ dedim. ‘Onlar, el değmemiş sedefteki inci gibi gü- zeldirler’ dedi. ‘Yâ Resûlelláh! Elláh’ın, ‘O Cennetlerde iyi ahlâklı güzel kadınlar vardır’ (Rahmân, 55:70) âyetini anlat’ dedim. ‘Onlar, çok güzel huylu ve çok güzel yüzlüdürler’ buyurdu. ‘Yâ Resûlelláh! Elláh’ın, ‘Onlar, toz konmamış yumurta gi- bidirler’ (Sáffât, 37:49) âyetini anlat’ dedim. ‘Onlar, yumurtanın zarı gibi beyâz ve nâziktirler’ dedi. ‘Yâ Resûlelláh! Elláh’ın, ‘Kocalarına áşık ve biribirlerinin akrânıdırlar’ (Vâkıa, 56:37) âyetini söyle’ dedim. ‘Onlar, dünyâda ihtiyâr, gözleri çapaklı, saçları ağarmış ve zayıf olarak ölmüşken, Elláh (cc), onları Cennet’te bâki- re, kocalarına sevimli, áşık ve bağlı, biribirlerinin akrânı kılacak’ buyurdu. “ ‘Yâ Resûlelláh! Dünyâ kadınları mı üstündür, yoksa iri gözlü hûrîler mi?’ de- dim. ‘Elbisenin yüzü, astarından kıymetli olduğu gibi, dünyâ kadınları da hûrîlerden üstündürler’ dedi. ‘Neden yâ Resûlelláh?’ dedim. Şöyle açıkladı: ‘Namâzları, oruç- ları ve Elláh’a ibâdetleri sebebiyle Elláh, onların yüzlerini nûrlandırır, kendilerine ipek elbiseler giydirir. Onların tenleri beyâz, elbiseleri yeşil, zînetleri sarı, buhurdân- lıkları inci ve tarakları altındır. Onlar şöyle söylerler: ‘Biz burada ebedî kalacağız. Biz sevimli ve mutluyuz. Aslâ üzülüp sıkılmayız. Başka áleme göçmeden hep burada kalacağız. Biz bu hâlimizden memnûnuz ve her şeye râzıyız. Hîç kimse- ye kızmaz ve öfkelenmeyiz. Ne mutlu kendilerine eş olduğumuz ve bize eş olan kimselere!’ “ ‘Yâ Resûlelláh! Bizim kadınlarımızdan dünyâda iki, üç ve dört kocaya va- ranlar oluyor. Cennet’te bunların hangisi kocası olacak?’ dedim. Şöyle cevâb ver- di: ‘Ümmü Seleme! O kadın, evlendiği erkeklerden huyu en güzelini seçerek, ‘Yâ Rabbî! Onu bana eş kıl’ der. Yâ Ümmü Seleme! Huyu güzel olan, hem dünyâda, hem de âhirette mutludur. İki cihânın da iyiliğine kavuşur.’ ”1237 İkinci rivâyet: Birden fazla koca ile evlenmiş olan kadın, en son kimin nikâhı altında kalmışsa, o kocaya verilir. Buna dâir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır: .(“ أَيُّ َمـا ا ْمـرَأَ ٍة تَوَ ٰفّـي َع ْن َهـا زَ ْو ُج َهـا فَ َتَ ّوَ َجـ ْت بَ ْعـ َد ُه فَ ِهـ َي ِلٰ ِخـ ِر أَ ْز َوا ِج َهـاHangi 1237 et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 368-369.
470 Dâr-ı Saádet kadın ki; kocası vefât eder ve kadın da kocasından sonra başka biriyle evlenirse,) şâyet o kadın ve kocaları hepsi Cennet’e giderse; o zamân (Cennet’te, en son hangi kocasının nikâhı altında ise, o koca ile evlendirilir.)”1238 فَ َل، ِإ ْن ِش ْئ ِت أَ ْن تَ ُكو ۪ني زَ ْو َج۪ت ِفي ا ْل َجنَّ ِة:َع ْن ُح َذ ْي َفةَ رَ ِض َي الّٰ ُل َع ْن ُه أَنَّ ُه قَا َل ِل ْمرَأَ ِت ۪ه فَ ِل ٰذ ِل َك َح ّرَ َم الّٰ ُل َع ٰل، فَ ِإ َّن ا ْل َم ْرأَةَ ِفي ا ْل َجنَّ ِة ِل ِخ ِر أَ ْز َوا ِج َها ِفي ال ُّد ْنيَا،تَزَ ّوَ ۪جي بَ ْع ۪دي .أَ ْز َوا ِج النَِّ ِ ّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم أَ ْن يُ ْن َك ْح َن بَ ْع َد ُه؛ ِلَنَّ ُه َّن أَ ْز َوا ُج ُه ِفي ا ْل َجنَّ ِة Huzeyfe (ra), hánımına dedi ki: “Eğer benimle birlikte Cennet’te olmak istersen, benden sonra başkasıyla evlenme! Çünkü, kadın, dünyâda evlenmiş olduğu kocaları içinde en sonuncusuna verilir. Ona áiddir. Bundan dolayı, Elláhu Teálâ, Resûlulláh (asm)’ın hánımlarının Resûlulláh (asm)’dan sonra evlenmelerini harâm eyledi. Çünkü, Resûlulláh (asm)’ın dünyâdaki hánımları, Cennet’te de Resûlulláh’ın hánımlarıdır.”1239 Mervîdir ki: Ümmü’l-Mü’minîn Sevde bint-i Zem’a, mer’e-i kebîre olmakla Peygamber (asm) onun müfârakatını murâd ettikte, Sevde (ra), “Benim murâ- dım, yevm-i kıyâmette senin ezvâcınla haşr olmaktır. Nöbetimi Áişe’ye verdim. Beni tatlîk etme” dedi. Bu vecihle sulh olundu.1240 Hulâsa: Birden fazla koca ile evlenen birisi, ya ahlâken güzel olanı tercîh eder, ya da en son kimin nikâhı altında ise ona verilir. Ulemâ-i İslâm; ikinci kavli daha esahh görmüş, Ümmü Seleme ve Ümmü Habîbe (ra)’dan rivâyet olunan hadîslerin isnâdını zayıf saymışlardır.1241 El-ilmü indelláh. Hulâsa: Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Cennet’in en büyük ni‘metlerinden biri olan nikâhı herkese nasíb eder. Herkes derecesine göre birçok hûrî ve nisâ-i dünyâdan zevceleriyle Cennet’te berâber olur. Cennet’te herkese bu ni‘met ve- rilir. Daha önce zikrettiğimiz âyet ve hadîs-i şerîflerden anlaşılacağı üzere, Cen- net’te bekár kimse yoktur, herkes evlidir. Müslim’in, Ebû Hüreyre’den rivâyet ettiği bir hadîste, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurmaktadır: .“ َما ف ِى ا ْل َجنَّ ِة أَ ْعزَ ُبCennet’te bekár hîçbir kimse yoktur.”1242 1238 Câmi’u’s-Sahîh, 2704. 1239 Beyhekí, Sünen, 7/69. 1240 Tefsîr-i Mevâkib, 1/384. 1241 Ahvâlü’n-Nisâ fi’l-Cenneh, 8. 1242 Müslim, 2834.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 471 CENNET KADINLARININ VASIFLARI Kur’ân-ı Azímü’ş-şân ve Ehâdîs-i Nebeviyye’de Cennet kadınlarının iki kı- sım evsâfından bahsedilir. Birincisi: Evsáf-ı halkıyyeleridir. Ya‘nî, bedenî ve fizîkî vasıflarıdır. İkincisi: Evsáf-ı hulkıyyeleridir. Ya‘nî, ahlâkí vasıflarıdır. Bir vasıf da vardır ki, Cennet kadınlarının, hem evsáf-ı halkıyye hem de ev- sáf-ı hulkıyyelerine delâlet eder. O vasıf, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَــرَ ٌة cümlesi ile ifâde edilen, Cennet kadınlarının maddeten ve ma‘nen mutahhar olmalarıdır. Şimdi en evvel bu ortak vasfın ehemmiyyetinden bahsedeceğiz. Daha sonra diğer iki kısım evsáfı, maddeler hâlinde îzáh etmeye çalışacağız: Evet, Cennet kadınlarının Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’daki en mühim vasfı, “tahâ- ret”tir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, üç âyet-i kerîmede اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَــرَ ٌةifâdesini kullan- makla, nazarlarımızı Cennet kadınlarının maddî ve ma‘nevî tahâretine, temizli- ğine ve pâklığına çevirmektedir. “Arabî İşârâtü’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-6” adlı eserde konuyla alâkalı olarak şöyle deniliyor: “Saádet-i cismâniyyenin temel esâslarından birisi de ‘menkeh’ (nikâh)tır. Ya‘nî, evlenmek, zevce sáhibi olmaktır. “Bil ki! İnsânın en şiddetli ihtiyâclarından birisi, kalbine mukábil bir kalbin bu- lunmasıdır ki; muhabbetlerini müdâvele, aşklarını mübâdele etsinler. Lezzetlerini paylaşıp muânese etsinler. Biribirleriyle ülfet ve ünsiyyet peydâ etsinler. Belki hayret ve tefekkür emsâli gibi şeylerde biribirlerine muávenet etsinler. Biribirlerine sıkıntı- larını söyleyip derdleşsinler veyâ huzúrlarını anlatıp berâber lezzet alsınlar. “Hulâsa: İnsânın fıtratında lezzetlerini ve sıkıntılarını başkasıyla paylaşmak ih- tiyâcı vardır. Ya‘nî, kalbine karşı bir kalb ister ki; her iki taraf muhabbet ve sevgi- lerini, aşk ve şevklerini mübâdele etsinler; biribirleriyle paylaşsınlar ve lezzetlerde biribirine ortak; gám ve kederlerde ise yekdiğerine tesellîci, muávin ve yardımcı ol- sunlar. Ya‘nî, sevinçlerini berâber yaşamak; sıkıntılarda ise, biribirlerine tesellî verip o sıkıntıyı izâle etmeye çalışmak esâsına riáyet etmektir.
472 Dâr-ı Saádet “Görmüyor musun? Herhangi bir mes’elede mütehayyir kalan veyâ acîb bir şey- de tefekküre dalan bir adam -velev zihnen olsun- birisini çağırır veyâ ister ki; birisi gelsin; o ândaki hayretini ve tefekkürünü paylaşsın; o mes’eleden haberdâr olsun; ona yardımcı olsun. Bu, fıtrat-ı insâniyyede mündemic bir ihtiyâcdır. “Sonra kalblerin en latífi, en nâziki, en şefîki, en harâretlisi; kısm-ı sânî ile ta‘bîr edilen kadın kalbidir. Sonra kadın ile erkek arasında rûhî imtizâcı, geçin- meyi tamâmlayan ve kalbî isti’nâsı, ya‘nî kalben aralarındaki ünsiyyet ve ülfeti te’mîn edip ikmâl eden ve súrî ve záhirî olan arkadaşlığı ve berâberliği sáfîleştirip samîmîleştiren, hakíkí bir arkadaşlığa çeviren, ancak kısm-ı sânî denilen kadının, ahlâk-ı seyyieden ma‘nen müberrâ ve pâk bulunması, iffetli ve nâmuslu olması ve maddeten de çirkin ve nefret verici olan árızalardan hálî ve temiz olmasıdır.”1243 Şimdi Cennet kadınlarının maddî ve ma‘nevî tahâretine, temizliğine ve pâklığına delâlet eden üç âyet-i kerîmeyi zikredeceğiz: Birinci âyet: َوبَ ِّش ِر الَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت اَ َّن لَ ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُۜر ُك ّلَ َما ُر ِزقُوا ِم ْن َها ِم ْن ثَ َمرَ ٍة ِر ْزقًاۙ قَالُوا ٰه َذا الَّ ۪ذي ُر ِز ْقنَا ِم ْن قَ ْب ُل َواُتُوا بِ ۪ه ُمتَ َشابِهًاۜ َولَ ُه ْم ۪في َهٓا اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌة َو ُه ْم ۪في َها َخا ِل ُدو َن “Ey Habîb-i zî-şânım! (Müjde eyle şu kimselere ki; onlar, îmân ettiler, amel-i sálih işlediler; onlar için altlarından nehirler) süt, bal, şarâb ve sudan ibâret olan enhâr-ı erbaa (cereyân eden Cennet’ler vardır. Her ne zamân ki) îmân edip amel-i sálih işleyen o mü’minler, (o Cennet’lerden bir rızıkla merzûk olsalar, ‘Şu rızık, bundan evvel dünyâda bizim merzûk olduğumuz rızıktır’) veyâhúd (‘Rabbimizin dünyâda bize va‘d ettiği rızıktır’ derler. Biribirine benzer bir súrette rızıkları getirilip verilir.) Zîrâ, Cennet’teki ni‘metler, her ne kadar renk ve şekil olarak dünyâ ni‘metlerine müşâbih (benzer) ise de lezzet cihetinde dün- yâ ni‘metlerinden kat kat yüksektir; renkleri bir, fakat tatları muhteliftir. (Ve ehl-i Cennet için âfâttan ve tabîat-ı beşerin sevmeyeceği şeylerden) hayız, nifâs, ahlâk-ı zemîmeden (táhir ve maddeten ve ma‘nen temiz zevceler vardır. Onlar, Cennet’te bu ni‘metlerle telezzüz ederek orada ebedî kalacaklardır.)” 1244 1243 Arabî İşârâtü’l-İ‘câz Meâl ve Şerhi-6, s. 407-408. 1244 Bakara, 2:25.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 473 Bu âyet-i kerîmede mecâmi‘-ı lezzât olan “mesken, mat‘am, menkeh”e işâret vardır. Cennet, mesken yeridir. Bu hakíkate, “Onlar için altından cereyân eden nehirler vardır” cümlesi işâret eder. Cennet, dâr-ı mat‘am “yemek yeri” oldu- ğuna, “Her ne zamân onlar, o Cennet’lerden bir rızıkla merzûk olurlarsa” cümle- si işâret eder. Cennet, dâr-ı menkeh “nikâh yeri” olduğuna, “Ehl-i Cennet için maddeten ve ma‘nen temiz zevceler vardır” cümlesi işâret eder. Tefsîri yapılan âyet-i kerîmede geçen اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَــرَ ٌةya‘nî, “Onlar için mutah- har, ter temiz kılınmış zevceler vardır” ifâdesindeki “mutahhar” kelimesi bildiri- yor ki: “Ahlâksızlıktan, fuhşiyyâttan, iffetsizlikten, kötü düşüncelerden, kîn ve buğz- dan, dedikodu ve gıybetten, yalan ve iftirâdan ve sâir kötü ahlâklardan, hayızdan, hâmilelikten, doğum yapmaktan, her türlü hastalıktan, nâhóş ve râhatsız edici her çeşit árızadan, kısaca maddî ve ma‘nevî necâsetten ter temiz kılınmış olan Cennet kadınları, ehl-i Cennet’in erkeklerine ihsân-ı İlâhî olarak verilecektir.” Ayrıca bu kelime ifâde eder ki: Cennet’teki kocalar ile zevceleri arasında tam bir birlik ve muhabbet ve aşk vardır. Ya‘nî, onlar, fikren de biribirlerine karşı ezvâc-ı mutahharadırlar, ter temiz çiftlerdir. Efkâr-ı fâsideden berîdirler; kalbleri bir, muhabbetleri bir, düşünceleri birdir. Hulâsa: Cennet kadınları ile kocaları, biribirlerine karşı kötü ahlâklardan, maddî-ma‘nevî çirkinliklerden árî ve berîdirler ve biribirlerine tam denktirler. Cennet kadınlarının maddeten ve ma‘nen temiz olduklarını beyân eden ikinci âyet-i kerîme: قُ ْل اَ ُؤ۬نَ ِّب ُئ ُك ْم ِبَ ْ ٍي ِم ْن ٰذ ِل ُك ْمۜ ِل ّلَ ۪ذي َن اتَّ َق ْوا ِع ْن َد رَبِّ ِه ْم َجنَّا ٌت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َها َواَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌة َو ِر ْضوَا ٌن ِم َن الّٰ ِلۜ َوالّٰ ُل بَ ۪صي ٌر بِا ْل ِعبَا ِد “Yâ Muhammed! Dünyâ ni‘metlerine ziyâde muhabbet edenlere (de ki:) ‘Ben, (onlardan) şu beyân olunan ni‘metlerden, şu dünyevî iştâh çekici olan şeylerden, çoluk çocuktan, mal ve servetten, makám ve mevkí‘den (daha hayırlısını sizlere haber vereyim mi?) O dünyâlık nâmına elde ettiğiniz şeylerden daha hayırlı ve ebe- dî olan şeyleri size bildireyim mi? (Takvâ sáhibi olanlar için,) Elláhu Teálâ’dan korkup evâmir-i İlâhiyye’ye imtisâl ve nevâhî-i İlâhiyye’den ictinâb edenler için, (Rab’lerinin yanında) Âhiret Áleminde, ağaçlarının veyâ köşklerinin (altlarından ırmaklar akar Cennet’ler) bağlar, bahçeler, pek hóş ebedî ikámetgâhlar (vardır.) O takvâ sáhibleri (orada) o Cennet’lerde (ebedî olarak kalacaklardır ve) o takvâ
474 Dâr-ı Saádet sáhibleri için orada hayız, nifâs ve ahlâk-ı zemîme gibi maddî ve ma‘nevî kirlerden, kusúrlardan (ter temiz eşler vardır ve) bununla berâber Cennet ni‘metlerinin fev- kınde (Elláh Teálâ’nın rızásı vardır.) İşte en büyük saádet, rızá-yı İlâhî’ye nâil olmaktır.’ (Ve Elláhu Teálâ, kullarını hakkıyle görücüdür.) Bütün kullarının yaptıklarını bilir, görür; ona göre mükâfât veyâ cezâ verir. İşte takvâ sáhibi kulları- nın o güzel hâllerini de bildiğinden, onlar için Cennet’lerini hâzırlamış ve onları en mukaddes bir gáye olan kendi rızásına mazhar buyurmuştur.”1245 Cennet kadınlarının maddeten ve ma‘nen temiz olduklarını beyân eden üçüncü âyet-i kerîme: َوالَّ ۪ذي َن ٰا َمنُوا َو َع ِم ُلوا ال َّصا ِل َحا ِت َسنُ ْد ِخ ُل ُه ْم َجنَّا ٍت َ ْت ۪ري ِم ْن َ ْت ِت َها ا ْلَ ْن َها ُر َخا ِل ۪دي َن ۪في َهٓا اَبَ ًداۜ لَ ُه ْم ۪في َهٓا اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌۘة َونُ ْد ِخ ُل ُه ْم ِظ ًّل ظَ ۪لي ًل “(Ve o kimseler ki;) onlar, Elláhu Teálâ’ya, kitâblarına, resûllerine ve âhi- rete (îmân ettiler ve) îmânlarının muktezásı olan (sálih amellerde bulundular. Biz Azímü’ş-şân, yakın vakitte onları altlarından ırmaklar akar Cennet’lere, o Cennet’lerde ebedî kalıcı oldukları hâlde elbette idhál edeceğiz. Onlar için orada) Cennet’te hayız ve nifâsdan, dünyâda fıtratın sevmeyeceği ahlâk-ı zemîmeden ve sû-i işretten (pâk ve temiz eşler vardır ve onları,) ne sıcak, ne soğuk, tam karârın- da kemâl-i râhatta oldukları hâlde (gölgeler altında bulunduracağız.) Ve o göl- ge, gáyet medîd ve kesîf olup onda hîçbir harâret bulunmaz. Güneş te’sîr etmez, mümted bir gölgedir ki; ni‘met-i tâmmeyi ve râhat-ı dâimiyyeyi mûcibdir. Onlar, o Cennet’lerde dâimî bir huzúr ve saádet içinde yaşayıp duracaklardır.”1246 Yukarıda zikrettiğimiz üç âyet-i kerîmede Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَــرَ ٌةifâdesiyle, Cennet kadınlarının en büyük vasflarından biri olan maddî ve ma‘nevî tahâreti zikretti. Bu ifâdenin îzáhı şöyledir: اَ ْز َوا ٌجkelimesi, زَ ْو ٌجkelimesinin cem‘ı olup, karı koca ma‘nâsında kulla- nılır. Ya‘nî, “Fulâne kadın, falân erkeğin zevcesidir” ve hâkezâ, “Falân erkek, fulâne kadının zevcidir” denir.1247 1245 Âl-i İmrân, 3:15. 1246 Nisâ, 4:57. 1247 Lisânü’l-Arab, 2/292; Kámûsü’l-Muhît, 1/199; Tefsîru’t-Taberî, 1/390; el-Muharreru’l-Vecîz, 1/150.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 475 اَ ْز َوا ٌجkelimesinden murâd; ehl-i Cennet’in hûrîleri ve onlarla berâber Cen- net’e giren dünyâdaki eşleridir. Herkesin ezvâcı kendine mahsús olup, başka- sının bir iştirâki yoktur.1248 Daha evvel îzáh ettiğimiz gibi, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, kemâl-i rahme- tinden ehl-i Cennet’i iki nev‘ kadınla evlendirir. Biri, ehl-i îmânın dünyâdaki mü’mine zevceleridir ki; onlar, ehl-i îmân ile birlikte Cennet’e dâhil olurlar. İkincisi, hûru’l-iyn ta‘bîr edilen Cennet kadınlarıdır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da Cennet kadınları hakkında kullanılan اَ ْز َوا ٌجlafzı umûmiyyet i‘tibâriyle nisâ-i dünyâ hakkında kullanıldığı gibi1249 ba‘zan da nisâ-i dünyâ ile berâber hûrîler hakkında da kullanılır.1250 اَ ْز َوا ٌجlafzının îzáhından sonra, şimdi اَ ْز َوا ٌجlafzının sıfâtı olan ُمطَ ّهَــرَ ٌةlafzını îzáh edeceğiz. Şöyle ki: “Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, ُمطَ ّهَــرَ ٌةile Cennet kadınlarının bir sıfatını zikreder ki; o sıfât, tek başına bütün matlûb, mergúb ve mahbûb olan tahâret-i mutlaka- yı câmi‘dir. Kur’ân-ı Hakîm, bu ُمطَ ّهَــرَ ٌةsıfatı ile ifâde ediyor ki; nisâ-i dünyâ, tab‘-ı beşerin sevmediği hayz, nifâs, bevl, ğáit, muhât (sümük), nuham (bal- ğam), busak (tükürük), mezi, meni veyâ buna benzer her türlü kázûrât, eziyyet, kir ve pislikten árî ve berîdirler.”1251 İbn-i Abbâs (ra) ve Abdulláh bin Mes‘úd (ra) dâhil olmak üzere birçok sahâbe-i kirâm şöyle demişlerdir: “Cennet kadınları, hayz görmezler. Hades, onlardan vukú‘ bulmaz. (Ya‘nî, bevl ve ğáit meydâna gelmez.) Balgamları yoktur.”1252 Mücâhid, ُمطَ ّهَرَ ٌةlafzını şöyle îzáh etmiştir: 1248 Meálimü’t-Tenzîl, 1/1/55; Rûhu’l-Maánî, 1/204. 1249 Bakara, 2: 25; Âl-i İmrân, 3:15; Nisâ, 4:57; Ra‘d, 13:23, Yâsîn, 36:56: Mü’min, 40:8; Zuhruf, 43:70. 1250 Bakara, 2: 25, Âl-i İmrân, 3:15; Nisâ, 4:57; Yâsîn, 36:56. 1251 Tefsîru’t-Taberî, 1/395-396; Hâdiyü’l-Ervâh, 258; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 1/91. 1252 Tefsîru’t-Taberî, 1/395.
476 Dâr-ı Saádet “Cennet kadınları bevl etmezler. Ğáit de yapmazlar. (Büyük ve küçük abdeste çıkmazlar.) Onlardan mezi gelmez. Hayz da görmezler.”1253 ُمطَ ّهَرَ ٌةlafzında maddî tahâret murâd olduğu gibi, ma‘nevî tahâret de murâd- dır. Konuyla alâkalı olarak şöyle denilmiştir: “Cennet kadınlarının tahâret sıfâtında şu da dâhildir: Cennet kadınları, ah- lâk-ı seyyie ve ef‘ál-i kabîhadan, sû-i işret ve tab‘-ı beşerin hóşlanmadığı fâsid, redi (fenâ, kötü) ayıblardan, hîle, hased, başkalarının kocalarına nazar edip bak- mak gibi her türlü ahlâk-ı seyyieden pâk ve müberrâdırlar.”1254 Elhâsıl: اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَــرَ ٌةcümlesi, Cennet kadınlarının, hem evsáf-ı halkıyye, hem de evsáf-ı hulkıyyelerine; ya‘nî hem hılkat ve súret cihetiyle, hem de ah- lâk ve sîret cihetiyle var olan evsáflarına delâlet vardır. Cennet kadınlarının, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân ve Ehâdîs-i Nebeviyye’deki tüm vasıfları, evsáf-ı halkıyye veyâhúd evsáf-ı hulkıyyede dâhildir. Bu hılkat ve ahlâk cihetindeki vasıflar da اَ ْز َوا ٌج ُمطَ ّهَرَ ٌةcümlesinde dâhildir. Ya‘nî, Cennet hátûnları, súreten ve sîreten en mükemmel vasflara hâizdirler. Şimdi Cennet kadınlarının evsáf-ı halkıyyesi (hılkat ve yaradılış cihetindeki sıfatları)nı beyân edeceğiz: Cennet kadınlarının hılkat ve súret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki birinci vasfı: َو ُحــورٌ ۪عــ ٌنile ifâde edilmeleridir. Bu ifâde, Cennet kadınlarının vasfı iken; onlara “isim” olmuştur. Cennet kadınları, bu vasf ile isimlendirilmiştir. ُحــورٌ ۪عــ ٌنta‘bîri, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da üç yerde geçerken; ٌ ُحــورlafzı, tek başına bir yerde zikredilmiştir. Bu âyet-i kerîmeler şunlardır: Birincisi: ۜ(“ َك ٰذ ِلـ َك۠ َوزَ ّوَ ْجنَا ُهـ ْم ِبُـو ٍر ۪عـ ٍنİşte böyledir.) Takvâ sáhibleri hakkında indel- láh takdîr edilen sevâb ve mükâfât, böyle pek mükemmel ve muhteşemdir. (Ve onları) o takvâ sáhiblerini, (iri ve siyâh gözlü ve beyâz yüzlü hûrîlerle evlendirdik.) Ceylân gözlü, elbiseleri ter temiz, renkleri bem beyâz kadınlarla evlendirdik. On- larla dahi mütelezziz olurlar.”1255 1253 Hennad, Zühd, 1/60; Tefsîru’t-Taberî, 1/395; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 1/91. 1254 el-Keşşâf, 1/262; Tefsîru’l-Kebîr, 7/200; Zâdü’l-Mesîr, 1/53. 1255 Duhán, 44:54.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 477 İkincisi: “ ُمتَّ ِك۪ٔــ َن َعـ ٰى ُسـ ُر ٍر َم ْص ُفوفَـ ٍةۚ َوزَ ّوَ ْجنَا ُهـ ْم ِبُـو ٍر ۪عـ ٍنO pek mes‘úd zâtlara, ‘Cen- net’lerde (sıra sıra dizilmiş tahtlara) biribirine bitişik bir hizâda bulunan koltuklara (yaslanarak) tam bir zevk ve huzúr ile oturduğunuz hâlde, Cennet’in yiyecek ve içeceklerinden telezzüz ediniz.’ denilecektir. (Ve) kerem sáhibi Rab’lerinin onlar hakkında büyük bir ni‘meti olmak üzere (onları, siyâh iri gözlü, sîmâları gáyet güzel hûrîler ile evlendiririz.) O takvâ sáhibi kullara, Cennet’te huzúr ve sükûnet bul- maları için, kendileri ve elbiseleri gáyet güzel, kara ve iri gözlü Cennet hátûnlarını, hayât arkadaşı olmak üzere ihsân ve ikrâm ederiz.”1256 Üçüncüsü: “ َو ُحــورٌ ۪عــ ٌنO Cennet áleminde o mukarrebûn táifesi için, (beyâz tenli, iri ve siyâh gözlü zevceler) Cennet kadınları (da vardır.)”1257 Dördüncüsü: (“ ُحورٌ َم ْق ُصــورَا ٌت ِفــى ا ْل ِخيَــا ِمBu Cennet’lerde, ehl-i Cennet için hâzırlanmış hûrîler,) iri ve siyâh gözlü zevceler (vardır ki; onlar, çadırlar) koni şeklinde olan sarâylar, köşkler (içinde kemâl-i muhabbetlerinden dâimâ zevclerine hasr-ı na- zar ederler. Başkalarına bakmazlar.) O sîreten ve súreten güzel olan kadınlar, Cennet’lerde kendilerine mahsús, pek kıymetli sarâylarda ikámet ederler. Onlar, örtülü olan ve ötede beride dolaşıp durmaktan sakınan hûrîler ve de dünyâdan gitme zevcelerdir.”1258 Şimdi ُحورٌ ۪عي ٌنcümlesini îzáh edeceğiz. Şöyle ki: ال ُحو ُرkelimesi, ا ْل َح ْورَا ُءkelimesinin cem‘ıdir.1259 ال ُحــو ُرkelimesi, şu iki ma‘nâyı tazammun eder: “Gözünün beyâzı şiddetli beyâz, siyâhı ise kuvvetli siyâhdır.”1260 ال ُحــو ُرkelimesi, َحــ ْورَا ُءkelimesinin cem‘ıdir. َحــ ْورَا ُءkelimesi ise, أَ ْحــوَ ُرkeli- 1256 Túr, 52:20. 1257 Vâkıa, 56:22. 1258 Rahmân, 55:72. 1259 Lisânü’l-Arab, 4/219. 1260 Mu‘cemü Mekáyisi’l-Lügat, 2/115; Es-Sihâh, 2/639; el-Kutuf min Lügati’l-Kur’ân, 1352.
478 Dâr-ı Saádet mesinin müennesi olup ma‘nâsı şöyledir: “Gözünün beyâzı pek beyâz ve siyâhı pek siyâh olan kimsenin na‘tı, ya‘nî sıfatıdır.”1261 ال ُحــو ُرkelimesi, gözün beyâz kısmı şiddetli beyâz, siyâh kısmı kuvvetli siyâh; göz hadekası dâiresel ve göz kapakları ise ince ma‘nâsındadır.1262 Elhâsıl: َحــ ْورَا ُءlafzı; “genç, güzel, beyâz, cemîle, gözlerinin siyâhlığı sim siyâh olan”kadına denir.1263 اَ ْل ۪عـ ُنkelimesi, َع ْينَـا ُءlafzının cem‘ı olması hasebiyle, büyük gözlü kadınla- rın na‘tıdır. Müzekkeri, أَ ْعـ َ ُنgelir. Bunlar, Arab mâbeyninde, belki her kavm arasında, muhassinât ve mergúbâttandır.1264 اَ ْل ۪عــ ُنkelimesi, َع ْينَــا ُءlafzının cem‘ı olarak, “vâsi‘ ve geniş gözlü” demek- tir.1265 Cennet kadınları, gözlerinde tüm hüsün ve melâhenin evsáfını cem‘ etmişlerdir.1266 Hulâsa: Cennet’teki kadınların en mühim vasflarından biri, gözlerinin beyâzı şiddetli beyâz, siyâhlığı ise kuvvetli siyâh olmasıdır. Kadının cemâlinin merkezi, yüzüdür. Yüzde ise, asıl güzel ve câzib olan, gözlerdir. Onun için, Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân, Cennet kadınlarının gözlerinin güzelliğini nazara vermektedir. Cen- net hátûnlarının gözleri hem iridir; hem de beyâzlığı şiddetli beyâz, siyâhlığı şiddetli siyâhtır. Kocaları, onların gözlerinin güzelliğinden mest olurlar. Cennet kadınlarının hılkat ve súret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki ikinci vasfı: Devâmlı súrette bâkire olmalarıdır. Hem dünyâdan giden nisâ-i dünyâ, hem de hûrîler, ebediyyen bâkiredirler. Her cinsî münâsebetten sonra tekrâr be tekrâr bekáretleri iáde edilir. Burada iki mes’ele îzáh edilecektir: Birinci Mes’ele: Nisâ-i dünyânın bekáretine dâirdir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân şöyle buyurmaktadır: (“ ِانَّٓــا اَ ْن َشــأْنَا ُه َّن ِا ْن َٓشــا ًءŞübhe yok ki; Biz, onları) o Cennet’teki kadınları, o 1261 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 1/368. 1262 Mu‘cemü Lügati’ş-Şerîati, 1/581. 1263 Hâdiyü’l-Ervâh, 258. 1264 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 1/368. 1265 Lisânü’l-Arab, 3/302. 1266 Hâdiyü’l-Ervâh, 259.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 479 kocalarıyla aynı yatakta olacak eşleri, (bir yaradılış ile yarattık.) Ya‘nî, onları yeni bir yaradılışla güzelleştirdik veyâ onları ilk kez yaradılmış kadınlar kıldık. Cen- net’lerdeki kadınların bir kısmı, yeniden ehl-i Cennet için yaratılmış hûrîlerden pek güzel, bâkire kadınlar táifesinden ibâret iken; diğer bir kısmı ise, dünyâdan giden mü’mine kadınlardır ki; bunlar, dünyâdayken ihtiyâr olmuş olsalar da Cennet’lerde yeniden genç bir hâlde bulunmuş olacaklardır.”1267 (“ فَ َج َع ْلنَا ُهــ َّن اَ ْبــ َكارًاİşte onları,) o Cennet kadınlarını (bâkireler kıldık.) Ko- caları, her cinsî münâsebet ânında onları dâimâ bâkire bir hâlde bulacaklardır. Onlardan maksad; ya hûrîlerdir ki, onlar doğmaksızın yaradılmışlardır veyâ dünyâdan giden mü’mine kadınlardır.”1268 ِانَّٓــا اَ ْن َشــأْنَا ُه َّن ِا ْن َٓشــا ًءcümlesi, Cennet kadınlarının her ikisine de hamledilir. Ya‘nî, Cenâb-ı Hak, hem dünyâdan Cennet’e giden acûze kadınları yeniden inşâ edip halk eder; onları tekrâr bâkire, hüsn-i cemâl sáhibi yapıp Cennet’e koyar. Hem hûrîler táifesini yaratması da burada dahîldir.1269 “Bu bekáretle mevsúf olan kadınlar şunlardır ki; dünyâda ihtiyâr, saçı ağar- mış, gözleri çapaklı iken; Cenâb-ı Hak, onları bu ihtiyârlık, yaşlılık ve dulluktan sonra kötü hâllerinin tümünü götürüp onları yeniden inşâ ederek genç, bâkire, hüsn-i cemâl sáhibi yapar. Ya‘nî, záhir ve bâtında onları en güzel sıfatlarla ya- ratıp onları Cennet’e idhál eder. Husúsan onları bâkire kılar.1270 Her ne zamân kocası ona yanaşmak isterse, onları bâkire bulur.”1271 يُ ۪ري ُد ِن َسا َء: َخلَ ْقنَا ُه َّن َخ ْل ًقا َج ۪دي ًدا َوقَا َل ا ْب ُن َع ّبَا ٍس:قَا َل قَتَا َد ُة َو َس ۪عي ُد ْب ُن ُجبَ ْ ٍي : يَ ُقو ُل تَ َعا ٰلى، يَ ْع۪ن ِن َسا َء أَ ْه ِل ال ُّد ْنيَا ا ْل ُع ْجزَ ال ُّش ْم َط:ا ْ ٰل َد ِميَّا ِت َوقَا َل ا ْل َك ْل ِ ُّب َو ُم َقا ِت ٌل .َخلَ ْقنَا ُه َّن بَ ْع َد ا ْل ِك َ ِب َوا ْل َهرَ ِم َوبَ ْع َد ا ْل َخ ْل ِق ا ْلَ ّوَ ِل Katâde (ra) ve Saíd bin Cübeyr (ra) rivâyetinde bu mes’eleye dâir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır: 1267 Vâkıa, 56:35. 1268 Vâkıa, 56:36. 1269 Hâdiyü’l-Ervâh, 266. 1270 Câmiu’l-Beyân, 13/27/186; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 8/9. 1271 Meálimü’t-Tenzîl, 5/27/292.
480 Dâr-ı Saádet “ ِانَّٓــا اَ ْن َشــأْنَا ُه َّن ِا ْن َٓشــا ًءcümlesinden murâd: ‘ َخلَ ْقنَا ُهــ َّن َخ ْل ًقــا َج ۪ديــ ًداBiz, o nisâ-i dünyâyı yeni bir hılkat ve yaradılış ile yarattık’ demektir.”1272 İbn-i Abbâs (ra), bu âyet hakkında şöyle buyurmaktadır: “Bu âyet-i kerîme- de geçen ‘ ُه َّنonlar’ zamîrinden murâd; Âdemoğlunun kadınlarıdır.”1273 Kelbî ve Mukátil ise şöyle demişlerdir: “Bu âyetlerde geçen kadınlardan murâd; ehl-i dünyânın yaşlı, pîr-i fânî olmuş kadınlarıdır. Cenâb-ı Hak, dünyâ- daki ilk hılkatlerinden, yaşlılık ve ihtiyârlıklarından sonra, onları en güzel şekilde halk ve ihyâ eder.”1274 : َو ِع ْن َد َها َع ُجوزٌ فَ َقا َل،َ َد َخ َل النَِّ ُّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم َع ٰل َعائِ َشة: قَالَ ْت،ََع ْن َعائِ َشة ُ فَ َد َخ َل ا ْل َع ُجوز، أَ ّمَا اَنَّ ُه َل يَ ْد ُخ ُل ا ْل َجنَّةَ ا ْل ُع َج ُز: قَا َل. ِإ ْح ٰدى َخا َل ۪تي:َم ْن ٰه ِذ ۪ه؟ قَالَ ْت َ « ِإنَّا أَ ْن َشاْنَا ُه َّن َخ ْل ًقا ٰا َخر: فَ َقا َل النَِّ ُّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم.ِم ْن ٰذ ِل َك َما َشا َء الّٰ ُل َ ثُ َّم قَرَأ.» َوأَ ّوَ ُل َم ْن يُ ْك ٰسى ِإ ْبرَا ۪هي ُم َخ ۪لي ُل ال ّرَ ْحٰ ِن،ُ ْي َش ُرو َن يَ ْو َم ا ْل ِقيَا َم ِة ُح َفاةً ُعرَاةً ُغ ْر ًل } { ِانَّٓا اَ ْن َشأْنَا ُه َّن ِا ْن َٓشا ًء:النَِّ ُّب َص َّل الّٰ ُل َعلَ ْي ِه َو َس ّلَ َم Áişe (ra)’dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Áişe (ra)’ın yanında yaşlı bir kadın varken, Resûlulláh (asm), Hazret-i Áişe (ra)’nın yanına girip, ‘Bu kadın kimdir?’ diye sordu. Hazret-i Áişe (ra), ‘O kadın, benim halalarımdan biridir’ dedi. Resûlulláh (asm) buyurdular ki: ‘Ammâ, Cen- net’e yaşlılar giremez.’ “O acûze kadın, Elláh’ın dilediği kadar bu sözden müteessir oldu. Bunun üzeri- ne Resûlulláh (asm) buyurdular ki: ‘Cenâb-ı Hak, o nisâ-i dünyâyı yeniden bir ya- ratma ile halk ve inşâ eder. Kıyâmet gününde insânlar yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolurlar. İlk olarak kendisine elbise giydirilecek olan, Hazret-i İbrâhîm Halîlulláh (as)’dır.’ “Sonra Resûlulláh (asm), ‘ ِانَّٓــا اَ ْن َشــأْنَا ُه َّن ِا ْن َٓشــا ًءBiz, o Cennet kadınlarını bir başka hılkat ile halk ve inşâ ettik’ âyet-i kerîmesini okudu.”1275 1272 Hâdiyü’l-Ervâh, 1/489; Tefsîr-i Abdurrezzâk, 2/219 no: 3132; Taberî Tefsîri, 27/185. 1273 Taberî Tefsîri, 27/186. 1274 Tefsîru’l-Mukátil, 3/314. 1275 Beyhekí, 379; Ebû Nuaym, 2/142.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 481 Bu mes’eleye dâir ba‘zı hadîsleri, yukarıda ehl-i Cennet’in, eşleriyle cimâ‘ etmeleri bahsinde zikretmiştik. Oraya mürâcaat edilebilir. Hulâsa: Mezkûr âyet-i kerîmelerden asıl murâd, nisâ-i dünyâdır. Cenâb-ı Hak, onları yeni bir diriliş ile halk edip, ebedî bir súrette bekáretlerini onlara verir. Nisâ-i dünyâ, ister bâkire, isterse dul olarak vefât etsin; Cenâb-ı Hak, on- ları acîb bir súret ve sîrette halk edip husúsan bâkire bir şekilde Cennet’e koyar. Kocalarıyla her münâsebetlerinden sonra tekrâr bâkire olarak gelirler. İkinci Mes’ele: Cennet kadınlarının ikinci kısmı olan hûrîlerin bekáretine dâirdir. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, bu mevzú‘ ile alâkalı şöyle buyurmaktadır: (“ لَـ ْم يَ ْط ِم ْث ُهـ َّن ِإنـ ٌس قَ ْبلَ ُهـ ْم َو َل َجـا ٌّنCennet’te olan hûrîlere, zevclerinden evvel ins ü cinden hîçbir kimse dokunmamıştır.) Onlar, dâimâ bâkiredirler. Kocaları, onlarla her temâs ettiğinde, onları bâkire olarak bulurlar.”1276 Bu âyet-i kerîme, daha evvel hîçbir ins ve cinnin hûrîlere temâs etmediğini; onların dâimâ bâkire olduklarını ifâde eder. Kocaları, onlarla her temâs ettiğin- de, onları bâkire olarak bulurlar. İnsân, dünyâda, “Acabâ benden evvel bu zevceme kimse dokunmuş mudur?” diye endîşe eder. لَــ ْم يَ ْط ِم ْث ُهــ َّن ِإنــ ٌس قَ ْبلَ ُهــ ْم َو َل َجــا ٌّنâyeti, âhirette böyle bir endîşenin olmadığını haber verip ehl-i îmânı müjdeler. Cennet kadınlarının hepsi iffetlidir. Ya‘nî, kadınlar, orada günâh işlemezler. Demek, Cennet’e girmenin bir yolu da, iffetli olmaktan geçtiğine âyet işâret ediyor. “ لَـ ْم يَ ْط ِم ْث ُهـ َّن ِإنـ ٌس قَ ْبلَ ُهـ ْم َو َل َجـا ٌّنOnlara zevclerinden evvel, ins ü cinden hîç- bir kimse dokunmamıştır” âyeti, dünyâda, cinlerde evlenmenin, cinsî münâsebe- tin ve neslin çoğalmasının var olduğuna delîldir. Hem bu âyet-i kerîmede, cinlerin de Cennet’e gireceklerine ve cinlere Cen- net’te cinden hánımların verileceğine delîl vardır. Cin ve insin mü’minlerine, kendi cinslerinden hûrîler verilecektir. Dünyâdan giden insân cinsinden olan kadınlar, insânlara; cinlerden olan kadınlar da cinlere verilir. Nitekim, âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hakk’ın, Cennet’te mü’min olan cinlere vereceği cinlerden olan hûrîlerin hîçbirisine hîçbir cinnin eli değmediği gibi; 1276 Rahmân, 55:56,74.
482 Dâr-ı Saádet Cennet’te mü’min insânlara Elláh’ın bahşettiği insân cinsinden olan hûrîlere de hîçbir insânın eli değmediği sarâhaten bildirilmektedir. Bu âyet-i kerîme, ehl-i îmân olan cin ve insin Cennet’te hûrîlerle evlendirile- ceğini ve dünyâdaki áile hayâtının orada daha a‘lâ bir súrette devâm edeceğini sarâhaten ifâde ediyor. Bu ise, Cennet’te saádet ve lezâizin cismânî olduğunu bedâheten isbât eder. Mâdem bu dünyâda zevc ve zevce berâber yaşıyorlar, muámele-i zevciyyede bulunuyorlar, bir áile teşkîl ediyorlar, huzúr ve sükûnet için biribirlerine muh- tâcdırlar. Dünyâda áilenin teşekkülü isbât eder ki; bu dünyâdan îmân ile âhirete irtihâl eden zevc ve zevce orada berâber bulunacaklar, muámele-i zevciyye (cin- si münâsebet) orada dahi devâm edecek,1277 áile ferdleri bir araya gelip biribir- leriyle ünsiyyet edeceklerdir.1278 Mâdem dünyâda ehl-i îmânın áilesi, küçük bir Cennet hükmündedir. Öyle ise, hakíkí Cennet’te saádet-i cismâniyye olacaktır. Buradaki ezvâc, Cennet’teki ezvâcın, ya‘nî dünyâdan giden kadınlarla hûrîlerin birer nümûnesidir. Buradaki ev, oradaki evin nümûnesidir. Mâdem cin ve insin mü’minleri, maddî ve ma‘nevî cihâzâtını evâmir-i İlâ- hiyye dâiresinde isti‘mâl etmiş ve onları nevâhî-i İlâhiyye’den muhâfaza etmiş; böylece ibâdet ve takvâ sâyesinde bu cihâzâtlarını inkişâf ettirmiştir. Elbette, Cenâb-ı Hakk’ın, Cennet’te kemâl-i rahmetinden o cihâzâta münâsib cismânî bir lezzet tattırması, Rahmân isminin muktezásıdır. Evet, havâs ve letáif-i insâniyye, bu imtihân dünyâsında îmân, ubûdiyyet ve takvâ ile ne kadar terakkí edip inkişâf etmiş ise, Cennet’te o nisbette lezzet alıp saádete nâil olur. Ya‘nî, bir insân bu dünyâda maddî ve ma‘nevî cihâzâtını ne kadar inkişâf ettirmiş ise, ya‘nî onları ne kadar ibâdete hasretmiş ve ne kadar günâhlardan muhâfaza etmişse, âhiretin ni‘metlerini o kadar hissedip anlar ve ona göre maddî ve ma‘nevî lezâize mazhar olur. Mâdem göz gibi, bütün havâs ve letáif-i insâniyyenin hîçbirisi, burada tatmîn olup isteklerine kavuşamıyor. Hem mâdem onlara bu yüksek isteği veren, onların Rabb-i Kerîm’leridir. Elbette, o Zât-ı Kerîm’in şe’ni odur ki, ebedî bir álemde onların bütün isteklerini yerine getirmekle onları mes‘úd etsin. Aksi hâlde, onları zevâl ve fenâya ma‘rûz bırak- makla, keremine taban tabana zıd bir icrâatta bulunmuş olur. Bu ise, muhâldir. 1277 Vâkıa, 56:36. 1278 Ra‘d, 13:23; Yâsîn, 36:56; Gáfîr, 40:8; Zuhruf, 43:70; Túr, 52:21.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 483 Öyle ise, o havâs ve letáifin Rabb-ı Kerîmleri, onları ebedî bir súrette tatmîn etmekle Kerîm isminin muktezásını yerine getirecektir. Evet, bütün esmâ-i hüsnâ, bu hakíkati Müsemmâ-i Zü’l-Cemâl’lerinden şid- detle taleb edip vukúunu isterler. İşte bütün havâs ve letáif-i insâniyye, ancak böyle bir Cennet’te tatmîn ve mes‘úd olur. “Demek, ehl-i îmân, bu dünyâda maddî ve ma‘nevî cihâzâtıyla Ma‘bûd-i bi’l-hakka ibâdet ettiği için, bu cihâzâtın hepsi, Cennet’te maddeten ve ma‘nen tatmîn olacaktır.”1279 Bu âyet hakkında daha tafsílli bilgi için, Rahle Yayınları’ndan “Rahmân Sû- resi’nin Tefsîri” adlı esere mürâcaat edebilirsiniz. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da sâdece Rahmân Sûresi’nde iki yerde geçen bu âyete dâir ba‘zı beyânâtı zikredeceğiz. Şöyle ki: Şimdi Rahmân Sûresi’nde geçen لَــ ْم يَ ْط ِم ْث ُهــ َّنcümlesi hakkındaki ba‘zı beyânâtı zikredeceğiz. طَ ْم ٌثkelimesi, اَ ْل َم ُّسya‘nî “dokunmak” demektir. لَ ْم يَ ْط ِم ْث ُه َّنise, لَــ ْم يَ ْم َس ْســ ُه َّنya‘nî, “O hûrîlere kimse messedip dokunmamıştır. Başkasının eli onlara değmemiştir” demektir.1280 طَ َم َث يَ ْط ُمث ويَ ْط ِم ُث، َو ُهوَال ِنّكاح بالتَّ ْدميَة َو ۪في ِه لُ َغتَا ِن، الطَّ ْم ُث الا ْف ِتضا ُض:َوقَا َل الف ّرَا ُء el-Ferrâ, bu kelimeyi şöyle îzáh etmiştir: “ طَ ْمــ ٌثkelimesi, اَ ْ ِل ْف ِت َضــا ُضya‘nî, ‘bekáreti gidermek’ veyâ ‘kan getirmek súretiyle bekáreti gidermek’ demektir. Bu kelimenin muzárîi, يَ ْط ُمـ ُث ويَ ْط ِمـ ُثolarak iki şekilde gelir.”1281 Müfessirîn-i izám, لَــ ْم يَ ْط ِم ْث ُهــ َّنcümlesini “Onlarla kimse mübâşeret ve cimâ‘ etmemiştir” ma‘nâsında îzáh etmişlerdir. Cümledeki “kendisiyle daha evvel mü- bâşeret edilmeyen kadınlar”dan murâd ise, bütün nisâ-i Cennet’tir. Eğer bu ka- dınlardan murâd, dünyâda evlenen kadınlar ise, ya‘nî kocasıyla cimâ‘ etmiş ve 1279 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, 649. 1280 el-Kutuf fî Lügati’l-Kur’ân, 630. 1281 Maániyyü’l-Kur’ân li’l-Ferrâ, 3/119; Tefsîru’l-Garîbi’l-Kur’ân li-İbn-i Kuteybe, 442; Lisâ- nü’l-Arab, 2/166.
484 Dâr-ı Saádet böylece kocası tarafından tams olmuş nisâ-i dünyâ ise; o zamân âyetin ma‘nâsı, İmâm-ı Şa‘bî’ye (ra) göre şu şekilde olur: “ لَــ ْم يَ ْط ِم ْث ُهــ َّن ِإنــ ٌس قَ ْبلَ ُهــ ْم َو َل َجــا ٌّنO nisâ-i dünyâ, yeniden Cenâb-ı Hak tarafından halk ve inşâ edildiği zamândan berî cin ve insten hîç kimse onlara dokunup onlarla cimâ‘ etmemiştir. Tâ ki, Cennet’te kocalarına verilene kadar.”1282 Mukátil (ra) da bu görüştedir. Zîrâ, o, “Çünkü, nisâ-i dünyânın yeniden Cennet’e lâyık bir şekilde halk ve inşâsı, Cennet’te olur” demiştir.1283 Eğer murâd; Atá (ra)’ın, İbn-i Abbâs (ra)’tan rivâyet ettiği gibi, nisâ-i dün- yâdan bâkire olarak vefât edenlere müteveccih olursa, o zamân âyetin ma‘nâsı şöyle olur: “ لَـ ْم يَ ْط ِم ْث ُهـ َّن ِإنـ ٌس قَ ْبلَ ُهـ ْم َو َل َجـا ٌّنNisâ-i dünyâdan bâkire olarak vefât eden- lere, tâ dünyâdan Cennet’e gidip orada biriyle evlendirilene kadar, ins ve cinden hîç kimse dokunmamıştır” demektir. Eğer murâd hûrîler ise -ki en meşhûr rivâyet budur ve âyetin záhirî ma‘nâsı bunu gösteriyor- o zamân âyetin ma‘nâsı şöyle olur: “ لَـ ْم يَ ْط ِم ْث ُهـ َّن ِإنـ ٌس قَ ْبلَ ُهـ ْم َو َل َجـا ٌّنHûrîler, Cennet’te yaratıldıkları zamândan tâ ehl-i Cennet kocalarına kavuşana kadar ins ve cinden hîç kimse onlara dokunmamış, onlarla cimâ‘ etmemiştir; onlara dest-i ağyâr değmemiştir” demektir. El-ilmü indelláh. Âyet-i kerîme; insânların mü’minleri için insiyyâttan hûrîler, cinlerin mü’minleri için de cinniyyâttan hûrîler bulunduğuna delâlet eder.1284 Buna göre, âyet-i kerîmenin ma‘nâsı şöyle olur: (“ لَــ ْم يَ ْط ِم ْث ُهــ َّن ِإنــ ٌس قَ ْبلَ ُهــ ْم َو َل َجــا ٌّنİnsiyyâttan olan) Cennet’e dâhil olacak mü’min insânlar için, onların cinsinden olup onlar için halk olunan (hûrîlere insânlardan hîç kimse dokunmamıştır. Cinniyyâttan olan) Cennet’e dâhil olacak mü’min cinler için, onların cinsinden olup onlar için halk edilen (hûrîlere cinlerden hîçbir kimse dokunmamış, onlarla cimâ‘ etmemiştir.) Aynı şekilde, cinnî hûrîlere insânlardan ve insî hûrîlere de cinlerden kimse dokunmamış; onlarla cinsî münâ- sebette bulunmamıştır.” 1282 Meálimü’t-Tenzîl, 7/454; el-Vâhidî fi’l-Vesît, 4/224. 1283 Tefsîr-i Mukátil, 3/309. 1284 Tefsîru’t-Taberî, 27/151; Kitâbü’l-Azme, 1151; Akamü’l-Mercân, 58; ed-Dürru’l-Mensûr, 6/205.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 485 Cumhûr-i ulemâya göre; cin táifesinin mü’minleri Cennet’e dâhil olduğu gibi; kâfir kısmı dahi Cehennem’e hateb olup1285 ebedî olarak Cehennem’e girerler. Îmâm-ı Buhárî (ra), bu mes’ele ile alâkalı sahîhinde “Bâbü Sevâbi’l-Cinnî ve İká- bihim” başlığı altında müstakil bir bâb yazmıştır. Oraya mürâcaat edebilirsiniz.1286 Risâle-i Nûr’da bu hakíkat şöyle îzáh edilmiştir: “Üçüncü Meyve: Saádet-i ebediyyenin defînesini görüp, anahtarını alıp getir- miş; cin ve inse hediyye etmiştir. Evet, Mi‘râc vâsıtasıyla ve kendi gözüyle Cennet’i görmüş ve Rahmân-ı Zü’l-cemâl’in rahmetinin bâkí cilvelerini müşâhede etmiş ve saádet-i ebediyyeyi kat‘ıyyen hakka’l-yakín anlamış, saádet-i ebediyyenin vücûdu- nun müjdesini cin ve inse hediyye etmiştir ki: Bî-çâre cin ve ins, karârsız bir dünyâ- da ve zelzele-i zevâl ve firâk içindeki mevcûdâtı, seyl-i zamân ve harekât-ı zerrât ile adem ve firâk-ı ebedî denizine döküldüğü olan vaz‘ıyyet-i mevhûme-i cân-hırâşâ- nede oldukları hengâmda; şöyle bir müjde, ne kadar kıymetdâr olduğu ve i‘dâm-ı ebedî ile kendilerini mahkûm zanneden fânî cin ve insin kulağında öyle bir müjde, ne kadar saádet-aver olduğu ta‘rîf edilmez. Bir adama, i‘dâm edileceği ânda, onun afvıyla kurb-i şâhânede bir sarây verilse, ne kadar sürûra sebebdir? Bütün cin ve ins adedince böyle sürûrları topla, sonra bu müjdeye kıymet ver.”1287 “Birinci Nükte: Cennet’ten getirilen Burâk’a dâir, Mevlid yazan Süleymân Efen- di hazîn bir aşk mâcerâsını beyân ediyor. O zât ehl-i velâyet olduğu ve rivâyete binâ ettiği için, elbette bir hakíkatı o súretle ifâde ediyor. “Hakíkat şu olmak gerektir ki: Álem-i bekánın mahlûkları, Resûl-i Ekrem aley- hissalâtü vesselâmın nûruyla pek alâkadârdırlar. Çünkü, onun getirdiği nûr iledir ki; Cennet ve dâr-ı âhiret, cinn ve ins ile şenlenecek. Eğer o olmasaydı, o saádet-i ebediyye olmazdı ve Cennet’in her nev‘ı mahlûkátından istifâdeye müstaid olan cinn ve ins, Cennet’i şenlendirmeyeceklerdi; bir cihette sáhibsiz vîrâne kalacaktı.”1288 Hulâsa: Cennet kadınları, ister dul, ister bâkire, isterse hûrîlerden olsun; Cennet’teki bütün kadınların hılkat cihetindeki en büyük sıfatlarından biri, ebe- diyyen bâkire olmalarıdır. Kocalarıyla münâsebetten sonra bekáretleri tekrâr iáde edilir ve o şekilde ehl-i Cennet onlardan daha çok lezzet alırlar. Buna dâir rivâyât çok olup, onlardan bir kısmını zikrettik. 1285 Cin, 72:15. 1286 Sahîh-i Buhárî, Kitâbü Bed’i’l-Halk, Bâb: 123/1200. 1287 Sözler, 31. Söz, 4. Esâs s. 582. 1288 Mektûbât, 24. Mektûb’un 2. Zeyli, 1. Nükte, s. 303.
486 Dâr-ı Saádet Cennet kadınlarının hılkat ve súret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki üçüncü vasfı: ’ َكوَا ِعــ َبdir. Nebe’ Sûresi’nde şöyle buyruluyor: (“ َو َكوَا ِعــ َب اَ ْترَابًــاVe) o takvâ sáhibi kullar için Cennet’lerde (göğüsleri tomur- cuk gibi yeni belirmiş, kabarmaya başlamış, aynı yaşta zevceler vardır.)”1289 İbn-i Abbâs (ra): َكوَا ِعــ َبkelimesinden murâd, نَوَا ِهــ َدolduğunu söylemiş- tir.1290 نَوَا ِهـ َدkelimesi ise, نَا ِهـ ٌدkelimesinin cem‘ı olup nâhide, “turunç memeli kız”demektir.1291 َكوَا ِعــ ُبkelimesi; أَ ْى َجــوَا ِر َي قَــ ْد تَ َك َّعبَــ ْت ثُ ِديُّ ُهــ َّنya‘nî, “Memeleri belirmiş genç kızlar” demektir. َكا ِعــ ٌبkelimesinin cem‘ı olup َد َخــ َلbâbında َك َعبَ ِت ا ْل َجا ِريَ ُة ُك ُعوبًا فَ ِه َي َك َعا ٌب َو َكا ِع ٌبveyâ قَتَ َلbâbında َك َعبَــ ِت ا ْل َمــ ْرأَ ُة َك ْعبًــا فَ ِهــ َي َكا ِعــ ٌبma‘nâlarında kullanılır. Bu muvâcehede “be- lirmek, kabarmak ve büyümek” ma‘nâsınadır. Bu ma‘nâ ise, ancak genç kızlara mahsústur.1292 َكوَا ِعــ َبkelimesi; َكا ِعــ ٌبkelimesinin cem‘ıdir. “Göğüsleri yeni záhir olup be- lirmiş nar gibidir, nar gibi dolgundur” demektir. Memeleri aşağı doğru sarkık değildir. Çünkü, Cennet kadınları olan hûrîler, gençlik, kuvvet, parlaklık, güzelliğin zirvesindedirler.1293 “ َكا ِعــ ٌبOn beş yaşına bâliğ olan kıza denir.”1294 Dahhâk ve İmâm-ı Mâverdî (ra), “ َكا ِعــ ٌبkelimesinden ‘genç bâkire kız’ murâd- dır”1295 demişlerdir. Hulâsa: Cenâb-ı Hak, hem kadın, hem erkek tarafından en mergúb, en mahbûb, en güzel göğüs şekli neyse, bu âyet-i kerîmede onu haber vermiştir. Ya‘nî, kadında göğüs ve memelerin en güzel şekli, sarkık olmayıp nar gibi dik ve 1289 Nebe’, 78:33. 1290 Sahîhu’l-Buhárî, 4/85. 1291 Lügat-i Remzi, 2/811. 1292 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 2/218. 1293 Câmiu’l-Beyân, 15/30/18; Meálimü’t-Tenzîl, 5/30/512; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 8/332; Teysî- ru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîr-i Kelâmi’l-Mennân, 7/555. 1294 et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, 30/44. 1295 en-Nüketü ve’l-Uyûn, 6/188; ed-Durru’l-Mensûr, 8/398.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 487 dolgun olanıdır. Âyetten asıl murâd; göğüs şeklinden ziyâde bu şekilde göğüs- leri yeni beliren hûrîlerin, artık ünûsiyyet sıfâtına hâiz olduklarını ve ne kadar genç olduklarını haber vermektedir. El-ilmü indelláh. Cennet kadınlarının hılkat ve súret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki dördün- cü vasfı: ’اَ ْترَابًــاdir. Bu kelime, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da üç yerde geçmektedir. Şöyle ki: Birincisi: Sád Sûresi’nde şöyle buyruluyor: (“ َو ِع ْن َد ُهـ ْم قَا ِصـرَا ُت الطَّـ ْر ِف اَ ْتـرَا ٌبVe onların yanlarında) o Cennet’lere gi- ren mes‘úd kulların yanlarında (gözlerini kocalarına dikmiş,) onlara fevka’l-áde bir muhabbet ve aşk ile bakıp başkalarına bakmayan (yaşları müsâvî) güzel, te- miz tabîatlı eşler (vardır.) Bu eşler, rivâyete göre otuz üçer yaşlarında buluna- caklardır. Bunların aralarında böyle yaşca bir eşitliğin bulunması; bunların eşit bir muhabbete, bir muámeleye tâbi‘ tutulacaklarına, aralarında bir rekábetin ve adâlete zıd bir muámelenin bulunmayacağına işâret etmektedir. Bunların, koca- larına eşit bir vaz‘ıyyette bulunacakları da düşünülebilir.”1296 İkincisi: Vâkıa Sûresi’nde şöyle buyruluyor: (“ ُع ُربًــا اَ ْترَابًــاVe o Cennet kadınlarını; kocalarına düşkün, onları ziyâdesiyle sever bir yaradılışta yarattık. Ve onları, hep bir yaşıt yaptık.) Yaşları eşit buluna- caktır. Kendileri de, kocaları da otuz üç yaşında olacaklardır.”1297 Üçüncüsü: Nebe’ Sûresi’nde şöyle buyruluyor: (“ َو َكوَا ِعــ َب اَ ْترَابًــاVe) o takvâ sáhibi kullar için Cennet’lerde (göğüsleri tomur- cuk gibi yeni belirmiş, kabarmaya başlamış, aynı yaşta zevceler vardır.)”1298 أَ ْى أَ ْقــرَا ُن اَ ْســنَا ٍن: اَ ْترَابًــاya‘nî, “Sinnde (yaşta) akrân” demektir. Bu kelime, cem‘dir. Müfredi, kesr-i tâ ile ِتــ ْر ٌبolarak geçer ki; bu, “yaşta müsâvî olmak” demektir. Ayrıca bu kelime, lezzet ma‘nâsına da gelir.1299 ِتــ ْر ٌبkelimesi; اَ ْل ُم َما ِثــ ُل فــي ال ِّســ ِّنdemektir. Ya‘nî, “yaşları aynı olan, yaşıt olanlar”demektir.1300 1296 Sád, 38:52. 1297 Vâkıa, 56:37. 1298 Nebe’, 78:33. 1299 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 1/66. 1300 Mecâzü’l-Kur’ân, 2/185.
488 Dâr-ı Saádet İbn-i Abbâs (ra) ve sâir müfessirîne göre; Cennet kadınları, aynı yaşta, mîlâdları bir olup hepsi otuz üç yaşındadırlar.1301 Ba‘zı müfessirîne göre, ehl-i Cennet erkeklerin yaşları da otuz üçtür. Buna dâir hadîs-i Nebeviyye’de şöyle buyrulmaktadır: َ يَ ْد ُخ ُل أَ ْه ُل ا ْل َجنَّ ِة ا ْل َجنَّة: قَا َل، َع ِن النَِّ ِ ّب ص،ََع ْن أَ ۪بي ُهرَ ْيرَة ، أَ ْبنَا َء ثَلاَ ٍث وثَلاَ۪ثي َن، َع ٰل َخ ْل ِق ٰا َد َم، ُم َك َّح ۪لي َن، ُم ْر ًدا،ُج ْر ًدا Hazret-i Ebû Hüreyre (ra)’dan rivâyetle, Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyur- muşlardır: “(Ehl-i Cennet, Cennet’te vücûdlarında tüy ve yüzlerinde sakal olmaksızın, gözleri sürmeli, Âdem (as)’ın hılkati üzere) ya‘nî altmış zirâ’ boyunda (ve otuz üç yaşlarında olarak girerler.)”1302 Muáz b. Cebel (ra)’den rivâyete göre, Resûlulláh (sav) şöyle buyurdu: .ًيَ ْد ُخ ُل أَ ْه ُل ا ْل َجنَّ ِة ا ْل َجنَّةَ ُج ْر ًدا ُم ْر ًدا ُم َك َّح ۪لي َن أَ ْبنَا َء ثَ َل ۪ثي َن أَ ْو ثَ َل ٍث َوثَ َل ۪ثي َن َسنَة “Cennetlikler, Cennet’e kılsız, tüysüz, sürmeli, otuz veyâ otuz üç yaşlarında olarak gireceklerdir.”1303 َو َعن ا ْل ِم ْق َدام رَ ِضي الله َعن ُه أَن رَ ُسول الله صلى الله َعلَ ْي ِه َوسلم قَا َل َما من أحد يَ ُموت سقطا َو َل هرما َو ِإنَّ َما النَّاس ِفي َما بَين ذَ ِلك ِإ َّل بعث ا ْبن ثَ َلث َوثَ َل ِثي َن سنة فَ ِإن َكا َن من أهل ا ْلجنَّة َكا َن على مسحة ٰادم َو ُصورَة يُو ُسف وقلب أَيُّوب َومن َكا َن من أهل النَّار عظموا وفخموا كالجبال رَ َوا ُه ا ْلبَ ْي َه ِق ّي بِ ِإ ْسنَاد حسن Mikdâm (ra), Resûlulláh (sav)’in şöyle dediğini rivâyet etti: “İnsânlar ölü de doğsa, ihtiyâr da ölse ve ölürken yaşı kaç olursa olsun, tekrâr dirilirken otuz üç yaşında olacaklar. Cennetlik olanlar Âdem’in boyunda, Yûsuf gibi güzel, Eyyûb gibi temiz kalbli ve ihlâslı olacak. Cehennemlik olanlar, daha çok azâb duymaları için vücûdları büyüyerek dağ gibi olacak.” (Beyhekí hasen isnâdla rivâyet etmiştir.)1304 1301 Ebû Nuaym fî Sıfâti’l-Cenneh, 388; Tefsîru’t-Taberî, 23/175; Meálimü’t-Tenzîl li’l-Beğavî, 7/98. 1302 Tirmizî, 2545; Müsned ibn-i Hanbel, 13/315; el-İlel, 3/372. 1303 Tirmizî, 38/12, Hadîs No: 2721. 1304 Et-Tergíb ve’t-Terhîb, c. 7, s. 299.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 489 Ba‘zı hadîslerde otuz veyâ otuz üç yaşında demesi; ya râvî şekk ettiği içindir veyâhúd otuz ile otuz üç yaş arasında bir yaşta olduklarını haber vermek murâd- dır. Nitekim, ba‘zı rivâyetlerde; ehl-i Cennet’in, Hazret-i Ísâ (as)’ın cism-i be- şerîsiyle göğe yükseltildiği yaş olan otuz iki buçuk yaş üzere Cennet’e girecekleri söylenmiştir. El-ilmü indelláh. Cennet kadınlarının ise, ister dünyâdan giden nisâ-i dünyâ olsun, isterse hûrîler olsun, yaşları otuz üçtür. Buna dâir ba‘zı rivâyâtı aşağıda zikrediyoruz. Şöyle ki: .ً( أَ ْترَابا ) قَا َل ال َّض َّحا ُك َع ْن ِا ْب ِن َع ّبَا ٍس يَ ْع۪ن ۪في ِس ِّن َوا ِح َدةً ثَ َل َث َوثَ َل ۪ثي َن َسنَة Hazret-i Dahhâk (ra), İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyetle şöyle buyurmuştur: “Cennet kadınları, hepsinin yaşı bir olup otuz üç yaşındadırlar.”1305 Suddî (ra), أَ ْترَابًـاkelimesinin ma‘nâsı için şunu demiştir: “Ahlâk cihetiyle bir- dirler. Aralarında buğz ve hased yoktur. Dünyâdaki kumalar gibi biribirlerine karşı düşmânlıkları kesinlikle yoktur.” Ba‘zı tefsîrlerde beyân edildiği üzere; Cennet kadınlarının yaşı on altı, er- keklerin yaşı ise otuz üçtür.1306 Cennet kadınları, Cennet ricâlinin yarı yaşında olarak on altı yaşındadırlar. Zîrâ, َكوَا ِعــ َبvasfı buna delâlet eder.1307 Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Cennet kadınlarının yaşlarının bir olduğunu haber vermekle; on- ların içinde acûze, pîr-i fânî, hüsn-i cemâlini kaybetmiş, cinsî münâsebete tâkati kalmamış hîçbir kimsenin bulunmadığını haber vermektedir. Erkek hizmetçile- re gelince; o hizmetçiler, bülûğ çağına bâliğ olmaya yakın çocuklardır.1308 Hulâsa: Ehl-i Cennet erkeklerinin yaşı otuz üç olup, bunda ihtilâf yoktur. Cennet kadınlarının yaşı ise, ekser ulemâya göre otuz üç iken, ba‘zı ulemâya göre on altıdır. Hizmetçiler ise, daha bülûğ çağına ermemiş; fakat bülûğ çağı olan on beş yaşına yaklaşmış çoçukların yaşı üzeredirler. Elláhu a‘lemü bi’s- savâb. Cennet’te yaşlı kimse yoktur. Ehl-i Cennet, hepsi gençtirler. Dünyâ hayâtın- da her ne kadar gençlik elden gitse de istikámet ve táat üzere ömürlerini 1305 İbn-i Kesîr Tefsîri, 13/376. 1306 Rûhu’l-Maánî, 15/22/30. 1307 Rûhu’l-Maánî, 4/587. 1308 Hâdiyü’l-Ervâh, 2/480-481.
490 Dâr-ı Saádet geçirenlere, Cenâb-ı Hak, Cennet’te ebedî bir gençlik ihsân eder. Bu mes’eleye dâir Risâle-i Nûr’dan ba‘zı beyânâtı aşağıda zikrediyoruz: “Evet, bir genç, hapiste yirmi dört sâat her günkü ömründen tek bir sâatini beş farz namâzına sarfetse ve ekser günâhlardan hapis mâni‘ olduğu gibi o musíbete sebebiyyet veren hatádan dahi tövbe edip sâir zararlı, elemli günâhlardan çekil- se; hem hayâtına, hem istikbâline, hem vatanına, hem milletine, hem akrabâsına büyük bir faydası olması gibi o on-on beş senelik fânî gençlikle ebedî parlak bir gençliği kazanacağını, başta Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, bütün Kütüb ve Suhuf-i Semâviyye kat‘í haber verip müjde ediyorlar. “Evet, o şîrîn, güzel gençlik ni‘metine istikámetle, táatle şükretse; hem ziyâde- leşir, hem bâkíleşir, hem lezzetlenir. Yoksa, hem belâlı olur, hem elemli, gâmlı, kâbuslu olur, gider. Hem akrabâsına, hem vatanına, hem milletine muzırr bir serserî hükmüne geçirmeğe sebebiyyet verir.”1309 “Her şey gibi, elbette gençliğin dahi lezzetleri gidecek. Eğer ibâdete ve hayra sar- fedilmiş ise, o gençliğin meyveleri onun yerinde bâkí kalıp, hayât-ı ebediyyede bir gençlik kazanmasına vesîle olur.”1310 “Mâdem sizlerde îmân var ve mâdem îmânı ışıklandıran ve inkişâf ettiren namâz ve niyâz var; ihtiyârlığınıza ebedî bir gençlik nazarıyla bakabilirsiniz.”1311 “Hem insânın bir rub‘unu teşkîl eden ihtiyârlar; yakında hayâtlarının sönme- sine ve toprağa girmelerine ve güzel ve sevimli dünyâlarının kapanmasına karşı tesellîyi, ancak ve ancak âhiret îmânında bulabilirler. Yoksa, o merhametli muh- terem babalar ve fedâkâr şefkatli analar, öyle bir vâveylâ-yı rûhî ve bir dağdağa-i kalbî çekeceklerdi ki, dünyâ onlara me’yûsâne bir zindân ve hayât işkenceli bir azâb olurdu. Fakat, âhiret îmânı onlara der: ‘Merâk etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek.’ ”1312 “Hem dünyâda gençliğe muhabbet, ya‘nî ibâdette gençlik kuvvetini sarfetme- nin netîcesi: Dâr-ı saádette ebedî bir gençliktir.”1313 1309 Sözler, 13. Söz, 2. Makám, s. 149. 1310 Lem‘alar, 26. Lem‘a, 8. Ricâ, s. 233. 1311 Lem‘alar, 26. Lem‘a, 11. Ricâ, s. 243. 1312 Şuá‘lar, 11. Şuá‘, 8. Mes’ele’nin Bir Hulâsası, s. 225. 1313 Sözler, 32. Söz, 3. Mevkıf, 2. Nokta, 2. Mebhas, Mühim Bir Suâl, Mukaddeme, s. 648.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 491 Cennet kadınlarının hılkat ve súret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki beşinci vasfı: ۬’ال ّلُ ْؤلُــ ِؤdur. Buna dâir Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da şöyle buyrulmaktadır: “ َكاَ ْمثَــا ِل ال ّلُ ْؤلُــ ِؤ۬ ا ْل َم ْكنُــو ِ ۚنO hûrîler; (sedefinde saklı, saf, berrâk, şeffâf, Güneş görmemiş inciler gibi güzel ve temizdirler.)”1314 “Sadefinde saklı inci” ta‘bîri hakkında şöyle denilmiştir: “Kur’ân-ı Azí- mü’ş-şân, Cennet kadınlarını; sáfîlikte, beyâzlıkta, hüsünde, behâda ve güzel görü- nümde ٌ لُ ْؤلُـؤta‘bîriyle inciye benzetmiştir.”1315 Cennet kadınlarının hılkat ve súret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki altıncı vasfı: ’ َم ْكنُــو ٌنdur. Bu kelime, َم ُصــو ٌنma‘nâsınadır.1316 ; َم ْكنُــو ٌنkâf-ı meksûre ve nûn-i müşeddede ile ِكــ ٌّنlafzından olup ma‘nâsı; “hıfzedilen, saklanılan ma- hal ve perde ve örtü”1317 demektir. Ya‘nî, temizliği, beyâzlığının sáfîliği üzerine muhâfaza edilmiştir. Onun parlaklığını ve güzelliğini götürecek hîçbir el ona değmemiştir. Elbette, çok kıymetli ve değerli olan şeyler saklanıp onların muhâ- fazasına dikkat edilir.1318 Saíd bin Cübeyr (ra) da, َم ْكنُـو ٌنkelimesine şu ma‘nâyı vermiştir: “Sadefin- de saklanıp muhâfaza edilen demektir.”1319 Hulâsa: Cennet kadınlarının hılkat cihetiyle beşinci vasfı, hüsün ve behâda inciye benzemesi iken; altıncı vasfı, o hûrîlerin, incinin en makbûlü olan sade- findeki inciler gibi olmasıdır. Sadefin mahfazasında olması gösteriyor ki; nasıl sadefindeki inci, başkasının elinin değmediği inciler olup başkası onları görme- miştir; hûrîlere de dest-i ağyâr değmemiştir. َكاَ ْمثَــا ِل ال ّلُ ْؤلُــ ِ۬ؤ ا ْل َم ْكنُــو ِنâyetinin ma‘nâsı, aynı zamânda daha evvel îzáhını yaptığımız, “ لَــ ْم يَ ْط ِم ْث ُهــ َّن ِإنــ ٌس قَ ْبلَ ُهــ ْم َو َل َجــا ٌّنOnlara zevclerinden evvel ins ü cinden hîçbir kimse dokunmamıştır” âyetinin ma‘nâsını te’yîd ediyor. Nasıl ki, sa- 1314 Vâkıa, 56:23. 1315 Câmiu’l-Beyân, 13/27/29; Meálimü’t-Tenzîl, 5/27/236; el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 9/17/69; Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 7/410; et-Tahrîru ve’t-Tenvîr, 27/56. 1316 Tefsîru’l-Mâverdî, 4/114; Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 9/17/69. 1317 en-Nûru’l-Furkán fî lügati’l-Kur’ân, 2/319. 1318 el-Keşşâf, 4/24; Hâdiyü’l-Ervâh, 256; et-Tahrîru ve’t-Tenvîr, 27/56. 1319 Meálimü’t-Tenzîl, 5/27/236; Rûhu’l-Maánî, 9/27/34.
492 Dâr-ı Saádet definde mahfûz inci, kimsenin eli ona değmediği için ter temiz ve çok güzeldir. O hûrîler dahi, kimsenin eli onlara değmediği için inci gibi güzeldirler. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, onları, ehl-i îmân için saklamıştır. Elbette saklanılan, muhâ- faza edilen bir şey çok kıymetlidir. Hem Cennet’in diğer bütün ni‘metleri dahi ehl-i Cennet için mahfî olduğundan; hîç kimse, o ni‘metlerin künh-i mâhiyyetini bilemez. Biz, ancak dünyâdaki ni‘metlere kıyâsen isim benzerliğiyle düşünerek az da olsa anlamaya çalışıyoruz. Cennet ni‘metleri zâten mahfî olduğu hâlde, kendisi için hássaten hûrîler saklanıp muhâfaza edilen ehl-i îmân, Elláh indinde ne kadar kıymetdâr ve efdaldir, kıyâs edilsin! Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bizleri de ashâb-ı Cennet zümresine ilhâk buyur- sun. Âmîn. Cennet kadınlarının hılkat ve súret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki yedinci ve sekizinci vasıfları: اَ ْليَاقُـو ُتve ’اَ ْل َم ْر َجـا ُنdır. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, hûrîleri yâkút ve mercâna teşbîh etmiştir. Şöyle ki: “ َكأَنَّ ُهــ َّن ا ْليَاقُــو ُت َوا ْل َم ْر َجــا ُنCennet’te mü’minler için hâzırlanan hátûnların yanakları kırmızılıkta sanki yâkúta, vücûdları da berrâk ve beyâzlıkta hális mer- câna benzer.”1320 Demek, Cennet’teki zevcelerin yanakları yâkút gibi kırmızı, tenleri mercân gibi beyâzdır. Bu âyet-i kerîme, hûrîlerin güzelliklerini tavsíf eder. Onları, yâkút ve mer- câna teşbîh eder. Yâkút, kırmızı; mercân, beyâzdır. Demek, o hûrîler mercân gibi beyâzdırlar. Fakat, sáf beyâz değildirler. Belki, mercân gibi beyâz tenleri- nin renginde yâkút gibi kırmızılık da karışıktır. Çünkü, kadının cildi, bâ-husús yanakları sáf beyâz olup içinde kırmızılık olmazsa, soluk ve mat olur ve güzel sayılmaz. Bu ta‘rîfi yapan, Elláh’tır. Onların ne kadar güzel olduğunu bize ta‘rîf eden, O’dur. Hakíkí güzelliklerini ancak O bilir. Bu âyet-i kerîmede; Cennet’teki zevcelerin, ruhça yâkút ve mercân gibi sáf ve kıymetdâr oldukları gibi; vücûdca da yâkút ve mercân gibi sáf ve güzel oldukları ifâde edilmektedir. Yanakları kırmızılıkta yâkúta, vücûdları berrâk ve beyâzlık- ta hális mercâna benzetilen Cennet hûrîlerinin böyle bir güzelliği, rûha mı hıtáb eder, yoksa cismânî zevk ve lezzetlere mi hıtáb eder? İnsânın rûhî hislerini mi 1320 Rahmân, 55:58.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 493 tatmîn eder, yoksa cismânî hislerini mi tatmîn eder? Teemmel!1321 Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, Cennet’te ehl-i îmân ve táate ihsân edeceği bu vasıftaki hurîleri müjde verdikten sonra, umûm cin ve inse şöyle hıtáb eder: “ فَ ِبــأَ ِ ّي ٰا َلء رَبِّ ُك َمــا تُ َك ِّذبَــا ِنEy cin ve ins! Böyle mergúbunuz olan ve yanakları kırmızılıkta yâkúta, cildleri beyâzlıkta mercâna benzeyen zevcelerin güzelliğini mi inkâr edersiniz? Yoksa, bu zevceleri size ta‘rîf eden Kur’ân’ı mı inkâr ve tekzîb eder- siniz? Hûrîlerin bu güzelliği, size gayb değil midir? Nüzûl-i Kur’ân’dan evvel bunları biliyor muydunuz? Mâdem bilmiyordunuz ve onların güzelliğini Kur’ân’dan öğren- diniz; öyle ise, fıtratınız bozulmamışsa, bu Kur’ân’a îmân ve onun ahkâmıyla amel etmelisiniz. Eğer îmân ve itáat vazífesini hakkıyla edâ etmek súretiyle bu ni‘metlere şükretseniz, bu hûrîlere kavuşursunuz. Aksi takdîrde, onları kaybetmekle berâber, galîz ve şedîd olan zebânîlerin1322 muámelesine ma‘rûz kalırsınız.”1323 Cennet kadınlarının hılkat ve súret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki dokuzuncu vasfı: ’ بَ ْيــ ٌض َم ْكنُــو ٌنdur. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, bu vasfı şöyle beyân etmektedir: (“ َكا َنَّ ُهـ َّن بَ ْيـ ٌض َم ْكنُـو ٌنSanki onlar,) o zevceler (kapalı) toz toprak dokunma- mış, ter temiz, güzel bir renge sáhib (yumurtalardır.) Onlar, ádetâ yumurta gibi sáfî, temiz, berrâk, kusúrsuz, pürüzsüz, gizli bir güzelliğe, bir hóşluk ve temizliğe sáhib bulunacaklardır.”1324 Fahri Râzi ve Beydávî’nin beyânları vechile; insânların levninde makbûl olan buğday rengi olduğundan; Cennet’te hátûnların rengi beyâz, fakat mestûre ol- duğu beyân olunmuştur ki; sarıya meyyâl olduğuna işârettir. Çünkü, mestûre olan renk, ekseriyâ buğday rengidir ki; tegayyürden ve ğubâr gibi árızadan sâlim olacaklarına işâret için “meknûn”, ya‘nî örtülü olacakları beyân olunmuştur. بَ ْي ٌضkelimesi; “Hûrî-i Cennet, beyâzlıkta, ğubâr ve muğayyiru’l-levn olan harâ- ret-i Şems’ten masún yumurta gibidir” demektir. بَ ْيــ ٌض َم ْكنُــو ٌنifâdesi, ekser tefâsîrde “ بَ ْيــ ُض نَ َعا َمــ ٍةdeve kuşu yumurtası” olarak tefsîr olunmuştur. (Deve kuşu, harâret-i Şems’e, rüzgâr, toz ve dumâna 1321 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, 655. 1322 Tahrîm, 66:6. 1323 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, 660. 1324 Sáffât, 37:49.
494 Dâr-ı Saádet karşı yumurtasını tüyleriyle örter. Tâ ki, háricden bir şey yumurtasına za- rar vermesin.) Beyzâ-i mezkûrenin levni, azıcık sufrete mâil olduğu hâlde, rengine tegayyür árız olmaz. ( ;بَ ْيــ ٌضya‘nî, “Hûrîlerin teni, beyâz olup mat bir beyâzlık değildir. Hûrîler, azıcık sarıya mâil buğday tenlidirler”) demektir.1325 Ehl-i ilim, “müşebbehun bih” olan بَ ْي ٌضlafzında ihtilâf etmiştir. Şöyle ki: Saíd bin Cübeyr (ra) şöyle demiştir: “Yumurtanın batnı ile murâd, kabuğun içinde zara yapışık olan kısımdır. İşte oraya kimsenin eli değmemiştir.”1326 Daha evvel zikrettiğimiz Ümmü Seleme (ra)’nın hadîsinde şöyle buyrulmuştu: “ ‘Yâ Resûlelláh (asm)! Cenâb-ı Hakk’ın َكأ َنَّ ُهـ َّن بَ ْيـ ٌض َم ْكنُـو ٌنkavli hakkında haber ver’ dedim. Resûlulláh (asm) buyurdular ki: ‘Ya‘nî, onların nârinliği, yu- murta zarının nârinliği, rikkatliği, inceliği gibidir.’ ”1327 İbn-i Abbâs (ra), bu âyet hakkında şöyle buyurmuştur: بَ ْيـ ٌض َم ْكنُـو ٌنdemek, “Aynen sadefindeki inci” demektir. Ya‘nî, sáfîlik ve beyâzlık konusunda aynen inciye benziyorlar, demektir. َو َعن عبد الله بن َم ْس ُعود رَ ِضي الله َعن ُه قَا َل لكل ُمسلم خيرة َول ُكل خيرة خيمة َول ُكل خيمة أَ ْربَ َعة أَ ْبوَاب ي ْدخل َعلَ ْي َها من كل بَاب تحفة وهدية وكرامة لم تكن قبل ذَ ِلك َل مرحات َو َل دفرات َو َل سخرات َو َل طماحات حور عين كأنهن بيض َم ْكنُون Abdulláh b. Mes‘úd (ra)’dan şöyle rivâyet olundu: “Cennet’te her Müslümân için bir hayırlı kadın vardır. O her hayırlı kadın için bir çadır, her çadırın da dört kapısı vardır. Ona her gün her bir kapıdan daha öncekilerden farklı olarak çok kıymetli, yâdigâr bir hediyye ve ikrâm gelir. O ka- dınlar; şımarık, kirli, pasaklı, itâatsiz, gözü dışarda ve azgın kimseler değildirler. Onlar güzel huylu, güzel gözlü hûrîler olup toz konmamış yumurta gibidirler.”1328 Hulâsa: Hûrîlerin bir vasfı da, vücûdları ile tenlerinin rengi, yumurta gibi beyâz veyâ yumurtanın dâhilinde zarın yapışık olduğu iç tarafı gibi sáfîdir. 1325 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 1/222. 1326 Sıfâtü’l-Cenneti fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 309. 1327 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 7/119; İmâm Süyûtí, Mu’terekü’l-Akrân fî İ‘câzi’l-Kur’ân, 3/517. 1328 et-Terğîb ve’t-Terhîb, c.7, s. 325-326; Tefsîru’t-Taberî, 27/83; İbn-i Mübârek, Ziyâdâtu’z-Zühd, 69; Hâdiyu’l-Ervâh, 2/489.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 495 Vücûdları beyâzdır, fakat sarı renge meyyâl bir beyâzlıktır ki; tenin en güzel rengi budur. Nitekim, daha önce bahsi geçen bir vasıfta şöyle denilmişti: “ َكأَنَّ ُهــ َّن ا ْليَاقُــو ُت َوا ْل َم ْر َجــا ُنCennet’te mü’minler için hâzırlanan hátûnla- rın yanakları, kırmızılıkta sanki yâkúta; vücûdları da berrâk ve beyâzlıkta hális mercâna benzer.”1329 “Cennet’teki zevcelerin yanakları, yâkút gibi kırmızı; tenleri ise mercân gibi beyâzdır” ifâdesiyle بَ ْيــ ٌض َم ْكنُــو ٌنifâdesi, aynı ma‘nâya gelmektedir. Hûrîlerin vücûdunun ana rengi beyâz olup, bunu ifâde için bir âyette mercân, diğer âyette ise yumurta veyâ yumurtanın içindeki zarın yapışık olduğu iç tarafa teşbîh olun- ması; bu beyâzlığın donuk, mat bir beyâzlık olmadığını gösterir. Ya‘nî, “Sarı renge yakın buğday tenlidirler” demektir. Yanakları ise, yine beyâz olup kırmızı renge daha yakındır. Daha evvel zikrettiğimiz gibi, gözlerinin rengi dahi beyâz kısmı şiddetli beyâz, siyâh kısmı ise şiddetli siyâhtır. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, hûrîlerin gözlerinin, yanaklarının ve vücûdlarının renkleri arasında mükemmel bir tenâsüb halk etmiştir; bunlar biribiriyle uyumludur. Cennet kadınlarının hılkat ve súret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki onuncu vasfı: ’ ِح َســا ٌنdur. Bu kelime, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da bir tek yerde geçmekte- dir. Şöyle ki: (“ ۪في ِهــ َّن َخــ ْرَا ٌت ِح َســا ٌنZikir olunan bu Cennet’lerde sîreten ve súreten güzel zevceler vardır.) İyi huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.”1330 ِح َســا ٌنkelimesinden murâd, hûrîlerin yüz güzelliğidir. Bu konu, ileride mu- fassal bir súrette îzáh edilecektir. Cennet kadınlarının evsáf-ı hulkiyyesi (ahlâk ve sîret cihetiyle olan sıfatları) Cennet kadınlarının ahlâk ve sîret cihetiyle Kur’ân-ı Kerîm’deki birinci vasfı: ’قَا ِصــرَا ُت الطَّــ ْر ِفdir. Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde geçen bu kelime, gele- cek üç ma‘nâya muhtemeldir: Birincisi: Nazarlarını yalnız zevclerine hasreden, onlardan başkasını görme- yen, onlara áşık olan sadâkatli ve vefâlı zevceler demektir. İkincisi: Kocasının nazarını kendisine cezbeden, bir def‘a gördüğü zamân 1329 Rahmân, 55:58. 1330 Rahmân, 55:70.
496 Dâr-ı Saádet başkasına bakmak istemeyecek derecede onu kendisine bağlayan güzel zevceler demektir. Üçüncüsü: Başı önünde, etrâfına iltifât etmeyen edeb ve hayâ, iffet ve vakar- la mümtâz mestûre zevceler demektir. İnsân bu dünyâda, “Acabâ nâmûsum tehlikede midir?” veyâhúd “Hánımım benden başka birini beğenir mi?” diye korkup endîşe eder. Fıtratında bu vardır. Eğer kadın, başka bir erkeğe, erkek de başkasının hánımına háin nazarla bakar- sa, áile saádeti bozulur. Dünyevî lezzet de kaçar. İşte, “ ۪في ِهــ َّن قَا ِصــرَا ُت الطَّــ ْر ِفO Cennet’lerde gözlerini zevclerine hasretmiş, aslá başka bir kimseyi görmek istemeyen kadınlar vardır” âyeti, âhirette böyle bir endîşenin olmadığını ihbâr ediyor. Cennet’te böyle bir şeyin vukú‘ bulamayacağını ifâde et- mekle ehl-i îmânı müjdeliyor. Şimdi, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’da, قَا ِصــرَا ُت الطَّــ ْر ِفta‘bîrinin geçtiği üç âyet-i kerîmeyi nakledeceğiz: Birincisi: Sáffât Sûresi’nde şöyle buyruluyor: (“ َو ِع ْن َد ُهـ ْم قَا ِصـرَا ُت الطَّـ ْر ِف ۪عـ ٌنVe onların) ehl-i Cennet’in (yanlarında iri gözlü, bakışlarını zevclerine hasr ve tahsís etmiş zevceler de vardır.) Sâdece eşleri- ne bakarlar; onların gayrı başka kimselere iltifât etmezler.”1331 “ قَا ِصــرَا ُت الطَّــ ْر ِفgözlerini hapseden, başkalarına bakmayan kadınlar” de- mektir. “ ۪عــ ٌنGözleri iri olan, ya‘nî güzel gözlü bulunan kadınlar” demektir. İkincisi: Sád Sûresi’nde şöyle buyruluyor: (“ َو ِع ْن َد ُهــ ْم قَا ِصــرَا ُت الطَّــ ْر ِف اَ ْتــرَا ٌبVe onların yanlarında,) o Cennet’le- re giren mes‘úd kulların yanlarında (gözlerini kocalarına dikmiş,) onlara fev- ka’l-áde bir muhabbet ve aşk ile bakıp başkalarına bakmayan (yaşları müsâvî) güzel, temiz tabîatlı (eşler vardır.)”1332 Üçüncüsü: Rahmân Sûresi’nde şöyle buyruluyor: “ ۪في ِهــ َّن قَا ِصــرَا ُت الطَّــ ْر ِفۙ لَــ ْم يَ ْط ِم ْث ُهــ َّن ِا ْنــ ٌس قَ ْبلَ ُهــ ْم َو َل َٓجــا ٌّنO Cennet’lerde 1331 Sáffât, 37:48. 1332 Sád, 38:52.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 497 veyâ o yataklarda veyâhúd Cennet’in o ni‘metleri içinde, gözlerini zevclerine hasret- miş; aslâ başka bir kimseyi görmek istemeyen kadınlar) nazarlarını yalnız zevclerine hasreden, onlardan başkasını görmeyen, zevclerine áşık, sadâkatli ve vefâlı zevce- ler; kocasının nazarını kendisine cezbeden, onu bir def‘a gördüğü zamân başka- sına bakmak istemeyecek derecede onu kendisine bağlayan güzel kadınlar; başı önünde olan, etrâfına iltifât etmeyen, edeb ve hayâsı ile iffet ve vakárıyla mümtâz, mestûre zevceler (vardır ki; onlara zevclerinden evvel ins ü cinden hîçbir kimse dokunmamıştır.) Hepsi bâkiredir.”1333 ۪في ِه َّنlafzında geçen zamîr hakkında üç görüş vardır: Birincisi: Zamîr, Cennetlere râci’dir. Daha önce geçen َول ِ َمـ ْن َخـا َف َم َقـا َم رَبِّـ ِه َجنَّتَـا ِنâyet-i kerîmesinde, Elláh’tan korkanlara iki Cen- net verileceği müjdelendi. Bu âyet-i kerîmeden sonra gelen âyetlerde ise, bu iki Cennet’in ni‘metlerinden bahsederken ۪في ِه َمــاgibi tesniye (ikil) lafızları kulla- nıldı. Bu âyet-i kerîmede ise, çoğul ma‘nâsını ifâde eden ۪في ِهــ َّنlafzı kullanıldı. Kelâmın hakkı tesniye ile ۪في ِه َمـاdemek iken ۪في ِهـ َّنdenmesi, her bir hûrînin bu- lunduğu yerin ayrı bir Cennet olduğuna işâret içindir. Hûrîler çok olduğundan, her bir şahsa áid Cennetler de çoktur. Demek, Cennet’in iki tâne olması, bizim taksîmâtımıza göredir. Hakíkatte, her bir hûrînin yeri ayrı bir Cennet’tir. İkincisi: Zamîr فُــ ُر ٍشkelimesine râci’dir. Bu takdîrde, âyet-i kerîmenin ma‘nâsı şöyle olur: “Onlar, yatakların içindeyken, o yataklar içinde öyle kadın- lar vardır ki, gözlerini kocalarına hasretmişlerdir. Ma‘şûkundan başka bir şey gör- mezler.” Bir hadîste vârid olduğu üzere, onlardan birisi kocasına şöyle diyecek: “Elláh’a yemîn ederim ki, Cennet’te senden daha güzel hîçbir şey görmüyorum. Cen- net’te bana, senden daha sevimli olan hîçbir şey yoktur. Seni bana, beni de sana veren Elláh’a hamdolsun.” Üçüncüsü: Zamîr آ َلءkelimesine râci’dir. Bu takdîrde, âyet-i kerîmenin ma‘nâsı şöyle olur: “Cennet ni‘metleri içinde öyle kadınlar vardır ki; onlar, gözleri- ni kocalarına hasretmişlerdir. Ma‘şûkundan başka bir şey görmezler.” ۪في ِه ـ َّنkelimesindeki ۪ف ـيzarfiyyeti; yataklarda oturan veyâ yataklara uzanan 1333 Rahmân, 55:56.
498 Dâr-ı Saádet kimselerin, yatakların yumuşaklığı sebebiyle onların içinde kaybolmuşcasına gömüldüklerine ve râhatlarına işâret eder. Âyette “ قَا ِصــرَا ُت الطَّــ ْر ِفnazarını kocasına hasreden, kocasından başkasını görmeyen” kelimesi, mutlak olarak zikrolunduğundan, hem dünyâdan giden kadınlara, hem de hûrîlere şâmildir. Ancak, bir sonraki cümlenin delâletiyle, hûrîlere şâmil olmak ihtimâli daha kuvvetlidir. Binâenaleyh, âyet, Cennet’te bu- lunan cümle nisâ táifesinin aynı hâl ve sıfâtta olacaklarına delâlet eder. “Bu âyet-i kerîmeler, hûrîlerin sıfâtlarından büyük bir sıfâtı beyân etmektedir. O sıfât; hûrîlerin, gözlerini kocalarına hasr etmeleri, başkalarına bakmamaları- dır. Hûrîler, dünyâdaki kadınlar gibi oraya buraya bakmazlar. Onlar, kocaların- dan başkalarını istemezler. İbn-i Abbâs (ra), Mücâhid (ra), Katâde (ra) ve başka birçok müfessirîn, âyeti bu şekilde beyân etmişlerdir.”1334 delBâluetâeydeet,r.اَلالطَّـطَّــ ْـر ِْر ِفف قَا ِصــرَا ُت ifâdesiyle, hûrîlerin kemâl-i edeb ve hayâsına göz kapaklarının hareket etmesine denir. De- kelimesi; mek, onlar, göz kapaklarını başkaları için hareket ettirmez; başlarını, kocala- rından başkası için kaldırmazlar.1335 Bu ifâde, hûrîlerin iffetine de delâlet eder.1336 Hûrîlerin, zevclerine karşı şiddet-i muhabbetlerini ve başkalarına karşı adem-i meyillerini gösterir.1337 Hûrîlerin kocaları o kadar güzeldir ki; onlar, Cennet’teki kocasından başkasını arzûlamaz; ondan başkasını istemez ve ondan başkasına rağbet göstermezler.1338 Âyetteki asıl ma‘nâ budur. Müfessirînin hepsi bu konu- da aynı görüştedir.1339 قَا ِصـرَا ُت الطَّـ ْر ِفifâdesi; أَ ْى َحابِ َسـا ُت ا ْلَ ْعـ ُ ِنya‘nî, “Gözlerini habs ve men‘ ederler” demektir. Buna göre, âyetin ma‘nâsı; “kendi zevclerinin gayrından nazarlarını men‘ eden zevceler” demek oluyor ki; bu, ehl-i Cennet’e verilecek hûrîlerin bir başka vasfıdır.1340 1334 Câmiu’l-Beyân, 12/23/58, 12/23/174, 13/27/150; Hâdiyü’l-Ervâh, 261. 1335 Tefsîru’l-Kebîr, 29/129. 1336 Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azím, 7/11, 7/479. 1337 Rûhu’l-Maánî, 23/89. 1338 Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîri Kelâmi’l-Mennân, 6/378. 1339 Hâdiyü’l-Ervâh, 1/479. 1340 en-Nûru’l-Furkán fî Lügati’l-Kur’ân, 2/164.
İkinci Bâb/İkinci Fasıl 499 قَا ِصــرَا ُت الطَّــ ْر ِفâyetinin bir ma‘nâsı da şöyledir: “Hûrîler, o kadar hüsn-i cemâl sáhibidirler ki; onların hüsün ve cemâlleri bırakmaz ki, kocaları onlardan başkalarına baksınlar. Onlar, güzellikleriyle kocalarının bakışlarını kendi üzerleri- ne hasretmişlerdir.” Her ne kadar lafız cihetiyle böyle bir ma‘nâ sahîh olmasa da, ma‘nâ cihetiyle bu görüş dahi sahîhdir. Çünkü, âyet-i kerîmedeki ism-i fâil olan قَا ِصــرَا ُتlafzı, asıl i‘tibâriyle kendi fâili olan الطَّــ ْر ِف lafzına muzáf olmuştur. Bu muvâcehede, takdîr-i kelâm قَا ِصــ ٌر طَرَفُ ُهــ َّنolarak, ma‘nâ; “O Cennet hûrîlerinin göz kapakla- rı, kocaları için hasr olduğundan; ancak onlar için açılıp kapanır” demektir. Asıl ma‘nâ işte budur. Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân, Cennet’te ehl-i îmân ve táate ihsân edilecek ezvâ- cın bu vasfını zikrettikten sonra, umûm cin ve inse şöyle bir hıtábda bulunuyor: “ فَ ِبــأَ ِ ّي ٰا َلء رَبِّ ُك َمــا تُ َك ِّذبَــا ِنEy cin ve ins! Kocalarına hasr-ı nazar edip gözleri onlardan başkasını görmeyen hûrîlerin vücûdunu mu inkâr ve tekzîb ediyorsunuz? “Yoksa, daha önce kendilerine hîçbir ins ve cinnin temâs etmediği afîfe ve ter temiz kadınları mı inkâr ve tekzîb ediyorsunuz? “Yoksa, bunların dünyevî nezáirini mi inkâr edersiniz? Mâdem bu dünyâda ken- dileriyle ünsiyyet ettiğiniz1341 ve onlar sebebiyle iffet ve nâmûsunuzu muhâfaza etti- ğiniz ve Kur’ân’da; “Müslimât (ahkâm-ı İlâhiyye’ye teslîm olan), “Mü’minât (erkân-ı îmâniyyeyi tasdîk eden), “Kánitát (Elláh’ın emrine boyun eğen), “Sádıkát (doğru sözlü olan), “Sábirât (sabreden), “Háşiát (Elláh’tan korkan), “Mütesaddikát (sadaka veren), “Sâimât (oruç tutan), “Hâfizát (iffet ve nâmûsunu muhâfaza eden), 1341 Rûm, 30:21.
500 Dâr-ı Saádet “Zâkirât (Elláh’ı zikreden),1342 “Tâibât (günâhlarından dolayı tevbe ve istiğfâr eden), “Ábidât (Elláh’a ibâdet eden), “Sâihât (günâhları terk etmekle ma‘nen hicret eden kadınlar)1343 diye vasfe- dilen maddeten ve ma‘nen pâk ve temiz olan kadınları inkâr edemiyorsunuz. Öyle ise, Cennet’teki pâk ve temiz olan hûrîleri ve dünyâdan gitme hánımları da inkâr etmemelisiniz. Zîrâ, dünyâdaki iffetli ve nâmûslu kadınlar, onların nümûneleridir ve onlardan haber verirler. “Yoksa, bütün bu Cennet ni‘metlerini size müjde veren o Rahmân-ı Zü’l-cemâl’e i‘timâd etmiyor musunuz? “Yoksa, siz, bu hûrî ve zevceleri size haber veren Kur’ân’ı mı inkâr edersi- niz? Mâdem bu tekvînî ve teklîfî ni‘metleri ve âyetleri inkâr edemiyorsunuz. Öyle ise, Kur’ân’a îmân ve itáat etmelisiniz ki; bu ni‘metleri kaybetmeyesiniz. Eğer îmân ve itáatten yüz çevirirseniz, sizce i‘dâm-ı ebedî olan ölüm ile dünyâ denilen şu yalancı Cennetinizden ve bütün sevdiklerinizden ayrılacaksınız. Âhirette ise; Cennet’teki bu ni‘metlerden mahrûmiyyetle berâber, Cehennem’de zebânîlerin eliyle ta‘zîb olunacaksınız.”1344 Hulâsa: Bu âyet-i kerîmeler ifâde ediyor ki; Cennet kadınları olan hûrîler, kemâl-i edeb ve hayâ sáhibidirler. Gözlerini kocalarına hasr ve habsetmişler- dir. Onlar, başkasına bakmazlar. Hem bu âyette, kocalarının güzelliğine delâlet vardır ki; kocaları olan ehl-i Cennet, o kadar güzeldirler ki; onların güzelliği, hánımlarını kendilerine hayrân bıraktığından; onlar başka tarafa nazar etmiyor- lar. Hem de bir ân olsun, onların yanlarından ayrılmayacaklarına delâlet vardır. Ehl-i Cennet, sarâylarında hep mes‘úd ve bahtiyâr olarak, aynı ânda bütün hánımlarının yanında olabilirler. Buna hîçbir mâni‘ yoktur. Aynı şekilde, Cen- net kadınları da o kadar hüsn-i sîret ve hüsn-i súret sáhibidirler ki; kocaları dahi nazarlarını onlara hasredip, onların yanından ayrılmazlar. İşte, Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, bu cihette dahi saádetin en zirvesini bize ta‘rîf ve tavsíf etmektedir. Dünyâda dahi nazarlarımızı, bizim için helâl olana çevirmemi- zi, nâ-mahremlerden nazarımızı sarfetmemizi emreder. Kur’ân-ı Azímü’ş-şân, Cennet’teki karı-koca arasındaki ahvâli zikretmekle, dünyâda dahi nâmûs ve 1342 Ahzâb, 33:35. 1343 Tahrim, 66:5. 1344 Rahmân Sûresi’nin Tefsîri, 653-654.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
Pages: