alınan dış borçlara ve borçları ödemek amacıylaoluşturulan kuruma verilen ad.385. Gam; sekiz notanın kalın sesten inceye veyainceden kalına gitmek üzere sıralanmış dizisi.386. Paralel.387. Sevincinin sonu.388. Tek.389. Bir yere sürekli olarak giden kimse.390. Seçkin.391. Rıza Tevfik (Bölükbaşı): (1869-1949) Fikiradamı, şair, yazar, felsefeci, tıp doktoru.392. Pek çok bestekâr tarafından bestelenmiş olanbu güftenin en tanınmış olanı, bestekâr DanbeniRızâ Bey’in Hüseyni makamında, bestelemiş olduğuşarkıdır.393. Zorluklarla.394. George Eliot (1819-1880) Gerçek adı MaryAnne Evans olan ve eserlerinde erkek adı kullananİngiliz romancı, çevirmen, gazeteci.395. John Abbot’nun, The Mother adlı yapıtı.
396. Mahmud Esad Efendi (1856 – 1918),Osmanlı hukukçu, yazar ve devlet adamı.Eserlerinden bazıları: İslâm Tarihi, İslâm Dini Tarihi,Fıkıh Usulü.397. İyileştirmek, düzeltme.398. Ödüllendirilmek.399. Alçaklık, aşağılık.400. Söylemiştim.401. Herbert Spencer (1820 – 1903), İngilizfilozof. Evrimci felsefesini açıklayan pek çok eseryazdı. Bunlardan bazıları: Psikoloji İlkeleri, İlkPrensipler, Biyoloji İlkeleri, Sosyoloji İlkeleri.402. Nef ’î (1572 – 1635), (Mehmed Bey oğluÖmer Efendi). Klasik Türk Edebiyatı’nın XVII.yüzyıl şairleri arasında en başta gelenlerindendir.Eserleri; Türkçe Divan, Farsça, Divan, Sihâm-ı Kazâ...403. Anlaşılması güç.404. Mehmet Emin (Yurdakul) (1869-1944),Milliyetçilik için çalışmış ve sade Türkçeyle yazdığımanzumeleriyle bir çığır açmış meşhurşairlerimizdendir.
405. Gruplara.
5İkinci defa kolej hayatıBu defa Kolej’in hayatımdaki tesiri o kadarkuvvetli oldu ki bunun kısaca bir tahliliniyapmak icap ediyor.Mor Salkımlı Ev’deki ilk devre sona erdiktensonra, kafa itibarıyla kendi yaşımdakiçocuklardan o kadar farklı idim ki âdetayaşıtlarımın normal ve tabiî hayatlarına yabancıkalmıştım. Muhitin ıstırapları ve sıkıntılarıdüşüncelerime renk ve istikamet veriyordu.Esasen sıkılgan ve kendi içime çekilmiş olantabiatım, o kadar büyüklerle dolmuştu kişahsiyetimin serbest inkişafına406 engeloluyordu. Tecrübe üzerine şunu kat’î olaraksöyleyebilirim: “Küçük yaştakilerin serbest vetabiî inkişafları ancak etraflarının lüzumundanfazla tesiri altında kalmamaları ilemümkündür.”
Kolej’de bilhassa geceli olmak ve ayda bireve çıkmak beni muhitimin yeknesak407 veekseriyetle acı olan hâkimiyetinden kurtardı.Talebe hayatının çeşitli olayları ve hayattarzları daha serbest ve tabiî bir şekildeşahsiyetimin inkişafına yol açtı. İçimde kapalıkalmış olan fikrî temayüller408 önlerinde yenive geniş sahalar bulabildiler.Garip olarak on beş yaşındaki bir kızdanadir olan dinî insiyak409 bende çok kuvvetliidi. Ve aynı zamanda din de dahi her şeyin“neden, niçin”ini arar dururdum. Ruhumda,göze görünen realitelerden ziyade, görünmeyenmanevî realitelere susamış gibi idim. O yaşakadar dinimin sadece haricî şartlarına tâbi410olmuş, namaz kılmış ve oruç tutmuştum.Fakat kafamda hudutsuz sualler vardı. Bundandolayı bilerek veya bilmeyerek, Gazzalî’ nin411içtihat412 kapılarının kapanmamasını tutantezi içimi kemirirdi.İçtihat kapılarının İslâmiyette kapanmasına
taraftar olan zümre413, İslâmiyeti din olarakdar bir safhaya414 ve daha fazla tavır veharekete bağlamıştı. Tabiî bunda softalığın dabüyük bir rolü olmuştu. Beni, bilhassaMüslüman olmayanların topunun birdencehenneme mahkûm olmaları çok müteessirederdi415. Neden bütün insaniyetinpaylaşamayacağı rahmetten ben istifadeedecektim?Bütün bu gibi düşünceler, beni, ikinci defaKolej’e gidişimde, muhtelif dinler hakkındamalûmat edinmeye sevk etti. Kolejkütüphanesi buna müsaitti. Benim de en küçükyaşta başlayan olgun kafalı ve geniş ruhluinsanlarla temasın bu nev’î manevî temayüllerikuvvetlendirmişti. Kolej kütüphanesi,kültürümün bu kısmına çok yardım etti.Hıristiyanlık tarihini okurkenHıristiyanların başka dinlere, bilhassaİslâmiyet’e mensup olanlar hakkında çok darve mutaassıp416 bir görüşleri olduğunuöğrendim. Hıristiyanlar, hatta Müslümanlardan
fazla, başka dine mensup olanları Allah’ınrahmetinden ve inayetinden417 uzak telâkkiediyorlardı. Hâlbuki bu düşünce Hazret-iİsa’nın, İncil’de okuduğum bütün insaniyeti,muhabbetle içine alan ruhundan çok uzaktı.O günlerde bana en fazla Budizm tesiretmiştir. Bilhassa insan tahammülününhududunu aşan çaresizlik ve ıstırap içinde herinsana Budizm cazip görünebilir. Çünküinsanın, bazan yok olmak, en büyük saadetolacağına inandığı anlarda ferdî ebediyeteinanmamak her halde büyük bir tesellidir.Buna mukabil İslamî kültürün camiler,ezanlar, mezarlıklar ve küçük yaşta her akşamve sabah tekrar ettiğimiz Kur’an’dan parçalarher zaman bana hâkim olmuştur. İnanıyorumki, her gece kendi dilinde Kur’an’ınbaşlangıcındaki bir sureyi tekrar eden birçocuk, ister istemez İslâmiyetin bütün insanlığıiçine alan bir ruh ifade ettiği kanaatini içindetaşıyacaktır. İşte o sure418:Bütün âlemlerin hâkimi olan, Rabbi olan
Allah’a hamd olsun. Merhametlilermerhametlisi, hesap gününün Rabbi olan sanaibadet eder, senden yardım dileriz. Bizedoğru yolu göster, senin nimetinemazhar419 olanların yolunu göster, gazabınıcelb etmişlerin420, doğru yoldan sapmışlarındeğil.Hıristiyanlığın bu kadar kuvvetlikalmasında kanaatimce, her çocuğun akşamsabah tekrar ettiği meşhur dua kuvvetli birâmil olmuştur.Kolej’de bu ilk sene, birbirinden mizaç vegörüş itibarıyla bambaşka olan Miss Fenshamve Dr. Patrick bana fikir ve ruh bakımından enderin tesiri yapmışlardır. Miss Fensham’ınbilhassa İncil derslerinden çok istifadeetmişimdir. İngiliz edebiyatının ve sanatınıninkişafında, klâsiklerden fazla müessir olan421bu eseri, dinî olduğu kadar fikrî cephesinden debana idrak ettirmişti422. Maamâfih, bu kadın,Kolej’in başında olsaydı misyonerlik tarafını
idame ettirecekti423 zannediyorum. Dr.Patrick felsefe hocamızdı, çok geniş vemilletlerarası bir görüşe sahipti. Talim veterbiyeye, hür ve tenkidî görüşün tekâmülettirilmesine424 bilhassa itina ederdi.Miss Fensham’ın en kudretli tarafı, belkihitabetteki425 kabiliyeti idi. İnsanlara musiki,sahne ve yazıdan başka belki sözün dahabüyük tesiri vardı. Çünkü iyi hatip olmak içinsadece sanat sahasında ve fikir itibarıyla birkültürü olmak, hatta sesinin ve görünüşününcazip olması dahi yetmez. Halk üzerindedevamlı bir tesir, ancak ve ancak konuşmacınınkanaatlerine evvelâ kendisi iman etmiş olması,sonra da bu kanaatleri çırılçıplak ve bütünsamimiyetiyle dinleyiciye sokması lâzımdı. Bukabiliyet Miss Fensham’da çok barizdi426.Bir Noel gecesi427 talebeye yaptığıkonuşmayı hiç unutmam. En sade, fakat
vazıh428 bir şekilde Hazret-i İsa’nındoğumunu, insaniyete getirdiği muhabbetateşini anlatırken herkes ağlıyordu. Benim degözlerimden yaş boşandı, fakat neden bilirmisiniz. Kendimi Süleyman Dede’nin429 oezelî şaheserindeki, yani Mevlid’indeki“Velâdet” bahsini dinliyor gibi oldum. ÂdetaPeygamberimiz’in doğduğu, yani gözlerinidünyaya açtığı andaki günahkârlar için Allah’ayalvardığını görüyor ve işitiyor gibi oldum.Kolej’in ikinci sınıfına girmiştim. Edebîmevzularda, hatta fikrî bakımdanarkadaşlarıma hocalık edebilecek bir dereceye,evdeki hususî hocalar sayesinde erişmiştim.Fakat riyaziyede430 onlardan geri idim. Ahlâkbakımından, bu noktada gerilik belki benim içinhayırlı oldu. Çünkü arkadaşlarıma, hattabirçok yaşlılara karşı içimde şimdi çirkinbulduğum bir üstünlük mudillesi431 vardı.Aile hayatımın problemleri, bana büyükleri
içten anlamama sebep olmuştu. Fakat aynızamanda fikir ve muhakeme432 bakımındankendimi onlardan ileri görürdüm. Küçükçocukluk hayatımda kendi yaşımdakilerlemünasebette bulunmamış olmam, beni günlükhayatın sade zevklerinden ve gençlikletemastan mahrum etmişti.O zamanki Kolej’in sıhhatli ve normaltalebesi, muhitin sade zevki, üzerimde büyükbir tesir yaptı. İnkişafı geri kalmış çocukluk vegençlik denilen insiyakler içimde uyandı. Yanibir taraftan vaktinden evvel inkişaf eden fikrîtarafımla boğulup kalan maddî ve tabiî varlığımarasında bir muvazene433 hasıl oldu. Kendimisekiz yaşında bir çocuk gibi oynar veoyunlardan zevk alır gördüm. Daha fazlaküçük yaştakilerle oynardım. Ve onlardansonra da en fazla hocalarımla dostlukediyordum. Bir tanesi ile ata biner, Üsküdar’ıneski mahallelerini dolaşır dururdum.Haminne ile Nevres Bacı da arada bir gelir,bana şeker getirirlerdi. Fakat misafir odasında
onlarla konuşurken bir gün Bulgar seyisNatço’nun içeri girmesi, benim başı açık onunlakonuşmam Bacı’yı o kadar inkisârı hayâle434uğrattı ki bir daha mektebe gelmedi.Arkadaşlarımın arasında, iyi piyano çalan,fakat derslerinde zayıf olan bir Ermeni ile bir debenden bir sınıf yüksekte olan bir Bulgar kızıvardı. Kendi sınıfının tek talebesi olduğu için,iki sene birçok derslerini bizim sınıfımızagelerek yaptı.O zaman, Kolej, son sınıf talebesine ayrı biroda verirdi. Ben de geceleri onun odasındaoturur, konuşur, istikbale ait beraber planlaryapardık. Her nasılsa hiç istidadım olmadığıhâlde bir de keman dersi alıyordum. İstikbaliçin yaptığımız planın başında şu vardı: İkimizde Paris’e gideceğiz, o doktor olacak, ben,kemana çalışacağım; orada bir oda tutupParis’in ilim ve sanat muhitinde isimyapacaktık.Peşa435 ile dostluğumuz, o zamanlarkafamın mütemadiyen işleyen fırtınalı
faaliyetlerinden sonra sâkin bir limana sığınmışolmak hissini verirdi. Hem görünüş hem demizaç bakımından benim tamamen zıddım idi.Çıkık yanak kemikleri, içeriye çekilmiş keskingözleri, maddî ve manevî bakımdan yorulmakbilmeyen bir karakteri vardı. Kendinebenzemeyen şahıslarda dostluk, galiba her ikitarafı da dinlendiriyor.Kolej’deki son sene hafızamda kuvvetli izlerbırakan hâdiselerle geçti.Birincisi, Cenubî Afrika’da436, İngiliz veBoer’ler437 arasında geçmiş olan harpte, hangitarafın haklı olduğuna dair münazara438ekibimizin bir münakaşasıdır. İngiliz tezinitutanlar, beni reis seçmişler ve zaferlerindenemin olan münakaşaya girmişlerdi. Ben deömrümde ilk defa, inanmadığım bir tezimüdafaa ediyordum. Biz yenildik, benim içinbu ömrüm boyunca bir ders olduğundan dolayıçok memnunum. Çünkü, daha evvel dedediğim gibi herhangi bir mevzuu müdafaaeden bir adamın ona inanması muvaffakiyetinin
birinci âmilidir.Aynı sene mektebe Philip Brown439 geldi.Hocalar ona beni tanıttı. Mektebe sık gelir vebeni de arar, bulur, konuşurdu. Türklere Garbâleminin düşman olduğu sonraki yıllarda bizedost kalan, “Bağdat Demiryolu”440 adlı odevrin siyasî münasebetlerinin iç yüzünü çokrealist ve kudretli bir görüşle tahlil ve tashiheden eserin muharriri odur. O meşhur eser, bugün dahi ehemmiyetini muhafaza etmektedir.Ömer Hayyam’ın441 Fitzgerald’ın442emsalsiz tercümesini, daha doğrusuadaptasyonunu443 o sene okuduk. Banayıllarca, hatta şimdi dahi fikrimi ve ruhumudinlendiren bir liman olmuştur.Kolej hayatı beni o kadar sarmıştı ki ailemuhitindeki o günkü mutlakiyetin444 bütünarkadaş ve vatandaşların haremine nüfuzeden445, insanları hareketlerinde tereddüdesevkeden havayı unutmuş gibiyim. Bundandolayı, Kolej’in idare müdürü Miss Prime, o
günlerde Boğaz’a gelen bir Amerikan yatınıziyarete götürmeyi teklif ettiği zaman,düşünmeden kabul ettim ve gittim.Mott Ailesi’nin yanında tatlı bir güngeçirdikten sonra, akşama doğru yatın yanındabeklettiğimiz kayığımıza bindik. Vapurdanbiraz uzaklaşır uzaklaşmaz, arkadan gelen birkayıktan, “kanun namına” durması için sert birses bizim kayıkçıya bağırdı.Ben vaziyeti derhal sezdim. Her haldeecnebi vapurunu bir Türk kızının ziyaretedeceğini birisi jurnal etmişti. Hayalimdepolislerin beni karakola sürüklediklerini ve sıkıbir sorguya çektiklerini görüyordum. BununMiss Prime, yani Amerikalı önünde yapılmasıihtimali, sadece şahsî değil, aynı zamanda millîizzet-i nefsimi446 de yaralıyordu. Buvaziyetten mutlak kurtulmak, Abdülhamid’inpolisinin eline geçmeden mutlak Kolej’e gitmeklâzımdı. Bunu her ne pahasına olursa olsunyapmayı aklıma koymuştum.O zaman insanın ânî bir karar alabilmesi veasabına mutlak surette hâkim olabilmesinin
böyle dakikalarda ne kadar büyük roloynadığını idrak ettim. Maamâfih, günlükhayatında karar almayan sıkılgan Halide’nin ogünkü vaziyetine ben kendim de şaştım.Kayıkçının kulağına eğildim, polis kayığaerişemeden bizi Üsküdar’a çıkarabilirse, onupolisin elinden kurtarmak çaresinibulabileceğimi söyledim. Bizim kayığı tekadam, polisinkini ise iki adam çekmesinerağmen, bizimki küreklere bir yarış sürativerdi.Père447 Hyacinthe’in samimiyeti ve hatipolarak kudreti bir hayli kişiyi sürüklemişbulunuyordu. Papalık, Sultan Hamid’emüracaat ederek bu adamın Türkiye’deumumî yerlerde konuşmasını men eden birirade elde etmişti. O, sade Kolej’deki misafirliğiesnasında talebeye konuşmalar yaptı.Père Hyacinthe, kısa, şişman, beyaz kıvırcıksaçlı bir adamdı. İnsan onun kürsüden büyükbir tesir yapabileceğini tahmin etmezdi. Fakatkonuşmaya başlar başlamaz mantık, sanat veimanın bir zaferi olan hitabesi unutulmayan
hatıralarımın arasındadır. Evet, şimdi topraklakapanmış olan boğazından gelen o sesi zamanzaman hatırlarım.O yıl, Swami Vivicananda adlı meşhur birBrahman448 da Kolej’e misafir oldu. O dadinleyicileri ipnotize ettiği449 söylenen kudretiile bir nutuk verdi. Maamâfih o sadece insanınhislerine hitap ettiği için, Fransız papazı kadarüstümde tesir yapmadı. İnce, uzun, zayıf ellerikendilerine mahsus bir ifade ile mütemadiyenhareket eden, Asya’nın sesini, mistik cazibesinitemsil eden bir hatipti.1900 senesinin sonundaki yazlık vakans450esnasında diğer derslerime nazaran zayıfolduğum riyaziyeyi kuvvetlendirmek içinhususî ders almak istediğimi babama söyledim.Babam, birkaç gün sonra Salih Zeki Bey’in451bana ders vermeye razı olduğunu bildirdi. Bu,
bende hem büyük bir tecessüs hem de korkuuyandırdı. Çünkü ta küçük yaşlarımdan berionun riyaziyede bir dâhi olduğununsöylentilerini işitir dururdum. O esnadaBeyoğlu’ndaki rasathanenin müdürü, aynızamanda da iki büyük mektebin hocasıbulunuyordu.Salih Zeki Hoca’nın Rıza Tevfik Hoca’danfikir itibarıyla bambaşka tarafları vardı. RızaTevfik Hoca edebiyat ve sanat unsurlarınınmistik taraflarına temayül eden bir zihniyettaşırdı. Şiirde de keyfiyet itibarıyla dâhiderecesine yükselmiş bir kudreti vardı. Mistikolmayan felsefe görüşünde tamamen H.Spencer’e saplanmış kalmıştı.Salih Zeki Hoca’nın ilim ve felsefemevzularında ifade ettiği çetin ve daimî alâkası,daha fazla müspet ilimlere452 saplanmıştı. Budevirde en fazla Auguste Comte453 ile meşguloluyordu. Ona göre, hakikî insan dünyasınınrealitesini yalnız ilim adamları anlamış veonların sayesinde insanlar vahşetten
kurtulmuştu. Fikir sahasına girmeyen herhangigörüşle alay ederdi. Ona göre sadece birmilletin değil, bütün insaniyetin tek yükseksınıfı, tek insanları sevk ve idare edebileceksınıf âlimlerdi. Buna rağmen kendisi siyasetlehiç alâkadar olmamıştır.Tabiîdir ki, o bana, Rıza Tevfik Hoca’dandaha fazla ve yeni bir dünya görüşü açmıştı.Halbuki ben, o günlerde fikir itibarıyla dahafazla mistik ve ruhî tesirlere tâbi idim. SalihZeki Hoca benim tabiî temayülümünifratının454 önüne geçti ve fikrîtekâmülümü455 ayarladı.Salih Zeki Hoca ele aldığı herhangi birmuğlak mevzuu çok sade, fakat göz kamaştıranbir vuzuhla456 tahlil ederdi. Bu, bir taraftan,yeni bir istikamette kafamın inkişafına yardımetti, olanca gayreti ile beni müspet ilimanlayışına sevk etti. Aynı zamanda Kolej’debaşlayan genç ve serbest temayülün de önünebir set çekti. Kendi yaşımla mütenasip olmayanbir görüşle kâinatın maddî realitelerini idrake
kafam patlayacak kadar, ağrıyıncaya kadarçalışırdım. O devirden sonra artık bir taraftanşahsî hayatımın getirdiği, bazan faciaya kaçanbuhranlar, bir taraftan da memleketimin birtürlü sonu gelmeyen ıstırablı meseleleri benibir türlü kurtulamadığım akıntının içinesürükledi gitti. Yıllar yılı gençliğimin tabiî olaninsiyaklerini boğdum durdum. Fakat yine deiçimde gençlik, daha doğrusu çocukluk, daimayaşadı. Esasen büyük veya küçük hersanatkârın, hatta kendini tüketmemiş olan fikiradamlarının bu hâkim bir vasfıdır.Vakans sona erip de Kolej’e döndüktensonra, Salih Zeki Hoca her hafta daima ilmîmevzulara dayanan, bazan da bir üniversitedersini hatırlatan uzun mektuplar yazardı.Senenin sonlarına doğru, benimle evlenmek içinbir teklif yaptığı zaman, düşünmeden kabulettim. Babam, bilhassa yaş farkımızdan dolayıitiraz etmişti. Aynı zamanda birinci hanımındantamamen ayrılmış ve o hanımın evlenmek
üzere olduğunu söyleyince o da benimısrarımla muvafakat etti.Burada Kolej’in son sınıfında psikolojikbakımdan bir küçük hâdiseye işaret edeceğim.O sene, çok içine çekilmiş, daima boş vaktikütüphanede geçen ağır bir talebe vaziyetinialmıştım. Sınıf arkadaşlarım, diplomagününden biraz evvel bir toplantı yaptılar.Hangimizin en evvel istikbâlde evleneceğimeselesini konuştular.Sınıfta sekiz kişi idik. Aramızdaki İngilizarkadaşların en evvel evleneceği, Halide Edib’inde hiç evlenemeyeceği kanaatine vardılar.Halbuki ben, bir ay evvel, hatta tarihini dahitesbit ederek mektepten çıkar çıkmaz SalihZeki Hoca ile evlenmeye karar vermiştim bile.Bu, hayatın daha evvel tahmin edilmeyenhâdiselerle karşılaşabileceğini düşünmeden,hiçbir insan hakkında kat’î bir hükümvermemek lâzım geldiğini gösteren birvakıadır457.
406. Gelişmesine.407. Tekdüze.408. Eğilimler.409. İçgüdü.410. Bağlı.411. Gazali (Tam adı, Ebu Hamid et-tûsi el-Gazali)(1058 – 111), İslam filozofu.412. Kuran ve hadislerle çözümlenemeyensorunlarda İslam bilginlerinin görüşü.413. Topluluk, grup, camia.414. Evre.415. Üzerdi.416. Bağnaz.417. İyilik.418. Fatiha suresi (Yazarın meali).419. İyi bir şeye ermek.420. Kendine çekmişlerin.421. Etkili olan.422. Kavratmıştı.
423. Sürdürecek.424. Geliştirilmesine.425. Etkili söz söyleme sanatı.426. Belirgindi.427. Hıristiyanların Hazreti İsa’nın doğum günüolarak kabul ettikleri 24 Aralık’ı 25 Aralık’abağlayan gece.428. Açık.429. Süleyman Çelebi (1351 – 1422). İlk Türkçemevlidi yazan Osmanlı şair.430. Matematikte.431. Doğru yoldan sapıtışı.432. Düşünme.433. Denge.434. Hayal kırıklığına.435. Kalçeff Peşa, yazarın Kolej’deki Bulgararkadaşıdır.436. Güney Afrika.437. Güney Afrika’daki Hollandalı koloniciler. 11
Kasım 1899 – 13 Mayıs 1902, İngilizlerle yaptıklarısavaş Vereeniging Antlaşması’yla son bulmuştur.438. Bir konu üzerinde, belli kural ve yöntemlereuyularak yapılan tartışma.439. Philip Marshall Brown (1875 – ?), ABD’lieğitimci ve diplomat. Bir dönem İstanbul’daki ABDBüyükelçiliği’nde ikinci sekreter olarak çalıştı.Tarihçi. Foreigners in Turkey (Türkiye’deYabancılar) adlı eseri 1914’te PrincetonÜniversitesi tarafından basılmıştır.440. E. M. Earle, Turkey, the Great Powers and theBagdad Railway; New York, Macmillan Company,1923.441. Ömer Hayyam (1044 – 1123), İranlı şair,astronom, matematik bilgini.442. Edward Fitzgerald J. (1809 – 1883), İngilizyazar. Özellikle Ömer Hayyam’ın rubailerindenyaptığı serbest ve şairane uyarlamalarıyla tanınır.443. Bir eseri çevrildiği dilin, konuşulduğutoplumun yaşayışına, inançlarına uyarlama.444. Saltçılığın.
445. İçine işleyen.446. Ulusal onurumu.447. (Fr.) Peder.448. Hint rahibi.449. (Fr.) hypnotisme (Yun.): Sözle, bakışla, telkinyoluyla sağlanan bir çeşit uyku durumu.450. (Fr.) vacance: Tatil.451. Salih Zeki (1864 – 1921), Önemli bilimadamlarımızdan biri. Matematikçi.452. Pozitif bilimlere.453. Auguste Comte (1798 – 1857), Fransızsosyolog, matematikçi ve filozoftur. Eserlerindenbirkaçı; Pozitif Felsefe Kursları, İslamiyet vePozitivizm, Pozitif Anlayış Üzerine Konuşmalar,Pozitif Siyaset Sistemi...454. Doğal eğilimimin aşırılığı.455. Fikirsel gelişimimi.456. Açıklıkla.457. Olgudur.
6Evlilik hayatıEvlilik hayatımı imkân dairesinde kısakeseceğim. Babam, Sultantepesi’ndeki evin birdairesini bize vermişti. Burada Salih Zeki’ninbirinci eşinden olan bir oğlu458 da bizimyanımızda idi. Bu çocuğu evvel de tanımıştım,fakat bu vaziyette beni çok alâkadar etti.Çünkü kısmen bizde, kısmen de annesi ile üveybabasının yaşadığı Kadıköy’deki bir evdekalıyordu.Çocukların hayatlarının iki eve ayrılması,onların hayatlarının tabiî olarak, onlara iki ayrımuhitin havasına intibak etmek459mecburiyetini yükletir. Bunun nasıl bir içistikrarsızlığına460 sebep olduğunu tecrübeetmiş olduğum için, ona karşı içimde hemacımak ve hem de mesuliyet hissi vardı.
Maamâfih bizim evde çok mesuttu. Galibabizde kalmayı tercih ederdi. Çok neşeli vedaima oyun seven bir çocuk olduğu için,kardeşlerimle akşama kadar oynardı. Hatta bende zaman zaman bu oyunlara katılırdım.Maamâfih, ona karşı bir analık vazifemolduğunu da hissederdim. İşte bundan dolayıyaramazlığı, taşkınlığı ahlâk kaidesini aşaraşmaz, tıpkı küçük kardeşlerime yaptığım gibi,onun da yakasına sarılırdım.Tahsili meselesinde de babam ve ben çokalâkadar olduk. Daima toprakla, tabiatlemeşgul olması onda bir jeolog olma kabiliyetinisezdiriyordu. Hakikat hâlde bu günün Türkjeologlarının başında gelen bir mevkii vardır.Daha sonraları Galatasaray’da iken bazanben onun üniformasını giyer, o da benimesvaplarımı giyerek dolaşır dururduk. Birzaman sonra yazılarımı da ona dikte etmeyebaşlamıştım.Ev kadını rolünü çok ciddiyetle elealmıştım. Aynı zamanda fikrî çalışmalarım veyazılarım da devam ediyordu. Salih Zeki Bey’in
Kamus-u Riyaziyat461 (adlı) eserinin içindekibüyük riyaziyeci ve filozofların hayatınımuhtelif eserlerden toplayan ve hazırlayan birasistan veyahut kâtip vazifesini görüyordum.Akşamları babamla Salih Zeki Bey’e, ConanDoyle’un462 hikâyelerini okumak bir vazifehâlini almıştı. Bu, benim için faydalı oldu.Çünkü herhangi İngilizce eseri ele alıp, tabiî birsurette Türkçe olarak okumak yolunda beni buakşamlar yetiştirdi.İşittiğime göre Sherlock Holmes463,Abdülhamid’i de o devirde çok alâkadaredermiş. Ve Esvapçıbaşı İsmet Bey464 herakşam bir paravananın arkasından sabahakadar bu eserlerin tercümesini okurmuş. FakatSaray’da yapılmış olan bu tercümeler465neşredilmiş değildir. Ben de Sherlock Holmesile epeyce alâkadar oldum. Hikâyelerindenkarakter ve hâdiseler geceleri rüyalarıma girerdururdu.İki sene müddetle tek derdim ana
olamamaktı. Yirmiden evvel bünyemin anaolmaya müsait olmadığını söyledikleri zaman,iki yıl ayları ve günleri saydım, durdum. Garipolarak bazı kadınlar için ana olamamak, bazılarıiçin de ana olmak saadetini geçen hiçbir şeyyoktur.Ben kendim, o iki yıl, daha fazla FransızEdebiyatı ile meşgul oluyordum. Fransız diliningüzelliği, edebiyat şekillerinin kusursuzluğubeni teshir ediyordu. Maamâfih çok geçmedenşeklinden ve üslûbundan466, Fransız ruhunungüzelliğine karşı iptilâsından467 ziyade, bumilletin fikir hürriyeti ve fikir namusuüzerinde duran tarafları beni yakaladı.Daudet’yi468 her zaman sevimli bulur,eserlerinin rikkat ve hararetini bilhassa çokseverdim. Bununla beraber, FransızEdebiyatında bu devirde, fikrime en çok tesiryapan Zola469 olmuştur. İlk önce uzuneserlerini sıra ile ve dikkatle okurken biraz
yadırgamış ve sevimsiz bulmuştum. Fakat birdefa üslûbunun ağırlığını, hayat tablolarınınbirbirine karışan acayipliğini, hatta âdeta midebulandıran çirkin ve hayvanî insiyaklarınüzerinde durmasını biraz hazmettikten sonra,onların arkasındaki Zola’ nın kendisini yavaşyavaş anlamaya başladım. Zaman zaman bukarışık tarihlerin arkasında, hakikatte yaşayaninsan örnekleri görürdünüz. Çirkin ve karışıktarafların ise bir zaman sonra Zola’nın şahsîidealizminden doğduğunu idrake başladım.İnsanların zaaf kötülüklerinin bazan iğrençtablolarla teşhiri âdeta bu nev’i örnekleremanevî bir ceza tayinine benziyordu.Bütün bu taraflarım yavaş yavaş söndü.Zola, ruhumun kudretli bir mürebbisi470olarak kaldı. Alelâde bir ferdin ağzınıkapadığımız zaman nasıl nefes almak içinçırpınırsa, Zola da hakikat telâkki ettiği herşeyi olduğu gibi ifade etmek için aynı suretteçırpınmıştır. Bu sahada mutlak bir fikirnamusu ile ömrünün sonuna kadar bu ihtiraslaçalışmış olan bir muharrir tanımadım ve
tanıyacağımı da zannetmiyorum. İnsanlıkseviyesini çok yüksek tutmuş, fakat insanınherhangi zaafına da taviz471 kabul etmeyen birşekilde vurmuştu.İnsanların rezaletlerini teşhir ederken, cinsîzaaflarını büyük bir mübalâğa ile göstermişolması hoşa gitmeyen bir tarafıdır. İnsanlarınve insanlığın bin türlü zaafı varken, Zola’nınneden en fazla cinsî tarafında bu kadar ısrarlakarar kıldığını anlamış değilim. Maamâfih,kendisi de bu mübalâğasında biraz ileri gitmişolduğunu son yazılarında ihsas eder. Bununlaberaber, Zola cinsî sapıklığın insanın en büyükzaafı olduğuna daima inanmış olsa gerek.Zannediyorum ki normal ve ölçülü vaziyetalmayan insanın hayvaniyetten yukarıçıkamayacağına kanaat getirmiştir.Son zamanlarda Zola’nın, dünyaedebiyatında tekrar, âdeta klâsik telâkki edilenve en fazla okunan muharrirlerinden biriolması, bütün dünyaya hâkim görünen ahlâkdüşüklüklerine karşı bir aksülâmel hasıl olmasıihtimalini hatıra getiriyor.
Zola’yı okurken ben, Hazret-i İsa’nınmabetten faizcileri kovduğunu gösterenmeşhur bir tabloyu hatırlarım. O tablodaHazret-i İsa’nın gözlerindeki kutsî472 dehşetbana aynı zamanda Pasteur’ü473 dedüşündürür. Eğer Pasteur korkunçhastalıkların âmili olan mikropların, insanlarınarasına daldığını görse, o da maddî bakımdanaynı dehşet ve aciz474 içinde nasıl bir tehlikekarşısında olduklarını insanlara söylerdi.Maalesef bu Pasteur devri, benim ruhîtesellim ve dayanağım olan mistik tarafımı birzaman için öldürdü. Fakat bu gün inanıyorumki Zola aramızda olsa insaniyeti saran ıstırap,huzursuzluk, istikbal yolunu kaybettirenkararsızlığa göre, o dahi bu günün büyük vesamimî âlimleri gibi, insanlara manevîkıymetlere dört elle sarılmalarını tavsiyeederdi.Zola’ya o kadar genç yaşta içten dalmak,insaniyeti onun gözleri ile görmek, hayli uzunsüren bir uykusuzluk nöbeti yaptı. Bir zaman
için, Sultantepesi’nde her zaman bana büyükbir zevk veren yeşillikler, Boğaziçi sularının otarife sığmayan eda ile akışı, gecelerin koyumavi göklerinde birer altın damlası gibiyıldızların ışıltısı, hep rengini kaybetmiş, hiçdeğişmeyen koyu kurşunî ağır bir yüzün rengiiçinde kalmıştır.Epeyce zaman yatakta kaldım, âdeta ölümmukaddermiş475 gibi sönüp gidiyordum.Maamâfih 1903’de ana olacağımı hissettiğimzaman bütün bunlardan uzaklaştım ve yavaşyavaş sıhhate kavuştum. Oğlum Ayetullah osene meydana geldi, on altı ay sonra da ikincioğlum Zeki Hikmetullah’a kavuştum.Bu devre ait tecrübe ve hislerimin üzerindeduracak değilim. Bunlar, ben yaşta ve başta herananın geçirdiği tatlı ve acı tecrübelerdir.Birincinin adını garip bir rüyanın tesiri ilekoymuştum. İkinci doğduğu zaman Japon –Rus muharebesinde Amiral Togo’nun zaferimemleketimizde bütün muhayyileleri o kadar
harekete geçirmişti ki mahallemizde doğandiğer erkek çocuklar gibi o da Togo diyeçağırıldı durdu.Zeki, elli günlük iken biz BeyoğluCaddesi’ndeki Rasathane’nin üst katındakimüdür dairesine taşındık. Yazları umumiyetleBurgaz Adası’na gidiyorduk.Rasathane günlerinden bir gün, belkiSultantepesi’ndeki sakin muhitindekindenfazla, kendi içime çekilmiş bir hayat sürdüm.Çocuklarımla ve evimle meşgul olmadığımzamanlar, dairenin arkasında, arka taraflardakievlere bakan küçük bir odaya çekilirdim. İkiarkadaşımdan biri yazı masası, öteki ise piyanoidi.Bu dar hücrede Zola’dan, Shakespeare’edöndüm. Shakespeare İngilizcesinin çok azgınbir ahengi vardı; daha fazla Anglo Saksonruhunun kudretini ve sadeliğini ifade eder. Bende Shakespeare’i tercüme edenler bilhassa hisve manzaralarda Türkçenin kendimenbaından476 gelen kelimeleri kullanmalarıyerinde olur zannediyorum. Böyle sade bir
Türkçeye Shakespeare’i tercüme etmek ozamanın münevverlerinin affedemeyecekleribir cüretti. Fakat tercümesine başladığımHamlet’i bastırmaya niyetim olmadığı için,kendi zevkime göre yazıyordum.Shakespeare’in psikolojik ve felsefî düşünceleridahi, o zamana kadar pek de görülmemiş olantâbirlerle ifade ettiği göze çarpıyor. Bana daTürkçede aynı şey yapılır gibi geldi.Salih Zeki Bey, Hamlet’in Fransızcasınıokumuş, aslında muazzam kudret ve sanatladeğil, eserin fikrî tarafıyla âlakadar olmuştur.Ondan dolayı benim tercümem onda büyük birşevk uyandırdı. Masasının üzerinde durantercümelerdeki Türk dilinin yüksekedebiyatında pek kullanılmayan tâbirleri daimakırmızı bir kalemle, çizer, yerinetumturaklı477, izafetli478 tâbirleri koyardım.Maamâfih ben, Shakespeare’in sonelerini479tercümeye başlayınca onun da bu husustakititizliği sendelendi, çünkü o da lirik ifadesinindürüst bir edebî Türkçe ile ifadesi mümkün
olmadığını anladı.O zamandan beri Shakespeare’in tercümeve tahlili sahasında çok uzak kaldığım devirleroldu. Fakat onu 1906’da en iyi anladığımısanıyorum.Sanatta herhangi dâhiden fazla, şahsiyettenuzak kalmış olan Shakespeare, bana şu hakikatiöğretti: Erkek ve kadın, sanatta ve kültürşekillerinde umumiyetle birbirlerinden başkahususiyetler göstermişlerdir. Maamâfih, dehadenilen şey ve hatta muhitin üstündeanlaşılmayan bir kabiliyet bazan bir erkek dâhi,kadın ruhunu, kadınların ifade edemeyeceği birderinlikle ifade ettiği gibi, kadın dâhi de sanattabir erkek ruhunu bazan erkekten fazla anlıyor.Deha cinse göre değil, dâhinin ruhununhususiyetine göre eser yaratıyor.Meselâ, Süleyman Dede’nin Mevlid’i ileHazret-i İsa’ya atfedilen İncil’in bazıpasajlarında ancak bir kadının duyabileceğimuhabbet ve rikkat görülür. Buna mukabilShakespeare, ifadesinde az istisna ile daimaerkek kalmıştır.
O sene ilkbaharda Sultantepesi’ne geçtik veyazı orada geçirdik. On beş yaşında olanNilüfer, merhum Mehmed Baha Pars’laevlendi, fakat o senenin acı bir vak’ası vardır. Oda Mahmure ablaya aittir.Ali Şamil Paşa’nın yeğeni Abdürrezzak Bey,İstanbul Şehremini480 Rıdvan Paşa’nın481uşağı Ahmed Ağa’yı evine çağırmış, sokaktamir edilinceye kadar Ahmed Ağa’yı evindehapsedeceğini söylemişti. Bunu haber alanRıdvan Paşa, Abdülhamid’e şikâyet etmiş,Abdülhamid de barışmalarını, meseleyikapamalarını emretmiş.Abdürrezzak Bey, Ahmed Ağa’yısalıvermemiş, Rıdvan Paşa da yol ameleleriniellerinde kazma kürek Ahmed Ağa’yıkurtarmak için göndermiş. İki taraf çatışmışlar,bazıları yaralanmış. Fakat biraz sonra sükûnetteessüs etmiş, herkes bunun çok sürmeyeceğinihissetmiş.Bir akşam babam Saray’dan mutadan482evvel, yüzü büyük bir keder içinde döndü.
Rıdvan Paşa’nın, Ali Şamil Paşa’nın evindenuzak olmayan bir yerde öldürülmüş olduğunusöyledi. Katiller, Üsküdar Kumandanı olan AliŞamil Paşa’ya getirilmiş, bir gece hapsedilmiş,fakat Abdürrezzak’ın müdahalesi ile sabahleyinserbest bırakılmışlardı. Bu, tabiî SultanHamid’in huzurunu kaçırmış ve o gece AliŞamil Paşa başta, bütün Bedirhanîleriyakalamışlar, Ali Şamil’in eline zincir vurularako gece Trablusgarp’a sürmüşlerdi.Ali Şamil Paşa’nın konağının yanındaMahmure ablanın oturduğu ev de abluka483edilmişti. Kapısında daima bir polis bekliyor vekimseyi içeri sokmuyordu. Bütün ömründeeczacılığından başka bir şeyle meşgul olmayanzavallı enişte de aynı vapurda, elleri zincirleriçinde nefyedilmişti484. Hulâsa, on iki yaşındaçocuklar da dahil, İstanbul’da tek erkekBedirhanî kalmamıştı. Bunların bir çoğumeseleden haberdar bile değildiler. Zavallı AliŞamil Paşa bu kavgayı tasvip etmemiş485,fakat bir taraftan ailesinin tesiri, bir taraftan da
bir nev’î irsî derebeylik gururu ile başını belâyasokmuştu. Bundan sonra tabiî hiçbirimizMahmure ablanın evine gidemiyorduk.Haydarpaşa’dan kalkan tren onun evininbulunduğu yüksek sırtın önünden geçerdi.Herhangimiz oradan geçsek, kalkar onugörmek ümidiyle gözlerimiz bu evinpenceresine saplanırdı. Bu günlerde Ali ŞamilPaşa’nın bizim eve sık gelmesi dolayısıylababamın da sürüleceği söyleyip duruyordu.Çünkü, aylığını hak etmek veya yeniden SultanHamid’e sokulup bir şeyi elde etmek içinönüne geleni jurnal eden bir hafiye ordusuvardı. O hafiye sistemi maalesefmemleketimizde bir türlü temizlenemeyen birsalgın hâlini aldı. Abdülhamid’den sonra dahiher rejimde hür fikirli vatandaşlar bu hafiyelikyüzünden rahat yüzü görmediler.Mahmure abla o zaman en büyüğü dokuzyaşında, en küçüğü on bir aylık dört çocuğuolduğu gibi, beşincisine de gebe idi. Oradan
geçerken hiçbir zaman trenden onu görmeknasip olmadı. Yalnız bir defa baş örtüsünübalkonda asılı gördüm ve sabaha kadaruyuyamadım.Bu günlerde babam da büyük bir ıstırapiçinde idi. Mahmure abla kurtulduktan sonrademiş ki: “Bir gün beybabayı trende görüncepolis yasağını unuttum, gözleri bizimpencerede ayakta duruyordu. Balkona koştum,ellerimi salladım. Birdenbire ellerini yüzünekapadı, ağlamaya başladı.”Evet, eve geldikten sonra babam, anneminöldüğü akşamki gibi ağladı, ağladı. Saray’dabütün tanıdıklara müracaat ediyor eniştemikurtarmak için çabalayıp duruyordu.Sultantepesi’nde başka bir evde Teyze ileberaber oturan Haminne de mutlak Mahmureablayı görmeye gideceğini, polislere yalvarıp,hiç olmazsa kapıdan konuşmak için izinalacağını söylüyordu.Bir gün, tek atlı bir arabanın içinde siyahçarşafı ile geçerken manalı bir şekilde bana elinisalladı. Derhal Abla’ya gittiğini anladım. O
akşam gelmeyince fena halde korkmuştum,fakat ertesi gün ağlayarak ve gülerek çıktı geldi.O gece Mahmure ablada kalmıştı.Anlattığına göre arabasını uzakta bırakmış,eve gitmiş ve bir polisle karşılaşmışlar.Anlaşılan umumiyetle iki polisin beklediği bukapıda tesadüfen bir tek polis bulunuyordu. Ogüzel, temiz, karışık yüz, o dişsiz, pembedudaklar, o yalnız beş vakit namazını kılandeğil, içi de temiz olan bu ihtiyar kadın telâşsızsesiyle polise yalvarmış:— Yukarıdaki evde torunum var evlât.Benden başka kimsesi yok. Dört çocuk,beşincisi de hemen hemen doğacak. Yanındatek adam yok; senin de çoluğun çocuğun yokmu? Merhamet et evlâdım,” demiş.Anlaşılan polisin üzerinde bu çok tesiryapmış. Etrafı gözleri ile tetkikten sonra:— Gir içeri nine. Ama yarın ötekiarkadaşlar gelmeden ben gelir seni erkendençıkarırım. Fakat sakın hızlı konuşmayın haa.Haber alırlarsa beni de sürgün ederler,” demiş.Haminne bu vak’ayı anlatırken dedi ki:
— En çok korktuğum şey, Mahmure’ninbenim polisle konuştuğumu görmesidir.Çünkü mutlak aksilenirdi. Beni görünce ilksözü, niye polise o kadar yalvarıyorsun, oldu.Ama ikimiz de birbirimize sarılarak ağlaştık.Abla’nın doğurmasına üç ay kalmıştı. Dahaevvel çıkarılmazsa yardımsız, ilâçsız vekimsesiz kendi kendine kalacaktı. Bunudüşünürken Mahmure ablayı her gecerüyamda görürdüm. Kimsesiz ve dört çocukarasında doğum ağrısını yapayalnız geçiriyorgibi tahayyül ettiğim zamanlar, içim sızlardururdu.Fevkalâde bir mahkeme kararıyla enişteyiTrablusgarp’dan Kudüs’e gönderdiler. FakatAli Şamil Paşa ölünceye kadar ailesiyleTrablusgarp’da kaldı.Mahmure abla çocuğunu bizim yanımızdadoğurdu, biraz sonra Kudüs’e kocasının yanınagitti.Bütün bu sıkıntılar sonraları da zamanzaman gelen ve uzun süren bir uykusuzlukhastalığı yaptı. Beni, sıcak bir yere, bilhassa
Beyrut’a hava tebdiline göndermeye kararvermişlerdi. Fakat İstanbul’dan ayrılmak içinresmî izin bir türlü çıkarılamadı.Nihayet Burgaz’da bir ev tuttuk, gittik. Ev,eski biçim geniş sofalı, mor salkımlı, bahçesigül, hanımeli kaplı bir yerdi. Orada hayatbenim için tamamen değişti. ÂdetaBeşiktaş’daki evde yaşıyor gibi olurdum. Dikbir sırtın üstünde idi. Önü denize kadar çamlık,aşağısı kumluk, pencerelerinin önünden mavidenize bakar dururdum.Oraya hasta gittim orada yalnız maddîdeğil, manevî muvazenemi486 de buldum.Hilkatin insanlara tabiat sayesinde verdiğigüzellik ve günlük hazlar içerisinde yaşadım.Sabahleyin çocuklar dadıları ile ben de ahçıyıda alarak eşeklere binip tepedeki çamlığaçıkıyor, akşama kadar orada yiyor, içiyor,yaşıyordum.Reşe, büyük oğlumun dadısı idi. Artık şıkbir Habeş güzeli olmuştu. Yüzünü daimaörttüğü için sokakta dikkati celbeder, erkekleripeşine düşürürdü. Küçük oğlumun dadısı
Adalı bir Rum kızı idi. Artık bütün gün birhamakta yatıyordum, denizin tuzlu harareti,çamların tatlı korkusu beni afiyete487kavuşturmuştu.Bu günlerde etrafımızda birçok dost veahbap hasıl olmuştu. Benim de içimdeShakespeare merakımın yanında bir de sırfuyuyabilmek için okuduğum Nâimâ488 ilebaşlayan vakayi’namelere489 şiddetli bir alâkauyanmıştı.Bizim edebiyatımızda hakikî dâhiler hiçşüphe yok ki üslûplarının demir leblebi gibiçetin olmasına rağmen, bu vakayi’namelerdir.O hamakta bu vakayi’namelerin içindekifertleri ve kalabalığın inanılmayacak birrealizmi ile canlandığını hissediyorum.İşte kendi içine bu kadar kapanmışolmamdan dolayı gerek Makedonya’daki siyasîdepremlerden, gerekse yeni bir rejimhazırlayan hareketlerden haberdar değilimdiyebilirim. Bu 1907 senesine tesadüf eder.1908’de tekrar Burgaz’a gittiğim zaman 24
Temmuz’da ilân edilen Meşrutiyet hemenhepimizde az çok sâkin bir havaya düşen vebeklenilmeyen bir yıldırım tesiri yaptı.458. Ahmed Malik (Sayar) (1892 – 1965), Türkjeolog.459. Uymak.460. Dengesizliğine.461. On iki ciltten oluşan eserin ilk iki cildi1315/1897 tarihinde İstanbul’da KarabetMatbaası’nda basılmıştır. “Elif” harfindekimaddeleri kapsayan 400 sayfa metin veaçıklamalardan oluşan eserin ilk cildinin geliri,Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlanmıştır. Yazarın elyazısıyla olan diğer ciltler İ.Ü. Kütüphanesi,T.Y.908 – 919’da kayıtlıdır.462. Sir Artur Conan Doyle (1859 – 1930), İngilizyazar. İlk eserleri tarihî romanlar olup, sonralarıyazdığı polisiye türündeki eserleriyle tanınmıştır.Ayrıca Boer Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili
eserleri vardır.463. Conan Doyle’un polisiye romanlarınınbaşkahramanı Holmes, özel hafiyedir.464. Esvapçıbaşı İsmet Bey (1843-1906), II.Abdülhamid zamanında tanınmış Sarayadamlarındandır. II. Abdülhamid’in süt kardeşi veFehim Paşa’nın da babasıdır.465. Burada adı geçen çeviriler İ.Ü. Kütüphanesi,T.Y.7421 – 8824 arasında kayıtlıdır.466. Sanatçının görüş, duyuş, anlayış veanlatışındaki özelliği veya bir türün, bir çağınkendine özgü anlatış biçimi, tarz, stil.467. Düşkünlüğünden.468. Alphonse Daudet (1850 – 1897), Fransızyazar. Eserlerinden bazıları: Taraskonlu Tartaren,Değirmenimden Mektuplar Bir Edebiyatçının, Hatıraları, Jack...469. Émile Zola (1840 – 1902), Fransız romancı.Eserlerinden bazıları: Thêrèse Raquin, Meyhane,Nana, Germinal, Toprak, Hayvanlaşan İnsan...470. Eğitimcisi.
471. Ödün.472. Kutsal.473. Louis Pasteur (1822 – 1895), Fransız kimyacıve biyoloji bilgini, mikrobiyolojinin kurucusu.474. Gücü bir işe yetmez olanın durumu.475. Yazgıda var olan.476. Kaynağından.477. Anlama bir şey katmayan, bir anlambildirmeyen ama kulağa hoş gelen, gösterişli.478. Bağıntılı.479. (Fr.) sonnet: İki dörtlü ve iki üçlüden oluşan,on dört dizeli bir Batı şiir türü.480. Belediye başkanı.481. İsmail Rıdvan Paşa (1855-1906), II.Abdülhamid zamanında on beş sene İstanbulŞehreminliğinde bulunmuş bir vezirdir.482. Alışılmıştan.483. Bir yerin dışarıyla olan her türlü bağlantısını,kuvvet kullanarak kesme, kuşatma.
484. Sürgüne gönderilmişti.485. Uygun bulmamış.486. Dengemi.487. Sağlığa.488. Naima, (asıl adı Mustafa Naim) (1655-1716),1591-1659 arasındaki döneme ilişkin Osmanlıtarihiyle tanınır. Naima Tarihi olarak bilinenRavzatü’l-Hüseyn Fi Hülasatı Ahbar’il-Hâfikeyn adlıeserini Amcazade Hüseyin Paşa’ya sunmuştur.489. Günlük vaka ve hadiselerin kayıtlıbulundukları eser.
7Meşrutiyet ilânıMeşrutiyet ilân edildiği gün, mor salkımlıevin Burgaz’daki geniş sofasında, bizde misafirolan Peyker (hala) ve eşi Hamdi Efendi ileoturuyorduk. Oğulları zabit çıktıktan sonraGenç Türk490 hareketine karışmış, memleketharicine kaçmaya mecbur olmuş. Oğulları ilebenim tanıdığım bir Amerikalı vasıtasıylamuhabere ettikleri491 için bize sık gelir vemektubunu alırdı. Bu iki ihtiyar ana babanındünya gözü ile oğullarını görmek ümitlerikalmamıştı. Esasen kimse böyle bir vaziyetibeklemiyordu. İyi hatırlarım, sofadaki ikibüyük köşe minderinin birine onlar, birine deHaminne oturmuş dikiş dikiyordu. Sofadamutlak sükûn hâkim olduğu bir anda, SalihZeki elinde bir gazete ile geldi. Gazetenin baştaraflarına bakar bakmaz gözlerimde birdenbire
bir hayret, bir şaşkınlık peyda oldu. SultanHamid, 1908 Meşrutiyeti’ni ilân ediyordu.Bu satırları Salih Zeki yüksek sesleokurken, yeşil çamların tepesinde uzanan mavidenizi sükûn içinde seyreden bizler, şaşırdıkkaldık.İki ihtiyar, tek kelime söylemeden, buruşukyanaklarına mütemadiyen yaşlar akıyordu. Buyaşların arkasında iki ihtiyarın gözlerinde deoğullarını tekrar görmek ümidi, bir sevinçşimşeği gibi çakıp duruyordu. Haminnegözlüğünün üstünden bana baktı.— Bu ne demek oluyor Halide?Evet, ne demek oluyordu? Türkiyemizdecennet ve cehennemden muhtelif sahneleroynayacak, bizim gibi evinden ve fikirhayatından ayrılamayanların kafaları hayatrealitelerine çarpacak, sonu gelmeyen facialargörecekler, ister istemez hâdisat492 onlarısürükleyip götürecekti.O gün, değil gazetelerden, hattalügatlerden493 silinmiş olan “meşrutiyet”494
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 611
Pages: