Çünkü bana zarf içinde para gönderiyorlardı.Şayet İstanbul’dan para gelmezse Londra’yadönmek için tren param yoktu. Bu bir hafta birkâbus gibi kafama hâkim oldu. Evsahiplerinden ödünç olarak yol parası istemekbana o kadar ağır geliyordu ki şayet hareketsabahına kadar para gelmezse intihar etmeyekadar vermiş bulunuyordum. Geceleri sabahakadar uyuyamıyordum. Nihayet hareketsabahı bir zarf içinde bana İstanbul’dan beşİngiliz lirası geldiği zaman âdeta yenidendoğmuş gibi oldum.Burada biraz istitrâd599 yaparak Russell iledaha sonraki karşılaşmalarımdanbahsedeceğim.1927’de Londra’da yaşarken, en eskidostumuz Raymond Swing, Russell, Lord Luuülkesindeki muhtelif evlerden birindeoturuyordu. Ben de onun evine zaman zamanmisafir olurdum.Lordluk ünvanını henüz hayatta olan
kardeşi taşıyordu. Fakat bu Russell’da ikinci eşiile beraber, bu malikânenin köşklerinin birinde,yepyeni ve şahsî bir nazariyeye600 dayanan birçocuk mektebi açmıştı. Swing’lerin çocuklarıda o mektebe gidiyor, Russell’ın kendisi deakşamları bize geliyor ve geceleri uzun uzunkonuşuyorduk. Ben şahsen, o mektebintuttuğu yolun, gerek çocuk terbiyesine, gerekaile bütünlüğüne mazur601 olduğunainanmakla beraber diğer fikirlerinden çokistifade ettim.Russell’ın dinsiz olduğu söyleniyordu.Çünkü, Rusya’da dinin yasak edilişi, o günlerdeköylünün boynuna Meryem Ana resmi yerine,bir makine resmini (takmalarının) kudsiyet vetapınmak alâmeti hakkında ne düşündüğünüsordum. İnsanların mutlak insandan başka birşeye tapınmak ihtiyacının önünegeçilemeyeceğini söyledi.Bu gün dünyanın en büyük ilimadamlarında dahi insanlardaki bu ruhî ihtiyacınsönmemesi ve şayet sönerse insanları hayvan
yapacağı hakkında bir kanaat hâsıl olmaktadır.Daha sonraları B. Russell’ı bir zamanlarİngiltere’de posta nazırı olan bir dostun evindede görürdüm ve bu sahada derin birtekâmül602 geçirdiğine kani olmuştum603.Russell’ın içinde büyük ilmî dehâsı yanında,daima derinleşen manevî bir gelişmenin devamettiği göze çarpıyordu. Her halde Russell’ınfikir ve ilim ve dünyasında büyük önderlerarasında kalacağına şüphe yok. Şimdi de tıpkıvaktiyle feminizm meselesinde gösterdiğisamimî kanaatle dünya sulhü içinçalışmaktadır.566. Dikiş ipliği.567. Gerekli olan şeyleri.568. Uygun.569. Bir ölü gibi, beti benzi atmış.570. Ayrıntılı.
571. Özgeçmişini.572. Ömrü yetmemiş.573. Sevecen.574. Buluşacağı.575. Söyleyişiyle.576. Kolu çevrilerek çalınan, sandık biçiminde birtür org.577. Üzüntüm.578. Sebep olacağını.579. Tutuculuğu.580. İtti.581. Mahmud Şevket Paşa (1856-1913), HareketOrdusu Komutanı, Harbiye Nazırı ve Sadrazamsıfatlarıyla Meşrutiyet devrinin ünlü kişilerindendir.582. Hüseyin Hilmi Paşa (1855-1921), Osmanlıİmparatorluğu’nun son sadrazamlarındandır.583. Mehmed Cavit (1875-1926), Meşrutiyet’tensonra maliye nazırlığında bulunmuş, ekonomiye aiteserleri ve kuvvetli hitabetiyle tanınmış ilim vesiyaset adamıdır.
584. Sıkıyönetim.585. Ayrıntılarıyla anlatabilsem.586. Fırsat.587. Henry Wood Nevinson (1856 – 1941),More Changes More Chances (Daha Çok Değişim,Daha Çok Şans) adlı eserin yazarıdır. H. EdibAkşam gazetesinde yayımlanan İngiltere anılarında(Akşam, Sene 21, No. 7428, 27 Haziran 1939’dabu serinin beşinci yazısı olan “İnsan ve ZihniyetPortresi”) Nevinson’dan ve İngiltere’yle ilgiligözlem ve düşüncelerinden daha ayrıntılı olarakbahseder.588. Abdülhak Adnan (Adıvar) (1881 – 1955),Meclis-i Mebusan’da İstanbul mebusu olarak görevyapmış, ilk TBMM’de Sıhhiye ve Muavenetiİçtimaiye vekilliğine seçilmiş, tanınmış bilim vesiyaset adamlarımızdandır. Osmanlı Türklerinde İlim,Tarih Boyunca İlim ve Din gibi çok önemli kitaplarıvardır.589. John Edward Masefield (1878 – 1967), İngilizşairi, roman ve oyun yazarı.
590. Edward G. Browne (1862 – 1926), İngilizDoğubilimcisi. Bugün bile değerini koruyan ALiterary History of Persia (İran Edebiyatı Tarihi) adlıeserin yazarıdır.591. Elias John Wilkinson Gibb: (1857 – 1901),İskoçyalı Doğubilimci ve Türkolog. Başlıca eserleri:Otoman Literature: The poets and poetry of Turkey,A history of Otoman poetry A history of Otoman. poetry’nin birinci cildi Gibb hayatta iken basılmıştır.592. E.J.W. Gibb, Osmanlı Şiiri Tarihi, Cilt I, Kitap I,İ.Ü. Yayınları 207, Edebiyat Fakültesi İngilizEdebiyatı Şubesi, İstanbul 1943. Önsöz: HalideEdib Adıvar.593. Özerk.594. John Dillon (1851 – 1927), İrlandalı hekim vesiyaset adamı.595. İzlenim.596. Bertrand Russell (1872 – 1970), İngiliz filozofve yazar, matematikçi. 1950 Nobel Edebiyat ödülüsahibidir.597. Öğretim elemanları.
598. Eşitliğini.599. Söz arasında, sırası gelmişken, antrparantez.600. Kişisel bir kurama, teoriye.601. (Burada) Sakıncası.602. Gelişme.603. İnanmıştım.
91909 ile 1912 yılları arasındageçen hâdiselerBirinci teşrinde604 İngiltere’den İstanbul’adöndüm. Doğru Sultantepesi’ne gittim. İkiküçük yavrum, el ele tutuşmuşlar, arkalarıduvara dayalı beni bekliyorlardı. Bana küçükoğlumun pembe yanakları solmuş ve çökmüşgibi geldi. O akşam, kanlı ve korkunç birihtilâlin605 küçük bir çocuğun sinir sistemiüzerindeki tesirinin ne kadar sarsıcı ve yıpratıcıolduğunu anladım.O gece uykudan yavrumun sayıklaması ileuyandım. Mütemadiyen kelimeye sığmayan birıstırapla askerlere yalvarıyordu: “Annemiöldürmeyin, annemi öldürmeyin, biziçiğnemeyin, bizi çiğnemeyin.”Ertesi sabah kırk derece hararetle uyandı,
tifoya tutulmuştu. Onun hastalığı banaetrafımdaki dünyayı unutturdu.Seviye Talip adlı romanımı çocuğumunhastalığı esnasında uykusuz geçen gecelerdeyazmıştım. Her ne kadar doktorlar hastalığınınpek o kadar tehlikeli olmadığınısöylüyorlardıysa da asabının uğradığı sarsıntıonu kötü bir hâle sokmuş, her gece geçirmişolduğu acı günleri bağıra bağıra sayıklamalarıile canlandırıyordu. Bu acı sayıklamalarındayatağın üzerine kapanır, konuşur, onu teskineçalışırdım.Seviye Talip kışın basıldı. Salih Zeki Bey’indaha evvel bahsetmiş olduğum (oğlu) Malik,onu Bursa’da bastırdı. Bu roman içtimaîaksaklıklara temas etmesi neticesi ile çoktenkide maruz kaldı606. Bu gün eserinmevzuunu da unutmuş ve elimde bir kopyasıolmadığı için onun üstünde dönen kavganınmahiyetini607 de pek hatırlayamıyorum.Oğlum iyileştiği zaman, Çamlıca’da birköşkte oturan Şehzade Abdülmecid Efendi’den
bir davetiye aldım ve icabet ettim608. Ogünlerde, şehzadeliğinden ziyade bir bestekârve ressam sıfatı ile tanınan bir şehzade idi, aynızamanda Şark ve Garb edebiyatını tetkik etmiş,kültürü yüksek bir insandı. Her halde tahtaçıkabilmesi imkânı çok uzaktı.Bu davet sadece bir muharrire hitapetmiyordu. Haminne’nin anlattığına göre, beniçok küçükken Saray’a götürürlermiş, dizineoturturmuş, oynatırmış.Çamlıca’daki köşke gittiğim zaman bütünsarayların verdiği huzursuzluğu ilk defaduydum. Saray bende deniz tutmasına benzerbir his uyandırır.Mecid Efendi ve güzel hanımı uzunzamanlar hariçle temastan alıkonulmuşolduklarından dolayı biraz asabî idiler. MecidEfendi yeni rejimi, istediği insanla görüşmek veherhangi bir insan gibi yaşamak hakkınıverdiğinden dolayı övdü. O devre kadarkütüphanesinin içinde yaşamış, köşk veyasarayların duvarlarını aşmamıştı.“Ben, kendimi bir kutudan çıkarılmış bir
bebek gibi hissediyorum,” diyerek güldü. Evet,bir insanın, ne kadar büyük olursa olsun,cemiyet ve cemaatten609 ayrı düşmesinin,onlarla tanışmamasının, onda en kötü bir tesirbırakacağına inanıyorum.Daha sonraları onları Dolmabahçe’deziyaret ettim, fakat velîahd olduktan sonra birhayli yıl onları görmedim.Hemen aynı tarihte, çok alâkadar veüzerinde tetkikler yapmış olduğum pedagojimevzuuna610 dair makaleler yazıyordum. Bu,o günlerde, Maarif Nezareti611 Müsteşarı olanSaid Bey’in612 dikkatini çekmiş ve beniziyarete gelmişti. Salih Zeki Bey’in bazıarkadaşlarını, tıpkı babamın evinde olduğu gibiben de kabul eder, görürdüm. Benden, Dâr-ül-muallimât613, gezmemi, tetkik etmemi, ne gibideğişmeler lâzım geldiğine dair bir raporhazırlamamı rica etti. Münevver kadın sınıfının
tedris meselesine614 yabancı kalmasını şiddetletenkit ediyordum.Nakiye Hanım615 ile beraber Dâr-ül-muallimât’ı ziyaret ettim ve imkân dairesindetetkik ettim. Nakiye Hanım ve diğer hocalarıdinledikten sonra bir rapor hazırladım. NakiyeHanım mektebe müdür oldu.Aksaray’daki eski Dâr-ül-muallimât, odevirde en fazla Arabî616, Farisî617 ve dindersleri ile meşgul oluyordu. Bunların ipkasızarurî618 olmakla beraber, yeni bir ilmîgörüşle, yaşayan bir Garb diline, moderntedrisata ve tedris usulüne619 ihtiyaç vardı.Talebenin yeni bir görüşle, yeni dünyaya ayakuydurabilmesi için yepyeni bir talim veterbiyeden geçirilmesi hayatî bir mesele idi.Talebede bir mesuliyet hissi, hoca ile işbirliğietmeyi, aynı zamanda hocanın da daha açıkfikirli olması, ifrada620 kaçan otoritesininyumuşatılması lâzım geliyordu.Zaman, bize hoca ile talebe arasındaki
muvazenenin ölçülü olmasının ne kadarelzem621 olduğunu ispat etmişti. Eğer butedris terazisinde hocanın otoritesi mutlakıyeteve talebeye hiçbir hak vermemek şeklinekaçarsa genç nesilleri istibdada622 alıştıran birsistem yaratırdı. Aksi olarak talebenin hürriyetive hakları ölçüyü kaçırır, terazinin gözündeağır basarsa o zaman da fikir ve hareketsahasında talebe arasında bir anarşi husulegetiriyordu. Bu hakikati bu gün sadece bizdeğil, Amerika dahi tamamıyla idraketmemiştir. Hulâsa, tedris sisteminin temelininsağlamlığı tamamen bu muvazeneye bağlıdır.O yıl, kadın maarifi bakımından çokhareketli geçti. Ben Dâr-ül-muallimât’a tedrisusulü hocası olarak girmeyi kabul ettim; gerekhoca gerek talebe sınıfı ile yakın temas benimiçin büyük bir ders oldu. Talim ve terbiyeyedair olan bir kitabımı623 ondan sonrayazabilmiştim.
İki sene sonra Maarif Nezareti, kızlara biridadî624 açtı ve aynı zamanda geceli625 olarakyeni bir Dâr-ül-muallimât tesis etti626. Birazbu Dâr-ül-muallimât’da, sonra da beş senemüddetle idadîde hocalık ettim. Bilhassa talebesınıfının her çeşidi ile yakın temas, hatta enyakın zamana kadar kendi memleketimde,Suriye’de, Hindistan’da ve Amerika’da, talebehoca münasebetinin ölçüsünü az çok tespitetmekte bana bir rehber oldu. Başka birmevzua geçmeden evvel burada MaarifNezareti Müsteşarlığı, hatta Nezaret’in başındabulunan, İstanbul Üniversitesi’ nin kıymetliprofesörleri arasında yer alan Said Bey’inhatırası önünde hürmetle eğilmek isterim.Çünkü Türkiyemizde kadın tahsilininmodernleşmesinde başrolü oynayan odur.İrticaın acı ve kanlı hâdiselerinden sonra,ihtilâf ve anlaşmaya hasret çeken zihniyet627,Hakkı Paşa’yı sadrazam olarak iktidara getirdi.
Milletler hukukunun en kudretli âlimi vehocası olan bu adama karşı her fert hakikî biritimat beslerdi. Geniş manada İslâmiyet’intemelini teşkil eden adalet ve merhametmefhumunu628 “Âdil ve İhsan” vecizesi629 ilekabinesine mal etmiştir.Fakat bu vecizeyi henüz lâyıkıyla tatbikedebilecek zemini bulamadı. Trablus’unİtalyanlar tarafından ânî olarak zaptından, dahaevvel tedbir alamadığından dolayı umumîefkâr630 aleyhine döndü631.Türkiye’de samimiyetle karşılananreformların nasıl Garb devletleri tarafından,Hasta Adam’ın dirilmesinden korkarakmallarını sağlığında ele geçirmek üzereharekete geçildiğini yakında neşredilecek olanTürkiye’de Şark, Garb ve Amerikan Tesirleriadlı kitabımda tarihî vesikalara, dünyatarihçilerinin eserlerine dayanarak zikr etmişolduğumdan burada tafsilâta girişecek değilim.Esasen Avusturya, Bosna ve Hersek’i ilhakederek632 mirasa konmak salgınına başlamış
bulunuyordu. Onu Girit’in işgali takip etmişti.Nihayet Trablus’un işgali ortalığı altüst etti.Bosna-Hersek’in işgalinde, Türkiye’deAvusturya malları boykot edilmiş, feslerumumiyetle Avusturya malı olduğu için,herkes fes yerine yerli başlıklar giymeyebaşlamıştı. Tabiî bu, yerli fes fabrikalarıaçılmaya sebebiyet verdi. Şimdi de İtalyan olanher şeyi boykot edecektik. Herkes “Makarnayemeyin, İtalyan malı almayacağım, İtalyancakonuşmayacağım,” diye and içip duruyordu.Bu da tabiî Türkiye’de makarna fabrikalarınıninkişafına yol açtı. Bu devirde benim Handanromanımda bir karakterin, Verdi’den bir havaçalmış olmasından dolayı Selânik’den bir haylişiddetli mektuplar aldım.Bundan sonraki darbe, tabiî Balkanlardanbekleniyordu. Fakat bir hayli idealist asker,doktor veya sivil genç Trablusluların büyük birkahramanlık gösterdikleri mukavemete633yardım için o diyara akın ettiler. Enver ve FethiBeyler634 bunların başındadır. Enver
Paşa’nın635 daha sonraları Panislamizm636idealinin bir sembolü olması bu tarihte başlar.O zaman henüz tanımadığım Doktor Adnan daHilâl-i Ahmer’in637 mümessili olarakTrablus’a gitmişti.Yine bu devirde bir “Galatasaray Hâdisesi”vardır ki bu da epeyce neşriyatı ve münakaşayımûcib oldu.638 Esası şu idi:Galatasaray’ın başında bulunan TevfikFikret ile zamanın Maarif Nazırı EmrullahEfendi639 arasında bir ihtilâf baş göstermiş,nihayet Tevfik Fikret’in çekilmesi ileneticelenmişti.Emrullah Efendi, Salih Zeki Bey’den bu yerialmasını rica etti, o da kabul etti. Bütünmünakaşa mevzuu bir yeri şair mi, yoksa âlimmi daha iyi doldurabilir etrafında dönüyordu.Salih Zeki, Darülfünun’a640, aynı zamandaMaarif Nezareti Müsteşarlığına gelinceye kadaro yeri muhafaza etti.
1910’da benim aile hayatımda büyük birdeğişme olmuştu. Salih Zeki Bey ikinci defaevlenmeye karar vermişti. Taaddüdi zevcât641aleyhine hiçbir zaman değişmeyen vetaassup642 derecesini bulan bir kanaatimvardı. O zaman Yanya’da bulunan babamıçocuklarımla beraber ziyarete gittim. SalihZeki Bey’e karar vermeden evveldüşünebilmesi için zaman vermek istedim.Döndüğüm zaman, bu meselenin kapanmasınınmümkün olmadığını görerek ayrıldım. Yanidokuz senelik hayat arkadaşlığımız sona erdi.Uzunca süren bir hastalığımın ilk günleriniNakiye Hanım’ın Fatih’deki evinde geçirdiktensonra, babamın Fazlıpaşa Yokuşu’nda bulduğuve hazırladığı bir eve taşındım.Fatihte, Nakiye Hanım’ın geniş saçaklı, çokpencereli evi sakin bir arka sokakta idi.Fazlıpaşa’ya nakl edinceye kadar, yatakta geçen(günlerde), üst kattaki odadan, uzun birservinin tepesinden Fatih Camii minarelerinin,mavi göğe saplanmış gibi duran uçlarını
seyrederdim. Karşıdaki bahçelerde bir bostandolabı mütemadiyen döner dururdu. Bu garipve iptidaî seslere, beş vakit de Fatihminarelerinden gelen ezan sesleri karışırdı.Bunu düşünürken kendi kendime şunu derim:Çifte değirmenler gibi dönerler,El ele vermişler Hakk’a giderler.Fazlıpaşa’ya nakl ettikten sonra dahi uzunsüren hastalığım esnasında yatakta kaldım.Maamâfih yattığım yerden başımı kaldırmadan,akşamları masmavi sakin bir su ovası gibiuzanan denizi ve güneşin ufuklara yayılan kızılgölgesini seyredebiliyordum. Hastalığımuzadıkça uzadı. Göğsümün vaziyeti bir hayliciddî idi, fakat iyileşmek için o kadar mücadeleettim ki nihayet üç ay sonra yataktan kalktım.Çocuklarımla yaşayabileceğim normal bir evhayatı kurmaya azmetmiştim643.Bu satırları yazarken o günlerdemakalelerini ve hikâyelerini yatağının içindeyazan kadın, bana yabancı gibi geliyor.
Çocuklar akşamüstü Gedikpaşa’daki AmerikanMektebi’nden gelince bu kadın onlara, içindekiçocuklarına sarılmak arzusuna, sırföksürüğünü geçirmemek için gelebeçalmaya644 çalışır dururdu. Nihayet çocuklarHaminne’yle yemek yerlerken o kadın, ohüzünlü loşlukta bütün maddî ve manevîacıları garip bir iç tebessümü ile seyrederdururdu. Biraz sonra akşam satıcıları,kadayıfçı, yoğurtçu ve sonra dilencilerFazlıpaşa Yokuşu’nun kaldırımlarındanKumkapı’ya inerken ayak sesleri birbirinekarışır ve o tenha yokuşta çocuklarınmektepten dönüşü, o uzun güne son verirdi.Sokak seslerine karşı zaafım645 o günlerdebaşlar. Benim en fazla hoşlandığım ses, cumaakşamları geçen bir kör dilencininki idi.Yataktan kalkıp bakmadan, bir eli yanağında,başı bizim evin duvarında olduğunu, âhenklibir inilti ile “Ya Resulullah, ya Resulullah,”diye başladığı zaman sezerdim. Hep sabâmakamından646 söylerdi; “Allah” (kelimesi) en
güzel, en uzun ve boğazındaki nefestükeninceye kadar sürerdi.İtiraf ederim ki, bütün hayatımda hiçbirmusiki sanatkârı ile bu kadar tabiat üstü birruh birliği hissetmiş değilim. O dahi kendinidinleyen biri ile bu birliği tesis ettiğini sezmişgibi idi. Çünkü zaman zaman değneğini taşlaravurarak âdeta “Dinliyor musun? Orada mısın?”der gibi biraz durur, sonra o garip dinî ilâhisinedevam ederdi.Oradan, altı ay sonra seyahate çıktığımzaman evde olmadığım ilk cuma akşamı,aşçıya, “O yukarıda değil artık,” demişti.1910 yılının sonunda mektepteki derslerimebaşlamış, hararetim ve öksürüğüm kesilmiş,bunlardan başka konferanslar vermeyebaşlamıştım.Nihayet Balkan Harbi geldi çattı. O harpiçinde “Teâli-i Nisvan Cemiyeti”647hastabakıcılık ve yardım faaliyetine girişmişti.Bu devir içine Türk Ocağı648, Ziya
Gökalp649 ile yakından tanışmak, YusufAkçura650, Ahmed Ağaoğlu651, HamdullahSuphi652, Genç Kalemler653 vesaire de girer.Ziya Gökalp o günlerde Fazlıpaşa’dakievimde beni sık sık ziyarete gelirdi. 1915’densonra milliyetçilik sahasında görüşlerimizdekibaşkalık bir zaman için bizi ayırdı.Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki’nin belki debüyük mütefekkiri654 ve Partinin felsefesinikendisine göre tespit etmiş bir şahsiyetti.Panturanizm655 hareketi de onunla başlar.Fakat kanaatimce o zaman Ziya Gökalp yanlıştefsir edilmişti656. Çünkü o, “Dünya-TürkBirliği”ni siyasî olmaktan ziyade kültürel olaraktelâkki ederdi. Kendisi, memlekete en mühimdüşünen kafalarını veren Diyarbakır’ıntanınmış bir ailesindendi. Abdülhamidzamanında İstanbul’a gelmiş, Parti’nin hareketlibir ferdi olmuş, sonra da Selânik’de mühim birmevki edinmişti.Bunları yazarken karşımda oturuyor gibi
görüyorum:Şişman, kısa, esmer ve alnında yıldızabenzeyen bir marka657 vardı. Yirmi yaşındaiken intihara teşebbüs etmiş, fakat ölmemiş,kurşun sadece alnında bir yara bırakmıştı.Etrafındakilerin ötesini, bütün muhitinin658hududunu geçen bir dünyaya bakar gibi durandalgın ve garip gözleri vardı. Âdeta muhitindekendini yabancı buluyormuş hissini verirdi.Türkolojinin esasını Türkiye’de o kurdu. Soniçtimaî reformlarımızın fikir bakımından birnev’i izcisi sayılabilir. O zamanlar neşrettiğiİslâm Mecmuası’nda Kur’an’ın güzel birtercümesi verilmişti. Dinî reform meselesindeMusa Bikiyeff ’in659 tesiri altında idi. Fakataynı zamanda İslâmî bir Protestanlık, yanizamana göre şekil alabilecek bir reformataraftar idi.Bence en güzel eseri Çocuk Dünyası’dır.Orada, lâtif bir vezinle o zamana kadarehemmiyet verilmemiş olan eski halkmasallarına dair çok güzel parçalar bırakmıştı.
Ekseri, Yusuf Akçura ile beraber gelirdi.Akçura’nın sert tenkitlerini, müsamahalı660bir tebessümle dinler, daima Türk kadını veçocukları için –ancak o öldükten sonratahukkuk eden– hülyalar kurardı.Onun, başta Yeni Turan olmak şartıyla ilkeserlerimin üzerinde tesiri vardır.Kendisi evvelâ Garb filozofmütefekkirlerinden Durkheim661, sonra daBergson’un662 tesiri altına girmiştir. Belkifikirleri başka tesirlere müsait olan bu büyükTürk münevverinin663 hiç aksamayan biristikameti, Osmanlı Türklerinin mutlakGarblılaşmalarına iman etmiş olmasıdır.Burada bu devre ait fikir hareketlerininTürk Ocağı’nda ve matbuatta664 nasıl tecelliettiğini665, ne şekil aldığına dair uzunca izahat,yukarıda zikr etmiş olduğum yakında çıkacakkitapta vardır: Türkiye’de Şark, Garb veAmerikan Tesirleri.1911’de Türk Ocağı açılmış, 1924’e kadar
ilk prensiplerini az çok muhafaza etmiştir. Enhararetli ve faal zamanı Hamdullah Suphi’ninreis olduğu devre tesadüf eder.604. Ekimde.605. Devrimin.606. Eleştiriye uğradı.607. İçyüzünü.608. Çağrı üzerine gittim.609. Toplum ve kişilerden.610. Eğitim Bilimi konusuna.611. Millî Eğitim Bakanlığı.612. Kemalpaşazade Said Bey: Ünlü gazeteci-yazarlarımızdan. Tarîk ve Vakit gazetelerinde“İcmal-i Ahval” başlığı altında siyasi makaleler yazdı.613. Kız Öğretmen Okulu.614. Öğretim konusuna.615. Nakiye (Elgün) (1880 – 1954), Sultanahmet
Mitingi konuşmacılarından. Cumhuriyet’le birlikteİstanbul Kız Lisesi müdürlüğüne tayin edildi.Erzurum milletvekilliği yaptı.616. Arapça.617. Farsça.618. Yerinde bırakılması zorunlu.619. Öğretim metoduna.620. Aşırılığa.621. Vazgeçilmez.622. Uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımayansınırsız monarşi, despotluk.623. Halide Edib, Talim ve Terbiye, 1911.624. Eskiden lise derecesinde okullara verilen ad.625. Yatılı.626. Kurdu.627. Düşünüş biçimi.628. Kavramını.629. Özdeyişi.630. Halkın, genelin düşüncesi.
631. Karşı duruma geçti.632. Katarak, bağlayarak.633. Direnişe.634. Ali Fethi (Okyar) (1880 – 1943), Türksiyaset adamı. 1934’te Londra Büyükelçiliği yaptı.Daha sonra milletvekilliği ve adalet bakanlığıgörevlerinde bulundu.635. Enver Paşa (1881 – 1922), Türk general vedevlet adamı.636. İslamiyet.637. Kızılay’ın.638. Sebep oldu, gerektirdi.639. Emrullah Efendi (1858 – 1914), Türkmaarifçi ve siyaset adamı. 1908’de GalatasarayıLisesi müdürlüğüne, 1909’da Millî EğitimBakanlığı’na getirildi. Liselere ilk olarak felsefederslerinin konulmasını sağladı.640. Üniversiteye.641. Bir erkeğin birden fazla kadınla evli olması.642. Bağnazlık.
643. Bir işteki engelleri yenmeye karar vermişolmak.644. Üstün gelmeye.645. Düşkünlüğüm.646. Türk müziğinde birleşik makam. Çargâh’taHicaz Zengûle dizisi ile Sabâ dörtlüsününbirleşmesinden oluşur.647. Halide Edib başkanlığında kurulan bircemiyet. Bu cemiyete üye olabilmek için İngilizcebilmek şarttı. Erleri tedavi etmek amacıyla açılmıştı.Cemiyetin hastanesinde Halide Edib dehastabakıcılık yapmıştı.648. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerindeetkinlik gösteren Türkçü siyasal dernek.649. Ziya Gökalp (1876 – 1924), Türk yazar, şairve sosyolog.650. Yusuf Akçura (1876 – 1935), Türk siyasetadamı, tarihçi ve yazar. İstanbul Darülfünunu veDeniz Lisesi’nde bir süre hocalık yaptı. Kitap halinegetirilerek yayımlanmış eserlerinin birkaçı. Ulûm veTarih Şark Meselesi’ne Ait Tarihî Notlar Osmanlı, ,
İmparatorluğu’nun Dağılma Devri.651. Ahmed Ağaoğlu (1869 – 1939), Türkgazeteci ve siyaset adamı. Gazete ve dergilerdeyayımlamış olduğu sayısız yazılarından başka kitaphâline gelen eserlerinden birkaçı: İslâm’a Göre veİslâm Âleminde Kadın Üç Medeniyet Hukuk Tarihi, , ,İhtilâl mi Inkılâb mı Serbest Fırka Hatıraları, ...652. Hamdullah Suphi (Tanrıöver) (1886 – 1966),Türk yazarı ve devlet adamı. Özellikle hitabet gücüile tanınan Tanrıöver’in eserleri: Dağ Yolu,Günebakan.653. 1910 – 1912 yıllarında Selanik’te yayımlananmilliyetçi bir fikir dergisi.654. Düşünürü.655. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında,Osmanlılık ve İslamcılık akımları karşısında bütünTürklerin tek vatanda ve tek bayrak altındabirleşmesini amaçlayan akım, Türkçülük.656. Yorumlanmıştı.657. (Burada) İz.658. Çevresinin.
659. Musa Carullah Bigi (Bikiyeff), Tanınmış İslammodernisti. El-Tilmiz gazetesinin yanı sıra sayısızbilimsel yapıt ortaya koydu.660. Hoşgörülü.661. Emile Durkheim (1858 – 1917), Fransızsosyolog. Başlıca eserlerinden birkaçı; İçtimaiyatUsulünün Kaideleri Din Hayatının İptidaî Şekilleri, ...662. Henri Bergson (1859 – 1941), Fransız filozof.663. Aydınının.664. Basında.665. Meydana çıktığını.
10Balkan Harbi’ne doğruBundan bahsedebilmek için iki sene geriyedönmek mecburiyeti vardır. Daha evvel zikrettiğim666 ailevî bir meseleden dolayı birmüddet için çocuklarımla beraber Yanya’daReji’nin başında olan babama 1909 yılınınsonunda gitmiştim.Babam bizi Pire’den almıştı. OradanYanya’ya gidiş, bana ilk defa Yunanistan’ı,kısmen dahi olsa, göstermişti. Gerçi, Pire’devapur beklediğim için bu defa Atina’yagidememiş ve bu tarihî memleketigörememiştim. Fakat, Pire’de dahi tesadüfettiğim tek tük Atinalının Rumcası –dahadoğrusu– Elenikasının667 ahengi kulaklarımabir ses ziyafeti oldu. Tevekkeli668 iki bin yılevvel dünyaya örnek olan yüksek felsefe, fikir
ve sanat mahsullerini vermemişti.Pire’den Yanya’ya gidişte bana ilk defa,Akdeniz adalarının arasındaki emsalsiz669mavi suların bazan hırçın, coşkun ve vapurualtüst eden, bazan birdenbire mutlak bir sükûtakavuşturan munis670 ve dalgasız bir göl hâlinialan safhalarını671 gösterdi.Vapur, bir adadan öbür adaya giderken,Yunan köylüleri ve diğer yolcular kamaradaveyahut güvertede yere serilmişler, ortalıktabir öğürmek, bir gaseyan672 sesleri konseridalgaların hışırtısına karışıyordu. Babam veçocuklarımla Eleni adlı Rum dadılarını fenahâlde deniz tutmuş, yatmışlardı. Kamaradabenden başka ayakta hiç kimse yoktu. Fakatben deniz tutmasını daima ayağım topraktankalkınca duyduğum huzursuzluğa tercihederim. Akdeniz dalgaları vapuru sadece sağasola yalpa vurduran cinsten değildi.Beklemediğiniz bir anda vapur havaya kalkarinerdi. Akdeniz nereden hücum edeceği,nerenize çelme atacağı bilinmeyen bir yaramaz
çocuğun azgınlığına benzer.Fakat iki ada arasına girer girmez ortalık sütliman olur, o zaman herkes ayağa kalkıyor, adaönünde vapur dolup boşalıyor, horozlarötüyor, köylüler bağıra çağıra vapura giripçıkıyorlardı. Kaptan her halde yalnızMakedonya’nın yetiştirebileceği, yaman birtipti. Köylüler denizin azgın anlarında, “Papa,Papa, Talasam ti furtuna,”673 diye haç çıkarırdururlardı.Yanya’da babamın evine sık sık gelen SabitBey adlı bir Türk zabitini tanıdım. Babamıniman ettiği İttihat ve Terakki’nin en çetinaleyhtarlarından biri olmasına rağmen, yine debabamın en yakın dostu ve arkadaşı idi.Onun bu İttihat ve Terakki düşmanlığı sırf,yeni rejimin Arnavutluk’daki bir isyanıbastırırken gösterdiği kanlı şiddetten doğmuştu.Damarlarındaki kana ne karışmış olursa olsunOsmanlı İmparatorluğu Türkünün gerek adaletve gerekse ölçülü bir insaniyet bakımından engüzel bir örneği idi. Zulümden olanca kudretiile nefret ederdi. Uzun boylu, esmer bir
adamdı. Maddî olduğu kadar manevî bakımdanda hem cesur hem de selim674 düşünceli birinsandı. İnsan münasebetlerindeki ölçüyüdaima muhafaza etmişti. İşte Makedonya’da,Arnavutluk’da bir Balkan Harbi’ne müncerolacak675 tohumları yeni rejimin diktiğini ilkdefa o söyledi ve bunun üstünde durdu.Fakat, bunun yanında kabul edilmesi lâzımgelen başka mühim âmiller676 de vardı.Çünkü, Balkan Harbi’nin saikleri677 arasında,harp devletlerinin haricî politikası da büyük birrol oynamıştı. Nihayet bütün bunlar 1911’deyeni rejimin iç meseleleri ile karışarak, SabitBey’in iki yıl evvel haber verdiği Balkan felâketiortaya çıktı. Kendisi de Balkan Harbi’ninşehitleri arasındadır.1911’de İttihatçılar Meclis’de ekseriyeti678kaybetmeye başlamışlardı. Aynı zamanda daMeclis haricindeki ekseriyet, onlarıfarmason679 veyahut Radikal680 diyeisimlendiriyor ve yeni seçimi kaybetmeleri
ihtimalini kuvvetli görüyorlardı. Bunun en acilçaresi, Meclis’i hemen dağıtmak, İttihat veTerakki kuvvetlerini artırmak ve muhalefetekarşı gelmek için tedbir almaktı.Bu çare tabiî 1908 Anayasası’nın esaslarınaaykırı düşüyordu. İttihatçılar, 1908’de 1876Anayasası’nın 35. maddesine 13. maddeyi ilâveetmek suretiyle tadil etmişlerdi681. Şimdi builk tadil maddesini kaldırmak istiyorlardı. Yani,1876’da padişaha Meclis dağıtmakselâhiyetini682 veren maddeyi olduğu gibi iadeetmek istiyorlardı. Kısaca tadil selâhiyetinitekrar Sultan Reşad’a iade etmek fikrinde idiler.Parlamento, 35. maddenin muaddel683şeklinin ilgasına684 rey vermedi. Fakat,meseleyi Âyan’a685 götürerek ve onlarınselâhiyetinden istifade ederek, Meclis’i BirinciKânunun686 5’inde lağv ettiler687. Fakat, bugeriye dönüş kendilerine pahalıya mal oldu.Yeni Meclis toplandıktan sonra, üç aygeçmeden askerliğin “Halâskârlar Cemiyeti”
Maltepe’de toplandı, yeni Meclis’in dağılmasınıve tarafsız şahıslardan müteşekkil688 birkabine kurulmasını talep etti.Âyan, tekrar Meclis’i dağıttı, Gazi MuhtarPaşa’nın689 riyasetinde690 İttihatçılaramuhalif691 bir hayli mühim isimleri içine alanmeşhur Büyük Kabine kuruldu. Gazi MuhtarPaşa’yı, Kâmil Paşa692 kabinesi takip etti.Fakat, ikisi de kısa bir müddet için iktidardakaldı ve bir hayâl inkisarı693 uyandırdı. Onlarda siyasî rakiplerinde tenkit ettikleri bütünhataları tekrar ettiler, bütün hareketlerindesadece İttihat ve Terakki düşmanlığı hâkimdi.Haziranda ikinci defa İngiltere’ye gittim.Miss Fry kısa bir müddet için İrlanda’yagitmişti. Cambridge’de bir müddet için iki odalıbir daire tuttum ve orada bütün gün yazıyazardım. İngiltere’nin o loş havasında ve sessizmuhitinde insan daima verimli çalışabiliyor.Londra’da trafik sesi de ölçülüdür. Sizin
kulağınıza gelmeden evvel âdeta gizli bir el onuayarlar gibidir. Herhangi genç ve yeni muharrirbundan daha müsait bir muhitte çalışamaz.Muhitinizden uzaklık ve sükûnet sizi isteristemez kendi kafa ve ruhunuzun derinliğinegömüyor.Her gün öğle vakti çıkar sokaklardadolaşırdım. Şehrin içinde kendimi açıkdenizlerde bir damla yağ gibi hissediyordum.Yeni Turan, ecnebî matbuatının694 o zamançok şiddetli tenkitlerine maruz kalmış695,İttihat ve Terâkki’nin taşkın milliyetheyecanlarının bir fikir âmili diyevasıflandırılmıştı696. Maamâfih bir hayliecnebî dile tercüme edilmişti. 1926’da ChattamHouse’da Türkiye’ye ait yazıları gözdengeçirirken nihayet İngilizlerin bu eserin siyasîbir Panturanizm olmadığını ifade eden pasajlaratesadüf ettim.Yeni Turan hiç şüphesiz bir ütopya697 idive ütopyalar gibi tahakkuk ettirilmesi698
mümkün olmayan gayeleri699 vardı. Bu eser,kadınların rey sahibi olacağı, hayat ve insanmünasebetleri makul ve muntazam olabileceğibir devri tahayyül ediyordu. Bilhassa Türkkadını, kafa ve kalbindeki itidal700 ve cemiyetekarşı muhabbetle dolu olduğu bir zamanınhasretini çekiyordu. Bilhassa, Osmanlı devrininBizanslaşan intihâb701 devrinde, süs, israf,gösterişe kaçan kadın sınıfını şiddetle tenkitediyordu.Liberal ve demokratik Türkiye, emek vesadeliğe doğru giden idare sistemindeşovenliğe702 yer vermeyen, Yakın Şark’da birnev’i birleşmiş milletler şeklini istihdafeden703 bir Türkiye bu kitabın baş gayesi idi.Tabiî aşk hikâyesi, sırf roman diye orayasokulmuştur.Burada bu kitabın üzerinde tesiri olduğuiçin Quaker’lerden704 bahsedeceğim. Bumezhebe705 mensup706 olanlar arasında birazyaşamış ve onlardan da bazı noktalarda ilham
almıştım.Isabel Fry, bu mezhebe mensup bir aileninkızı idi. Babası o günün en meşhurmilletlerarası hukukçularının başında bulunanSir Ed. Fry idi. Isabel, babasının malikânesinibırakmış, Londra’ya gelerek küçük ve hususîbir mektep açmıştı. Bu mektepte sayıları azdahi olsa büyük aile kızlarına cemiyetsever,basit ve ciddî bir hayat terbiyesi vermeyeçalışıyordu.Asıl bu mezhebin havasını, Isabel’inbabasının Bristol’deki şatosuna misafirolduğum zaman aldım. Sir Ed. Fry o vakitseksenlik bir ihtiyardı. Karısı, kızları ve bütünhizmetçileri hep aynı ailenin sadece vazifeleriayrılmış birer fertleri gibi idiler.Sabah duasını hep birlikte yaparlardı.Aralarında daima kurşunî, fakat ipekli olmayangayet sade esvaplar giyenler vardı.Pazar günleri, diğer Hıristiyan kiliselerindenbaşka olan sade ve sakin bir binadakimabetlerine707 beni de götürürlerdi. Papazyoktu. Herkes yerinde oturur, içinden dua
eder, herhangi bir fert içinden doğarsa kürsüyeçıkar, İncil’den bir pasaj okur; onun duasınabütün “Cemiyet” iştirak ederdi. YeniTuran’daki gri giymeleri, yüzleri açık, fakatbaşlarındaki beyaz örtüler galiba biraz buranınilhamı ile olmuştu.Türkiye’ye döndükten sonra, 1912Ağustosu’nda Türkiye, Balkan Harbi’ne girdi.Harbi ilân eden Büyük Kabine’dir. Aynızamanda Asquith708 Kabinesi, harbin neticesine olursa olsun, statükonun709 muhafazaedileceğini ilân etmişti.Türkiye yenildi, Makedonya Türk veMüslümanları’ndan üç bin kişi katledildi710.Anlaşılan, Mister Asquith’in bu ilânı sırfTürklerin galebesi ihtimaline karşı birtedbirden ibaretti. Garbın, Türkiye’dekiMüslüman Türklerle, herhangi bir cinstenHıristiyanları bu suretle ayırt etmesiTürkiye’deki milliyetçilik hissinin ölçüyü aşanfeveranının711 başlıca sebeplerinden biriolmuştur. Âdeta Türklerin, bazılarına
kendilerinin intihâb edilmemesi, ancakaralarında Müslüman ve Türk olmayanlarıimha712 ile mümkün olabileceği hissinişuuraltı dahi olsa aşıladı.Bu harp kadar fena idare edilmişitarihimizde görülmemiştir. Makedonyamuhacirleri713 panik içinde İstanbul’a ilticaettiler, camilere doldular. Aynı zamanda orduda dahil ortada bir kolera salgını başladı. Okışın İstanbul’daki sefalet inanılmayacak kadarkorkunçtur.Haminne, Kâbe toprağı diye Üsküdar’ageçti. Mahmure abla da çocukları ile beraberÜsküdar’da idiler. İstanbul’dan birçok ailelerayrılıp gidiyorlardı. Çünkü Bulgar Ordusu’nunİstanbul’a girmesi gibi korkunç bir ihtimalağızdan ağza dolaşıyordu.Ben, Nakiye Hanım’ın Fatih’deki evinde“Teali-i Nisvan Cemiyeti”nin yardım vehastabakıcı kolunu tanzim etmeyeçalışıyordum.Bu ilk kadın kulübü bazı münevver kadınlar
ve hocalar tarafından kurulmuştu. Gaye dahafazla fikrî inkişaf714 istikametinde idi. Küçükmerkezinde Fransızca, İngilizce dersleriverildiği gibi, aynı zamanda çocuk bakımı ve evbakımı hakkında da malûmat veriliyordu.Gedikpaşa Amerikan Mektebi’nde Mrs.Marden ve Mrs. Bowen, İngilizce derslerinideruhte ettikleri715 gibi, mektebin salonunuda kadınlara umumî konferanslar verilmek içinaçmışlardı. Burada müfrit716 feminizme717kaçan bir temayül718 olmakla beraber,gürültüden şöhret avcılığından çekiniliyor,ölçülü bir orta yol tutuluyordu.İşte bu kulüp otuz yataklı küçük bir hususîhastahane tesis etti. Evi bize azamız MihriPektaş temin etmişti. İki kadın kulüp azasınıneşleri olan bir cerrah719 ile bir eczacı dagönüllü olarak bize yardım ediyorlardı. Burayasadece neferleri alıyorduk. Çünkü Türkkadınının bu nev’i hastabakıcılığı ilk defa ogünlerde başlıyordu. En küçük dedikodu en
büyük skandala yol açabilirdi.Ben her sabah Fatih’den yürüyerek SultanAhmed civarındaki bu hastahaneye geliyor veakşamları geç vakitlere kadar buradakalıyordum. Issız ve çamurlu sokaklarınköşelerinde duvarlara dayanarak yürüyenyaralı askerler ve tir tir titreyen muhacirlerdenbaşka kimseyi göremiyordum.Milletime ve memleketime herhangi birvaziyet içinde kalbimdeki muhabbetin720hakikî mahiyetini721 o günlerde anladım. Bumuhabbetin siyasî düşünceler, ideolojiler ileilgili münasebeti yoktu. Bu muhabbet,herhangi ananın iptidaî722 ve tabiattan gelenelde olmayan kudret ve hâkimiyetini ifadeediyordu.Arkamda Haminne’nin bol çarşafı,hastaneye gelirken tek başıma Sultan AhmedMeydanı’nda durur, içimde sonsuz bir hüzünleminarelere bakar, bir yabancı ordusunun budiyara girmesi ihtimali kalbimde öyle bir acıuyandırırdı ki, yüz üstü yatıp taşları öpmek
isterdim. Evet, beni bu yerden hiçbir yabancıkuvvet ve tehlike ayıramazdı. Bu topraklarınmukadderatını723 daima paylaştık vepaylaşacağız.Hastahaneye gelirken aldığım gazetelerdeher sabah yeni bir hezimet724 haberindenbaşka bir şey yoktu. Fakat hastaların yanınasakin bir yüzle gidiyordum. Yanlarına gitmedenevvel Anadolulu hasta neferlerin bana birerçocuk gibi gelen yüzlerinde, haber soranendişeyi görür gibi olurdum.— Merhaba hemşire. Bu gün nasılsın, ha?Bu, “Nasılsın?” sualinin arkasında hiçşüphesiz, “Cepheden ne haber var,” sualivardı. Verilecek cevap yoktu, fakat doktorlaberaber güler yüzle aralarında dolaşır, ağıryaralıların yaralarını sarar dururdum.Hastaların bazıları hâfızamda yerleşmişkalmıştı. Bir tanesi Anadolu’nun sembolü gibigörünen Ankaralı bir neferdi. Her halde insancinsinin en güzide725 bir örneği idi. Koyu yeşilgözlü, uzun boylu, muntazam yüzlü bu adam,
şimdi bir insan iskeleti hâline gelmişti.İlk askerliğini Arnavutluk’da yaptıktansonra Yemen’e yollamışlar ve orada yedi senekaldığı zaman zarfında geçirdiği meşakkatli726hayat ve mütemadî727 sıtma, zekâsını hemenhemen kaybettirmişti. İşte bu, üç ay evvel,binbir zahmetle İstanbul’a gelir gelmez, hemenBalkan cephesine gönderilmişti. İki ayağı dayaralı, ikisi de kangren728 tehlikesinemaruzdu.Onu, ötekilerden ayırmak icap ediyordu.Cerrah, ayaklarını kesmeden evvel birkaçameliyat yapmak istiyordu. Belki de bunlarınsayesinde bacaklarını kurtaracağını ümitediyordu. Kalbi de kloroforma729 tahammüledemeyeceği için bu ameliyatları bayıltmadanyapmak icap ediyordu.İşte o zaman hâfızasını ve zekâsınıkaybetmiş dahi olsa, hakikî bir askerin nasıl birmetanetle730 acıya tahammül ettiğine şahitoldum. Doktor bu ameliyatlar esnasında731
bacağını kımıldatmamasını ihtar etmişti. O dademir gibi hareketsiz, acıya tahammülediyordu.Yemen’de ana dilini hemen hemenunutmuş, Arapça’yı da pek öğrenememişti.Hiç ses çıkarmıyor, gözleri sımsıkı kapalı,dişleri kısılmış, bir ölü gibi kaskatı duruyordu.Sadece bu ameliyatlar esnasında bir elini uzatır,elimi tutmak ister, ben de ameliyatın sonunakadar elini tutardım. Acının derecesini buzavallı iskelet elin, benimkini koparacak gibisıkmasından ancak anlıyordum.Bir hafta sonra doktorun tahmin etmişolduğu gibi kangren tehlikesi zail oldu732.Öteki arkadaşlarının yattığı odaya nakl ettik.Fakat bu defa da sıtma nöbetleri ile mücadeleyemecbur kaldık. Nihayet hâfızası düzeldi,hayata karşı alâkası uyandı. Bana köyünemektuplar yazdırıyor, döndüğü zamantarlalarını arpa ekimi için hazır bulmakistiyordu.İçimde yer eden ikinci bir hâdise, birMakedonyalı ile ilgilidir. O da iki bacağından
yaralı ve kırılmış kolunu yanlış düzeltmişoldukları için çok büyük bir ıstırap içinde idi.Yatağında oturuyor, mütemadiyen sallanıyorve inliyordu. Biraz sonra bu inilti ve sallantınınaynı zamanda manevî bir acıya dayandığınıöğrendim. O da şu idi:Bulgarların işgal etmiş olduğu İskeçe’de733karısını ve çocuğunu bırakmıştı. Bulgar işgaliesnasında ortada dolaşan kıtallere ve diğerkorkunç vak’alara dair rivayetler734 onuçileden çıkarıyordu. Çünkü ailesinden şimdiyekadar hiçbir haber alamamıştı.Belediyede o zaman bir “MuhacirinKomisyonu” vardı. Her gün orayaarkadaşlarından biri gidiyor, dört yaşındakiHatice adlı yavrusu ile yirmi beş yaşında Emineadlı karısı hakkında haber olup olmadığınısoruyordu. Ve ben, her sabah yaralı odasınagirdiğim zaman gözündeki yeis ile karşılaşıyor,her defasında:— İskeçe uzak, daha gelmeleri ümidi var.Çocuklu kadın herkes gibi yürüyemez ki,
diyerek teselli etmeye çalışıyordum.O da dişlerini sıkarak: “Öküz arabası vardı,”dedikten sonra sallanmasına, iniltisine devamediyordu. Bu isimsiz asker kütlesinin sabrı,ıstırap karşısında muhafaza ettikleri vakar735söze sığmayacak kadar büyüktü. Aynı zamandaonları hezimet o kadar utandırmıştı ki, enküçük yardım ve alâkaya karşı büyük birminnet736 hissediyorlardı.Mağlûp Türk Ordusu’nun, Makedonya’nındüşman muhiti içinden, aç, susuz ve titreyerekİstanbul’a gelişleri hâlâ kafamda bir kâbus737gibi yaşar.Yeis içinde geçen günlerin bir akşamında,Derne’ den738 bir mektup aldım. Bu mektupbizim oradaki tek makineli tüfek birliğinin altızabiti tarafından “Yeni Turan zabitleri” diyeimza edilmişti.Baştaki imza Işıldak’dı.Bu anavatana âdeta coşkun bir muhabbetmektubu idi. Mektup âdeta bir sevgilininıstırabına karşı duyulan acıyı ifade ediyordu.
Onlar da tıpkı Sultan Ahmed’de anavatanınçamurlu topraklarını öpmek istediğim anlarınhislerini ifade ediyorlardı. Nihayet onlar daçöldeki uzun mihnetten739 sonra anatopraklarındaki mücadeleye katılmayageliyorlardı. Bu mektup bende o kadar derinbir tesir yaptı ki, Gelibolu seferi esnasında“Işıldağın Rüyası” diye bir yazı yazdırmıştı. Enfazla o zaman Yeni Turan’ın ne kadar büyük birtesir uyandırmış olduğunu hissettim. Bazımağazalara bu isim konuyordu. Ve bana dayalnız kendi memleketimizden değil,Taşkent’den ve Kazan’dan Yeni Turan’a dairmektuplar geliyordu.Sonraları Işıldak’ın Türk Ocağı’nın ilkazalarından biri olduğunu bana söylediler.Fakat kendisi ile hiç karşılaşmamıştım. Banason mektubu, daha doğrusu vasiyeti Irak’dangeldi. Eğer şehit olursa, Yeni Turan’ın onkopyasını, on genç zabite dağıtmamı rica vevasiyet ediyordu. Sonradan Irak’da şehitolduğunu öğrendim.
Trablus’dan gelip İstanbul müdafaasınakatılan genç unsur740 hiç şüphesiz ordumuzacan verdi. Bulgar Ordusu’ na İstanbul’a girmekimkân ve düşüncesini kaybettirdi.Millî izzet-i nefsimizin741 aldığı yarayamerhem olan şey, Hamidiye’nin bütün Avrupamatbuatında hayranlık uyandıran kahramanlıkmacerasıdır. Ona, ecnebi matbuatı “HayalGemi” adını vermişti. Bu kruvazör742Varna’yı harp başında bombalarken yanındanbir yara almış, geri dönmüştü. Batmakvaziyetinde İstanbul’a dönmesi esasen büyükbir bahrî hâdise743 idi. Ve kimse onunHaliç’de bir müddet kaldıktan sonra tekrarharp sahnesine döneceğine ihtimal vermemişti.Fakat dört ay geçmeden ve herkes YunanFilosu’nun Boğazlarda toplanmaktaolduğundan bahis ederken, birdenbireHamidiye’nin Şira Adası’nı744 bombardımanettiği haberi yayıldı.Hamidiye’nin Boğaz’ı gözetleyen Yunan
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 611
Pages: