terimi bize çok garip geldi. Anladık ki insansürülebilir, hatta imha edilebilir, fakat fikiröyle değil. Fikir kafadan kafaya, devirdendevire atlar geçer ve kendini gösterir.Abdülhamid, Midhat Paşa’nın katli495 ilefikir denilen kuvvete ağır bir darbe vurmuş,inkılâb, fikir ve söz hürriyetini doğurmuştu.Paris’deki Genç Türkler müspet bir şeyyapamamışlardı. Makedonya’nın merkezi olanSelânik’deki hususî idare fikir hürriyetininzincirlerini gevşetmişti.1906’da orada bir teşekkül vücut bulmuş,İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulmuştu.Üçüncü Ordu zabitlerinden Enver, İsmailHakkı, Niyazi, Mustafa Kemal, Eyüp Sabri,Cafer Tayyar’lar faal azaları496 idi. Fakat ogün, ön safta en fazla Niyazi, Enver ve Fethigörünüyorlardı. Tek kadın aza, kadınmuharrirlerimizden Emine Semiye Hanım497idi.Abdülhamid’in bu hareketi bastırmak içinaldığı tedbirler fayda vermemişti. İzmir’den
gönderilen askerî kuvvet dahi ihtilâf498saflarına geçince vaziyet çok ciddîleşmişti.15 Temmuz’da Resne, Üsküp veManastır’da Meşrutiyet ilân edilmiş,Abdülhamid’e çekilen bir telgrafta, şayetMeşrutiyet resmen ilân edilmezse ÜçüncüOrdu’ nun İstanbul üzerine yürüyeceğibildirilmişti. İşte 24 Temmuz’da Meşrutiyetilânı bunun neticesi idi.Evvelâ İstanbul, gökten iner gibi bir tebliğile ilân edilen Meşrutiyet’e tereddütle baktı.Orada burada halk toplanıyor, alçak seslekonuşuyor, bunun bir tuzak olup olmadığınıbirbirlerine soruyorlardı.Ertesi gün, İkdam ve Sabah gazeteleribundan bahsetmişlerdi. O gece sabaha kadaruyumadım. Konuşuyor, durup düşünüyorduk.O sıcak, tatlı temmuz akşamında mis gibikokan bahçede dolaşıyorduk. Hepimizinkafasını, ihtilâlleri takim eden499 tedhiş500 vekıtal501 haberleri tazip ediyordu502.Tanzimat’ın, hürriyet, müsavat503, adalet,
kelimelerine bir de, Hıristiyan vatandaşları daiçine alacak olan “Uhuvvet”504 ilâve edilmişti.Zavallı Haminne: “Sizin Meşrutiyet dediğinizşeyi bize Midhat Paşa verdi, verdi amma kafasıile ödedi,” diyordu.O gün gazeteler altın yazılarla yazılsa milletdeğerini ödeyip alacaktı. Bir dostumuz,herkesin sokaklarda birbirine sarıldığını bizehaber verdi. Diyordu ki: “Babıâli’ de hiçyüzlerini görmediğim adamlar bana sarıldılar,ihtilâllerin kanlı ve çirkin tarafı bizim bumübarek ihtilâlimizi kirletemez.”Ertesi gün İstanbul’a indim. Köprü üzerindekadın erkek herkesin göğsünde kırmızı beyazkokartlar, bir insan denizi gibi bir taraftan öbürtarafa akıp gidiyordu. Yüzlerce yılın biriktirdiğiher nev’î gayz ve garaz505 ortadan kalkmış,hatta şahsî veya cinsî insiyakler dekayboluvermişti. Heyecan dalgası hâlindegeçen halkın içlerinden her nev’î kötülük, hernev’î çirkinlik birdenbire ilâhî bir dezenfekteyetâbi olmuş gibi idi.
Her resmî dairenin önünde muazzam, fakatsâkin bir kalabalık karşısında nazırlar yenirejime sadakat506 yemini ediyorlardı.Bindiğimiz araba Babıâli’den geçerken,kapısından beyaz gömlekli bir kasap kitlesininçıktığını gördüm. Onlar bile bu hayatakatılmışlardı.Üç ay içinde İmparatorluk baştan başa buhuşuu507 paylaşıyordu. Belki neden ve niçinolduğunu bilmiyorlardı. Fakat bu hareketinsembolü olan, Selânik’den gelmiş bulunanbirkaç zabitin ismini bağırarak anıyor, tesitediyorlardı508. Halkın şuurunda509 her haldeböyle bir his vardı: Zulüm, işkence ve korkuifade eden bir rejim devrilmiş, yerine hürriyet,saadet ve emniyet ifade eden bir rejim gelmişti.O hafta iki defa İstanbul’a indim. Başkazamanlarda kıyafetleri yağma ve yıkma ifadeeden en aşağı tabaka dahi bu kutsî heyecandalgasına tutulmuş ağlayarak dolaşıyordu. Ohafta İstanbul’da bir tek cürüm vak’ası510olmadığını söylediler. Devrin iki yakışıklı
hatibi511, Rıza Tevfik ve Selim Sırrı512 halkaher yerde uzun nutuklar çekiyorlardı.Bir köşe başında bir adamın nutkunu dünkügibi hatırlarım. Diyordu ki: “Çok sevdiğim birkarım, beş çocuğum var. Nasıl onları vaktiyleEfendimiz’e fedaya hazır idiysem bu gün de bumukaddes maksada513 fedaya hazır olduğunayemin ederim.”Sadece kendisi değil, fakat çocuklarınıfedaya hazır olmasının sebebini bir türlüanlayamadım.O günlerde Abdülhamid’in polisi sinmişolduğu için kalabalığa tek hâkim olan RızaTevfik idi. Bütün hafta gece gündüz haykırarako kadar nutuk vermişti ki sesi tamamenkısılmıştı. Burgaz’a, bizi o hafta sonundagörmeye geldiği zaman sesi bir fısıltı hâlindeçıkıyordu.Yine o hafta Rıza Tevfik’i iyi taklit eden birgenç dostumuz, onun Kürt hamallarına nutukverdiğini dinlemiş, şöyle anlatıyordu:
Hamallar:— Söyle bize, meşrutiyet ne demektir?Rıza Tevfik:— Meşrutiyet öyle büyük bir şeydir ki onubilmeyen eşektir.Hamallar:— Biz hep eşeğiz.Rıza Tevfik:— Babanız da bilmiyordu. Siz eşek oğlueşek olduğunuzu söyleyiniz bakalım!Hamallar hep bir ağızdan:— Hepimiz eşek oğlu eşeğiz.Benim yazı âlemine resmen girişim bugünlerde başlar. Hep zihnimde, TevfikFikret’in514 meşhur Sis’ini tekrar ediyor,İstanbul’un üstünü saran o inatçı, omütemadiyen artan sisin savrulup gittiğinitahaylül ediyordum515. Evet ruhlarımızyeniden doğmuştu. Tevfik Fikret’in başındaolduğu Tanin gazetesi o zaman çıkmaya
başladı. Bu gazete, Edebiyat-ı Cedide516muharrirlerinden en meşhurlarını toplamıştı.Salih Zeki de oraya ilmî şeyler ve makaleleryazıyordu. Ben de o gazetenin edebiyatkısmında yazı yazmaktan büyük bir haz, hattagurur duyuyordum.1908 ile 1909 yılları arasında Taninkoleksiyonunu okuyanlar o tarihte memleketiçinde ve dışında vak’a ve gidişler hakkındaesaslı bir malûmat edinebilirler.Genç Türk iktidarından “hasta adam”denilen ve mirası üzerinde bütün büyükdevletleri birbirine katan, gizli muahedeler517imza ettiren, aynı zamanda memleketimiziniçinde kanlı isyanlara sevkeden âmilleriTürkiye’de Şark, Garb ve Amerikan Tesirleriadlı eserimde tarafsız ve taraflı ecnebi eserleride dikkate alarak tahlil etmiş olduğum içinburada onlardan bahsedecek değilim.Meşrutiyet ilânının bal ayı geçer geçmezbirbirine zıt fikirler ortaya atan, iyi ve kötüneticelere sebebiyet veren birtakım gazeteler
çıkmaya başladı. En kuvvetli muhalefet yenirejimin “Kadın” hakkında koyumuhafazakârları memnun etmeyen ileriadımları olmuştur. Bu arada ben de şahsen sıksık yazı yazdığım için mektuplarla hücumlaramaruz kalıyordum. Bu imzasız mektuplar hepkadınların cemiyette bir mevki almalarına vefikir sahibi olmalarına karşı şiddetle itirazediyor ve bunu dinimize mugayir addediyordu518.Yeni iktidarın siyasî başları, bir taraftanmüdemadiyen kabine değiştiriyor, diğertaraftan da zararını hâlâ ödeyemediğimiz birçığır açıyordu. O, imparatorluğun içindekiyakın, uzak bütün idare cihazlarını519 iktidarpartisine bağlamaktı.Gerçi zahiren520 cihazı hükûmete bağlı idi,fakat hükûmetin kendisi tamamen fırkanın521elinde idi. İşte her yerde parti diktatörlüğününtemeli bu esasa dayanır. Tabiîdir ki, herdemokraside iktidar partisinin memlekete
tatbik etmek salâhiyetini522 taşıdığı birtakımmalî, iktisadî ve sair esaslar vardır. Fakat idarecihazının cürüm, cinayet, yağma, herhangiinsan münasebetlerini altüst edenayaklanmalara karşı, otomatik bir şekildeharekete geçmesi, ancak ve ancak bu yerlerdeistikrar ve huzuru idâme ettirebilmiştir. Herdemokraside sivil idare âmirleri baştan ayağakadar hiçbir yerden emir beklemeden cemiyetiçindeki ayaklanmayı veyahut insanmünasebetlerindeki yolsuzlukları hiçbir siyasîtesire tâbi olmadan önlemekmecburiyetindedirler.1908 yılının Birinci Teşrininde523Burgaz’dan şehre döndük. Bu defa Salih ZekiBey Profesörlük ettiği Üniversite karşısında,gerek mektebe yakınlığı, gerek basınbakımından bir merkez olan, Nuruosmaniye’debir eve taşındık.Bu üç ay içinde benim yazı faaliyetim arttı.Muhtelif mevzular üzerinde muhtelifmektuplar alıyordum. Burada imzalıları
kastediyorum. Bir taraftan evim veçocuklarımla meşgul, bir taraftan da bumektuplara cevap verilmesi istenilenmevzulara dair yazılar yazmaya çalışıyordum.Bunların arasında içtimaî, hatta siyasîleriolduğu gibi, bir de şahsî hayatlarınınproblemleri hakkında sualler soranlar da vardı.Diyebilirim ki herhangi Katolik papazı kadar,hiç tanımadığım insanların şahsî sorularınaâgâh524 oluyordum. Tabiî bu sırlar bendemahfuz525 kaldı ve mektuplar ortadankaldırıldı.Birçok tanımadığım ve muhtelif sınıflaramensup kadınlar beni görmeye geliyor,dertlerini döküyor, hususî hayatlarına dair akıldanışıyorlardı. Bunlardan bazıları sadecebenden büyük değil, hatta anam yaşındakadınlardı. Halbuki ben, hayat alanına gireliçok zaman geçmemişti. Onlara akıl verebilecektecrübeden çok uzaktım. Maamâfih bunlarınhepsine karşı içimde daima bir minnet hissivardır. Çünkü kadının aile ve cemiyete karşı
vaziyetindeki güçlüklerin ne kadar genişcepheli olduğunu o zaman idrake başladım.Bunlar yazılarımın realist taraflarına çokhizmet ettiler. İhtilâl ve siyaset safhaları gelirgeçer, fakat millet hayatının içtimaî ve insanîbakımdan içinde döndüğü girdap526 daimîdir.Birinci Teşrin başlarında seçimler yapıldı.Bu, yeni rejimin İmparatorluğun yıkımınıhaber veren kötü alâmetlere karşı tek çaresigibi görünüyordu.Yeni parlamentomuza bir millî grup, enmeşhur ve başta sîmâlarını527 gönderdi, tabiîonların birleşmesi birçok şahsiyetler veideallerin çarpışmasını mûcib oldu528.Hepsinin iyi niyetle geldiğine İttihatçılarınçökmekte olan İmparatorluğa sağlam direklertemin etmeye çalıştıklarına eminim. Fakat budireklerin boyları ve enleri o kadar birbirindenayrı idi ki desteklemek istedikleri İmparatorlukbinası yıkıldı gitti.Nuruosmaniye’de penceremin önünde:
“Ey vatan, ey ümn-i müşfikŞâd u handân ol bu gün”şarkısını söyleyerek geçen kalabalıktakisamimî heyecan, insanın gözlerini yaşartıyordu.İntihâb sandıkları529 çiçekler ve bayraklasüslü, arkalarında papazlarla imamların yanyana oturmuş olduğu arabalar, etraflarındaRum, Türk, Müslüman bir sürü çocuk, aynışarkıyı söyleyerek sokakları çınlatıyorlardı.Haminne, bu kalabalığın üzerinde yaptığıtesiri anlatır dururdu. Derdi ki: “Galibakıyamet günleri yaklaştı Halide, ağlamaktankendimi alamıyorum. Âdeta Mevlid dinliyorgibi oluyorum.”Fakat bu Mevlid’in işaret ettiği çocuk, gerçikutsî bir mana ve his veriyorsa da yazık kiyürümeye başlamadan göçtü gitti.O günlerde aldığım bir imzasız mektup, birresim hâlinde hâfızamda kalmıştır. Bu,hayatımın tehlike işaretlerinin ilk ve belki de enkorkuncu idi. Daha evvel söylediğim gibi,
yazılarım sadece içtimaî, edebî ve fikrîmeselelerle alâkadardı. Birdenbire karışan partisiyasetinin fırtınasından daima uzak kalmıştım.Fakat bu dahi bana çok görülmüştü. ÇünküTanin gazetesine yazıyordum. Ve bu gazeteyemutaassıplar, hatta İttihat ve Terakki’yedüşman olan haklı veyahut haksızmuhalifler530 düşman idiler.Bahis mevzuu olan bu mektup, küçük birzarf içinde beyaz ve küçük bir karttan ibaretti.Yanında boş bir kâğıt parçası vardı. Birtarafında: “Tanin’e bir daha yazıyazmayacaksın?”, arkasında, “Bu emre itaatetmezsen cezan müthiş olacak! Ölüm” yazılıidi. Beni idama mahkûm eden bu kâğıt parçası,içimde bu gün tarif edemeyeceğim bir nefretuyandırdı. Dizlerimin titrediğini,parmaklarımın ucuna kadar ter döktüğümübiliyorum. Şimdiye kadar evinin haricindehiçbir faaliyete iştirak etmeyen ben, neden butehlikeye maruz kalmıştım531? Bilemem.Fakat bu müthiş korkaklık hissinin
pençesinde kıvrandığım o an içimde, gariptir ki,aynı zamanda bu hissin tamamen zıddı, aynıderecede kudretli manevî bir cesaret uyandırdı.Bunu yazanlar sadece parti muhalifleri değil,hiç şüphesiz herhangi sahada herhangi yeni veileri fikirleri boğmaya ahdetmiş532 insanlardı.Evet, tehdit edilen sadece benim aciz hayatımdeğildi, bu biçim adamlar kimbilir daha nekadar yeni şeyleri icraya533 karar vermişlerdi.Kendimi âdeta Ortaçağ’da sokakta parçalanan,yakılan, ileri ideal asisi insanların vaziyetinedüşmüş gibi gördüm.Bunları düşünürken gözlerim, yerde tahtaoyuncaklardan ev yapan iki küçük yavrumailişti. Büyük, başını kaldırmış derin gözleriyüzümde, küçüğün o zaman uzattığım altınsaçlı başı yerdeki oyuncaklara dalmıştı. İşteyirmi beş yaşından evvel, birkaç ay içinde vâsılolduğum534 edebî şöhretin mükâfatı buolmuştu.Ben hem Tanin’e, hem de bazı başkagazetelere yazı yazmakta devam ettim. Salih
Zeki de bu hareketimi –ona da gönderilen, beniyazı yazmaktan menetmesi için yapılantehditlere rağmen– bütün kuvveti ile teşcietti535. Şuna eminim ki, gençlik için ölüm,yanlışların tasavvur edemeyeceği kadarkorkunçtur. Fakat aynı zamanda gençliğisindirmek ve susturmak aynı derecedemüşküldür.Bu aralık, bütün ömrümde dost kaldığımIsabel Fry’ la şahsen tanıştım. Benim bir İngilizgazetesine yazmış olduğum bir mektupdikkatini çekmiş, bana mektup yazmayabaşlamıştı. Salih Zeki o günlerde Londra’yagitmişti. Miss Fry’ı görmüş ve onun hakkındabana fikirlerini şöyle ifade etti:— Çok iyi yetişmiş bir kadın, fakatkorkarım ki buraya gelir de seni görürse hayalinkisarına uğrayacak.— Neden?— Çünkü onun kafasında sen yaşlı başlı birkadınsın. Buraya gelip de karşısında bu kadargenç ve bu kadar süslü bir kadın görürseşaşıracak.
Hiç unutmam bunu söylerken arkamdakinar (çiçeği) renkli kadife fistanı536 işaretediyordu. Gerçi hiçbir zaman sokakta açıkrenkli çarşaf veya esvap giymiş değildim. Fakatevde parlak renkli esvaplara çok düşkündüm.Bu itiyat537 da çok geçmeden zail olmayabaşladı. Maamâfih bana orta yaşlı gibi görünenve o zaman kırk üç yaşında bulunan Miss Fry,İstanbul’a geldiği zaman yaşıma ve evkıyafetlerimin rengine rağmen benimle anlaştıve dostluğumuz ondan sonra da devam etti.Miss Fry, 1909 yılı Şubatı’nın başındaTürkiye’de üç hafta kaldı. İleri düşünceli birhayli Türk kadını ile görüştü, bazı mektepleriziyaret etti. Üsküdar’da Kız Koleji’nin misafiriolmuştu, fakat en fazla vaktini benimle berabergeçiriyordu. Kadın tahsili hakkında da çokciddî bir makale yazmıştı.1909 Martı’nda Hasan Fehmi538 ismindebir muhalif gazeteciyi Köprü539 üzerindeöldürdükleri zaman, siyasî ihtiras540 son
haddini buldu. Bu hâdise yeni rejimin ilk siyasîkatli541 idi ve herkesin üzerinde çok derin birtesir yaptı.Evimin penceresinden cenaze alayınıgördüm. Âdeta o beyaz sarıklı muazzamkalabalık hareket hâlindeki bir papatya tarlasınıhatırlatıyordu. Ortalıkta herhangi birgürültüden daha korkunç bir sükût hâkimdi.Bana bu, irticaın542 başlangıcı gibi geldi. SalihZeki, “İttihatçıların Selânik’den getirdikleriAvcı Taburu, Meşrutiyet’in bânîsidir543. Birşey olamaz,” diyordu.31 Mart sabahı uzaktan gelen silâh sesleriile uyandığım zaman bilmem nedenShakespear’in Jül Sezar’ındaki “Martın 15’indensakının” –Beware the Ides of March– cümlesinikendi kendime tekrar ettim. Bizim sokakta da31 Mart’ın güneşli, o parlak göğünün altında,aralıklı gelen silâh sesleri hâkimdi.Biraz sonra yıllardan beri evimizde çalışanHüseyin geldi, yatak odamızın kapısını vurdu.Benden çok yaşlı olmasına rağmen okumayı
ona ben öğretmiştim. Her nedense okumak,onda politikaya karşı büyük bir merakuyandırdı. Fakat bütün bu ilerlemelerde bazıdine mugayir şeyler olduğuna inandığı içinİttihat Terakki Cemiyeti’ne karşı büyük bir kinbeslerdi. Ondan dolayı İttihat ve Terakkirejiminin önderlerini parçalasalar memnunolacaktı. Biz onun bu hisleriyle daima alay ederdururduk.Yatak odamızın kapısını o tarihî gündevurduğu zaman sesinde saklayamadığı birsevinç vardı:— Kalkın efendim, ordu ayaklandı, kangövdeyi götürüyor. Ayasofya’nın önünde ikibüyük adam öldürdüler.O, bize bunlardan birinin komşumuz, Taningazetesinin sahibi Hüseyin Cahit544 olduğunusöyledi. Fakat Hüseyin Cahit zannı ile Lübnanlıbir mebusu öldürmüş olduklarını çarçabuköğrendik.Bundan sonra Hüseyin, irticaın başı olanDerviş Vahdetî’den545 bahse başladı.
Heyecandan kendinden geçmiş gibi idi. Hüseyinanlaşılan Vahdetî’nin askerlere hitabelerinitakip etmişti. Vahdetî, bütün inkılâbcılarlainkılâba taraftar genç talebeyi İslâmiyetindüşmanı olarak tanıtmış ve onlarınkatledilmelerinin farz olduğunu söylemişti.Bununla da kalmayıp, Rusya’nın ve İngiltere’nin, İttihatçı hükûmetten daha fazlaşeriatın546 muhafızları547 olduğunu söylemiş.Belki Vahdetî sadece kara bir taassuba548dayanmakla kalmıyor, aynı zamanda ecnebilereajanlık da ediyordu.Doğru yahut yanlış, o zaman İngiltereSefareti Baş Kâtibi Mr. Fitzmaurice’den549para aldığı da rivayet edilirdi. Vahdetî aleyhineolan vesikaları tetkik etmemiş olduğumdanbunun doğru olup olmadığını bilemem çünküVahdetî muhakeme edildiği zaman benmemleketten uzakta idim.Fi tarihinden550 beri memleketimizde –tıpkı vaktiyle Hıristiyan kilisesi tarihindeolduğu gibi– vatan ve millet deyince din ve
ekseri dinin ruhuna mugayir, fakat katılaşmışbir anane ile memleketi felâkete sürükleyenleryok değildi.Salih Zeki bu ayaklanmanın mahiyetinitahkik için hemen sokağa fırladı. Biraz sonrababam Sultantepesi dostlarımızdan DoktorCemal’le beraber bana geldi. Onların Lübnanmebusu Mehmed Aslan’ı, Hüseyin Cahitzannederek linç ettiklerini, diğer bir paşayı daAhmed Rıza551 zannıyla Adliye Nezareti’ninönünde vurduklarını söyledi. Artık bundansonra ileri düşünceli herhangi zabiti veyainkılâb taraftarlarını vurmaya karar vermişlerve bir de liste yapmışlardı.Aynı zamanda, Peyker halanın oğlu, benimadımın da kara listede olduğunu ve mutlakortadan kaybolmam lâzım geldiğini annesivasıtası ile babama bildirmişti. Peyker halanınoğlu Meşrutiyet Devri’nin başında memleketeAvrupa’dan dönmüş, fakat yeni rejiminicraatını beğenmeyerek muhalefete geçmişti.İleri fikirli bir adam olmasına rağmenİttihatçılara muhalif olan her zümre ile teması
vardı. Esasen aynı gün Tanin Matbaası’nahücum edilerek matbaa parça parça edilmişti.Parçalanan kâğıtlar arasında benim yazmışolduğum Kösem Sultan adlı piyes de vardı.Buna çok acırım, çünkü o devri uzun uzadıyatetkikten sonra o piyesi yazmıştım.Doktor Cemal’le babam, İstanbul’unvaziyetini emin bulmadıkları için, beni hemençocuklarla beraber Üsküdar’a geçirmeye kararverdiler. Çocuklarla beraber Babıâli’ninönünden araba ile geçerken, hâlâ ateş devamediyor, asker veyahut sivil bir sürü insan orayaburaya koşup duruyorlardı. Sirkeci’debulduğumuz bir kayığa atlayarak Üsküdar’ageçtik.Üsküdar İskelesi’nde kayıktan çıkar çıkmaz,çocuklarımın elinden tutmuş yürüyordum.Birdenbire bir insan kasırgası ortalığıdarmadağın etti. Bunlar, Selimiye Kışlası’nda,zabitleri vurduktan sonra irtica kuvvetlerinekatılmak için coşup giden askerlerdi. Benönünde bulunduğum bir dükkânın duvarınayapışmış, çocuklarımın biri kahvehaneye
fırlatılmış, öteki de bir duvara yapışmışkalmıştı. Her nasılsa, tir tir titreyen bu ikiyavruyu, o korkunç insan salgınından Allahmuhafaza etmişti. İşte bu, benim sokakkalabalığı denilen korkunç kuvvetle ilktemasım oldu.Babam, alelâde bir İttihat ve Terakki azasıidi. Fakat, o civarda bazı İttihatçıların evlerinehücum edilmiş olduğundan babamın evi de pekemin bir yer değildi. Bütün gün ve gece o sakinve sessiz yeşil Sultantepesi, davul, tüfek sesleri,karmakarışık isyan kitlelerinin naraları ile çınçın öterken, İstanbul’dan dahi silâh sesleriişitiliyordu. Kalabalık, ellerinde fenerler, davulçalarak bütün gece Sultantepe meydanındatezahürat yaptı. Ben, sabaha kadar oturdum,yavrularım, ateş ve naralar köşkün duvarlarınavurdukça, yataklarından fırlıyor, dizlerimesarılıyorlardı.Ertesi sabah, acayip kılıklı iki kişi köşkünkapısında durmuş, girip çıkanları gözden
geçiriyordu. Bizim arkadaki büyük bahçeninduvarının karşısında Özbekler Tekkesi vardı.Şeyh Efendi ve ailesi çok yakın dostumuzdu.Karanlık basınca, o duvardan Tekke’ye mensupbir adam atlayarak kapıda bekleyenleregörünmeden bize geldi. Dedi ki:— Asiler arasında mühim bir mevkii olanbir akrabamız, Edib Bey’in kızının köşkte olupolmadığını soruyordu. Eğer burada ise hemenbaşka bir yere, daha doğrusu Tekke’ye gelsin.Ben de gece yarısı çocuklarla beraber, arkakapılardan birinden, biri kucağımda, ötekielimde Tekke’ye geçtim. Tekke’nin gençleri ogece sabaha kadar ellerinde silâh nöbetbeklediler, ben de rahat uyudum. Ertesi sabahşehirdeki isyan ve kargaşalık artmış, katilhâdiseleri çoğalmıştı. Tekke’nin akrabası olanasi, benim Tekke’ye iltica552 edip etmediğimisorduğunu işitince çocuklarla beraberAmerikan Kolej’ine gittim.Bunu yapabilmek için hayli ihtiyattedbiri553 almak lâzım geliyordu. Çocuklarım
orada doğmuş, ben de orada büyümüşolduğum için kıyafetimizi değiştirmek icap etti.Ben, Haminne’nin çarşafını giydim, yüzümüörttüm, yavrularıma da bahçıvanınçocuklarının en eski esvaplarını giydirdim.Sultantepesi’nin arka sırtlarında çocuklarlaberaber tırmanırken, o zaman Kolej’de talebebulunan kardeşim Nigâr da bizimle berabergeliyordu. Hiç unutmam, iki kılıksız herifinyanımızdan koşarak geçtiğini görünce, zavallıkız korkudan âdeta bir deve gibi birdenbireyere çöktü, ben de gayri ihtiyarî554 her şeyiunuttum, bu garip hâlimize gülmeye başladım.Amerikan Koleji’nde o günlerde, İstanbul’dabulunmayan Dr. Patrick’e, Dr. Vivian adındabir profesörümüz vekâlet ediyordu. Ancakorada emniyet içinde olduğum an, memleketiniçinde bulunduğu tehlikeyi olanca kuvveti ilesezdim. Bu afetin555 başladığı günden beri ilkdefa olarak memleketim için hıçkıra hıçkıraağlamaya başladım.Kolej’de dört gece kaldık. Miss Dodd’un
bana küçük bir kız iken ders verdiği yukarıkattaki bir odada bizi misafir etmişlerdi. Odevir, şimdi ne kadar uzak görünüyordu.Sabah gazetelerini okurken hâlâ şehirden ateşsesleri geliyordu.Ağızdan ağza şöyle bir rivayet dolaşıyordu:İstanbul’daki irticaı ve ayaklanmayı bastırmakiçin Selânik’den bir ordu geliyormuş... Ne garipbir tarih tecellisi. Yüz yıl evvel de yineMakedonya’dan, Alemdar Mustafa Paşa556kumandasında bir ordu, Üçüncü Selim’ininkılâbları aleyhine ayaklanan kuvvetleri veisyanı bastırmak için gelmişti. Acaba tarih,başka isim ve kılıklarla daima birtekerrürden557 ibaret mi, diye düşündüm.Genç Türkler, o günkü Rus Sefareti’neiltica etmişler ve himaye edilmişlerdi558. RusSefareti, hem İttihatçıları, hem de dahasonraları asileri himaye etmişti.Kolej’de çok acı bir tesir yapan havadis,Adana’daki Ermeni kıtalidir. Ortalıkta dönenrivayet, İstanbul’da Genç Türkleri öldüren
mürtecilerin559 bir kısmının, Adana’dakiErmenileri öldürdüğünü ileri sürüyordu. Fakat,Ermeni ve umumiyetle ecnebî kaynakları bukıtalin Genç Türkler tarafından hazırlandığınıileri sürüyorlardı. Fakat, başlarını sokacak delikarayan Genç Türklerin böyle bir kıtalhazırlaması acaba mümkün mü idi? Her haldeAdana kıtalinin sebepleri daha derin ve karışık,aynı zamanda birbirine benzemeyen sebepleredayanıyordu.İttihatçılar iktidara gelmeden evvel,Ermenilerin Taşnak Cemiyeti560 liderleri ileanlaşmış bulundukları biliniyordu. Esasenİttihat ve Terakki, programı ekalliyetten561ecnebi devletlerle anlaşmış olmayanlarıdesteklemişti. Fakat, bazıları hâlâ ecnebîdevletlerin, bilhassa Rusya ve İngiltere’ninsiyasî oyunlarına kapılarak, aynı zamandahakikaten müstakil bir Ermeni Devleti idealineinanarak, Avrupa efkârını562 Türkiye aleyhineçevirmek için bahane arıyorlardı.Genç Türkler, Taşnaklarla ilk
anlaşmalarında, yeni rejim kuvvetle yerineoturuncaya kadar silâhlarını muhafazaetmelerini kabul etmişlerdi. İşte Adana’dakimukatelenin563 birçok âmilleri564 arasındabunun da bulunduğu söyleniyordu.Kolej’de geçen dört gün zarfında, sokakhâkimiyeti o kadar tehlikeli bir dereceyibulmuştu ki, hem ailem, hem de Amerikalıdostlar beni bir zaman için memlekettenuzaklaştırmaya karar verdiler ve lâzım gelentedbiri565 aldılar. İşte bu suretle 1909 irticahareketinin tam ortasında iki küçücükyavrumla Mısır’a gittim.490. Jön Türkler.491. Haberleştikleri.492. Olaylar.493. Sözlüklerden.494. Hükümdarla yönetilen bir ülkede
hükümdarın başkanlığı altında parlamentoyönetimine dayanan hükümet biçimi.495. Öldürülmesi.496. Aktif üyeleri.497. Emine Semiye (1886 – 1944), TarihçiCevdet Paşa’nın kızı, ilk kadın romancımız FatmaAliye Hanım’ın kız kardeşi, yazar.498. Aykırılık.499. Sonuçsuz bırakan.500. Yıldırma.501. Vuruşma.502. Üzüyordu.503. Eşitlik.504. Kardeşlik.505. Öfke ve kin.506. Bağlılık.507. Gönlü korku ve saygıyla dolu olma.508. Kutluyorlardı.509. Bilincinde.
510. Suç olayı.511. Konuşmacısı.512. Selim Sırrı (Tarcan) (1854 – 1956), Türkspor eğitimcisi, yazar, hatip.513. Kutsal amaca.514. Tevfik Fikret (1867 – 1915), Türk şairi.Eserlerinden birkaçı: Rübab-ı Şikeste Halûk’un, Defteri Şermin, .515. Hayal ediyordum.516. Türk Edebiyatında Batı medeniyetininetkisiyle meydana gelen yenilik akımı (1896 –1901). Temsilcileri haftalık Servetifünun dergisininçevresinde toplandığı için “Servetifünun Edebiyatı”da denir.517. Antlaşmalar.518. Aykırı sayıyordu.519. Aygıtlarını.520. Görünüşte.521. Siyasi partinin.522. Yetkisini.
523. Ekiminde.524. Haberdar.525. Saklı.526. Tehlikeli yer veya durum.527. (Burada) Kimselerini.528. Gerektirdi.529. Seçim sandıkları.530. Karşıtlar.531. Bir olay veya durumla karşı karşıya kalmak.532. Yemin etmiş.533. Yapmaya.534. Ulaştığım.535. Cesaretlendirdi.536. Giysiyi.537. Alışkanlık.538. Hasan Fehmi (1874 – 1909), Türk yazar vedüşünür. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşıtfikirleri vardı. Serbestî gazetesinde, İttihatçılarıyeren yazılar yazdı. Bunun üzerine, kimliği
belirlenemeyen bir kişi tarafından vuruldu.539. Galata Köprüsü.540. Siyasal tutku.541. Siyasal cinayeti.542. Gericiliğin.543. Kurucusudur.544. Hüseyin Cahit (Yalçın) (1874–1957), Türkyazar ve gazeteci. Tanin gazetesinin kurucusu. FikirHareketleri dergisini çıkardı. Eserlerinden birkaçı;Nadide Hayal İçinde Hayat-ı Muhayyel Niçin, , , Aldatırlarmış, Hikâyeler; Talât Paşa biyografi.545. Derviş Vahdetî (1869 – 1909), 31 MartVakası’nın tertîb ve teşvikçilerinden.546. Ayet ve hadis esaslarına dayanan dinkaideleri.547. Koruyucuları.548. Bağnazlığa.549. Gerald Henry Fitzmaurice (1865-1939),İngiliz Büyükelçiliği birinci kâtibi ve tercümanı(1908-1914).
550. Oldukça eski bir zamandan.551. Ahmed Rıza (1859 – 1930), İkinciMeşrutiyet’i hazırlayan siyasi hareketin önderi,gazeteci ve politikacı.552. Sığınma.553. İlerisi düşünülerek alınan önlem.554. Elimde olmayarak.555. Felâketin.556. Alemdar Mustafa Paşa (1765 – 1808),Osmanlı sadrazamı.557. Tekrardan.558. Korunmuşlardı.559. Yeni düzene karşı direnenler, gericiler.560. Osmanlı Devleti zamanında kurulan Ermeniİhtilâl Komitesi (1889).561. Azınlıktan.562. Kamuoyunu.563. Karşılıklı kıyımların.564. Etkenleri.
565. Önlemi.
8Memleket haricine ilk gidişBindiğim vapurun adı İsmailiye idi. İkincisınıfta altı yataklı bir kamarada güçlükle yatakbulunmuştu. Miss Prime bizi bu garipkıyafetimizle vapura getirdi. Şehirdeki anarşiartmış, polis kimseyle alâkadar görünmüyordu.Miss Prime o gün bana her renk tireli566 vebütün levazımı567 ile bir dikiş çantası hediyeetti. Otuz sene evveline kadar bu çantanın nekadar işime yaradığını tarif edemem. Vapurabir de büyük sandık sokmuşlardı. Ben,koltuğumda kıyafetimle mütenasip568 birbohça ile vapura girdim. Salih Zeki, bir Ermeniprofesör arkadaşından İskenderiye’de tanınmışbir Ermeni’ye bir tavsiye mektubu verdi.Vapur hareket etti.Ben aşağıdaki kamara yatağında oturmuş,
iki çocuğum da bana sımsıkı sarılmışlardı.Üstümdeki yatak onlarındı. Kamaranın ortasınaeşya yığılmış, karanlık, havasız ve kokulu biryerdi. Belki bir saat bir şey düşünemez birhâlde oturdum. Elimde az para, yanımda ikiyavru, bütün ailem arkamda, neticesi tahminedilmeyen bir vaziyette idiler. Bununla beraberasabımda bir gevşeme hissettiğimi de itirafederim. Artık yavrularımın gözü önünde, vahşîbir kalabalık tarafından parçalanmak yahutçocuklarımın Üsküdar İskelesi’nde olduğu gibi,çiğnetmek tehlikesinden kurtulmuştum. Birazsonra kamara tamamen karanlık oldu. Işıklaryanmadan evvel kamaranın kapısı açıldı,şişman bir kadın İngilizce olarak yarı kendisine,yarı bana hitaben, “O siyah bohça da neoluyor?” dedi.Siyah bohça, Haminne’nin bol siyahçarşafının içinde büzülmüş olan bendim.Kalktım çarşafı çıkardım. O sesteki alâka beniteselli etmişti. Ben de İngilizce, “Akşamlarhayırlı olsun,” dedim.İngilizce bildiğimi anlayınca çok sevindi. Işık
yanınca bizim yeni ahbabın şık giyinmiş,yuvarlak yüzlü, çikolata renginde bir zencikadın olduğunu gördüm. O da başı üstündekiyatağa çarpmasın diye iki büklüm oturan garipbir insan görüyordu.Galiba bir asır kadar uzak gelen, geçenhaftadan sonra yüzüm bir mezar kaçkını569kadar perişan idi. Aynı zamanda, saçlarımlauğraşmaya zaman olmayacağını tahminettiğimden dibinden kesmiştim. İşte bu kısasaçlar birdenbire onu önümde diz çöktürdü.Kollarını belime doladı:— Ah, ah Susie’nin resmi gibisin, o daböyledir. İncecik yüz, kederli gözler, kısasaçlar. Susie benim kızımdır –birdenbire sesimağrur– fakat Susie senin gibi beyaz, babasıFransız, dedi.Susie’nin beyaz Fransız babası ve kendisihakkında bir hayli teferruatlı570 konuşmadansonra başımı okşamaya başladı. On dakikaiçinde hâl tercemesini571 tamamenöğrenmiştim.
Beyoğlu’nda “Cataculum” denilen bir yerdeşarkı söyleyen bir sanatkârmış. İsim çok garipolduğu için hâlâ hatırımda kalmıştır. 31 MartHâdisesi’nin dehşeti, onu çok büyük birkontratı reddetmeye, İstanbul’dan uzaklaşmayamecbur etmiş. Bana benzettiği kızı on altıyaşında ve Amerika’da imiş. Susie’nin Fransızbabası onu nikâh etmeyi va’d etmiş, fakatömrü vefa etmemiş572. Şimdi yine bir Fransızâşığı varmış.Sahnede görünen renkli Amerikankadınlarına yaraşır derecede şen, şık ve hayatladolu idi. Bana onda, bizim Reşe’nin rengi ileNevres Bacı’nın sıcak kalbi yerleşmiş gibi geldi.Süründüğü kuvvetli lavanta o dar, havasızkamaraya garip bir koku yayıyordu.Çocuklar bu sevimli ve müşfik573 kadına,âdeta elinde büyüdükleri bir dadı, aynızamanda bir arkadaş gibi ısındılar. Gülüyorlar,oynuyorlar, boynuna sarılıp duruyorlardı. Oda çocukları kucaklıyor, yukarıya götürüyor,koşturup oynatıyordu.
Geceleyin altı kişilik kamarada kokudan vehorultudan uyunamıyordu. Fakat bu renkliartist uyanır uyanmaz hava değişiyordu. Hersabah tuvaletini yaparken, Amerikanzencilerinin yarı hüzünlü, yarı alaylı şarkılarınısöyler, bana da Mısır’da mülâki olacağı574sevgilisini anlatır dururdu. Fransız şakalarını,bir Amerikan zencisinin telâffuzu575 ile taklitederdi. Kendi tuvaleti bitince çocukları yıkargiydirirdi.İskenderiye’ye beş günde vasıl olduk.İstanbul’dan telgraf almış olan Ermeniler bizivapurdan aldılar, Muhammed AliMeydanı’nda, Madam Bonnard adlı bir Fransızkadının işlettiği bir otele götürdüler.Bu Ermenilerin başında Şinorkyan vardı. Buadam Abdülhamid devrinde İstanbul’u terketmişti. Tavır ve hisleri tamamen OsmanlıTürkü’nün efendiliğini ifade eden bir vatandaş,güvenilir bir insandı.İskenderiye’de hiçbir zamanunutamayacağım bir günah işledim. Bu,
yukarıda vapurda kamarada bana veçocuklarıma bir dostluk ve şefkat göstermişolan, o renkli artiste karşı oldu. Bundan sırasıgeldiği zaman bahsedeceğim.Otelin önünde mütemadiyen laternalar576çalınıyor, başlarında beyaz veya renklimendiller bağlı İtalyan kızları, ellerinde birertabak, geçenlerden para topluyorlardı. Parlakpabuçlu, ipekli entarili, feslerinin püskülü birtarafa inmiş Araplar meydanda dolaşıyorlardı.Oteldeki bir odanın sağ tarafındaki bir pencereİskenderiye’nin Avrupalaşmış bir sokağınabakıyor, sol tarafındaki pencereden mavisuların kıyıları yıkadığını görüyordunuz.Gece yaklaşınca sokağın gürültüsü sondereceyi buluyordu. Her halde Mısır’ınTürkiye’ninkinden bambaşka olan, renkleri,sesleri, karışık kalabalıktan gelen neşelitürküleri, hepsinin her an hareket hâlinde olancanlı tavırları bana yepyeni bir şey gibi geldi.İstanbul’daki son haftanın korkulugünlerinden sonra bu yepyeni âlem çocuklarıavuttu, meşgul etti. İstanbul’dan mektuplarım
Amerikan Konsoloshanesi vasıtasıyla geldiğiiçin oraya sık sık gidiyor, fakat mektupbulamamak beni büyük bir endişeyedüşürüyordu.Orada kitaplardan öğrenilen Arapça, halkındilini anlamaya kâfi değildi. Kimse İngilizcekonuşmuyordu. İskenderiye’de o günlerde enfazla konuşulan yabancı dil Rumca idi. Bereketversin ki ben de henüz, çocukluğumdan berikonuştuğum sokak Rumcasını unutmamıştım.Kötü bir tesadüf olarak İskenderiye’de kızılve kızamık salgını vardı. Aynı zamanda çocukölümü çok yükselmişti. Mısır’a vardığımızınhaftasında küçük oğlumun ateş gibi yandığınınfarkına vardım. Vücudundaki kırmızı lekeleride görünce aklımı kaybedecek dereceyibuldum. Hemen oteldeki bir Rum doktoruçağırdım.Muayeneden sonra kızıl olduğunu ve derhalhastaneye kaldırmak mecburiyetinde olduğunusöyleyince kafama demir sopa inmiş gibisandalyeye çöktüm, kaldım. Benim buyeisim577 ihtiyar doktorun merhametini celb
etti, gözlerinin yaşardığını hatırlıyorum.Omzumu okşadı ve şefkatle titreyen bir sesle:— Korkma kızım, merak etme, enflüanzaderim, sen de çocuğu yataktan çıkarma, ötekiyavruyu da yanından uzak tut, dedi.Yapayalnız ve ailemden uzak bulunduğumbu yabancı ilde, bir otel köşesinde bundan dahamüthiş bir şey olamazdı. Fakat bu insaniyetliihtiyar doktorun, hastalığı saklaması haberalınırsa ceza görmesini mûcib olacağını578bilerek, bu fedakârlığı yapması ne büyük birteselli oldu.O hafta endişe içinde geçti. İstanbul’danhaber yoktu. Yanımdaki parayı bitirmemekiçin çamaşırları kendim yıkıyordum. Acabaİstanbul’dakileri öldürdüler mi? diye gözümeuyku girmiyordu. Hasta olmayan miniminiyavrum çamaşırları yatakların üstüne serer,büyük gözleri yüzümden ayrılmazdı. Ogünlerde o, bana âdeta minyatür bir baba gibigörünüyordu. Sabahları biraz hava alsın diyeotelin önüne çıkardığım vakit bir düziye elimiçeker, hasta kardeşinin yanına gitmek isterdi.
Odada, uzakta bir sandalyeye bağdaş kurar,küçük kardeşine masala benzer bir şeyleruydurur ve söylerdi.Oğlum biraz iyileşince AmerikanKonsoloshanesi’ne kadar gittim, mektupsordum, yoktu. Konsoloshane kâtibi benikapıya kadar indirirken, gemideki zencidostumuzun yanında bir beyaz adamla kapıdangirdiklerini gördüm.Acaba yanındaki erkeğin biraz külhanbeytavrı mı, kahverengi dudaklarına birazmübalâğa ile sürülen kırmızılık mı, yoksabenim ömrüm boyunca kurtulmaya çalıştığım,fakat kurtulamadığım sınıf muhafazakârlığı579mı, nedir bilemem, bir şey, beni onutanımamazlığa sevk etti580. Siyah gözleribirdenbire bana acı acı baktı. İçlerinde: “Galibaartık dostluğuma ihtiyacın kalmadı,” der gibibir mana vardı. Yanındaki adamın kolundamerdivenlerden çıkarken ben kapıda buz gibidondum kaldım. Arkasından koşup bu küçükhareketimden dolayı affını dilemek, gönlünü
almak istiyordum. Fakat kâtibin yanındautandım, kapının yanından bir zamanayrılamadım. Maamâfih, içimdeki utanç, kendigözümde beni küçük düşüren bu hatıra daimabir ibret olarak unutulmayacaktı.Tam üç hafta sonra evden mektup geldi. Okadar perişan bir vaziyette idim ki SalihZeki’ye bir telgraf çekerek çocuğumuzunhastalığını bildirdim ve hemen Mısır’agelmesini söyledim.Salih Zeki, 1 Mayıs’da geldi. Küçük hâlâyatakta, fakat tehlikeyi atlatmış ve kardeşine debir hastalık geçmemişti. Bilhassa hastalığın kızılolmayıp da kızamık olduğunu anlamak da bizebiraz ferahlık vermişti.İstanbul’dan gelen haberler şu idi:Mahmud Şevket Paşa581, Makedonya’danordusu ile gelmiş, Abdülhamid’in ordusunukolaylıkla yenmişti. Abdülhamid tahttanindirilmiş, yerine Sultan V. Mehmedgeçirilmişti. Abdülhamid, Selânik’enefyedilmiş, Hüseyin Hilmi Paşa’nın582
riyasetinde yeni bir kabine kurulmuş, bukabineye Talât Paşa Dahiliye, Cavit Bey583Maliye Nazırı olarak girmişlerdi. Aynı zamandaörfî idare584 ilân edilmiş, mürteciler şiddetleceza görmüşlerdi.Bu günlerde benim Mısır’da olduğumuhaber alan Isabel Fry’den bir mektup aldım.Beni İngiltere’ye davet ediyordu. Bu memleketbeni çok alâkadar etmekle beraber, biraz yalnızseyahat etmek korkusu, fakat en fazla,çocuklarımdan ayrılmak beni bu daveti kabuletmemeye sevkediyordu.Salih Zeki Bey, çocuklara bir ana gibibakmayı va’d ediyor, sıhhatim ve maneviyatımiçin bu daveti kabul etmemi istiyordu. Uzunsüren bir münakaşadan sonra kabul etmeyerazı oldum.On beş gün için Kahire’ye gidip Ehramlarıgördükten sonra, Port Said’den yapayalnız,İngiltere’ye giden bir vapura bindim. Bana zorgelen şeylerden biri de o günlerde şapkagiymek idi.
Eğer o seyahati teferruatıyla nakledebilsem585 bu gün on iki yaşında bir kızçocuk hiç şüphesiz benimle eğlenir. O kadarsıkıntılı geçti. İngiltere sahillerine yaklaşıp dabeni Miss Fry tarafından gönderilen bir kadınvapurdan almaya gelinceye kadar, her dakikabana bir asır kadar uzun geldi.Şimendifere bindik, Londra’ya gittik MissFry’ın o zaman Londra’da oturduğuMarylebone Street’deki evinde misafir oldum.Dostları ile beraber, İngiltere’yi görmemiş birkadın için hakikaten dikkate değer bir programhazırlamışlardı. Gerçi ben İngiltere’yibilmiyordum ama, benim İngiliz gazetelerindeçıkmış olan makalelerim beni o muhitteepeyce, ismen, tanıtmıştı.Bu ilk ziyaret esnasında, burada ancakhafızamda en fazla yer etmiş olanlardanbahsedeceğim. Yani bunlar sıraya konmuşdeğillerdir.Londra’da ilk günlerde o devrin ateşli vetanınmış sanatkârlarının başta gelenlerini
görmek nasip586 olmuştu. Beni aralarındakitoplantılara davet ediyorlar ve sayıları mahdutdahi olsa orada ilk defa topluluğa hitap edenkonuşmalar yapıyordum. Londra’da, gerek butoplulukta, gerek Miss Fry’ın evinde tanımışolduklarım arasında üzerime ilk büyük tesiriyapan, muharrir Nevinson’du587.Daima doğru bildiğinden ayrılmaz, kendimemleketini de harici de en açık bir tarzdatenkit ederdi. Hayatımda karşılaştığımidealistler arasında, inandığına her şeye rağmensadık kalan iki kişi, hayat arkadaşım AdnanAdıvar588 ile Nevinson idi.İdealizm kadar, maddî bakımdan olduğukadar manevî bakımdan da insanı daimî biryalnızlığa sürükleyen şey yoktur. Bazan buyalnızlıktan da çok öteye gider, hatta insanındeğil sükûn ve tabiî hayatına, hatta yaşamasınabile mani olabilir. Bu, tabiî İngiltere’de,Türkiye’ deki kadar tehlikeli ve müşküldeğildir. Fakat memleket haricinde idealistlerinhareketlerini gözden geçirdiğim zaman
Nevinson’unki kadar sadece imana dayananahiç tesadüf etmedim. Edebî bakımdan bana ogünlerde en fazla tesir yapan Miss Fry’ındostları arasında bulunan meşhur sanatkârMasefield’dir589. Onların köydeki evlerinebirkaç gün misafir oldum. Bu adam henüz okadar meşhur değildi. Maamâfih bir hayli yılsonra İngiltere’nin resmî büyük şairi oldu.Sonraları, dünyaca tanınan Pompey adlıeserini yazmış, fakat henüz neşretmemişti.Ziyaretim esnasında bana bu eseri baştan başaokudu. Bu beni hayran etti. O günlerdeMasefield’in sanatkârlığı ile alay edenlere ben,Pompey basıldıktan sonra okumadım. Bu günbana ne tesir yapacağını bilmem, fakatİngiltere’de basıldığı zaman muazzam birşöhret yapmıştı.İngiltere’deki hatıralarım arasında,Cambridge’de Profesör Browne’un590 evinemisafir olduğum günler başta gelir. ProfesörFarsça ve Türkçe dillerinde ve kültüründe
zamanın en büyük bir âlimi idi. Gibb’in591Osmanlı Şiir Tarihi592 adlı eski edebiyatımızhakkında en metotlu ve faydalı büyük eserinyaratılmasında da tesiri olmuştu.Profesör, beni bir gün üniversiteye götürdü.O günlerde İrlanda henüz muhtar593 değildi.Fakat o gün İrlanda muhtariyeti hakkında çokmühim ve tarihî bir münakaşa yapılıyordu.Tabiî ben, o münakaşayı bir misafir sıfatı ilegeriden dinledim. Uzun bir masada,üniversitenin en büyük profesörleri ile bir deİrlanda muhtariyetini müdafaa eden (Mr.)Dillon594 adlı o günün en meşhur bir hatip vemilliyetçisi vardı. İhtiyar bir adamdı. Evvelâsamimiyeti ve sevimliliği bende heyecanuyandırdı. Âdeta gözlerimden yaş geldi.Yanımdakilerden bu yaşları saklamak içinönüme eğildiğimi hatırlıyorum, maamâfih aynızamanda böyle bir mevzuun bir üniversitedeserbestçe münakaşasına meydan verenİngiltere’nin iç idare sisteminin hususiyetlerinide gösteriyordu. Zannediyorum ki,
İngiltere’den başka bir yerde, hatta Fransa’dabile Dillonları taşlayabilirler.Parlamentoyu ziyaretim de bende derin birintiba595 bıraktı. Dünyanın en eskiparlamentosu ister istemez benim gibilerdebüyük bir hürmet ve taktir uyandırır.İnanıyorum ki parlamenter sisteme doğrugidenlerin onu kendilerine misal olarak almalarıdoğru olur. İngiliz sistemi halk arasında herzaman kanlı çarpışmalara mani olmuş, bilhassaidare mekanizmasını şahsî tesirlerden uzaktutmak sureti ile memleketlerinin istikbalinikorumuştu. Bu parlamento aynı zamandamemleketlerinin temeli olan millî ananelerinisöküp atmayan bir müessesedir.Diğer mühim bir hatıra da OxfordÜniversitesi’ne dairdir. Orada B. Russell’ın596evinde bir hafta misafir kaldım. Salih Zeki,bana ondan, zamanımızın en büyük ilim kafasıdiye bahseder dururdu. Bir taraftan hususî birkadın toplantısına davet edildiğim için oradayapmaya mecbur olduğum konuşmayı, korka
korka kafamda hazırlarken, bir taraftan da bubüyük ilim adamını merak ediyordum.Russell, Üniversite’nin tedris unsurları597arasında idi. Birinci karısı olan sevimli ve ciddîbir Amerikalı kadınla evli idi. Bu Russell’ınkendisi, o günlerde, hiç de Salih Zeki’nin çizdiğibüyük âlim portresine benzemiyordu.Kendisi, o tarihte ilk heyecanlı devreleriniyaşayan kadın hareketine kendini tamamenkaptırmıştı. Evinde bir sürü genç veya yaşlıAmerikalı kadın misafir etrafını alır, kendisi debütün gün kadın erkek müsavatını598 âdeta birpapaz gibi büyük mitinglerde vaaz ederdururdu.O evde geçen hafta da tamamen şahsî olan,beni âdeta gülünç denecek derecede üzen birmeseleden burada bahsetmedengeçemeyeceğim.İngiltere’ye gelirken yanımda olan paratükenmişti. Londra’dan ayrılırken Miss Fry’denbana İstanbul’dan gelecek herhangi mektubuhemen Oxford’a göndermesini rica etmiştim.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 611
Pages: