neslin bayra ı olmu . Avrupa,Rönesans’tan beri Yunan’ı kekeler.Yunan’ı ya ayan ve Yunanca dü ünen ilkair Chenier.Salih Zeki için böyle bir ba’s-üba’d-el mevt ümidi yok. O ne bir tekâmülzincirinin son halkası, ne gelece ekanatlanan bir özleyi .Salih Zekiyi Yunan öldürdü.Okunmadıkça menfasına kaçtı air.Yunan, o yalnız havari için, bir mahpes,daha do rusu bir çarmıh oldu.
ran’a KaçıAsya’nın bütün evlatları içinde Batı’nınilk benimsedi i: Zerdü t. Buda’yla*Konfüçyüs’ün* sesi uzun zaman eri emezAvrupa’ya ve Asya’nın hikmetini tekba ına Zerdü t temsil eder. MusevilikZerdü tlü ün damgasını ta ır: hayırla erarasındaki ikilik, meleklerle cinlerinsava ı, kıyamet gününe iman... hep onunyadigârı. Hıristiyanlık, Zerdü t olmadananla ılmaz. Bir kelimeyle Batı,kaynaklarını ara tırırken kar ısındadaima Zerdü t’ü bulmu tur: hüviyetiça dan ça a de i en bir masal Zerdü t’ü.On sekizinci asır için yeni bir Musa, dahahürriyetçi, daha filozof, daha genidü ünceli.Avrupa, “gerçek Zerdü t”ü 1771’detanır. Bu ilk tercümenin uyandırdı ıyankı, hain bir istihzadır önceleri. Gençbir ngiliz müste riki: “Bu kitap yaAvesta’nın kendisidir”, diye yazar, “o
zaman bu abesler mecmuasınıntercümesine ne lüzum vardı; ya damütercim tarafından uydurulmu tur,beyhude bir sahtekârlık.” Ama Batı,Do u’nun iir ve dü ünce bahçesine onunaçtı ı yoldan girer... Avesta, ihtiyarAsya’yla genç Avrupa arasında ı ıktan birköprü olur.On dokuzuncu asrın geni kanatlıtarihçileri, Iran-ı kadîmin bu efsanevîpeygamberini kendi emellerine tercümanyaparlar. Zerdü t, toprak reformundanyana ilerici bir köy papazı olur çıkar.Sonra, oryantalizmin* olgunluk ça ı...Esrarı çözülen Zentce.* Avesta yenidençevrilir Batı dillerine. Ve Avrupa,bilgisinden üphe etme e ba lar,bilgisinden ve idrakinden. Avestaüzerinde “u ra anlar, bir gün önceyaptıkları tercümeyi ertesi gün ba tanba a de i tirmek zorunda” kalırlar.Yorumlar birbirini kovalar; geçen asrın“ilerici papaz”ı asrımızın bazı tarihçilerine
göre koyu bir düzen savunucusu, bircezbe uzmanı, bir dervi , bir ilkeldir.Kısaca, Hıristiyan ba ka türlü anlarZerdü t’ü, dinsiz ba ka türlü, Mecusiye,Museviye, filozofa, din bilginine apayrıeyler söyler Avesta.Bize gelince... slâm’ın gümrahnuru, ate gedelerin titrek ı ı ınısöndürdükten sona, mubidler Hint’egöçer. Zerdü tçülük soluk bir hatıradırartık, günden güne unutulan bir hatıra.Osmanlı, ikbal ve ihti am devrinde,Mecûs-u menhûs’a da, onun sahtepeygamberine de iltifat etmez. Mutlakhakikate eri en, bâtılı neden merak etsin.Sonra, inkiraz belirtileri, ve bir arz-ımevut i tiyakiyle tutu an aydınlar.Servet-i Fünûn bir kaçıedebiyatıdır, zamanda ve mekânda kaçı .Servet-i Fünûn bir müsta riplerkervanıdır; her iskeleye u rayan, hiçbirülkeye yerle meyen bir kervan. Servet-iFünûncular’ın bütün beldelerde sevgilileri
vardır, çabuk unutulan sevgililer.Zerdü t de bunlardan biri.Köprülü’yü dinleyelim: “Fikret’ingençlere tahayyül ettirmek, sevdirmekistedi i âlem, bütün anasın arasındakudsi bir ahenk, ilâhî bir a k, mevcudolan bir iyilik ve güzellik dünyası, mev’udbir eremdir. Hürmüz’le * Ehrimen’in*ebedî mücadelesi, nihayet Ehrimen’inçözülmez zincirlerle ba lanarak sonmenfasına gönderilmesiyle, nurunzulmete, hayrın erre galebesiylebitmi tir.”Fecr-i Âti, Servet-i Fünün’dandaha köksüz, daha tedirgin, daha azs a m i m i . ResimliKitap’ıngençkalem orları için Hint de, Iran-ı kadîm debir “aldatmaca”dan ibaret. Yakup, öhretavcılı ına çıkarken boynuna tılsımlı birmuska takar: Nirvana. Refik Hâlit,yazılarını Zent-Avesta ba lı ı altındasergiler.Oysa, Hüseyin Dâni * samimi bir
Zerdü tperesttir. Mirzâ’nın Iran-ı kadîmmuhabbeti bir kaçı de il, bir kendikendine dönü . Zerdü t unvanlı uzun biriirini Mills’den alınmı bir epigraflat u r a la r : “Cemiyet-i be erin e yay-ımevhûmeye tapındı ı bir zamanda(Zerdü t), Tanrı’nın mahiyeti hakkındadünyanın o vakte kadar tahayyül etmioldu u suver-i akliyenin en temizine veen felsefisine taabbüd ediyordu”. Sonraco kun mısralara döker vecdini:“ nsan dü üncesi kötülü e vekaranlı a gömülmü . /Cihanı Ehrimen’invelvelesi sarmı tı; /Riya ve yalan ordularıferman dinletiyordu dünyaya, /Kaderufuklara fesad kıvılcımları saçıyordu...”Nihayet Zerdü t görünür: Ate gedeyi*ilâhi im ekle tutu turan, cehalet içindekıvranan ça ları ı ı a bo an, yolunukaybetmi milletlere do ru yolu gösteren,Yezdan’ın* nuruyla çölleri gül bahçesineçeviren Zerdü t... Ay’la yıldız onunme alesidir. Ku lar düsturlarını
terennüm eder. Halk ezberlemeliAvesta’yı. Çünkü o, çürüyen bir dünyayıümran’a kavu turmu tur. SonundaYezdan Ehrimen’i yenecek. Cihandemutluluk arttıkça artacak, endi e-i ferdakalmayacaktır. Müderris air, acı birsualle tamamlar iirini. Zerdü t’ünkılavuzlu unda tarihin en parlak ça ınıya ayan ran, bugün neden mecalsiz?Mirzâ’nın bekledi i cevap sualin içindede il mi? Mecalsiz çünkü, Zerdü t’eihanet etti.Hâlit Fahri için, Avesta yazarıark’ın bin bir efsanesinden biridirsadece. Gerçi, air bu kaçı kervanınakatılır, ama kervanı sonuna kadar takipetmez. “Elinde cennet açan Zent-Avesta”... Hâlit Fahri’nin Zerdü t manzumesiböyle ba lar. htiyar peygamber, dört birçölü a arak gelir Fâris’e. “Ahura Mazda’yıtakdise ba lasın ran...” diye vaazaba lar: “Odur yegâne ilâh; emri: nuratapmaktır.” Asırlar geçer, kutsal ate
söner ve air o büyük inancın ölümünü:“Kan a layan afak altında söndülalelerin,Kırıldı ta lara çarptıkça alpiyalelerin.”mısralarıyla kitabele tirir.Sonra Zerdü t, hiç beklemedi imizbir yerde kar ımıza çıkar. Cenab’ınAvrupa Mektuplarında unları okuyoruz:“ ran’ın filozof-u tabiîsi Zerdü t’tür. Ruh-u Farsı hiçbir kuvvet hattâ slâm’ın kılıcıbile, tamamiyle Zent-Avesta’danayıramadı. A k-ı nîrân (ate sevgisi) ilekalb-i ran arasında sanki ezelî bir ate -pervane nisbeti var.” Ve Cenap bu parlakte bihi a ırtıcı bir hükümle noktalar:“Kant’a, Avrupa’nın Zerdü t’ü diyebiliriz.”airlerimize parlak mısralar ilhametmekle kalmadı Zerdü t. Allâmelerimizde onun u runda çetin mübarezeleregiri tiler. Samih Rıfat* bir frenklisaniyatçısına dayanarak hazretin Turanasıllı oldu una yemin ederken, -aynı
frenk lisaniyatçısını ahit gösteren- RızaTevfik Avesta mübdiinin aryânîli iniispata kalkı tı. Münaka a aylarca sürdü.Evet, bir imparatorluk parça parçayıkılırken ulemây-ı rüsum ran’ın “filozof-u tabiîsi” u runa her fedakârlı ı gözealıyor, her zillete katlanıyordu.ark dü manı intelijansiyamızın,arklı bir hakîme kar ı besledi i bu derinmuhabbeti nasıl izah edece iz? Avrupa’yaolan sadakatiyle. Zira, airlerimizinterennüm etti i bu Zerdü t, Avrupalı birZerdü t’tür. Ve Zerdü tperesetulemâmızın tek amacı vardır: slâmiyet’iunutturmak.
Mutlak’a KaçıCellini* bir adam öldürür. Papa’ya ikâyetederler. Ka larını çatar kudsiyetmeap:“Bizim kanunlarımız avam içindir” der,“dâhiler için de il.” Celâl Sılay da birtarafıyla Celline idi: Serazat, derbeder,küstah.Diderot, iki yüzyıl önce bu yandâhilerin nefis bir portresini çizmi .“Rameau’nun Ye eni’ni* okuyanlar yirmibe ya ındaki Celâl’le kar ı kar ıyageleceklerdir: Hayır ve serden habersiz,sefaleti içinde ma rur, ele avucası mayan bir zekâ. Diderot’un kahramanıiçtimaî bir zelzelenin arifesinde ya ıyordu;Celâl, içinde ya adı zelzelelerin. Celâl’intrajedisi bir ça ın trajedisidir.Onunla Nisvaz’da tanı mı tık.Nisvaz garip bir me her idi 1940’larda.Zekâyla fuhu , ciddiyetle bohem, enparlak ümitlerle en karanlık ıstıraplaryanyanaydı Nisvaz’da. Maziyle istikbalkucak kuca aydı. Mustafa Sekip bir avuç
hayranına Bergson’u anlatır; Peyami,Marinetti üzerinde nutuk çeker: SuphiTa han “üç buudlu” iirlerini okurdu. SaitFaik’in mütecessis bakı ları, bir hikâyekonusu arar gibi dola ırdı masalarda. ArifDino, Yunanca iirlerini dinletecek birkurban bulmak için iltifatlar da ıtırdıetrafa. Sadri Ertem her stanbul geli iNisvaz’da ota kurardı. Kimlerigörmezdiniz çevresinde... Gazeteci MünirSüleyman, aktör Avni Dilligil, dekankâtibi hsan Altay ve bir sürü genç air.Celâl, bu alaca bulaca, buinsicamsız, bu birbirine yabancıinsanların dünyasında imtiyazlı birmahlûktu. Sekip hocaya takılır,Peyami’yle kırk yıllık dost gibi konu ur,Sait’le akala ırdı. Mua eret adabı diyebir ey tanımazdı Celal, dünyada yalnızkendisi vardı. Sevimli bir hayvan, sıhhatlive hayâsız. Yata ını arayan bir seldiCelâl: nzibatsız, çılgın, ımarık. Nisvaz’daherkes airdi bir parça. Ama Celâl
kendini bir evvelki nesle kabul ettiren tekairdi. “Türkiye’nin sesi” demi lerdi ona;“ça ımızın sesi” demi lerdi.Mısraları dudaktan duda adola ıyordu. Çılgın bir kahkahaydı Celâl...Yerle mi de erlere zirveden bakan birtürediydi. Genç airler, aralarında birhükümdar çalımıyla dola an bu küstahdelikanlıya, Napolyan Celâl adınıtakmı lardı, Napolyon Celâl, deli Celâl.Ama kızamıyorlardı da ona. Tabiatgibi mesuliyetsiz, tabiat gibi masumdu.Ya lılar aldanmamı lardı. Bir ça ınsesiydi Celâl. Aydının halktan koptu u,edebiyatın bütün içtimai de erlerearkasını çevirdi i peri an bir ça ın sesi.iir ya bir oyundu artık, ya bir isyan. VeNisvaz pastahanesinin alkı tuttu u bugarip air, mefhumlarla oynayan birkelime cambazıydı, mefhumlarla vehayatla. Necip susuyordu, Nâzımhapisteydi. Bu köksüz burjuvazinin yenibir aire ihtiyacı vardı. Kendi
buhranlarını, kendi iç sızılarını dilegetiren bir aire.Yıllar geçti... Ben bir ta ralıtecessüsüyle sürüklendi im o gürültülüdünyadan, kitapların asude inzivasınailtica ettim. Celâl fırtınalar içinde kanatçırpmaya devam etti. Dalgalar o co kunmizacı kâh girdaplara fırlatıyor, kâhgöklere yükseltiyordu. Celâl hayatı bütünhacaletleri, bütün acıları ve bütünzevkleriyle ya adı. Hayat trajedisini onunkadar yakından tanıyan pek az insanvardır.Yirmi be yıl birbirimizden uzakya adık. Sonra garip bir tesadüf bu eskiâ inâyı tekrar kar ıma çıkardı. Yaralıydıve bir dosta ihtiyacı vardı, güvenilecek birdosta. Her ıstırap mukaddestir. ki yılpazar ak amlarımızı beraber geçirdik.Beraber doldurduk “Yeni nsan”ı.Okunmayan bir dergiydi bu, okunmayanve satılmayan. Ama Celâl’in son ümitkapısı ve biricik geçim kayna ıydı.
De i memi e benziyordu Celâl, ne var ki,bir Olemp Tanrısınınkini hatırlatankahkahaları arada bir çı lıkla ıyordu. Vehiç beklemedi imiz bir andakaranlıkla ıyordu Celâl.Huysuzlu u artmı tı. Bu üzücüdostlu a iki yıl dayanabildim. Ayrıldık. kiyıl sonra tekrar kapımı çaldı. Hiçbir eyolmamı gibi yeniden kucakla tık vedostlu umuz son günlerine kadargölgesiz ve sakin sürüp gitti. Acılarzekâsını bilemi ti Celâl’in, duygularınıderinle tirmi ti. imdi, o yaramaz, ouçan, o kabına sı mayan genç adamınyerinde olgun bir insan vardı.Yirmi be inde öhretin zirvesineeri en air, elli be inde unutulmu tu.Daha mı kötü yazıyordu? Hayır...Okuyucularını kaybetmi ti sadece,okuyucularını ve hayranlarını. Birzamanlar hislerine tercüman oldu u“mutlu azınlık” hassasiyetini büsbütünkaybetmi ti. iir istemiyordu artık.
Tutundu u dallar kopmu tu Celâl’in.Altından ba ka mukaddes tanımayan busersem kalabalı a ne söyleyecekti Celâl...Kitaplarını belli bir sayıda basıyor vebirkaç dosta arma an ediyordu. ZavallıCelâl, ömür boyu içtimaî kavgalarındı ında ya amı tı. Çalı anların,inananların ve gönüllerini bir dâvayaba layanların dünyasından habersizdi.Ve hazlar, bir zelzeleden kaçan hassasyaratıklar gibi uzakla mı lardı ondan.Küçümsüyordu öhreti. Amaâ ıklarını kaybeden bir dilberinmeraretiydi bu. Ba ka ne yapabilirdi?Etrafındakiler tarafından anla ılmadı ınainanınca ebediyete seslenmek istedi.Aldatmayan tek sevgili vardı dünyada:mutlak güzel. Ve Celâl son yıllarını buma rur dildâdenin fethine adadı. Amabo una... Zengin bir hayat tecrübesi,keskin bir zekâ ve çok sı bir irfan. Ömürboyu okuyamamı tı zavallı dostum.Kelime da arcı ı fakirdi. Ve kendisini bir
uçuruma atar gibi “uydurcanın”kuca ına fırlattı. Bu köksüz, bumusikisiz, bu tedaisiz kelime le leriyle iiryazılamayaca ını anlayamadı.Ba arısızlı ı bir neslin ba arısızlı ıdır.Celâl’i dü ündükçe Balzac’ın birhikâyesini hatırlarım: “Bilinmeyenaheser.” Bilinmeyen aheser birressamın trajedisidir, mutlak pe indeko an bir ressamın. Bir portre üzerindeaylarca çalı an sanatkâr eserini boyunadüzeltir. Bu titiz, bu hummalıçalı maların sonunda bir boya yı ını kalırtuvalde. Yalnız bu tashihlerden nasılsakurtulan bir el ressamın bütünustalı ını, bütün sanatını, bütündehâsını if a eder seyircilere. Celâl’in soniirlerinde de bu “eli” hatırlatan güzelmısralar var: ciltlere sı mayacakdü ünceleri üç be kelimeye hapsedenkristal mısralar.Son yılların Celâl’i için iir birmikrokozmostu. Bütün ruhunu dökmek
istiyordu kelimelere; bütün çilesini,bütün tecrübelerini dökmek istiyordu. Veiir Heraklaitos’un vecizelerine dönüyorduçok defa: namütenahi karanlık... ve nazlınazlı ı ıldayan birkaç ate böce i. Hint’insutralarını hatırlatan bu yalın ve esrarlıkelime yı ınını bütün lezzetiyletadabilmek için airin kendisinidinlemeliydiniz. Ne cezbeli bir okuyu tuo...Zulmet perde perde aydınlanır,kelimeler birer kıvılcım olurdu.Anlamasanız da kendinizi kaptırırdınız omusikiye. O mısralar kırk yıllık airin sonya ama sevinciydiler. Son ya ama sevincive usanç dolu bir hayatin tek esbab-ımucibesi ve yegâne me ruiyet beratı.Zavallı Celâl... Elinde ne Oscar Wilde’ınngilizcesi gibi muhte em bir piyano, neMallarme’nin Fransızcasına benzer çoksesli bir org vardı. Ve o eci bücü“tilciklerle” ebedî güzeli yaratmak içinçırpınıyordu.
Dikkati bıçak gibi saplanırdıgerçeklere: Sekmeyen, ba ı lamayan birdikkat. Bu keskin bakı lar her yalanafaziletin maskesini lâhzada sıyırır; hersahte öhreti çırılçıplak soyardı. Celâlkitapları de il, kalpleri okuyan adamdı.Son yıllarda tek zevki kalmı tı: anlamak:ıstırapları, buhranları, faziletleri. Veanladıkça bedbinle iyordu.Her kar ıla mamız tadınadoyulmaz bir vuslattı Celâl’le. Birkaçcümleyle masayı ı ı a bo ardı. Bizbirbirini tamamlayan iki tezattık. Benciddiyetim, o sezi ti. Ben kitaplarıtanıyordum, o insanı. Fazilete susuzduCelâl, asalete susuzdu. rfana hudutsuzhürmeti vardı. Bu büyük kabiliyetiköksüz ve idealsiz bir toplulu un alkı larımahvetmi ti. Erken öhret canınaokumu tu Celâl’in. Muhatabını seçemediCelâl.Celâl Türkiye’nin Oscar Wilde’ıdır.
Batı’ya KaçıYunanistan’a giderken, vapurda ikigençle tanı ıyor Miller.* Yunanlı talebeyiçok be eniyor. Dünyadan kayboldu unusandı ı insanca duygulara kavu maksevindiriyor romancıyı ve Yunanistan’ıgörmeden â ık oluyor Yunanlılara. Türktalebeye gelince “Hiç ho lanmadım ondandiyor, en kötü taraftarıyla Amerikankafası. Hayat yokmu Türkiye’de. Nezaman olacak? diye sordum. Ne zamanbiz de Amerika gibi, Almanya gibiolursak, dedi. Hayatı hayat yapan maddeidi, makine idi, ona göre.” (The Colosus ofMaroussi, s. 8-9).Sürgüne gider gibi yurduna dönenbu bahtsız delikanlı, uzun bir zincirin sonhalkalarından biri. Ne Avrupalı, neAsyalı. Ne Fransız, ne Türk. Kopmu veba lanamamı .A ao lu Ahmet* Bey’i hatırlıyorum.“Babamdan Hâtıralar” (Samet A ao lu,*
Ankara 1940) okudu um trajedilerin enacıklısı. Saf, iradesiz bir baba, neistedi ini bilmeyen garip ve hasta biranne. Kadın, kocasından habersiz,Rusça ö retecek bir Ermeni hoca tutuyoro luna. Ve Ahmet yalanla ba lıyorhayata. Dört yılda ana dilinisökememi tir. Leylâ ile Mecnûn’uokuyamıyor. Gülistan ile Bûstan’ı ancakhecelemektedir. Oysa “üç ayda Rusçayazıyı söktüm” diyor... “Rus kitapları nekadar çekici idi. Ötekiler isekupkuruydular. Birtakım, beynimdetaktak yapan eyler.”Sonra Karaba ’da açılan Rusjimn a zı. “Bahtiyarlı ı tamdır.” Türkhocalarını hatırladıkça utanç duyuyor:“Mecalsiz, üst-ba ları peri an, miskininsanlar.” Oysa Rus hocalar “ne kadarcanlı, temiz ve muntazamdılar”. “Manevîvarlı ım ikiye bölünme e ba ladı.Mektepte iken ba ka hava, ba kainsanlar, ba ka fikirler ve endi eler
arasında ya ıyordum. Eve gelincetamamen yabancı bir muhite giriyordum.Ve bendeki bu iki varlık, birbirinekarı maksızın, yanyana ve dimdikya amakta idiler. Hâlâ da ya amıyorlarmı?” Ne hazin itiraf! Ölümünden birkaçyıl önce yazdı ı bu satırlar, yalnızAgao lu’nun de il, bütün bir aydınlarkafilesinin dramına ı ık tutuyor.Jimnazı bitiren delikanlı, Sen-Petersburg’a gitmek üzere ayrılırkenannesi gâvur kızı ile evlenmeyece inedair ondan söz alıyor. Elli yıl sonra bile, oânı hatırlarken üzgündür A ao lu, tambir Avrupalı olmadı ına üzgündür.“Ah, sevgili anneci im” diye inliyor,“beni bu ikili e, bu tezatlara, buıstıraplara sevkeden sensin. Ben tarih vetabiatın verdi i bütünlü ü kaybedece im.Fakat, yeni bir bütünlük de almıolmayaca ım. Yarım yamalak bir eyolaca ım. Ah bu yarım yamalaklık, netükenmez bir dramdır!”
Eski bir dâva arkada ı, Resûlzâde,Ahmet Bey’i öyle anlatıyor: “1894’teFransa’daki tahsilini bitirdikten sonraKafkasya’ya dönen Ahmet Bey’eyurtta ları beyhude de il ki, Frenk Ahmetdemi lerdi. Bu sıfat ona Frenk fikir veideallerini yaymak hususunda gösterdi igayreti için takılmı tı. “Ahmet Bey Yakınark’taki Avrupalıla ma hareketinin ensamimi ideologudur.”1909’da Türkiye’ye gelen “FrenkAhmet” çok geçmeden ttihat veTerakki’nin tanınmı yazarlarıarasındadır. Birinci Dünya Sava ı’ndansonra onu tekrar Azerbaycan’dagörüyoruz. Azerbaycan heyet-i murahhasâzası sıfatiyle Baku’dan Paris’e gitmeküzere iken stanbul’da ngilizlertarafından tutuklanarak Malta’yasürülüyor (Resûlzâde). Malta sürgünü bu“mutaassıp Garpçı”ya garip bir eserilham ediyor: “Üç Medeniyet.” Türk Yurdugibi milliyetçili i bayrakla tırmı bir
dergide parça parça yayımlanan eser1928’de kitap olarak basılıyor (TürkOcakları Matbaası).Dünyada üç medeniyet vardıryazara göre. Bunlardan biri (yani Garpmedeniyeti), di er iki medeniyeti ( slâmmedeniyeti ile Budist-Brahmanmedeniyetini) tahakkümü altına almı tır:“Necat ve halâsımız için Avrupamedeniyetini oldu u gibi temessületmekten ba ka çare yoktur.” Pekimedeniyet nedir? “Tarz-ı hayattır” diyorAhmet Bey, “hayatın kâffe-i tecelliyâtı,maddî-manevî bütün uûnudur...Tefekkür ve tecessüs tarzındanba layarak, telebbüs ekline kadarhayatın bütün tecellilerini” kucaklar.“Aynı medeniyet zümresi aynı kafa iledü ünür, aynı kalp ile hisseder, aynımanevî cihazlarla mücehhezdir.”Garp medeniyeti galip, slâm veBudist-Brahman medeniyeti ma lup.Bunu bir kere açık ve kat’i olarak itiraf
etmelidir. Ma lubiyet iki türlüdür: maddîve manevî. Maddî ma lubiyetimiza ikârdır. “ slâm cemaatleri, birbiriardından velveleli bir tarzda sükûtetmekte ve mahvolmaktadır. slâmiyet’inson müstahkem kal’ası olan Osmanlılıkda bugünkü hâl-i peri aniye maruzkaldı.”Manevî ma lubiyetimiz de inkâredilemez. Ma lubiyet nedir? “Ba kasınınahsiyetini kabul ve iradesine tâbi olmak.Gerek Müslümanlar, gerek san ırk,elbiselerinden ve evlerinin tefri atı gibihayatın maddî tecellilerinden ba layarak,edebiyat, musiki gibi manevî hususatınen munis kö elerine kadar Avrupamodellerini taklit etmektedirler. Heleiçtimaî, siyasî, fennî, terbiyevîmüesseselerde Avrupa’nın büsbütünakirdidirler.” Ahmet Bey de bunuistemiyor muydu? Evet ama, bu tâbiiyetdoyurmuyor üstadı. “ slâm medeniyetinemensup cemaatlerin her gün mahv ve
münkariz olduklarını görüyoruz. Japonyagibi Avrupalıla an milletler ise gündengüne ilerliyor... Seylâp gibi akıp gelen vekar ısında kendi nev’inden bir maniabulamayan Avrupa medeniyeti her eyisüpürüp götürüyor.” “Aramızda Avrupamedeniyetinin üstünlü ünü kabuletmeyen yok, fakat bir noktadaaklananlarımız var: bu üstünlük Avrupamedeniyetinin yalnız bazı unsurlarına,meselâ ulûm ve fünûna münhasırde ildir. Her medeniyet zümresi,bölünmez bir bütündür. Parçalanamaz,süzgeçden geçirilemez. Üstün olan onunbütünüdür. Ayrı ayrı, falan veya filankısmı de ildir.”Yani Ahmet Bey arkmilletlerinden -daha do rusu slâmdünyasından- tam bir teslimiyet, kayıtsızartsız teslimiyet bekliyor. “Medeniyeti,idare-i maslahat usulüne tâbi tutmakisteyerek, kadir ve kahhar bir kuvveti,pazar mantı ı ile idare etme e kalktık.
Yüz seneden beri çabalayıp müsbet birneticeye vasıl olamayı ımızın sebebi hepbudur...” Ya amak için ‘Yalnız libasımızve bazı müesseselerimizle de il, kafamız,kalbimiz, tarz-ı telâkkimiz ve zihniyetimizitibariyle de, Avrupa’ya uymalıyız.” Amabunun için “ ahsiyet-i milliye”mizi fedaetmek lâzım gelecekmi . Adam; ahsiyet-imilliye de nedir ki? “Acaba bir millettede i meyen, ebedî bir hususiyet, bir özlükvar mıdır? Hayır”, diyor Ahmet Bey,“özlükten bahsedenler mütemadiyenbunun ahlâktan, hukuktan, lisandanv.s.’den ibaret oldu unu söylüyorlar.Fakat tarih-i millet üzerinde en sathî birteemmül, bütün bu anâsırın lâyetebeddelve ebedî olmadı ını isbat eder.”“Tarihinde dinini en az iki defade i tirmeyen hangi millet vardır?Türkler önce amanî de il miydiler?”( imdi de Hıristiyan olsunlar, de il miAhmet Bey?) “Ahlâk ve hukuka gelincebunlar mahiyetleri itibarı ile mütehavvil
ve mütebeddildirler... Lisanın ebedîli i deumumî de ildir. Bununla beraber yalnızlisandır ki, mahiyeti de i meden tekâmüledebilir. Demek ki millî ahsiyet denilenmefhum, lisanla beraber bir milletinmevcudiyet-i maddiyesinden ba ka birey de ildir.”Din, ahlâk, hukuk... birer safra.Gemimizi kurtarmak için vazgeçece izonlardan. Dile gelince, ba ka bir“milliyetçimiz”, Ahmet Bey’den kırk yılsonra, hem ehrisinin ba lattı ı teceddüthamlelerini taçlandıracak ve bizi ilim dilio l a r a k ngilizceyi kabul etme eça ıracaktır. (Bakınız Zeki Velidî Togan,*Hâtıralar). Ahmet Beye dönelim: “Ibtidaîbir ziraattan ba ka elimizde millîdenilecek bir sanatımız yok. Zekâ vedima ımızın saha-i cevelâm pekmahduddur. Kalbimizin darabanı pekzayıftır.” (Yani sefaletimizden ba kakaybedecek bir eyimiz yok. Marx olsazincirlerimizden ba ka derdi). “Yine
bereket versin ki, herkesin mütenaimoldu u o umumî sofrada hissemize dü enkırıntılarla bir nevi idare-i maslahatetmekle zevahiri kurtarma a çalı ıyoruz.”Sonra nakarat: “Medeniyetsahasında ma lubiyetimiz kat’idir ve galipmedeniyeti temsil etmek lüzumumübremdir.” Ahmet Bey de ihtiyarCaton* gibi her ibareyi aynı nakaratlabitiriyor: “Delenda Carthago” (Kartaca’yıyıkalım). Yalnız Ahmet Bey’in Kartaca’sı,dü man bir ülke de il; kendimedeniyetidir, kendi medeniyetimizdir.Dü man esareti altında kalemealman kitap, dü man medeniyetinindestanı. Galiplerin çizmesini yalayan bir“milliyetçilik”. Ahmet Bey tanımadı ıOsmanlı tarihinin ve ölünceye kadarö renemedi i Türk edebiyatının hasm-ıbîamanı’dır. öyle diyor: “Mekteplerimizdeumumî edebiyat tedrisinde Yunan, Romave Avrupa akvamının kahramanlıkdevirlerine ait edebî eserleri hususi bir
itina ile tedris etmeliyiz.” “Asırlardan beriOsmanlı hükümeti, faziletin dü manıolmu tur. Hükümdarlar ve hükümetadamları âdeta faziletten, bilhassamedeni faziletten tevahhuedegelmi lerdir. Onun menbaınıkurutmak için ne yapmak lazımsayapmı lardır. Sıdk-u sadakate, cesaret-imedeniyyeye, hakka ve hakperestli ekar ı, mütemadi bir harp ilânetmi lerdir.”Deli Petro’y u “âlî fikir” ve “âlîhimmet” bir dâhi olarak takdim edenyazar, ahlâkımızı da, edebiyatımızı dayerin dibine batırıyor. Hâkimiyet-i Milliyeba muharririnin en çok sevdi i müellifler“Lenin’i hazırlayan” Rus yazarlarıdır.Kendisini dinleyelim: “Bana ilk evvelKafkasya’yı sevdiren, Kafkasya’nıngüzelliklerini anlatan Lermontov’laPu kin’in tasvirleridir. Ve keza Kafkasyaköylüsüne, onun saf ve temiz hayatınakar ı ilk hissî merbutiyeti yine bu
muharrirlerin eserleri uyandırmı tır.Vatan muhabbeti, vatan a kı i te böyledo ar, böyle kesb-i kuvvet eder.”“Üç Medeniyet” serlevhalı buinsafsız ithamnamede Türk- slâmmedeniyetine ait her de er kötülenir.Bayramlarımızın sayısı azdır, kabahat.Sadi’yi okuruz, günâh. Ve üstat biziutançtan öldürmek için Sadi’nin ahlâkını“Kanunların Ruhu” ve “ çtimaî Mukavele”ile mukayeseye kalkar. Hattâ Marx’ıntarihî maddecili ini bile sahneye çıkarır.Ne var ki, hukuk-u esasiye müderrisi,iraz’lı airle, Montesquieu veyaRousseau arasında nasıl bir münasebetbulunaca ını katiyen söylemez.Aydınlarımız bu “haydarâne”hücumlar kar ısında kahramanlıklarını“hakîmâne” bir sükûtla ispat ederler.Ancak Serbest Fırka komedyasındansonra, dilleri çözülür. Celâl Nuri Bey* “ÜçMedeniyet” yazarını Rus’lukla ithameder. “Üç Medeniyet” yazarı Celâl Nuri
Bey’in Rum oldu unu ispata kalkar...Zavallı Agayef, zavallı Türk milliyetçili i.
Le Bon’perestlerVatanında pek az tanınan Le Bon,Osmanlı ülkesinde yaman bir müritbulur, Abdullah Cevdet. Bu a inalı ınuzun bir mazisi var. Paris’t e “Osmanlı”gazetesinin yazı i lerini deruhte edengenç politikacı halk ruhiyatınınyabancısıdır. Büchner’den* Le Bon’a,yani fizyolojiden sosyolojiye atlar. Ve “birkavmin tabib-i içtimaîsi olmak isteyenlereuzviyet-i akvamın te rihini, fizyolocyasını”göstermek için “Les Lois Psychologiquesde l’Evolution des Peuples”ü tercümeyekoyulur. Zira bu kitaptaki “nüsus vekavanın-i içtimaiyeye muttali olmaksızınıslah-ı mülk ü millete” kalkı mak “te rihve fizyolocya bilmeksizin tabiblikdavasında bulunmak kadar abes vetıflânedir.”Genç doktorun Le Bon hayranlı ı,ana yurtta da devam eder. A. Cevdet, “Ozekâ-ı feyyaz”ın Türkiye büyükelçisidir
sanki. “Yı ın Psikolojisi” mi çevrilmi ?Nevzuhur mütercimlere yıldırımlarya dırır ve kolları sıvayıp kitabıkazandırır Türkçeye.Zavallı A. Cevdet! Paris’e hergidi inde o “büyük ve slâm’ın muhibbihakîm”in ikametgâhını tavaf edermi .“Aklı Selim” mütercimini ateizminbayraktarı olarak tanıyanlar “ slâm’ınmuhibbi” tabirini tuhaf bulacaklardır.Acele etmesinler; bu “reaksiyoner,sosyalizm ve cumhuriyet aleyhtarı, fakathür-endî ” fikir adamı (!) “medeniyetler,yalnız yeni bir din hâlini alan sosyalizmve komünizme de il, slâmiyet’e kar ı dasava açmak zorundadırlar” diyecekk a d a r “ slâmiyet muhibbi”, Lozan’daTürklere fazla mülayim davranan tilâfDevletlerini kınayacak kadar da Türkdostudur! Ah bu intelijansiyamızıngafleti...kinci Me rutiyet’in bir ba ka “LeBon’perest”i de, Celâl Nuri. “Tarih-i
Tedenniyât-ı Osmaniye” yazarına göre:“Bizim ahvalimiz, hususiyleMe rutiyet’ten sonra cereyan edenvak’alar nazar-ı dikkate alınırsa, G. LeBon pek ziyade hak kazanır.” Celâl Nuri,üstadın temel fikirlerini uzun uzadıyaanlattıktan sonra, onu “inkılâpçılarımız”aısrarla tavsiye eder: “Kanun-u esasi ilebir millet can çeki mekten kurtulamaz.”Asıl gaye, “devlet ve milleti ıslah etmek.”“Psikolojiyi küçümsedikçe çökmektenkurtulamayız.”Le Bon fikriyatının hayranlıklasergilendi i bir mecmuada d a Edebiyat-ıUmumiye, Le Bon dü ünce bakımındanFransız’dan çok Alman’dır, diye yazarCelâl Nuri. Bunun içindir ki, Fransızaydınlarından ço u onu kendilerindensaymazlar. Son kitaplarında “irfan-ıbe eriyete yeni bir felsefe-i ruhiyeninçerçevesini sunan” üstat, kendimemleketinden çok Almanya’da,Japonya’da, hattâ memleketimizde
me hurdur.Alman orduları, muzaffer oldukçaCelâl Nuri’nin Le Bon hayranlı ı tezâyüteder. “Latin milletleri tarih sahnesindençekiliyor” müjdesini vermektedir Le Bon.“Biz Türkler, onun eserlerine e siz bir ilgigöstermeliyiz. Onu ne kadar iyi tanırsak,o kadar az hata ederiz. Üstat, yalnızFransız psikolojisini de il, bizimahvalimizi de bizden söz etmeyerekdüsturla tırmı tır. Le Bon’dan birformacık olsun okunmadan, do rudürüst bir ba makale bile yazılamaz.”(Edebiyat-ı Umûmiye Mecmuası,* s. 2)kinci Me rutiyet’in ilânındansonra Ahmet uayp,* Rıza Tevfik ve CâvitBeylerin büyük iddialarla ne rettikleriUlûm-u içtimaiye ve iktisâdiyeMecmuası’nda da üstatla sık sıkkar ıla ırız. uayp muharririni zikretmeyelüzum görmeden Le Bon’dan fikirler,hattâ fasıllar aktarır.Le Bon mütercimlerinden Giritli
Ahmet Saki, üstadı, “kimya âlimi, te rihuzmanı, usta bir ressam, foto rafçı veharitacı, sabırlı bir seyyah...” olaraktanıtır. Ve “kütüphaneler dolduracakkadar bol olan muhalledâtının” bizde kâfiderecede tanınmadı ından ikâyet eder.Hangi muhalledât? “KitlePsikolojisi” yazarı, rüzgârın istikametinegöre yönelen bir dü ünce fırılda ıdır.Avama mahsus bir ansiklopedi, Frenkçeyazan bir Rıza Tevfik. Köksüz birintelijansiyaya ufuksuz bir “mür it”.
Nak -ı Ber Abnsanından kopan intelijansiyanın kaderisuya nakı lar çizmek. Zavallı Peyam-ıSabah ba muharriri... O hazin ba lı ın(Nak -ı Ber ab) yalnız bütün mahsulat-ıedebiyesini de il, kısa fakat hummalıhayatını da kucaklayan bir mezar ta ıkitabesi olaca ını dü ünmü müydüacaba? Hatalarını hayatıyla ödeyen AliKemal bana hep Suavi’yi hatırlatır. Aynıengin tecessüs, aynı bilgi susuzlu u, aynıuursuzluk. “Fetret” yazarı bir fetretdevrinin yazarıdır. Diliyle AhmetMithat’a, inançlarıyla Celâl Nuri’ye yakın.Ali Kemal’i Avrupa mahvetti. Akla,muayyeniyete, Batı’nın bütün yalanlarınainanıyordu. Bozgun ça larının ümitsizaydını. Karanlık günlerin bu çokalkı lanan, çok sevilen, çok korkulangazetecisi ne istikbale inanıyordu, nehalkına. Ali Kemal an’ı ya ıyan adamdı.Satılmı mıydı? Hayır. Ali Kemal bir
neslin günâhlarını yüklenen tekedir, belkien büyük suçu: samimiyet. Topal birüslup, çılgın bir muhayyile ve bir kadınhassasiyeti.Fransız Devrimi’ni ben de “Rical-ihtilal”den heceledim, bütün bir nesilg i b i . “Edebiyat-ı Hakikiye Dersleri”çırpı tırılmı bir kitap, ama Türk aydınlarıFlaubert’le mektebini o karalama’danö rendiler. “Bir Safha-i Tarih” zamanzaman bir destan co kunlu una yükselir.“Paris Musahabeleri”ni hâlâ severekokurum. Hüseyin Cahit’le tartı malarındaAli Kemal’i çok daha dürüst, çok dahat a r ih e hürmetkâr, çok daha bizdenbulmu umdur. Ali Kemal YeniOsmanlılar’ın son temsilcisidir. SaitHalim Pa a’nın ölümü üzerineyazdıklarını hatırladıkça hem insan, hemyazar olarak yüzüm kızarır. Politikacı AliKemal, yazarın mesuliyetinden habersiz,insiyaklarına zebun bir kelime cambazıidi.
Ça da larına tarih uuru a ılamakisteyen o çılgın zekâ yakın tarihimizin enuursuz kalemlerinden biri ama yine deadını ku atan bu korkak, bu hain, buriyakâr sükûtu hakketmemi ti. Fransabir Maunas’ı bile ba ı ladı.Nak -ı Ber ab yalnız Ali Kemal’inhailevî kaderini hulasa etmiyor; yazarınkalabalıkla ha r-u ne r olamadı ı birdünyada hepimiz suya nakı lar çizenbirer çılgın de il miyiz?
II- BIZVEONLAR“ mparatorlukgündengünezayıflamaktadNiçinsaklamak?Onu buhâledü ürensebeplerinba ındaAvrupalıla mazihniyetigelir.TemelleriniIII. Selim’inattı ı buzihniyeti,derin
cehaleti vesonsuzhayalperestli iyüzündenII. Mahmutsonhaddinevardırır.Babıâli’yetavsiyemizudur:hükümetinizidinîkanunlarınızasaygı esasıüzerinekurunuz.Devletolarakvarlı ınızıntaneli,Padi ahlaMüslüman
tab’aarasındakien kuvvetliba ,dindir.Zamanauyun,ça ınihtiyaçlarınıdikkatealın.darenizidüzenesokun,ıslah edin.Amayerine sizehiç deuymayacakolanmüesseselerikoymakiçin
eskileriniyıkmayın.Avrupamedeniyetindesizinkanun venizamlarınızauymayankanunlarıalmayın.BatıkanunlarınıntemeliHıristiyanlıktırTürkkalınız.Tatbikedemeyece inikanunuçıkarmayın.Hakbelledi inizyolda
ilerleyin.Batınınsözlerinekulakasmadın.Sizilerlemeyebakın.Adalet vebilgiyieldenbırakmayın.Avrupaefkâr-ıumûmiyesininaz çokde eri olankısmınıyanınızdabulacaksınız.Kısaca, bizBabıâli’yikendi
idaretarzı’nıntanzim veıslahı içingiri ti ite ebbüslerdenvazgeçirmekistemiyoruz.Ama,Avrupa’yıörnekolarakolmamalıdırkendine.Avrupa’nınartlarıba kadır,Türkiye’ninba ka.Avrupa’nıntemelkanunlarıDo u’nun
örf veâdetlerinetabantabanazıttır, ithalmalııslahattankaçının. Bugibi ıslahatMüslümanmemleketleriniancakfelaketesürükler.Onlardanhayırgelmezsizlere.”METTERN CH*
Bir Anonim irketBu kasvetli hava, Büyük htilali’mdensonra esme e ba lıyor Avrupa’da.Ortaça da herkes yerli yerindedir. Aradabir Kudüs hülyasına tutulan baronları,slâm’ın kılıcı hacamat edip atolarınayollar. Avam tarihin kulisindedir, sırtındakamçı izleri. çtimaî ehram sarsılma aba lar. Karanlıktan u ultular yükselir:uurun sesi, isyanın sesi. Ve yeniTanrılar belirir ufukta: hürriyet, akıl,fert.Avam burjuva olur. On sekizinciasır, kavga asrı. Arzı insanlı a mezaryapacak olan burjuvazi, insan haklarıu runa sava maktadır. A lamaz, kükrer.Sonra, fetihten fethe, daha do rusucinayetten cinayete ko an buKabilleroyu,* kendi günlerinin de sayılıoldu unu anlar. Karamsarlık sararAvrupa’yı, airane bir karamsarlık... birimtiyaz, bir kibarlık alâmeti.
imdi, yeni bir illetle kar ıkar ıyayız. Elem de il, keder de il, yasde il. Avrupa bir yol kav a ında ve heryolun sonunda: adam. Cellatları da,kurbanları da aynı mezbaha bekliyor.Avrupalı Tanrıyı öldürdü. Topuklarındansaçlarına kadar uzanan bir mütenâhiyemahpus. Bu kubbede ho bir sedabırakmadan, yok olup gidecek.Cinayetleri hiçbir i e yaramadı.Avrupalı... Hangi Avrupalı? Bugünbütün dünya Avrupalı de il mi?Aydınlarımız, Batı’nın her hastalı ınıithale memur bir anonim irket. Ondokuzuncu asırda ithal ettiklerihastalı ın adı “buhran”dı. Kelime do ardo maz birbirini kovaladı buhranlar:iktisadîsi, içtimaîsi, fikrîsi. imdi de yenibir meta’ sürüyorlar piyasaya: bunalım.Cıvık, sinsi, vahim bir maraz. Kendimizepek yakı tırdı ımız bu illetin kökü netarihimizde, ne uzviyetimizdedir.airin Re it Pa a için söylediklerini
-biraz de i tirerek- intelijansiyamıza ithafedelim:“Vücûd-ı nâzik-i millet, rehin-isıhhat ikenDü ürdü re’y-i sakimi frengiilletine”
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 623
Pages: