Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Mor Salkımlı Ev-Halide Edip ADIVAR

Mor Salkımlı Ev-Halide Edip ADIVAR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-17 11:38:15

Description: Mor Salkımlı Ev-Halide Edip ADIVAR

Search

Read the Text Version

© 2007, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti.Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısaalıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızınhiçbir yolla çoğaltılamaz.Türkçe 1. basım: 1963Can Yayınları’nda 1. basım: 200713. basım: Aralık 2013, İstanbulE-kitap 1. sürüm Ocak 2014, İstanbul2013 tarihli 13. basım esas alınarak hazırlanmıştır.Yayına hazırlayanlar: Mehmet Kalpaklı - GülbünTürkgeldiKapak tasarımı: Ayşe Çelem DesignKapak resmi: © iStockphoto.comISBN 9789750720055CAN SANAT YAYINLARIYAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD.ŞTİ.Hayriye Caddesi No: 2, 34430 Galatasaray,İstanbul

Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 5989 Faks: (0212) 252 72 [email protected] No: 10758

HALİDE DİB DIVAREAMOR SALKIMLIEVANI

Halide Edib Adıvar’ın Can Yayınları’ndaki diğerkitapları:Sinekli Bakkal, 2007Ateşten Gömlek, 2007Vurun Kahpeye, 2007Handan, 2007Türk’ün Ateşle İmtihanı, 2007Yolpalas Cinayeti, 2008Son Eseri, 2008Tatarcık, 2009Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri, 2009Kalp Ağrısı, 2010Zeyno’nun Oğlu, 2010Âkile Hanım Sokağı, 2010Çaresaz, 2011Sevda Sokağı Komedyası, 2011

HALİDE EDİB ADIVAR, 1882’de İstanbul’dadoğdu. Üsküdar’daki Amerikan Kız Koleji’ndeokudu. 1908’de gazetelere yazmaya başladığı kadınhaklarıyla ilgili yazılarından ötürü gericilerindüşmanlığını kazandı. 31 Mart Ayaklanmasısırasında bir süre için Mısır’a kaçmak zorundakaldı. 1909’dan sonra eğitim alanında görev alaraköğretmenlik, müfettişlik yaptı. Balkan Savaşıyıllarında hastanelerde çalıştı. 1919’da SultanahmetMeydanı’nda, İzmir’in işgalini protesto mitingindeetkili bir konuşma yaptı. 1920’de Anadolu’yakaçarak Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Kendisine önceonbaşı, sonra üstçavuş rütbesi verildi. Savaşıizleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ile siyasalgörüş ayrılığına düştü. Ardından 1917’de evlendiğiikinci eşi Adnan Adıvar’la birlikte Türkiye’denayrıldı. 1939’a kadar dış ülkelerde yaşadı. Oyıllarda konferanslar vermek üzere Amerika’ya veMahatma Gandi tarafından Hindistan’a çağrıldı.1939’da İstanbul’a dönen Adıvar, 1940’ta İstanbulÜniversitesi’nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü başkanıoldu, 1950’de Demokrat Parti listesinden bağımsızmilletvekili seçildi. 1954’te istifa ederek evine

çekildi ve 1964’te öldü.

SunuşMor Salkımlı Ev, Halide Edib Adıvar’ınçocukluk günlerinden 1918’e kadarkihatıratıdır. 1963 yılında, Halide Edib’ inölümünden hemen önce kitap olarakyayınlanmadan evvel 1955 yılında, Yeniİstanbul gazetesinde bölümler halinde tefrikaedilmiştir. Yazarın aynı dönemi kapsayan1hatıraları daha önce de İngilizce olarakyayınlanmıştır. Ancak, 2Mor Salkımlı Ev’inİngilizce hatıratın çevirisi olduğunu söylemekgüçtür. Her iki yapıt arasında önemli farklarvardır. Nitekim Halide Edib, İstiklal Savaşı3hatıralarını anlattığı Türk’ün Ateşle İmtihanı adlıeserinin başında: “Nasıl 4Sinekli Bakkal’ı vehatıratımın birinci cildini (Mor Salkımlı Ev)önce İngilizce, sonra Türkçe yazdımsa,hatıratımın ikinci cildi olan ve 1918’den 1923sonlarına kadar İstiklâl Savaşı’nı içine alan

Türk’ün Ateşle İmtihanı’nı da önce İngilizce,sonra Türkçe yazdım. Bunların hiçbiri tercümedeğildir, fakat bazı yerleri biraz kısa, bazıyerleri biraz uzun olmakla beraber, özitibarıyla aynıdır,” diyerek bu özelliği vurgular.Araştırmamız sırasında Mor Salkımlı Ev’inhem Yeni İstanbul’daki tefrikasında hem de1963 baskısından başlayarak günümüze kadaryapılmış olan yayınlarında dikkatsizliktendoğan biyografik, coğrafî ve tarihlerle ilgili çokönemli yanlışlar ve basım hataları olduğunugördük. Sunduğumuz metni kurarken 1963baskısını esas almakla beraber Yeniİstanbul’daki yayımı ve İngilizce baskısını dakullandık. Böylelikle bir tür “karşılaştırmalımetin” hazırlamış olduk. Sadeleştirilmişmetinler, özellikle genç okuyucuya, ana dilizevkini vermekten uzaktır ve kelimehazinelerini genişletmelerine engel olur.Üstelik, bizzat yazar tarafından yapılmayan busadeleştirmelerle orijinal eserden farklı yeni birmetin ortaya çıkar ki o artık yazarının kalemealdığı metin değildir. İşte bu nedenle, Mor

Salkımlı Ev’i hiçbir sadeleştirme yapmadanhazırladık. Ancak, günümüz okuyucusunakolaylık olması bakımından, gerekligördüğümüz yerlerde, kelimenin metninbağlamındaki anlamını sayfanın altındagösterdik. Halide Edib Adıvar’ın yapıtlarının buyeni baskılarında bir imla birliği sağlamak üzereTürk Dil Kurumu’nun yayımladığı TürkçeSözlük (1988) esas alınmıştır.Halide Edib’in İngilizce hatıratında bulunan,fakat Mor Salkımlı Ev baskılarında yer almayan“Epilog” bölümünü de çevirerek yapıtınsonuna ekledik.MEHMET KALPAKLI - GÜLBÜNTÜRKGELDİ1. “Halide Edib’in Çocukluğundan 1917’ye KadarHatıraları”, Yeni İstanbul, nr. 2102-2162, 26 Eylül-25 Kasım 1955.2 . Memoirs of Halidé Edib, Londra, 1926.

3. Bu konuda bkz. Fevziye Abdullah Tansel,“Halide Edib Adıvar, Hatıralar: Mor Salkımlı Ev”,Tarih Belleten, c. XXX, Sayı: 118, Nisan 1966, s.303-319.4. Halide Edib Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı,İstanbul, 1962, s. 4.

“İçimde, mor salkımlı bir ev var, Beşiktaştaraflarında idi. Çocukluğum o evde geçti,gittim aradım, bulamadım, yanmış... Onuyazacağım.”

Birinci bölüm

1Bu, bir küçük kızın hikâyesidirHer insana var olduğunu ilk defa idrakettiren başka başka vak’alar vardır. Etraftakieşyanın veya hadiselerin zaman zaman hafızadaçakıp sönen bir şimşek ışığı içinde göründüğüyaş, galiba şahsa göre değişiyor. Bu küçük kızınkafasında çakan şimşekler, inanılmayacak kadarerken başlar fakat çok fasılalıdır.Hafızasında hayat, kendini kayda başladığıilk devrin hiç unutamayacağı zemini,Beşiktaş’da, doğduğu evde başlar. Bu ev,Ihlamur’a giden uzun caddeye inen, birbirinemuvazi dik yokuşlardan birinin hemen hemen5tepesindedir. Bu evden sonra gelen kocamankırmızı kâgir konak, bu yokuşun son evidir.6Tepenin solu koyu yeşil çamlar, nazlı söğütlerarasında Abdülhamid’in Beyaz Saray’larını7

görürken sağ tarafı Adalar Denizi’nin mavi8sularına bakar.Evin kendisi, çocuğun hafızasında MorSalkımlı Ev yaftasını taşır. Bu ev, yarım9asırdan ziyade, bazan da her gece, bu küçükkızın rüyalarına girmiştir. Arka taraftakibahçeye nazır pencereler, çifte merdivenlerinsahanlıklarındaki ince uzun pencereleri, baştanbaşa mor salkımlıdır ve akşam güneşinde morçiçekler arasında camlar birer ateş levhası gibiparlar.Bahçe, iki geniş mustatil10 terastır. Esasenyokuştaki bütün evlerin bahçeleri ta caddeyekadar birbirine bakan birer yeşil terastır.Küçük kızın bahçesinin üst terasında, başlarıgöğe değer gibi görünen uzun fıstıklar,akasyalar, aralarında iki tane, rüzgâr estikçekırıtır gibi ipek tüyleri hareket eden pembe-beyaz gülibrişim, çiçek açmış yemiş ağaçları,ortalarında bir tane, alev çiçekli nar ağacı vardı.Bunların ortasında yuvarlak küçük bir havuz;karşı karşıya iki beyaz mermer arslanın

ağzından durmadan bu havuza billur sular akarve güvercin, kumru sesleri ile karışır, bazan dafıstıkların dallarını harekete getirerek inleyenrüzgârın nağmesi11 ile birleşerek, sabah veakşam bir tabiat musikisi dinlersiniz. Aşağıdakiterasa üç dört adım merdivenle inilir. Evinbahçeye açılan kapısı ile bahçenin arkasındakiboş sırta açılan kapı arasında, çakıl döşeli veüstü asma çardaklı dar bir yol vardır. Yeşil, sarıüzüm salkımlarının ve zümrüt gibi yapraklarınarasından sızan ışık ve yeşil gölgenin içindeküçük kız, sabah akşam oynar durur. Altterasta da bir havuz, rengârenk yemiş ağaçları,iki tane gülibrişim ve bir de yine alev çiçeklinar ağacı vardır.Sabahın ilk saatlerinde, burada dolaşan,çiçek ve ağaç sulayan, bir alay güvercine yemveren bir kadın görürsünüz. Bu kadın, küçükkızın anneannesidir. İşte Haminne12 diyetorunlarının hitap ettiği kadının kısaca portresi:Eyüpsultanlı Nakiye Hanım. OradakiMevlevî Tekkesi ile ailesi alâkadardır. En fazla

bağlı olduğu ve belki de karakterine en fazlatesir yapan adam, oranın türbedarı olandayısıdır. Babası, Şekercibaşı veyahutTatlıcıbaşı imiş. Yıllar geçtikçe Haminne’ninruhuna Mevlevîliğin hâkim olduğunu küçükkız sezmiştir. Kimseye fena lâkırdı söylemez,hiddet etmez, en kuvvetli itirazını yahuttakdirini: “Yediği nane macununa bak,” diyeifade eder. Namazını muntazam kılar ve oruçtutar, fakat dinî gösteriş hiç yapmaz. Bazınamazlarda küçük kız, Haminne’ nin başındaarakıye13 giydiğini görmüştür.Kıyafeti de hususîdir. Saçları kesiktir.Daima kırmızı –fakat acaba hangi devre kadartabiî, hangi devri kına– malûm ya eski ihtiyarkadınlar için kına, dinî bir zarurettir14. Ak saçonlara göre sadece kokonalara15 yaraşır.Entarisinin altında, kolları uzun, yenleridışarıya çevrilmiş ince beyaz bir gömlek vardır,beline de bir şal bağlar. Her sokak dönüşümutlaka su dökünür, sonra da çamaşır değişir.Yüzü, o günün çok güzel telâkki ettiği16

sîmâlardandır. Teni hakikî süt gibi, gözleri açıkmaviye kaçan bir elâ, ağzı küçük, dudaklarıpembe, ince bir sanatla işlenmiş kıvrımlarıvardır. Maamâfih bu güzellik ve hususiyet, oilk bahçe devrinde, kızda hiçbir ilgi uyandırmışdeğildir. Haminne, ağaçlar, çiçekler arasındahiç de onlardan ayrı olmayan bir varlık; meselânar çiçeklerinin uyandırdığı heyecan ve içhareketini Haminne uyandırmaz. Hulâsa17, bukadın, bu renk ve güzel koku senfonisi arasındasadece bir notadan ibarettir.Acaba ilk varlığını idrak ettiren sahne kaçyaşında vaki olmuştur18? Her halde dörtyaşından önce olacak. Çünkü, bu devirdehafızasında çakan şimşeklerin aydınlattığısahnelerde zaman zaman annesi de görünür veküçük kız, annesini üç ilâ dört yaşları arasındakaybetmiştir.İşte hafızasında çakan bir şimşek daha...Sokak üstünde, büyük bir odada, bir yeryatağında beyaz gecelikli bir kadınla koyunkoyna yatmaktadır. Çocuğun içinde zamanın

hatırasını silemediği bir korku, derin birhuzursuzluk vardır. Esasen pencereleribahçeye bakmayan ve camlarının arkasındanmor salkım desteleri görünmeyen odalar,çocukta garip bir sıkıntı yaratır. Bu defa, bukorkuyu azdıran şey, yüzüne dokunan iki uzunsiyah saç örgüsüdür. Annesinin arkasıdönüktür, fakat kımıldandıkça saçlar hareketeder ve küçük kıza canlı, isimsiz birer tehlikelihayvan tesiri yapar, daha sonraları, küçükkızın hayatında bu saç örgülerinin uyandırdığıtesiri, yılan uyandırmıştır.Bu loş gecede, anasının yüzünü o yatakta ilkdefa hatırlar: solgun, zayıf bir yüz, hastayanaklara gölge veren uzun ipek kirpikler vearalarında ışıldayan büyük siyah gözler.Haminne’ye hiç benzemeyen bir yüz. Esasenbu renksiz hasta yüze uymayan renkli, güzeldudakların ifadesi, Mor Salkımlı Ev’de çokgeçmeden toprağa karışan bu genç kadını fazlahatırlatacak unsurlardır. Adı Bedrifem idi.Küçük kız, o günlerde onun, siyah yeldirme19ve beyaz baş örtü ile sokaktan gelişini hiç

unutmaz. Her halde çocuk için o, esrarlı birmahlûktur. Ona mütemadiyen20 sokulmakister, fakat bu sokulganlık muhabbet hissi tesiriile olmasa gerek. Galiba o yaştaki çocuklarınanaya bağlılığı, onu kendilerine bir sığınaktelâkki etmelerinden ileri geliyor. Bir deşuuraltı21 dahi olsa muhitin onu göçüp giden,sönen bir insan telâkki ettiğini de hissetmiştir.Evet, hem bu solgun anadan ayrılmak istemez,hem de ondan korkar.Bu ananın en fazla hatırlattığı vak’a, çocuğahuzur veren dizlerinde oturduğu anlardır. Buda kızın tırnaklarını kestirdiği zamana inhisareder22.Küçük kızın eli, annesinin nakış ve dikişteçok marifetli telâkki edilen elinin içinde,avucunun tüy teması ile anasının inceparmakları küçük kızın elini tatlı tatlı gıdıklar.Anasının iki ipek kirpik saçağı arasında garipbir ışıltı vardır. Tırnakları derin kesildiği zamancanı yanar, fakat en küçük bir acıya tahammüledemeyen bu çocuk, nefes almaya bile cesaret

edemez. Tek bu dizlerin üstünde geçen anuzasın, tek avucunu gıdıklarken anasının sesi:“Buraya bir kuş konmuş, bu tutmuş, bukesmiş, bu pişirmiş, bu yemiş, bu damektepten gelmiş, hani bana – hani bana,demiş,” derken küçüğün parmaklarını tekerteker okşasın da isterse bu parmakları dibindenkessin, koparsın...Bir şimşek daha... Bu defa gösterdiği vak’apek tatlı değildir. Sahne, Mor Salkımlı Ev’de dedeğildir. Biraz yukarıda, Teşvikiye Camii’negiden küçük bir yokuşta, küçük bir ev, annesiartık ayrı çıkmıştır. Bu devirde babasını pekhatırlamaz, daha fazla babasını Saray’agötürmek için gelen seyis ve iki atlaalâkadardır. Bu evde en yakın ve en çokkonuşulan komşu, karşılarında oturanTablakârlar Aile’sidir. Orada Binnaz adlıbüyücek bir kız ile bir de küçük kızın oynadığıŞayetse adlı bir çocuk vardır. Annesi bugünlerde, yanından çevrilen bir kol ile çalınan,

acayip bir çalgıya düşkündür. Küçük kız buçalgıdan olanca şiddeti ile irkilir, çünkü falsoseslerine tahammül edebilecek bir iradesiyoktur. Binnaz bu çalgıya düşkündür, anası tekgözü sakat olan bu Binnaz’a, sevgi ve şefkatlemuamele eder ve her gelişinde ona bu çalgıyıçalar. Bir gün işte bu çalgı çalınırken, küçük kızolanca kuvveti ile tepinmeye, çığlık basmayabaşlamıştır. Fakat anası, çalmakta devam etmiş,Binnaz’ı odadan çıkartıp kapıyı kilitlediktensonra küçüğe tokat atmış, çalgının kolunuçevirmiş, çevirmiş... Kız tepinmeye, aralıksızçığlıklar atmaya devam etmişse de çalgı kulaktırmalayan sesleri çıkartmakta devametmiştir... Bu durum ne kadar devam etmiş?Bunu küçük kız hatırlamaz, çünkü tokatserisine rağmen bağırmış, bağırmıştır.Bu evdeki başka bir hatıra da komşularıngece ziyaretleri ve:Hamam kapısı vuruldu,İçerde meclis kuruldu,Fehimem düştü bayıldı...

diye İstanbul’da o zaman söylenen bir halktürküsünü dinlerken daima oturduklarıminderde uyuyup kalmasıdır.Bu evde onunla belki annesinden fazlameşgul olan insan, sütninesi Hatice’dir.Sütninenin kocası sebze satar, kocaman bir atlakapıdan her gün geçer. Sütnine Hatice’ ninÇingene olduğu söylenir. Küçük kızın inadıtuttuğu zaman: “Ne olacak Çingene sütüemmiş,” derler.Nihayet bu evde son perde şu acı sahne ilekapanır. Bu evden Yıldız’a yakın bir evetaşınıyorlarmış. Annesi daha hasta, dahabitkindir. Hastayı iki kişinin taşıdığı safran23renginde sarı perdeli bir sedye ile naklediyorlar. Küçük kız seyisle beraber sedyeyitakip ediyor, fakat ikide birde duruyor,sedyenin içindeki anasını görmek istiyor. Sarıperdeleri yavaşça çekiyorlar, anasınıgösteriyorlar. Beyaz entarili, beyaz başörtülüannenin ince yüzü erimiş, o iki garip ışıklı siyahgözler, yanaklara gölge saçan kirpikler arasındaışıldamıyor. Küçük kız ondan sonra hayatı

boyunca bir daha safran rengi sarıya bakamaz,midesi bulanır, başı döner.Yıldız’daki ev geniştir, aydınlıktır, oradaannesi daima cibinlik arkasındadır. Babasısabahları ata biner Saray’a gider, akşamlarıdöner ve küçük kız hatırasında babasını ilk defabu günlerde görür gibidir. Fakat babası bugünlerde onunla meşgul olmaz. Annesi de buevde bir tek lâf etmiş değildir. Her halde çok azyaşamıştır. Esasen verem olan bu genç kadın,ameliyatla bir tosuncuk doğurmuş veameliyattan sonra kendisi de çocukla beraberölmüştür. Küçük kız bu evde nerede yatmıştır,hatırlayamaz. Esasen bu günlerde o, yokgibidir. Anası kaybolup gittikten sonra hayat,yarım bir ışık içinde geçmiş ve bir zaman içinhafızası hiçbir sahne kaydetmemiştir. Bu,anasına ait hatıraların son perdesidir.* * *Bir şimşek daha... Bu defa anası olmadanYıldız’daki ev hayatı, anası nasıl ortadankaybolup gitmiştir? Ölüm nedir? Küçük kız

bunları bilmez ve anlayamaz. “Annem nerede,”diye belki sormuştur, fakat ona müphem24 birişaretle ufukları göstermişlerdir. Çünkü yıllaryılı, tekrar Mor Salkımlı Ev’de yaşarken,terasın duvarlarına tırmanır, Kızkulesi’ninarkasına, belki Üsküdar’a bakarak annesiniorada tahayyül eder25. Fakat annesi YahyaEfendi Mezarlığı’nda26 yeri kaybolan birtoprak yığınının altındadır. Yıldız’daki evde oartık aptal aptal dolaşır, bir şey hissetmez, birşey anlamaz, tamamen terk edilmiştir. Oradakiilk canlı hatıra, Beşiktaş’daki KetencilerHamamı’na götürüldüğü zamandır. Kimgötürmüştür bilemez. Yalnız kapılar açılıpkapandıkça, dumanlı kubbenin altındakiakisler27 küçük kıza korkunç birer umacı28sesi gibi gelir. Yarı çıplak insanların dolaştığı,içeri gittikçe su buharının kalınlaştığı yereküçük kızı da götürürler. Feryadı bütünhamamı çınlatır. Nihayet küçük kız ustanınbacakları arasına sıkıştırılır, kafası sabunlanır...sabunlanır. Kaç defa, Allah bilir... Bu hamam

koşmarı29 küçük kızda o kadar korkunç vederin tesir yapmıştır ki ondan sonra ne zamanhamam bohçası hazırlandığını görse ardı arasıkesilmeyen bir çığlık basmıştır. Daha sonraları,kendi iradesine sahip olduktan sonra daimaevde yıkanmıştır. Bu güne kadar Beşiktaş’daKetenciler Hamamı önünden geçerkenkafasında daima bu heyulâ30 canlanır.Anasının göçtüğü günden sonra küçük kız,babasının varlığı ile çok şiddetle alâkadarolmuştur. Bu genç baba, her gece, önünde tekmum yanan tepsinin üzerine eğilir, tepsiyemütemadiyen gözyaşları damlar. Dizlerinesarılan küçük kızın varlığından haberdargözükmez, nihayet ayaklarının ucuna basarakbir hizmetçi girer, küçük kızı kucağına alırveya elinden tutarak çeker götürür.Bu anasız evde üç insan vardır. Birincisi AliLala, o, bu küçük kızla en fazla meşgul olaninsandır. Bu yakışıklı uzun boylu gençKemahlı, Büyükbabası’nın akrabasıdır. Esasen

çocukluk günlerinde erkek hizmetçilerinBüyükbabası’nın uzak veya yakın akrabasıolduğunu küçük kız unutmaz.Ali Lala, onu sokağa çıkarır, ona babasınınmenettiği horoz şekerleri ve macun alır. Busakin, nadir konuşan Ali Lala’nın kuvvetli elininiçine elini koyduğu zaman, küçük kızyalnızlığın verdiği huzursuzluğu unutur, şefkatdenilen hissi ona karşı müphem bir şekildeduyar. Bir de Ali Lala’nın küçük kardeşi aptal,sırıtkan Mustafa vardır.Evde yemek pişiren, güya temizlik yapan,küçük kızın Rasim Dadı dediği, çiçek bozuğu,sakil31 ve ters bir kadın da vardır. Anasıkaybolduktan sonra küçük kız ekseri AliLala’nın odasındadır. Rasim Dadı ile Ali Lalaher akşam şu mealde32 konuşurlar:Rasim Dadı – İhtiyar hanım, kızı öldüktensonra buraya pek uğramaz oldu, aklı başındadeğil, çocuk kimsenin umurunda değil, benartık çocuğa istediğimi yaparım.Ali Lala – Dilini tut, çocuğun saçının teline

dokunursan ananı ağlatırım senin karı.Rasim Dadı – Ama bizi ele veriyor,yaptığımız şeyleri maymun gibi taklit ediyor.Anladığından değil, fakat büyükler anlar.Ali Lala – Yalan söylüyorsun.Rasim Dadı – (Küçük kıza bakar vedişlerini gıcırdatır. Esasen ona her zaman dişbilemektedir). Vallâhi billâhi, bizim yaptığımızısöylerse yengeçleri üzerine saldırtacağım.Ali Lala – Yengeçler de ne oluyor?Rasim Dadı – Yengeçleri parçalar, döver veveremlilerin sırtlarına koyarlar, bizimkinekoyamadan öldü. Aaaaah Ali... Ve kısık sesleşu türküyü söyler:Alim Alim gül Alim,Gül dibine gel Alim.Gül dibine gelmezsen,Bir şeftali ver Alim.Rasim Dadı, Ali Lala’nın boynuna kollarınıdolayarak yanaklarını şapur şurup öpmeyebaşlar. Sonra döner ve ona şaşkın şaşkın bakan

küçük kızı omuzlarından yakalayarak sarsar:Rasim Dadı – Kimseye söylemeyeceksin,kimseye söylemeyeceksin.Küçük kız şaşırmıştı, neyi söylemeyecekti,ne söylemişti?Küçük kız – Söyleyeceğim Rasim Dadı.Vallâhi söyleyeceğim, billâhi söyleyeceğim.Rasim Dadı tekrar küçük kıza hücum eder.Ali Lala Rasim Dadı’yı tokatlar, Rasim Dadı,Ali Lala’ya sarılmak ister, bir tekme tokatsahnesidir, gider.Ertesi sabah erkenden, küçük kız yalın ayakmutfağa koşmuştur. Arkasında korkuya benzerbir ürperme olduğuna hiç şüphe yoktur, fakatkafasında yengeç denilen mahlûku görmek içinuyanan şiddetli tecessüs33 her şeye hâkimdir.Mutfağa inen merdivenlerin en aşağıbasamağına gelince bağırır: “Rasim Dadısöyleyeceğim...” ve hemen geri dönüpmerdivenleri çıkmaya çalışır. Fakat Rasim Dadıseğirtip onu kolundan yakalamış ve mutfağınortasına çekmiş ve oradaki bir sepetten birsürü yengeci ayaklarının altına salıvermiştir.

Ah o çaresiz, sesi kısan, boğazı kurutankorku. Saçların dibini ıslatan ecel teri. Gözlerievlerinden fırlatan dehşet... O ânı küçük kızömrünün sonuna kadar unutamayacaktır.Fakat vak’anın nasıl bittiğini bir türlühatırlayamaz. Rasim Dadı’nın çocuğa revagördüğü34 tedhiş35 ve işkenceler arasında birtanesi vardır ki onu hatırlayamaz, sadeceHaminne’nin Büyükbaba’ya anlattığınıişitmiştir.Haminne – Yavrucağı ben kurtardım. Osabah eve giderken çığlığını bahçeden duydum.Kapıyı çaldım. Rasim benim olduğumuanlamadı galiba, kapıyı açtı. Bir de ne göreyim?Çocuğu paspasın üzerine yatırmış, ağzına biberdolduruyor. Fakat yavrucak yine de çağlıkarasında: “Söyleyeceğim Rasim Dadı,” diyebağırıyor. Rasim de avucundaki biberi birdüziye36 çocukcağızın ağzına dolduruyor.Küçük kız, bunları beyaz sakallı, ak saçlı,ateşli gözlü bir ihtiyarın kucağında masal dinlergibi dinliyor. O ihtiyar evvelâ Kahvecibaşı iken

şimdi Hamallar Kâhyası olmuştur. Adı AliAğa’dır. Ağa, çünkü okur, ama yazmak bilmez.Büyükbaba bir yandan kaskatı ellerindenumulmayacak bir yumuşaklık, bir rikkatle37küçük kızın saçlarını okşarken, bir yandan da,“Zavallı yavrum, zavallı yavrum,” diyemırıldanıyordu.Burada, Yıldız’daki anasının öldüğü eve aitbirkaç hatıra daha vardır. O evde artık Ali Lalaile Mustafa yoktur, Rasim Dadı, bibervak’asından sonra kovulmuştur. Şimdi evinidaresini eline alan ve babasına bakan yaşlı birhanım, bir de gündüzleri İdadî’ye38 gidenMehmed Efendi adlı genç bir Çerkes vardır.Onun bu günlerde en mesut saati, babasınıbekleyen seyisin yanına gitmektir. Seyis onu,sabahları kapıda babasını bekleyen güzel vedoru39 ata bindirir, büyük bir ciddiyetledizginleri eline verir, yukarı aşağı gezdirir.Nihayet babası gelir, doru ata biner, arkasında

seyis, bir beyaz atın üstünde Saray’a gidenuzun yolda kayboluncaya kadar küçük kızgözleri ile onları takip eder.Ali Lala’yı hatırlaması tabiîdir, fakat işingaribi kendisine o kadar işkence etmiş olanRasim Dadı’yı da aramasıdır. Evin havasındakiintizamsızlık40 gitmiş, fakat aynı zamandahareket ve heyecandan da eser kalmamıştır.Şimdi küçük, tamamıyla kendi hâlinebırakılmış, bu aralık babasının Saray’da nöbetçikaldığı bir akşam, geçen vak’a, küçük kızınanlaşılması zor mizacının41 bir tarafınıaydınlatır.Yine Yıldız’daki ev, birinci katta, sokaküstündeki büyük oda. Beyaz örtülü uzunmindere ihtiyar hanım oturmuş çamaşırsöküğü dikiyor, Mehmed Efendi küçük masabaşında derslerini hazırlıyor. Mutfak birsükût42... Babası da artık tek mum ışığındagözyaşlarını tepsiye damlatmıyor. Etraftaki

sükût ve içindeki yalnızlık el ile tutulur gibiüzerine yüklenmiş, boğazını tıkıyor. O uzunörgülerinden korktuğu kadın acaba şimdinerede? Hep o ölü sükût... Küçük kızbirdenbire kalkarak odanın ortasına gittidurdu...— Babamı isterim.— Baban Saray’da.— Babamı isterim.— Yarın gelir.— Babamı isterim.— Şimdi gelemez, Saray’ın kapıları gecekapalıdır, nöbetçileri bekler.— Babamı isterim.Küçük ses yükseldi, kendisine dahi yabancıgelen, kısık ve kulak tırmalayıcı bir çığlık hâlinialdı ve bu çığlık aralık vermeden devam etti.Biraz sonra, o sessiz sokaktaki sokak kapılarıaçıldı, birer birer komşu kadınları geldi, odadoldu. Rum ve Ermeni komşu kadınlar küçüğüteskine çalıştılar, fakat çığlık dinmedi. Küçükkızın göğsünde yirmi vahşî canavar varmış gibises, yükseldikçe yükseldi. Rum komşulardan

biri bir kova su getirdi “Soğuk alır,” “Tıkanır,”gibi itirazlar olduysa da, nihayet suyu küçüğünbaşından aşağı döktüler. Su dökülürkennefesine gelen tutulma, ancak bir an devametti; feryat daha vahşî, daha tiz sürdü gitti.Nihayet ihtiyar hanım ve komşular küçüğüMehmed Efendi’nin kucağına vererek Saray’ayolladılar. Bu karara her halde sabaha karşıvardılar. Şimdi Saray yolunda, Mehmed Efendiher nöbetçinin önünde duruyor, anası yeni ölençocuğun vaziyetini anlatıyor: “Eğer babasınınyanına götürmezsek bağıra bağıra boğulacak,”diyordu.Belki küçük kızın babası Edib Bey’inkarısının cenazesini hatırlayan nöbetçiler izinveriyorlar, Mehmed Efendi kucağında küçükkızla Saray’a doğru yollanıyor. Artık küçük kızMehmed Efendi’nin kucağından beyaz caddedegezen nöbetçileri rahat rahat seyrediyor.Uzaktan gelen köpek havlamalarından başkases yok, fakat bu sükûnet bir korkuluk değil,artık bir sığınaktır.O günkü Ceyb-i Hümayun Dairesi’ne43

Yıldız Camii’nin karşısındaki selâmlık44seyredilen açık settin arkasından gidilirdi.Yanındaki büyük kapıdan dar ve uzun çakıldöşeli yolun üzerine muhtelif daireler açılırdı.Gece yarısından sonra geçilmeyen bu kapıdanMehmed Efendi’yi kucağındaki küçük çocuklabıraktılar. Bazan küçücük bir çocuğun gönülamacı en büyük hükümdarların bile demirkilitli kapılarını açıp içine giriyor.Bu dar yolun ortasındaki Ceyb-i HümayunDairesi’ nin kapısında biraz beklediler. Siyahlıbir hademe çocuğu tetkik ettikten sonra, elinituttu, Edib Bey’in yattığı odaya götürdü. Oodanın resmini, içindeki üç yatağın yerlerini buçocuk hâlâ çizebilir. Babası yataktan fırladı,çocuğu kucağına aldı. Karşısındaki yataktankocaman bir baş kalktı, bir şeyler söyledi. Bubabasının yakın arkadaşlarından ve aynı gecenöbetçi kaldıkları Hakkı Bey45 idi (sonradansadrazam46 olan Hakkı Paşa). Üçüncü yataktaSırrı Bey47 vardı (sonraki Gümrük Nazırı48).Ne garip tesadüf... Babasının yorganı sarı

yazma idi. Küçük kız kafasını babasınınomzuna yasladı, gözlerini kapadı. O korkunçgece sahnesinin üzerine perde indi.Bundan sonra, küçük kızın hafızasında,Teşvikiye Camii’nin önünden IhlamurCaddesi’ne inen büyük ve geniş yokuşta, küçükbir mescidin karşısında biraz karanlık büyükahşap49 bir ev vardır. Arkasında büyücek birbahçe olmasına rağmen Mor Salkımlı Ev’in,ferah, aydınlık havasına benzemez. Küçükkızın kafasında bu evin bıraktığı levhalar50 vehisler huzursuzlukla, akıntıyla doludur. Fakatailenin diğer fertlerinin varlığından çocuk ilkdefa orada haberdar olmuştur.Birincisi, Kemal dayıdır. Yirmi iki yaşındaolduğu söylenen, uzun, ince, kâtip sınıfının enitinalı ve temiz kıyafeti ile görünen bir gençadamdır. Odasından çıkmaz, geceliklegörünmez, daimî meşgalesi51 resim yapmak veküçük kıza bir nev’i52 çizgili resim gibi

görünen birer levha hâlinde odasına astığı eskiyazılardır. Belki yaşasa tanınmış bir hattat53olacaktı. Tohum hâlindeki resim yapmakistidadı54 bu ailenin ikinci neslinden olantanınmış bir ressamda55kendini göstermiştir.İkincisi, küçük kız doğmadan evvel ölmüşolan Hayri Dayı’nın bıraktığı Refet adlı ozaman yedi yaşında olduğu söylenen, uzunkirpikli bir erkek çocuğudur. Burada birnoktayı işaret etmek lâzım. Haminne ileBüyükbaba seksen yaşına kadar yaşamış,hemen hiç hastalık yüzü görmemiş bir çift idi.Fakat onların üç evlâdı da genç yaşlarındaveremden ölmüşlerdi. Sebebi Hayri Dayı’nıneşi olan güzel bir saraylı hanımın bu hastalıktanmustarip56 olması ve mikrobun aileyeaşılanmış olmasıdır.Üçüncüsü, Saka57 Apti’dir. İpince, sırıkgibi uzun, gözleri âdeta beyaz denilebilecekkadar açık renkte, anormal korkunç biradamdır. O zamanın sakalarına mahsus

deriden, kolsuz bir yelek giyer, omzundan aşağıkırbası58 sarkar ve her sabah taşlıktaki küpesu getirir. Bu garip adam nasılsa pek de sevimliolmayan küçük kızla pek alâkadardır. Onugörür görmez çömelir, uzun kollarını açar,boyuyla hiç de mütenasip59 olmayan incesesiyle, “Küçük niinee,” diye çağırır. Çocukkaçamazsa kollarının arasına alır ve tavanakaldırır. Bu ses ve yüz, bilhassa bu renksizgözler, küçük kız için bir korku sembolüdür.Hâlâ bu gün bile bu sesi taklit edebilir vetüyleri ürpererek hatırlar. Fakat bunun bukadar sabit bir hatıra olmasının sebebi, belki deo günlerde küçük kızın geçirmiş olduğu,“zatürree” olduğu söylenen, ağır hastalık veateş içinde yatarken gözüne görünen hayallerinarasına, onun da karışmasıdır. Ölümün eşiğinekadar geldiği bu ağır hastalık esnasında,gözlerini kapar kapamaz, daima o kadarürktüğü, safran gibi sarı bir zemin içinde,Apti’nin kollarını açarak üzerine ağır ağırgelmesi ve bu dev gibi uzun mahlûkun

sivrisinek kadar ince sesinin, “Küçük niinee,küçük niinee,” diye bağırmasıdır.Bu hastalık sona erip de küçük kız evdedolaşmaya başladıktan sonra, hayat sahnesindebir başka varlık peyda olmuştur60. Bu onunömrü boyunca bağlı kaldığı Mahmure ablasıdır.Birdenbire, Halide adlı küçük kızla yeğeniRefet için elinde şeker kutuları ile gelen buMahmure abla, o zaman dokuz yaşında idi.Parlak siyah saçlı, ateş saçan siyah gözleri ileinsana bakan, hareketleri yıldırım gibi seri veçevik bir mahlûktu. Mahmure abla, Halide’ninannesinin, ilk kocası Bedirhanî Ali Şamil’denolan tek çocuğu idi. Bu çocuk iki yaşında ikenailesi, Bedrifem Hanım’ı Ali Şamil’denayırtmışlar, biraz sonra Edib Bey’leevlendirdikleri zaman, Edib Bey onu kendiçocuğu gibi bağrına basmış, çocuk da bu üveybabaya kendi babasından daha fazla birmuhabbetle bağlanmıştır. Fakat bir müddetsonra Mahmure ablayı babası almış, maamâfih

Ali Şamil Bey İstanbul’dan uzaklaşırken çocuğuannesinin ailesine iade etmiştir.Mahmure ablanın gelişi, âdeta bayram gibibir şey oldu. Bu ateşli abla, Refet’e de Halide’yede sımsıkı sarıldı, öptü; fakat ikisine karşı dabir büyük ablanın hâkim vaziyetini aldı, öteyeberiye koşturdu durdu. Halide’ninoyuncaklarını kırar, kedi gibi ağaçlara tırmanır,herkesin taklidini yapar, yaramazlığı ile bazansalim Haminne’yi bile ağlatırdı. Kemal dayıona, “Allahın belâsı,” derdi. İşte bu Mahmureabla bir gün Halide’nin elinden tuttu. Refet’ingittiği, karşıdaki mescide bağlı olan mahallemektebine sürükledi. Bu mektepte gördüğüsahne Halide’nin hafızasına büyük bir kudretlehakk edildi61. Bu mektep, erkek çocuklaramahsus idi, azat62 zamanı caminin önünüaltüst eden çocukların kıyamet kopardıkları,bir didişme manzarası yarattıklarından dolayıHalide, o tarafa hiç gidemezdi. Bu defa dersesnasında Mahmure abla onu oraya soktu.Dershanenin kapısına kadar götürdü. Kapı

açıktı, içeride şöyle bir hareketli manzara gözeçarpıyordu:Yerde bir sürü çocuk yer minderlerineoturmuş, önlerinde rahleler63, mütemadiyeneğilip oturuyorlar. Kapının karşısında yüksekçebir yer minderinde, yeşil sarıklı bir hoca efendi.O da, öne arkaya aynı ahenkle sallanarakoturuyor. Arkasındaki duvara dayalı, ucutavana değen bir değnek. Halide’nin gözleri budeğneğe saplandı kaldı. Arkada oturan çocuklararasında bir ses mi oldu, ne oldu, Hoca Efendihemen bu değneği eline aldı ve en arkadakiçocuğun kafasına nişan alarak bir yılan süratiile indirdi. Evet, Hoca Efendi yerindenkalkmadan ikide bir de bu uzun değneği,gürültü yapmaya cesaret eden herhangi birrahle başındaki çocuğun kafasına indiriyordu.İşte bu manzaranın hatırasından dolayı, küçükkız mektebe gitmeden okutulup yetiştirilmişolmasından çok memnundu.Anlaşılan bu eve, Mor Salkımlı Ev’i birmüddet için kiraya vermiş olduklarındangelmişlerdi. Bir zaman sonra küçük kız kendini

tekrar Mor Salkımlı Ev’de buldu. Bu defa evdebir de Saraylı Hanım hâsıl olmuştu64. Üst katı–Kemal dayının odası müstesna65– bütünodaları ile işgal eden bu ufak tefek, zayıf SaraylıHanım’ın fevkalâde elmasları, Avrupaîmuhteşem eşyaları, bir de Çerkes halayığıvardı. Esvapları başka kimseninkinebenzemezdi. Mahmure abla onun taklidiniyapar dururdu. Bu Hanım, uzun müddetSaray’da hocalık ettikten sonra, nihayet ozaman Saray’a intisabı66 olan Büyükbaba’nınevine çırak edilmişti67. Zamanına göreokumuş yazmış, çok kültürlü bir insandı.Onun zengin kütüphanesi, küçük kızınkültürünün bir kısmını hazırlamış,okuyabilecek bir yaşa geldikten sonra bukütüphaneye dört elle sarılmıştı.İlk günlerde küçük kızı en fazla alâkadareden tarafı, tavşan raksı denilen bir oyununSaray’da başta gelen unsuru olduğunusöylemeleri idi. Bunun ne demek olduğunuhiçbir zaman anlamadı, fakat kıyafeti hakkında

bir fikir edindi. Kış geceleri, Saraylı Hanımetekleri som sırma saçaklı, üstü altın pulişlemeli, renkli kısa etekliklerin pullarını küçükkızla birlikte söker ve galiba satılmayagönderirdi.Küçük kız bu günlerde, kendisinin doğmuşolduğu söylenen, pencerelerinden morsalkımlar sarkan odada yatardı. Bahçeye bakanüç büyük pencerenin altında beyaz örtülüuzun minder vardı. Perdeleri beyaz patiska idi.Bu perdeler hiç kapanmazdı, zira morsalkımlar birer güneşlik vazifesini görürdü.Bahçeden gelen kokuların, gözü okşayan tabiatrenklerinin arasında küçük kızın içi şevkledolmuştu. Her gece gusülhane68 vazifesinigören büyük yükten69 şilteler çıkarılır, yere üçyatak serilir ve bu şiltelerin ortasında Haminne,solunda Halide, sağında Mahmure abla yatar.Bu oda, başka zamanlar sebebini bilmediğikorku ve huzursuzluktan onu kurtarır.Sabahları Haminne’nin yıkandığı yükten gelensu sesleri ile uyanır.

Gündüzleri, uzun sedirin bir köşesindekırmızı minderde Haminne oturur, öbürköşesinde Büyükbaba. İkisinin de elinde daimabirer kitap bulunur. Haminne yüksek sesleFransızcadan tercüme edilmiş kitaplar okur.Büyükbaba’nın elinde mutlaka dinî bir kitapvardır. O, başını hafif hafif sallayarak,dudaklarını kımıldatarak içinden kelimeleriheceler. Haminne yalnız kolay okumaklakalmaz, hem hikâye hem de şiir yazar. Herhalde kültür itibarıyla sadece kendi çağdaşlarıhanımların değil, kocasının da çokfevkindedir70. Maamâfih küçük kızBüyükbaba’nın varlığını daha çok hissediyor.Siyah, kudretli ve sert gözleri Halide’yebakarken birdenbire yumuşar, çocuğun pek demahiyetini71 anlamadan dinlediği Rusharplerinden sahneler yaratır. En çok tekrarettiği vak’a Kars’a aittir.Saray’da uzun müddet hizmet etmişBüyükbaba zengin değildir. Mor Salkımlı Evkarısınındır. Fakat evlendikleri zaman meşru

surette72 kazanılmış epeyce bir paraya sahipolduğu da muhakkaktır. Kendisinden yaşça birhayli genç olan Nakiye Hanım da bir hayliçeyiz, halayık ve ihmal edilmeyecek kadarmühim bir para ile gelmiştir. Fakat yekûn, buelâ gözlü, altın saçlı İstanbul kızının parmaklarıarasından akıp gitmiştir. Haminne’ nin ölçüsüzisrafı, şahsî keyfin değil, müfrit73 cömertliğiyüzündendir. Büyükbaba daima hayran kaldığıkarısının nihayet, etrafa borçlanmavaziyetinden memnun değildir. Onun zamanzaman şikâyeti Halide’nin hafızasında, cennethavasını gölgelendiren bulutlar gibi kalmıştır.Belki de iktisada riayet etmeyen74 Halide, busebepten dolayı hayatı boyunca borçtankaçınmıştır.Büyükbaba, Haminne’nin odasınınkarşısında küçük bir odada yatar. Bu odanın birpenceresi bahçenin fıstık ve akasyalı terasına,diğeri de Adalara nazırdır. Burada bir köşeminderi, bir de dolap vardır. Büyükbaba budolaptan küçük kıza bazan fındık fıstık ikram

eder. Yerdeki mangalda ekmek kızartır, içinetulum peyniri koyar. Küçük kız bunu, nefretettiği sütü içmeye mecbur ettikleri sabahkahvaltısına bin defa tercih eder. Bu ekmekpeynirden, pencereye konan güvercinlere dedaima ikram edilir.Bu iki odanın açıldığı sofanın ortasında birbölme vardır. Öbür tarafı selâmlıktır75.Büyükbaba selâmlıktan gelirken daima kapıyıvurur ve hareme76 dahil olduktan sonrakullandığı lisan, selâmlıktan bambaşkadır. Butarafta herkese hürmet edilir, halayıklara dahi,“Kalfa Hanım,” diye hitap edilir. Fakat kapınıneşiği atlanınca herkese “sen” diye hitap edilir,hele savrulan küfürler, küçük kızı teshireden77 zengin, serbest ve korkunç terimlerledoludur. Halide bu küfürleri, haremdeki nazikterimlere tercih eder.Bu evde bu defa, Havva Hanım adındaihtiyar bir kadın da vardır. Yemek pişirir,çamaşır yıkar, fakat asla hizmetçi muamelesigörmez. Havva Hanım’ın odasında geçen

sahneler ayrıca bahsedilmeye değermevzulardır78.Bu günlerde, Halide’nin dünyasında –Büyükbaba hariç– kendisinin içten yakınlıkduyduğu kimse yoktur. Onun, o günküdünyası, yaş ve cins derecesine göre, iki kısmaayrılır. Kız çocuklar ancak on yaşına kadarçocukturlar. Ondan sonra çarşafa girer,büyükler sınıfına dahil olurlar. Büyükler isteron iki ister altmış yaşında olsun, hep birbirininaynıdır. Halide’ye göre oğlanlar çocuk sınıfındadeğildirler. Hepsi büyük erkekler gibigiyinirler, gürültücü ve menfur79mahlûklardır. Halide’nin bu fikre kapılmasınabelki biraz da o civardaki mektepten boşalanerkek çocukların birbiriyle ve etraf ilemütemadiyen didişmeleri sebep olmuştur.Fakat asıl, erkek çocuklara karşı duyduğunefretin başlıca sebebi, sonradan şahit olduğu,çok acı ve çirkin bir sahnedir. Bundan, dahasonra başka bir vesile ile bahsedeceğim.Mor Salkımlı Ev’deki bu devir çok

geçmeden, kendini bir gece yarısı Saray’agötürmüş olan Mehmed Efendi’ nin birdenbiregelişi ile sona erdi.Saraylı Hanım’ın halayığı Fikriyar, bir günHaminne’yi selâmlığa çağırdı. Haminne sofadanselâmlığa açılan kapıdan öteye geçerekMehmed Efendi ile konuşmaya başladı. –Başıörtülü olmak şartıyla Haminne evinadamlarıyla ve hatta komşunun genç erkekleriile konuşur, bayramlarda onlar hareme gelipHaminne’ nin elini öperlerdi–.Halide kapının bu tarafında durdu.Mehmed Efendi ile Haminne’nin konuşmalarınıdinledi, pek ne dediklerini kavrayamamaklaberaber konuşmanın meali şu idi:Halide’nin babası, evine bakan ihtiyarhanımın torunu ile evlenmişti. Halide’yibabasının evine götürmek lâzımdı. Haminne buhaberi alır almaz ağlamaya başlamıştı.Küçük kızı dikkatle giydirdiler. Mahmureabla da hazırlandı. Evden ayrılırken küçük kız,âdeta harbe gidiyormuş gibi herkes onu öptüve uğurladı.

Babası şimdi Yıldız’da başka bir evetaşınmıştı. Dar bir sokakta, daha küçük bir ev.Her cuma ve pazar günü, gazinosunda mızıkaçalarak kalabalık bir halk toplayan, Ihlamurdenilen, Beşiktaş’ın tanınmış ağaçlığına çokyakındı. Orada toplanan kadınlar bir kafesarkasında otururlardı. Yani o açık yerde haremdairesi var demekti. İşte bu ağaçlığa sonralarıküçük kız evden kaçar gider, fıstık ağaçlarınınaltında oynar, rüzgârın kendine mahsusyeknesak80 uğultusunu, yaprakların gariphavasını dinler, önündeki sırtın tepesindekiMor Salkımlı Ev’in bulunduğu yere hasretlebakardı. Şimdi bu fıstık ağaçları arasında,Mehmed Efendi onun elini tutmuş yürüyor veMahmure ablaya da yaramazlık etmemesinisıkı sıkı tembih ediyordu. Her halde Mahmureablanın içi annesinin yerini başka bir kadınınalmış olmasından dolayı yanıyordu, ziramütemadiyen homurdanıyordu.Nihayet eve vasıl oldular81, kapıyı ihtiyarhanım açtı, evde gergin bir hava vardı.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook