resimlerinden. Konuşabilsem kendisiyle...»Düşündü Süleyman: «Polis mi?Çok kurnaz zampara mı?» Sonra teşhisinikoydu (gizli kavgaların adamı ve erkekinsiyakıyla): «Ne polis ne zampara.Şöhretliye heveskâr.Belki de sempatizan.» « Konuşuruz.Buyrun birazdan. Fakat içeriye geldiğinizzaman, bunu unutmayın gayet mühimdir,selâmünaleyküm dedikten sonra çavuşunyanına hemen çökmeli ve derhalbaşlayarak çavuştan cıgara ikrametmelisiniz. Köylü jandarmanın zulmüköylüyedir. Şehirliden şüphe eder. Fakatyalnız köylüyü kurnaz sanır.»Melahat döndü.Üniversiteliden ayrıldı Süleyman.Kartallı Kâzım'la bakıştılar.
Durdu tiren.Derince.Genç bir subay indi ikinciden.Bir gebe kadın bindi üçüncüye.Kampana.Düdük.Hareket.510 numaralı üçüncü mevki vagon.Koridor. Bir adam birinci penceredentoprağı seyrediyor: durmadan gelipdurmadan giden toprağı Toprakla beraberve aynı hızla şunlardır aklından geçenler:«Ne tez gidiyor toprak.Bizim köyün ormanındaki kavak telgırafdireği olur mu ki? Tıramvay direkleri demirdi
İstanbul'da Dünyayı dolaşsa adam İstanbulayarı şehir bulur mu ki? 25 İstedi 30 verdikkarının aklına gelir mi ki? İpek gömlek giyer.Dilini yediğim. Gideydik bir sefer daha. Atlıyabak, atlıya. Güzel beygir maşallah. Bir günlükyolu beş saatta alır mı ki? At tirene erişemez.Tirenle otomobil yarışsalar otomobil geri kalırmı ki? Doktor bey yine de işletti otomobili;doktor olduğundan izin verilmiş. Gelse doktorbey bizim köye Tahsin Hocanın aklını çeler miki? Ne tez gidiyor toprak. Bizim köyünpınarındaki kavak telgıraf direği olur mu ki?Doktor beyin anası büyük hanım köşkünbahçesinde dolaşır bu saatlar. Diktiğimkabaklan kırağı çalar mı ki? Sendenhoşnudum, dedi bana doktor bey, dönünce gelyine işe alırım. Acaba alır mı ki? Gün ola,yarın ola. İnsan yarınını bilebilir mi ki?Epeyce kalabalıkmış davar. Epeyce de keçivar. İte bak canavar gibi. Amma da salıyorha! Hoşt ulan hoşt... »Döndü bir taş arandı. Toparlandı, güldü.
Genç şakakları kırıştı gülerken ve esmerağzına ışık vurmuş gibi parladı seyrek,bembeyaz dişler.Bu insan frengilidir. Açılıp kapandı yarametelik büyüklüğünde, ağrı vermeden, sinsive kansız. Bu insan frengilidir. Fakatfarkında değil. Bakıyor gülümseyerekmasmavi gökte rahat ve tembel uçan kuşa.Bir doktorun bahçesinde ırgatlık etmeköğretemez Çankırılı Durmuş'a İstanbul'dafrengi aldığını 30 kuruşa... Hâlâ koşanköpekler gerilerde kaldılar. Bir dönemecigeçiyor tiren. Arkadaki vagonlargörünüyor birer birer bağlı birbirine veçok uzak. Şaşırıyor birdenbire insan buçok uzak ve çok arkadaki şeylere bağlıoluştan.510 numaralı üçüncü mevki vagon.Koridor.Masmavi gökteki Çankırılı Durmuş'un
arkasında sahanlıkta oturuyordu.Çömelmiş.Dayamış kapıya sırtını köyde cami duvarınındibinde olduğu, gibi.Dalgın.Dinleniyor.Yalvaran bir gülümsemeyle düşmüş bıyıkları.Beyaz çizgiler vardı esmer, incecik ensesinde.O, belki bir insan öldürecektir.Bilmiyor.Mektubun içinde yazmadılar.Fakat «hududu erbaası şu ve dönümü bu» olantarlasına zabıt varakasında tesbit edileceğigibi aynı köyden Ahmet oğlu Bekir tecavüzetmiştir. İhtimal içindedir Bekir'i baltayla
öldürmesi.Fakatşimdilikihtimaliçindeolmayanşey:anlayabilmesidirBekir'inedenBekir'iniçinöldürdüğünü...Biletçi geldi.Çankırılı Durmuş aldırmadı, fakat telâşlatoparlanıp kalktı sahanlıkta oturan.Gülümsemesi daha çok yalvaran bir hal aldı.Güvensiz ve sıkılgan, ilmühaber uzatır gibinüfus memuruna uzattı üniformalı biletçiyebiletini. Biletçi ağır hareketlerle vekarlıyaptığı işten emin bileti zımbaladı. Ve teker
teker konuştu giderken: « Burda oturulmazhemşeri.Yasak. Git ara bak. Her halde içerde boş yerolacak.»Koridorda Tatar yüzlü adam (cura meraklısıve Merinos fabrikası bekçilerinden) bir hikâyeanlatıyordu (Kartallı Kâzım'a) Çanakkale'yedair: « Mayısın altıncı gecesi yaralandım,sekiz yerimden. Yaranın ikisi hâlâ kapanmadı,teper vakit vakit. İngiliz'le karşı karşıyayız,gayetle yakın, bizim el bombası onun siperinegider gelir onunki bizim sipere. Hücumakalktık. Üç adım atmadan yıkıldım yere.Kasıklarımın üstünü biçmişİngiliz'inmakinalısı. Geçti bir zaman. Başımı kaldırıpbaktım: gökte yıldızlar. Bizimkiler çekilmişgeri. Boyuna ateş eder İngiliz'in siperi.Kurşunlar vızır vızır geçer kafamınüzerinden. Başladım sürünüpgerilemeye. Toprağı ellerimle iterim,
alnım gâvurdan taraf. Bir yandansürünürüm bizim sipere doğru, «HeyAllahım,» derim bir yandan,«arkamdan yara aldırma bana.» Osaat başka şey gelmez insanın aklına.Boyuna sürtünür bana şehitler,doğrusu ben onlara dokunurum.Kimisi sırtüstü yatar açık ağzı kaniçinde, kimi yüzükoyun, kimi dizçökmüş elinde mavzer öylece donupkalmış. «Hay Allahım,» derim kendikendime, «öldüreceksen beni böyleöldüreydin elimde silâh diz çökmüş,yüzüm gâvura karşı..» Neyse gayrısabah oldu. iyice açıldı ortalık. Biz desiperin yanına vardık. Bir mavzeruzattılar Yapıştım süngüsüne. Beniçekip aldılar içeri, Sonradanhesapladım üç saatta geçmişim 23metrelik yeri. Kaldım siperde birzaman.İki büklüm.
Yaralar başladı sızlamaya. öğleye doğru benibir arkadaşın sırtına yüklediler.Geldik fırka nahiyesine.Çadırlar.Kazıklar çakılı içinde çadırların, samanladoldurulmuş kazıkların arası.Samanların üzerinde boy boy yaralı yatar.Ağlayan mı dersinküfreden mi dinine imanına, Makaslakestiler benim elbiseyi. Kaldım anadandoğma çırılçıplak. Bir kaput attılarüzerime. Sargı bezi yok. Yaralar açık. AmaAllahtan kan akmaz, karışıp topraklakurumuş. Geçti bir zaman. Dalmışım.Koltuklarımdan tutulunca uyanıverdim.Çadırdan dışarı çıkarıldık. Vakit akşamGün kavuşmuş kavuşacak. Dışarım serin,
içerim sıcak. Dizilmiş mekkâre arabalarısıra sıra. Sıhhiyeler atar yaralılarıarabalara. Üst üste, boş buğday çuvalı atargibi. Altta kalanın canı çıksın. Bir tekarabada on, on beş yaralı. Bağıran mıdersin belki o dakka ölen mi? Neyse yolakoyulduk. Arıburnu'nun yolları taşlık.Arabalar sarsılır. Bastı karanlık. Bensırtüstü yatarım. Altımda bir insan gövdesikımıldanır, göğsümde bir çift bacak amabir tekinin yarısı yok. Bayır aşağı ineriz.Gökyüzü tekmil yıldız. Bir de incedeninceye rüzgâr. Yürür birbiri peşindenarabalar. Kum İskelesi'ne vardık sabahakarşı. Bir çadır orda. Çadırın içindenseslenir biri (dışarı çıkmadan): «Nerelisin?» « Filân yerli.» « Babanın adı.»« Falan.»« Senin adın?» « Filân.»« At aşağı arabacı.» Arabacı kaldırıp ataryere. Sıra bana geldi. Dayanılır gibi değil
acıya. Sövdüm ana avrat arabacıya.Alışmış herif,(Söv kardeşim,» der,«kalayla bildiğin gibi.» Kumların üzerineuzatıldık. Deniz fışır fışır gidip gelir. Gayrıiyice ışıdı ortalık. Kumların üzerinde belkibin yaralı var belki ziyade. Bekledik ikindivaktine kadar. Bir vapur geldi: iki bacalı,deniz renginde. Küfrede bağıra çağırayüklediler bizi vapura yine öyle boş çuvalyükler gibi. Vapurun içi mahşer.Vıcık vıcık kan, islim,yağ,ter.Beni ambara indirdiler. Yola koyulmuşuz.Yedi gün yedi gece. Kurtlandı yaralarım.Kaputu açarım: kara kara başları beyazbeyaz kurtlar. Bakarım eğilip,
hayvancıklar akıllı, kaçarlar beni görünce,tekrardan girerler yaraların içine. Yedigün yedi gece.Öldürmeyince öldürmez Allah, Türkünsağlamdır naturası, dayanır. Sirkeci'yevarmışız sekizinci sabah. Kaptan demiriatmış. Ve lâkin «Bu yanda boş yer yok,»diye istememişler bizi. Akşam ezanı çekmişdemiri kaptan. Gelmişiz Haydarpaşaönlerine. Tıbbiye Mektebi hastaneydi ozaman. Onlar, «Olur,» demişler. Birtayfanın sırtında güverteye çıktım.Biraz topaldı ama tayfa demir gibi Laz uşağı.Bismillah deyip baktım dört tarafa: İstanbulyanar pırıl pırıl. Ah canım İstanbul. Neysehastaneye girdik. Duvarlar bembeyaz.Elektrikler donanma gibi. Malta taşlarıtertemiz gıcır gıcır. Tekerlekli araba hazır,Beni üstüne yatırdılar. Rahat. Allah devletezeval vermesin. Devlete dua ettim o saat...»Sustu Tatar yüzlü adam. Alnı dehşetli kırışıktı.
Küçük sivri çenesinde beyaz, seyrek tıraşıuzamış. Bir acayip gülümsedi kurt gözleriyleKartallı Kazım. Üniversiteli (hikâyeyidinlemişti uzaktan) şaşkın bir keder duydu.sonra öfkeli bir merhamet. Sonra düşündü:«Ne yazık, ne çabuk affediyorlar... » Vedevam etti düşüncesine: «Bir çeşit balık birçeşit ağaç bir çeşit maden gibi memleketimizdebir çeşit insan yaşıyor ki ömrünün anlatılmayadeğer ve bir türlü unutulmayan hatırası:muharebeler.» Ve devam etti düşüncesine:«Ben bir siperde ölümü bekleyecekkadar cesur muyum? Bekleyenlerinve ölenlerin çoğu cesur muydu? Vebugün bekleyenler ve ölenlertopyekûn cesur mudur? Bu işin çokzaman cesaretle ilgisi var mı? Yoksasiperdekiler mezbahaya bir çobanteşkilâtıyla giden sürü ve davar mı?Yalnız bedenleriyle değil şuurlarıylada yakalanmış... Yoksa yanlış mıdüşünüyorum? Öyle siperler olabilir
ki (meselâ benim için) sevinçleölebilirim orda. Samimiyim bu andafakat gelirse o gün ve ölmeden öncebirkaç saat yaralı yaşarsam esefduymayacak mıyım?Üniversiteli düşünemedi daha fazla.Biletçi kavga ediyordu Tatar yüzlü adamla.Üniversiteli sebebini anlayamadı.Çoktan nadim olmuşa benziyordu tatar yüzlüadam.Ve üniformalı biletçi vekarlıydı öfkesinde bile.Nuri Öztürk (Bakımevi kaleminde muhasebeciolan) yetişmişti mahali vak'aya. bütün seslerinüstünde bağırıyordu: « Baylar durunuz.Bay biletçi devlet memuru sayılır. Mamafihakaret devlete yapılmıştır.Derhal zabıt varakası tutalım.» Biletçiye birşeyler söyledi Kartallı Kâzım. «
Haydi öyle olsun Kâzım Ağabey,» dedibiletçi. Üniversiteli girip Nuri Öztürk'ünkoluna tekrar soktu üçüncü bölmeye onu.Kavga çabucak bastırıldı ama, hiç kimseanlatamaz nasıl olup da devlete hakaretettiğini Tatar yüzlü adama.510 numaralı üçüncü mevki vagon.Kadınlar bölmesi.Yedi yolcuydular.En ihtiyarları oturuyordupencerenin solunda. Siyah yeldirmesininiçinde kalın kemikleri kalmıştı yalnız. Çokuzun boylu beyaz ve kaşsızdı. Yanaklarınıneti yoktu. Ağzı geniş ve buruşuktu kapalıydısıkı sıkıya hiçbir zaman açılmamış gibi.Düşünüyordu rahmetli Şerif Ağanın karısı.düşünüyordu Ratip ile Yakup'u. Ağır vekaranlık kımıldanan bir düşünceydi buyıldızsız, sıcak bir gecede ıslak sazlıkları
hışırdatıp... Öz oğluydu Ratip.Üveydi Yakup. Biri toprakta hapiste biri.Yakup öldürdü Ratip'i. Düşünüyordurahmetli Şerif Ağanın karısı düşünüyorduŞahende Hanım, Ölen oğluna acımıyor,Ömründe hiçbir şeye acımadı zaten, yalnızbir kerre bir uzun mahmuzlu horozunölümünden başka. Ve bu dünyada hiçkimseyi sevmedi.Sıcak bir rahatlıkla açılmadı bir gece olsunbeyaz kansız eti aşka. İnsansız batan birgemi gibi korkunç yalnızlığını taşıyarak hergün biraz daha indi dibe. Düşmandı Ratip'e.Düşmandı Yakup'a. Ratip'e düşmandı:Omuzları dar ve düşük elleri kadın ellerinebenzediğinden, kamçılayamadığındansığırtmaçları,insanları seviyor diye, veşikayetsiz razı olduğundan Şerif Ağa zadeliğiYakup'la bölüşmeye. Düşmandı Yakup'a:Mavzeri, kamçısı, çizmeleri, ve bıyıklarıylabenzediğinden babasına; onu öteki doğurmuş
diye, ve değirmen ona kaldığından... KorkaktıRatip. Cesurdu Yakup. Yakup öldürdü Ratip'ikahvede altında çınarın, tek kurşunla alnınınortasından... Ratip'in ölüsünüikindiyingetirdiler. Boylu boyunca sedire yatırdılar. Solkolu düştü sedirden sallandı iki yana, babamirası altın yüzüğe güneş vurdu. Kadın, kaşsızyüzüyle bembeyaz kalın kemikleriyle dimdikoğlunun başında durdu: «Yakup'u asarlarmı?» diye sordu. Kendi elleriyle itmişti Ratip'iYakup'un kızıl saçlı karısı üzerine. Yakup yakahreder gider, ya öldürür Ratip'i, Yakup'uasarlar Ratip'i öldürdüğü gibi... Tarla,mandıra, değirmen Şerif Ağa zadelik her ikiihtimalde kalır bölüşülmeden. Fakat Yakup'uasmadılar. Yattı yedi sene. Kasımda çıkacak.Yedi sene rahmetli Şerif Ağanın karısı, yedisene Şahende Hanım renkli ipeklerle çok incebir oya işler gibi uğraştı hapiste öldürtmek içinYakup'u. Yakup üç kerre vuruldu, zehirlendibir kerre.Bir tek ölümü hazırlamak için sabırlı,
kurnaz, umutlu, inatçı yedi sene bu. Venihayet kavgaya neden başladığını unuttu.O kadar ki bir kerresinde «Öldü Yakup»dedikleri zaman oyasının tığı düştüparmaklarından ve ömründe ilk defaçömelip ağladı bağıra bağıra. Sevincinden,dediler.Halbuki değil,bu dünyada Yakup'unölümünden başka bağı kalmadığından.Kasımda Yakupçıkacak. Kavga devamediyor.Çok şükür ki ancak ölüler bir dahaöldürülmez. Düşünüyordu, rahmetli ŞerifAğanın karısı, düşünüyordu yeni bir oyaörneği hazırlar gibi ölümü. Enli çenesininaltındacebbar ve ketumdu beyazbaşörtüsünün düğümü. Şahende Hanımaltmış yaşında olmalıydı. Elleri kınalıydı.Bir kiraz sepeti sarsılıyordu rafta pencereyeyakın. Dikmişti sepete yuvarlak gözleriniDerince'den binen gebe kadın. Sepet Şahende
Hanımındı. Gebe kadının solunda oturanBayan Emine fısıldadı cesur ve biraz daemrederek: « Bir iki tutam kiraz verin hanımnine, tazecik aş eriyor... » Kızardı ufacıkkulaklarının memelerine kadar eski şapkasınınaltında gebe kadın. Fakat Şahende Hanımkımıldamadı. «Kocakarı her hal sağır,» diyedüşündü Bayan Emine ve tekrarladı ricasınıyüksek sesle, daha cesur ve daha çokemrederek... Fakat Şahende Hanım aldırmadı.Gebe kadın titriyordu utancından. BayanEmine kocakarının sağırlığından artık eminbağırdı Şahende Hanımı dürtüp: « Hanımnine... hu... » Şahende Hanım kalınkemikleriyle yeldirmesinin içinden sıyrılır gibiağır ağır kalktı yerinden, indirdi sepeti kınalıelleriyle rafın üzerinden ve açık penceredendışarı döktü kirazları. Sonra boş sepeti eskiyerine yerleştirip ve tekrar kalın kemikleriylesiyah yeldirmesinin içine girip oturdu. Eskişapkası sarsılarak ağlıyordu gebe kadın.Bayan Emine ipek başörtüsünü arkaya atıp:(başörtüsüyle kendini yakın saymıştı
Şahende'ye). « Kızım, Perihan,» dedi, «koş üstyanımızda jandarmalar olacak, hapisgötürüyorlar. Kiraz aldılar demin.Versinler biraz.Bulsunlar kalmamışsa kendilerinde. Selâmıvar, de annemin.» Perihan on dörtyaşındaydı. Saçları kesik. Çorapları kısa.Esmer bacakları ince, uzun. Ve iskarpinlerirugan. Perihan fırladı zıplayaraktan çıktıdışarı. Bayan Emine övdü kızını gebekadına: « Akıllıdır benim kız.Gelecek yıl ortayı bitirecek. Bir Fıransızcaokur şaşıp kaldıydı Albayın karısı. Kısmetolursa kadın doktoru yapacağız. Babası razıgelmiyor ben istiyorum. Ev işlerini de bilir:yemek nakış. Yıkar bulaşığımı sekiz yaşındanberi. Benden de ödü kopar. Geçende dayaktanöldürüyordum. Babası zoraldı elimden.Söyledim ya Albayın karısına: kız evlâdı hemokutmalı hem de baskı altında tutmalı... »
Aydın köylüklerindendi Bayan Emine.Babası meşhur efelerden birinin kızanıydı.Yunan Aydın'a geldiği zaman gâvura karşıefeler birleştilerse de vazgeçmediler fırsatdüşürüp birbirini vurmaktan: (kumanda,namlı efelik ve pay meselesinden ganimeti)ve bundan dolayı vurdular babasınıEmine'nin gözü önünde evin avlusunda birsabah vakti... Sekiz yaşında yetim kaldıBayan Emine. Şimdi otuz yaşındadır.Kalın bacaklı, kocaman sarkık memeli,göbekli bir kadın. Fakat bu hantal, harapgövdenin üzerinde ipek gibi ince bir yüzüvardı: onuncu asır Acem nakışlarındagördüğümüz, Dede'nin nısfiyesindenağmeleşen, bize divan şiirinin anlattığı biryüz...Perihan geldi.İnce uzun avuçları kiraz dolu.Bayan Emine kirazı verdi gebe kadına.
Gebe kadın genç bir hayvanın mukaddesoburluğuyla yerken kirazlarıkonuştuPerihan'la Bayan Emine:« Deyiverdin mi jandarmalara babanın kimolduğunu?»« Demedim. Sordular.»« Jandarmalar mı?»«Hayır,gözlüklübay,kitapokuyan,herhalhapisolacak.»«Hapismi?
Ne dedi babanın, kim olduğunubilince.» « Hiç... Ha... Nerelisiniz diyesordu.» « Aydınlıyız, diyeydin.» «Dedim.Köylerinden mi? İçinden mi? dedi.» «Köylerinden diyeydin.» « Demedimanne... » « Ulan niye demedin? Köylükızı olmak arına mı gidiyor?Domuzun kızı... »Bayan Emine gülüyordu.SonragüzelyüzüasıldıbirdenbirevePerihan'ainatgidiyormuşgibi
duyurmakisteyerekbölmedekilerekonuştugebekadınla:«BizAydınlıyızbayanhemşire.Köylüyüz.GediklijandarmabaşçavuşudurPerihan'ınbabası.Zatenbenimdeteyzeoğlumolur.
HüsnüÇavuş.Mallarımız ele gitmesin diyeevleniverdik. Onun gözübaşkasındaymış anasızorladı. Hüsnü Çavuşla onbeş yıl, bayan hemşire,kalmadı gezmediğimiz yer.Karadeniz'de içindeLazların, şarkta Kürtlerinarasında. Kürtlere kuyrukluderler yalan. Kuyruklarıyok.Yalnız çok âsi, çok fakir insanlar.Zenginleri de var ama az. beyleri... Onbeş yıl dünyayı dolaştık sayılır gördük herşeyleri. Sineması, tiyatorası, baloya bilegittim, böyle başörtümle, Diyarbakır'da.Sonra yüzbaşı kanlarıyla poker deoynadım Giresun'da bütün kış.Kazandım çok şükür. Tayyare piyangosu
bile çıktı bir kerre bana üç ortaktık, binerlira bölüştük. Bu dünyadan aldım hevesimiartık. Tekavütlüğü yakın Hüsnü Çavuşun.Perihan yatı mektebine gidecek Bizçavuşla köye döneceğiz.Çavuş, «Ben toprakla uğraşamam gayrı,»diyor.Dükkân açacak. Açsın. Ben uğraşırımtoprakla.»Ufacık bir kadındı kapının yanındaoturan. Cüce değil (cüceler bellidir) vebundan dolayı şaşıyordu insan onun bukadar ufacık oluşuna. Kederliydi kocamanlâcivert gözleri ve çilli kırış kırış küçücükelleri vardı. Apansız sordu BayanEmine'ye: « Demek asker sizin beyiniz?» «Elbette asker gedikli jandarmabaşçavuşu.» « Benim de iki oğlum askerdenefer, topçu neferi, Gelibolu'da... Şey..Harbe girecek miyiz, diye soracaktım.
Benimkiler, «Gireceğiz anne!» diyor.Genç, cahil çocuklar, anlamazlar ki:Zaten harbetmek de istiyorlar galiba.Sizin bey bilir doğrusunu. Bir şey demiştirsize...» « Bana Hüsnü Çavuşun dediği,Hüsnü Çavuş harbe gideceğiz der... »Titredi çilli elleri ufacık kadının: « Demekyalan söylememiş benimkiler, hay Allah...» Bayan Emine ufacık kadının sözünükesti: « Yoo, Hüsnü Çavuş gireceğiz derama ben girmeyeceğiz derim.Albay da gireceğiz dermiş, karısıgirmeyeceğiz diyor. Harbe girip de neolacak?.. Harbetmeden de işte pekâlâyaşıyor insan...» İlkönce biraz ürkeksonra katiyetle itiraz etti Perihan: « Pekiama anne, vatan? Vatanı çiğnersedüşman?Bayan öğretmen dedi ki:«Her karışını vatanın kanımızla sularız. Türkölür, baş eğmez,» dedi bayan öğretmen. Sonra
unuttun mu Cumhuriyet Bayramında ne dediradyo? Yalan mı?» Ufacık kadın kederle baktıPerihan'a:« Kızım,» dedi, «daha küçüksün, büyügelin ol, erkek evlât doğur. muharebenasılmış o zaman sorarım sana.» Perihancevap vermek isterken karıştı söze havaîmavi atlas gibi bir ses: « Şimdi kadınlar daasker oluyor. Harp yalnız erkekler içindeğil. Sonra az çocuk mu öldütayyarelerden?» Şadiye'ydi söze karışan.Eski bir İstanbul şarkısında reyhandeişitâb bir sevdazede vardır. Fesi bir parçauzun, fesi bir parça siyah. Ve kalbininşekvası ah... Ve altın gözlüklü, altınbıyıklı. Hayali-bi- kararında geçip birsusuz badiyeyi bekler zumumu intizarlaAdalar sahilinde serian Şadiye'yi. Ve derki: «nerde o mis kokulu leylaklar?» der ki:«sararıp solmak üzre yapraklar,» der ki:«bana mesken olunca topraklar, beni şadet Şadiye başın için... » Ne tuhaf şey şimdi
sipsivri şapkasıyla 510 numaralı üçüncümevkideki Şadiye konuşmasına rağmençocukları öldüren uçaklardan bir haylihüzünle hatırlatıyordu insana Adalarsahilinde bekleyen Şadiye'yi. Öyle edalı venazenin.Ve yüzünde gölgesi varmış gibiydi ajurlu birşemsiyenin Bu şemsiye sola yatmıştır birazmahmuru safa kalpten tarafa...İzmit'e yaklaşıyordu tiren,Sağda bostan dolapları: gözleri bağlıbeygirler dönüyorlar: cansızmışlar da biryerlerinde bir yay varmış da oradankurulmuşlar gibi. Sonra deniz. Karşıdaüzerinde denizin Gölcük'le Değirmenderearasında Yavuz gemisi. Biçimli belki yeniboyanmış, temiz. Fakat böyle uzaktan onuilk göreni şaşırtacak kadar heybetsiz. Sankidireklerinden tutulup kolayca oturtulmuşgibi suyun üzerine. Hiçbir yeri benzemiyorhattâ bacaları kahvelerdeki taşbasma renkli
resimlerine.Solda kâat fabrikası.Çok yüksekte bir uçak.Yalnayak bir çocuk koşuyor yolda.Bir deniz gediklisi.Çarşaflı bir kadın.Yeşil bayraklı adam.Semaforlar su deposu makaslar, bir yerlerebir şeyleri götürmeyi bekleyen yükvagonları. Resmî işaretleriyle İzmitistasyonu başlıyor. Tiren yavaşlıyor.Kartallı Kâzım Tatar yüzlü adamla çıktıkoridora. Tiren durdu. Kartallı KâzımTatar yüzlü adamla indi vagondan.Az ilerisinde istasyonun tam karşıda, köprü
görünüyordu. Üstünde adamlar; eğilmişleristasyonda duran tirene bakıyorlar yukardan.Bekliyorlar tirenin kalkıp altlarından âdetebacaklarının arasından geçmesini.Kartallı Kâzım köprünün orda bir ağacıgösterdi Tatar yüzlü adama: « Şu köprünündibindeki ağaç yok mu? Ard ayakları üstünekalkmış hayvana benzeyen ağaç? Şu, soldaki,koskocaman. Bak. Dalları köprüyü aşan. Odallara astılar ölüsünü Alî Kemal'in.İstanbul'dan kaldırıldı herif güpegündüzberberden, Beyoğlun'da tıraş olurken.338'de...»« Kim bu Ali Kemal?» « Gazete muharriri.İngiliz'den para alır. AdamıydıHalife'nin. Gözlüklü şişman. Kan damlardıkaleminden, fakat murdar fakat pis bir kan.Gün olur daha derin daha geniş yara açarkalemin düşmanlığı mavzerindüşmanlığından.» « İzmit bizde miydi ozaman?» « Yeni girmiştik.
İngilizler İstanbul'daydı daha.Ali Kemal'i çalıp getirdiler İngiliz'in mavigözünden.Burda «Geliyor» diye bir şayia çıktı altı yedisaat önce. İskeleye yığıldı millet. Belki İzmithalkının dörtte üçü kadınlara varıncayakadar. Ben Ulucaminin ordan bakıyorum.gözümde dürbün. Göründü karşıdan motornihayet, bata çıka geliyor. Koştum aşağıya.Ben iskeleye inmeden çıkarmışlar Ali Kemal'imotordan. Şurda tepede Saray meydanındahükümet konağı var kolordu dairesi, orayagötürdüler.Konağın önü meydan sokaklar adam almıyor.Kaynıyor karınca gibi İzmit halkı. Fakat öfkelifakat merhametsiz.Çoğu da gülüyor, bayram yeri gibi İzmit şehri.Hava da sıcak. gök de bulutsuz.
Ali Kemal 20 dakka kaldı kalmadı konaktadışarı çıkardılar.Attı bir adım.Etrafını subaylarla polisler almış.Kireç gibi yüzü.Sarışın.Birden ahali başladı bağırmaya: «KahrolArtin Kemal...»Durdu.Arkasına baktı konağın kapısından tarafa,belki de geri dönüp içeri girmek için.Fakat yüzüne karşı kapıyı ağır ağır kapadılar.Yürüdü sallanarak on adım kadar.Ahali boyuna bağırıyor.
Bir taş geldi arkadan başına çarptı.Bir taş daha bu sefer yüzüne.Kırıldı gözlükleri, bıyıklarına doğru kanınaktığını gördüm.Birisi, «Vurun,» diye haykırdı.Taş, odun, çürük sebze yağıyor.Muhafızları bıraktı Ali Kemal'i.Ahali kara bulut gibi çullandı üzerine alaşağıettiler.Orda yerde yaptılar ne yaptılarsa.Sonra açıldı bir parça ortalık.Baktım ki yatıyor yüzükoyun.Ayağında bir donu kalmış kısa bir donÇıplak eti pelte gibi tombul, beyaz.
Bana hâlâ nefes alıyor gibi geldi.Bir ip bağladılar sol ayağınaHiç unutmam sol ayağında kundura, çorapfilân yoktu fakat sağ bacağında çorap bağıkalmış. Başladılar ölüyü bacağındansürümeye. Yokuş aşağı, başı taşlara çarpıpgidiyor. Millet peşinde. Bir aralık ipi koptu.Bağlandı yenisi İbret alınacak hal. Halkıkızdırmaya gelmez. Bir sabreder ikisabreder; her ne ise...Böylece dolaştı İzmit şehrini Ali Kemal. Sonradedim ya astılar şu köprünün üstündekidallara ölüsünü. Sonra ölüyü indirdiler fakatgömleği mi, donu mu ne iç çamaşırından birşey öteki dalda bir iki ay sallanıp durdu. Sonrasatıldı müzayedeyle saati filân, çok sonra...Ben birini bilirim tek çorabını hatıra diye beşliraya alan.» Tatar yüzlü adam sordu: « Saataltın mıydı?» « Altın.» « İyi etmemişler, saatıda alan çorabı da alan iyi etmemiş. Uğurdurderler, inanma. Asılan insanın eşyası
uğursuzdur. İyi etmemişler.Zaten İzmitlilerin işi de doğru değil. Herifinsuçu vardıysa devlet verir cezasını hükümetasar. Herifi parçalamak devlete karşı koymakdemek.Ben Çanakkale'de yara alıp HaydarpaşaHastanesi'nde yatarken...» Güldü KartallıKâzım: « İyi ama,» dedi,«Sen demin hakaret ettin devlete.» « Ben mi?»« Sen.» « Yalan.Ben devlete karşı gelmem.» « Memurunakarşı geldin.» « Ben biletçiyle çekiştim.»« Şimendifer devletin, biletçi de devletmemuru.» Bu sefer Tatar yüzlü adamgüldü: « Öyleyse ben de memur muyum,Merinos Fabrikasında bekçiyim madem?» «Elbette memursun...» « Hâşa.
Değilim.Ne ben, ne biletçi.Biletçiyle bekçiden memur mu olur!Ben polisi bile memur saymam.Komiser başka.O memurdur... »Bu bahis daha uzayacaktı.Hareket kampanası çaldı fakatKoştular vagonlarına Tatar yüzlü adamlaKartallı Kâzım.Tiren kalktı...İzmit'in içinden geçiyor tiren; çarşınınortasından. Kaybetti ciddiyetini tıramvaylaştı.Çevirip başlarını bakmıyor ona şehirliler,evler ve mağazalar. Uyandıramadı
rüyalarından bütün gürültüsüne rağmenfayton beygirlerini.Ve tâ ki İzmit şehri arkada kalıp bu mayısikindisinin içinde girince toprağına tenhakırların buldu eski ciddiyetini buldu «hasretkavuşturanlığını» tiren. 510 numaralı üçüncümevki vagonda alnı pencerenin camına dayalıkaybolmuş bir dünya geçiyordu bir insanyüreğinden. «Eski Yunanistanlıydı» KiryosTrastellis. Korent Kanalı üzerinde karşısındaPatras şehrinin Mesolongi limanındandı.Fidiyas, Omirus, Aristotalis umrunda değildi.Denizi, sıcağı, kalabalığı seven bir insandı. Vehayran olunacak şey bu dünyada İstakozlarlasekiz ayaklı ahtapotlardı Mihail Trastellis için.Balıkçı gemilerinin baş altıranzalarındanMesolongi limanında tek katlıev. ve arkadaşlardan ibaretti yüreğindeYunanistan. Yunanistan ne oldu? KiryosDimitriyos Mihail Trastellis, şimdi 1941senesinde Mayıs ayında denizi, Yunanistan'ı veevi içine koyup mukavva bir bavulla nereye
gidiyoruz? Bu dünyada nasıl bir başınakalıverdin, darmadağın oluverdin?Arkadaşlar öldürüldüler. Korent'de sularındibindedir balıkçı gemileri sanki cam birsandıkta insan cesetleri gibi yatıyorlar. Busene Hitler'in subayları yiyecek İstakozları.Baban Atina'da Sakız'da anan kızkardeşinİskenderiye'de, ve sen 510 numaralı üçüncümevki vagondasın. İzmit ovasını geçiyor tiren.Kırlarda böyle baharda böyle ikindi üzerigökyüzünün aydınlığı bir sevda şarkısı gibiyumuşarken, ağaçların gölgeleri rahat veserin toprakta başlarken uzamaya, daha gençdaha şehvetli daha yeşil yaşarken kuşları,boynuzlu hayvanları ve böcekleriyle otlar,tembel ve bahtiyar sazan balıkları gibikımıldanırken su birikintileri bir saadetlihayıflanıştır insan yüreğinde bugünküdünyada bulunmanın kederi.Bakıyor pencereden Mihail Trastellis; fakatbu toprak hiçbir şey söylemiyor ona.Dilini bilmediğinden değil. Böyle ikindiyin,
böyle baharda Ne Rumcadır, ne Türkçetoprakçadır toprağın konuştuğu dil. Fakatkederliydi Mihail, kederliydi, toprağıdinleyip insanları ve dünyayı düşünmeyecekkadar. Halbuki bu vagonda, bu ikindi üzeriinsanlarla bugünkü dünyadandı kederi.İzmit ovasını geçiyor tiren.510 numaralı üçüncü mevki vagon.Birinci bölme.Konuşuyor jandarmalarla mahkûmlar.Mahkûm Melahat sordu jandarma Haydar'a:« Çocukları sever misin?»« Sevilmez mi.Allahtan büyük ne var, demişler çocuk var,demiş.Öyle ya çocuk Allah korkusunu bilebilir mi?
Bilemez.Kim kimden korkmazsa, o ondan büyüktür.Senin çocuğun var mı abla?»« Var.Annemin yanında bıraktım.Üç yaşına yeni bastı.Gelecek yıl getireceğim.» « Mahpushaneyemi?» « Evet» « Olur.Çocuk için hepsi bir.Bir çocuk için, bir de kediler için, hamapushane ha cenneti âlâ...Babası nerde?» « O da hapis.» « Ne işyapardı?» « Tütünde çalışır.Ben de tütünde çalışırım.» « Deppoylardamı?» « Evet.» « Bilirim deppoyları.
Bir İbrahim vardı bizim köyde,Samsun'a gidip tütüne girdi.Üç yılda ince hastalıktan ölüverdi.Sen kocanın olduğu yere mi gidiyorsun?» «Hayır.O başka cezaevinde.» « Allah acısın abla.Ne denir?Üzülme iyi olur.»Mahkûm Halil jandarma Hasan'lakonuşuyordu.Jandarma Hasan sordu:« Hükümet vesikaya bağlar mı dersinekmeği?»« Her halde bağlar.»
Düşündü jandarma Hasan sonra konuştuburnunu çekip:« Hem de bağlamalı.»« Neden?»« Ekmeğe itaat lâzım.Millet unuttu ekmeğe itaat etmeyi.Bir dilim kendi yer, bir dilim köpeğe atarşehirliler.Ekmek vücuda hekimdir.Yalnız köyde vergiler inse biraz. Sonrakara sığır da ucuzlasa. Bak bende tarladilediğin kadar ama burnunu öpecek kedimyok.»Höyükleri anlatıyordu Melahat'a jandarmaHaydar: « Bizim köye bir saat alevi köyüvardır.
Çalışkan adamlardır ama horoza taparlar.Höyükler işte onların köyünde.Kazıyorsun dev suretinde taşlar çıkıyoriçinden, toprak çanaklar, altın geyikler.Hükümet karışıyor bu işe şimdi.Bulduğunu Ankara'ya müzehaneyekaldırıyor.Hiç müzehaneye gittin mi abla?» Melahatgüldü: « Gitmedim.»« Ben gittim, İstanbul'da bir kere.»« Askerî müzeye mi?» « Hayırötekine.Görülecek şey.Hep gâvur padişahlarının taştan suretleri.O vakitler demir yokmuş anlaşılan olsa, onlar
da Atatürk'ünküler gibi demirden dökülürdü.Ve de çoğu çıplak.Karılar da var.Kabirleri de ordaBir gün imiş onlar da yaşamışlar,şimdi öyle taştan duruyorlarmüzehanede.»Mahkûm Fuat'la çavuş muharebedenkonuşuyordu.Pencereden bakıyor mahkûmSüleyman Fikret'in bir şiiriniokuyordu içinden:«Yiyin efendiler, yiyin, bu hanı iştiha sizin...»İzmit ovasını geçiyor tiren.910 numaranın beşinci bölmesinde. uyuyorduhalı-heybenin sahibiHalim Ağa. Kara
sakalının ve beyaz yün çoraplarının içineçekilmiş rutubetli, sıcak ininde yatan birhayvan gibi. Birdenbire durdu tiren. HalimAğa baktı pencereden. Vagondalambalaryanmamışsa da dışarda gece olmuştu. Biristasyon önündeydiler;Halim Ağanınşimdiyedek görmediği çok büyük bir istasyon,İstasyonun yapısı karanlıktıonun dalambalarını yakmamışlar.Göz alabildiğine kalabalıktı.Davullar çalınıyordu.Alev alev yanan çıralar vardıadamların elinde. Bağırışıpçığrışıyorlar.Büyüyordu bir kat daha alacakızıllığında çıraların davullar, istasyonve karanlık. Birdenbire başladı karyağmaya. Lapa lapa yağıyor. Davullardaha sesli vuruldu. Bayraklar açıldı aldeğil yeşil. Bir adam çıkmıştı istasyonun
damına. Başında kalpak belinde sırmakemerli eğri kılıç. Seferberlikte İngiliz'iyenen gazeteci paşaydı bu. TanıdıHalim Ağa.Halbuki bu geceyedek hiç görmemişti onu.Daha dikkatli baktı, az kalsın haykıracaktı.Bakkaliye taciri Hacı Nuri Bey de yanındaydıPaşanın. Eliyle damın üstünden işaret edip: «Gel buraya, hele gel gel,» diyordu HalimAğaya. Halim Ağa gidip etekledi Paşayı.İkisi bir otomobildeydiler;Çankırı valisinin otomobilinden büyük.Yağmur yağıyordu.Yağ gibi şosenin üzerinde kuş gibi uçuyorduaraba. Halim Ağa karşısında oturmuştuPaşanın. Şoförün yanındaydı halı-heybesi.Paşa, Halim Ağanın sakalına doğru eğilip: «Oldu çok şükür,» dedi, «çabucak oldu bu iş.
Alaman'la birlik edip girdik muharebeye.Elini tez tut.Kimseye bir şey deme ve hattâ Hacı NuriBeye.Ekmek vesikaya binecek unun var mı?» « Var,Paşam.» « Şeker depo ettin mi?» « Ettim,Paşam.» «Gazyağı?» « Aldık.Ve zeytin tanesi, bulgur, pirinç, nohut,fasulya her şey tamam.» « Çok âlâ.Sen Hacı Nuri Beyden daha zenginolacaksın.» « Sayenizde, Paşam.» « Yarınherkes duyar, bugün sen bil, açma ağzını.Şamı Şerif'de beraber kılarız ilk cumanamazını.» « İnşallah, Paşam.»« Hacı Nuri Beyden daha zengin olacaksın.
Hacı Nuri Beyden daha zengin.Hacı Nuri Beyden.» Paşayla çardağınaltında oturuyordu, bembeyaz ve ipek gibiince Mısır hasırının üzerinde. Paşayasordu:« Hitler gâvuru müslüman mı sahiden?» «Müslüman.Gözümlegördümhamamdayıkanırken,gâvurlarhamamdasetriavretetmezler,sünnetlidir.\"Bir kedi geçti Halim Ağanın bacaklarıarasından uzun tüyleri tutuşmuş kıpkızıl birkedi. Halim Ağa düştü peşine kedinin. Kedikaçar o kovalar. kedi kaçar o kovalar.
Geldiler çarşı hamamının önüne kadar. Kediiçeri girdi.Çıktı dışarı kantarcının kızı Şerife.Koltuğunda hamam bohçası, iki yanasallanarak. Al al olmuştu yuvarlakyanakları, örtünün altında siyah saçlarııslak. On beş yaşında var yok. Halim Ağadoladı bileğine saçlarını Şerife'nin. Sırt üstüyatırdı kızı şeker çuvallarının üzerine. Açtıgerdanını. Isırdı sol yanağından.Yanakta diş yerinden kan aktı ak gerdanadoğru Paşa dokundu omzuna HalimAğanın. Valinin masasına oturmuş pidelikebap yiyordu Paşa. Halim Ağa. « Paşam,»dedi, «Allahın emri dörde kadar. izin verşeriatın hükmü yürüsün yine.» Paşa güldü:« O da olur Halim Ağa.Daha vakti gelmedi Kıza imam nikâhı kıy.»« Babası razı değil.» « Karını boşa.» «Tarlalarla iki dükkân gider.» « Bak öyleyse
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 838
Pages: